Namazda Oturus

22 Haziran 2013 tarihinde yayınlandı. görüntülenme Mukayeseli İlmihal Dersleri

Elhamdulillahi Rabbil Alemin vel akibeti lil müttakin Vessalatu vesselamu ala Resulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.

Bugün herhalde namazla ilgili konuyu bitireceğiz, öyle anlaşılıyor, değil mi? Arkasından Ramazanı Şerif geliyor inşallah oruç konusuna bakarız. Bu derslerde, yakından takip edenler gördüler ki Kur’an’ı Kerim’de namazla ilgili her şey var. Cenabı Hak Namazın şeklini şemailini de tarif etmiş. Aslında tarif etmesine gerek olmadan şeyde Kur’an’ı Kerim’de bütün nebilere, namazın farz kılındığı ifade edildiğine göre ve Resulüllah sallallahu aleyhi ve selleme de onların yoluna uyma emri Enam 90. ayette verildiğine göre onlar nasıl kılıyorsa bizde öyle kılarız. Ama bugün siz görüyorsunuz yani Müslümanlar arasında çok değişik namaz kılanlar var. İşte mesela bir Şia var namaz kılarken anlına bir şey koyuyor, taş koyuyor. Bazıları rükuya varırken el kaldırıyor, rükûdan kalkarken el kaldırıyor. Bir kısmı bakıyorsunuz ki Ettahiyatu da otururken parmak böyle, bazıları böyle halka yapıyor, bazıları şöyle sürekli sallıyor. Şimdi biz sıradan bir Müslüman olarak bunun hangisini daha doğru diyerek şüpheleniyoruz kaldı ki Kur’an’ı Kerim bütün açıklığıyla ortada, Resulüllah sallahu aleyhi ve sellemin bütün hadisleri ortada. Şimdi böyle bir durumda, doğrusunu öğrenme ihtiyacı hâsıl oluyor. Namaz vakitleri meselesini de gayet iyi biliyorsunuz. İşte bugün Süleymaniye Vakfının çıkardığı bir takvim var, o takvimde deniyor ki imsak vakti ya da sabah namazı vakti çok erken ilan ediliyor, yatsının son vakti vardır deniyor. Onun dışında ki bütün takvimler onun zıddına söylüyor. Dolayısıyla, insanların zihni karışıyor acaba hangisi doğru? Şimdi biz böyle bir ortamda, beş vakit namazın her gün kılındığı ülkelerde yaşayan insanlar olarak, bir takım sorularla zihnimiz meşgulse Resulüllah sallahu aleyhi ve sellemin Mekke toplumunda gördüğü namaz, bunlar bir namaz kılıyor ama acaba Allah’u Teala’nın kıldığı namaz mıdır? Yahudilerin kıldıkları namaz var, Hıristiyanların kıldıkları namaz var. Şimdi bir de vakitleri var.

Biliyorsunuz Allah’u Teala Resulüllah sallahu aleyhi ve selleme Cebrail Aleyhisselamı bilgisine güvenilir bir destekçi olarak vermiştir. Onun için onun adına El- Rûhü’l Emîn emin diyor Allah’u Teala. Güvenilir ruh, oradaki ruh bilgi anlamına geliyor. Bilgisine güvenilir, güvenilir birisi, Cebrail aleyhisselamın bütün nebilere bilgi getiren bir melek olması Cenabı Hak tarafından da teyit edilmesi mesela şeyde biliyorsunuz işte (Tekvir suresi 21. ayet) “Kendisine güvenilir bir elçidir” deniyor Cebrail aleyhisselama. İşte ondan dolayı Allah’u Teala Cebrail aleyhisselamı göndermiş Resulallah Sallahu aleyhi ve selleme iki gün Kâbe-i Şerifin yanında beş vakit namazı kıldırmış Resulüllaha. Nesai’de belirtildiğine göre Cebrail önde, Resulüllah onun arkasında, Müslümanlarda Resulüllahın arkasında namaz kılıyor. Namazların vakitlerini gösterdikten sonra diyor ki: “Ya Muhammed bu senin ve senden önceki nebilerin namaz vakitleridir. Namaz bu iki vaktin arasındadır” diyor. Tabiî ki o namazı kıldırırken de vakitlerini belirtirken de doğrusunu öğretmiş oluyor. Hani şimdi bu açıdan baktığınız zaman, herhangi bir problem yok. Fakat şimdi insanlar, yani bizde şöyle bir şey var maalesef yerleşmiş bir din anlayışımız var ki Kur’an’ı Kerim’e yüzde yüz aykırı bir din anlayışı, Resulüllah sallahu aleyhi ve sellemden önceki dönemleri kesip atıyoruz. Hani siz çok iyi bilirsiniz, bir iktidar gelir sanki ondan öncekiler hiçbir şey yapmamış gibi işte enkaz devraldık der, dünyanın ilk iktidarı onlardır, sonuncusu da onlardır gibi. İşte bir Mekke toplumu anlatılır ki aklınıza hangi pislik gelirse oraya yığarsınız. Hâlbuki o toplum için Allah’u Teala Kureyş suresini indirmiştir yani Kur’an’ı Kerim’e baktığınız zaman evet yanlışlarından bahsedilen bir topluluk ama doğruları da var bir sürü. O toplumun ite orda Hac ve Ümre’nin yapıldığını Cenabı Hak bildiriyor ve bölgesinin en saygın insanları olduğunu Kureyş suresinden öğreniyoruz. Bizim kitaplarda anlatılan Kureyş kabilesine bırakın saygıyı hiç kimse insan demez. Öyle acayip bir hal, efendim kapılarda bayrak asılıyormuş ta, kadınlar müşteri çağırıyorlar mışta böyle saçmalık olur mu? Mekkke’nin fethinde peygamberimiz salllahu aleyhi ve selem Mekke sosyetesi diyeceğimiz hanımlarla Safa tepesinde toplaşmıştır. Onların başında da Ebu Sufyan’ın karısı Hint var. O toplantı da zina etmeyeceksiniz dediği zaman, ne cevap vermişti hatırlarsın değil mi Nazife? Ne demişti? Hiç hür kadın zina eder mi? Yani bu soru Hint’i şaşırtmıştı, bu ne biçim laf ya, bu sözü nasıl söylüyorsun der gibi, hiç hür kadın zina eder mi demişti. Şimdi burada toplum yapısı bu, işte bizde yanlış bir anlayış var Yahudi sıfırlanıyor, Hıristiyan sıfırlanıyor. Hâlbuki bu din tasdik edici olarak gelmiş olan bir dindir. İşte bu tasdik edicilik öncekilerin yanidoğrularını ortaya koyan ve devam ettiren bir dindir. Bir de ben bu arada size şunu da söyleyeyim o da çok önemlidir hani bir ayeti kerime vardır. Nahl suresi miydi? Ha Hicr suresi 15.sure (9. ayet) İnnâ nahnu nezzelnez zikre ve innâ lehu le hâfizûn” “O zikri biz indirdik koruyacak olanda biziz” O zikir nedir? Kur’an başka, başka nedir? Hicir suresi 9, Hicir suresi 15. sure. Bu zikir, Tevrat’a zikir deniyor mu Kur’an’ı Kerim’de? Deniyor. İncil’e deniyor mu? Deniyor. Nebilere indirilmiş bütün kitaplara zikir deniyor mu? O zaman o zikir dediğiniz zaman, hangi zikir olur? Âdem aleyhisselamdan bugüne kadar indirilmiş olan bütün kitaplar olur. “O zikri biz indirdik koruyacak olanda biziz” O zaman Kur’an’ı Kerim o zikrin neresi olur? Son yani müheymin deniyor ya, o zikrin son şeklidir. Yani Allah’ın korumuş olduğu kitap sadece Kur’an değildir ki, korunmuş kitap Tevrat’tır, korunmuş kitap İncil’dir, korunmuş kitap her şeydir. Korunmuş kitap hepsidir. (Hicr suresi 9. ayet) İnnâ nahnu nezzelnez zikre ve innâ lehu le hâfizûn” dendiği zaman “hepsi de korunmuş oluyor” diyor Allah’u Teala Kur’an’ı Kerim’le. Şimdi biz böyle gitmediğimiz için bir sürü soru, cevapsız kalıyor. Hemen diyor ki hadi bakalım Kur’an’ı Kerim’de namaz var mı diyor? Yani Allah’u Teala Kur’an’da her şeyini açıkladığı halde (Nahl suresi 89. ayet)“tibyanen li külli şey’in” olan Kur’an’ı Kerim’i başkasına muhtaç bir kitap olarak şey yapıyoruz. Hâlbuki Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellemin uygulaması gereken odur. Onun için (Maide suresi 49. ayet)“Ve enıhkum beynehum bimâ enzelallâhu” diyor. “Ittebiû mâ unzile ileykum min rabbikum” diyor. “Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet Rabbinden sana indirilene uy” deniyor. İşte bütün bu şeyler eksik kaldığı için Müslümanların zihni sorularla doludur. İşte o soruların içersinde hemen kitaplarda okursunuz, Kur’an’da namaz vakitleri çok mücmel olarak geçer. Yani mücmel ne demek? Çok özet, okusan bir şey anlamazsın demektir, açıklamayı Resulüllah yapmıştır derler. Güzel öyle diyorsunuz değil mi, hâlbuki Ku’an’ı Kerim namaz vakitlerini inanılmaz ayrıntıyla anlatmıştır.

İşte ekvatordan, kutuplara namaz diye biliyorsunuz yayınladığımız bir yazı var. Yaz vakitlerini çözebilmiştik ama kış vakitlerini çözememiştik yani Matematiğini yapamamıştık daha doğrusu. Allah nasip etti, onu da burada şimdi ilk defa söyleyeyim dün akşam geç vakitlere kadar çalıştık hamd olsun. Onun matematiği de ortaya çıktı, çok şükürler olsun. Çünkü hem matematiğinin yapılması lazım Allah’u Teala (İsra suresi 12. ayet ve Yunusu suresi 5. ayet)“hesabı bilesiniz diye” iki tane ayette ifade ediyor vakit hesabı ile ilgili kriterleri, ölçüleri koyuyor. O ölçüler hadiste yok, Kur’an’ı Kerim’de var. Kur’an’ı Kerim’le gittiğiniz zaman da hadisleri çok rahat bir şekilde anlama imkânınız oluyor. Ve ben şuna kesin inanıyorum, bizim bu namaz vakitleri takvimi ki kutup bölgesi daha tam olarak yayınlanmadı belki şu anda kontrol ediyoruz. Bunu tam olarak yayınladığımız zaman arkasından tüm ilim âlemi, bunu incelemeye alacaktır çünkü kutup bölgesi tanınmayan, bilinmeyen bir bölgedir. Kur’an’ı Kerim sayesinde orayı bilmiş oluyoruz. Şimdi bunu biraz fazla uzattık gibi gözüküyor, şundan dolayı uzattım Kur’an’da bir şey yok!!! Bakmazsan tabi bulamazsın kardeşim. Yani burada birisi yalan söylüyor ama kim? Allah’u Teala (Nahl suresi 89. ayet)“Sana bu kitabı her şeyi açıklasın diye indirdik” diyor. Bizim kitaplara bakarsanız açıklanmış değildir, der. O zaman kim yalan söylüyor? Allah’mı yalan söylüyor, o kitaplar mı yalan söylüyor? Hangisi yalan söylüyor? Tabi hiç kimse Allah yalan söylüyor diyemeyeceği için sen onu bırak diyor, duymazlıktan geliyor, görmezlikten geliyor. Böyle bir yapı içersindeyiz.

Şimdi son oturuş, son oturuşla ilgili hadisleri biraz sonra Cemal’den dinleriz. Son oturuşun yapılmasını emreden bir hadis ben burada göremedim. Siz gördünüz mü? Sadece Resulüllah son oturuşta neler yapardı, var yoksa namaz kılarken son oturuşu yapın diye bir ifade yok. Aslında olmasına da gerek yokta mesela insanlar şey yapıyor, şimdi isterseniz geçen hafta okuduğumuz bir ayet vardı. Birde Ali İmran 191’i okuyalım bu hafta. 74. sayfa “Allah’ı zikredenler ayakta, otururken ve cenpleri üzerinde, yanları üzerinde Allah’ı zikredenler” Zikir kelimesini burada anlatmıştık, bir anlamı, bir manayı, doğru bir manayı kafaya yerleştirmek ki doğru mananın iki kaynağı vardır, biri Kur’an’ı Kerim biri de tabiattaki ayetler. Kur’an’ı Kerim’in tamamı doğru olduğu için Allah’ın zikri oluyor, Allah’ın zikri tabiatta Allah’ın zikri oluyor, yaratan o olduğu için. Yani kaynağı Allah’a ait olan doğru bilgidir. Şimdi o doğru bilgiyi kafamıza yerleştireceğiz ve namazda iken zikretmek demek, bilgiyi harekete geçirmek demek, bilgiyi harekete geçirirken o bilginin bağlantılı olduğu tabiat ayetleri var onlarla birlikte düşünmek gerekiyor namazda. Çünkü Allah’u Teala şeyde, Taha suresinin 14. ayetinde “ve ekımis salâte li zikrî” diyor Musa aleyhisselama  “beni zikir için namaz kıl” Tabi biz Cenabı Hakk’ı zikrettiğimiz zaman o da bizi zikrediyor. Neydi o ayeti kerime? (Bakara suresi 152. ayet)“Fezkurûnî ezkurkum” “zikredin ki ben de sizi zikredeyim” diyor. Hatta (Tevbe suresi 67. ayet) “nesûllâhe fe nesiyehum” “İnsanlar Allah’ı unuttular, Allah’ta onları unuttu” yani siz Allah’la ilgilenmezseniz, Allah’ta sizinle ilgilenmez. (Muhammed suresi 7. ayet)“in tensurûllâhe yensurkum” “Yani siz Allah’ın dinine yardım ederseniz Allah size yardım eder.” Şimdi bizim Allah’ı zikirde ki bir kere şeyde her gün Cenabı Hakk’ı sürekli zikir halinde olmamız gerekiyor. (Ahzap suresi 41. ayet) “uzkurullâhe zirken kesîran” “Allahı çokça zikredin” Tamam da, bize bırakılacak olsa belki günlerce hiç aklımızın köşesinden bile geçmeyebilir günlük meşguliyetlerden dolayı onun için Allah’u Teala günde beş vakitte zikri farz kılmış, zikir namaz. Dolayısıyla, namaz kılarken Allah’ın ayetlerini düşüneceğiz, o ayetlerin tabiat ayetleriyle bağlantılarını düşüneceğiz ve kendimiz o bütünlük içersindeki yerimizi belirleyeceğiz, evet (Ali İmran suresi 191.ayet )“Ellezîne yezkurûnallâhe” bak burada diyor ki Ellezîne yezkurûnallâhe zikir sadece namaz değil tabi bütün hayatımız boyunca karşımıza çıkan her olayda Allah’ın ayetlerini hatırlamamız lazım. Ama bir de zorunlu olarak her Müslüman’ın günde beş defa, bakın sabahleyin kalkarken daha hiç işe başlamadan namaz kılıp Cenabı Hakk’ın emirlerini zihnimizde şey yapacağız ve tabiatla ilişki kuracağız. Öğle de öyle, ikindi de öyle günün sonuna doğru. Gecenin ilk başlangıcı olan akşamda öyle, yatmadan önce öyle beş kere mecburen, bir de gece uyandıktan sonra kalkar zikredersiniz tabiatla bir bütünlük içersine giriyorsunuz ve bilgilerinizi Kur’an’ı Kerim’le kontrol etmiş oluyorsunuz. Şimdi bu zikirler iki şekilde olur birisi şekilli olan zikir, birisi herhalde yapılan zikirdir. Şekle bağlı olan zikir, namaz. Onun için “Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen” “Allah’ı ayakta zikredenler” işte namazda ayakta “ve kuûden” “oturarak” “ve alâ cunûbihim” “yanları üzerinde” ki geçen hafta göstermiştim yanları üzerine zikir, rüku ve secde şeklinde olur. Yanları kelimesi el ve ayaklardır, burada bir deve kesimini göstermiştik. Kesilen hayvan, hangi hayvan olursa olsun kestiğiniz zaman (Hacc suresi 36. ayet) “fe izâ vecebet cunûbuhâ” “cenpleri hareketsiz hale geldiği zaman” Kesilen hayvanın hareket eden organları hangileridir? El ve ayakları şey gövde sıçrar mı yukarıya doğru? El ve ayakları hareket eder. El ve ayakları hareket ettiği, o zaman “fe izâ vecebet cunûbuhâ” dendiği zaman cenpler ne olmuş olur? El ve ayaklar olmuş olur. Şimdi Allah, oradan bize bir örnek vererek cünubun ne demek olduğunu anlatmış oluyor. Çünkü Kur’an’da her şeyin bir örneği vardır. O zaman (Secde suresi 16. ayet) “Tetecâfâ cunûbuhum anil medâcıi” diyor değil mi?“yanları yataktan uzaklaşır” Kim için söyleniyor? Uykudan uyanan insanlar için söyleniyor. Şimdi Tetecâfâ uzaklaştığına göre demek bu insan kalkıyor yataktan, yataktan kalkmak için neyden yardım alarak kalkarız, el ve ayaklarımızdan. Eli ve ayağı olmayan biri için yataktan kalkmak mümkün müdür? Mümkün müdür? İmkânsız. Peki, ölümle uyku arasında bir ilişki kuruyor mu Kur’an’ı Kerim? O zaman uyuyan bir kişi (Hacc suresi 36. ayet) “vecebet cunûbuhâ” yani eli ayağı yere yapışmış gruba girer mi, girmez mi? Yani elimiz ayağımız hareketsiz olarak yatağın üzerinde duruyor mu? İşte o (Secde suresi 16. ayet) “Tetecâfâ cunûbuhum anil medâcıi” harekete geçmeye başladığı sanki bir ölünün dirilmesi gibi oluyor, zaten Kur’an’da da ölüm uykuya benzetildiği için. O zaman bizim cunubumuzun da el ve ayak olduğunu buradan da anlıyoruz, değil mi? Öyleyse (Ali İmran 191. ayet) “ve alâ cunûbihim” diyorsa ayeti kerime “cenpleri üzerine” diyorsa, o zaman rüku ve secde kollar ve bacaklar üzerine olur. Bunu geçen hafta anlatmaya çalışmıştık. Şimdi bunun üzerinde biraz daha duruyorum çünkü bu meseleleri hep şimdiye kadar ki tecrübelerimden gördüm, bazen yıllarca anlatıyorum, yıllar sonra diyorlar ki; ha… Şimdi anladım. Ben hâlbuki çok önce anladığını zannediyordum.

Şimdi (Ali İmran 191. ayet) “kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim” “ayakta, oturarak ve yanları üzerine Allah’ı anacaklar” Şimdi oturarak anmanın iki şekli var, bize gelen rivayetlerden görüyoruz. Bir geçen hafta anlatmıştık işte bugünkü dersimiz oturma. Geçen hafta oturma neydi? İki secde arasındaki oturmaydı, değil mi? Yani çünkü ayakta kılıyorsun namazı, rükuya varıyorsun, şeydeki Nisa suresi 103. ayetteki “Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe” “O namazı kılarken” eddeytumu salate demektir 17.39.  “O namazı kılarken Allah’ı ayakta, oturarak ve yanlarının üzerinde anın” Bir rekâtlık namaz o, orada oturmaktan bahsettiği için, şurada ben göstereyim de geçen hafta anlaşılmamış, bazı kimseler tarafından. Tam olarak anlaşılsın, göstermeden olmuyor. Resulüllahta ayakkabı ile kılıyordu namazını biliyorsunuz. Şimdi şeyde Nisa suresinin 102. ayetinde “Sefer halinde eğer bir korku söz konusu olursa bir rekâta düşürülebileceği” ifade ediliyordu. 103. ayette de neydi ayetin metni? “Fe izâ kadaytumus salâte “O namazı kılarken” yani o bir rekâtı kılarken“fezkurûllâhe kıyâmen” “ayakta Allahı anın” “ve kuûden” “oturarak” “ve alâ cunûbikum” “ve yanlarınız üzerinde” yanların ne demek olduğunu anlattık el ve ayaklar. Bu niye bir rekât diyoruz. Çünkü arkasından diyor ki; “korku geçerse” yukarıdaki ayete atıfta bulunuyor. “fe ekîmus salât” diyor “namazı tam kılın” diyor. Yani azaltmayın rekât sayısını. Şimdi kıyamen böyle tamam, işte ellerimizi bağlamış olsak ta kıyamen olur, yanda da olsa kıyamen olur. Bu el bağlama yanda bunu şey yaptık değişik rivayetler olduğunu gördük. Şimdi (Nisa suresi103. ayeti) “ve alâ cunûbikum” da şöyle şimdi yani şu gövdeyi düşünün (Secde suresi 16. ayet) “Tetecâfâ cunûbuhum anil medâcıi” uykudan uyanırken önce el ve ayaklar hareket eder. Şöyle dolayısıyla şu gövdeyi kol ve bacaklar üzerine yatırıyoruz. Mesela; şöyle yapsak rükû yapmış oluyor muyuz şöyle? (Ellerini rükûdayken serbest bırakıp) Olmuyor. Niye? Çünkü gövde sadece cenbeyin üzerine oluyor, cünup üzerine olmuyor.

Bir katılımcı: Dengesiz oluyor.

Abdulaziz Bayındır: Yok yok, gelen rivayetleri kastediyorum, mantık değil yani Resuüllahtan gelen hadislere göre böyle secde olmaz. E.. niye? Ellerini dizlerine koyacaksın ki gövde kolların üzerine de indirilmiş olsun. Böyle olduğun zaman kolların üzerine binmiyor ki gövde, kolların üzerine binmesi için ellerin dizler üzerinde olması lazım. Böylece gövdeyi kol ve bacaklar üzerine yükledim mi şimdi? Böyle olsa gene olmuyor çünkü dengesiz bir yüklenme oluyor. Onun için Resulüllah demiş ya şurayla(baş) sırt dümdüz olacak diye. Ondan sonra Semi Allahu Limen Hamideh diye kalkıyoruz. Niye kalkıyoruz? Neydi ayet okumuştun Enes Alimoğlu?

Enes Alimoğlu: “Okuduğu ayeti duyamadım.”

Abdulaziz Bayındır: (Yusuf suresi 100. ayet) “harrû succedâ”, “harrû succedâ” demek ayaktayken secdeye varırlar yani secdeye rükûdan varılmaz. O zaman harrû succedâ emri yerine getirilmez. Harrû olması için ayaktan secdeye varmak lazım. Onun için rükûdan secdeye gitmiyoruz. Evet, şimdi secdeye vardık, şimdi bu durumda ben ne yapıyorum? Gövdeyi gene kol ve bacaklar üzerine yüklemiş oluyorum. Böyle yapsam(kolları dirsekler kadar yere yaydı), böyle yaptığımda kollarım etkisiz kalıyor, değil mi? Kaldırabilirim de hiç önemli değil ama kolların etkili olması için böyle olmak zorunda. Ve şimdi ondan sonra oturarak diyor, bir rekâtta oturabileceğim bir tek yer var burası. Çünkü niye? Nisa suresi 102. ayetinde bir rekât namaz kılanlar için diyor ki Allah’u Teala: “Secdeye vardıkları zaman geriye gitsinler” yani cepheye geçsinler diyor. Buradanhemen gidersem birinci secdeden kuud yapmamış olacağım değil mi? Kuud uda emrediyor Allah o bir rekâtta.Secdenin arkasından hemen de gitmem lazım. Mecburen iki secde yapacağız. vardımİki secde niye farz? İşte bundan dolayı işte bunda bir kuud var burada oturuyorum. Ondan sonra tekrar mecburen secdeye vardım, sonra kalktım. Şimdi buralarda zikir yapmak zorundayım, secde de zikir yapacağım (Ali İmran suresi 191.ayet )“Ellezîne yezkurûnallâhe” diyor. Buralarda Kur’an okuyamam, onun ayetleri vardı daha önce konuşmuştuk. Şimdi böyle oturduğum zamanda zikir yapacağım yani kuuden yani iki secde arasında da zikir yapacağım. Onun için Resulüllah “Allahummağfirli” “Ya Rabbi beni affet! Ya Rabbi beni affet!” Diyordu, işte bu bir zikir. Dolayısıyla, oturduğum zaman vücudun biraz rahatlaması lazım. Zikir yapabilmek için zikir ne demek yani kafa ne dediğini bilmem lazım. Vücut hareketliyken ne dediğimi düşünecek durumda olur muyum? O zaman itminan gerekli yani vücudun rahatlaması lazım yani rahatlayacaksın ki ne dediğini bilesin. Şimdi bu bir rekatta ki kuud . O zaman iki secde arasındaki oturma ne oluyormuş? Farz oluyor, değil mi? Bu şekilde secde yapılır mı? Oturma yapmadım, değil mi? O namaz olmaz, öyle namaz olmaz yani. Peki, rükûdan kalkmadan, adam secdeye gitse namazı olur mu? Olmaz çünkü secdeye ayaktan gidilir. Çünkü ayetler öyle söylüyor. Dolayısıyla, bu hükümlerin tamamı Kur’an’ı Kerim’de varda, maalesef bizim gelenek Kur’an dışında oluştuğu için bunları ortaya çıkarmak o kadar çok zamanımızı alıyor ki yıllarca uğraşıyorsunuz ancak şey bulabiliyorsunuz. Şimdi bu bir rekâtın kuudu tamam, peki, bir de şeyde Allah’u Teala ne dedi? Ali İmran 191’de “Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim” şimdi bir rekatın iki secdesi arasında oturmayı anladık orada çünkü namaz bir rekata düşüyor. Fakat oradaki o iki ayeti düşünmeden, direk olarak bu ayeti düşündüğünüz zaman bir başka kuudu aklınıza getirirsiniz, bir oturma olmalı yani. Çünkü orda (Nisa suresi 103. ayet) “mutmain olduğunuz zaman namazı tam kılın” dediğine göre o tam namazında bir kuudu olması lazım. O tam namaz bakıyoruz ki, mesela tam namaz dediği Resulüllah iki rekât kılmış.

(Nisa suresi 102. ayet) “Ve izâ kunte fîhim fe ekamte lehumus salâte” ikame kelimesi ile ifade ediyor.

Enes Alimoğlu: (Nisa suresi 102. ayet) “Ve izâ kunte fîhim fe ekamte lehumus salâte”

Abdulaziz Bayındır: Ayetin başını da hatırlattı Enes Alimoğlu. (Nisa suresi 102. ayet) “Ve izâ kunte fîhim” “Ya Muhammed sende onların içersinde olursan” O yolcular, karşıya düşman çıkmış namazı kısaltabilirler yani yolculuktaki namazı diyor, iki rekâtı kısaltabilirler. “Sen onların içinde olurda, onlar için namazı tam kılarsan” yani her iki tarafta gelip senin arkanda kılsın diye, tam kılarsan fe ekamte diyor. Öbürleri vel tekum diyor kame fiiliyle bu ikame fiili ile. Ondan sonra Arapça bilenler açısından bunları söylüyorum. Ondan sonra şey öbür tarafta da (Nisa suresi 10. ayet) “fe izatma’nentum fe ekîmu” diyerek gene ikame fiiliyle emir veriyor.

Ondan sonra da şey öbür tarafta da şimdi bu tamam bu iki ayet arasında ilişki kurduğunuz zaman akla gelecek şey, mutlaka olması gereken şey, akla gelecek şey değil. Ama birde Ali İmran 191 var, “Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen” tamam, (elleri)bağlarsın ya da salıverirsin o fazla önemli bir şey değil yani önemli olan ayakta durmandır. İşte az önce “kuûden ve alâ cunûbihim hoca cunibikum dedi” burada iki şey akla gelir, iki secde arası ki burada iki secde arasını söylemem biraz zordur, orda da öbür ayette de başkasını söylemen imkansızdır. O zaman öyleyse namazların her bir bölümünün iki rekât olduğu anlaşıldığına göre her iki rekâtın arkasından bir oturmak gerekir. Çünkü oturduğun zamanda Allah’ı zikretmeyi Cenabı Hak emrediyor. Bu sebeple bütün bunlar, niye serpiştirilmiş Kur’an’ı Kerim’e derseniz, ya gerek yok ki, zaten Âdem aleyhisselam’dan beri yapılan bir ibadettir bu. Cebrail aleyhisselam’da gelmiş yanlışları falan varsa düzeltmiş, tamam, bitti. Ama Kur’an’ı Kerim’de de bunun, Allah’ın istediği şekilde yapılması için de serpiştirilmiş emirler. Şimdi hadisleri bir okuyalım, sonra mezheplere

Yahya Şenol: “Ne dediğini anlayamadım 36. 37”

Abdulaziz Bayındır: Şey mezheplerde var değil mi?

Yahya Şenol: Yok yani Kur’an’ı Kerim’den nasıl anlarız diye.

Abdulaziz Bayındır: Onu bilmiyorum, o konuda bir şey söyleyemem yani ilk de son zaten ilk ka’de nafile namazlarda yok nafile namazların her iki rekâtında ka’deler farzdır. Doğrusu ilk ve son ayırımının neye dayandığını ben bulabilmiş değilim.

Yahya Şenol: Peygamberimizin hani unuttuğu zaman sehiv secdesiyle telafi etmesinden anlaşılıyor farz olmadığı, farzın terki çünkü namazı iptal ediyor ya.

Abdulaziz Bayındır: Buradaki o rivayetler üzerinde de durmak lazım. Ben o konuyu tam kavrayabilmiş değilim yani farz namazlardaki birinci oturuş ile son oturuşu birbirinden niye ayırıyorlar. Yani onu ben henüz kavrayabilmiş değilim ama sizin bildiğiniz şeyler varsa onun üzerinde duralım, iyi olur. Zaten böyle herkes bir şey…

Bir katılımcı: “… anlayamadım” nafile namazlarda….

Yahya Şenol: Farz değil işte, farz namazlarda da farz değil, teşehhüd birincisi.

Abdulaziz Bayındır: Farz namazların dışında iki rekâttır namazlar, dört rekâtlık namaz yoktur. Bizim dört rekât diye kıldığımız namazların hepsi iki artı ikidir. Farzın dışında ki bütün namazlar öyledir. Dolayısıyla, onlarda ki ka’de mezheplerde de farzdır yani ilk ve son diye bir ayırım yoktur yani iki rekâttır ve…

Bir katılımcı: Hocam birincisi vacip diye geçiyor ya onu yapmazsak “…anlayamadım…”

Abdulaziz Bayındır: O farz namazlarda, nafilelerde değil. Yani farz namazlarda dört rekâtlık farz namazlarda…

Yahya Şenol: Bir şeyin sehiv secdesi ile telafi edilebiliyor olması onun farz olmadığını gösterir. O şekil bakmanız lazım olaya, sehiv secdesi ile telafi edilebiliyorsa farz değil ama siz rükuyu terk ederseniz sehiv secdesi ile onu telafi edemezsiniz, namaz gider yani baştan kılmanız lazım.

Abdulaziz Bayındır: İşte o konudaki rivayetler Resulüllah “Birinci ka’de yi unuttu ve sehiv secdesiyle onu telafi etti” şeklindeki rivayetler üzerinde biraz durmak lazım yani. Tamam, şimdi şöyle bir şey yapalım, şimdi hadisleri de okuyarak olayı tamamlayalım sonra mezheplerin görüşlerini şey yapalım ki herkes tam olarak meseleyi kavramış olsun.

Cemal Necim: Bismillahirrahmanirrahim. Arapça konuşuyor.

Abdulaziz Bayındır: Evet, şimdi İbn-i Ömer, yani Ömer (r.a)’nın oğlu demiş ki Resulüllah salllahu aleyhi ve sellem bu defa hadisleri ben de aldım, dinlerken dikkatim dağılıyor yoksa iki de bir sormam gerekiyor Cemal’e böyle daha rahat oluyor benim için. Diyor ki, şeyde Resulüllah salllahu aleyhi ve sellem demişki teşehüd diyoruz ya son oturuş ya da ilk oturuş, oturduğu zaman Resulüllah salllahu aleyhi ve sellem sol elini sol dizinin üzerine, sağ elini de sağ dizinin üzerine koyar, şöyle bir otuz beş şeklinde bir şey yapardı. Elli üç neyse, bu şekil nasıl otuz oluyor bu? Elli üç, ha tamam, yapardı, diyor. Bununla da işarette bulunuyordu.

Yahya Şenol: Diğerleri yumulu bu dizin üstünde açık parmak.

Abdulaziz Bayındır: Şöyle oluyor ha bi dakka, bu eli buradan oluyor, böyle, zor iş ya neyse.

Cemal Necim: Arapça konuşuyor.

Abdulaziz Bayındır: Ha… Diyor ki; daha önce Arapların bir şeyi vardı, parmaklarıyla yaptıkları rakamlar vardı işte parmak hareketleriyle bir takım rakamları ifade ederlerdi. Şöyle olduğu zaman bu elli üç demektir. Şöyle yaptığın zaman elli üç anlamına geliyor. Yoksa ben hakkaten anlayamadım nasıl olduğunu. Bu elli üç demekmiş, çok güzel, evet. Böyle yapardı diyor Resulüllah salllahu aleyhi ve sellem. Araplar buna elli üç diyorlarmış. Bu şekilde şey yaparsanız elli üç diyorlarmış.

Cemal Necim: Arapça konuşuyor.

Abdulaziz Bayındır: İkincisinde aynı durumu anlatıyor fakat başka ifadelerle yani şu şekilde yapılıyor ve dua yaparken böyle dua ediyor.

Cemal Necim: Arapça konuşuyor.

Abdulaziz Bayındır: Yani az önce söylemiş olduğunu ikinci rivayet açıklamış oluyor. Yani şu şekilde yapardı açık olarak elli üç demiyor yani.

Cemal Necim: Arapça konuşuyor.

Abdulaziz Bayındır: Resulüllah işte teşşehüdde dua ederken parmağını böyle işaret eder ama hareket ettirmezdi, bazıları böyle yapıyor ya, hareket ettirmezdi bu şekilde yapardı, diyor.

Cemal Necim: Arapça konuşuyor.

Abdulaziz Bayındır: Resulüllah bir kişinin Ettahiyatu okurken şöyle dua ettiğini görmüş, (iki işaret parmağı da açık gösteriyor Bayındır hoca) Resulüllah demiş ki, teke indir, iki tane ne oluyor yani hakikaten şirki ifade ediyor.

Cemal Necim: Arapça konuşuyor.

Abdulaziz Bayındır: Abdullah İbn-i Mesud rivayet etmiş, diyor ki: “Biz namaz kılarken Esselamu Alallah derdik yani Allah’a selam olsun diye şey yapardık diğer insanlara selam vermeden önce Resulüllah sallallahu eleyhi ve sellem de demiş ki: “Öyle demeyin Allah’ın kendisi zaten selamdır esselamu alallah demenin anlamı yok şöyle diyin demiş. Biriniz namazda oturduğu zaman şöyle desin Ettehıyyâatü lillahi vessalevâatü vettayibâatü esselâmüaleyke eyyühennebiyyü ve rahmetüllâhi ve berakâatühu esselâamü aleynâa ve alâa ıbâadillâhis salihıyn. Bunu dediği zaman diyor hadiste, her salih kul göklerde olsun yerde olsun, her salih kula bir selam vermiş olur onunla ilgili iyi niyetlerini ortaya koymuş olur. Yani meleklere karşıda bir selam görevini yapmış olur, insanlara karşı da. Ondan sonra Eşhedü ellâa ilâahe illallâah ve eşhedü enne Muhammeden abdühüü ve rasülülüh. Bunu dedikten sonra da hangi duayı yaparsa yapsın demiş, Resulüllah salllahu aleyhi ve sellem, aklına gelen her türlü duayı yapabilir demiş.

Cemal Necim: Arapça konuşuyor.

Abdulaziz Bayındır: Şimdi az önceki şeyin mealini vermedik. Tahiyya kelimesi mesela şeydir. Araplar bunu birbirlerine selam verirken de bu kelimeyi kullanırlar. Hayyek Allah ne demek? Allah ömürler versin. Türkçede bunu kullanırız değil mi yani Allah hayırlı ömürler versin. Mesela; günaydın da bunun gibi bir şeydir yani günün aydın olsun. Hayırlı akşamlar demek, yani zamanın güzel olsun gibi bir takım dualardır. Ama Hayyek Allah, biraz daha şeydir Allah sağlık ve afiyet içersinde tutsun diye. Peki, Ettehiyat, hatta Tahhiyaten, Tayyibeten diye var “size birisi bir tahhiye de bulunursa, birisi size sağlık ve afiyet olmanız içersinde olmanızı dua ederse siz ona daha iyisini isteyin” biz onu selam diye tercüme ediyoruz genelde. Peki, Allah’a esselamu aleyke denmediği halde Tehıyyâatü lillahi ne oluyor? Yani Ettehıyyâatü lillahi ne demek oluyor? O zaman bunu ancak şöyle anlayabiliriz, sürekli canlı olmak, ölümsüzlük Allah’a mahsustur. Onun dışındaki herkes (Ali İmran 185. ayet) “Her canlı ölümü tadacaktır” Sürekli canlılık Allah’a mahsustur. Vessalevâat salatların her birisi de Allah’adır, namaz da Allah’adır, ibadetler Allah’adır, bütün bunlar Allah için yapılır. Vettayibâat bütün güzellikler Cenabı Hakk’a aittir. Esselâmüaleyke eyyühennebiyyü Ey nebi sana selam olsun. Şimdi bu Esselâmüaleyke biz Resulüllah sallallahu aleyhi ve selleme selam veriyoruz, hani geçen hafta şey yapılmıştı. Bazıları çıkıp diyormuş ki, Resulüllaha selam vermek şirktir, diyormuş. Kur’an’ı Kerim Resullere verilen selamlarla doludur. Sadece Resulüllah  sallallahu aleyhi ve selleme değil, (Meryem suresi 15. ayet)“Ve selâmun aleyhi yevme vulide ve yevme yemûtu ve yevme yub’asu” diye şeye, Yahya aleyhisselamla ilgili olarak şeyde, Meryem suresinde, işte “Ona selam olsun doğduğu günde ..” mesela; her aşrı şerifin arkasından (Saffat suresi 180. ayet) “Subhâne rabbike rabbil izzeti ammâ yasifûn”(Saffat suresi 181. ayet) “Ve selâmun alel murselîn” Kur’an’ı Kerim’de var “Bütün resullere selam olsun” yani (Saffat suresi 109. ayet)“ve selamun ala İbrahim” çok sayıda var (Saffat suresi 120. ayet) “ve selamun ala Musa Harun” çok sayıda ayet var Kur’an’ı Kerim’de buna şirk diyen bir kişi herhalde Kur’an’ın dışında bir dinin peşinde olmalı ya da bilmeden söylemiş  olması lazım. Bilmeden söylüyorsa tövbe eder.

Yahya Şenol: Namazın ruhuna aykırı diyorlar.

Abdulaziz Bayındır: Namazın ruhunu onlar mı tayin ediyor. Namazı, Allah’u Teala zikir için emretmiştir. (Taha suresi 14. ayet) “Ekimis salat eli zikri” diye. Şimdi Kur’an’ı Kerim’de geçen her şey zikir olduğuna göre bunun aykırılığı nerden çıkarıyor, yani başka yerde namazın ruhunu birisi tarif emiş olmalı Kur’an’ın dışında ki aykırı demiş olsun.

Yahya Şenol: Önümde onların bir yazısı var, hadisler mi bitsin acaba?

Abdulaziz Bayındır: Tamam,

Yahya Şenol: Niye şirk dedikleri yazıyor.

Abdulaziz Bayındır: Tamam, oku o zaman niye şirk dediklerini anlayalım. Hiç olmazsa bilerek cevap verelim.

Yahya Şenol: Şimdi o Tahhiyatın anlamını vermişler önce. Hani burada şeyi büyük yazmışlar Esselâmüaleyke eyyühennebiyyü diye. Diyor ki, önce bir defa namazın ne olduğunu hatırlamak gerekir. Namaz, yalnız ve yalnız Allah’a yönelerek yapılan, sadece ona niyaz edilen ve bu niyazında gönülden ve bedenle hüşu içinde ifade edildiği bir ibadettir. Dolayısıyla, namazda Allah’ın yanında başka hiçbir şeye dua edilmez, Allahtan başka hiçbir şey ve hiçbir kimse de muhatap alınmaz.

Enes Alimoğlu: “49.46 ne dediğini anlayamadım”

Yahya Şenol: Tamam, bak, başka kimse muhatapta alınmaz, diyor.

Abdulaziz Bayındır: Ne demek muhatap alınmaz?

Yahya Şenol: Tekbirden selama kadar namazda tek muhatap Allah’tır.

Abdulaziz Bayındır: Delil ne?

Yahya Şenol: Peygamberde olsa namaz içinde hiç kimse muhatap alınamaz ona seslenilemez. Bütün bunlar namazın yerine getirilmesi yerine getirilmesi zorunlu olan hareketlerinden olup, Rabbimiz de, Allah ile birlikte bir başkasına yakarmayın diye çok açık ve net bunları emretmiştir.

Abdulaziz Bayındır: Herhalde Cin suresindeki ayeti kastediyor.

Yahya Şenol: (Cin suresi 18. ayet) “Ve ennel mesâcide lillâhi fe lâ ted’û maallâhi ehadâ”

Abdulaziz Bayındır: “Ve ennel mesâcide lillâhi” “Bütün mescitler Allah’a aittir” “fe lâ ted’û” “dua etmeyin” Ne demek dua etmeyin? Dua etmek, istekte bulunmayın yani. “maallâhi ehadâ” “Allah’la birlikte bir başkasından bir şey istemeyin.” Allah’la, Allah’ın yanında bir başkasından bir şey istemek ne olur? (Fatiha suresi 5. ayet) “iyyâke nestaîn” e aykırı olmuş olur. Şimdi bazıları namaz kılarken şeyhlerini gözünün önüne getiriyorlarmış, önce şeyhlerinden istiyorlarmış sonra Allah’tan, işte Allah’u Teala bunu söylüyor yani bu şirk olur, Tahiyatta da bunu yapıyorlarmış falan. Şimdi Allah’la birlikte bir başkasından istemek mescitlere has bir olay değildir. Hayatın tamamında bu böyledir. Yani(Fatiha suresi 5. ayet) “İyyake na’budu ve iyyâke nestaîn” “Ya Rabbi kulluğu yalnız sana yapar yardımı yalnız senden isteriz” her zaman oluyor. Ama (Nisa suresi 86. ayet)“Ve izâ huyyîtum bi tahıyyetin fe hayyû bi ahsene minhâ ev ruddûhâ.” Diyor. “Birisi size sağlık dileklerinde bulunur, selam verirse ona ya onun yaptığı gibi ya da daha güzeliyle karşılık verin” diyor. Sonra o okuduğumuz ayetlerde işte selamla ilgili çok sayıda şey var. Az önce okuduk ayetleri. Burada selam birisinden bir şey istemek değil, birisi için bir şey istemektir. Kimden? Allah’tan. Dolayısıyla, Allah’ın yanında bir başkasından bir şey istemiyoruz. Bu ayetin buna delil olmasına en küçük bir ihtimal söz konusu olamaz. Burada Resulüllahtan bir şey isteyen olursa, tamam. Ya Resulüllah bana şefaat diyorsa kişi orada, o zaman o duruma girer yani Allah’la beraber bir başkasından bir şey istiyor olur. Bana şefaat et demek, ne demek olur? Yani beni Allah’ın elinden kurtar demek olur, hâşâ. Tabi bunun kabul edilmesi mümkün değil.

Yahya Şenol: Müslümanlar, namazda Tahhiyat okuyan Müslümanlar, Esselâmüaleyke eyyühennebiyyü demek suretiyle, namazlarının içinde direk Peygamberi muhatap almakta sanki Peygamber karşılarındaymış gibi ona selam vermektedirler. Allah her yerde ve her zaman hazır ve nazır olduğu için, her yerde ve her zaman onu anmamız gerekir. Ama ya Peygamber!!! (Yani böyle bir şey yokmuş anlamında) Allah’la sanki yüz yüze yapılan bir diyalogda Peygamberin ne işi var?

Abdulaziz Bayındır: Şimdi Allah’la diyalog mu yapıyor bunlar?

Yahya Şenol: Allah’ın huzurunda

Abdulaziz Bayındır: Diyalog mu oluyor bu? Allah’la karşılıklı konuşma mı var? Böyle bir şey söz konusu değil yani, bir. İkincisi de Esselâmüaleyke selam sana ifadesi Arapçanın bir yapısı bu Türkçede de var. Mesela; adam rahmetli babasını hatırlar, ne der? Der ki, baba sen ne iyi bir adamdın ya der. Allah seni gani gani rahmetine gark eylesin der. Seni derken babasını karşısındaymış gibi düşünür yoksa babasını diri falan düşündüğünden değil. O bir ifade tarzıdır, konuşma tarzıdır. Hatta yanında olmayan bir insan içinde; ya sen neymişsin be! Senden neler öğrendik diye bir kendi hayalindeki kişiyi karşısına alır konuşur. Bu bir ifade tarzıdır. Yani bunun Resulüllahı canlı hissediyor, karşısına alıyor, konuşuyor demenin bir alemi yok çünkü Resulüllah sallahu aleyhi ve selem vefat etmiştir. (Zümer suresi 30. ayet) “İnneke meyyitun ve innehum meyyitûn” diyor. Şimdi Allah’u Teala ölmüş olan Resullere Kur’an’ı Kerim’de selam verdiğine göre, selam verdiğine göre, o zaman demek ki bizde selam veririz.

Yahya Şenol: Bir de şey denmiş. Sahabelerin bazıları Peygamberimizin vefatından sonra Esselâmüaleyke ibaresini değiştirmişler Esselâmüalelnebiyi ve rahmetullah diye

Abdulaziz Bayındır: Esselâmüaleyke ye Esselâmüalelnebiyi demenin bugünde hiçbir sakıncası yok. Esselâmüaleyke desende eyyühennebiyyü demiş oluyorsun, Esselâmüalelnebiyi dediğinde de mana aynı değişen bir şey yok.

Yahya Şenol: Ona gıyabında dua etmiş olursun ama onu muhatap almak diyor problem.

Abdulaziz Bayındır: Peki, şimdi o zaman bu ifadeyi dayandığı bir delil yoktur ben size söyleyeyim yani bu sahabenin bazısı.

Yahya Şenol: Buhari’de geçiyor.

Abdulaziz Bayındır: Buhari de mi geçiyor? Şimdi ya da şöyle söyleyeyim bir şeyin Buhari de geçiyor olması doğru olduğu manasına gelmez. Şimdi diyecekler hemen sözü değiştirdin, Niye değiştirdiğimi söyleyeyim ben size. Düşünün ki siz Rasulüllah sallallahu aleyhi ve selemin arkasında Medine de ki mescitte namaz kılıyorsunuz, önde Resulüllah siz de onun arkasında ona uymuşsunuz, o ordayken Esselâmüaleyke dediğinizi duyuyor mu? Ha orda kılmışsın, ha da şöyle de diyelim. Tek mescit orası değildi diğer mahallelerde vardı, Resulüllah hayattayken bir başka mahallede namaz kılan bir kişi Esselâmüaleyke dediği zaman yanında olmayan bir adama hitap etmiş olmuyor mu? Ya da Mekke de namaz kılan bir kişi Esselâmüaleyke dediği zaman yani yanında mı olacak o sıraki Resulüllaha hitap etmiş olsun. Esselâmüalelnebiyi o zamanda diyebilirlerdi, Resulüllahın mescidinde namaz kılarken de diyebilirlerdi başka zamanda diyebilirlerdi, hiçbir sakıncası yok, hep aynı şey. Bu savunmanın bir delili yok.

Yahya Şenol: Zaten bazıları böyle dedi, diyor Buhari de hepsi değil. Mesela; Abdullah İbni Mesut Peygamberimiz bize böyle öğretti biz de böyle öğretiriz, diyor.

Abdulaziz Bayındır: Tamam, tamam her bir şey Esselâmüalelnebiyi desende mana aynı Esselâmüaleyke eyyühennebiyyü desen de mana aynı. Ey baba, diyorsun. Baban orda olduğu için demiyorsun ki yani.

Mehmet hoca: …. bazı ayetlerin namazda okunması uygun olmayabilir diye bir hüküm çıkar yani mesela “…..anlaşılmadı…..56.32 ….”

Abdulaziz Bayındır: Mesela; namazdan sonra nebilerin muhatap alındığı bir takım ayetler okunuyor. Hatta namazın içinde okumamak gerekir o ayetleri. (Muzemmil suresi 1.ayet)“Yâ eyyuhel muzzemmil” mesela namaz kılarken onu okumamak lazım. “Ey örtüsüne bürünmüş adam” yok, o zaman ne diyeceğiz? Şimdi bir şeyle mücadele ederken hiçbir şeyde aşırıya kaçmamak lazım, Allahu Teala savaşta bile ne diyor? (Bakara suresi 190. ayet) “Allah yolunda sizinle savaşanlarla savaşın ama sınırı aşmayın.”Bak savaşta da, savaşta bile sınırı aşmayın, diyor. Sen şirkle mücadele ediyorsun, güzel fakat bu sınırı aştığın zaman o mücadele olmaktan çıkar başka bir şeye döner.

Yahya Şenol: Esas mesele bunun hadisle sabit olması bence. Karşı çıkış sebebi, Tahhiyatın bunlar tümden okunmasını reddediyorlar. Diyorlar ki; ka’de de insan oturduğu zaman Kur’an okusun. Namazın her rüknünde, rükûda, secde de, Tahhiyat ta.

Abdulaziz Bayındır: Peki, bu grup kıldığımız namazları öğlen namazı dört rekât, ikindi…

Yahya Şenol: Yok, namaz iki rekât üç vakit onlara göre her namazda tek bir secde var, tek bir rükû var, her rüknünde Kur’an okunur. Öyle garip bir namaz işte…

Abdulaziz Bayındır: O zaman hiç bunları muhatap almanın bir anlamı yok ya.

Yahya Şenol: Bizim insanlarımız dan da artık Tahhiyat okumayanlar var çok ama, o önemli.

Abdulaziz Bayındır: Maalesef, beni asıl rahatsız eden o.

Yahya Şenol: İnternetten takip ediyoruz biz.

Abdulaziz Bayındır: Geçen hafta anlatmıştık yani bizde, bizim derslere devam eden iki kişi geldi, biz Tahhiyatı okumuyoruz, başka dua okuyoruz. Niye? İşte bundan dolayı…

Yahya Şenol: Biraz önce ben bizim facebooka baktım, Kur’an facebooka ben zaten namazı ne zamandır tek secdeyle kılıyorum, ne iki secdesi yok ki hiçbir yerde, daha yeni gelmeden önce gördüm bunu.

Abdulaziz Bayındır: O zaman bu arkadaşlar kusura bakmasınlar cehennem odunudurlar, başka hiçbir şey değiller. Öyle bizi takip ettiklerini de söylemesinler hiç kusura bakmasınlar. Bunlar kendi nefislerine uyuyorlar, adları kimse o, hiç kusura bakmasınlar. (Zumer suresi 71. ayet) “İla cehenneme zumera” Cehennemin kapısı açık istedikleri kadar gidebilirler içeriye. Ne oluyor yani bunlar yeni Resuller mi oldular bunlar başımıza? Bir de sakın bizden bahsetmesinler kimin peşine gidiyorlarsa gitsinler. Tövbe estağfurullah, bitti mi? başka…

Yahya Şenol: Hadislerden mi? Bunu konuşmaya gerek yok zaten ama bizimkiler…

Abdulaziz Bayındır: Bu ne demek yani üç vakit ne demekmiş, kim söylemiş üç vakit? O kadar ayetler var. Bunlar ne Kur’an’a uyuyorlar, ne sünnete. İşte az önce her rekâtta iki secdenin farz olmasını az önce görmedik mi? Biz bunu yıllardır anlatıyoruz burada, sadece bugün değil ki. Ama bazıları anlayamadıkları için göstermeye çalıştık şey olarak bu hafta göstermekte ilk defa değil, kaç defa gösterdik. Birde hem bizi takip ettiklerini söyleyecekler hem bir rekât. Hiç kılmayın kardeşim, üç vakit hiç kılmayın. Ha kılın, ne yaparsanız yapın ama bu Allah’ın dini değildir. Bu kendi kafanızdan yeni bir din uydurmuşsunuz.

Cemal Necim: Arapça konuşuyor.

Abdulaziz Bayındır: Tamam, bizim bu şeyden sonra Resulüllah ve ailesine, kendisine ve ailesine nasıl selam vereceğimiz sorulmuş. O da Allâhümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte bir de kema barekte onu Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem öğretmiş. Anlamı şu onla ilgili ayet vardı. Bakayım şimdi (Saffat suresi 109. ayet) “Selâmun alâ İbrâhîm” (Saffat suresi 109. ayet) “Kezâlike neczîl muhsinîn” (Saffat suresi 78. ayet) “Ve tereknâ aleyhi fîl âhirîn” (Saffat suresi 120. ayet) “ve selamun ala Musa ve Harun” ondan sonra az önce okudu (Saffat suresi 181. ayet) “Ve selâmun alel murselîn” şeyler var.

“Allâhümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed” “Ya Rabbi Muhammed ve ailesine desteğini ver.” “Kemâ saleyte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahim.” “İbrahime ve İbrahim ailesine destek verdiğin gibi” Bizde Resulüllahın ailesindeniz bizde aslında kendimize dua etmiş oluyoruz. “İnneke hamidün mecîd” “Çünkü sen hamidsin, yaptığın her şeyi güzel yaparsın, hamidsin ve pek yücesin.” Burada da kendimize dua etmiş oluyoruz.

Cemal Necim: Arapça konuşuyor.

Abdulaziz Bayındır: Bir başka rivayette de “Resulüllaha, eşlerine, soyundan gelenlere salât eyle Ya Rabbi! İbrahimê, eşlerine ve soyundan gelenler salât ettiğin gibi, destek verdiğin gibi.” Mesela, İbrahim aleyhisselama bakın, bir oğlu İsmail aleyhisselam, bir oğlu İshak aleyhisselam. Her ikisinin soyundan da nebiler gelmiştir. İşte bugün İsrail oğulları dediğimiz İshak aleyhisselam oğlu Yakup aleyhisselamın soyundan gelenlerdir yani soy devam ediyor. Resulallah sallallahu aleyhi ve sellemin oğlu yok ama kızı Fatma validemizden soyu devam ediyor. Şimdi onların tabi, Ya Rabbi sen onlara destek ver dediğimiz zaman onların bir sürü fitne ve fesada vesile kılındığını da görüyoruz, yani tarih boyunca ve hala bugün var bu tür şeyler. Bunlara karşı Cenabı Hakk’tan da yardım istemiş oluyoruz. Mesela; o aile mesela, Kuran’ı Kerim’de görürsünüz İsrail oğulları İbrahim aleyhisselamın soyundan olmalarına rağmen en büyük sıkıntı kaynağı haline gelmişlerdir. Bugünde öyle, Resulüllah zamanında da öyle, onun için sürekli İsrail oğullarına Cenabı Hak (Bakara suresi 40. ayet)“Ey İsrailoğulları size verdiğim nimeti hatırlayın” diye şey yapıyor. Hangi ayet numasını bulamadım“Tabi onların hepsi aynı değil” diye ayeti kerime de var. Şimdi Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellemin soyundan gelenlerde bir sürü fitne ve fesadın vesilesi olmuşlardır hala olmaya devam ediyorlar. Burada şu ortaya çıkıyor, sonradan gelmiş olmak kimse için bir artı değer değil. Eğer ordaki, oraya layık bir davranış yapamıyorsan bu defa çok büyük bir fesadın vesilesi de olursun çünkü o saygın olmaktan kaynaklanan durumu kendi arzuları için kullananlar var. O zaman da bizde Cenabı Hakk’a dua etmiş oluyoruz Ya Rabbi bu soyu fesada alet etme, bunlara destek ver, doğruyu göster diye dua etmiş oluyoruz. Bu da aynı zamanda kendimiz içinde dua olmuş oluyor. Neyse şimdi bütün bu şeylerden az önce Yahya okudu, hepiniz defalarca dinlediniz de, belki yeni dinleyenler için söyleyelim yani çünkü maalesef mecburen yapıyoruz bunları. Günde üç vakit namaz vardır, diyorlar. Hangi namazlar bunlar? Ha orda ayrıntısı yok. İki rekât vardır, deniyor, falan.

Yahya Şenol: Ben bilmiyorum onları. İki rekât hepsi…

Abdulaziz Bayındır: Ayrıntısı yok. İki rekât vardır, deniyor, falan.

Bir katılımcı: Sabah, öğle, akşam…

Abdulaziz Bayındır: Sabah, öğle, akşam mı?

Bir katılımcı: “Ne dediğini anlayamadım. 1.05.02”

Abdulaziz Bayındır: Ha gündüz bir namaz, öğle namazı, sabah namazı bir de akşam namazı mı? Şimdi tabi bunlar ayetleri kendi kafalarına uyduruyor. Kendileri ayete uymuyor, ayetleri kendilerine uyduruyorlar. Şeyde başladı biliyorsunuz, “Kuraniyyun” diye bir hareket başladı İngilizlerin önderliğinde yani Kur’an’ı kendilerine uyduranlar hareketi, bazıları bizi onlara benzetmeye çalışıyor Allah muhafaza buyursun. İşte bakıyorsunuz, bunlar tabi uluslar arası güçler tarafından ciddi anlamda da destek görüyorlar çünkü Müslümanları kandıracaksanız Kur’an vasıtasıyla kandırabilirsiniz, insanları yoldan çıkaracaksanız, az önce o İbrahim aleyhisselamın soyunu kötüye kulanacaksınız, Resulüllahın soyunu kötüye kullanacaksınız bunları yaşıyoruz. Önce Resulüllahı örnek olmaktan çıkarıyorlar, sünnet reddediliyor, sünnete uymak şirk sayılıyor, falan. İşte o zaman Kur’an’ı Kerim’de, Kur’an ve hikmetten hikmet kayboluyor onun için Müslümanların hayatında hikmet yok maalesef. Ondan sonra namaz önce üç vakit, sonra iki vakit, sonra da namaz sosyal ve ekonomik her türlü desteğe dönüşüyor. Nasıl sa, yani niye siz o desteği fecir vaktinde yapacaksınız, güneş batıya kayarken yapacaksınız, akşam güneş battıktan sonra yapacaksınız, tabi bunun da bir açıklaması yok. Gece kalkıp kime destek verecekler o da belli değil.

Bir katılımcı: “Ne dediği anlaşılamadı 1.06. 29”

Abdulaziz Bayındır: Tabi ki orucu da inkâr edecekler, zekât zaten çok acayip bir hale getiriliyor falan. Dini kullananlar hep olacak ve bunların ortaya çıkardığı fesat tabiî ki herkesi rahatsız edecek. Çok affedersiniz birisi yellense herkes rahatsız olur, onda kalmaz bu iş. Ya da şu koskoca bir toplantıda, binlerce kişinin olduğu bir toplantıda birisi bir gürültü yapsa herkesi rahatsız eder. Tabi bunlar herkesi rahatsız eden şeylerdir. Bunlarla da şey yapacağız. Şimdi mesela çok açık olarak Allah’u Teala diyor ki Hud suresinin 114. ayetinde : “Gündüzün iki bölümünde namaz kıl” diyor. Şimdi bunlar gündüzün iki ucu diye gündüzün dışındaki vakitleri alıyorlar. Ya bir şeyin dışı onun ucu olur mu? Hadi uç anlamı ver, öyle kabul edelim. Yani gündüz bittikten sonra onun ucu kalır mı? Gündüz daha başlamadan ucu olur mu? O zaman gündüzün taraf, bölüm manasına geliyor Arapça da. (Arapça anlamadım) bir şeyin bölümlerden bölüm o zaman “gündüzün iki bölümünde namaz kıl”  O zaman gündüzün iki namaz kılmak gerektiği açık ortaya çıkıyor. “zulefen minel leyl” “gecenin zülfelerinde” zulef kelimesi cemidir Arapçada çoğul en az üçü gösterir. Bir insan en azını yaptığı zaman o emri yerine getirmiş olacağı için farz, en azıyla tahakkuk eder. Yoksa üçün üzerine çıktığın zaman bitmez, sonsuza kadar gider. Onun için esas durulacak tek nokta üçtür. O zaman gecenin gündüze yakın vakitleri, gecenin gündüze yakın üç vaktinde de gece namaz kılacaksın. Üç tane gece, akşam, yatsı ve sabah namazı zaten ayetlerde de var bunlar. İki tane de gündüz kaç etti? Beş, hani bu insanlar ayete uyuyorlardı, üçü nereden çıkarıyorlar? Ondan sonra ikinci adımda da sabah akşam diyerek ikiye düşürüyorlar, üçüncü adımda da namazı büsbütün bırakıyorlar. Sosyal ve ekonomik, bilmem ne destek falan, tamam kardeşim cehenneme gitme özgürlüğünüz var, istediğiniz kadar gidebilirsiniz. Yani siz gittiniz de biz mi engel olduk. Demirel gibi yani benzin vardı da ben mi içtim? Evet, peki, şimdi mezheplerde neler var, ortak noktaları değil de farklılıkları söyleyelim. Buyurun.

Rüstem Vasipov: Zamanımız az olduğu için kısa geçeceğiz. Hanefilere göre son oturuş ya da ka’de, Tahhiyat okunur ve kelime-i Şahadetin son sözleri Allah,

Abdulaziz Bayındır: Son oturuş farzdır bir kere, o olmadan olmaz.

Rüstem Vasipov: Farzdır…

Abdulaziz Bayındır: O olmadan olmazı da Ali İmran 191’den anlayabiliriz.

Rüstem Vasipov: Bir de Hanefilere göre son teşehhüd miktarı kadar ilk teşehhüte bulunmakta vaciptir.

Abdulaziz Bayındır: Teşehhüd denen şeydir yani Ettehiyatuyu okuyacak kadar oturmak vaciptir, diyor. Tabi zikretmek lazım orda, zikrinde bu da mantık son derece doğru bir mantıktır. Resulullah’ın öğrettiği bir zikir var. Onu esas almak ya da en az o kadar, o miktarda durmak gerekir en azından yani ilada o zikri okuyacaksın şartı yok. Ettehiyatu yerine bir başka duayı yapan kişinin namazı olmaz değil ama o kadar süre oturmalıdır, diyorlar.

Rüstem Vasipov: Ettehiyatu dan sonrada selavat getirmek Hanefilere göre sünnettir.

Abdulaziz Bayındır: Yani Allahumme salli ala Muhammed…. Sünnet sayıyorlar.

Rüstem Vasipov: Teşehhüdün oturuş şekli de eğer kısaca şöyle anlatırsak…         —Abdulaziz Bayındır: Ben burada bir şey söyleyeyim de gelen şeylerden, farz Allah için, sünnet te Resulullah için diye bir mantık duyuyoruz sağdan soldan. Efendim şefaat elde etmek için falan, bu tamı tamına şirktir ya ikisi de bütün ibadetler Allah için yapılır. Bunu nerden çıkarıyor bu insanlar aklım almıyor ya. Farz dediğimiz mutlaka olması gereken, öbürü olursa iyi olur.

Rüstem Vasipov: Hanefilere göre teşehüdde oturuş şekli şöyledir. Sol ayak düz üstüne oturulur sağ ayakta böyle kıbleye doğru parmaklar eğilerek üstüne oturulur.

Abdulaziz Bayındır: Sağ ayak dikilir, sol ayak yatırılır. O şekilde oturulur Ettehiyatu

Rüstem Vasipov: Onun delilleri de şöyledir. Buhari’de geçen bir hadis, Ebu humeyd Es Saidi’den şöyle rivayet edilir. Peygamber oturdu sol ayağını yere yaydı, sağ ayağının baş parmağını kıbleye doğru yönelterek dikti. İkinci hadis, Vail Bin Hucur’dan; diyor ki Medine’ye geldim ki Hz. Muhammedin nasıl namaz kıldığına bakayım. Teşehütte oturduğu zaman sol ayağını yere yatırdı ve sol uyluğu üzerine koydu diyor, sağ ayağını da dikti bu hadiste Tirmizi ‘de geçiyor.

Abdulaziz Bayındır: Burada dikkat edin, nasıl yaptığını görmek için oraya geldim diyor. Demek ki bu konuda Resulüllahın bir emri yok onu gösteriyor. Bir de siz şöyle düşünün mescidin içersinde namaz kılıyorsunuz, yer yatkın çakıl yok, pislik yok, şu yok, bu yok ama aynı namazı ayağınızda çorap olmadan bir taşlıkta kıldığınızı düşünün ayaklarınızı istediğiniz gibi yatırıp istediğiniz gibi dikebilir misiniz? Yani Resulüllah niye emir vermemiş ve bu insan gidip te nerde görmüş Resulüllahı? Mescidin içinde görmüş. Oradaki şartlar başka dışarıdaki şartlar başka.

Bir katılımcı:…1.13133……

Rüstem Vasipov: O zaman hocam bu serbest oluyor, değil mi, ayak şekilleri?

Abdulaziz Bayındır: Yani delilleri doğru anlamak için şey yapıyorum.

Rüstem Vasipov: Bir de teşehhüdün sigaları vardır yani sözleri üç şekilde teşehhüd yani Ettehiyat okunur. En son şekli yani Hz. Abbas’tan rivayet edilen…

Abdulaziz Bayındır: İbn-i Abbas’ın, evet.

Rüstem Vasipov: şöyle; Ettehiyatu, el muberekatu, es salavatu ve et tayyibatu lillahi ve diğer kelimeler aynı, bildiğimiz. Tabi bunlar mezheplere göre değişir, okunuş şekilleri. Hanefilere göre Ettehiyatu lillahi ve salavatu ve tayyibat…

Abdulaziz Bayındır: İbn-i Mesud’un şeyi, o rivayetei kabul ediyorlar, evet.

Rüstem Vasipov: Ondan sonra Tahhiyat Arapça okunur, bunun şeyi de namazda zikir olduğu için Arapça yapıldığı için bütün…

Abdulaziz Bayındır: Araplar kendilerine göre yazmışlar onu.

Rüstem Vasipov: onlarda zikir olduğu için Arapça olduğu için onlarda

Abdulaziz Bayındır: Bir Türk ömür boyu her gün Kur’an’ı Kerim’i hatmetse, ne dediğini bilmezse ona zikir denir mi? Mümkün değil yani, zikir olabilmesi için manasını kavramanız, bak (Ali İmran 191. ayet) “kıyamen, ayakta, rüku halinde, oturarak, yanları üzerinde Allah’ı zikreder, tabiatı tefekkür ederek”, diyor. Şimdi siz manasını bilmediğiniz bir ayeti okurken tabiatı tefekkür edebilir misiniz? Yani bunlar, anlamadan okuduğunuz şeye zikir denmez. Zikir olması için anlamak zorundasınız.

Rüstem Vasipov: Kısaca bunlar.

Abdulaziz Bayındır: Sağ ol, teşekkür ederim, evet. Şimdi Şafi mezhebinin,

Yahya Şenol: Şafi mezhebine göre, ilk teşehhüd sünnettir, ikinci teşehhüd yani son oturuş dediğimiz farzdır.

Abdulaziz Bayındır: Farz namazlar için.

Yahya Şenol: Farz namazlarda, yani iki ve ya daha fazla rekâtlı namaz kıldınız zaman işte üç rekâtlı akşam ve ya dört rekâtlı öğlen, ikindi, yatsı namazlarındaki ilk oturuş sünnet, ikinci oturuş farz, farz namazlarda.

Abdulaziz Bayındır: Bu arada isterseniz şunu da hatırlatalım şeylere, Şafi mezhebinde o nafile namaz dediğimiz ve ya sünnet namazlar dediğimiz namazlar iki rekattan fazla olamaz. Yani iki rekâttan sonra selam vermek zorundasınız. Hanefilere göre de iki rekâttan fazla olmaz ama Hanefiler öğlen namazının sünnetinin, öğlen namazının farzına yakın kılınmış olması sebebiyle içtihat yapmışlardır. Yani birleştirilebilir demişlerdir ama esas olan Hanefiler göre de iki artı iki kılmaktır. Vitir namazı da iki artı birdir.  Şafiler derki selam vermek zorundadır ayıracak, ikiden fazla namaz olmaz, bir rekat ayrı kılacaktır der. Hanefiler birleştirilebilir derler yani burada Yahya’nın anlattığı farz namazlardır Şafi mezhebinin görüşüne göre.

Yahya Şenol: Evet, o ilk teşehhüdün sünnet, son teşehhüdün farz olmasının sebebi de biraz önce kısaca söylemeye çalışmıştım, Peygamber efendimizin dört rekatlı bir namazı kılarken ilk teşşehüdü unutup, ardından bunu sehiv secdesiyle telafi etmesinden kaynaklanıyor. Diyorlar ki eğer bir şey sehiv secdesi ile telafi edilebiliyorsa farzı değildir namazın sünnettir. Çünkü namazda farz olan bir şeyi yapmazsanız eğer, mesela; rükuyu unutursanız, secdeyi tek yaparsanız o namazı artık sehiv secdesi ile telafi edemezsiniz baştan kılmanız lazım. Peygamber efendimiz ilk teşehhüdü unuttuğu için sehiv secdesi yapmış demek ki ilk teşehüdde oturmak namazın farzı değil, sünneti ayırımları bu.

Abdulaziz Bayındır: Peki, burada şu düşünülebilir Yahya sen okurken aklıma geldi. İsterseniz hep beraber düşünelim yani bunu yüksek sesle. Şimdi Şafilerin bu görüşünü teyiden yani destekleyecek bir şey, demin dedim ya aklına bir şey geliyor mu diye? Şimdi aklıma gelen şu; siz nafile namazlar iki rekât olduğu için, her namazda da kuudda, oturarak Allah’ı zikretme olduğundan dolayı, nafile namazların oturuşu farzdır, farz olmak zorundadır. Ama farz namazlarda üç rekâtlık, dört rekâtlık namazlarda son oturuşu yaptığın zamanda, o emri yerine getirmiş oluyorsun. Yani onu bir bütünlük olarak düşündüğümüz zaman dört rekâtlık bir bütün ya o, yani orda bir kere de oturduğunda sonda oturduğun zamanda bu kuuden emri yerine gelmiş oluyor. İki kere tekrar, emirde tekrarı gerektirmediği için, tamam mı? Ondan dolayı Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem birinci oturuşu terk ettiği zaman sehiv secdesi ile bunu tamamlamış olabilir. Ne dersiniz?

Mehmet hoca: O kuud gerçeklerşiyor yani..

Abdulaziz Bayındır: Bir tane kuud yapmış oluyor.

Bir katılımcı: “ne dediği anlaşılmadı”

Yahya Şenol: Yok Şafilerde “… anlaşılamadı…”

Abdulaziz Bayındır: Ama sehiv secdesini yapmadığı zaman namazını iade etmesi gerekmiyor ki. Gerekmiyor yani namazı eksik olmuyor ama daha güzel hale geliyor.

Rüstem Vasipov: Kuudu yerine getirmiyor o zaman bir secdeyi yerine getirmiyor demektir. Secdeyi yerine getirmiyorsa…

Yahya Şenol: Secde değil, ilk oturuş iki rekâttan sonra…

Abdulaziz Bayındır: Yok, yok o kuud o iki rekâttan sonraki oturuş, iki secde arasındaki oturuş değil o. Bu mantıklı değil mi? Çünkü o dört rekâtlık bir tek birim, üç rekâtlık tek birimse namazlar ondan sonra orda ki o kıyamen ve kuuden emri ,zaten tekrarı da gerektirmez. Tekrarı da gerektirmediği için emir, bir kere oturdun mu farz yerine gelir. O zaman şimdi oldu yani demin ben dedim ya bir türlü düşünemiyorum diye şimdi aklıma geldi evet.

Yahya Şenol: Bu Şafilerde ilk teşehhüdün oturuşuyla ikinci teşehhüdün yani farz olan teşehhüdün oturuşu arasında fark var. Yani diyor ki önemli olan oturmak, oturduğunuz zaman bu şartlar yerine gelir ama ilk oturuşta yani teşehhüdün birincisini yaparken bizim Hanefilerin genel olarak yaptığı gibi sol ayak yatırılıp üstüne oturulur, sağ ayak dikilir birinci teşehhüdde. Farz olan ikinci teşehhüde otururken Şafiler sağ ayağını yine kaldırırlar fakat sol ayağı bu sefer dışarı çıkarmak suretiyle sağ ayağın altından yere otururlar. Böyle bir ayırıma gidiyorlar, birinci teşehhüdün oturuşuna iftiraş deniyor, bu şekil sağ ayağı dikip sol ayağı sağ ayağın altından çıkarmaya da teverrük diyorlar.

Abdulaziz Bayındır: İstersen gösterelim ya seccade duruyor mu burada? Millet görsün sen bi göstersene.

Yahya Şenol: Şafi var mı? Ben Şafi değilim, karıştırırım, sadece okuduğumu şey yapıyorum yani.

Abdulaziz Bayındır: O zaman ben göstereyim, şuraya ser. Namaz kılmak için çıkarmanıza gerek yok. Halıdan dolayı çıkarıyorum, namazdan dolayı değil. Görülebilmesi için şöyle yapayım nasıl olsa secde yok. Hanefilerde şöyle, oturuş şöyle olmalıdır, diyor.

Yahya Şenol: İftiraş

Abdulaziz Bayındır: Sol ayağı yere yayıyorum, sırtını koyuyorum yere, sağ ayağı dik oluyor.

Yahya Şenol: Şafilerde birinci oturuşun böyle olması gerekiyor. Ama ikincisi…

Abdulaziz Bayındır: İkinci oturuşta şöyle oluyor. Alışkın değiliz ya çok zor bir de benim şu sağ ayağımın başparmağı Hacda bir çukura düşmüştü de o gün bugün böyle…

Yahya Şenol: Bunun müstehap olduğunu söylüyorlar, hani şart değil de.

Abdulaziz Bayındır: Yaparım dedim ama yapamadım Yahya.

Abdurrahman Yazıcı: Belki daha rahat oluyordur.

Yahya Şenol: Alışkınlar

Abdulaziz Bayındır: Onlar çok rahatlar. Sen yapabiliyor musun? Gel, geç yap, geç yap.

Yahya Şenol: O şekilde? Şafilerin ki gibi?

Abdulaziz Bayındır: Meşhur ol canım fark etmez.

Yahya Şenol: Sen Şafi olabilirsin. Seni Şafi ilan ediyorum bugünden sonra. Bu şekilde oturmak sünnet yani illaki böyle oturmak zorunda değil ama böyle oturuyorlar çünkü Peygamber efendimizden buna dair hadis rivayet ediyorlar. Deniyor ki, onların getirdiği hadise göre…

Abdulaziz Bayındır: Peygamberimizin sözü değil de davranışı.

Yahya Şenol: Davranışı, Peygamberimiz birinci teşehhüde iftiraş şekliyle, yani sağ ayağı dikip sol ayağın üzerine oturmak şekliyle otururdu ama son teşehhüdde biraz önce Rüstem hocanın yaptığı şekilde otururdu diye bunun ikincisini müstehap kabul ediyorlar. Daha sonra oturuşun şekline devam edildiği zaman şu ilave bilgileri görüyoruz. Hani sol el sol uyluk üzerinde onda problem yok ama sağ el nasıl duracak, şu şekilde durmuyor. Deniyor ki sağ el (parmaklar) yumulacak işaret parmağı açıkta kalmak suretiyle teşehhüdün sonuna kadar bu şekilde duracak, şöyle eller yumulacak sadece işaret parmağı kalacak. Burada da Tahhiyatın sonunda kelime i şahadet getiriyoruz ya, eşhedu en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne muhammeden abdühü ve resûlüh orda illâllah derken sadece eller(işaret parmağı) kaldırılacak, onun dışında normal dize dayalı bir şekilde durması gerektiği söyleniyor. Parmağı hareket ettirmek diye bir şey yok.

Abdulaziz Bayındır: Orda şöyle bir şey var. Ben yine anladığım kadarıyla, Hanefilerde oturuyorsunuz elleriniz duruyor böyle bütün parmaklar açık eşhedu en lâ ilâhe diyorsun lâ ilâhe dediğin zaman hiçbir ilah yoktur. Bu da diyor bak bir tane var ha onu söyleyeceğim bak falan. Bir an bile olsa şey yapmamak için bir tane var bekle, bir tane söyleyeceğim…

Yahya Şenol: Şafiler ise illâllah ta onu yapıyorlar. lâ ilâhe kısmında değil illâllah ta.

Abdulaziz Bayındır: illâllah, Allah’tan başka ilah yoktur, tek. Yani bu bir şey bir değerlendirme farkından kaynaklanıyor.

Yahya Şenol: Bunlar hani olsa iyi olur şeyler yoksa olmazsa olmaz şeylerden değil. İşaret parmağı hareket ettirilmez Şafi mezhebine göre sadece illallah kısmında.

Abdulaziz Bayındır: Biraz sonra Hanefileri göreceğiz bak nasıl hareket ettiriyorlar.

Yahya Şenol: Tahhiyat duası Hanefilere göre biraz farklıdır. Bu konuda Şafi mezhebi Abdullah İbni Abbas’tan gelen şu rivayeti esas alırlar. Hızlıca okuyorum hani Hanefilerin bunu ya da diğer mezheplerin okuması şart değil sadece farkı görülsün diye.

Abdulaziz Bayındır: Onlarda şart koşmuyorlar yani onlarda illah bu okunacak.

Yahya Şenol: Sadece rivayet farklı zannedersem altı farklı rivayeti var Tahhiyatın, her mezhep bir tanesini alıyor. Şafilerin aldığı şu “Ettehiyatu mubareketu salavatu teyyibalu lillahi. Esselamu âleyke ve ya selamun aleyke, eyyuhennebiyyu ve rahmetullahi ve bereketuhu. Esselamu âleyna ve ya selamun aleyna ve âla ibadillahisalihine. Kelime-i şahadet aynıonda bir problem yok. Ondan sonra şöyle bir bakıyorum, son teşehhütte yani birincisi değil de üç rekâtlık bir namazın son rekâtında, dört rekatlık namazın da dördüncü rekatında ki farz namazlardı bunlar. Tahhiyatı da, salli barik dualarını okumakta farzdır Şafi mezhebine göre. Hani Hanefi mezhebiyle farkı ne, Hanefi mezhebi dedi ki Tahhiyat okuyacak kadar oturmak farz, Şafi mezhebine göre hem bu oturuş farz hem de bu oturuşta Tahhiyatı ve salli bariki okumak farz. Çünkü diyorlar ki, madem bunlar Resulüllahın bu uygulamaları ile sabit olmuş. Resulüllah bunları bakın emir kipinde söylemiş, “namazda oturduğunuz zaman Tahhiyatı okuyun, salli bariki okuyun” diye ashabı kirama ki Abdulla İbni Mesut’tan şu şekilde rivayet var. “Bize Kur’an’dan bir sure öğretir gibi Tahhiyatı öğretti Peygamberimiz” ve dedi ki, diyor “namazda bunu okuyun” dolayısıyla da bunsuz namazda olmaz. Bir farkı buydu ona işaret edeyim. Salâvata delil getirilen şey hem bu hadis hem de hep duyduğumuz Cuma günleri hutbeden sonra okunan (Ahzap suresi 56. ayet) “Ey iman edenler siz Resule salat edin” diyor ki İmam Şafi buradaki emir farziyet ifade eder ve bu farziyeti yerine getirmeyede namazdan daha uygun bir yer yoktur dolayısıyla namaz içinde Peygamber efendimize salavat getirmek bu ayetin emri gereğince farzdır. Ne kadar doğru orasını bilmiyorum, sadece aktarıyorum size. Onun haricinde salâvat…

Abdulaziz Bayındır: Elçiye zeval yok.

Yahya Şenol:  Elçiye zeval yok. Tahhiyat farz, salli barik farz, ondan sonra kişi, dua konusunda serbesttir istediği şekilde, hani Hanefilerde Peygamber efendimizin dilinden gelen Rabbena atina, Rabbenağfirli dualarını okuması şart değildir. Dini, dünyevi her türlü isteğini de Cenabı Hakk’tan isteyebilir. Ondan sonra selam vererek namazdan çıkar. Diğer arkadaşlara da fırsat verelim.

Abdulaziz Bayındır: Peki, şimdi Abdurrahman…

Abdurrahman Yazıcı: Hanbelî mezhebi de Şafi mezhebine benziyor birçok konuda az önceki oturuşlar aynı şekilde. İlk oturuşta iftiraş yapar Hanefiler gibi ikincisinde teverrük biraz önce yapıldığı gibi. Yine Hanbelî mezhebinde de bu duaları okumak mezhebin genel görüşü olarak, farz hükmünde olması gereken ancak Ahmet Bin Hanbel’e göre farz değil. Ahmet Bin Hanbel’den gelen rivayete göre…

Abdulaziz Bayındır: Mutlaka üç tane rivayet vardır onda.

Abdurrahman Yazıcı: Yani o diyor ki, bu şey değil vacip değildir. Fakat mezhebin genel görüşüne göre vacip. Ancak diyorlar teşehütte…

Abdulaziz Bayındır: Orda, onlardaki vacip kelimesi ile bizdeki vacip kelimesi farklıdır. Onun için Yahya farz kelimesini kullandı öyle kullanmak lazım çünkü Hanefiler vacip dedin mi başka şey anlarlar.

Abdurrahman Yazıcı: Evet, öyle bir durum var. Yine parmaklar Hanbelî mezhebinde de bu müstehap parmak işaretlerini yapmak. İsterseniz biraz önce gösterildi genelde onun gibi.

Abdulaziz Bayındır: Parmak sallama yok mu?

Abdurrahman Yazıcı: Parmak sallamayı o, onda da şey var hocam ama genel görüş sallanmaması yönünde olduğunu gördüm, burada öyle bir durum var.

Abdulaziz Bayındır: Selefiler mi sallıyor?

Enes Alimoğlu: Yeni selefiler…

Abdurrahman Yazıcı: Ancak parmak olması şöyle olacak. Şu orta parmak şey (baş parmakla) bir halka yapılacak, son iki parmak şey tutulacak yan, ilk parmakta uzatılacak.

Abdulaziz Bayındır: Şafiler gibi yani o hadiste okunduğu gibi,53…

Abdurrahman Yazıcı: Bu son ikisi de kalacak, bu müstehap, yine hadise dayanarak yapıyorlar bunu. Yine Abdullah İbni Mesut’tan nakledilen o teşehhüdü, diyorlar ki, Ahmet Bin Hanbel daha çok hoşuma gidiyor. Ancak diyorlar, Peygamberimizden başka sahabe…

Abdulaziz Bayındır: Yani Hanefilerin okuduğu teşehhüd.

Abdurrahman Yazıcı: Evet ancak diyorlar, Peygamberimiz başka sahabeye farklı şekilde öğretmiş. Bu da demek ki, hepsi caizdir, bunların hepsi okunabilir. Yine aynı şekilde dua da edilebilir ancak bazı Hanbelîler diyorlar ki, dua dünyevi şeyler olmaz gibi o da bir tartışma da var. Diğer konularda olduğu gibi, yani bu oturma ve teşehhüd namazın erkânından sayılıyor. Genel görüş böyle…

Abdulaziz Bayındır: Yani farz sayılıyor

Abdurrahman Yazıcı: Evet hocam…

Abdulaziz Bayındır: Peki, birinci ile ikici arasında fark alıyor mu?

Abdurrahman Yazıcı: Evet hocam, orda yine sehiv secdesini orda delil getiriyor.

Abdulaziz Bayındır: Az önce iyi oldu ayette şahsen beni tatmin etti bilmiyorum sizi de tatmin ett mi? …. konusu.

Abdurrahman Yazıcı: Şimdilik bunlar gözüküyor.

Abdulaziz Bayındır: Tamam, peki şimdi Maliki.

Mehmet hoca: Maliki mezhebinde, birinci ile ikinciyi ayırt etmiyor. Tahhiyat ile başlar. İmam Malik kendisi, Ömer Bin (r.a) Hattap Bin (r.a) ‘ın adını rivayet ederek Tahhiyatını tercih ettiğini söylüyor.  Fazla farkı yok sadece Ettehiyatudan sonra ez zakiyat kelimesi fazladır. Diğerleri Hanefilerde okunan Tahhiyatla aynıdır.

Abdulaziz Bayındır: Zakiyat nerde geçiyor?

Mehmet hoca: Ettahiyatul ve ez zakiyatu diye geçiyor.

Abdulaziz Bayındır: Et tayyibat yerine yani?

Muhammet hoca: O da var. Ettahiyatuillahi ve ez zakiyatu diye geçiyor, o kadar. Tahiyatı, teşehütte okurken oturma şekli Hanefilerin oturma şekline benzer. Yani birinci oturuş ikinci oturuş diye ayırt etmiyorlar. Selam üzerinde şey yaparlar Maliki mezhebinde, ha elini koymayla ilgili onda bir şey yok. Çünkü namazda Malikiler salıveriyor elini şeyde onda bir kısıtlama yok.

Yahya Şenol: Bir bu Şafi mezhebinde Malikiler atfen her iki oturuşta teverrük yapar, diyor.

Mehmet hoca: Ayağını şey yapıp, Müdevvene’den…

Yahya Şenol: Hanefiler gibi değil diyor yani…

Mehmet hoca: Teverrük kelimesi de geçiyor aslında elyet üzerinde anlayamadım 1.36.42… oturur şeklinde de daha geniş…

Yahya Şenol: Ayağının üzerine değil yani.

Abdulaziz Bayındır: Şu şey üzerinde şey yapalım da müsaade eder misiniz? Bu Maliki mezhebi geçen hafta da şey yaptık Mehmet hoca İmam Malik’in kendi eseri olan El-  Müdevvenetü’l-Kübra li’l o da buradan, değil mi? Naklen bir şey söylemişti, hani namaz kılarken, rükuya varırken de tekbir alan rükûdan kalkarken de tekbir alan şeyler var. İmam Malik ben böyle bir şey ,(refuliyet yani tekbir değil el kaldırma çünkü Türkçede tekbir dedin mi el kaldırma manasında anlaşılıyor da ondan dolayı) el kaldırma konusunda, benim bu hususta duyduğum veya bildiğim bir şey yoktur, demiş olması çok önemli çünkü İmam Malik çünkü Medine’nin uygulamasını bize naklediyor. Birde burada namaz kılarken parmakların kaldırılması da hususu da, bu konuda bir şey söylememesi çok önemli. Ben bir ara kaldırıyordum epey zamandır kaldırmıyorum. Neden derseniz? Şimdi bu hadisleri gördük, bu hadisleri biraz dikkatli bir şekilde değerlendirmek lazım, bir bütünlük içersinde değerlendirmek lazım. Şimdi burada diyor ki, Resulüllah namaza oturduğu zaman, bak mesela, işte ellerini dizlerinin üzerine koyar, ite parmağını şöyle yapardı falan anlatıyor. Elli üç şeklinde tamam, güzel… Şimdi siz kendinizi Resulüllahın mescidinde bir düşünün bakalım. Resulüllah mescitte nafile namaz kılmamış, kılmamış. Ramazanlarda teheccüd namazını kılıyor, onu da gene insanların göreceği şekilde değil, etrafını hasırla çevirerek ya da bir tür çadırı yaparak mescidin içersine yaparak kılıyor ki cemaatten herhangi bir kişinin görmesi mümkün değil. Peki, Resulüllahın mescitte kıldığı namaz sadece farz namazdır. Farz namazda da kendisi önde cemaat arkada, şimdi arkada namaz kılarken böylemi baktılar Resulüllah acaba nasıl elini şey yapıyor diye. Bu mümkün mü? Mümkün mü bu yani? Bu olacak şey değil yani. Peki, bu rivayet Peygamberimizin eşi tarafından gelse evde namaz kıldığı zaman o görür. Eşinden de böyle bir rivayet yok. Şimdi İmam Malik’in o bakımından bu sözü son derece önemli çünkü Medine’nin uygulamasını bize naklediyor. Sonra elleri kaldırma konusunda da uygulaması çok önemli. Biz şimdi şeyden biliyoruz bazı cemaatler maalesef farklı olabilmek için bir takım ilaveler yapıyorlar bunu da görüyoruz bu konularda çok dikkatli olmak lazım.

Mehmet hoca: İmam Malik’te bir ilginç bir şey daha vardı. Mesela; Muhattarı… bazı hadisleri rivayet eder fakat Müdevvene’de onu delil almaz. Yani hadiste başka çeşit tarif edilmiştir ama Müdevvene’de almıyor. Fiiliyatta ona göre yapmıyor o da var. Bir de İmam Malik, Maliki mezhebinde ilginç gördüğüm çünkü yani ben de yeni görüyorum, Maliki kitaplarını okumadım, selam tek selam esası olan odur. “Öğlene …” karşı selam veriyor, hafif sağa şey yapacak eğer solunda insan varsa ona da selam verebilir diyor ama esas olan tek selam, tek selamla namazdan çıkabilir. İmam Malik diyor ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem vardı, on, on beş kişi sayıyor, bunların hepsinin tek selamla namazın çıktığını gördüm diyor.

Abdulaziz Bayındır: Yani şey gibi değil, Karadenizli gibi değil, hoca camide namaz kılmış, namazı anlatıyor sağa selam verdik mi sağdaki meleklere bunlar sevabımızı yazan melekler, soldaki de günahımızı yazan melekler onlara selam veririz deyince, şimdi Temel namaz kılıyor, selam veriyor(sağ tarafına dönerek) Esselamu aleyküm kurban olduğum, ondan sonra (diğer tarafa sola) hadi la.. Diyor. Demek ki İmam Malik’in anlattığında ona gerek kalmıyor. Temel onu dinleseydi bir şey yapmazdı. Yüzüne bile bakmazdı bu tarafa bile çevirmezdi kafasını.

Mehmet hoca: Selam kendisi ve yanındakinin duyacağı şekilde olması gerekir, çok sesle değil kendisi ve yanında olan insanın duyması, “yanındaki adamı duyacak kadar selam verilir sesli.” Bu kadar.

Abdurrahman Yazıcı: Bir de şey var hocam Hanbelîler de müstehap olan bir şey daha, dört şeyle istihaze yapılır. Arapça okudu 1.42

Abdulaziz Bayındır: Dört tane bir de meallerini de ver. Etttehiyatuda, oturuşta değil mi?

Abdurrahman Yazıcı: Allah’ım işte kabir azabından sana sığınırım, cehennem azabından sana sığınırım, deccal Mesih fitnesinden sana sığınırım işte yaşayanların ve ölülerin fitnesinden sana sığınırım gibi.

Yahya Şenol: Ölümün ve hayatın…

Abdurrahman Yazıcı: Ölümün ve hayatın da diyebiliriz, bu şekilde.

Abdulaziz Bayındır: Evet, Enes hocaya ver şeyi şimdi Zahiri mezhebini anlatsın.

Enes Alimoğlu: Bismillahirrahmanirrahim. Zahiri mezhebinde teşehhüd, oturmak farzdır. Şekli de Şafi mezhebindeki gibidir yani ilk oturuşta iftiraş yapar, son oturuşta teverrük yapar.  İlk oturuş bizim ka’dei evvel… dediğimiz son oturuş kadei ahir dediğimiz her ikisi farzdır. Hiç fark etmez, namaz nafile olsun farz olsun oturmak farzdır. Sonra bu oturduktan sonra…

Abdulaziz Bayındır: Zaten Zahirilerde Kur’an sünnet bütünlüğü diye bir şey yok. Sünnette bir şey varsa farzdır.

Enes Alimoğlu: Birde bu oturmak farzdır, bu oturmada Ettehiyatu okumak ta ayrı bir farzdır. Ettehiyatu bizim okuduğumuz şeklindeki si yani Hanefi mezhebindeki.

Yahya Şenol: Şafilerdeki gibi işte..

Enes Alimoğlu: Bu ayrı farzdır. Onun delili de hadislerdir. Sizin dediğiniz gibi hadislerden alıyor. Salâvat getirmek farz değildir, müstehaptır. Niye müstehaptır?çünkü Peygamber aleyhisselam Allah’ın muradını bize beyan eder. Allah’u Teala’da Kur’an’ı Kerim’de (Ahzap suresi 56. ayet) “sallu aleyhi ve sellimu teslima” demiş Allah’u Teala. Buradaki “sallu aleyhi ve sellimu teslima” da Peygamber efendimize sahabeler sormuş. Ya Resulüllah Nasıl salavat getiririz? Demiş. Şöyle şöyle getirin demiş. Ondan sonra “Kim bana salâvat getirirse on Allah on tane salâvat getirir” şeklinde. Böyle olduğu için bu “sallu aleyhi” ayeti namazda uygulayın diye bir söz olmadığı için mutlaka hayatında bir kere söylemiş olsa ayete amel etmiş olur. Onun için namazda salâvat getirmek müstehaptır, farz değil. Bu ayet namaza özel bir şey değildir, diyor. Ondan sonra Abdurrahman Yazıcının son eklediği dört tane istiaze var bu da farzdır, şeylerde Zahirilerde. Mesela; “Ya Rabbi sana cehennem azabından sığınırım, kabir azabından sana sığınırım, hayat ve ölümün fitnesinden sana sığınırım, en sonunda da Deccal ve Mesih fitnesinden sana sığınırım” bu dört tane istiaze duasını okumakta farzdır. Çünkü Peygamber efendimiz “ Biriniz teşehhüde oturursa ve yahut teşehhüd okursa bu dört tane şeyden istiaze de bulunsun demiş……emirdir, emir farzı ifade eder. En sonunda selam vermek farzdır, selam namazın bir rüknüdür, onsuz namaz tam olmaz.

Abdulaziz Bayındır: Hanefilerde selam farz değil.

Yahya Şenol: Selam hani onu da belki şey yapabiliriz. Nereye yerleştirebiliriz selamın farziyetini ayetlerde?

Abdulaziz Bayındır: Bu ayet vardı ya hani o…

Enes Alimoğlu: Selam iki kere olur, sağ ve sola Malikilere benzemez.

Yahya Şenol: Şafi mezhebinde de selam farzdır sadece bir tarafa selam vermekle farziyet yerine getirilir, sol tarafa ayrıca selam vermesi gerekmez.

Bir katılımcı: Elleri elli üç yaptığınız zaman Allah lafzı oluşuyor ya şöyle o oradan gelen ve İslamiyet öncesinden kalan bir davranış …. Olabilir.

Abdulaziz Bayındır: Mümkündür, evet.

Yahya Şenol: Bir tanesi açıkta kalacak her halükarda şu var ya şu önde olacak (işaret parmağını gösteriyor) illaki.

Abdulaziz Bayındır: Şimdi bu

Yahya Şenol: Çünkü selam konusundaki hadis net yani…

Abdulaziz Bayındır: Yok, ona işaret eden bir ayet okuduğumu hatırlıyorum da ama hiç böyle bir şey aklıma gelmediği için şu anda…

Yahya Şenol: Tavvabu hiya subhaneke allahumme fiyha selam o mu?

Abdulaziz Bayındır: ve tahhiyatun …. Yok ama bu da onu gösteriyor da şu anda tam hatırlayamadım yani Resulüllah öyle dediğine göre kesinlikle bir ayeti kerimede var.

Yahya Şenol: Ama yani farz olması lazım hadise göre onu da belki açıkça söylemek gerekir.

Abdulaziz Bayındır: Sen o hadisi bir daha okur musun?

Yahya Şenol: “Namazın anahtarı temizliktir yani abdesttir, abdestsiz olmaz. Girişi de iftidah tekbiridir, çıkışı da selamdır.” Şimdi hadisin ilk iki bölümüyle amel edip, selamı buradan çıkarmanın da hiçbir manası yok. Dolayısıyla, selam vermenin farz olması daha doğru yani…

Abdulaziz Bayındır: Tabi farz olduğu zamanda bir tane yeter illa iki tanesi olması gerekmez.

Mehmet hoca: ……Farz olduğunu söylüyor.

Yahya Şenol: Şafilere göre de farz,

Abdurrahman Yazıcı: Hanbelîlere göre de farz.

Yahya Şenol: Farz yani selamsız namazdan çıkılamaz. Farz mı Şiilerde?

Bir katılımcı: Şii’de….

Yahya Şenol: Hanefiler vacip, Hanefilerin bu vacibini de, şeyden dolayı hani onları usülü gereği anlamak lazım. Şimdi Tahhiyatı okumak dikkat ederseniz ona da vacip dediler. Dedi ki: Teşehhüd miktarı oturmak farz ama Tahhiyatı okumak vacip. Niye? Çünkü Tahhiyata işaret eden bir ayet yok Hanefilere göre, ayetlerde yer almayan bir husus eğer Peygamberimizin hadisleri ile sabit oluyorsa o diyorlar en fazla vaciplik seviyesine kadar çıkar, farzlık seviyesine kadar çıkamaz. Ayetten bir delil bulamadıkları için onu farzın bir alt kategorisinde değerlendiriyorlar ama diğer mezhepler hayır diyorlar hadis varsa o da farzdır.

Abdurrahman Yazıcı: Bir de o hatalı namaz kılana Peygamberimizin öğretmesinde bunu öğretmemiş diyorlar.

Yahya Şenol: Oturmayı sadece şey yapmış, ne söyleyeceğini söylememiş.

Abdulaziz Bayındır: Evet şimdi sorular vardır herhalde.

Yahya Şenol: Var var…

Abdulaziz Bayındır: Tamam

Yahya Şenol: Belki hani dersin kısa bir özeti olması için Ahmet Ekin sorusunu şey yapayım. Demiş ki, sonuç olarak namazda oturuş yapmak zorunda mıyız? Tahhiyat okumak zorunda mıyız? Farz olanlar nelerdir? Bunları kısaca bir toparlayalım.

Abdulaziz Bayındır: E tabi şimdi ayeti kerime de Allah’u Teala, Ali İmran 191’de, Nisa suresinin 103’cü ayetinden de o anlaşılır ama Ali İmran 191’de daha net anlamaya vesile oluyor. Nisa suresinde her rekâtta iki secde farz olması farz oluyor şeyde iki secde arasında oturmakta farz oluyor. Öbür tarafta da her namazda bir oturuş olması farz oluyor. Her namazda bir oturuş dediğimiz zaman, nafile dediğimiz yani sünnet dediğimiz namazlar ikişer rekâttan oluştuğu için onlarda bir oturuş zaten tek bir oturuş var ama ikindi, öğle ve akşam namazında iki tane oturuş var. İki tane oturuşta bir oturuş farz olduğundan dolayı bunlardan birisinin farz olması lazım ve oturuşta bittiğine göre son oturuşun farz olması mantıki olarak son derece doğru. İlk oturuşun farz olmadığını söyleyenlerin dayandığı Resulüllah işte onu unutmuş ve ya sehiv secdesi yapmış dolayısıyla farz değildir sözü de tam yerini bulmuş oluyor. Allah’u Teala “Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard” O, Ali İmran 191’de onu söylediğine göre yani zikir, oturduğumuz zaman bir zikir yapmamız gerekmiş oluyor. İşte zikirle birlikte selam, Müslümanlara selam bunlar bize emreden bir sürü ayetler var. O ayetlerinde bir yerde yerine getirilmiş olması gerekiyor. Ve Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellemde bize bunu öğretmiş Tahhiyat olarak ta öğretmiş gerçekten o Tahhiyat duasının tamamı Kur’an’ı Kerim’e uygun ifadelerle yapılan zikirler den oluşmuş oluyor. O zaman bir kere zikirin farz olduğunu oradan biliyoruz. O Tahhiyat taki zikirlerin hepsinin Kur’an’dan alınmış olması itibariyle Resulüllah tarafından öğretilmiş olması itibariyle burada ulemanın ikiye ayrılmış olması normaldir. Yani orda oturmak farz, zikir yapmak farz ama bu zikir illa şu mu olacak, orada değişik Tahhiyat rivayetleri de şey yapılmış. Bazıları bu olacak diyerek farz demişler o makuldür yani şeye uygundur. Bazıları yok başka da olabilir demişler o da makuldür yani. Ama ben şahsen benim gönlüm Resulüllahın öğrettiği şekilde yapmaktan yanadır yani orada oturmak ve Tahhiyat duasını okumak.

Yahya Şenol: Peki ben Tahhiyat, Salli barik okumam Kur’an okurum bir şeyi olabilir mi?

Abdulaziz Bayındır: Onu okurum diye ısrar etmek yani iyi ya orda başka dualar edebilmek görüşüne uygun olduğu zaman başka dualar yapıyorsa, Kur’an okumak değil dua yapmaktır esas orada. Şeydeki, dikkat ederseniz bu Kur’an okumakla ilgili olan ayetler kıyamdadır.

Enes Alimoğlu: (Secde suresi 15. ayet)“izâ zukkirû bihâ harrû succeden”

Abdulaziz Bayındır: (Secde suresi 15. ayet)“izâ zukkirû bihâ harrû succeden” “Onu okudukları zaman secdeye kapanırlar” ifadesi var. Tahhiyattan sonra secdeye kapanmak, fe sebbih bihamdi rabbi…. onu zaten daha önce okumuştuk şu an tekrar şey yapmaya lüzum yok yani o oturuşlarda, rükularda, secdelerde, Kur’an okunması yasaklandı bana diye hadisi şerifte var. Onu geçen hafta ayetlerden çıkarmıştık o şeyleri yani arzu edenler onu da dinleyebilirler. Esas olan diğer dualardır ki Resulüllah bu konuda bize en güzel örnektir. Allah’u Teala bize ne diyor? (Ahzap suresi 21. ayet) “Allah’ın Resülünde sizin için güzel bir örnek vardır” diyor. Şimdi Allah’ın Resulünde örnek vardır. Bakın şu ayeti lütfen düşünün. Kur’an nedir? Allah’ın kelamıdır, değil mi? Şimdi örneklik başka bir şeydir, kelam başka bir şeydir, değil mi? Yani aynı olur mu ikisi? Sizde (Ahzap suresi 21. ayet)“Sizde Resulüllah ta güzel bir örnek vardır, Allah ve ahiret gününde umudu olan kişi için” dediğine göre demek ki o örneklik farklı bir şey olmalıdır. Burada da Resulüllahın Tahhiyatla ilgili örnekliği bize rivayet edildiğine göre bizim uygulamak mecburiyetimiz vardır. Kendi kafamıza göre öyle falan yerde şu adam şöyle demiş diye onu örnek alırsanız o zaman olmaz yani çok ciddi problemler içersine girersiniz bunun hesabını vermek kolay değildir.

Yahya Şenol: Oturuşta sağ ayağı dikmenin sebebi nedir? Ne anlama geliyor? Eskiden namaz kılınan zeminden dolayı böyle yapıyor olabilirler mi? Ben demiş, bu şekilde oturuyorum ama anlamını da veremiyorum bir türlü.

Abdulaziz Bayındır:  Anlam vermesin Resulullah’ın yapmış olması yeter.

Yahya Şenol: Hani sağ ayak

Abdulaziz Bayındır:  Allah’ım ya Rabbim ben sana sığınırım. Siz şurayı sorguladığınız kadar yediğiniz yemeği sorgulayın bakayım yemek yiyebiliyor musunuz? Yani ne oluyor? Yok, şunu ben niye yapıyorum, bunu niye yapıyorum? Yapma kardeşim ya, Allah’ın Resulünün örnekliği sana yetmiyor mu? İşte az önce okuduğumuz ayet namaz dediğimiz her Müslümanın günde beş kere kıldığıdır.

Yahya Şenol: Tahhiyatın miraçta Peygamberimize öğretildiği doğru mu?

Abdulaziz Bayındır: Bak, hiç Miraç kelimesi geçmedi, gördünüz mü bir yerde?

Yahya Şenol: Hani genelde öyle biliniyor ya.

Abdulaziz Bayındır: Halk öyle biliyor. İnsanlar zihinlerinde tasavvur ediyor bir de bizim vaizler bunu söylerler, vaaz yani doğru şeyi vaaz edersen kimse dinlemez ama bu tür şeyleri yaparsan millet ayakta dinler. Mesela; siz bir toplulukta bir deneme yapın. Beyler size bir gerçekten bahsedeceğim diye konuşmaya başlayın kimse size kulak vermez. Size bir yalan söyleyeceğim diyin, herkes dikkatle dinler, ya bir deneyin bir deneme yapın yani, size bir yalan söyleyeceğim. En sonunda da derki ya olur mu öyle şey? Ben zaten baştan olmayacağını söylemiştim.

Enes Alimoğlu: Daha önce fıkıh dersi yaptığımızda o rivayetin uydurma olduğunu bir kitaptan okumuştum burada bir daire içinde. Burada ki arkadaşlardan bir tanesi ders bittiğinde benim odama geldi. Hocam o rivayeti ver, dedi. Uydurma dedim. Fark etmez ben imamın minberde çok iyi gider.

Abdulaziz Bayındır: Bak uydurma rivayet, ben imamım, minberde çok iyi gider, diyor Enes Alimoğluya. Uydurma… Yok, efendim ne alatıyorlar? Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem işte Allah’la karşılaşmış hâşâ zaten bu da tamamen uydurma, öyle bir şey söz konusu değil. İşte Ettehiyatu lillahi vesselavatu vettayyibat demiş. Allah’ta ona karşı Esselâmüaleyke eyyühennebiyyü ve rahmetüllâhi ve berakâatühu demiş. Ondan sonra Peygamberimizde  sadece bana olmasın Ya Rabbi!! Allah’tan daha merhametli ya, hâşâ, hâşâ yani böyle acayip bir anlayış var. Esselamu Aleyna ve ala ibadillahis salihin demiş, Selam bize ve bütün Salih kullarına olsun demiş. Meleklerde tabi şeydeler, seyirci koltuklarında, heyecanla hep beraber tekbir, demişler. Yani böyle birisi hayalinde uydurmuş bunu. Enes Alimoğlunın dediği de bak çok güzel bir açılım oldu. Burada bu işin uydurma olduğunu söyleyince, imam gidiyor odasına hocam o rivayeti bana ver ama bu uydurma yok diyor camide işime yarar.

Bir katılımcı: “…anlayamadım.” Hocam bu miraç olayını daha öğrenmeden ben “…anlayamadım..” namazımı kılarken anlamını öğrenmeden önce aylarca düşündüm bunu namazın içinde nasıl olmuşta konuşmuşlar karşılıklı diye kafamda anlamaya çalıştım bunu.

Abdulaziz Bayındır: Bir yere oturtamadın, değil mi?

Bir katılımcı: Oturtamadım, sonra miracı öğrendikten sonra…. dört altı kişi herhalde aylarca sıkıntı çektik

Abdulaziz Bayındır: Ve böyle öğrettiler değil mi? Uydurma rivayetlerle öğretiyorlar. Çünkü şeyler yani millete şıra verdiniz mi hoşuna gitmiyor illa onu içki haline getireceksin adamı sarhoş edeceksin.

Yahya Şenol: Bu korku namazında birinci rekâtı kılanlar için son oturuş iki secde arasındaki oturuş ikinci rekâtı kılanlar içinse rekât bitimindeki oturuş mudur?

Abdulaziz Bayındır: Bu da güzel bir açılım gerçekten, yani evet her ikisi de son oturuştur doğru. Onlar için mutlaka yani bak, bu soru olayı güzel bir şekilde açtı. Bir rekât kılanda o kuud’u yapmış olmak için mutlaka onu yapacak ama ona son oturuş denmez çünkü bu şey bir ruhsatla kılınan bir namazdır. Ama her rekâtta, oturuşun farz olduğunu biz buradan anlıyoruz. Son oturuş pek mantıklı olmuyor.

Yahya Şenol: Şafilere göre sünnetin terkinde sehiv secdesi mi gerekir? Eğer ilk oturuş sünnetse diye sormuşlar.

Abdulaziz Bayındır: Şafilerde sünnetin terkinde sehiv secdesi vardır. Gerçi Şafi’nin cevabını sen vereceksin.

Yahya Şenol: Sünnet iki kısım namazda Şafi mezhebine göre bir sünneti baziye diyorlar, bir de heyet diye adlandırılan sünnetler var. Bu namazdaki, işte mesela; onlarda sabah namazlarında kunut vardır, ilk teşehhüd falan ve onları sünnetin baziye kısmındadır ve onların terki sehiv secdesini gerekir. Ama heyet sünneti olarak adlandırdıkları mesela rükuya giderken ve rükûdan kalktıktan sonra elleri kaldırmak falan onlar terk edilirse sehiv secdesi gerekmiyor. Yani sünnet iki kısım sadece bir kısmında var bu.

Dualarımızı namazdan sonra değil de namaz içinde yapmamız daha mı iyidir ve namaz içinde eller açılır mı?

Abdulaziz Bayındır: Elleri açmaya gerek yok canım gönlünü açacaksın namaz içersinde. Resulullah dedi ya istediğiniz duayı yapın.

Yahya Şenol: Oturuştaki duaların tamamını bildiğimiz dilde yapsak olur mu?

Abdulaziz Bayındır: Olur, zaten Allah’tan ne istediğini bilmeden yapacağın isteğin bir anlamı olmaz ki yani dün Cemal Necime anlattım. O güzel bir yazı yazmış Kur’an’ı Kerim’de Zikir diye, düşünmeden Kâbe’nin etrafında Mısır’lı bir anne ile kız tavaf ediyor. Kız okuyor annesi tekrar ediyor. Kızın boyu uzun annesi onun beline kadar geliyor. Şimdi kız diyor ki, Allahümme ecirna minennar, Ya Rabbi beni ateşten koru, kurtar. Kadında diyor ki Allah’ım “anlayamadım…1.59.34..” nar. Ya Rabbi beni ateşe sok, diyor. Çünkü hiç düşünmüyor ki papağan gibi, sizde işte manasını bilmeden şey yaparsanız yanlış dua yapmış olursunuz, farkına varmadan.

Enes Alimoğlu: Dua okumak “anlayamadım…” kılmak başka okumak başka, onu öğrendim.

Abdulaziz Bayındır: Türkçe de dua etmek derler tabi dua etmek, Allah’tan istekte bulunmak demektir. Ama okuma dediğin zaman anlamasan gerçi anlamadan okumaya da okuma denmez ama ona ne denir bilmiyorum.

Yahya Şenol: Tahhiyattan sonra dua olarak Kur’an’dan bazı ayetleri okuyabilir miyim? Bir mahsuru var mı? Diye sormuş.

Abdulaziz Bayındır: Dua ayetleri okunur tabi onda bir problem yok. Biz mesela, Rabbena atina, Rabbenağfirli ama onları ayet olsun diye değil dua diye okuyoruz.

Yahya Şenol: Sorular genelde hep anadilde ibadete yoğunlaştı. Kendi dilimizde namaz kılalım mı diye.

Abdulaziz Bayındır: Millet nasıl olsa, bunu telaffuz etmemek daha iyi millet anlasın.

Bir katılımcı: Konuyla gene alakalı kesim bir sormaya çalışacağım ama namaz da okuduğumuz surelerin anlamalarını bilmiyor isek namazlarımız olmuyor diye net bir şekilde, daha önce dinlediğimi hatırlıyorum ama diyebilir miyiz?

Abdulaziz Bayındır: Şimdi manasını bilmiyorsanız namazınız olmaz diye kesin olarak söyleyecektik Yahya güzel bir cevap verdi orda bizim önümüzü kesti. O da dedi ki, zikir yapmış olur ki doğru söylüyor. En alt seviyede yapmış olur ama esas olan ne dediğini anlamaktır.

Yahya Şenol: Hocam iki küçük çocuğum var. Namaz kılarken çok gürültü yaptıklarında sesimi yükselterek okuyorum demiş, bunun namaza bir mahzuru olur mu?

Abdulaziz Bayındır: O zaman onları zikretmiş olursun.

Yahya Şenol: Yok yani okurken şeyleri Fatiha’yı ve ya zammı sureyi sesini yükseltiyor.

Abdulaziz Bayındır: Gece namazlarında yüksek sesle kılınabilir. Gündüz namazlarında yüksek ses ben hiç görmedim yani şey yapmadık zaten ayetlerde de öyle çocuklar gürültü yapacak yani yapsın, ne olacak, kulağını alıştıracaksın ona.

Bir katılımcı: Hocam bu Hz. Yusuf filmini beş defa seyrettim. Orda teşehhütte oturuyorlar yani Yusuf aleyhisselama da aynı Züleyha’ya da aynı, bir eli yukarıda, bir eli aşağıda, rükû yok, secde yok böyle bir namaz. Ya bu İranlıların kendilerimi yapıyor yoksa o havayı mı vermişler.

Abdulaziz Bayındır: Yani şimdi Yusuf filmi dediğiniz zaman, o filmin senaryosunu yazan kişinin bilgisi ölçüsünde yazılmıştır. Ya bizim baştanda söyledik ya, bizde ki gelenekte Resulüllah sanki dünyanın ilk Peygamberi Kur’an’da ilk kitabıymış gibi bir anlayış vardır. O anlayışın yansımasıdır başka bir şey değil.

Yahya Şenol: Secde de dua edilir mi diye herhalde geçen hafta dinlememiş.

Abdulaziz Bayındır: Secde de tabiî ki dua edilir, duanın asıl yeri secdedir. Farz namaz kılın, nafile namaz kılın fark etmez, duanın yeri secdedir.

Bir katılımcı: Kur’an’ın tahrif olmadığına en güçlü delil biliyor musunuz? Ama eğer zikir o mana ki kitaba, ehli kitaba, mesela Tevrat, İncile zikirdir dersek zaten de öyledir acaba buna dayanarak acaba tahrif diye bildirişimiz doğru olur mu sizce?

Abdulaziz Bayındır: Yani Tevrat’ta ve İncil’de tahrif edilmemiştir demek doğru olur mu, öyle mi?

Bir katılımcı: Hayır, biz diyoruz ki tahrfi oldu yani Kur’an muharref, tahrif oldu kitaplar diyoruz. Başka yönden de (Hicr suresi 9. ayet) “İnnâ nahnu nezzelnez zikre ” ayetini aldığımızda. Dedi ki zikir sadece Kur’an değil. O kitaplarda olabilir diyoruz ama başka yönden “…anlayamadım..” diyorlar Kur’an’da lafzan hiç tahrif yok, kelime eksikte olmadı, eklenmedi de diyoruz. Delilin ne dese? Delilimiz bu ayet diyorlar, öyle olsa bir çelişki çıkıyor. Buradan diyoruz ki Kur’an hiç tahrif olmadı delili bu ayet başka yönden diyoruz ki zikir bu kitaplarda kapsamıdır. Nasıl oluyor? Öyle olsa o kitaplarda tahrif olmamış gibi çıkıyor. Anlatabildim mi?

Abdulaziz Bayındır: Tamam, güzel bir soru sağ ol teşekkür ederim. İstersen ben tekrarlayayım. Şimdi (Hicr suresi 9. ayet) “İnnâ nahnu nezzelnez zikre ve innâ lehu le hâfizûn” ayeti kerimesi “Bu zikri biz indirdik koruyacak olanda bizleriz” ayeti hep Kur’an’ı Kerim’le ilgili olarak kabul edilir. Kur’an lafzen korunmuştur, tek kelime bile ondan çıkarılmamıştır. Bunun delili olarak söylüyoruz. Peki, buradaki ez zikir Tevrat olarak ta İncil olarak ta az önce bizim burada söylediğimiz gibi düşünülürse, biz onları muharref kitap olarak biliyoruz, o zaman bir çelişki doğmaz mı? Böyle değil mi soru?

Şimdi bir çelişki doğmaz şundan dolayı doğmaz. Tevrat ve İncil bugün inşallah elimize geçer. Asliyetiyle duruyor olması lazım ya da en azından o temel emirler orda devam ediyor olması lazım. Şundan dolayı, Allah Teala, Tevrat ehli için “ve men lem yahkum bimâ enzelallâhu fe ulâike humul kâfirûn” demiştir. Maide 44’te yani  “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen kâfirdir” Orda Allah’ın indirdiği de Tevrattır. O ayeti kerime de “İnnâ enzelnet tevrâte…. yahkumu bihen nebiyyûnellezîne eslemû” öyle miydi ayeti kerime? “fîhâ huden ve nûr” ve İncil’le ilgili de (Maide suresi 47. ayet) “ve men lem yahkum bimâ enzelallâhu fe ulâike humul fâsıkûn hocam burayı zalimun okudu” “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen ki onlar İncil ehlidir” Şimdi onlara bir de şu ayeti kerime var. Diyor ki Allahu Teala (Maide suresi 68. ayet): “Yâ ehlel kitâbi! lestum alâ şey’in hattâ tukîmût Tevrâte vel İncîle” “Ey ehli kitap Tevrat’ı ve İncil’i tam olarak ayakta tutmadan”  “ve mâ unzile ileykum min rabbikum” “ve Rabbinizden size indirilmiş olan bu Kur’an’ı ayakta tutmadan hiçbir temeliniz olmaz.” Diyor. Bak orada Tevrat ve İncil’e muharref demiyor. Kur’an’ı Kerim’in hiçbir ayeti bizim Tevrat ve İncil’e yaklaştığımız ifadelerle geçmez. O şeyde de (Nahl suresi 43. ayet) “fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn” ile (Nahl suresi 44. ayet) “ve enzelnâ ileykez zikre li tubeyyine lin nâsi” ayetini de burada birkaç kere anlatmıştık. Buradaki ehli zikir, Nahl suresinin 42. ayetinde ehli zikir, ehli kitap. Resulüllaha indirilen zikirle, o zikir aynı zikir değişen bir şey yok. Şimdi bütün buları bir araya getirdiğimiz zaman şunun cevabını bulmuş oluyoruz. Maide 15. ayette Allah’u Teala diyor ki: “Yâ ehlel kitâbi kad câekum resûlunâ yubeyyinu lekum kesîran mimmâ kuntum tuhfûne minel kitâbi” “Ey ehli kitap! O kitaptan gizlediğiniz çok şeyi size açıklayan, ortaya çıkaran Resülümüz size geldi” demek ki bunlar Tevrat’tan ve İncil’den çok şeyi gizliyorlar. Peki, yubeyyinu lekum sizin için ortaya çıkarıyor. O zaman Kur’an’ı Kerim’de olanlar, Tevrat’tan ve İncil’den gizlenenler olmuş oluyor. “ve ya’fû an kesîr” derken bir çoğunu da affediyor da mensuh hale gelmiş oluyor nesihle yani, Cenabı Hak onların hükmünü devam ettirmiyor. O zaman Resulüllah onların gizlediği birçok şeyi ortaya çıkarıyorsa, onların gizlemeleri, onun kaybolduğu manasına gelmez. İnsanların gözünden kaybolması manasına gelir. İşte  (Hicr suresi 9. ayet) “İnnâ nahnu nezzelnez zikre” “O zikri biz indirdik” dediğimiz zaman Âdem aleyhisselamdan beri indirilen bütün kitaplar anlaşılır ve innâ lehu le hâfizûn” da Kur’an’ı Kerim’de de koruma altına almışızdır demiş olur. Ama şimdi bize göstermedikleri Tevrat ve İncil’de de bunlar mutlaka koruma altındadır. Yani onlar isterse kaybetmiş olsalar bile Kur’an’ı Kerim Allah’ın son kitabıdır ki zaten Şura suresinin 12. ayetinde Allah’u Teala diyor ki:(13.ayet) “Allah Nuh’a neyi emrettiyse sizin için bu dinin şeriat yapmıştır” “İbrahim’e, Musa’ya, İsa’ya, Nuh’a” Bak şimdi İsa kendisine İncil indirilmiş olan, Musa ve diğer İsrail oğullarının nebileri, kendisine Tevrat indirilmiş olanlardır. “en ekîmûd dîne” “bu dini ayakta tutun” deniyor. Hep aynı din, farklı bir din yok. O zaman din aynı dinse o dinin bütün hükümleri de koruma altında olmak zorundadır, Kur’an’ı Kerim’le korunmuştur. Biz şunu çok iyi biliyoruz ki Tevrat’ın ana metni yok, Musa aleyhisselama inen, diğer nebilere inen ana metin yok. İsa aleyhisselama inen ana metin yok. Bunu zaten iddia eden bir şey de yok yani ama Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme inen ana metin var. Bu Kur’an’ı Kerim’le korunmuş oluyor. Bu Kur’an’ı Kerim’le korunan bütün, Allah’ın indirdiği tüm kitaplardır. Anlattığımız bu yani burada çelişki olmuyor.

Bir katılımcı: anlayamadım

Abdulaziz Bayındır: (Nisa suresi 46. ayet) “yuharrifûnel kelime an mevâdııhî” şurdan kaynaklanıyor. Kelimeleri yerleşik anlamlarından başka tarafa çekmek manasına geliyor.

Bir katılımcı: anlayamadım

Abdulaziz Bayındır: Yok şu anki Tevrat ve İncil de değil Kelimeleri yerleşik anlamından başka manalara çekme işi Kur’an’ı Kerim’de de fazlasıyla var. Kur’an meallerinde çok fazlasıyla var, meal verirken lâfzî tahrif değil, manevi tahrif.

Bir katılımcı: Buraya bakılarak deniyor.

Abdulaziz Bayındır: Buraya bakılarak deniyor ama yanlış o çünkü orda da sebepler anlatılıyor yukarıda, işte şöyle şöyle derler diye. Vakit çok şey yaptığı için ama bunu ayrıntılı olarak görmek isteyenler varsa bizim Doğru Bildiğimiz Yanlışlar kitabında tahrif başlığı altında okuyabilirler.

Tüm Mukayeseli İlmihal Dersleri
# İçerik Adı Yayınladığı Tarih Görüntülenme
1 Oruç 13 Temmuz 2013
2 Ramazan ve Oruc Bakara Suresi 183-187 Ayetler 6 Temmuz 2013
3 Namazda Oturus 22 Haziran 2013
4 Namazda Secde ve Oturuş 15 Haziran 2013
5 Namazda Ruku, Secde ve Oturuş 8 Haziran 2013
6 İmamın Arkasında Kıraat, Ruku, Secde ve Ka’de 1 Haziran 2013
7 Namazda Kıraat – 2 18 Mayıs 2013
8 Namazda Kıraat(Zikr) 11 Mayıs 2013
9 Namazda El Bağlamak – Sorular ve Cevaplar 20 Nisan 2013
10 Namazda El Bağlamak 20 Nisan 2013
11 İftitah Tekbiri 13 Nisan 2013
12 Namaz’da Niyet 6 Nisan 2013
13 Kerahat Vakitleri 23 Mart 2013
14 Sabah Namazının Vakti 16 Mart 2013
15 Namaz Vakitleri – 2 9 Mart 2013
16 Namaz Vakitleri – 1 2 Mart 2013
17 Namazda İstikbal-i Kıble 23 Şubat 2013
18 Namaz Kılınabilen Kılanamayan Elbiseler, Başörtüsü 16 Şubat 2013
19 Ezan, Kamet ve Sala 9 Şubat 2013
20 Kur’an’da Salat Kavramı 5 Ocak 2013
21 Kadının Özel Halleri 29 Aralık 2012
22 Özürlünün Abdesti 15 Aralık 2012
23 Teyemmüm 8 Aralık 2012
24 Gusül 1 Aralık 2012
25 Abdesti Bozan Haller 24 Kasım 2012
26 Abdest Alırken Ayakların Meshi Meselesi 17 Kasım 2012
27 Abdest 10 Kasım 2012
28 Kur’an ve Sünnet’e Göre Necis Olan Şeyler 3 Kasım 2012
Kuran Dersi Canlı Yayın