Elhamdulillahi Rabbil Alemin Vessalatu vesselamu ala Resulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün namazda kıyam, rüku ve secde konuları üzerinde duracağız, değil mi? Yanlış… Tabii, kuûd da var. Kıyam yok mu? Doğru kıyamı konuşmuştuk. Rükû, secde ve kuûd ama şimdi kıyamsız da bunlar olmaz yani. (Ali İmran suresi 191. ayet) “Kıyamen, kuuden ve ala cünibihim” Şimdi bu son zamanlarda biliyorsunuz eskiden de olduğu gibi Kur’an’ı kendine uyduranlar oldukça arttı. Eskiden olduğu gibi de bunlar destek görüyorlar, görmeleri gayet normaldir. Bu bitmez tükenmez bir mücadele olarak devam edecektir. İşte bazıları çıkıyor namaz yoktur, diyor. İşte namaz destektir, diyor. Peki diyorsunuz bu desteğin Arap dilinde bir dayanağı var mı? Mecazdır diyor. Peki, bir kelimeye ne zaman mecaz anlamı verilir? Hakiki anlamını kastetmek imkânsız olduğu zaman mecaz anlamı verilir. Mesela; yürüyen selvi dediğiniz zaman ,selvi yürümediğine göre bir başka şey kastediliyor demektir yani. Bir kadına yürüyen selvisin dendiği zaman selvi gibi güzel bir görkemi olduğu anlaşılır yoksa selvi olması mümkün değil, mümkün olmadığı için mecaza gidersiniz. İşte birisine aslansın dersin, o, aslan olamayacağı için orada mecaza gidersin işte güç ve kuvvet anlamış olursunuz. Fakat salât kelimesinin, ibadet anlamı olduğu çok açık ve net, işte destek diyor, peki, niye destek belli zamanlarla sınırlı oluyor. Güneş kayarken mi destek vereceksiniz? Bir adam şuradan aşağı düşüyor, bekle güneş kayarken gelip seni oradan kurtaracağım mı diyeceksiniz? Ya da adam aç, bekle güneş batarken, o zamana kadar ya da işte gece kalkacak destek verecek adam mı arayacaksınız ya da sabahleyin yıldızlar geri çekilirken? Yani bunlar tabi son derece yanlış olduğu açık ve net olan şeyler ama elbette ki destek bulacaklardır yani. Namaz destek olmasa da kendileri destek bulacaklardır. Çünkü burası imtihan yeridir, İblis hiçbir zaman boş durmayacak, doğru yolun üstünde oturacaktır.
Fatih Orum: Hocam o kelimenin destek anlamına geldiğini ama bir vakadır yani değil mi?
Abdulaziz Bayındır: Yok, mecazen destek anlamında olur, hakikaten olmaz. Yerine göre (Ahzap suresi 56. ayet) “yusallûne alen nebiyi” de salla destek değil de arkasından gitmek demektir, arkasından gitmek, peygamberi takip etmek anlamına gelir. Yoksa peygambere yine de destek değil yani. Biri diğerinin arkasında gitti anlamına geliyor ya şeyde …takip etti diye şeyin yani terkisini takip etti, arkasını takip etti manasına, onu gene mecazen desteklersiniz, hakiki manayla değil yani ama arkasından gitti yi, lügat manasıyla söyleyebilirsiniz. Şimdi tabi bir kelime değişik yerlerde çok değişik anlamlarda kullanılır o da çok normal bir şeydir. Ondan sonra da her gün acayip şeyler çıkarıyorlar. Efendim namazın rekâtları Kur’an’da yok. E… peki, sen ne yapacaksın? Kendi kafasına göre rekât, e kıl, kardeşim hiç kılmayabilirsin yani. Ama hiç kılmama diye bir şeysi yok, önemli olan bir fitne ve fesat sokuşturacak insanların içersine, kafayı bozacak.
Şimdi bu derslerin başında da anlatmıştık. Cenabı Hak bütün nebilerine namazı kılma emri vermiş ve zekâtı verme emri vermiş. Diğer emirlerde şüphesiz var ama bu ikisi çok çok önemli. Onun için Beyine suresinde bütün nebilerle ilgili olarak diyor ki Allah’u Teala: (5.ayet)“ Onlara verilen emir sadece Allah’a kulluk etmeleridir samimi olarak ve dini yalnız Allah’a has kılarak” yani Allah ne demişse o, diyerek. “ve namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmiştir.” Bütün bu, bak “yukîmûs salâte” bizim içinde aynı emir geçiyor hiç değişen bir şey yok. Hatta siz Bakara suresinin en başına bakın bizden önce kime, Kur’an’ı Kerim’in sırasına göre ayetleri okuyacak olursanız, ilk başta 3. ayette hemen “imanları gayıplarında olan ve namazı tam kılanlar” yani imanın arkasından hemen namaz diyor Allah’u Teala. Peki, ondan sonra 43. ayete bakarsanız İsrail oğullarıyla ilgili hatta şeyden başlayalım 40. ayet “Ya beni İsrail” diye başlıyor, İsrail oğullarına emirler veriliyor. Biliyorsunuz İsa aleyhisselam da İsrail oğullarındandır, Musa aleyhisselam da İsrail oğullarındandır. Hıristiyanlar bugün Tevrat’tan sorumlu olduklarını kabul ederler, ondan dolayı Tevrat’la İncil’i birleştirip Kitabı Mukaddes diye adlandırırlar ve ona uyduklarını söylerler. Dolayısıyla “Ya beni İsrail” dendiği zaman Hıristiyanlarda bunun kapsamına girerler.
Diyor ki bakın (Bakara suresi 43. ayet) aynı şey “namazı kılın, zekâtı verin” bu emir İsrail oğullarına verilen bir emir. Ama aynı emir, işte ikinci şeyde Bakara’nın 3. ayetinde “ve yukîmûnes salâte” derken aynı kelimelerle bizim içinde geçerli sayılıyor. Sonra yine burada defalarca okumuştuk. İbrahim aleyhisselam Kâbe-i Şerif-i bina ettikten sonra ne yapmıştı? “rabbenâ li yukîmus salâte” İbrahim suresinde miydi o? Yok, Bakara da değil, orada salât ifadesi yok. Şimdi, İbrahim kaçıncı ayetti? İbrahim 40, tamam. Yani 14. sure, 40. ayet. Bak diyor ki: “rabbenâ li yukîmus salâte” değil bu. Ha bu değil. Diyor ki evet 37. ayette o, şimdi İbrahim aleyhisselam, bakın hatta 35’ten başlarsak “Ya Rabbi burayı güvenli bir belde yap, dedi. Mekke’yi Mükerreme’yi. Beni ve evladımı putlara tapmaktan uzak eyle.”
(İbrahim suresi 36. ayet) “Çünkü o putlar çok kişiyi yoldan çıkardılar.” O taş toprak yoldan çıkarmaz. Onun temsil ettiği anlam yoldan çıkarır. Doğru yolun ortasına oturur, dindar gibi gözükür bugün olduğu gibi, eskidende öteden beri hep böyle yaparlar bunlar. O putları temsil eden kişiler bunu yaparlar. “Kim bana uyarsa bunlardan, bendendir. Bana kim isyan ederse Gafur ve Rahim olan sensin.” Yani sen çok bağışlarsın ve merhamet edersin.
(İbrahim suresi 37. ayet) “ Ya Rabbi! Soyumdan bir kısmını, bitkisi olmayan bir vadide yerleştirdim.” Şimdi bitkisi olmayan bir vadide insanlar yaşar mı? Bitki olması için su olması, su olursa bitki olur. Demek ki: Bitkisi olmayan suyu da olmayan demektir. Zaten zem zem suyunun bina yapılırken ortaya çıktığı anlaşılıyor. O su akar bir su da değil yani ondan çekeceksiniz de etrafı sulayacaksınız da falan kolay bir şey değil. Diyor ki: “Senin Beyti muharremin” yani dokunulmaz evinin yanında hatta bu beyti muharrem kelimesi vakıf kelimesine de çok uygun düşüyor. Yani satılmaz, alınmaz şey yapılmaz falan şey varya hani, saygı gösterilmesi gereken ama tabi vakfı besleyenler değil de esas mesela; cami gibi asıl ihtiyacı karşılayan kısmı yani. “rabbenâ li yukîmus salâte” “Ya Rabbi! Bunlar namazı kılsınlar diye böyle yaptım” diyor. Şimdi İbrahim aleyhisselam “li yukîmus salâte” diyor. Şimdi soyumu buraya yerleştirdim o boş yere soyundan yerleştirmiş ve Cenabı Hak’ta İbrahim aleyhisselamın soyunu çok bereketli kılmış, işte biliyoruz. İsmail aleyhisselamdan Mekkeliler, Öbür taraftan da İshak aleyhisselamdan da Yakup aleyhisselam ve tüm İsrail oğulları oluşmuş. O nesil devam ediyor hala devam ediyor bu kadar asır geçmesine rağmen.
Şimdi siz kendinizi yani ayetleri tam anlamak için kendinizi orada bir Mekkeli olarak düşünün. Doğuyorsunuz, İbrahim aleyhisselamın soyundan olduğunuz size söyleniyor ki zaten Kur’an’ı Kerim’de onu tasdik etmiş. Zaten (Hacc suresi 78. ayet) “millete ebikum İbrahim” diyerek Mekkelilere hitap ediyor. “Babanız İbrahim’in dinine uyun” deniyor. (Ali İmran suresi 95. ayet) “ve mâ kâne minel muşrikîn” “siz şirke düşmüşsünüz” baban böyle değildi denir ya, sen o babanın evladı, babana layık olmaya çalış der gibi “ve mâ kâne minel muşrikîn” deniyor. Şimdi o baba dua etmiş evladını oraya yerleştirdiği zaman (İbrahim suresi 37. ayet) “namazlarını kılsınlar diye Ya Rabbi” Allahu Teala’nın da İbrahim aleyhisselamın duasını kabul ettiğini biliyoruz değil mi? Zaten kabul etmemiş olsa Kur’an’ı Kerim’e de koymaz Cenabı Hak ama kabul ettiğine dair Kur’an’ı Kerim’de ayet var. Şimdi nerede o ayet? Şimdi bu ne demektir? Bu demektir ki Mekke’de İbrahim aleyhisselamı takip eden bir damar vardı. Bir damar vardı ve onlar namazlarını kılıyorlardı. Medinede de İsrail oğullarından namazlarını kılıyorlardı. Niye namazlarını kılıyorlardı? Bakın şimdi burada tekrar şey yapalım da, çünkü niye bu tekrarı aldım dün birkaç kişi ziyarete geldi ben şaşırdım yani bizim dersleri takip eden kişiler etraftaki dedikodulardan ciddi şekilde etkilenmişler, insanı şaşırtıyor. O bakımdan bugün bunu biraz daha farklı bir şekilde gündeme getirmenin uygun olacağını düşündüm.
Medine de Yahudiler Resulüllahın arkasında beş vakit namazı kılıyorlardı. Bu çok önemli Medine de Yahudiler Resulüllahın arkasında beş vakit namaz kılıyorlardı camiye geliyor, kılıyorlardı. Peki, delili ne? Delili Kur’an’ı Kerim, şimdi ayetler üzerinde çok ciddi düşünmek gerekir. Ondan dolayı Allah’u Teala (Nisa suresi 82. ayet) “Kur’an’ı tedebbür etmiyorlar mı?” yani bağlantılarıyla birlikte çünkü Allah’u Teala her bir ayete bağlantı koymuş, düşünmüyorlar mı? Şimdi önce şunu tekrar edeyim Mekke’de mutlaka beş vakit namazı kılan insanlar olmak zorundadır. Zaten tarihen de biliyoruz ki kendine Hanif denen bir grup vardı ve bunlar beş vakit namazı kılıyor olmak zorundadır. Neden? Çünkü Allah’u Teala İbrahim aleyhisselamın duasını kabul etmiş. O nesilden olacak, işte o nesilden Resulüllah gelmiş sallalahu aleyhi ve sellem. Öbür taraftan Medine işte Bakara suresinin 43. ayetinde de gördük ki İsrail oğullarına “Ve ekîmûs salâte ve âtûz zekâte” diye emir vermiş. “Namazınızı dosdoğru kılın” namaz aynı namaz çünkü “ve yukîmûnes salâte” diyor Bakara suresinin 3. ayetinde aynı kelimelerle bizler için. O zaman Âdem aleyhisselam hangi namazı kıldıysa buranın mantığından o anlaşılıyor. İbrahim aleyhisselam hangi namazı kıldıysa, Musa aleyhisselam, İsa aleyhisselam hangi namazı kıldıysa bizde onu yapıyoruz, değişen bir şey yok. Peki, şeyin delili ne? Medine de Yahudilerin resulallahın arkasında beş vakit namaz kıldıklarının delili ne? Şimdi Bakara suresinin 142- 143. ayetler 21. sayfayı açalım Kur’an’ı Kerim’den diyor ki Allah’u Teala burada : “Şu insanlardan kendi değerini düşürenler şöyle diyeceklerdir” kendi değerini, sefih yani aslında sefih değil de sefihe nefsen yani kendini sefih hale getirmiş, kendi değerini düşüren insanlar. Bir insan bilmediği bir şeyi yaparsa kendi değerini düşürmüş olur mu? Bir yanlışı bilmeden yapan kendi değerini düşürmüş olur mu? Bile bile yaparsa değerini düşürmüş olur, değil mi? “Şu insanlardan kendi değerini düşürenler şöyle diyecekler” “mâ vellâhum an kıbletihimulletî kânû aleyhâ” henüz demiş değiller, diyecekler diyor Allah,diyecekler. “bunları çevrildikleri kıbleden ne çevirdi?” kardeşim yani şimdi ne vardı ki durduk yerde Kudüs’e dönerken Kâbe’ye dönüyorlar. Siz Mekke’den gelen macir olsanız bunu söyler misiniz? Söyler misiniz? Ne güzel bak Mekke’ye dönüyorsunuz, Kâbe’ye dönüyorsunuz. Kâbe’nin ne kadar önemli olduğunu elbette biliyorsunuz çünkü Hac ve Umre için herkes her sene oraya geliyor. Peki, Hac ve Umre burada yapılıyor da niye Kudüs’e dönülüyor. Kudüs’te hiçbir şey yapılmıyor? Sormaz mısınız kendinize? Yeryüzünün ilk binası bu, Arafat burada, Mina burada, Müzdelife burada, İbrahim aleyhisselamın ibadetlerini yaptığı yer burasıydı. Asıl mekân bura Kudüs te ne var ki? Onlarda gidip geliyorlar. Kudüs te binada yok, yıkılmış çünkü Titus yıkmış 60 yılında hiçbir şey yok, bugün hala yok. Yani demez misiniz siz iyi ki bu tarafa döndü? Ondan kim rahatsız olur? Yahudiler rahatsız olur, başka kimse değil. Peki, Yahudi Resulüllahın arkasında namaz kılmıyorsa rahatsız olur mu? Yani kıblenin çevrilmesi niye rahatsız eder Yahudi’yi? Kardeşim sen kendi havranda kılıyorsun ben burada kılıyorum. Sen zaten ayrısın ben ayrıyım. Şimdi bu bir soru biraz sonra ayetin devamını göreceğiz. “De ki doğu da Allah’ındır batı da, o tercihi doğru yapanları sırati mustakime yönlendirir Allah” Peki, tercihin doğruluğu da şimdi çıkacak ortaya.
(Bakara suresi 143. ayet) “Böylece sizi orta, merkezde bir ümmet yaptık.” İşte siz şimdi burası bütün dünya ise, siz merkezdesiniz, ortada bir ümmetsiniz. “siz insanlara şahitler olasınız” çünkü her tarafı görüyorsunuz “Resul de size şahit olsun” ya da meşhut, şehit meşhut manasın da, örnek olsun. Şüheda şehitin çoğulu olduğu zaman siz insanlara örnek olun, herkes sizi görsün, doğruyu anlasın. Resulu da örnek alın manasında da olur şehite, meşhut manası verirsek eğer. Ondan sonra da ne diyor bakın, asıl şimdi Yahudilerin namaz kılıyordu dememizin asıl sebebi şu ayettir: “şu senin bulunduğun kıble varya” henüz bak kıble dönmemiş dikkat ediyor musunuz? Diyecekler diyor daha şey değil. Şu bulunduğu kıble hangi taraf? Kudüs, Kudüs’ü niye kıble yaptık asıl kıble zaten baştan Kâbe’ydi. Davut aleyhisselam zamanında yapıldı orası. Niye orayı kıble yaptık? “şunu bilelim diye, şunu bilmek için yaptık. Bu resule kim uyuyor, kim ökçeleri üzerine gerisin geri dönüyor” gerisin geri dönmek, o Medine de ki Yahudiler, Resulüllaha hiç uymamış olsalar, onlardan gerisin geri dönmek kelimesi kullanılır mı onlar için? Mümkün değil yani, demek ki uymuşlar ki, Resulüllaha orada uymuşlar ki gerisin geri dönme durumu söz konusu olmuş. Uymaları için, kıble konusuna uymaları için ne gerekir? O namazı Resulüllahla birlikte kılmaları gerekir. “illâ li na’leme men yettebiur resûle” “kim bu Resule uyuyor” nerden? “ökçelerinin üzerine geri dönenlerden uyanı ayıralım diye” şimdi burada hani sürekli şey yapıyor… bak “li na’leme” “bilelim diye” diyor Allah’u Teala. Yine kader kelimesini hatırlayın. İnsanlar kendi kafalarında bir Allah tanımı yapıyor, bütün ayetleri kırpıp kırpıp ona uydurmaya çalışıyorlar. Ayetlere uymak yerine ayetleri kendilerine uydurmaya çalışıyorlar.
Şimdi burada bir bilgi imtihanı yok. Niye bilgi imtihanı yok, çünkü bir sonraki ayette diyor ki: (Bakara suresi 144. ayet) “Bu ehli kitap, Bu Yahudi ve Hıristiyanlar çok iyi bilirler ki, “ennehu” “o kıblenin Mekke’ye döndürülmesi” “el-hakku” “bütünüyle bir gerçektir” “min rabbihim” “Rableri tarafından” yani bu kıble son nebi tarafından bu tarafa çevrilecek. Bunu gayet iyi biliyorlar, hiç şüpheleri yok. Bunu iyi bildikleri için, biliyorlar ama bildikleri şey kendilerine emredilince geri dönüyorlar. O nedir?
Doğrular üzerinde duramamaktır. Bugün siz, bak mesela burada biz sürekli bunu yaşıyoruz. Müslümanların bugüne kadar yaptığı bir alışkanlıkları var din diye yaşadıkları bir alışkanlıkları var. Kardeşim bu yanlıştır mesela; ….26 .14 anlayamadım ayetinde olduğu gibi. Binlerce, Kur’an’ı Keriim’in tamamını okuyorsunuz. Ya işte ne var, ne var burada? Yok, efendim diyor, birisinin görüşünü Allah’ın ayetinin önüne alarak, kader konusunda ortalığı yıkanları görüyorsunuz yani. Birisinin görüşünü Allah’ın ayetinin önüne alıyor. Niye? İşte bu doğrularda direnememektir. Zaten cihat o imtihan orda. İmtihan bilgi imtihanı değil çünkü bilgi imtihanı olarak sorsa Cenabı Hak Yahudi’ye, kıble ne tarafa çevrilecek? Kıbleye, diyecek. 100 puan, tamam afferin. Peki, dön bakayım Kâbe’ye doğru. Ama işte yani işte biliyorsun bizim falan işte şey var. İşte orada imtihanı kaybediyorsun. Yani doğruları bilmekle doğruları yapmak aynı değildir, aradaki fark. İşte Resulallah (Bakara suresi 143. ayet) “mimmen yenkalibu” diyor ya, ne demek yenkalibu Ali Hakkı bey?
Şimdi kalk Fatih şöyle, şimdi Fatih resulüllahı temsil etsin. Kıbleye dön namaz kılıyorsun, ben de kılıyorum. Güzel hiçbir problem yok Kudüs’e doğru, zaten beş vakit namaz kılıyorum, zaten namaz aynı namaz, değişen bir şey yok. Zaten biliyorum ki bu gelen Allah’ın nebisidir. Hiç şüphe yok, bu kıblenin de döneceğini biliyorum ama döndüğü zaman ben de dönerim diyorum burada yani problem değil. Mesela; birisi size bir şey derse şunu yapar mısın? Tabi yaparım niye yapmayayım kardeşim, der. Hadi yap dediğin zaman, ya şimdi olmaz. Orada işte imtihan orda kaybedilir. Yani küçücük bir gevşeklik imtihanı adama kaybettirir. Direneceksin, her şeye rağmen, tek başına kalmayı göz önüne alarak direneceksin. Şimdi burada namaz kılıyoruz. Çok güzel geliyorum arkasında namaz, nasıl ki kıble Kâbe’ye doğru dönüyorsa, o zaman ben de bu tarafa dönüyorum. Ben aynı şekil dönmeye devam ediyorum. O bu tarafa ben bu tarafa. Bak, ne oldu? Topuklarının üzerine gerisin geri döndü. Şimdi topuklarının üzerine gerisin geri dönmenin de şekli de tam o. Bak ben buradayım ya, buna denir de mi topuklarının üzerine gerisin geri dönmek. Şimdi Medine’desiniz, Kudüs tam kuzey Kâbe nerde kalıyor, tam güneyde kalıyor. Dolayısıyla, böyle değil, dönüş tam, şimdi mesela, kıble bu tarafa. Şimdi mesela; ben imam olayım bu defa sen, şimdi kıble bu tarafa ya, şimdi mesela böyle Kudüs, Medine’yi düşünürseniz tabi Türkiye’yi değil. Türkiye de iki tarafta aynı çizgide kalıyor. Şimdi burada namaz kılarken Allah emrediyor diyor ki bu tarafa doğru dön. Bu defa sen ne yapmış oluyorsun? Yani bana uyduğunu söylerken tamamen gerisin geri dönmüş oluyor.Şimdi topuklarının üzerine gerisin geri dönme ifadesini kullanabilmek için Resulüllaha uymuş olmaları gerekmez mi? Çünkü Resulüllaha uyanla döneni ayırt etmek için diyor. Zaten uyuyordu döneni ayırt etmek için. O zaman şimdi bu ayet açıkça göstermiyor mu, Medine’de Yahudilerin Resulüllahın arkasında namaz kıldıklarını? Bir kısmı namaza devam etmiş demek ki.
(Bakara suresi 143. ayet) “Resule kim uyuyor, kim ayrılıyor.” Demek ki o Yahudilerden de Resulüllahla beraber Kâbe’ye dönenler var. İşte bu da onlar için bir imtihan, çok ağır bir imtihan. Bu olmazsa bakın düşünün bu şeklidir, bu olmazsa Resulüllaha uyuyor gözükmek çok kolay. Ne var ki? Zaten Kâbe’ye doğru dönüyorsa, zaten gider ve orada çok rahatlıkla dış görünüşü kurtarır değil mi? Yani hiç problem yok. Ama şöyle olacak dendiği zaman işte imtihan orada kaybediliyor. Ve imtihanı da yüzde yüz doğru olarak bildikleri halde kaybediyorlar. Onun için hani sürekli söylüyoruz ya, Kur’an’ı Cenabı Hak söylüyor. Allah insanı iki şeyle imtihan ediyor. Cihat ve sabır, önce kendi nefsinle mücadele edeceksin, şimdiye kadar bu taraftı şimdi bu taraf, tamam, döneceksin kardeşim hiç sağı solu yok bu işin ve orda da sebat göstereceksin. Yoksa bilgi imtihanı olsa o Yahudilerin hepsi kazanır imtihanı. İmtihan o imtihan, işte insanlar bunu bilemiyorlar, Allah insanın içindekini bilir de nasıl yapacağını bilmez. Kardeşim o yapacağı meselesi son ana kadar yapacağım der ama orada yapamaz. Yani siz hep görmüyor musunuz? Mesela; bir hayır hasenat yapmak için bir yerde konuşursunuz, herkes yardım edeceğini söyler. Haddi beyler dediğin zaman bakarsın ki onların hepsi ben sonra yaparım, der, demeye başlar. Çünkü işin esas imtihan noktası orası, orada birçokları kaybederler.
Evet, şimdi buradan şimdi şunu anlayalım, Resulüllahsallahu aleyhi ve sellem tamam, Mekkelilere de namaz emrinin verildiğini biliyor. Mekke de doğmuş büyümüş onlarında beş vakit namaz kıldığını elbette biliyor belki kendi de kılmıştır. Medinelilerinde yani şeyin Yahudi ve Hıristiyanlarında beş vakit namaz kıldıklarını biliyor. Ama acaba bunlar asliyetini muhafaza ediyorlar mı etmiyorlar mı diye ister istemez şüphe ortaya çıkacaktır. Onun için Cebrail aleyhisselam geliyor, Kâbe-i Şerif’in yanında Resulüllaha iki gün namaz kıldırıyor yeni bir şey olmadığı için Cebrail yapıyor bunu. Zaten aynı emir, neden? Çünkü Yahudi ve Hıristiyanlar birçok şeyi gizlemişler kendi kitaplarında. Mekkelilerde birçok yabancı şeyler karışmış. Resulüllahın emin olması lazım. Onun için Cebrail’in adı nedir? Cibril-i emindir, güvenebilirsin yani ona, Er ruhul emindir. Şimdi orda Resulüllaha beş vakit namaz kıldırıyor, diyor ki: “İşte bu senin ve senden önceki ümmetlerin namaz vakitleridir. Namaz bu vakitler arasındadır başı ve sonuyla birlikte.” Ondan sonra demek ki bu namazın şekli şemaili herkesin zihninde var. Dolayısıyla, fazla bir ayrıntı yok o zaman ne diyor mesela; (Ali İmran 191. ayet) “Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen” Allah’ı zikir başka şey değil yani “Ayakta iken Allah’ı zikredin” “ve kuûden” bu kuudun ne zaman olduğunu zaten biliyor herkes. “Otururken” “ve alâ cunûbihim” “yanları üzerindeyken” bunun ne demek olduğunu herkes biliyor zaten. Şimdi bütün bu geçmişle irtibat bir de Kur’an’ı Kerim’in tasdik olayı var yani, tasdik meselesi var. Dolayısıyla, Kur’an’ı Kerim’in ayetleri arasında serpiştirilmiş olan bu ifadeler şey değil yani o Mekke’ye, Medine’ye yabancı ifadeler değil. Resulüllahta aynı şekilde namazı kılmış ve dikkat ederseniz hiçbir mezhepte Şiisiyle Sünnisiyle ve diğer gruplarıyla hiçbir mezhepte namazın beş vakit olduğu, sabah namazının iki rekât, öğlen namazının dört rekât, İkindinin dört rekât, akşamın üç rekât, yatsının dört rekât olduğu konusunda hiçbir mezhebin ihtilafı yoktur. Ne beş vakitte ihtilaf vardır ne başka, namazın birleştirip, birleştirilmemesi, birleştirilmesi konusunda da ihtilaf yoktur, hepsi kabul eder. Sadece hangi şartlarda birleştirilir onda ihtilaf vardır ve birleştirilen namazların öğlen ve ikindi, akşamla yatsı olduğu konusunda da ihtilaf yoktur. Hanefiler der ki sadece Arafat’ta ve Müzdelife’de birleştirilir. Şafi, Maliki ve Hanbelîler der ki, yolculuk sırasında da olur, karda kışta da olabilir, der. Şia der ki, evet birleştirmemek daha iyidir ama birleştirilebilir der yani seferinin dışında da birleştirilebilir, der. Tamam, ama birleştirmeden bahseder, gene namaz beştir ve beş vakittir. Birleştirme dediğine göre demek ki ayrı vakitleri var ki birleştiriyorsun.
İşte burada bugüne kadar ihtilaf edilmemiş olan bu konu, bakıyorsunuz ki çağımızda böyle hakikaten yani gerçekten şaşırtıcı bir şekilde birisi kalkıyor namaz yok diyor, birisi kalkıyor yok namaz iki rekâttır yok iki vakittir, diyor. Yok, efendim destektir, köstektir falan filan. Dolayısıyla, böyle uzun bir giriş oldu. O da dün ki şeyden dolayı bir de namazın içersinde okunan dualara laflar söyleniyorlar felan. Esselâmü aleyke eyyühen-Nebiyyü ve rahmetüllâhi ve berakâtüh deniyor muşta, Ey Nebi sana selam olsun, selam ne demek? Biz talebeyken şöyle öğretmişlerdi, Darein mihenü meşekkatinden eminu salim olmaklık. Çok açık bir Türkçe, değil mi? Darein mihenü meşekkatinden eminu salim olmaklık. Darein, dünya ve ahiret demek. Mihenü meşekkat, sıkıntı ve zorluklar, güçlükler. Emin, güven içersinde olmak. Salim de onun bir çeşit şeyi atfı tefsiri. Yani dünyada da ahirette de sıkıntı ve rahatsızlık yüzü görmemek. Bu nedir? Bir duadır, değil mi? Şimdi Resulüllahtan mı bir şey isteniyor, onun için Allah’tan mı bir şey isteniyor? Esselâmü aleyke derken, Selam sana olsu. Sana niye deniyor? Ya bu bütün dillerde vardır. Arapça da mesela; karşındakine hitap ederken bir Türk bunu anlayamaz. Kardeşimiz kim? diye sorar. Menil ah der yani. Kardeşimiz kim? Sen kimsin yerine. Sen yerine, o kim?diye şey sorar. Arapça, bu tür şeyler o dilde, Türkçede de var. Sen şimdi rahmetli babanı hatırlarken, baba ben sana layık evlat olamadım, demiyor musun? Sana, derken, demiyor mu insanlar? Ha şimdi baba ben sana ne diyeyim ya bak neler söylemişsin. Ya bu dilde konuşulan bir şeydir. Yani bunu tutup ta başka manalara çekmenin anlamı ne? Böyle şeylere de dikkat etmek lazım. Biz mesela burada hataları söylerken dikkat ederseniz, burada ders yapıyoruz. Bu derste bütün mezhepler ulaşabildiğimiz bütün mezhepleri inceliyoruz. Hepiniz görüyorsunuz. Onların hepsinin dayandıkları delillere bakıyoruz. Deliller üzerinde özellikle çalışan arkadaşlarımız var. Kur’an’da ne var? Sünnet te ne var? Resulüllah ne yapmış? Bütün her şeyi ortaya koyduktan sonra ayetleri de bir bütün içerisinde ele alıyoruz, az önce olduğu gibi. Orda yeni yeni bilgiler ortaya çıkıyor. Yeni bilgiler ortaya çıkarken biz uydurmuyoruz. Ben şimdi az önce işte başlarken size ne dedim? Yahudilerde beş vakit namaz kılıyor du Resulüllahın arkasında, o zaman bir iddiaydı, değil mi? Şimdi ispat oldu mu? Kardeşim bunu, ayetleri birlikte okuduğumuz zaman ispat haline geliyor. Öyle olmuyor ki, bakıyorsunuz ki Allah’u Teala, bir ayeti başka bir ayetle kendisi açıkladığı halde, açıklamayı sen yaparsan buna kendini Allah’ın yerine koymak olarak vasıflandırıyor Allah’u Teala bunu ki en büyük günah, şirk günahı işlemek sayılıyor Hud suresinde. (1. ayet): “ Bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmış sonra Hâkim ve Habir tarafından açıklanmıştır yani Allah tarafından, Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye” Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye bir ayeti Allah açıklamış. Ama bırakıyorlar onu mesela; salât, namazla ilgili ayetleri alacağına bir salât kelimesini alıyor o kelimenin değişik anlamlarını şey yapıyor. O anlam uymuyor onun mecaz bir manasına gidiyor. O kelimeden hareketle, o kelimenin içinde bulunduğu ayeti de bir kenara atıyor, oradan hareketle bakıyorsunuz anlam veriyor. (Ali İmran suresi 7. ayet) “fe emmâllezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhu” “ Adam bir kere kalbi baştan kaymış, kendi zihnine benzer gördüğü bir şeyin peşine düşüyor” Bu da olacak, olacak, bizim vazifemizde bunlara karşı mücadele, evet bu kadar giriş yeter. Şimdi sıra sizde, evet şimdi Doktor Fatih Orum’u dinliyoruz.
Bir katılımcı: Ne dediğini anlayamadım. 41.20 dk
Abdulaziz Bayındır: Esselamu aleyke demesine gerekmez onun aleyna dedimi yeter ona, esselamu aleyna diyoruz ya ve ala ibadillahi salihin, onun sırf aleyna demesi yeter aleyke demesine gerek yok ki, biz söylüyoruz onu.
Yahya Şenol: Esselamu aleyke de diyebilir yani.
Abdulaziz Bayındır: Esselamu aleyye demesinde hiçbir sakınca yok ama aleyna dediği için aleyye demeyebilir.
Yahya Şenol: Bu hani hanımefendinin sorduğu internette çok tartışılan bir olay diyorlar ki, kendi kendine mi selam vermiş namazda, ee… Devamını oku esselamu aleyna sen kendi kendine selam verince oluyor da esselamu aleyye dese Peygamberimiz niye olmasın.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi Kur’an’ı Kerim’de kişinin kendi kendine selam vermesini emreden ayet var mı?
Yahya Şenol: Ayeti tam anlayamadım 42.10 dk
Abdulaziz Bayındır: Tabi eve girdiğiniz zaman ne diyor?
Yahya Şenol: (Meryem suresi 33. ayet) “Ves selâmu aleyye yevme vulidtu ve yevme emûtu ve yevme ub’asu”
Abdulaziz Bayındır: “Ves selâmu aleyye” diyor ya şey.
Yahya Şenol: Hayır, esselamu aleynayı düşünmeden, esselamu aleyke de takılıp kalıyor herkes. Diyor ki, kendi kendine selam vermiş olamaz peygamberimiz.
Abdulaziz Bayındır: Kendi kendine selam, hayır Kur’an’ı Kerim’de az önce senin söylediğin gibi Yahya aleyhisselam mıydı, İsa alayhisselam mıydı?
Yahya Şenol: “Ves selâmu aleyye” diyen İsa aleyhisselam
Abdulaziz Bayındır: İsa aleyhisselam, Yahya aleyhisselamla ilgili de var.
Yahya Şenol: (Meryem suresi 15. ayet) “Ve selâmun aleyhi yevme vulide” diye geçiyor Yahya aleyhisselamla ilgili.
Abdulaziz Bayındır: (Meryem suresi 33. ayet) “Ves selâmu aleyye”
Yahya Şenol: “yevme vulidtu ve yevme emûtu ve yevme ub’asu hayya”
Abdulaziz Bayındır: Mesela bu tam bir delil olur. İsa aleyhisselam diyor. Bu ayeti tam şey yapsana “Ves selâmu aleyye” “selam bana olsun” bu Kur’an’ı Kerim’in ayeti, Meryem suresi,19 sure 33.ayet
Yahya Şenol: Gerçi hani Tahhiyatta gelirdik ama daha detyalı.
Abdulaziz Bayındır: Yok ama şimdi yani şey yapılıyor. Öyle bir namaza bahane bulunuyor burada. Tahhiyatı ayrıca okuruz, söyleriz tekrarında bir sakınca yok. Çünkü çok fazla ortalığı karıştırıyorlar.
Yahya Şenol: Okumuyorlarmış tahhiyatı artık.
Abdulaziz Bayındır: Okumuyorum diye de bir de övünüyor bazıları yani.
Yahya Şenol: Tabi tabi…
Abdulaziz Bayındır: Hayret edilecek bir şey. Yani cahillik ilmin yerine geçiyor.
Yahya Şenol: Şirk dendiği için şimdi ona, onlarda korkuyor haklı olarak yani.
Abdulaziz Bayındır: Kim şirk diyor?
Yahya Şenol: Şimdi isim vermeyelim var diyenler yani. Hani namazda direk ona seslendiğin için…
Abdulaziz Bayındır: Kendilerini Allah yerine koyan adamlar demek lazım ona. Evet, çünkü kendi kafalarına göre açıklama yapıyorlar. Bak şimdi şeyde diyor ki: İsa aleyhisselam 33. ayette “Ves selâmu aleyye” “selam bana olsun” ne zaman? “yevme vulidtu” “doğduğum gün” “ve yevme emûtu” “öleceğim gün” şimdi Resulüllah öldü mü? Doğumu da bitti. Ne kaldı Resulüllahla ilgili? Yeniden dirileceği ve yevme ub’asu hayya” diyor “ve canlı olarak dirileceğim günde de selam bana olsun” diyor. E… şimdi biz esselamu aleyke dediğimiz zaman ya da Resulüllah esselamu aleyye dediği zaman, tam bu ayetin manasını söylemiş olmuyor mu? Bizde bu ayetin manasını Resulüllah için söylemiş oluyoruz. Bize örnek olmuş bir zat için ve kendimiz içinde söylüyoruz. Bize de olsun diyoruz. Esselamu aleyna bak işte burada. Yani şeyde ve bir eve girdiğiniz zaman bir şey yoksa orda kimse yoksa fe sellimu ala ehlihi diyor değil mi? “fe sellimû alâ ehlihi” “Birisi varsa orada bunlara selam verin” diyor. Hangi ayet olduğunu bulamadım. Kimse yoksa ne yapacağız ne diyor ayet? (Nur suresi 61. ayet): “fe sellimû alâ enfusikum” “kendi kendinize selam verin” diyor.
Yahya Şenol: Gerçi o öyle mi gerçekten? Ona bir baksak bi………..45.33 .Arapçası tam anlaşılamadı…….Birbirinize selam verin anlaşılabilir mi?
Abdulaziz Bayındır: Yok, o mana da değil. Şimdi o ayeti kaç. Nur suresinde olması lazım…
Bir katılımcı: Ben sordum şey değil yani bir sıkıntısı yok hani…
Abdulaziz Bayındır: Yok yok, iyi ki sordun, millet bunu sıkıntı yapıyor.
Bir katılımcı: Namaz kılarken diyorlar ki, aynen Resulüllah nasıl namaz kıldı biz de öyle namaz kılarız. Peki, Resulüllah Esselamu aleyke eyyuhen nebiyyu” dememiş. Dese, önceki peygamberlere mi demiş? Esselamu aleyye demiş.
Abdulaziz Bayındır: İşte o biraz, Esselamu aleyye diyecek tabi biz de aleyke diyeceğiz. Hangi ayet? Nur 61 mi?
Yahya Şenol: Birbirinize selam verin anlaşılması daha iyi olacak.
Abdulaziz Bayındır: Bir dakika…
Yahya Şenol: Bu yemek yenilecek evleri anlatıyor ya.
Abdulaziz Bayındır: Dur bakayım dur şimdi 61, bakalım da. Şimdi burada diyor ki: Nur suresi 24. sure 61. ayet: “fe izâ dahaltum buyûten fe sellimû alâ enfusikum tehıyyeten min indillâhi mubareketen tayyibeten” bu değil, Nur suresi 28.ayet “Fe in lem tecidû fî”
Yahya Şenol: O geride işte öyle bir ibare yok ben orayı düşünerek söyledim. 27. ayet var. “ve tusellimû alâ ehlihâ” Nur suresi 28.ayet “Fe in lem tecidû ” da selam yok bir daha, geri dönün diyor sadece, 27, 28
Abdulaziz Bayındır: Ama o zaman bir hadiste olması lazım bu, ben onu hatırlıyorum da, demek ki…
Yahya Şenol: Hadiste var o, doğru.
Abdulaziz Bayındır: Hadiste olması, çünkü hadis bu ayeti kerimede ve Nur suresi 24. sure 61. ayet “fe sellimû alâ enfusikum” u hem kendinize selam verin şeklinde de olur hem birbirinize selam verin şeklinde de olur. Çünkü ben karşımdakine selam verdiğim zaman o da bana selam veriyor ben de o selamdan istifade etmiş oluyorum. Kimse yok, olmadığı zaman, selam vereceğim bir kişi olmazsa kendi kendime selam vermiş oluyorum ve orada, girdiğim zaman oranın tehlikesinden Cenabı Hakkın beni muhafaza etmesi için dua etmiş oluyorum. Öbüründe karşılıklı selamlaşma Nur suresi 24. sure 61. ayet “fe sellimû alâ enfusikum” her ikisini de içine alıyor. Şimdi kendi kendine selam vermesi de, onun için Resulallah burayı açıklamış oluyor. Kimse yoksa kendi kendinize selam verin demiş oluyor. Birisi varsa zaten sen ona selam verdin mi o da sana selam verecek. Dolayısıyla, selamın duasından sen de istifade etmiş olacaksın. Yani şeylerin bu ayetler bütünlük içersinde ele alınınca Resulüllahın ne dediği anlaşılır. Onun için sürekli anlatıyoruz ya, Resulüllahın sözleri bir su gibi değildir. Sudan üretilen yemek gibidir, çay gibidir ya da tabiattan üretilen elbise gibidir, ayakkabı gibidir. Siz bunu tabiatta arasanız boşuna aramış olursunuz, olmaz. Kur’an zaten var. Niye o sözü tekrarlasın ki Resulüllah. Allah’u Teala Resulüllahın onayına mı muhtaç olacak hâşâ. O zaman Allah’ın Resulu olmaktan çıkar o. Ama o onun oradan ürettiği bilgilerdir. Ayrıntıya girdiğiniz zaman bulursunuz onun şeylerini. Yani siz bir çayın nasıl üretildiğini araştırırsanız çay otunu da bulursunuz suyunu da bulursunuz, ateşini de hepsini de bulursunuz teker teker. Uzmanlar bulur hemen ama herkes bulamaz uzman bulur. İşte burada da bakın İsa aleyhisselam kendi kendine selam vermiş bu da Kur’an’ı Kerim’in bir hükmü bir ayetidir. Evet, şimdi sen başlayabilirsin.
Fatih Orum: Evet, ben Hanefi mezhebi ile ilgili aktarıyorum. Şimdi Hanefi mezhebinde şu ana kadar okuduğumuz kıyamda ve kıraati de bitirdikten sonra rükuya eğilirken nasıl olacak bu? Kişi rükuya eğilmek istiyorsa önce tekbir alacak. Allahuekber diyecek, sonra rükûya eğilecek. Önce tekbir, Allahuekber dedikten sonra rükûya eğiliyor. Bu esnada ellerini dizlerine koyacak ve parmaklarını da açacak. Tüm bu hareketlerin, bu şartların hepsi Resulüllah böyle yapmıştı şeklindeki rivayetlerden aktarılıyor. Resulüllah ellerini dizlerine koymuştu rükû da parmaklarını açmıştı. Hatta işte namazı öğretirken…
Abdulaziz Bayındır: Sen şu sandalyenin üzerine çık da göster kardeşim öyle anlatmayla olmaz.
Fatih Orum: Parmakları açıyor işte…
Abdulaziz Bayındır: Olsun olsun sen açta bakalım nasıl oluyormuş, göster millete onu. Millet bir görsün ya.
Fatih Orum: Ondan sonra da bir başka şart rükuya eğildiğinde sırt dümdüz olacak hatta işte yine bir rivayet var. Peygamberimiz rükuya eğildiğinde sırtına bir şey koysa, su dolu bir bardak koysalar o düşmezdi şeklinde bir rivayet var yani dümdüz, sırtını o şekilde yapıyordu. Bu esnada başı ne eğiyor ne de yukarı kaldırıyor, dümdüz bir zemin oluşturacak şekilde Resulüllah rükuya eğiliyor. Biraz önce dediğimiz gibi üzerine su dolu bir kap koysalar, dökülmeyecek vaziyet alıyordu, diyorlar rivayetlerde. İşte bu şekilde rükuya eğildiğinde Sübhane Rabbiy’el- azim der, bunu üç kere söyler bu en etnası diyorlar mezhepte yani en azı budur. Bunun ortası vardır beş kez, en faziletlisi de yedi kez diye, yine Hanefi mezhebinin kitaplarında zikr edilir. Ayrıca bazı şerhlerde şayet imam namaz kıldırıyorsa bir cemaate üç kez yapması daha doğru olur çünkü işte bu cemaate sıkıntı vermez böylelikle, diyorlar. Üç defa Sübhane Rabbiy’el- azim dedikten sonra bu defa başını kaldırır ve Semiallahu limen hamideh der, imam bunu dediğinde cemaat Rabbene lekel hamd bir başka rivayete göre de Allahumme Rabbena lekel hamd derler. Burada şöyle bir şey var mezhep içerisinde, bu Rabbene lekel hamd ifadesini imam söyler mi? Ebu Hanife’ye göre mezhep içersinde imam sadece Semiallahu limen hamideh der, Rabbene lekel hamd ifadesini kullanmaz. İmam Muhammet ve Ebu Yusuf ise, imamda Rabbene lekel hamd der. Ebu Hanife bunu şöyle delillendiriyor, dememesi gerektiğini, imam Semiallahu limen hamideh diyecek ve ondan sonra Allahuekber diyerek secdeye gidecek, bu esnada eğer imama da Rabbene lekel hamd ifadesini söylemesini istersek, imam bir süre bekleyecek, cemaatte onu söylemiş imamda onu söylemiş olacak. Bu sefer cemaat, imamdan önce bir hareket yapma ihtimali olur bu defa imam imam olmaktan çıkar. Dolayısıyla, cemaat Rabbene lekel hamd derken, imam işte bir mesafe katedecek Allahuekber diyerek secdeye gidecek diyor ve bunu böyle Ebu Hanife temellendiriyor.
Şimdi genel şey bu bildiğimiz, asıl burada bir şey var mezhep içerisinde bir kayıt var. İmam ve cemaat rükuya eğilirken, rükûdan kalkarken ellerini kaldırmaz mı meselesi. Hanefi mezhebinin buradaki tavrı işte hepimizin bildiği çok açık net, sadece iftidah tekbirinde eller kaldırılır. Namaza başlarken Allahuekber deriz, bunun dışında rükû yaparken, rükûdan kalkarken hiçbir harekette eller kaldırılmaz. Bunu da şöyle temellendiriyor. Şimdi ben size bu rivayetleri okuyayım. Tabi önce şeyden okuyorum. Kasani bunu daha detaylandırmış. Kasani’nin Bedâyî’-üs isimli fıkıh eseri, Kasani öncelikle İmam Şafi’nin ellerin kaldırılacağını söylüyor rükûdan kalkarken, rükuya şey yaparken. Bunu da işte belki Yahya hoca söyleyecek …..Vahibin Hücur….. ‘dan bir rivayet, işte Resulallah şey yapardı, ellerini kaldırırdı rükudan kalkarken. Diyor ki mezhepte, “bize göre ise kaldılırmaz çünkü sadece Resulüllah iftidah tekbrinde ellerini kaldırırdı” başka da kaldırmazdı, diye bir rivayet var. Bu rivayet için gerçi Cemal hoca muhtemelen konuşacaktır ama mevzu olduğunu söylüyorlar. Mesela; İbn-i Hacer böyle bir rivayet yok, diyor.
Abdulaziz Bayındır: Bir dakika nasıl bir rivayet dedin?
Fatih Orum: Arapça ifade etti.
Abdulaziz Bayındır: Ha, o ibare yani
Fatih Orum: Böyle bir ibare yok diyor.
Abdulaziz Bayındır: Yani tekrar ellerini kaldırmazdı, şeklinde bir ibare yokmuş.
Fatih Orum: Yine Hanefi kaynaklarında bir olay zikrediliyor. Rivayete göre, Ebu Hanife ile El-Zahir Mekke de bir araya geliyorlar ve ikisi arasında şöyle bir konuşma oluyor. Diyor ki: El- Zahir Ebu Hanife’ye duyduğuma göre sen rükûda ellerin kaldırılmaması gerektiğini söylüyormuşsun, bu şekilde namaz kılıyormuşsun, diyor. Ebu Hanife’de, evet, öyle, diyor. Peki, niçin öyle yapıyorsun? Diyor. Ebu Hanife de şey diyor. Bu konu da herhangi bir sahih bir rivayet yok ki niçin kaldırayım ellerimi, diyor. Bunun üzerine El- Zahir, nasıl bir sahih rivayet olmaz, sen şu rivayeti görmedin mi? diye ona rivayet hatırlatıyor. El- Zahir’in rivayeti şöyle; “Resulüllah namaz başlarken de, rükûdayken de şey yapardı, rükuya eğilirken ellerini kaldırırdı, kalkarken de” Bu rivayetin senedinde de El- Zahir rivayete göre, işte Zühri, Salimden o da İbn-i Ömer’den, İbn-i Ömer’de Resulüllah’tan rivayet etmiştir, diyor. Böyle bir senetle bunu şey yapıyor. Bu defa Ebu Hanife diyor ki: Bize de şöyle bir rivayet geldi. Biz de bunun için ellerimizi kaldırmıyoruz diyerek, Hammad İbrahim’den (İbrahim al-Nahari), İbrahim, Alkame ve Esved’ten bu ikisi de Abdullah İbn-i Mesut’tan, Abdullah İbn-i Mesut’ta Resulüllah’tan gördüğünü şöyle zikrediyor. “Sadece namaza başlarken ellerini kaldırır, bunun dışında başka ellerini kaldırmazdı” diyince, El Zahir diyor ki: Ben sana zühri Salim’den, Salim’de Resulüllahtan rivayet etmiştir diyorum. Sen de bana geliyorsun Hammad İbrahim’den diyorsun, bunlar hiç bir mi, yani bu senetler bir mi? gibisinden. Bu defa rivayeti sorguluyor. Senin rivayetinin senedi ile benim rivayetimin senedi aynı değil ki, nasıl kuvveti bir olamaz bunların, diyor. Bu defa Ebu Hanife, benim senetteki Hammad, senin senetteki Zühri’den daha büyük fakihtir, diyor. Yine benim senette geçen İbrahim, senin senette geçen Salim’den daha fakihtir. Alkame’ye gelince, Alkame, İbn-i Ömer’den daha az fakih değildir, bunun ondan altta kalır bir tarafı yoktur. İbn-i Ömer’e gelince, sen diyeceksin ki, İbn-i Ömer Resulallahla görüşmüştür, ona yetişmiştir. İbn-i Ömer ona yetiştiyse benim senette geçen Esved’te, ona yetişenlere yetişti o da onlardan feyz aldı. Abdullah İbn-i Mesut ise zaten bunu konuşmaya gerek bile yok, onun faziletini bilirsin gibisinden bir şey yapıyor. Rivayete göre Ebu Hanife senetleri bu şekilde karşılaştırınca El Zahir ona hak veriyor ve daha fazla itiraz etmiyor.
Yahya Şenol: O rivayet nerde geçiyor?
Fatih Orum: Kasani’den şey yapıyorum. Böyle bir şey zikrediyorlar. Bunun dışında…
Abdulaziz Bayındır: Zühri’nin zayıf dediği rivayet, değil mi?
Fatih Orum: Yok, bu değil. Bunu söylüyorlar, ayrıca yine Hanefi kaynaklarında Alkame şöyle söylüyor. “Abdullah İbn-i Mesut’un arkasında namaz kıldım ellerini rükûdayken kaldırmadı ve ona dedim ki niçin ellerini kaldır mıyorsun?” O da şöyle demiş, “Resulüllahın arkasında ben namaz kıldım, Ebubekir’in arkasında namaz kıldım, Ömer’in arkasında namaz kıldım hiç biri iftidah tekbiri hariç ellerini kaldırmadı, demiş. Yine Hanefi kaynaklarında bu zikrediliyor. Yine ayrıca İbn-i Abbas’tan bir rivayet geçiyor. O da diyor ki, İbn-i Abbas bu aşere i mübeşşereden bahsediyor. “Cennetle müjdelenen bu adamların arkasında ben namaz kıldım bunları gördüm hiç biri iftidah tekbiri hariç ellerini kaldırmadılar” diyor.
Abdulaziz Bayındır: İbn-i Abbas’tan tam tersi de vardır mutlaka.
Fatih Orum: Yine Resulüllahtan bir rivayet geçiyor orda da Resulüllah “yedi yer hariç eller kaldırılmaz” demiş. Bunları da şöyle sıralamış rivayette. “Namaza başlarken iftidah tekbirinde, bayram namazları tekbirinde, vitirde Kunut tekbirinde, Hacerül evsedi selamlarken, Safa ve Merve’de, Arafat’ta, Müzdelife’de ve cemrelerde bunlar hariç eller kaldırılmaz” şeklinde bir rivayet geçmiş. Yine bu Kasani’de geçen bir başka rivayet Resulüllah rükûda iken ellerini rükuya giderken kaldıran bir cemaat görüyor Ashabı arasında. Onlara diyor ki: “Size ne oluyor da ellerinizi şu kabilenin işte atlarının kuyruklarını kaldırdığı gibi” bir benzetme yaparak “Size ne oluyor da ellerinizi namazda kaldırıyorsunuz. Namazlarınızda vakur olun, böyle gereksiz hareketler yapmayın” şeklinde bir ifade kullanıyor. Bu yine şeyde geçiyor yine kaynakta, meseleye bir başka açıdan şöyle bakılıyor ki bu üzerinde konuşulabilir. Daha önceki rivayetlerdir ellerin kaldırılmasını söyleyen ya da kaldırdığını nakleden rivayetler. Bu mensuh olmuş olabilir çünkü daha sonra bunun kaldırıldığına dair rivayetler geçiyor. İşte mesela; Resulüllahtan şöyle rivayet ediliyor. Kendisi daha önce ellerini kaldırmış, sonra da bunu terk etmiş şeklinde bu naklediliyor. Ondan sonra İbn-i Mesud şöyle demiş: “Önce kaldırmıştı bizde kaldırdık sonra ellerini kaldırmamaya başlayınca bizde kaldırmadık” şeklinde bir ifade geçiliyor ve bu minvalde daha birçok şey işte sahabelerden de önce kaldırıyordu sonra kaldırmamaya başladı şeklinde. Ayrıca tüm bunların haricinde bu Kasani bir şey kullanıyor, bir muhakeme yapıyor, diyor ki: Görüldüğü üzere şeyler bu konudaki farklı rivayetler var. Kaldırdıy dı, kaldırmadıy dı, şuydu, buydu. Biz farz edelim ki burada bir tearuz var, ne yapacağız bu tearuzu nasıl gidereceğiz. Diyor ki: “Şayet kaldırılması gerekiyorsa bu bir sünnettir ve biz bu sünneti terk edersek namazımız bozulmaz ama kaldırılmaması gerekiyorsa ve bizde kaldırıyorsak biz namazda ameli kesir yapmış oluruz, bidat olur, bidat yapmış oluruz. Bu ameli kesir kapsamına girer. Dolayısıyla, bu namazı fasit kılar.” Dolayısıyla, ihtiyat olarak…
Yahya Şenol: Bidatı terk etmek sünneti yapmaktan evladır.
Fatih Orum: diyorlar. “Dolayısıyla, kaldırmamak her halükarda ihtiyat gereğidir” diyorlar. Evet, genel itibariyle bu şeyler, el kaldırma ile ilgili durum böyle. Bundan sonra da biraz sonra belki vakit kalırsa secdeler, oturuşlar, şunlar, bunlar.
Abdulaziz Bayındır: Size anlatmışımdır, bir gün Fatih camisinde ikindi vaazı yaptım Pazar günü. Çıktım birisi son derece sinirli bir şekilde yanıma yaklaştı. Hocam az daha adamı katil edecekler. Ne oldu? Ya adam namazla düpedüz dalga geçiyor, dedi. Niye? Dedim. Ya bir namaz kılıyor, kalkılyor Allahuekber, iniyor Allahuekber, ha bire ellerini kaldırıp duruyor. Bir kere yaptın kardeşim, ne oluyor falan? Neyse adama anlattım, bu defa, ha dedi, şöyle elleri aşağı düştü ve bayağı bir üzüldü kendi tavrından dolayı. Birde şey var İbn-i Mesud’un “Resulüllah kaldırdı, biz kaldırdık, o terk etti biz terk ettik” sözü, şu da olabilir yani namaz kılarken başta kaldırdı, ellerimizi kaldırdık, ondan sonra kaldırmadı bizde kaldırmadık şeklinde de anlaşılabilir.
Fatih Orum: İşte bunun mensuh olur…
Abdulaziz Bayındır: Mensuh olur kelimesine gerek yok yani o zaman yani. Peki, şimdi kim sırada? Şafiler.
Yahya Şenol: Şafi mezhebinde de farz olan Fatiha’dan sonra sünnet olan zammı sureleri okuduktan sonra bir miktar ara verilmesi gerekir. Ondan sonra tekbir getirilir Allahuekber diye. Yani şu olmaz diyorlar, diyelim ki Kevser suresini okudunuz Fatiha’dan sonra (Kevser suresi 2. ayet) “Fe salli li rabbike venhar” “Allahuekber” hemen birleştirilmez, diyor kıraatin sonu ile…
Abdulaziz Bayındır: Tabi (Kevser suresi 3. ayet)“İnne şânieke” yi okumadığın zaman, “İnne şânieke” yi okumadın çünkü.
Yahya Şenol: (Kevser suresi 3. ayet)“İnne şânieke huvel ebter” “Allahuekber” olmaz diyor.
Abdulaziz Bayındır: İşte öyle…
Yahya Şenol: Ben yanlış mı söyledim? Neyse bir ayet kalabilir yani iki ayet kalabilir zammı sure için. Orda mutlaka bir sekte verilmesi gerekiyor. Daha sonra Allahu ekber denilir ve bu esnada eller kaldırılır. Şimdi bu konu aslında bizim fıkıh kitaplarında hadislerle nasıl amel edilmesi gerektiğinin belki en önemli konularından bir tanesi, aslında sonuç itibari ile ellerin kaldırılması veya kaldırılmaması namazda bir kusur teşkil etmiyor. Yani elinizi kaldırsanız da kaldırmasanız da namaz bozulmuyor son tahlilde ama
Abdulaziz Bayındır: Yani buna farz diyen yok.
Yahya Şenol: Yok, bilmiyorum diğer mezheplerde belki vardı ama Şafilerle Hanefiler açısından en azından bunu söyleyelim.
Abdulaziz Bayındır: Diğer mezheplerde farz diyen var mı?
Yahya Şenol: Fakat öyle bir tartışma konusu olmuş ki sayfalarca, bu konuda bilgi bulabilirsiniz fıkıh kitaplarında hatta İmam Buhari’nin, biliyorsunuz Buhari dediğimiz zaman Kütub-i Sidde’nin ilk temel kitabı kabul edilir onun El Camiu’s- Sahih adlı kitabı. Onun ayrıca müstakil bir kitabı vardır. Rükuya giderken ve rükûdan kalktıktan sonra elleri kaldırmak diye. Ve bütün bu sahabeden, Taabinden gelen bütün rivayetleri toparlamış İmam Buhari ve bunu, eller kaldırılmaz diyen Hanefiler’e karşı bir kitap olarak yazmış. O yüzden Şafi kitaplarında bu konuyla ilgili çok fazla malumat var. Şimdi biraz önce Fatih Orum okurken söyledi. Hanefiler de bir takım kaynaklar delil getiriyorlar. Onların getirdiği de hadis bunların getirdiği de hadis. İki taraftan biri hadisi almıyor çeşitli gerekçelerle. Şimdi İmam-ı Buhari’den ben size…
Abdulaziz Bayındır: Hadisi almıyor mu yoksa birinin aldığı hadisi diğeri mi almıyor?
Yahya Şenol: Yok, yani birinin aldığı hadisi almıyorlar ve onların kullandığı hadislerinde tamamının zayıf olduğunu söylüyor Şafiler. Diyorlar ki, Hanefilerin siz bakmayın öyle hadis falan delil getirdiklerine onların getirdiği tüm hadisler istisnasız hepsi zayıftır. Biri mürseldir biri munkatıdır ama nihayi olarak hepsi zayıftır. Biz neye dayanıyoruz diyor şafiler? Diyorlar ki: Bunu biz İmamı Buhari’nin kayıtlarından okuyalım. İmam Buhar demiş ki; “Bu konuda ben” demiş, “şahsen tam on yedi tane sahabeye isnat ederek rivayet toplayabildim.” On yedi sahabe, adını tek tek vermiş burada. Kim onlar? Hızlıca okuyayım, Ebu Katade el Ensari, Ebu Üseyd Es- Saidi, Muhammed Bin Mesleme, Sehl Bin Sa’d, Abdullah Bin Ömer, Abdullah Bin Abbas, Biraz önce Abdullah Bin Abbas eller kaldırılmaz diyor, demişti, İmam Buhari diyor ki: Hayır sağlam rivayetlerde kaldırılır, diyor.
Enes hoca: O ibn-i Abbas, seninki Abdullah Bin Abbas.
Yahya Şenol: Farklı demi, dünyada bir Abdulla Bin Abbas bu değil. Enes Bin Malik, Ebu Hureyre…
Abdulaziz Bayındır: Sen de şeyini aldın yani payını…
Yahya Şenol: Abdullah Bin Amr Bin As, Abdullah Bin Zübeyr, Vail bin Hucur, Malik bin EL-Huveyris, Ebu Musa el- Eş’ari, Ebu Humeyd es-Saidi bunların hepsi diyor sahabi ve sağlam rivayetlerin hepsinde bunların ellerini kaldırdığını görüyoruz biz, Rükuya giderken ve rükûdan kalktıktan sonra. Başka yine imam Buhari diyor ki: Sahabinin elleri kaldırmadığına dair tek bir sahih rivayet yoktur diyor, rükûya giderken ve rükûdan kalktıktan sonra. Hiç böyle bir rivayet yok, sahih. Hep diyor hepsi ellerini kaldırdığına dair rivayetlerde bulunmuşlardır. Başka, ben diyor yaptığım bu çalışmada ayrıca ellerin kaldırılacağına dair rükûya giderken ve rükûdan geldikten sonra Mekkeli, Hicazlı, Iraklı, Şamlı, Basralı, Yemenli bütün yani onların hepsinin çoğunluğunu oluşturan ulemadan da rivayette bulundum onlarında hepsi ellerin kaldırılacağını söylüyorlardı. Artı Horasan ehlide var. Kim onlar? Said Bin Cübeyr, Ata Bin Ebu Rebah, Mücahit, Kasım, Kasım Bin Muhammed, Salim Bin Abdillah, Ömer Bin Abdulaziz , Numan Bin Ebu Ayyaş, Hasan Basri, İbni sirin, Taus, Mekrul bu ismi bulamadımdoğru yazdığımdam emin değilim 1.11.12, Abdullah Bin Dinar, Nafi bu saydıklarımın hepsi fıkıh kitaplarında görüşlerin, fıkhı görüşlerin kendilerine isnat edildiği tabindir. Hepsi yani bir fıkıh görüşü bir şey söylendiği zaman mutlaka bunlardan birine dayandırırsınız öyle veya böyle. Bunların hepsini sayıyor. Sadece diyor bunu Hanefiler ellerini kaldırmayacağını söylüyorlar ve bu yüzden ben Diyanetin de bastığı Sahih-i Buhari Muhtasarı tercümesi vardır 12–13 cilt çok fazla yerde baskısı vardır. Orda Kamil Miras Bu İmamı Buhari ile Ebu Hanife’nin arasındaki düşmanlığa verecek fikir ayrılığına atıfta bulunuyor ve diyor ki, işte bu gibi şeylerden dolayı Buhari başta olmak üzere birçok hadisçi Ebu Hanife’den bir tane olsun hadis rivayet etmemişlerdir. Ve Ebu Hanife’yi hadis münkiri diye ifade etmişlerdir ve ne zaman Ebu Hanife’nin görüşünü söyleyecek olsa İmam Buhari, ondan o adam diye bahseder diyor adını bile ağzına almaz. Ama her nedense bizim kitaplarda bunların üstü kapatılır ve hiç sanki aralarında ilmi tartışma olmamış can ciğer kuzu sarması bugüne kadar gelmişler gibi anlatılır.
Abdurrahman Yazıcı: Aralarında yüz yıl var.
Yahya Şenol: Hah… Şu var, tabi bu ihtilafa baktığımız zaman Ebu Hanifeyle Abdurrahman Yazıcının hatırlattığı gibi İmamı Azamın aynı devirde yaşamadığını biz biliyoruz.
Abdulaziz Bayındır: Yok aynı devir, Ebu Hanife ile İmam Azam aynı devirde yaşamışta.
Yahya Şenol: Ben, ne oluyor bugün birazcık karıştırıyorum böyle kusura bakmayın. Ebu Hanife öldükten yüz yıl sonra mı İmam Buhari geliyor?
Abdurrahman Yazıcı: 256’da vefat ediyor İmam Buhari, Ebu Hanife 150’lerde vefat ediyor.
Yahya Şenol: Ebu Hanife 150’lerde vefat ediyor. Ölüm tarihleri arasında yaklaşık bir yüz yıl gibi fark var. Yani Ebu Hanife hayattayken hasiler…
Abdulaziz Bayındır: Ebu Hanife üstelikte daha yaşlıyken vefat ediyor, Buhari daha gençken vefat ediyor.
Yahya Şenol: Yaşlarını hatırlayamayacağım ben ama…
Abdulaziz Bayındır: 80, 150, 70 sene eder.
Yahya Şenol: Ama Ebu Hanife vefat ettiğinde bizim şu gördüğümüz hadisler tedvin edilmemiş, kitap şekline gelmemişti henüz. İmam Buhari kendisi toparlamaya başlıyor El Camiu’s- Sahih’ayı oluştururken yani Ebu Hanife zamanında bu hadisler toparlanmamış ama İmam Buhari 100 yıl sonra kalkıp Ebu Hanife’yi şu hadisi almadı, bu hadisi almadı falan diye çok rahat bir şekilde eleştirip onu hadis münkirliği ile suçlayabilmiştir. Hâlbuki baktığımız zaman Ebu Hanife’de hadise dayanıyor.
Abdulaziz Bayındır: Ondan dolayı rahatsız olma, biz o kadar hadisi aldığımız halde bize de hadis münkiri diyorlar.
Yahya Şenol: Yok ben hani bunların şey olduğunu söylemek istiyorum hani bir yerde bir hadisin bulunuyor olması çok sık bir şekilde söylüyorum ben bunu o hadisle mutlaka amel ediliyor olmasını gerektirmez. Bakın hadis, hadis biri diyor ki, eller kaldırılır, biri diyor ki eller kaldırılmaz. Hanefilerin ve Şafilerin hadisi değerlendirmedeki o kriterlerde ki farklılıklarıdır burada, bu farkı doğuran şey. Nedir? Hanefiler diyorlar ki, biz sahabe de olsa ravileri incelerken onların fakih olup olmadıklarını dikkate alırız. Evet, diyor Abdullah Bin Ömer’de Hz. Peygamberden rivayet etmiştir ve o demiştir ki “eller, rükuya giderken ve rükûdan gittikten sonra kaldırılır.” Ama yine kendisi bir sahabi olan Abdullah Bin Mesut’ta diyor ki: “Hayır, eller sadece iftidah tekbirinde kaldırılır, ondan sonra eller kaldırılmaz.” İkiside sahabiyse ben bunlarının hangisinin daha fakih olduğuna bakarım ve bizim tesbitleirmize göre diyor Hanefiler Abdullah Bin Mesut, Abdullah Bin Ömer’den daha fakihtir. Bu yüzden biz bunun rivayetini tercih ederiz ve ellerin kaldırılmayacağını söyleriz. Diğerleri de hayır, diyorlar, fakif makih biz ona bakmayız, kim daha çok rivayette bulunmuş yani hangi konulardaki rivayetler daha çok onu dikkate alırız işte İmam Buhari saydı, on yedi tane sahabiden ben direk diyor, rivayet tesbit ettim. Daha sonra gelen bazı âlimler bu sayıyı otuza kadar çıkarabiliyorlar. Diyor ki, biz buradaki çokluğa itibar ederiz ve ellerin rükuya giderken de rükûdan kalktıktan sonra da kaldırılacağını söyleriz ama yine en başa döneyim her iki grupta bunun kaldırılmasının ve ya kaldırılmamasının da namaza olumsuz bir etkisi olduğunu söylemiyor. Şafilere göre de namazın heyetlerinden bir tanesidir diye kabul edilir. Yani terk ederse sehiv secdesi bile gerekmez. Böyle bir şey ama birbirlerine girmişler, birbirlerini yemişler tabiri caizse, birbirlerine kitaplar yazılmış, karşı görüşler falan. Niye? Sen hadisle amel etmiyorsun. Hayır, sen hadisle amel etmiyorsun. Görüntü de ikisi de hadisle amel etmiş ama biz peki dışarıdan bakan kişi olarak, iki tarafı da suçlayabilir miyiz, peki?
Abdulaziz Bayındır: Nasreddin hoca gibi yapacaksın.
Yahya Şenol: Sen de haklısın, sen de haklısın. İki görüşü de tercih edebilirsiniz. Hah ne demiş, biz burada belki şöyle bir tercihte bulunabiliriz. Hanefilerden Fatih Orumnın belki unuttuğu şeyi ben kendi notlarımdan buraya koymuştum onu aktarayım. Ebu Cafer et-Tahavi var, Bu Tahavi birbirlerine zıt gibi olan hadisleri genelde toparlayıp onlar arasından bir çıkış yolu gösteriyor kendince ve kendisi de Hanefi.
Abdulaziz Bayındır: Ama çok akıllı bir adam.
Yahya Şenol: Muhakemesi çok kuvvetli biridir. Şimdi Kasani fakihtir ama yani diyebilirsiniz ki hadis yönü çok kuvvetli değil ama Tahavi hem fakihtir hem hadis yönü çok kuvvetli olan biridir. Onun yorumu şu, diyor ki: Ellerinin kaldırılacağını gösteren rivayetler şunlardır, alıyor onları. Ellerinin kaldırılmayacağını söyleyen rivayetler şunlardır, onları da alıyor kitabında ve diyor ki: “İftidah tekbirinde ellerin kaldırılacağı iki secde arasında ki tekbir de ise ellerin kaldırılmayacağı konusunda her iki tarafta görüş birliğine varmış mıdır? Varmıştır.” Yani her iki tarafta diyor ki: İftidah tekbiri, namaza başlarken eller kaldırılır, secdelerde Allahuekber denip te secdeden kalkılıyor ya orda da kaldırılmaz. Her iki tarafta bu konuda müttefiktir fakat rükuya giderken ve rükûdan kalktıktan sonra ellerin kaldırıp kaldırılmayacağı konusunda ihtilafa düşmüşlerdir bunlar. Bir grup bunların iftidah tekbiriyle aynı hükümleri taşıdığını söylemiş, şafiler ve diğer mezhepleri de göreceğiz biraz sonra ve dolayısıyla ellerin kaldırılması gerektiğini söylemişlerdir. Diğer grupsa ki kendi mezhebi Hanefiler, onlarda, bunların iki secde arasında ki tekbir gibi olduğunu ve dolayısıyla ellerin kaldırılmayacağını söylemişlerdir. Bize göre ise, kendisi yorum yapıyor, diyor ki, “iftidah tekbiri” yani namaza başlarken Allahuekber demek namazın olmazsa olmazlarından biridir, terk edilmesi namazı bozar. İki secde arasındaki tekbir ise böyle değildir, diyor. Hani secdeden kalkarken Allahuekber demezseniz eğer namazınız bozulmaz, kişi bunu terk etse namazı bozulmaz. Rükuya giderken ve rükûdan doğrulduktan sonra getirilen tekbirlerde namazın olmazsa olmazlarından değildir. Yani Allahuekber diyerek rükuya gitmeniz farz mı? Hayır, rükuya gitmeniz farz. Allahuekber o intikal tekbiri sünnet, terk edilmeleri halinde namazı bozmaz, bunlar namazın sünnetlerindendir. Bu tekbirler iki secde arasındaki tekbir gibi namazın sünnetlerinden olduğu için nasıl orda eller kladırılmıyorsa burada da eller kaldırılmaz. Mantıklı mı, oturtabilirsiniz bir mantığa. Bu yüzden işte Hanefiler ellerini kaldırmıyor Şimdi siz tutun Tahavi’ye diyin ki: Vay hadis münkiri vay! On yedi tane sahabiden hadis rivayete ti İmam Buhari sen onu hiç dikkate almıyorsun böyle lüzumsuz kıyaslamalar falan yapmışsın ellerin kaldırılmayacağını söylüyorsun.
Abdulaziz Bayındır: Buna Buhari münkiri derler, hadis münkiri değil.
Abdurrahman Yazıcı: Ondan sonra sahih olan şeyi inkâr etmiş kabul edilir. —Yahya Şenol: Buhari’yi inkâr etmiş olur adam, Allah korusun demi.
Abdulaziz Bayındır: Yalnız burada ben şahsen şeye pek katılamıyorum. Yani rükuya giderken tekbir getirmeyi sünnet saymak, rükûdan kalkarken, iki secde arasında. Çünkü Allah’u Teala orada (Ali İmran suresi 191. ayet) “Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim” diyor. Oralarda zikrin yapılması gerektiğini ayet söylüyor.
Yahya Şenol: Oralardaki zikir tamam da, oraya giderken ki zikirler.
Abdulaziz Bayındır: Hayır oradaki zikirlere de sünnet diyorlar biliyorsun…
Yahya Şenol: Tabi tabi, öyle…
Abdulaziz Bayındır: Yani hiç olmazsa o şeyde o yoldaki zikirleri söylemiş olmak gerekir en azından yani. Orada ciddi bir hata bir eksiklik şahsen görüyorum. Ona da dikkat çekmiş olayım.
Yahya Şenol: Yani bütün bu ihtilafları en az, en özet şekilde aktarmaya çalıştım ama bakarsanız yani şu El-Mecmu kitabı var İmam Nevevi’nin, tam yedi sayfada işlemiş bu konuyu. Tam yedi sayfada, kaldırılır görüşünü ispat etmek için. İşte Hanefi mezhebinde belki tam yedi sayfada da, sayfa sayısı önemli değil kaldırılmaz gerektiği ispat edilmiş ve sonuç olarak sünnet bir konu hakkında bu ihtilaf ama her birinin de kendine göre sağlam delili var.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi bir başka şeyde şu yani, namaza başlarken önde imamınız var. Sesini duymayabilirsiniz ya da siz sağır olabilirsiniz, peki namaza başladığını siz nasıl anlayacaksınız. Ellerini kaldırdığını görürseniz başlamış, anlarsınız. Tamam, aksi takdir de namaza başladığını anlayamazsınız ki sesi duymadığınız ya da sağı olduğunuz zaman. Peki, rükû ya giderken zaten görüyorsun bir hareket yapıyor. Rükûdan kalkarken, secdeye giderken, kalkarken burada tekbire de ihtiyaç yok, bu işin birinci tarafı. İkinci tarafı, neden Müslümanlar bu başlangıç tekbirinde hiç ihtilaf etmemişler, kıyamda ihtilaf yok, rükû da yok, rükûdan kalkışta hiçbir ihtilaf yok, secdelerde yokta, bunda var. İhtilaf edilmişse, Resulüllah bunu yapmışsa, ihtilaf edilmesi ne demek? Abdullah Bin Mesut bunu söylüyorsa, Abdullah Bin Mesut sıradan bir insan değil, Resulüllahın arkasında namaz kılmış kişi. Ya bu kişiye yoldan çıktı diyeceksiniz ya da sözünü kabul edeceksiniz. Sonra o tek başına da değil, diyor ki, Ebubekir’in, Ömer’in, Osman’ın arkasında namaz kıldım, böyle yaptılar, diyor. Ali de vardı değil mi orada? Ali yok mu?
Yahya Şenol: Hz. Ali Şafilere göre, ellerin kaldırılacağı görüşünde.
Abdulaziz Bayındır: Tamam yani şimdi böyle bir konuda yani namazla ilgili böyle bir konuda ihtilaf olmaz. Yani çünkü niye birkaç kişi söylüyor ki, herkesin her gün kıldığı bir namazdır bu yani şey olsa, hac olsa dersiniz ki sene de bir kere yapılıyor. Oruç bile dersiniz ki sene de bir ay ama namaz bile günde beş vakit kılınıyor ve topluca kılınıyor. Böyle olunca şeyler, Hanefiler daha haklı gözüküyor.
Yahya Şenol: Bir de şu var hocam. Hani meşhur bir hadis var, bu namaz konusu geçtiği zaman bütün mezheplerin delil olarak kullandığı, namazını yanlış kılan kişiye Peygamber efendimizin namazı tarif etmesi olayı varya. “Adam geliyor hızlıca kılıyor, Peygamberimiz dön, diyor, sen namaz kılmış sayılmazsın ki git bir daha kıl.” İki defa , üçüncüye tekrarlanıyor, adam da diyor ki, “Ya Resulüllah artık ben bu kadarını biliyorum bana doğru namaz nasıl kılınır sen tarif etki bundan sonra ona göre tarif edeyim(kılayım???)” Ve o namazı tarif ederken Peygamber efendimiz, o olmazsa olmazları tarif ediyor. Diyor ki: “Namaz kılacağın zaman abdestini al, kıbleye doğru yönel, iftidah tekbirini getir biliyorsan Kuran’ı Kerim oku, rükuya git, secde yap, şöyle yap, böyle yap falan” ve en sonunda diyor ki, “böyle yaparsan namazın tamam olmuş olur. Bunlardan herhangi birini eksik yaparsan da namazın eksik olmuş olur.” Bu rivayeti nerdeyse bütün mezhepler kabul ediyor ve bu rivayette rükû ya giderken, rükûdan kalktıktan sonra ellerini kaldır şeklinde bir emri ve ya tavsiyesi de yok Peygamberimizin. Bizzat kendi ağzından dökülmüş namaz tarifinde Peygamber efendimiz bu hususu söylememiş, bu hususa yer vermemiş. Bu da bir açıdan sanki kaldırılmayacak görüşünü şey yapıyor, değil mi?
Abdulaziz Bayındır: Oldukça önemli yani, oldukça önemli tabi…
Abdurrahman Yazıcı: Hanbelî mezhebinde ise diğer cumhurda olduğu gibi yine rükûda eller kaldırılır işte kıraat bittikten sonra çok az bekleyip rükû ya gidilir, eller kaldırılarak rükû ya gidilir. Eller yine kulak hizasında, ilk tekbirde olduğu gibi, iftidah tekbirinde olduğu gibi kaldırılır. Bu konuda da yine Hanbelî mezhebinde de çok tartışılmış aleyhteki lehteki deliller yani çok geniş yer verilmiş. Yine onlar leyh ve aleyhteki rivayetlerle birlikte….
Abdulaziz Bayındır: Onlar da çok tartışabilirler çünkü siyasete dokunmuyor.
Abdurrahman Yazıcı: Yine diyorlar ki isnat açısından baktığımız zaman bizim rivayetlerimiz daha şey, daha sahihtir, ravilerimiz daha adildir, yine işte daha fazla şey vardır, kişiden rivayet edilmiştir bu. Yine sahabe taabinden daha fazla nakledilmiştir bu konuda. Bir, diyor, İbni Mesut’un faziletini de reddetmiyoruz aynen o ifade var hocam, siz daha fazla şey diyebilirsiniz ama diğer uygulamalara tercih edemeyiz yani baktığımız zaman gibi. Bu konuda rükû ya giderken ve rükûdan kalkarken şey yapılacağını söylüyorlar delil alıyorlar bu konudaki ilgili tüm şeyleri.
Abdulaziz Bayındır: Ama en iyi tarafı da kimse bunu yapmadığı zaman namaz olmaz demiyor. En iyi tarafı o.
Abdurrahman Yazıcı: Yine kişi rükû ya gittiği zaman böyle hemen kalkmaz, daha doğrusu orda bir itminan olur birazcık bekler, çok az bir şekilde bekler. Çünkü diyor, Allah’u Teala…
Abdulaziz Bayındır: Yani itminan ne demek? Yani vücut rahatlayacak demektir. Şimdi bazı kimseleri görürsünüz namaz kılıyor şöyle, mesela; ben bir Fatiha okuyana kadar namazını bitirenlere rastlıyorum maşallah yani çok usta insanlar var. Şimdi bakarsınız (uygulamalı gösteriyor Abdulaziz hoca) öyle değil, kardeşim şöyle vücut bir rahatlasın şöyle kalktığınız zamanda şöyle bir rahatlasın kıyam olduğu, hemen şey olmaz yani ona tadili erkân deniyor. Belki ona ayrı bir şeyde ele alırız.
Abdurrahman Yazıcı: Bunun üzerinde duruyorlar hocam diyorlar ki, bu şeydir yani olmaz sa olmaz gibi
Abdulaziz Bayındır: Öyle olması gerekiyor yani rükünlerin her birinin belli bir dengede yapılmış olması.
Abdurrahman Yazıcı: Çünkü diyorlar bu konuda biraz önce Yahya hocanın da naklettiği o peygamberimizin o namazında hata eden kişiyle ilgili rivayette de şöyle dediği naklediliyor. (Arapça okundu) şeklinde. Bu….anlayamadım… 1.28.07 Buhari, Müslimden nakledilen bir rivayet yine başka bir rivayet Peygamber efendimizden “Hırsızların en kötüsü namazından hırsızlık yapandır.” Demiş Peygamber efendimiz. “Kimdir Ya Resullüllah? Nasıl namazında hırsızlık yapar?” O da diyor ki: “ O rükusunu ve secdesini tamamlamaz” Yani bu konuda da şey yapıyorlar. Bu da ….anlayamadım 1.28.40 rivayet. “Yine bir kişi rükûdan kalkar ama tam rükû yaptı mı, yapmadı mı bunda şüphe duyarsa tekrar rükû yapar, yani rükûsunu tam yapacak.” Öyle bir şey de var. Yine Subhane Rabbiyel Azim derse üç defa, bir defa da diyebilir.
Abdulaziz Bayındır: Sünnet mi, farz mı?
Abdurrahman Yazıcı: Burada ayeti delil getiriyorlar hocam. (Vakıa suresi 74. ayet)“Fe sebbih bismi Rabbikel azim” Burada sünnet yani olması gereken…
Abdulaziz Bayındır: Yani hiç alakası olmayan ayeti delil getiriyorlar asıl konunun özüyle ilgili olan ayeti delil getirmiyorlar. Ben de buna canım sıkılıyor yani az önce tekbir getirilir mi getirilmez mi mangalda kül bırakmadılar. Ya kardeşim (Taha suresi 14. ayet) “Ekimis salate li zikri” ayeti var “beni zikir için namaz kıl” (Ali İmran suresi 191. ayet) “Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim” var. Yani her tarafta zikirden bahsediyor, yani rükûda zikir yapacaksın, kalkarken zikir yapacaksın, secde de yapacaksın bunları söylüyor, siz bunu bu ayetten değil de hiç alakası olmayan bir ayeti okuyarak bunu şey yapacaksınız sünnet diyeceksiniz. Ya bunu hakikaten anlamıyorum, bu ulema neyle meşgul olmuşlar ya? Ya onların yaptıkları çalışmalar değil bu gelen çalışmalar ya da yani bu ne biçim bir yöntemsizliktir, ne biçim bir tavırdır?
Abdurrahman Yazıcı: Peygamberimizden nakledilen bir kişi (Arapça söylendi) şeklinde Subhane Rabbiyel Azim, eğer kim rükû ederse…
Abdulaziz Bayındır: Tamam, Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellemin sözü bu ayetten dolayımı, zikredinden dolayıdır. Burada Subhane Rabbiyel Azim çok güzel bir zikirdir ama sebebi bu ayet mi?
Abdurrahman Yazıcı: Fakat mutlaka üç defa olması gerekmez zaten diyorlar ki bu rivayetlerdeki üç ifadesi…
Abdulaziz Bayındır: Hiç zikretmese ne olur?
Abdurrahman Yazıcı: Onu tam şey yapamadım hocam onunla ilgili olmazsa olmaz değil ama burada şey gibi yani edilmesi sanki böyle daha sünneti daha aşan gibi bir şey gibi. Yine bir kişi namazda, rükûda imamı yakalarsa bu rekâtı tamamlamış, yetişmiş olur. Peygamber efendimizden nakledilen bir rivayet “Kim rükuya yetişirse o rekâta yetişmiştir” şeklindeki rivayetten hareketle yine diyorlar ki yine müstehap olan şey, o yetişenin nerde bulursa orada uymasıdır, yani bekleyeyim biraz daha kalksın ve ya şey değil.
Abdulaziz Bayındır: Tabi rükûda yetişirse o rekâtı kılmış olur ama secdede yetişirse, yetişmeli yani.
Abdurrahman Yazıcı: Evet, devam etmeli yani yine Semi Allahu limen hamideh var, bunu da tam şeye kadar doğruldu ana kadar söylemesi lazım. Semi Allahu limen hamideyi, ifadesinde, zikirde.
Abdulaziz Bayındır: Yani doğrulurken demesi lazım derken bu vacip manasında mı kullanıyorlar?
Abdurrahman Yazıcı: Yok vacip değil yani gerekir derken o anlamda değil yani söyler, öyle der, diye geçiyor. Yine Rabbekel ve lekel hamd demesi sünnet diye geçiyor. Temel olarak bunlar rükuyla ilgili benim söyleyeceklerim. Yine rükûda ve secde de kıraat yapması mekruh çünkü bu diyorlar Hz. Ali’den nakledilen bir rivayette (Arapça okundu tam anlaşılır değil di bulamadım) yani onu da tesbihat yapınız gibi o rivayetleri alarak orda diyorlar tesbihat…
Abdulaziz Bayındır: Evet, şimdi o nuhiytu nun öbürü de o Kur’an okumaktan nehyedildiyse zikir emredilmiş olması gerekiyor yani orda. Evet, şimdi kim? Muhammet Rüzi hoca Maliki mezhebinden…
Muhammet hoca: Bismillahirrahmanirrahim. Maliki mezhebinde rükû namazın farzlarından biridir. Yapılışı en uygun şekli biraz önce Fatih Orumnım tarif ettiği gibi sırtı dümdüz başıyla, rahat bir şekilde elleri açık dizini tutup eğilecek ondan sonra Subhane Rabbiyel Azim en az üç kere dedikten sonra kalkılır. Tarifi bu. İhtilaf yok zaten bu konuda ama eli kaldırma ile ilgili İmam Malik, biliyorsunuz Maliki mezhebi zaten İmam Malik’in kendi adıyla, muhaddistir kendisi. İmam Malik diyor ki, “namazın tekbirlerinde eli kaldırma ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum” diyor. Bunu delil getirirler Maliki mezhebi fıkihları.
Abdulaziz Bayındır: Çok enteresan, bak Hicaz değil Medine
Muhammet hoca: Medine ulemalarından bu hadis
Abdulaziz Bayındır: Bu çok önemli bir şey bak, Medine de yaşayan ve elimizdeki en eski hadis kitabı da onundur, değil mi?
Muhammet hoca: Onun evet.
Abdurrahman Yazıcı: Seyyid Bin Ali hariç…
Abdulaziz Bayındır: Seyyid Bin Ali’nin El Mecmu’u o kadar şey değil ki, çok küçücük bir şey, çok basit bir ilmihal kitabı gibi El Mecmu okuduğunuz zaman onda bir şey yok.
Yahya Şenol: Hâlbuki otuz tane sahabi sayıyorlardı ellerin kaldırılmasına dair.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi düşünün bakın İmam Malik Medinede yaşayan bir fakihtir ve onun metodoljisi de Medine halkının uygulamasını esas almaktır. O da şundan dolayı, diyor ki: “Bunlar Resulüllahın yetiştirdiği insanların takipçileridir” diyor. Yani birbirlerinden görerek almışlardır bunu. Bu zat ne diyor söyle?
Muhammet hoca: “İftidah tekbiri hariç namazın tekbirlerinin hiç birinde el kaldırmayla ilgili bir şey bilmiyorum” diyor.
Abdulaziz Bayındır: Evet, şimdi el kaldırma ile ilgili bir şey bilmiyorum diyorsa o zaman Hanefiler haklı çıkıyor, değil mi?
Yahya Şenol: Daha sonra mı acaba bunlar, bir nevi sanki üretilme gibi mi?
Abdulaziz Bayındır: Üretilme oluyor yani…
Yahya Şenol: Başka bir, o toprakların haricinde mi?
Abdulaziz Bayındır: Genellikle bir alemet-i farika ortaya çıkarılıyor.
Fatih Orum: Alemeti farika şey birilerini sembolize ediyor işte…
Yahya Şenol: Tıpkı bıyık bırakmak, renkli takkeler takmak gibi…
Abdulaziz Bayındır: Evet mesela takke şeyleri var, elbise şekilleri var. Baktığınız zaman bir kimlik oluşturuluyor.
Yahya Şenol: Başörtüsü bağlama şekli, doğru…
Abdulaziz Bayındır: Şimdi birileri de kimlik oluşturuyor. Ya gerçekten de yani elleri kaldırmayı iftidah tekbirinde herkes rahatlıkla anlar, namaza başladığını bilmek için.
Muhammet hoca: Sahabelerden sonra ilk nesil değil mi İmamlar?
Abdulaziz Bayındır: Yok yok onu demiyorum, birinci iftidah tekbirini alırken ellerini kaldırmanın bir manası vardır. Bir insan, sen tek başına kılsan bile senin namaza durduğunu evdekilerin birisinin anlaması için ellerini kaldırman lazım. Aksi takdirde şey yapar seninle konuşmasını devam ettirir yani. Dolayısıyla ona ihtiyaç var. Mesela, sessiz kılınan namazlarda gerçi imam yüksek sesle Allahu ekber diyor ama, ama öbürüne niye ihtiyaç var? İşte İmam Malik’in şeyi çok ilginç yani…
Muhammet hoca: Birde iftidah tekbirinden bahsederken bir cümle daha söylüyor. “İftidah tekbirinde yavaşça kaldıracak çok yüksek değil, hafifçe elini kaldıracak bu konuda kadınlarla erkeklerle aynıdır” bir ibare şeklinde.
Abdulaziz Bayındır: Ha… Şunu tekrar teyit edelim “Namazın herhangi bir rüknünde kadınla erkekiğin birbirinden farklı olacağına dair hiçbir delil yoktur.”
Yahya Şenol: Şafilerle Hanefiler hariç
Abdulaziz Bayındır: Mezhep yoktur demedim delil yoktur dedim. Delil yoktur. Hanefiler işte bu kapanmasına daha uygundur diyorlar. Ya kardeşim bu ne oluyor Allah aşkına, bu ibadet, bir nebi gelmiş bu insanlara namazı kıldırmış. Siz sonradan tutup yeni yeni hükümler koyuyorsunuz bu ne oluyor ya? Yani hakikaten bu din tanınmaz halde yani tanınmaz halde. Biz şimdi çok rahat bir şekilde Yahudileri ve Hıristiyanları tenkit ediyoruz, her zamana şunu tekrar ediyoruz biliyorsunuz, aynı mertlikte Müslümanları da tenkit etmezsek mesul oluruz.
Muhammet hoca: Evet, bu kadar…
Abdulaziz Bayındır: Bu kadar mı?
Yahya Şenol: İmam Malik’in yaşadığı dönemde diğer mezhep imamlarına göre biraz daha şeye yakın değil mi sahabe dönemine?
Abdurrahman Yazıcı: 176’da vefat ediyor.
Yahya Şenol: En erken değil mi Mezhep imamlarından?
Abdulaziz Bayındır: Yok, Ebu Hanife daha erken..
Yahya Şenol: 154 ‘müy dü Ebu Hanife? İkincisi o zaman yani, bak ikisi de yani şeye daha yakınlar sahabe dönemine ve ellerin kaldırılmasına dair bir şey yok bunlarda daha sonrakilerde ama var.
Muhammet hoca: Daha sonra ama yaşadığı dönem aynı…
Abdulaziz Bayındır: Ebu Hanife daha yaşlı şeyden,
Yahya Şenol: Ebu Hanife bir, İmam Malik iki…
Muhammet hoca: 179 o civarda
Bir katılımcı: Aynı dönemde yaşıyorlar niye bu kadar tezat var hocam?
Abdulaziz Bayındır: Yok orda tezat yok
Yahya Şenol: ikisi müttefik
Abdulaziz Bayındır: Ebu Hanife ile İmam Malik arasında tezat yok.
Yahya Şenol: Peygamberimizden uzaklaştıkça ihtilaf artıyor.
Abdulaziz Bayındır: İmam Şafi, İmam Malik’in talebesidir. İmam Şafi, Ebu Hanife’yi de görmemiştir.
Muhammet hoca: O ……. Gün doğmuş diyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Evet şimdi anlatıyorlar işte diyorlar ki bir insan en fazla ne kadar anne karnında kalır, birkaç seneden bahseden var. Ona da İmam Şafi’yi örnek veriyorlar. Bilmem çok uzun zaman kalmış, Mustafa bey öğrenmeniz lazım kardeşim öyle tıp bilip Tıp ilmiyle olmaz o işler tama mı bu kitaplardan öğreneceksiniz. Şimdi İmam Şafi niye doğmamış biliyor musunuz? Ebu Hanife’nin olduğu bir dünyaya gelmem demiş. Beklemiş Ebu Hanife ne zaman ölmüşse bir de bakmışlar ki dişleri falan bitmiş yani.
Enes hoca: Twitter’dan mı takip ediyormuş?
Abdulaziz Bayındır: Twitterdan takip ediyormuş, evet. Arapça konuşuldu.
Cemal hoca: Şeyh Enes…
Abdulaziz Bayındır: Ha Şeyh Enes, tamam.
Yahya Şenol: Zahiriler var daha.
Enes hoca: Vakit çok daraldı.
Abdulaziz Bayındır: Olsun olsun, dinleyelim.
Enes hoca: Bismillahirrahmanirrahim. Bugünkü dersin konusu daha çok reful yedeyne kaydı.
Abdulaziz Bayındır: Olsun, kaysın çünkü o önemli.
Enes hoca: Ben reful yedeynle ilgili tezgâha bir şey yetiştiremedim ama rükuyla ilgili bir şeyler var. Zahiri mezhebinde rükû namazın bir ruknüdür, rükûsuz olmaz.
Abdulaziz Bayındır: İstersen şey yapalım Sadet hanıma bir soralım. Şia da reful yedeyn var mı?
Sadet hanım: Müstehap
Abdulaziz Bayındır: Müstehap sayıyorlar öyle mi?
Sadet hanım: ……anlayamadım 1.41.26 vacip ama bu şeylerden…
Abdulaziz Bayındır: Rükuya varırken kalkarken sevap sayıyorlar ama olmasa da olur. Tamam, Şia’da da öyleymiş demek ki.
Enes hoca: Rükû namazın önemli rüknüdür. Bu rüknün gerçekleşmesi rükû farziyetinin eda edilmesi için başka altı tane farz vardır. O altı tane farz tam mükemmel olarak yapıldığında rükû eda edilmiş sayılır.
Abdulaziz Bayındır: Zahiri mezhebinde altı tane farz var!
Enes hoca: Evet, öyle… Birincisi bunun….anlayamadım itminan….. 1.42.02
Abdulaziz Bayındır: Yani vücut bir rahatlayacak rükûda böyle eğil kalk yok.
Enes hoca: Şimdi bu Teravih namazında imam olanlar var ya Teravihteki imama cemaatten biri demiş ki, hocam çok hızlı gidiyorsun rükûda sadece Subhane Rabbiyel Azim bir kere diyebildim, demiş. İmam demiş sen haline şükret ben bir kere bile diyemiyorum, demiş.
Abdulaziz Bayındır: İmamın önünde de demek ki ona söyletmeyen biri var.
Enes hoca: Onun tam tersi tuma’nine dediğimiz itminan, vücut organlarını eğilirken kendi yerine dönmesi ve rahatlaması farzdır, birinci farz. İkinci farzda Allahuekber diyerek rükuya gitmek farzdır.
Abdulaziz Bayındır: Hah işte bak bu ayete uyuyor. Hele şükür ya bir tane diyen var yani vallahi.
Enes hoca: Delil olarak o…1.43.06…… Peygamber efendimizin emin şeklinde diyen her şey farzdır. Mesela; …1.43.11……demiş.
Abdulaziz Bayındır: Öyle olması gerekiyor çünkü ayetin gereği o.
Enes hoca: Ondan sonra Subhane Rabbiyel Azim demek farzdır.
Abdulaziz Bayındır: Orda çünkü zikir getirmen lazım
Enes hoca: Peygamber efendimizden iki türlü rivayet var. Bir rivayette diyor ki Peygamber efendimiz rükûda “Subbuhun kuddusun rabbul melaiketi verruh” diye söylerdi. Sonra bu Vakıa suresindeki (74. ayet )“Fe sebbih bismi Rabbikel azim” ayeti indiğinde “Bu ayetin anlamını rükunuz da gerçekleştirin”
Abdulaziz Bayındır: Tamam gayet güzel o…
Enes hoca: Böyle bir şey var onun için…
Abdulaziz Bayındır: Yalnız bu ayeti rükûda tesbihe delil getirmek başka, Resulüllahın o sözü ile amel etmek başka.
Yahya Şenol: Buradaki tesbihe delil getiriyorlar sanki.
Abdulaziz Bayındır: Yok, rükûda tesbihe delil getirmek başka yani bu ayet olduğu için tesbih yapıyoruz başka bir şey ama Resulüllah bunu tavsiye ettiği için başka bir şey. İkisinin arasında fark var.
Enes hoca: Onun için ….anlayamadım 1.44.15 ifade eder bu da farzdır diyor, Subhane Rabbiyel Azim söyleme. Ama şeyi söylemiyor sayısı bu kadar olsun demiyor.
Abdulaziz Bayındır: Olsun bir kere dersen farz yerine gelir. İki kereye gerek yok.
Fatih Orum: Hanefilerde aynen böyle diyor bu konuyla ilgili olarak.
Abdulaziz Bayındır: Farz mı diyor?
Fatih Orum: …… ne dediğini tam anlayamadım 1.44.31….(Vakıa suresi74. ayet)“Fe sebbih bismi Rabbikel azim”
Abdulaziz Bayındır: Ama farz demiyorlar.
Fatih Orum: Yok yok yani şeyi temellendirirken böyle temellendiriyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Ama işte olmuyor işte.
Enes hoca: Ondan sonra rükûda tam istirahat ederek Subhane Rabbiyel Azim söylendikten sonra kalkmakta farzdır.
Abdulaziz Bayındır: Ha yani bazıları rükûdan kalkmadan hazır eğilmişken bir de secdeye kapanayım öyle kalkarım diyor.
Yahya Şenol: Ya da kalkar gibi yapmak…
Abdulaziz Bayındır: Ya da kalkar gibi yapıyorlar bunu bazen bazı çok namaz kılanlar yapıyor ne yapsın yani?
Enes hoca: Semi allahu limen hamideh demekte farz. Kime farz? İmama farzdır, yalnız namaz kılana farzdır bir de imama uyana farzdır.
Abdulaziz Bayındır: Herkese farz yani, herkese farz oldu, farz olmayan kimse kalmadı.
Yahya Şenol: Kime değil?
Abdulaziz Bayındır: Herkese farz oldu, farz olmayan kalmadı.
Enes hoca: Ala külli musalli (emin değilim bu Arapça metinden) dedikleri zaman onu söylüyor zaten.
Abdulaziz Bayındır: Ha tamam anlaşıldı şimdi tamam.
Enes hoca: Herkese farzdır. Namaz bunsuz caiz olmaz, yeterli olmaz. Eğer imama uyarsa onun Rabbane ve lekel hamd demesi de farzdır. İmamın sünnettir. Peygamber efendimiz “İmam Semi allahu limen hamideh diyince siz Rabbena ve lekel hamd diyin” demiş. İmamın demesi konusunda bir şey yok. İmamın demesi sünnet imama uyanın demesi farzdır. İmama uyanın imamadan önce rükuya gitmesi ve ya imamla birlikte rükuya gitmesi helal değildir, haramdır. İttiba ve iktidaya aykırıdır onun için haram yapmış onu. Birde rükûda Kur’an’dan bir şey okuduğu zamanda da rükû batıl olur, yeniden yapması gerekiyor. Hiçbir şeyi saymayacak geriye dönecek rükuyu yeniden yapacak. Çünkü Peygamber efendimiz “Kur’an’dan bir şeyi rükuydayken okumaktan men edildim” demiş. Onun için haramdır diyor. Bu kadar yani…
Abdulaziz Bayındır: Yeter güzel şeyler söyledin yani Allah razı olsun. Hiç olmazsa bir tane bana göre bir tane doğru söyleyenine rastladık.
Enes hoca: Onun için değiştirdim hocam mezhebi ya.
Abdulaziz Bayındır: Sen mi değiştirdin?
Enes hoca: Evet, ben değiştirdim.
Abdulaziz Bayındır: Ha evet değiştirdin, tamam.
Fatih Orum: Başına gelmeyen kalmadı, çok çekti.
Abdulaziz Bayındır: Evet sualler önce şu salondan alalım.
Cemal hoca: Arapça konuşuyor.
Abdulaziz Bayındır: Arkadaşlarımızın anlattıkları benim artık okumama ihtiyaç bırakmadı diyor çünkü bütün zikir, rivayetler söylenmiş oldu. Ama şey çok iyi oldu ben İmam Malik’in o görüşünü bilmiyordum gerçekten. Ebu Hanife İmam Malik’ten daha öncedir, İmam Malik daha sonradır ama İmam Malik’in Medineli bir hadisçi olarak ve fakih olarak, Ebu Hanife’nin koyduğu iki kriter de var İmam Malik’te hem fakih hem de hadis alimi. “Ben böyle bir şey bilmiyorum” Bir de Medine de ki uygulamayı çok önemseyen bir kişi olarak hadis rivayetinden daha öteye Medine de ki uygulamayı önemseyen bir kişi olarak bunu söylemesi çok önemli. Soru var mı orada?
Bir katılımcı: ….anlayamadım 1.48.28 söyler misiniz? Mesela; anlayamadım…..
Abdulaziz Bayındır: Şimdi ehli kitabın şu anda bizim gibi namaz kılanlarının olduğu söyleniyor ama ben rastlayamadım ona. Sadece Suryanilerin kiliselerine bir ziyaret yapmıştık bundan birkaç sene önce beş vakit namaz kıldıklarını söylemişlerdi hatta yedi vakit olduğunu ifade etmişlerdi bunlardan birisi teheccüd namazı birisi de kuşluk namazı bu şart değil demişlerdi. Namazların rekâtları da aynı fakat secde de alınlarını yere koymuyorlardı, kılışlarında da bir farklılık vardı. Şimdi diyorlar ki, birçok kimseden duyuyorum, Yahudilerden tıpkı bizim gibi beş vakit kılan bir zümre var deniyor. Bizdeki maalesef dinler tarihi çalışmaları çok çok yetersizdir. Batılıların teşvikiyle yeni yeni başlamıştır. Bu konularda dünyada nerede böyle bir cemaat varsa oraya birisini gönderip orada araştırma yaptırmak lazım. İnşallah Cenabı Hak lütfederse bunu da yaparız. Yalnız şeylerin ehli kitabın şöyle bir özelliğini biz Kur’an’dan öğreniyoruz. Diyor ki Allah’u Teala Maide 15. ayette : “Ey ehli kitap! O sizin elinizdeki kitaptan gizlediğiniz birçoğu size gösteren elçimiz gelmiştir” Yani bu ayetten anlıyoruz ki gizlemişler. Hatta neydi? “Lime tektumune ma enzel Allah” neyse önemli değil bu ayet yeter fazla ayrıntıya gerek yok. Şimdi abdest de almaları gerekiyor, o konuda da bir takım şeyler var. (Bakara suresi 159. ayet) “İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ min el beyyinâti vel hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi” tabi. Doğru yani gizlemek (Ali İmran 187. ayet) “le tubeyyinunnehu lin nâsi ve lâ tektumûnehu” var ama gizlediklerini Kur’an’ı Kerim bildiriyor. Gizliyorlarsa o zaman sıkıntı olur. Dolayısıyla şeye siz dikkat edin mesela, Avrupa’da bulunan bizi dinleyen dostlarımız, çanların çalış saatlerine dikkat etsinler. Yani görecekler ki bizim namaz vakitlerine tesadüf edecektir. Yani şeylerin bu müşterekliği göstermemiz lazım. Onların içersinde bazı kötü niyetli insanlar elbette vardır, her toplumda var. Bizde kendi içimizde olanları sürekli şey yapıyoruz. Ama onların içersinde kendilerindekini tasdik eden bir nebinin gelip gelmediği konusunda hala şüphesi olan insanlar vardır. İşte onlara bunu göstermek bizim vazifemizdir.
Yahya Şenol: Geçen haftayla ilgili bir soru var. Açıktan okunan namazları yalnız kıldığımız zamanda açıktan mı okuyacağız? Geçen hafta kaçırdık burayı demişte.
Abdulaziz Bayındır: Açıktan yani akşam, yatsı ve sabah namazlarını tek başınıza kıldığınız zaman yüksek sesle okuyabilirsiniz ama şart değil.
Bir katılımcı: Bakara suresi 30. ayeti açıklar mısınız?
Abdulaziz Bayındır: Konu dışı, o konuyla ilgili istediğiniz açıklama fazlasıyla bizim sitede var. Kurandersi.com sitesine girin Bakara 30. ayetle alakalı orda açıklamalar var. Orda ayrıca insan ve varlıklar âlemi diye bir yazımız var Süleymaniyevakfı.org sitesinde. Çünkü o öyle iki dakikada açıklanacak bir ayet değil yani.
Yahya Şenol: Şimdi şeyden Stuttgart’tan bir soru gelmiş. Bulunduğum yerdeki cami imamından işittiğim bir konuyu sormak istiyorum. Bu gün konuştuğumuz konuyla alakalı. Rükûdan kalkarken önceleri Allah’u ekber deniliyormuş bir gün Ebu Bekir (R.a) sabah namazına yetişmek için giderken elbisesi zayıf bir kişi görür ve elbisesini astarından ayırır astarı kendisi alır, elbiseyi o kişiye verir. Bu arada namazın farzına geç kalır. Peygamberimiz rükuya gitmiştir kalkmak ister fakat Cebrail onu engeller ta ki Ebu Bekir namaza yetişene kadar.
Abdulaziz Bayındır: Ne Cebrailler varmış
Yahya Şenol: Ebubekir namaza yetişince Elhamdülillah der, bunun üzerine Cebrail elini çeker, Peygamberimizde rükûdan Semi allahu limen hamideh “Allah hamdedeni işitir” diyerek kalkar. İşte o zamandan beri Semi allahu limen hamideh diyerek rükudan kalkılıyor diyerek anlatmış. Bunun bir kaynağı var mıdır?
Abdulaziz Bayındır: Bunun asıl kaynağı ne biliyor musunuz? Hocalar sizden bir şey istedimi ceketinizin astarı kalsın her şeyinizi verin demektir. Ya bu, ben çok hurafeler duydum ama bunu ilk defa duyuyorum. Siz duymuş muydunuz?
Yahya Şenol: Valla çok güzel ama yani…
Abdulaziz Bayındır: Ama müthiş…
Yahya Şenol: Bir de bu Tahhiyat ta Peygamberimizin esselamu aleyye demesi, kendisine dua edemez mi peygamberimiz. Kendisi demiyor mu bana bile ne olacağını ben bilmiyorum diye?
Abdulaziz Bayındır: Kendisine tabi ki dua eder. Kur’an’ı Kerim’de ayette okuduk ya, İsa aleyhisselam “esselamu aleyye” diyor ayette var.
Yahya Şenol: Birde bu Tahhiyatı okursanız şirk riski var diyen ortaya atıp gündem yapan kişi de Edip Yüksel bunu gizlemenize gerek yok. Açığa çıktığı için söylüyorum sadece. Kalkıp şimdi Edip Yüksel bana da bir reddiye yazmasın Youtube da.
Abdulaziz Bayındır: Yazsın, söylememişse söylesin güzel olur yani. Ben böyle bir şey söylemedim der ya da şu da olabilir. Başta öyle düşünüyor olabilir şimdi vazgeçer onda bir şey yok.
Yahya Şenol: Bir de son soru olsun. Bu sitede ki namaz vakitleriyle alakalı hata, diyor, ne zaman düzeltilecek? Onu sürekli soruyorlar her gün.
Abdulaziz Bayındır: Valla sorsunlar iyi yapıyorlar sorduklarına, biz de şimdi cevap veriyoruz. Namaz vakitleriyle ilgili biliyorsunuz geçen sene bir yayınladık ama bu sene yeni seyahatler yaptık ve yeni yeni çalışmalar yaptık. Bu oldukça zor bir süreçti gerçekten Cenabı Hakk’a sonsuz şükürler olsun şu anda namaz vakitlerinin hem gözle müşaadesi, göze görünmesi hem hesapla belirlenmesini tamı tamına birbirine uyacak hale, dün getirdik çok şükür. Dünden önce kriterlerinin falan hepsini koymuştuk, hesaplamalarını ben falan yapmıştım ama birde bu konuda geçen sene namaz vakitlerini takvimini düzenleyen arkadaşlarda çalıştılar Allah razı olsun. Enis Doku geldi burada çalıştı, Murat Mirasyedi, diğer arkadaşlarımız falan. Onlarda şu an çalışmalarını sürdürüyorlar. Şimdi şeyin gerçekten beni son derece mutlu eden bir şey ortaya çıktı. Onu inşallah yayınladığımız zaman göreceksiniz. O apayrı bir şey uzun uzun anlatmaya gerek yok onu. Hem hesap ki Kur’an’ı Kerim bunun hesabı olduğunu bize bildiriyor iki tane ayette. Ama o hesap şimdiye kadar ortaya çıkarılmış değil. Çıkarmak bayağı zaman aldı yani şimdi siz tüm dünyayı önünüze alacaksınız kutuptan kutuba kadar. Oradaki bütün coğrafi şekilleri, ışık hareketlerini, güneş ışıklarının yeryüzüne geliş açılarını ayet bunları emrediyor.
Bütün onları ortaya koyacaksınız ve işin en zoru da güneşin hiç batmadığı yerlerde namaz vakitlerini belirleyeceksiniz kolay olmadı. Bir de bir hata yapmışız biz geçen seneki şeyler doğru da bu sene yayında bir hata yapmışız. Yani 21 Martta takvimi değiştirmemiz gerekirken unutulmuş, fark ettik hemen geri çektik. Bu defa geri çekmişken bütün hesapları gözden geçirelim dedik hiç olmazsa. Artık inşallah öyle ümit ediyorum ki yani hesaplar bitti ama hesapların bitirilmesi demek hemen yayınlanması demek değil çünkü arkadaşlarımızda tekrar tekrar kontrol ediyorlar. Yani sadece Türkiye değil, Türkiye dışında ki birçok arkadaşımızı tekrar tekrar kontrol ediyor bir yanlışlık olmasın bir hata olmasın diye. Tabi ki hata yaparız yani insan, insanın olduğu yerde hata olmaz diye bir şey yok. Biz elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz ve bir de şunu inşallah yapmaya gayret ediyoruz. Her bir vakte tıkladıkları zaman onunla ilgili ayetleri ve hadisleri bulsunlar, resimleri bulsunlar. Geçen sene yapmadığımız şunu bu sene yaptık. Geçen sene 45 derece enlemden itibaren Kur’an’ı Kerim’e göre olması gereken vakitleri ilan etmiştik yaz ve Ramazan dolayısıyla. Diğer takvimlerle arasında büyük bir fark vardı. Birçok dostumuz diyordu ki: Ya hocam güneş tepede görünürken biz nasıl orucumuzu bozacağız? Şimdi bu bölgede yaşayanlar için problem değil ama 45 derece enlemin kuzeyine doğru gittiniz mi hele 50, 52 derece nasıl yapacağız diyorlardı? Şimdi biz hem şeyi koyduk astronomik olarak yani mevcut takvimlerin prensiplerine yakın olan yanlış takvimi de koyduk şeye takvimimize yani 45 dereceden itibaren yanlış olan, bak bu yanlıştır, bu vardır ama yanlıştır. Niye yanlıştırı da inşallah tıkladığı zaman görecekleri şekilde yazacağız henüz onu yazamadık. Bir de olması gerekeni koyuyoruz şimdi yani geçen dene ki koyduklarımızı, bu defa onların gerekçelerini hangi hadise, hangi ayete dayandıklarını çok net bir şekilde koyacaklar ve bu sene ilgili ayet ve hadislerle çok daha net bir şekilde ortaya çıktı. Zaten geçen sene de onları yazmıştık ama bu iş o kadar kolay değil yani ayeti oradaki matematik, coğrafyalarıyla birlikte anlayacaksınız ondan sonra güneşin hareketleriyle birlikte anlayacaksınız hepsi arasında tam bir uyum sağlayacaksınız. Kur’an ve sünnet arasında tam bir uyum oluşacak bu öyle iki dakikada oluşacak bir iş değil. Bu sene Allah’a şükür o da tamı tamına sonuçlandı ve şimdi dün arkadaşla konuşuyoruz o da inşallah işin matematik tarafının prensiplerini yazacak. Onların da hepsi belli oldu sadece yazma meselesi duruyor. Şimdi öyle ki bir matematikçi, matematik açısından itiraz etmek isterse onun cevaplarını bulacak. Birisi Kur’an açısından zaten itiraz edecek kimse çıkmaz ya o Kur’an ve sünnet açısından çünkü o konuda deliller çok açık sadece matematik açısından itiraz etmek isteyenler çıkabilirdi artık bu konuda kimse bu itirazı yapamayacak ama susacaklar manasında değil. Bir sürü ileri geri konuşacaklar gene olacak. Gene tutup astronomi kurallarını namaz vakitlerine uygulayacağız da uygulayacağız diyenler olursa desinler ne yapalım, yapacağımız bir şey yok. Birde bu sene ben şöyle kendi kendime bir karar aldım. Diyanet işleri başkanlığıyla falsan kesinlikle sürtüşmeye falan girmeyeceğim. Mesele bitti, ister uyarlar ister uymazlar. Efendim bir kere bir kurumla, bir kurumu âlim saymak dünyanın en büyük hatasıdır. Efendim Diyanet ne der diyorlar. Ben de onlara diyorum ki Diyanet hangi okuldan mezun olmuş? Hangi okuldan? İlkokul okumuş mu Diyanet? Okumuş mu? Hiç okumamış birisini ben nasıl muhatap alacağım kendime? Peki, Diyanetin namaz kıldığını göreniniz var mı? Oruç tutuyor mu Diyanet? Tutuyor mu? Ya kurum, kurumun böyle şeyi olur mu? Yarın Cenabı Hakk’ın huzurunda Diyanet hesap mı verecek? Böyle bir şeyi nasıl muhatap alabilirim? Bu sadece Hıristiyanlıkta olur. Onlarda da şu inanç vardır. İsa kilisede bulunur, kutsal ruh kiliseyi hatadan korur, derler. Kilise diye bir hükmü şahsiyet vardır. İslam da bunu şirk sayar bu da İslam’ın en büyük şeyindendir. Biz şimdi Diyanet’i muhatap aldığımız zaman o oyuna gelmiş oluruz. Diyaneti asla muhatap almayacağız bu sene ha ilim adamları ister Diyanette olsun ister nerede olursa olsun yani bir kimse ilim adamıysa falan yerde çalıştığı zaman onun ilmi artacak değil. Hiçbir yerde çalışmadığı zamanda ilmi kaybolacak değil. Dolayısıyla bize bu sene hiç kimse Diyanet kelimesi ile karşı çıkmasın bizden alacakları cevap budur. Söyleyeceğim şu hangi okuldan mezun olmuş kardeşim Diyanet? Sen Diyanet’in oruç tutuğunu hiç gördün mü? O kadar. Bu ilim meselesidir. Cenabı Hakka çok şükürler olsun bu konuyu Allah’ın Lütfüyle yüzde yüz çözdüğümüze artık inanıyorum. Yüzde yüz, yani şöyle bir iki hafta öncesine kadar yüzde yüz diyemiyordum. Çünkü bir sürü eksikler bir sürü şeyler var ama şimdi Allah’a şükür artık dünden itibaren yüzde yüz çözdüğümüze kesin inanıyorum. Ve ondan sonra elinde bir bilgisi olan varsa çıksın. O bilgisi olanın Müslüman olması gerekmez. Bundan dolayı hani matematiksel olarak buyursun gelsin söylesin çünkü bu vakitler namaz kılmayanlara da lazım. Bu bir vakit ölçüsüdür onları o zaman bilgisi olan herkes için açık olan bir şeydir ve işte şeyde olan şu anda bizi izleyen 45 derece enlemin kuzeyinde olan dostlarımızdan da ilaveten şunu bekliyorum. O güneşin batmadığı zamanlarda Kur’an’ı Kerim’den tesbit ettiğimiz bir takım gecenin oluşum özellikleri var ama bizim anlayamadıklarımızda vardır. Onlar sürekli orada yaşadıkları için gözlemlerini bizimle paylaşırlarsa bunun gelişmesine yardımcı olmuş olurlar.