Namazda Kıraat(Zikr)

11 Mayıs 2013 tarihinde yayınlandı. görüntülenme Mukayeseli İlmihal Dersleri

………………başlangıçta eksik kayıt var. mahsus olmak üzere Allah’a kulluk etmeleridir. “Namazı tam kılıp, zekâtı vermeleridir.” Yani bütün nebilerin görevi namaz kılmaktır ve zekât vermektir. Tabi diğer görevlerin yanında bunlara özellikle vurgu yapılmış oluyor. Namaz kıldığınız zaman vaktinizi şeye ayırıyorsunuz, zikre yani ibadete tahsis ediyorsunuz kendinizi, zekât verdiğiniz zamanda malınızı Allah yolunda harcamış oluyorsunuz. Bu iki şey yani insanın çok değer verdiği iki şeyi Allah için yapabilmiş olması namazı dosdoğru kılması ve zekâtı vermesi, bu Âdem aleyhisselamdan günümüze kadar devam eden temel bir görevdir.

Şimdi bu derste zikrin ne olduğunu anlamaya çalışacağız yani madem Allah’u Teala, Taha suresinin 15. ayetiydi değil mi öyle hatırlıyorum? (Taha suresi 14. ayet) Musa aleyhisselama: “ekımis salâte li zikrî” emrini vermiştir. “benim zikrim için namaz kıl.” ayrıca bize verilen emirlerde de, Bakara 239’da “Eğer korkarsanız namazını yürüyerek ya da binili olarak kılın, güvene kavuştuğunuz zaman Allah’ı, onun size öğrettiği şekilde zikr edin.” Yani, o Musa aleyhisselama verilen “ekimus salate li zikri” emrinin bizim içinde aynen tekrarlandığını görüyoruz. Ayrıca Nisa suresinin 103. ayetinde de “Namazı kıldığınız zaman Allah’ı ayakta, yanlarınız üzerinde ve oturarak anın, zikredin.” Diyor. İşte bütün bunlar, namazda zikrin son derece önemli olduğunu gösteriyor. Birde zikrin bütün çeşitlerini içersine alan bir ibadettir, diye bir Hadis-i Şerifte buyruluyor. O açıdan zikir son derece önemli bir kavramdır. Kuran’ı Kerim’e baktığımız zaman zikrin bütün ilahi kitapların ortak adı olduğunu görüyoruz. Kuran’ın adı zikir, önceki kitapların adı zikir, zikrin, Allah’ın yaratılmış olan ayetlerinden çıkarılan bir bilgi olduğunu da öğreniyoruz. Sonra sözlüklere baktığımız zaman ve Kuran’ı Kerim’le karşılaştırdığımız zaman zikrin, evrensel nitelik taşıyan doğru bilgi anlamına geldiğini, insanların akıllarından çıkarmamaları gereken, sürekli hatırda tutmaları gereken ve sürekli davranışlarını ona göre ayarlamaları gereken bir bilgi olduğunu öğreniyoruz. Allah’ın indirdiği kitapların adı zikir, yani o kitapların tamamı zikir ama Allah’ın yarattığı kitap olan varlıklar âleminden öğrenilen bilgi, zikir. O zaman zikir çok mühim bir kelime oluyor. Bakıyoruz ki bütün nebilere verilen görev tezkir yani insanların kafasında olan, o tabiattan elde ettikleri doğru bilgiyi harekete geçirme görevi, bütün insanlara verilen görev tezekkür o bilgiyi harekete geçirmek. İlişkiyi kuran kelime de zikir. İşte günde beş vakit namazın da, zikir için kılınıyor olması bu açıdan üzerinde titizlikle durulması gereken bir husustur.

Yasin suresinin 11. ayetinde Allah’u Teala şöyle diyor Rasullallah sallallahu aleyhi ve seleme: “Sen sadece bu zikre uyanları uyarabilirsin” Şimdi zikre uymak ne demek? Şimdi bizim geleneksel zikir anlayışımızı düşünürseniz tesbih çekmek, Sübhanallah demek, Elhamdülillah demek. Şüphesiz onlar zikirdir yani, onlar zikir değildir diye bir şey yok. Çünkü Sübhanallah, doğru bir bilgidir yani Allah’a boyun eğerim, Allah’ın hiçbir eksiği, noksanı yoktur, Elhamdülillah doğru bir bilgidir, Allahuekber doğru bir bilgidir, hepsi birer zikirdir ama bizde yanlışlık, zikrin sadece bunlar sayılmış olmasıdır. Bunları saydığınız zaman “menittebeaz zikre” olmuyor. “O zikri biz indirdik ve onu koruyacak olanlarda biziz.” Diyor Allah’u Teala ve burada zikir ve koruma iki kelime yan yana gelmiş oluyor. O hangi ayetti? Hicr suresi 9. ayet, 15. sure 9. ayet. Kuran’ı Kerim’in adı zikir, o zaman (Yasin suresi 11. ayeti) İnnâ nahnu nezzelnez zikre” dendiği zaman “Sen sadece bu zikre tabi olanları uyarabilirsin” diyor Allahu Teala. O zaman zikre tabi olabilmek için bir şeyin arkasından gidebilmek için, ne olduğunu bilmek lazım. O zaman Kuran’ın ne olduğunu bilmediğiniz zaman, Kuran sizin açınızdan zikir olmaz yani ezberlenen bir şey zikir olmaz. Bazı sözlüklerde bakıyoruz ki, unutmanın zıttı, diyor. İşte hıfız, hâlbuki şeyde, ayette, birbirinden farklı iki kavram olarak geçiyor. “İnnâ nahnu nezzelnez zikre ve innâ lehu le hâfizûn.” “O zikri indiren ve koruyacak olan biziz.” Diyor.

Dolayısıyla, hıfızla ifade edilemeyecek kadar çok önemli bir kavram, ezberle ifade edilemeyecek kadar önemli bir kavram. Bir kişinin ezberlediği ama içeriğini bilmediği bir şeyin arkasından gitmesi de imkânsızdır. İşte bütün bunlar, bize gösteriyor ki bir kimse namaz kıldığı zaman, okuduğu duaların farkında olmak zorunda. İşte tekbir alırken, ister tekbirden sonraki dualar olsun ve okuduğu ayetlerin farkında olması lazım. İşte zikir öyle önemli bir kavram ki, Allahuekber söylediğiniz söz de zikir, arkasından Subhanekeyi okuduğunuz zaman yaptığınız zikir, Fatiha, zammı sure, rükû, secde, bütün bunlarda yaptığınız, o telaffuz ettiğiniz her şey birer zikir ve ayrıca, ayrıca tabiatla irtibat kurabileceğiniz bir seviyeye gelmiş olmanızda bir zikir. Onun için Ali İmran surensin kaçıncı ayetiydi? 191. ayeti ve devamı, “Göklerin ve yerin yaratılışı konusunda tefekkür ederek, ayakta, rükûda ve secde de Allah’ı zikredenler” şimdi bu namazla gökler ve yer arasındaki irtibat, Allah’ın yarattığı ayetlerle indirdiği ayetler arasında irtibat kurarak namazınızı kılıyorsunuz. Ondan sonra “rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ” o da buradan varılan bir sonuç. Yani ne yapıyor? Namaz kılarken tüm tabiatla bütünleşiyorsunuz, işte indirilen ayet ve yaratılan ayetlerle bütünleşiyorsunuz ondan sonra diyorsunuz ki “ya rabbi sen bunları boşuna yaratmış değilsin.” “subhâneke fekınâ azâben nâr” diyerek te yani “yanlış bir şey yaparsak yandık o kadar da nimet verdin. Bizi o cehennem azabından koru.” Diyorsun. Devamı neydi?

(Ali İmran suresi 192. ayet) “Ya rabbi sen kimi o ateşe sokarsan, onu perişan etmiş olursun. Bu şekilde zalimler yani yanlış yapanların yardımcısı da olmaz.” İşte orada ne demiş oluyor? Ben doğrusunu yapacağım demiş oluyor. Yani namaz her insan için ciddi bir eğitim olmuş oluyor. Eğitim olabilmesi içinde ne dediğinin farkında olman lazım yani bu muhteşem bir şey hem Allah’a karşı kulluğunun şuuruna varıyorsun, hem tabiatı düşünüyorsun hem Allah’ın indirdiği ayetleri düşünüyorsun. İşte o açıdan da bugün üzerinde duracağımız zikir kavramı son derece önemli bir kavramdır. İnşallah gereken başarıyı gösterebiliriz bunu anlatma hususunda ve çok sayıda da ayet var bu konuda. Kaç tane ayet tespit etmiştin, saydın mı? Yani beş sayfalık ayet var şu anda benim elimde, Kuran anlamına gelen 11 ayette zikir, evet bu husustaki çalışmayı epey zamandır, Enes Alimoğlu sürdürüyor ama sözü Enes Alimoğluya vermeden önce benim Enes Alimoğludan öğrendiğim ve çok hoşuma giden şeyi tekrarlayayım. Yani bütün nebilerin görevi tezkirdir, insanların görevi tezekkürdür, aradaki ilişkiyi kuran kelimede zikirdir. Yani tezkir sizin zihninizdeki bilgiyi harekete geçirmektir. O bilgi ister Allah’ın indirdiği ayetten öğrenilmiş olsun, ister yarattığı ayetten öğrenilmiş olsun ama mutlaka doğru bilgi yani doğrulu kesin olan bilgi olacak ve tabii o maruf olacak ki Allah’ın 12. 31. anlayamadım yani ma’rufun da çok özelliği var. İlişkileri kurarak yani neden ve sonuç ilişkilerini doğru kurup, kavranan bilgiye maruf deniyor. O ilişkileri kurmadan kavranan bilgiye ma’ruf denmiyor yani bu doğru diye bütün benliğinizle ona inanıyorsunuz, kavrıyorsunuz onu. O açıdan da, bu arada teşekkür etmiş olarak Enes Alimoğluya verelim şeyi, buyurun.

Enes Alimoğlu: Euzübillahimineşşeytanirracim, bir de şeyi okusaydınız. “Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât, ve le zikrullâhi ekber” o ayeti okusaydınız.

Abdulaziz Bayındır: A… evet o çok önemli gerçekten aklıma gelmedi ama o ayete de çok yanlış anlam veriliyor. Hud suresindeydi, değil mi? Yoksa Neml’de miydi? Ankebut’ta bir bul bakalım. Bismillahirrahmanirrahim, (Ankebut suresinin 45. ayeti, 20. cüzünde son sayfasında son ayet oluyor. 20. cüz, 29. sure Ankebut) Şimdi bu ayet yıllarca benim zihnimi meşgul etmiştir, anlayamamışımdır. Çok yakın bir zamana kadar, belki anladığımı zannettiğim süreden bu ana kadar birkaç ay ancak geçmiştir. Ama yıllar yılı bu ayeti hep düşünür dururum. Burada Cenabı Hak bize ne diyor? Tabi bu düşünmemizin asıl sebebi şu; sizde her defasında farkına varıyorsunuz, kavramların içerisi tamamen boşaltılmış. Dün doktora yapan bir arkadaşımız yaptığı çalışmayı işte bize sunarken gördüm, onun çalışmasında gördüm. Hamza Aktan hoca bundan önceki dönemde Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanıydı. Kölelik ve cariyelikle ilgili güzel bir yazı yazmış. Ben duyuyordum ama hiç okumadım. Dün ilk defa orada bölümlerini gördüm. Orada şu ifadeyi kullanıyor, diyor ki: Rasulallah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında kölelik ve cariyelik diye bir şey hiç yoktu çünkü zaten Kuran’ı Kerim bunu yasaklamış. Ashabı Kiram’dan da böyle herhangi bir uygulama yok, diyor. Kölelik yani, kölelik ve cariyelik yok, diyor. Emeviler zamanında başlamış bu köleleştirme işi sonra Abbasilerinde bu hoşuna gitmiş onlarda devam etmişler. Biliyorsunuz, burada yaptığımız çalışmaları çok iyi biliyorsunuz ki, köleliği Kuran’ı Kerim, Bedir savaşından önce kesinlikle kaldırmıştır. Kölelik, cariyelik diye bir olay yok. Şimdi orada bir şey söylüyor. Emevilerin birçok kavramın içini boşalttığını söylüyor, Abbasilerinde onu devam ettirdiklerini söylüyor. Ayrıca dün işte, Yaşar Nuri Öztürk’ün yayınladığı bir kitap var. Şirk diye yeni bir kitap yayınlamış. Orada gördüm ben ilk defa, Caferi Sadık’ın bir sözünü nakletmiş oraya. Şimdi mesela; Caferilerin bize tanıttıkları Caferi Sadık ile gerçek Caferi Sadık arasında çok büyük fark olabilir. İşte Ebu Hanife ile bize tanıtılan Ebu Hanife arasındaki fark gibi. Ebu Hanife biliyorsunuz, canını verdiği bir davanın daha sonra savunucusu gibi gösteriliyor kitaplarda. Dolayısıyla, bu zatların bize anlatılan şekliyle gerçek hüviyetleri arasında çok büyük fark olduğu belli ama tespit edecek elimizde şey yok. İşte bir takım işaretleri bulduğumuz zaman onlardan yararlanıyoruz. Caferi Sadık’ın sözü de şöyle, diyor ki: Emeviler, diyor, İslamı şirki anlaşımaz hale getirerek, diyor şirk kavramının anlaşılmasını engelleyerek, İslam’a en büyük kötülüğü yapmışlardır, diyor. Arkasından Abbasiler aynı şeyi devam ettirmiş. Ha biz bunları hep görüyoruz, hissediyoruz da ama böyle tarihi bilgiler olunca, buda çok iyi oluyor.  Şimdi bu kavramların içerisi boşaltılınca, yani siz düşünün ki, çocukluğunuzdan itibaren zikir dendi mi, tesbihi anlıyorsunuz. Hep öyle anlatılıyor. Bu zikrin bu kadar önemli olduğunu yıllar sonra öğreniyorsunuz ama şu ayeti kerimeye bakın. Mesela; şurada verilen meali ben size okuyayım, Resulum sana vahyedilen kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak, elbette ibadetlerin en büyüğüdür. Şimdi Allah’ı anmak ibadetlerin “ve le zikrullâhi ekber” Şimdi adını söylemeyeyim, geçende berberde tıraş olurken, baktım ki bir hoca konuşuyor, diyor ki: Allah’u Teala okumayı emretmiştir, bu ayeti okuyor. Allah okumayı emretmiştir, diyor namaz kılmayı da emretmiştir. Kişiyi ikisi arasında muhayyer kılmıştır, diyor. Burada öyle bir şey söz konusu değil. İster onu yap, ister onu yap. Ama diyor. Okursan cennet garanti, namaz kılarsan belli değil. Yani namaz kılmayabilirsin, diyor. Oku diyor genel, genel. Okurken Kuran oku demiyor yani. Şimdi şey varya Ali İmran 7. ayette “Kalplerinde kayma olanlar kendi zihinlerindekine benzer bir şey, bir ayet buldular mı hemen onun peşine” aynısını bulmaları imkânsız, benzer, onun için bir iki kelimeden hareket ederler. Yani böyle istismar edenlerde çıkıyor.

Şimdi şuraya bakın, (Ankebut suresi 45. ayet) “Sana vahyedilmiş kitabı oku” Bir de bu şey var ya Enes Alimoğlu o konuda çok çalışmamız lazım. Mesela Mehmet hoca içinde, Cemal bey içinde, diğer arkadaşlarımız içinde bu önemli. Bu şeyin hal cümlesi…20. 36 dk algılayamadım olmaz Araplarda ama ben şahsen 20.39 dk aynı söz hal olduğu kanaatindeyim ayeti kerimeleri okurken yani. Çünkü başka anlam tutmuyor. “Utlu mâ ûhıye ileyke buradaki Arapça kelimeleri yazamadım……20.51…. salât” yani “Namaz kılarken Allah’ın sana vahyedileni oku.” Cemal beye hitaben Arapça konuşmasını yazamadım 21.10 dk“Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi” “Sana vahyedileni oku ve namazını kıl.”  “innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker” “çünkü namaz fuhşiyattan, çirkinliklerden yani gayri meşru ilişkilerden ve çirkin davranışlardan kişiyi nehyeder.” Hangi namaz? Bu şekilde olan bir namaz, yani şimdi düşününki az önceki ayetlerde de o zikri gerçek manada kavrıyorsunuz, o namaz kılarken ne söylediğini biliyorsunuz sadece ayetlerle değil dışarıdaki yaratılan ayetlerle ilişki kurarak namazı kılıyorsunuz. Tabiî ki böyle bir namaz kişiyi şey yapar, fuhşiyattanda, kötü şeylerden de uzaklaştırır. Elbette uzaklaştırır çünkü her bir namaz ayrı bir eğitim olur. Ama bu olmadığı zaman ne yapıyorsunuz? Şimdi ben mesela; bu sabah camide namaz kılarken ikinci rekâta yetişebilmiştim. Baktım yanımda bir delikanlı güzel namaz kılıyor, hoşuma da gitti yani böyle. Daha ben Fatiha’nın yarısını okuyana kadar, o ikinci rekâtın kıyamını, kıraatını falan bitirdi yani maşallah ne kadar hızlı insanlar var. Peki, öyle bir şeyden ne anlayacaksın sen? Öyle bir namaz seni nasıl fuhşiyattan ve münkerden nehyeder? Ondan sonra “ve le zikrullâhi ekber” şimdi ve le zikrullâhi ne demek? Şimdi bunu Enes Alimoğlu ondan dolayı şey etti. Enes Alimoğluyla beraber bunu anladıkta, belki arkadaşlarımıza ilk defa söyleyeceğiz ondan dolayı sen bu ayeti söyle dedi. Şimdi ve le zikrullâhi derken, Allah’ın zikri, neydi Allah’ın zikri? “ekimus salate li zikri” “beni zikir için namaz kıl”

(Bakara 239. ayet) “Güvene erdiğiniz zaman Allahın öğrettiği şekilde namazı kılın” Allah’ın zikri ne oluyor, o zaman? Namaz oluyor, değil mi? Yani şunu bilin ki namaz ibadetlerin en büyüğüdür.(Ankebut suresi 45. ayet) “ve le zikrullâhi ekber” İşte Kuran’ı Kerimdeki o ama o zikrullah o, Allah öyle bir kelime kullanıyor ki burada sadece namaz diye anlaman gerekmez. Kuran’ı anlamak için okuman gerekir, tabiatı anlamak için okuman, ne bileyim hepsi zikrullah olur. Ama bu bağlamda namaz olur. O zaman işte şeyden sonra da birçok yerde namaza niye bu kadar çok önem veriliyor. Neden dinin direği diyor rasulallah sallallahu aleyhi ve selem, burada ortaya çıkıyor. Yani tekrar ayetin mealini anlamaya çalışalım. “Sana vahyedilen bu kitaptan sana vahyedileni oku” benim anladığım gibi “namaz kılarken oku” ki Arapça bakımından bunun öyle olması gerektiğini düşünüyorum. Harun hocaya da söyleyelim de, bu şey varya, hal cümleleri varya, yani cümle inşaiyeden 25.22 dk doğru yazdığımdan emin değilim hal olmaz Araplarda ama ben şahsen cümle inşaiyenin 25.25 dk hep hal olması gerektiğini yani Kuran’ı Kerim’i okuduğum her defasında düşünüyorum. Yani hal olmalı yoksa anlam tam tutmuyor. Şimdi ona göre mana verirsek “Namaz kılarken sana vahyedilen Kuran’ı oku çünkü namaz” yani bir kere Utlu kelimeside çok önemli yani tilavet kelimesi bizim Türkçede ki aslında Türkçede de oku kelimesi de basit bir kelime değildir. Okuma bir anlamı zihinde toplamak demektir. Türkçemizde bir şey vardır, okumak anlamak içindir, derler ya bu çok doğru bir kelime. Hatta düğüne 26 10 dk okuttu derler. Okuma anlamı zihinde toparlamak demektir yani öyle anlamadan geçmek demek değil yani. Şimdi burada da Araplarda da Utlu dediği öyle okuyacaksın ki sen kendin onu takip edebileceksin bunu uygulayabileceksin, mesela (Şems suresi 2. ayet) “Güneşin arkasından doğduğu zaman Aya” yani öyle bir şey olmalı ki Kuran’la senin arana bir şey girmemeli, Kuran’ın peşinden gidebilmelisin, Tilavet odur yani Kuran’a uyabilmek. “Bu kitaptan sana vahyedilen neyse sen ona uy ve onu oku namazı kılarken, Çünkü bu şekildeki bir namaz, kişiyi fuhuştan ve çirkin davranışlardan engeller. Şüpesiz ki zikrullah yani namaz, ibadetlerin en büyüğüdür. Allah ne yaptığınızı bilir.” Böyle olunca tam mana oturuyor, değil mi? Yani,  oturuyor, değil mi? Evet. Ben yıllardır zihnimde oturtamıyordum ya bu şeyi, iki kelimeyi yıllardır oturtamıyordum. Yani çocukluğumdan beri burada ne diyor Cenabı Hak acaba düşünüp duruyordum. Evet, buyur seni dinleyelim şimdi.

Enes Alimoğlu: Benim söyleyeceklerimi aslında siz söylediniz, bir şey kalmadı.

Abdulaziz Bayındır: Bir şey kalmadı mı? O zaman dersi bitirebiliriz, kapatalım. Yok, esas sen şimdi ayrıntılara geçeceksin. Ben özet verdim, sen ayrıntıya geçeceksin.

Enes Alimoğlu: Bismillahirrahmanirrahim. Bu zikir kelimesi konusunda elimizdeki tüm 28.10 dk anlayamadım…….baktım, ondan sonra ayetlere baktım ilgili ayetlere, nasıl bir anlama geliyor diye. Kuran’ı Kerim’e baktığımızda zikir kelimesi isim olarak ta gelir, mastar olarak ta gelir. İsim olduğunda Kuran anlamına geliyor on bir ayette, iki ayette de önceki kitaplar anlamına geliyor. Birde şeref anlamına gelen yerlerde var. Mesela;(İnşirah suresi 4. ayet) Verefanâ leke zikrek” Orada şeref demektir diyor Tefsirlerde, bu anlamada geliyor. Mastar olduğunda anmak, unutmamak, hatırında tutmak, aklında tutmak gibi anlamlara da geliyor. Bir de öğrenmek anlamına gelen yerlerde var. Mesela; (hem Araf suresi 171. ayet hem de Bakara suresi 63. ayette var) vezkurû mâ fîhi leallekum tettekûn” Diyor ya “öğrenmek ve aklında tutmak”

Abdulaziz Bayındır: Bizde aklından çıkarma tam onun karşılığı.

Enes Alimoğlu: Söylediği ayetin Latincesini bulamadım 29.21 dk yani öğrenmek ve aklında tutmak. Niye aklında tutuyor? leallekum tettekûn kendinizi korumak için oradaki bilgileri aklınızda sürekli canlı tutulması gerekiyor. Böyle var.

Lügatlarde de hemen hemen bu şekilde zikir kelimesinin anlamı, Mesela; lügatlerdakini özetledim. Diyor ki: Canlı tutmak, hazırlamak, aklında tutmak, zihninde tutmak, dile getirmek, telaffuz etmek, unutmamak, hatırlamak gibi anlamları var. Ondan sonra başka bir anlamı da var Kuran da geçiyor bu. Bir kadınla evlenme isteğinde bulunmak.

Abdulaziz Bayındır: (Bakara suresi 235. ayet) “alimallâhu ennekum se tezkurûnehunne” yani “evlenmek istediğini karış tarafa bildirmek” işte bak bu da zikir yani çünkü tam anlaması lazım, bir şey dedi ama anlayamadım dersen zikir olmaz.

Enes Alimoğlu: Burada şey var yani zikir var. Birde gıybet etmekte zikir Kuran’ı Kerim de. Mesela; (Enbiya suresi 36. ayet) “yezkuru âlihetekum” diye bir kelime var.

Abdulaziz Bayındır: Diline dolamak.

Enes Alimoğlu: Gıybet etmek, isim olarak ta mesela; şöhret, ünlü olmak ondan sonra dediğim gibi şeref anlamına da geliyor. Kitap anlamına gelen yerlerde var dediğim gibi. Mesela; Kur’an anlamına da geliyor. Lügatlarde tesbih, dua, şükür, taet 31.15dk emin değilim bu kelimeden anlamına gelen yerlerde var lügatlarda. Mesela; Kuran’ı Kerim’de mastar olarak gelen ilk yer, iki yerde mastar olarak geliyor. (Bakara suresi 200. ayet) “Fe izâ kadaytum menâsikekum fezkurûllâhe ke zikrikum âbâekum” Burada ke zikrikum da ki zikir de mastardır. Yani babalarınızı andığınız gibi anmak anlamında,…..

Abdulaziz Bayındır: Öyle mi? Bir dakika, değiştirdin ayetin manasını.

Enes Alimoğlu: Mesela; mastar olarak…

Abdulaziz Bayındır: Yo yo olmadı. Bak şimdi neydi? “fezkurûllâhe ke zikrikum âbâekum” neydi manası?

Enes Alimoğlu: Yani babalarınızı biliyorsunuz, hatırlıyorsunuz, babalarınızın yaptığını nasıl hatırlıyorsanız sizde öyle yapın.

Abdulaziz Bayındır: Hah şimdi bu ayeti kerimenin de ilişkiler ağıyla yeni ulaştığımız anlamı Burada Cemal beye hitaben Arapça konuşuluyor “Kema zekertum abaekum yezkurulallah” 32. 17 dk sadece duyduğumu yazdım sanırım hatalı. Şimdi onu Arapça olarak Cemal Bey yazdı. Daha yeni henüz, daha yeni yayınlanmış o zaman, Türkçesi yayınlanmış değil ama Arapçası daha yeni, geçen haftaki olay bu. Arafat’tan inişi anlatan, Hac ibadetlerini anlatan ayetler arasında (Bakara 200. ayet) “Fe izâ kadaytum menâsikekum” “Hac ibadetlerinizi yaptığınız sırada” “fezkurûllâhe” “Allah’ı zikredin” yani o zikri baştan beri anlattığımız gibi ister Kuran, ister diğer zikirler, ister tabiatı düşünme şeklinde olsun. Peki, nasıl zikredelim Ya Rabbi? “ke zikrikum âbâekum” “Babalarınız buralarda hac ve Umre yaparken nasıl zikrediyor ve siz onu nasıl aklınızda tutmuşsanız o şekilde yapın.” Yani yeni bir şey söylenmiyor. Zaten hac ve Umre ile ilgili ayetlerin tamamı, İbrahim aleyhisselamdan beri olan geleneğe vurgu yapar, yeni bir şey söylemez. Bu da aynı şekilde “babalarınız burada hac ve Umre yaparken nasıl zikrediyorsa Allah’ı o şekilde zikredin. Hâlbuki bizim geleneksel manada deniyor ki işte Hac ibadetlerinizi bitirdiğiniz zaman Araplar atalarını nasıl anıyorlarsa siz öyle anın deniyor ki hiçbir anlam ortaya çıkmıyor. Ne demek yani? Hatta daha güçlü bir şekilde anın diyince, gerçekten çok anlamsız bir durum ortaya çıkıyor. Yani Kuran’ı Kerimdeki bütünlüğü dikkate almadığınız zaman anlamlar bozuluyor.

Enes Alimoğlu: Babalarınızı çok özlersiniz ondan daha çok Allah’ı özleyin.

Abdulaziz Bayındır: Niye adam babasını değil de karısını özleyebilir. Bizim bir tane hacı vardı, iki de bir telefon nerde? O zaman telefonlarda yoktu. Niye? Ya hanıma telefon açayım. Ya kardeşim, yapma. Hocam! Paranın para olduğu zamanda bir otomobil parası vermişim diyordu.

Enes Alimoğlu: Burada zikir yani ke zikrukum burada demek istediğim, mastar olarak geldiğidir. İkinci mastar olarak gelen ayet Ahzap suresi 41. ayet “Yâ eyyuhâllezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ” Buradaki zirken de mastardır. Bu şekilde gidiyor. İsim olarak gelen…

Abdulaziz Bayındır: Evet, Cenabı Hakkı çokça zikredin demek ne demek? Allah’u Teala’nın emirlerini, yasaklarını, şeylerini aklınızda sürekli tutun.

Enes Alimoğlu: İsim olarak gelen yerler var. Mesela; Saffat 168’de “Lev enne indenâ zikren minel evvelîn” yani “Öncekilerden bizim yanımızda bir zikir olsaydı keşke.”

Abdulaziz Bayındır: “Doğru bir bilgi gelseydi eskilerden”

Enes Alimoğlu: Bizim önümüzü açacak doğru bilgi demek, anlamında, ondan sonra Ali İmran 58’de de “Zâlike netlûhu aleyke minel âyâti vez zikril hakîm” diyor “İşte bu bizim sana tilavet etmekte olduğumuz şeydir. Bu şey de ayetlerden ibaret ve zikre hâkimden ibaret, hikmetli olan zikirden ibaret” Burada ki zikir de isimdir, bilgi anlamındadır. Hicir 6. ayette “Ve kâlû yâ eyyuhellezî nuzzile aleyhiz zikru inneke le mecnûn” Müşrikler Peygamber efendimize diyor ki: “Ey kendisine zikir indirilen kişi” yani istihza, dalga geçerek şey diyor; “Kendisine zikir indirilen kişi sen elbette cinlenmişsin. Sana cin çarpmış diyor.” Burada ki zikir de isimdir, Kuran anlamındadır.

Abdulaziz Bayındır: Yani demek istiyorlarki, bu kala kala sana mı kaldı?

Enes Alimoğlu: Hicr 9. ayette de “İnnâ nahnu nezzelnez zikre ve innâ lehu le hâfizûn” Bu da isimdir. İmam Kurtibi tefsirinde Bakara suresi 152. ayetin 153. ayete kadar, “Fezkurûnî ezkurkum veşkurû lî ve lâ tekfurûn” ayetini tefsir ederken şöyle diyor: Zikir olan yerde mezkur vardır, zikredilen vardır. Yani zikrin es anlamı ettena buh bil kalbi lil mezkur diyor. Yazımım hatalı oldu 37.22 dk

Abdulaziz Bayındır: Yani uyanık olması, zikre konu olan şey konusunda kalbin uyanık olması. Yani ne olup bittiğinden haberdar olmasıdır.

Enes Alimoğlu: Ondan sonra diyor ki: Esas zikrin anlamı, kalbin zikridir. Kalbin mezkura uyanık olmasıdır, daim tutmasıdır kendi içerisinde canlı olarak. Şimdi dil ile zikir yapmak, telaffuz etmek zikir denmiştir çünkü dilimizde ki zikir kalpteki zikre delalet eder.

Abdulaziz Bayındır: Hakikaten şu ana kadar gördüğümüz en güzel yaklaşım bu. Diyor ki: Zikir esas sizin içinizde olan, ne olduğundan haberiniz olduğu o konuda çok uyanık olduğunuz bir bilgidir. O bilgi ağzınızdan döküldüğü zaman da zikir olur, aklınıza geldiği zamanda zikir olur.

Enes Alimoğlu: Esas olan kalptekidir.

Abdulaziz Bayındır: Yani içinizdekidir.

Enes Alimoğlu: Dilde ki kalptekine delalet ettiği için zikir denilmiştir. Ondan sonra diyor ki:

Abdulaziz Bayındır: Yani diyor, insanlar dille söylenene hep zikir dedikleri için ilk önce akla o geliyor ama o değil yani, siz o çeşmeden akan suyu görüyorsunuz ama esasen onun arkasındaki depodur.

Enes Alimoğlu: Şimdi lügatlerde ki bu unutmamak, aklında tutmak anlamına gelen ayetler var. Mesela; Musa aleyhisselamın hizmetçisi “Kâle eraeyte iz eveynâ ilas sahrati fe innî nesîtul hûte, ve mâ ensânîhu illeş şeytânu en ezkureh” diyor. Kehf 63. ayette  (60. ayet dendi ama 39.14) Yani “şeytan zikretmemi bana unutturdu” diyor.

Abdulaziz Bayındır: Tamamen unutma manasına geliyor. Hatırlamamı engelledi.

Enes Alimoğlu: Ondan sonra zikir, Kuran anlamına gelen ayetler, isterseniz ben numarasını söyleyeyim, yoksa hepsini mi okuyacağım? Kuran anlamına gelen ayetler. Birincisi Nahl 44. ayette “ve enzelnâ ileykez zikre li tubeyyine lin nâsi mâ nuzzile ileyhim” diyor burada “sana bu zikri indirdik” diyor. Burada Kuran anlamında,

Abdulaziz Bayındır: Yalnız burada şunu da söylemekte büyük fayda var. Çünkü çok istismar ediliyor bu ayeti kerime yanlış anlaşılıyor. 43. ayetle birlikte okunursa mesela; “Ve mâ erselnâ min kablike illâ ricâlen nûhî ileyhim” “Senden önce kendisine vahyettiğimiz kişileri erkekler olarak gönderdik, ” sadece erkekler “fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn” “bilmiyorsanız ehli zikre sorun” şimdi ehli zikir diyor burada da (Nahl suresi 44.ayet) “Bil beyyinâti vez zubur” “o önceki resulleri mucizelerle ve kitaplarla gönderdik” diyor. “ve enzelnâ ileykez zikre” “sana da aynı zikri indirdik.” Yukarıdaki ehli zikir burada ki ez zikir. Dolayısıyla, buradaki yani Kuran’ı Kerim’e zikir deniyor ama ondan önceki kitaplarda zikir. Evet, devam edebiliriz.

Enes Alimoğlu: Sonra başta okuduğumuz Hicr 6. ve 9. ayetlerdeki zikir de Kuran anlamındadır. (Hicr suresi 6. ayet) “Ve kâlû yâ eyyuhellezî nuzzile aleyhiz zikru inneke le mecnûn.”  (Hicr suresi. 9. ayet)İnnâ nahnu nezzelnez zikre ve innâ lehu le hâfizûn” Bu iki ayetteki zikir de Kuran anlamındadır.

Abdulaziz Bayındır: Tabi bu herhalde le mecnuna şeydir. Sana cinler gelip bunu söylüyor. Şimdi çok önemli olduğunu görüyorlar ama bir türlü de hazmedemiyorlar. Bir de o zaman şeyler var onların inandıkları kâhinler var. Kâhinlerin cinlerle ilişkide bulundukları var. Aslında kendi ayaklarına da tabanca sıkmış oluyorlar o bulundukları toplum açısından. Sen tamam cinlerin etkisine girmişsin. Ama Allah’u Teala arkasından ne diyor? (Hicr suresi 9. ayet) “İnnâ nahnu nezzelnez zikre” “bu zikri biz indirdik” diyor Cenabı Hak. Öyle cinlerle falan ilgisi yok bunun.

Enes Alimoğlu: Şimdi Furkan 28. 30. ayette, 27’den itibaren, “Ve yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi yekûlu yâ leytenîttehaztu mear resûli sebîlâ” “Zalim kıyamet günü iki elini ısıracak diyecek ki: Keşke peygamberle birlikte aynı yola girseydim.”

(Furkan suresi 28. ayet) “Yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ” “Keşke ben filancayı dost edinmeseydim.”

(Furkan suresi 29. ayet) “Lekad edallenî aniz zikri ba’de iz câenî” “Bana o zikir geldikten sonra o zikirden beni saptırdı bu.” Diyor. Buradaki zikir de kitaptır, Kurandır.

Abdulaziz Bayındır: Herhalde birçok hoca bu kavrama girer. Gerçekten yani Kuran’ı Kerim’i, Kuran’ı Kerim karşılarında dururken, şuna uy, buna uy, buna uy diyor. Kuran’ı ezberle, anlama. Niye anlama? Niye anlamayacağım? Sapıtırsın. Çok doğru çünkü onun yoluna gitmezsin, Allah’ın yoluna gidersin.

Enes Alimoğlu: En sonunda da sizin okuduğunuz Yasin 11. ayet “İnnemâ tunziru menittebeaz zikre” “Zikre tabi olan insanları sen uyarırsın” diyor “ve haşiyer rahmâne” “Rahmandan korkan” şimdi haşiyer kelimesine de biraz eksik mana veriliyor. el haşiyetu havfun yaşibiu tazimun 43. 26 dk  bulamadım aslını yazmaya çalıştım ama sanırım oldukça eksik. Burada saygı göstermekle birlikte korkmak var. Haşiyer de,

Abdulaziz Bayındır: Peki, çekinen, çekinme kelimesi saygı ifade eder. Çekinen, çekinme kelimesi uygun düşer burada yani, Türkçede ki, evet.

Enes Alimoğlu: Şimdi bu şekilde yani Kuran’dan istifade edebilecek insanların, Rahman’dan korkması, Peygamberin tebliğinden istifade edecek olan insanların da Rahman’dan haşiyette olması gereken, başka ayetlerde var. Mesela; (Taha suresi 2. ayet)“Mâ enzelnâ aleykel kur’âne li teşkâ.” (Taha suresi 3. ayet) “İllâ tezkireten li men yahşâ.” Diyor. Buradaki haşiyetle o Bakara suresinin başındaki (Bakara suresi 2. ayet) “huden lil muttekîn” muttakiler aynı anlama geliyor diye düşünüyorum ben şu anda.

Abdulaziz Bayındır: Yani Haşiye ile Müttaki, ben de şu anda onu düşünüyordum sen onu söyledikten sonra. Şimdi biz ittikaya çekinme manası veriyoruz. E… haşiyette öyle, ittekullah derken ne diyeceğim diye düşünüyordum yani. Bazen aynı anlamı ifade ediyorlar, evet.

Enes Alimoğlu: Ondan sonra Kehf suresinin 100. ve 101. ayetlerde “Ve aradnâ cehenneme yevmeizin lil kâfirîne ardâ” “Ellezîne kânet a’yunuhum fî gıtâin an zikrî ve kânû lâ yestetîûne sem’â” diyor. Buradaki zikir de Kuran’dır. “Biz cehennemi kâfirlere arz edeceğiz kıyamet günü.” “O kâfirler öyle insanlar ki onların gözleri benim zikrimden perdelenmişti ve onlarda onu anlamaya dayanamıyorlardı, anlamıyorlardı” Burada zikir anlanılan(anlaşılan) bir şey hem de görülen bir şey mi oluyor? “fî gıtâin an zikrî” diyor.

Abdulaziz Bayındır: Tabii, yok yani görmek istemiyorlar. Yani biz bunu her gün yaşıyoruz ya. Geçende derse birisi gelmiş bu kader konusunda, Arapça da biliyor. Şu ayeti oku bakayım dedim, okuttum ver manasını dedim. Baktım başka bir anlam veriyor. Ya bunun manası bu değil mi? Ama falan başladı felsefe yapmaya, dedim, kusura bakma artık daha sennen fazla konuşmaya gerek yok. Sen Allah’ın ayetini kendi felsefene uydurmaya çalıştıktan sonra senle tartışmanın hiçbir anlamı yok ve bıraktım adamı orada. Aynı şey “fî gıtâin” işte o felsefeyi bir perde yapıyor. Felsefeyle bakıyor Kuran’ı Kerim’e, direk bakmıyor.

Enes Alimoğlu: O zaman bizim o kâfirler görmek istemeyen, görmezlik eden dediğimiz anlam buradan çıkıyor mu?

Abdulaziz Bayındır: Tam çıkıyor, evet. Görmek istemiyor.

Enes Alimoğlu: Diyor ki (Bakara suresi 10. ayet ve 102. ayet) “lil kâfirîne ardâ Ellezîne kânet a’yunuhum fî gıtâin an zikrî” “Kafirler zikri görmek istemeyen, zikrinden gözü perdelenen insanlar”

Abdulaziz Bayındır: Sanki perde çekmiş gibi çekmemiş ama,

Bir katılımcı: Ön yargı oluşmuş.

Abdulaziz Bayındır: Ha ön yargı oluşmuş. Sanki çekmiş gibi.

Bir katılımcı: Aynı şey günümüzün insanında da var, politik pencereden bakma 47.00 dk

Abdulaziz Bayındır: Zaten günümüzün insanı ile gecemizin insanı aynı ama değişsen bir şey yok, insan her zaman insan, kendi menfaatleri mi, ilahi menfaatleri mi bütün mesele bu.

Bir katılımcı: Mesela; bir adam namaz kılsın hemen ha bu falanca parti, bunlar zaten hep…

Abdulaziz Bayındır: Neyse diyecekler, yalnız bu arada şunu da şey yapayım da, bizim imtihanımızda Cenabı Hak iki şey istiyor, üçüncüsü yok; Cihat ve sabır.

(Ali İmran 142. ayet) “Em hasibtum en tedhulûl cennete ve lemmâ ya’lemillâhullezîne câhedû minkum” “İçinizden cihad edenleri” Cihat nedir? Ceht, gayret, yani sizin karşınıza çıkan engelleri önemsemeden, engelleri aşmak demektir. Yani sen daha baskın olacaksın. O engel seni şey yapacak, zaten seni tutamazsa adına engel denmez. Ama sen daha bastıracaksın, geçeceksin cihat o. Ama biz cihat diyince savaşta gidip şey yapmak anlaşılır. Savaşmak anlamında, tamam, o da cihattır, doğru. O da yanlış değil ama cihadın belki yüz tanesinden, bin çeşidinden bir tanedir. Ama her gün cihattayız, her saniye cihattayız. Önümüze bir sürü engeller çıkacak ve onları aşacağız. İşte Allah’u Teala bizi burada imtihan ediyor. Engelleri Allah koymuş, bütün kanun her şey var. Ama orada şey engelli koşu, biraz sonra koşuyu bırakıp bırakmayacağın ortaya çıkacak orda da sabır. İki şeyden imtihan veriyor. Sabır ve cihat, onun dışında bir imtihan yok zaten, iki tane. O arada adam sabredemezse, cihat etmezse tabiî ki bahaneyi kendine değil başkasına bulacak. Ne yapayım falan, şöyle yaptı, böyle yaptı. Peki, Allah böyle istedi. Ya ama işte, onu da duymak istemez, görmek istemez.

Enes Alimoğlu: Başka Zuhruf 5. ayet, Taha 99’da ki zikir kelimesi de Kuran anlamına geliyor. Bir de başka bir ayet var Taha’da, (124. ayet) “Ve men a’rada an zikrî fe inne lehu maîşeten danken ve nahşuruhu yevmel kıyâmeti a’mâ.” “Kim benim zikrimden yüz çevirirse ona çok sıkıntılı bir hayatta yaşatırız, kıyamet gününde kör olarak haşrederiz”

(Taha suresi 125. ayet) “Kâle rabbi lime haşertenî a’mâ” “O kesinlikle şöyle diyecek” Burada ki kale, ye kulu demektir. 49.40 dk………anlayamadım, olduğu zaman kale geliyor. O diyecek ki “lime haşertenî a’mâ” “Niye beni amâ kör olarak haşrettin Ya rabbi” diyecek. “ve kad kuntu basîrâ” “Hâlbuki benim gözlerim görüyordu.”

(Taha suresi 126. ayet) “Kâle kezâlike etetke âyâtunâ” Allah ta diyor ki: “İşte böyle, sana bizim ayetlerimiz gelmişti.”  “fe nesîtehâ” “sen de ayetlerimiz unutmuştun” ve kezâlikel yevme tunsâ.50. 08 dk Enes Alimoğlu bu kısmı söylemedi ama “bu günde sen unutulacaksın.” Diyor. Buradaki ayetlerimiz gelmişti diyor. Ondan sonra benim zikrimden yüz çevirirse dediğine göre bu da Kuran’dır.

Abdulaziz Bayındır: Şimdi burada belki bazı yanlış anlaşılmalara da dikkat çekmeye büyük fayda var. Bal Allah’u Teala bu vücudu kendisine ibadet etsin diye yaratmıştır. Allah’a kulluğun dışına çıktığınız an, hiçbir şeyde huzur bulamazsınız, tatmin olamazsınız, rahat edemezsiniz. Sizi bir şeyler sıkar, bir şeyler rahatsız eder. İşte burada onu söylüyor. “Ve men a’rada an zikrî” “benim zikrimden kim yüz çevirirse” yani Kuran’ı Kerim’e uymak istemezse “fe inne lehu” “onun payına düşen” maîşeten danken” “sıkıntılı bir hayattır.” İşte strestir, psikolojik sıkıntıdır, ne bileyim artık yani bir sürü sayamayacak kadar sıkıntılar var. Kadir bey geçen de anlatıyor. Avustralya da Kuran’dan uzak yetişenlerin ne kadar büyük şeye düştüklerini, ne bileyim o uyuşturucu batağına düştüklerini, ailelerinde mutlu olamadıklarını, boşandıklarını hatta bazılarının hayatlarını kaybettiklerini falan, işte bu böyle yani. Ama Allah’ın yoluna girdiğin zaman burada da sıkıntı çekiyorsun ama imtihan gereği çekiyorsun. Her bir sıkıntı senin için okulda sınıf atlamak gibi oluyor yani talebe de sürekli sıkıntı çekiyor elbette ama her bir imtihan, onun derecesini yükseltiyor, kazandıkça yükseliyor, yükseliyor. Öbüründe çekilen sıkıntı her birisi onu iyice şeye götürüyor. Ondan dolayı hani Allah’u Teala şey diyor ya: (Enam suresi 125. ayet)“Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil İslâm” “Kimin Allah hidayete ermesini isterse” Allah herkesin hidayete ermesini isterde, o kişinin davranışları geçirdiği imtihan sonucu, hidayeti hak etmesi halinde, önünü sürekli açar, “içini açar İslam için.”

Enes Alimoğlu: (Ra’d suresi 27. ayet)“yehdî ileyhi men enâbe” varya onunla birlikte anlamak lazım.

Abdulaziz Bayındır: “Kendine yöneleni kendine doğru yönlendirir.” Allah Ona destek verir demektir aslında. “Fe men yuridillâhu en yehdiyehu” “kimin sapıtmasını isterse” Yani ne demek? Allah kimsenin sapıtmasını istemez ama kendi davranışından dolayı o kişi bunu hak ettiği için de mesela; ben öğretmen olarak hiçbir talebemi sınıfta koymak istemem ama çalışmadıysa koyarım.

Enes Alimoğlu: (Bakara suresi 26. ayet)ve mâ yudıllu bihî illel fâsıkîn”

Abdulaziz Bayındır: “ve mâ yudıllu bihî illel fâsıkîn” “fasıklardan başkasını Allah şey yapmaz yani delalete sokmaz.” Kendi yoldan çıkmışsa tamam, ne yapalım? Yapacak başka bir şey yok. İmtihanı kaybettin. İşte ona da (Enam suresi 125. ayet)“ve men yürid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan” “içini daraltır” Niye daraltıyor? Merhametinden dolayı, belki vazgeçer diye. Allah’ın bir merhameti bu, sapıtmasını istediğinden dolayı değil. Tabi sıkıntı verir yani belki vazgeçer diye. “ke ennemâ yassa’adu fîs semâi” “sanki gökte yukarıya doğru tırmanıyor gibi” dayyikan haracen” “ve daraltır ve sıkıntı içersine sokar, zorluk içersine sokar. Sanki gökyüzüne yükseliyormuş gibi.” Şimdi gökyüzüne yükseldikçe basınç azalır. Mesela; siz yüksek dağlara doğru çıkın, kalp hastalığı olanlar oralara çıkamazlar zaten geri dönerler çünkü o basınç azaldıkça kalbin dışarıya olan kan basıncı vücudun dengesini bozar. Sanki oraya, yukarı çıkıyormuş gibi oluyor diyor. “ke ennemâ yassa’adu” “gökte yükseliyormuş gibi olur” diyor. Neydi? (Enam suresi 125. ayet) kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn” İşte “Allaha güveni olmayan” demek lazım burada “Allaha güveni olmayan insanların üzerine Allah pisliği bu şekilde bırakır.” Bu da öyle (Taha suresi 124. ayet) “Ve men a’rada an zikrî” “kim benim zikrimden yüz çevirirse” ki doğru bilgilerden Kuran’dan ve doğruluklardan fe inne lehu maîşeten danken” “onunki si sıkıntılı bir hayattır” Huzur bulmasının tek yolu Allah’ın yoluna yönelmesidir. ve nahşuruhu yevmel kıyâmeti a’mâ” “Kıyamet günü onu kör olarak haşr ederiz.”

Enes Alimoğlu: Kalem suresi 51. ayette ki zikirde Kuran anlamındadır. “Ve in yekâdullezîne keferû le yuzlikûneke bi ebsârihim lemmâ semîûz zikra ve yekûlûne innehu le mecnûn” “Kafirler zikri, senden zikri işittiği zaman gözleriyle kötü bakıp seni devirmek istiyorlar, kaydırmak istiyorlar.”

Abdulaziz Bayındır: Niye öyle yapıyorlar biliyor musun? Çünkü bu işin önemini kavramışlar. Kendileri yapmak istemiyor, seni de kıskanıyorlar. Bu adam kafayı yemiş kardeşim, cinlerin etkisine girmiş o zaman öyle diyorlardı. Bugün de kafayı yemiş diyorlar.

Enes Alimoğlu: Enbiya 50. ayet “Ve hâzâ zikrun mubârekun enzelnâhu, e fe entum lehu munkirûn” diye bir ayet var. Burada ki zikir de Kuran, “Bu bir zikirdir, bereketlidir” yani içersindeki hayırlar çoktur demektir, bereketli “onu biz indirdik siz bunu mu inkâr ediyorsunuz?” Buraya kadar geçen on bir ayette ki zikir Kuran anlamındadır.

Şimdi  Nahl biraz önce hocamızın okuduğu Nahl 43. ayette “Ve mâ erselnâ min kablike illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn” Burada ki ehlez zikri deki zikir de önceki kitaplardır. Bu ayetin bir benzeri Enbiya 7. ayettir. Orada da aynı ehlez zikri geçiyor, önceki kitaplar demektir. Ehlez zikri de önceki kitap sahibi demektir. Şimdi bu Kuran’ı Kerim’de isim olarak geçen zikrin ne anlama geldiğini bu ayetlerde anlatmış olduk.

Şimdi mastar olarak gelen zikir ve o zikirden türetilen isim ve başka kelimeler var. Mesela; bunu biz lügatlerde manası nedir? Vaazdir ve ittiazdır deriz. Yani nasihat etmek, vaaz etmek ve vaazı kabul etmek demektir. Hocamın başta dediği gibi tezekkür, tezkir, zikir. Tezkir nedir? Zikirle, zikri karşısına söylemektir. Tezekkür de onu kabul etmektir. Mesela Abese suresinde (8. ayet)  “Ve emmâ men câeke yes’â.” (9. ayet) Ve huve yahşâ.”

(3. ayet) “leallehu yezzekkâ.” (4. ayet) “Ev yezzekkeru fe tenfeahuz zikrâ.” “senin verdiğin tezkiri o kafasına yerleştirecekti ve o yerleştirilen ilimde, bilgi de onun yararı olacaktı sonra.”

Abdulaziz Bayındır: “Ve adam koşa koşa gelmiş, senden bir şey öğrenmek istiyor. Sen öğretsen, öğrenmeye hazır. Onu bırakıyorsun, seni dinlemek istemeyen adama yönelmişsin, bir şey öğretmeye çalışıyorsun.” Diyor.Rasulallahı orada ayıplıyor Allah’u Teala.

Enes Alimoğlu: Bu anlama zikirler mesela; Kamer suresi 17. ayette “Ve lekad yessernel kur’âne lîz zikri fe hel min muddekir”  belki Kamer suresinde bu beş veya alttı kere geçiyor. “Biz Kuran’ı kolaylaştırdık zikir için.” Yani Kuran’ın kendi içersindeki bilgilerde zikirdir. Onu kafamıza yerleştirmekte zikirdir. Yani “zikir için ittiaz için biz onu kolaylaştırdık. O zikri kabul edip kafasına yerleştiren var mı?” Yani tercüme de öğüt alan var mı? Diyoruz da ama o fazla anlaşılmıyor.

Abdulaziz Bayındır: Öğüt hakikaten, öğüt alan dendiği zaman iş çok basitleştirilmiş oluyor. Bak “Biz bu Kuran’ı” diyor “kolaylaştırdık, zihinlerde bilgi haline gelsin diye. Peki, bunu bilgi olarak alanlar var mı?”

Enes Alimoğlu: Bu şekilde tercüme yapsak doğru oluyor.

Abdulaziz Bayındır: Bu şekilde yapmak lazım ama şimdi şeyde dersin başında söylediğimiz o Emevilerin yaptığı tahribatı da unutmamak lazım. Yani o kelimelerin anlamlarıyla oynayarak Kuranı da bugün meal olarak ta anlaşılmaz hale getirmişlerdir orada da artık son zamanlarda bu işin çok önemli olduğunu iyice kavramaya başladık. İnşallah bu sefer şey yaparız.

Enes Alimoğlu: Lügatlarda bu sizin de bahsettiğiniz gibi kıraatin lügat anlamı dile getirmek ve onun içersindekini düşünmek, tefekkür etmek, bu kıraattir. Tilavet te, teleffuz etmek ve uymaktır. Bu ikisini yapmadan sırf okumakta ümniyedir ayetlerde.

Abdulaziz Bayındır: Evet ümniye var, ümniye demek; manasını anlamadan okumak demektir. Yani bizim Türkçemizde bunu karşılığında temenni kelimesi var. Bir takım beklentiler içersine kendini sokuyorsun, ben bunu temenni ederim, diyorsunuz ya bir takım beklentileriniz oluyor. Ümniye, kendi kafanıza göre bir takım temenni, beklentilerle Kuran okumaktır. Bugün manasını anlamıyorsunuz da, anlayarak okumaya ümniye denmiyor. Manasını anlamadan okuyorsunuz ve diyorsunuz ki; bunu işte Yasin suresini bir kere okursam şu olur. İşte Taha suresini şu kadar okursa bir kadın eş bulur falan bir sürü şey varya. Hayali şeyler Kuran’ı artık anlaşılır bir kitap olmaktan çıkarıp, sevap kazanılan ya da bir takım hedeflere onun şeyiyle ulaşılan kitap haline getirmiş oluyorsun. Bu tıpkı işte Mustafa beyin mesleği, Mustafa bey bir hastaya bir reçete yazıyor. Hasta da gidiyor o reçeteyi güzelce bir çerçevelettirip odasına asıyor, her gün okuyor onu. Mustafa Bey diyor ki: Sabahleyin iki tane al, öğlen iki tane, akşam iki tane. Gelip diyor ki: Mustafa bey, iki kere sabahleyin okudum, iki kere öğlen o zaman derki herhalde, sen yanlış yere gelmişsin, senin başka bir doktora gitmen lazım, der. İşte Ümniye bu yani, ilacı kullanmadan iyileşeceğini düşünmektir.

Enes Alimoğlu: Başka Taha 113. ayette de “Ve kezâlike enzelnâhu kur’ânen arabîyyen ve sarrafnâ fîhi minel vaîdi leallehum yettekûne ev yuhdisu lehum zikrâ” Yani “Biz Kuran’ı Kerim’i bu şekilde Arapça Kuran olarak indirdik. Orada ki uyarıları evire çevire birkaç şekilde usluplarıyla 01.01.47 dk anlayamadım farklı üsluplarla anlattık, onların sakınmaları için”

Abdulaziz Bayındır: “Belki korunurlar diye” değil mi?

Enes Alimoğlu: “Bizim bu şekilde anlatmamız onlara bir zikir ihdas eder.”

Abdulaziz Bayındır: A… bu da çok enteresan ben bunu hiç düşünmemiştim ya. Bu burada yeni bir bilgi ortaya çıkar, ihdas kelimesi var. Yani siz Kuran’ı Kerim ayetlerini okuyorsunuz, o ayetlerden yeni bir bilgiye ulaşıyorsunuz.

Enes Alimoğlu: Evet öyle yani o amaçla okumak lazım.

Abdulaziz Bayındır: Yani o da, o da söz konusu.

Enes Alimoğlu: Bu anlamada geliyor, yani mastar olarak geldiğinde bu şekilde anlamak şeydir, Kuran’ı Kerim’e uygundur. Yani o zikri kafamıza yerleştirip, sürekli istihzar dediğimiz, canlı tutmak ve ona göre davranmak. Bu Kuran’ı Kerimde ki benim ulaştığım şey bu. Söyleyeceklerim bu kadar.

Abdulaziz Bayındır: Bu son ayetleri başta okumuştun değil mi, sen?(Zuhruf suresi 44. ayet) “Ve innehu le zikrun leke ve li kavmik” Peki bu ayetlere bütün bu anlattıkların ışığında şöyle bir mealde verilebilir. Zuhruf 44. ayet; “Bu senin için ve kavmin için gerçek bir bilgidir.”

Enes Alimoğlu: Zuhruf 44. ayet “Ve innehu le zikrun leke ve li kavmik” Yani “Bu Kuran senin için bir zikirdir ve senin kavmin için de bir zikirdir.” Yani doğru bilgidir.

Abdulaziz Bayındır: Birde burada şunu şey yapalım da, şu dünyada insanların çalışarak elde ettiği şeyler arasında en değerli olan, doğru bilgiler. Doğru bilginin yerini tutacak hiçbir şey yok. Yani öyle bir şey ki o doğru bilginin fabrikasını kuramıyorsun, onun fabrikası yok. Onu bir insanın üretmesi lazım, o doğru bilgiyi. İşte bakın Resulallah sallallahu ve sellemin kendisi ve ashabı o zikri kavradıkları için, Resulallah vefat edinceye kadar dünya onun önüne açıldı. Yani burada esas olan o zikirde gerekli hazineyi kurabilmenizdir. Orada yeterli hazine kurarsanız dünya sizin için çok basit bir şeydir. O bilgiyi de satın alırsınız, öyle satın alırsınız ki bakın Resulallah birkaç tane savaş yaptı, çok az yani ama vefat ettiği zaman Arap yarımadasının, Türkiye’nin üç katı bir bölgeye sahipti. Öyle savaşta fethedilmiş olsa, karşı taraf güç toplar, bir an önce ondan kurtulmaya çalışır yani o yeni gelen yönetimi bertaraf etmeye çalışır. Fakat bu hem onları kendine bağlıyor, kendine bağlarken de onlara verdiği bilgiyle ihya ediyor. Dolayısıyla, onlar hiç buradan ayrılmak istemiyorlar. Bakın o kadar asırlar geçmesine rağmen Arap yarımadası hala aynı şeyi devam ettiriyor. Onun yetiştirdiği sahabede o bilgiyi çok güzel bir şekilde kullandığı için sesinin ulaştığı yer bile bugün hala onun hâkimiyeti altında. Hâlbuki siz savaşla bir yere hâkimiyet kurduğunuzda, ilk fırsatta karşı taraf eline geçirdiği an, size karşı çıkar hatta sizin oraya bilgi diye götürdüğünüz şeylere de işte asimilasyon derler, bizi kendilerine benzetmek istiyorlar. İşte onun için, ne diyor burada? “Senin içinde kavmin içinde gerçek bir zikirdir.” Asıl zenginlik bu yani asıl gücü bununla elde edersin.

Ve ondan sonra (Enbiya suresi 50. ayet) “Ve hâzâ zikrun mubârekun” “Bu bereketli bir bilgidir, çok bereketi olan bir bilgidir” Şimdi görüyor musunuz zikir kelimesi ne muhteşem bir kelimeymiş değil mi?

Ondan sonra, (Sad suresi 1. ayet) “vel kur’âni zîz zikr” “Zikir içeren Kuran belki tümüyle zikir olan bir Kuran” yani öyle bir Kuran ki tamamen zikir, her şeyi doğru bilgi. Çünkü hangi âlimin ilmini alırsanız alın, orada alacağınız ve atacağınız şeyler vardır ama Kuran’da öyle bir şey yoktur, tamamını alırsınız.

Ondan sonra diyor ki: (Yasin suresi 69. ayet) “in huve illâ zikrun ve kur’ânun mubîn” “Bu sadece bir zikirdir ve açıklayan Kuran’dır.” Bir küme açıklayıcı bir Kuran’dır.

Enbiya suresi 2. ayet, “Mâ ye’tîhim min zikrin min rabbihim muhdesin illestemeûhu ve hum yel’abûn” “Onlara yeni bir bilgi geldiği zaman dinlerler ama dalga geçerek dinlerler.” Ha hasen gene bir şeyler söylüyorsun diye.

Ondan sonra gene Şuara suresi 5. ayette “ Ve mâ ye’tîhim min zikrin miner rahmâni muhdesin illâ kânû anhu mu’ridîn” “Rahman’dan yeni bir bilgi, bilmedikleri bir şey, yeni bir husus geldiği zaman hemen bakarsınız ki ondan yüz çevirmişler ve uzak gidiyorlar.” Evet, Allah razı olsun. Böylece bugün Enes Alimoğlu sebebiyle zikir konusunda epeyce yeni şeyler öğrenmiş olduk. Demek ki namaz kılarken (Taha suresi 14. ayet) “ekimus salate li zikri” diyor Allah’u Teala “beni zikir için namaz kıl.” Diyor. O zaman biz ne dediğimizi bilmiyorsak oradaki tesbihlerin manasından haberdar değilsek, ayetlerin manasından haberdar değilsek, bizde zikir haline gelmemişse yani içimize doğan, kafamızda koruyabileceğimiz ve zaman zaman dile getireceğimiz bir bilgi haline gelmemişse o şeyde ciddi bir problem var demektir. Evet, şimdi ne yapıyoruz?

Yahya Şenol: O şeyi, hani “ve ekimus salate li zikri” yi ve bu son Enes Alimoğlunın anlattıklarını bir daha bir şey yapabilir miyiz? Gözden geçirebilir miyiz? Yani ne kastediliyor oradan li zikri derken, bunlardan hangisi yani?

Abdulaziz Bayındır: Tekrar başa mı gelelim diyorsun.

Yahya Şenol: Kısa bir özet gibi yani, bu “ekimus salate li zikri” ifadesiyle bunlardan hangisi kastediliyor yani bu anlatılanlardan. Hepsi mi? Bir tanesi mi?

Abdulaziz Bayındır: Şimdi zikrullah var ya Allah’ın zikri li zikri oradaki li zikride ki ya Allah’u Tealadır. Onda sonra zikrullah demektir. Ondan sonra (Nisa suresi 103. ayet) “Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum” da olduğu gibi bütün bunları bir araya getirdiğimiz zaman “Fe izâ kadaytumus salâte” “o namazı kılarken” demektir. Biz de bu zikir kelimesi anlaşılamayınca kıldıktan sonra deniyor. Peki, kıldıktan sonra hangi zikir yapacağız? Madem bu kadar çok önemli, niye namaz bittikten sonra şunlar şunlar farzdır, demiyorsunuz? Böyle bir şey yok. İşte o kelimeler yanlış anlaşılınca, birçok ayet hükümsüz hale geliyor, kendiliğinden hükümsüz hale geliyor. İşte “ekimus salate li zikri” Allah’u Teala’nın Musa aleyhisselama verdiği emir, “Beni zikir için namaz kıl.” Allah’ı zikir tabiî ki Allah’ın indirdiği ayetleri zikirdir. Allah’ın yarattığı ayetleri zikirdir.

Ondan dolayı da (Ali İmran suresi 191. ayet) “Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim” “Ayakta, otururken ve yanları üzerindeyken” yanları kelimesi de çok önemli, yanlar, kelimelerin anlamını eğer biz Kuran’dan öğrenirsek şey kolay oluyor. Cunüb yanlar manasına geliyor. Bunun manası nedir? Mesela şey de Hacc suresinin 36. ayetinde, Allah’u Teala diyor ki.“Vel budne cealnâhâ lekum min şeâirillâhi ”

“Gelişmesini tamamlamış olan koyun, keçi, sığır ve deveyi de sizin için Allah’a kulluğun simgelerinden yaptık.” “fezkurûsmallâhi aleyhâ savâff” “sıra sıra durdukları zaman ayakta, ayaktayken Allah’ın adını onları üzerine anın” yani Bismillah diyerek kesin, ondan sonra “fe izâ vecebet cunûbuhâ” “cenpleri yapıştığı zaman” cenpleri şimdi ne yapar kesilen hayvan? Ayakta kesilmiş hayvanı düşünün, tam şey yaparsanız, tam şuraya bıçağı saplarsanız, hayvan ne sağa ne sola düşer, dört ayağının üzerine düşer. Cenpleri üzerine düştüğü zaman, develerin narhını da şey yaparsanız, cenpleri üzerine düştüğü zaman, o zaman cunüb el ve ayaklar olmuş oluyor Kuran’da. Aynı zamanda yanlar oluyor, bu taraftan bakarsanız sağ yan bu taraftan bakarsanız sol yan oluyor. Onun için “Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim” “Allah’ı ayakta, otururken ve yanları üzerindeyken ananlar” dediği zaman yanlar kol ve bacaklar üzerinde. Bir rükû da kol ve bacaklar üzerine vücudumuzu şey yapıyoruz, yüklüyoruz, bir de secde de kol ve bacaklar üzerine yüklüyoruz. Bundan şunu net bir şekilde anlıyoruz. Mesela; secde de göbeğimizi dizimize yapıştırmamızı Resulallah kabul etmemiştir, aradan küçük bir kuzu yavrusu geçsin demiştir. İşte çünkü göbeğinizi yapıştırırsanız bacaklar üzerinde kalmış olursunuz. Hâlbuki vücut kol ve bacaklar üzerinde olması lazım. Bu rükû ve secdenin de şeklini anlatıyor. O zaman (Ali İmran 191. ayet) “Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard” “Göklerin ve yerin yaratılışı konusunda da tefekkür ederler” yani namaz kılarken, kainatla, Allah’ın ayetleriyle bütünleşirler, her şeyi düşünürler. Ondan sonra “rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ” “Bunu batıl olarak yaratmış değilsin.” Şimdi buradaki “Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden” i bu şekilde namaz kılma diye tefsir eden ben birkaç tane müfessir gördüm.

Ondan sonra (Nisa suresin 103. ayeti) “Fe izâ kadaytumus salâte” “Namaz kıldığın vakitkıldıktan sonra değil. Zaten o bir önceki ayette belirtilen korku namazının bir rekâtı korku namazının bir rekâtıdır sadece. O namazı kılarken “fezkurûllâhe” Allah’ı zikredin gene aynı şekilde Kuran’ı okuyun, tesbih yapın. İşte onu da, Resulallah bize öğretmiş. Rükûda secde de namaza ilk başlarken hepsi zikir.  Onun için namaz zikrin tüm çeşitlerini içersine alır.”  Buyrulmuştur.

 (Nisa suresin 103. ayeti) “Fe izâ kadaytumus salâte” “O namazı” o bir rekatı kıldığınız vakit, bir önceki ayette o belirtiliyor.  “fezkurûllâhe kıyâmen” “Allah’ı ayakta” “ve kuûden” “ve oturuken anın” deniyor. Oturma ancak iki secde arasında olacağı için bir rekatta iki secde olmazsa kuûden kelimeside uygun düşmez. Dolayısıyla orada ona da Cenabı Hak bize işaret etmiş oluyor dikkat ettiğimiz zaman. ve alâ cunûbikum” “yanlarınız üzerine de rüku ve secde” burada yanlarınız rüku ve secdenin kol ve bacaklar üzerine gövdenin yüklenmesiyle yapılması gerektiğini de gösteriyor, tam şeklini şemalini herşeyi ifade ediyor. Secde de vücut kol ve bacaklar üzerine yüklenir. Rükûda da vücut kol ve bacaklar üzerine yüklenir.

Şimdi bütün bunları birleştirdiğiniz zaman, yani işte bak şeyi de gördünüz az önce Enes Alimoğlunın yaptığı çalışmayı da gördünüz. Bu işlerde sadece sözcüklerden hareket emek yeterli olmuyor. Çünkü Kuran’ı Kerim’in kendi iç bütünlüğü var. Bu iç bütünlüğünü anlatan bir de mizan kelimesi var Kuran’da. (Hadid suresi 25. ayet)“Kitabı ve Mizanı indirdik.” Diye bir ayeti kerime var. Yani (Nisa suresi 133. ayet) “Kitabı ve hikmeti indirdi” yerine(Hadid suresi 25. ayet)  “kitabı ve mizanı indirdi”, diyor. O mizan, tabiat içinde mesela; Kuranda da (Rahman suresi 7. ayet) “Ves semâe refeahâ ve vedaal mîzân” “göğü yükseltti mizanı kurdu” denge, Allah’u Teala kainatta nasıl bir denge oluşturmuşsa, Kuran’ı Kerim’in içinde de o denge var. O zaman Kuran’ı Kerim’de ayetlere anlam verirken dengeyi bozucu davranışlarda da bulunmamak gerekiyor. İşte o dengeyi tümüyle kurduğunuz zaman gerçekten anormal güzellikte anlamlar ortaya çıkıyor ve sonuç olarak namaz da zikrullah emrediliyor. Zaten bu zikri kabul etmeyen hiç kimse yok. Bütün mezheplerde bunu zikir olarak kabul ediyor da, zikir kelimesinin içi boşaltılmış oluyor. Mesela; sözlüklerde bunu görüyoruz şimdi. Enes Alimoğlu burada ayetlerle birlikte anlattığı için sözlüklerdeki yavanlık pek yansımadı, değil mi? İstersen sözlüklerdeki yavanlıkla ilgili birkaç kelime söyleyebilirsin yani. Mesela; sadece hatırlamaktır, diyor. Hatırlamak, zikir, neyi hatırlayacağım kardeşim?

Enes Alimoğlu: Hatırlanan şey söylenmiyor.

Abdulaziz Bayındır: Neyi hatırlayacağımızdan bahsetmiyor. Unutmamak diyor. Ya olmaz ki, olmaz yani o zikir kelimesindeki o ihtişam, sözlüklerde bile kayboluyor. Hakikaten o oyunu oynayanlar çok usturuplu oynamışlar bu İslam dinine karşı bu ikinci, üçüncü asırda. Bu arada siz bir hatıramı daha söyleyeyim. Şey de Tibüngen Üniversitesinde yapmış olduğumuz protokollerden bir tanesi de Hıristiyan ve İslam tarihini birlikte ortaya koyup tartışmaktı. Roma’da işte oradaki toplantıya gittiğim zaman Tibüngen İlahiyat Fakültesinin Dekanı geldi yanıma dedi ki: Ya! biz bu tarih konusunda çalışalım diye karar aldık ama bizimkiler ikinci asra dokundurmuyorlar, dedi, şeyler, Hıristiyanlar. İkinci asırdan sonra tam bozulma başladı ya, ikinci asra gittiği zaman dosdoğru Hıristiyanlığı bulacak. İslam’la birebir örtüşen Hıristiyanlığı bulacak. Oraya hiç dokundurmuyorlar, dedi, bizimkiler. Dedim merak etme bizimkilerde dokundurmuyorlar. Hakikaten üstünü öyle bir kapatmışlar ki, göremiyorsunuz ki dokunasınız. Ondan sonra dedim ki ama biz yapacağız. O adamda dedi ki: Ben de yapacağım, dedi. Neye mal olursa olsun, dedi ama biz devam ettiremedik ki, hata bizde oldu yani şey yapamadık, orada kaldı. Ben bunu şöyle düşünüyorum şurada bir et var, etin bir bozulma kanunu var. Demek ki dinlerde de öyle yani Hıristiyanlık nasıl bozulmuşsa İslam da aynı şekilde bozulmuş ama bizim farkımız elimizde Allah’a şükür orijinalitesini devam ettiren Kuran’ı Kerim var. Kuran’la yaklaştığımız zaman işte bu güzel toplantılar yapılabiliyor.

Yahya Şenol: Şöyle bir yanlış anlaşılma olmuş Enes Alimoğlunın anlattığı şeyde, bu zikir bir mana da gıybet olarak ta geçiyor. Dolayısıyla, gıybet yapmakta zikir yapmak gibi mi?

Abdulaziz Bayındır: Aynı o bazı ayetlerde varya şey yapıyor. Anlaya anlaya bunu mu anlamışlar.

Yahya Şenol: Böyle anlaşılabilir diye…

Abdulaziz Bayındır: Sadece yani Türkçe de diline dolaşma varya, mesela; biz de bir yüz kelimesi var. Onu bağlamı ile beraber düşünmezsen çok çeşitli anlamlar olur yani rakam mı şey yapıyorsun, yüzmekten yüz mü yoksa başka bir şey mi. O bağlamıyla düşüneceksin. Evet, başka ne diyorlar?

Yahya Şenol: Başka… Bu Zariyat 55. ayeti soruyorlar. “Ve zekkir fe innez zikrâ tenfeul mû’minîn” ne demek, ne manaya geliyor?

Abdulaziz Bayındır: Güzel… Ve zekkir işte Enes Alimoğlunın o güzel çalışmasının sonucu zekkir zaten tezkirde bulun demektir. Yani bütün nebilerin temel görevi (Ğaşiye suresi 21. ayet) “Fezekkir innemâ ente muzekkir” “sen tezkirde bulun, senin görevin sadece tezkirde bulunmaktır, gerisine karışma” Yani doğru bilgi ver karşı tarafa zekkir o demek. O doğru bilgi de Kuran’dır. Emir resulallaha olduğu için, “Sen doğru bilgi ver senin görevin sadece doğru bilgi vermektir.” Peki, baskı. Hayır. Mesela; eğitimde de böyle, çoluk çocuğumuzu yetiştirirken de öyle doğru bilgi ver. (Ğaşiye suresi 22. ayet)“Leste aleyhim bi musaytir” “Sen onların tepelerine dikilip te öyle zorla onları yola getirecek değilsin” Orada da ayet neydi şeyde? Zariyat suresi 55. ayet “Ve zekkir fe innez zikrâ tenfeul mû’minîn” “Sen doğru bilgi ver çünkü verilen o doğru bilgi inananlara fayda verir.” O bilgiye inanacak ki yararlansın yoksa yararlanamaz. Adam inanmıyorsa(Yasin suresi 11. ayet) “menittebeaz zikre ve haşiyer rahmâne bil gayb” “Rahmandan korkarak o zikre tabi olan kişi ancak, o Kuran’a uyan kişi, inanacak güvenerek ancak ondan yararlanabiliyor”

Yahya Şenol: Şimdi ister istemez konu buraya gelince bütün sorular aynı yerde toplandı aslında. Namazda okunan tesbih ve zikirlerin anlamı bilinmezse ne olacak bu durumda diye?

Abdulaziz Bayındır: Zaten o, beklediğimiz o da şimdi herkes ne anladıysa anladı. Her şeyi açıkça anlattıkta, bir iki önümüzdeki derse kadar millet bir düşünsün. Öyle birdenbire bedava bulununca tadı olmuyor, kıymeti olmuyor. Biraz düşünsünler.

Yahya Şenol: Birde namaz ve zekâtı şöyle tanımlayabilir miyiz demiş birisi, namaz, kişinin zekâtı, zekâtta toplumun namazı olarak nitelendirilebilir mi?

Abdulaziz Bayındır: Valla ben edebiyattan fazla anlayan bir adam değilim. Onu edebiyatçılara sorsunlar. Bizim ki şey Erzurum da derler ki: Valla ben onu bunu bilmem. Allah bir Resul hak akşam yat sabah kalk o kadar.doğru mu yazdım bilmiyorum 1.22.30, o kadar.

Yahya Şenol: Dediğim gibi yoğunluk hep aynı noktada, anlamadan namaz kılmak veya tespih…

Abdulaziz Bayındır: Neyse, onlar ne dediğimizi gayet iyi anlamışlardır, biraz daha sabırlı olsunlar. Başka sorular varsa ona, o sorunun cevabını bir hafta bekletiyoruz. Şimdi bu Ali Rıza hocanın ekibi var, Harun hocanın, onların ekipleri de bu konuda çalışacaklardır, inşallah.

Bir katılımcı: Hocam o zaman bir yerde Arapçayı öğrenmek le sorumlu hale…

Yahya Şenol: Tamam işte, hep aynı, aynı noktada…

Abdulaziz Bayındır: Arapçayı herkes öğrenemez. Allah’u Teala işte bu sorunun cevabı olarak belki hepsine de cevap olmuş olur. Yine sık sık okuduğumuz bir ayet var biliyorsunuz, İbrahim suresinin 4. ayeti, Allah’u Teala orada diyor ki: “Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum”“ Her resulu onlara açık açık anlatsın diye kendi kavimlerinin diliyle göndeririz.” Şimdi Türkiye de bir insan Türkçe anlatmıyorsa Kuran Türkçe, insanların anlayacağı şekilde, kavrayacağı şekilde anlatılmıyorsa, tebliğ yapılmıyor demektir. Rusya da Rusça yapacaksınız. Fransa da Fransızca yapacaksınız. O insanlar o dili öğrenmeyecek. Kolay mı? Bak az önce ne dedik? Koskoca bir ömrü vermişiz hep beraber, daha Ankebut suresinin 45. ayetini daha yeni anladık. Kolay mı yani bu? O zaman bu anlaşılmış olan şeyler tabi büyük bir tahribat geçirmiş. Bizim en büyük sıkıntımızı biliyorsunuz. Hop oturup hop kalkıyorlar şimdi kadar herkes yanlış söylemişte siz mi doğrusunuz diye. Buyurun kardeşim işte her şey ortada cevap verin diyorsunuz yok. Veremeyeceklerini bildikleri için iftira üstüne iftira. Az önce bir Abdulaziz Bayındır yazdım bir de baktım Allah gaybı bilmez demişiz, hâşâ tövbeestağfurullah, yani iftira üzerine iftira. Allah geleceği bilmez, hadis düşmanı, niye? Çünkü cevap veremeyince iftiradan başka bir yol bulamıyorlar. Ne yapalım? O zaman burada, buyurun hocam bir şey mi diyecektiniz?

Bir katılımcı: Ankebut 45. ayetinde “ve le zikrullâhi ekber” zikir namazdan daha büyüktür diye tefsir eden var.

Abdulaziz Bayındır: Evet, zikir namazdan daha büyüktür diye tercüme eden var, siz gelmeden önce anlatmaya çalıştım, evet. Aslında zikrullah namaz demektir. Elbette ki zikrullah, namaz en büyük ibadettir. Onlar namaz, diyor ki, sen diyor, zikir yap namaz kılmasan da olur, diyor. Ben onu dinledim, burada da siz gelmeden anlattım ya yani. Hatta diyor, okursan, diyor, cennete gidersin ama namaz kılarsan cennete gidip gitmeyeceğin belli değil. Şu ayeti bir bitireyim. Diyor ki Allah’u Teala: “Her resulü kendi kavminin diliyle gönderdik.” Muhammed sallalahu aleyhi ve sellem de tüm insanlığa gönderildiğine göre bir kere her Müslüman’ın vazifesidir yani her Müslüman derken, bu konuda imkânları olanları kastediyoruz. İşte Türklerin vazifesi Türk toplumuna, İngiliz’in vazifesi İngiliz toplumuna, orada yetişen herkes kendi toplumuna Kuran’ı Kerim’i muhatapların net anlayacağı şekilde anlatmak zorundadır. Yoksa dünya da herkes Arap olacak değil, bu imkânsız böyle bir şey olmaz.

Yahya Şenol: O şeyden gidelim isterseniz, bu hafta mezheplere falan geçemeyeceğiz.

Abdulaziz Bayındır: Siz şimdi evet, Mehmet hoca, bir ayeti kerimeden, o şeydeydi değil mi, Tevbe suresindeydi? (Tevbe suresi 122. ayet) “Ve mâ kânel mu’minûne li yenfirû kâffeh, fe lev lâ nefere min kulli firkatin minhum tâifetun li yetefekkahû fîd dîni ve li yunzirû kavmehum izâ receû ileyhim leallehum yahzerûn.” “Müminlerin hep birlikte sefer çıkmaları gerekmez, onlardan bir grup yola çıksa gitse, dini kavramak için, ona döndüğü zaman insanlara anlatmak için ne kadar iyi olur.” Diyor Allah’u Teala, orada bir teşvik için. Herkes onu yapamaz zaten fiilen imkânsız bir şey.

Enes Alimoğlu: “li yunzirû kavmehum izâ receû” diyor.

Abdulaziz Bayındır: “Döndükleri zaman kavimlerini uyarsınlar.” Onun için ilim, ancak bir merkezden öğrenilebilir. Valla inşallah, benim şahsen çok büyük bir arzum var yani şurayı dünya da Müslümanların İslam’ı öğrenecekleri büyük bir merkez haline getirmek inşallah. Çok şükür oraya doğru çok hızla gidiyoruz ve bunu yapabilirsek çok iyi olur. Başka bir şey diyordun.

Yahya Şenol: Bu Bakara suresi 152. ayetti zannedersem “Fezkurûnî ezkurkum” “Siz beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim” demiş Allah, ne murat etmiş acaba burada?

Abdulaziz Bayındır: Şimdi bak. Sen beni unutma Türkçemizde vardır ya sen beni unutursan ben de seni unuturum. Yani bunun değişik şekli. Siz beni, Allah’ı, aklınızdan çıkarmayın ki ben de size yapacağım ikramları unutmayayım diyor Allah’u Teala. Şeyde de Enes Alimoğlu okudu ya “Siz bugün şu karşılaşmayı unutmuştunuz ya”, aslında unutmuş değiller, ilgilenmemek manasında, ahiretteki karşılaşmayı fazla önemsemiyordunuz. Aman Allah nasıl olsa affeder, işimizi yapalım ha. Ben de şimdi sizinle ilgilenmiyorum. “Fezkurûnî ezkurkum” o yani. Siz benim emir ve yasaklarımı aklınızdan çıkarmayın ki, ben de sizi unutmayayım.

Yahya Şenol: Şu aslında ilk başta benim birazcık hani özetle toparlarımsınız derken de kastettiğim buydu. Hani en düşük mana da “ve ekimus salate li zikri” buradaki emrin de gerçekleştirilmesi olmuyor mu? Yani beni anın, zikredin ki ben de sizi zikredeyim.

En azından “ve ekimus salate li zikri” böyle yaparak zikredin.

Abdulaziz Bayındır: En düşük anlamda tabii yani hiç olmazsa Cenabı Hakkı namaz kılarak unutmamış oluyorsunuz. Allah’ı unutmamış oluyorsunuz.

Yahya Şenol: O yüzden oradaki zikri mutlak, en üst seviyeye çıkarmak tabiî ki istenen şeydir ama en alt seviye de zikir sadece namaz kılarak gerçekleşiyor gibi geliyor bana.

Abdulaziz Bayındır: Şimdi bu Yahya’nın söylediği de hiç hafife alınabilecek bir şey değil yani. Yani şu anda söyledik, o zaman olay buysa millet diyecek ki eyvah namazlarımız gitti.

Yahya Şenol: O değil yani. Tamam, istenen o, güzel olan o, ama…

Abdulaziz Bayındır: Evet, güzel olan o ama öbürü de olmaz…

Yahya Şenol: sırf namaz kılmak bile Allah’ı zikretmeyi sağlıyor yani okuduğunu anla, anlama belki…

Abdulaziz Bayındır: O bakımdan o da güzel yani.

Bir katılımcı: Hocamızın değindiği bir nokta var namaz kılarak Allah’ı anıyoruz ama namaz da bilmeden Allah’ı anmanın namaza ve kendimize ne kadar faydası oluyor.

Yahya Şenol: Ayrı mesele…

Abdulaziz Bayındır: Evet şimdi doğru yani ama bu söylenmeliydi iyi oldu yani Yahya’nın onu söylemiş olması.

Bir katılımcı: Ne söylediğini anlayamadım. 1.29

Yahya Şenol: Bir de bu hani Kuran’ı anlamak üzerine duruldu. Şöyle diyenler var diyor. Kuran’ı herkes anlayamaz öyle, ben şunu anladım, ben bunu anladım diyemez. Böyle diyenler var. Bunlara Kuran’ı anlamanın ne demek olduğunu bir kısaca özetler misiniz? Hani herkes anlayamaz. Ben şunu anladım, ben bunu anladım deme hakkı yok öyle herkeste. Siz ne dersiniz bu konuda?

Abdulaziz Bayındır: Şimdi tabi yani siz, şu var. Dünya da sağlık sömürüsü vardır, eğitim sömürüsü vardır ve din sömürüsü vardır. Bu sömürüler içersinde en çirkini, dünyalık açısından da en kazançlısı din sömürüsüdür. Bir insan dünyasını, dünya etmek istiyorsa ondan daha kazançlı bir sömürü yoktur. Şimdi dini sömürürken de üveç yapmak gerekir üveç. Üveç ne demek? Öyle bir eğeceksiniz ki dini dışarıdan anlaşılmayacak. Şimdi bu üveçler yapılmış. Din bir acayip hale gelmiş. Dolayısıyla, burada o üveç peşinde olanların en çok korktukları şey Kuran’ın anlaşılmasıdır. Ben şimdi çocukluğumdan hep böyle şeyler olunca çocukluğumu hatırlıyorum. Şey yapardı bizim komşunun oğlu, bana kızdığı zaman, sinirlendiği zaman derdi ki, akşam babana haber vereceğim, söyleyeceğim babana, aslında bir şey yaptığımız falan yok ama akşam babam eve gelmeden ben gider bir kenarda uyurdum ama ne uyuması gözlerimi yumuyordum. Şimdi bekliyorum ki acaba komşunun oğlu gelip babama haber verecek mi, vermeyecek mi? Aradan biraz zaman geçince onun gelme ümidi kaybolunca, uyanıyordum. Hatta o sıra kimin ağzından bir laf çıksa, hah şimdi beni söyleyecekler diye korkuyordum. Çok doğru, her sesi kendi aleyhlerine şey yapıyor. Birisi öksürse hah şimdi benden bahsedecek diye korkuyordum.

Dolayısıyla, bu insanların o kadar çok açığı var ki yani Kuran dışı bir İslam dini takdim edenlerin o kadar çok açığı var ki, bunlar böyle Kuran okunsun tamam, ama Arapçası. Şimdi mesela, Süleymaniye camisinde gördüm işte Evrensel Hafızlar Derneği Kuran ziyafeti verecek. Güzel de gelen insanlar sadece musiki duyacak. Birisi bugün sormuş, Kuran’ı Kerim makamlı ne zaman okunmaya başlandı? Ne zaman okunmaya başlandığını ben şahsen bilmiyorum ama Resulallah ve Sahabe döneminde asla olamayacağını biliyorum. Çünkü siz Kuran’ı anlamak istiyorsanız makamlı olmaz. Şimdi Süleymaniye de namaz kıldıran arkadaşlarımızdan birisi sabah namazını kıldırıyor, makamla kıldırmaya başladı böyle, kendimi bir türlü manaya veremiyorum, zihin, kulak gidiyor başka tarafa. Sonra dedim ki ya böyle yapma, yani nasıl namaz kıldığımı anlayamadım yani burda. Bir acayip bir hal oldu.

Dolayısıyla, şimdi siz Kuran’ı Kerim’in metninden uzaklaştığınız zaman

Hiç problem değil herkes hafız olsun çünkü orda üveç var. Milletin Kuran’ı bildiğini zannediyor ama hiç alakası yok. Efendim Kuran okuma yarışmaları düzenleyelim. Dünya birincisi diyelim işte bir tek kelime söylüyoruz, Kuran’ı alttan yukarı, yukarıdan aşağı okuyoruz. Bunların hepsi caiz yeter ki hiçbirisi Kuran’ı Kerim’in içersine girip manasını okumasın. Bak az önce okuduğumuz ayette ne diyor? Bak burada (İbrahim suresi 4. ayet) “Her elçiyi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara açık açık anlatsın.” Dolayısıyla, kendisine eğitim seviyesi ne olursa olsun kendisine açık açık anlatılmayan kişi şey yapmaz,o dine inanmak zorunda kalmaz. Bir de biz çocukların anlamayacağını zannediyoruz. Benim küçük kızımla arabayla giderken, şey açıyordum, bir Kuran meali açıp dinliyordum. Kendi kendime diyordum ki, ya bu küçük kızda pek ilgilenmez herhalde, daha ilkokula gidiyor. Şimdi kapatıyordum, arkadan baba niye kapattın? Kızım sen dinliyor muydun? Tabi dinliyorum, olur mu? Sonra kendi kendime, e tabiî ki dinlemesi lazım çünkü biraz sonra bu mükellef olacak. Anlamadığı şeyden dolayı Cenabı Hak onu sorumlu tutar mı?

Yahya Şenol: Namazda okunan tespihler ve duaların sabit olması. Herhalde kastedilen Subhane rabbiyel azim, ala falan. Bunların böyle sabit olması, bizden istenilen zikrin tam olarak gerçekleştirilmesini sağlar mı? Demiş.

Abdulaziz Bayındır: Şimdi oradaki zikirlerin sabit olması gerekmiyor. İnşallah ta bundan sonraki derslerimizde onları şey yapacağız ama (A’la suresi 1. ayet)“Sebbihısme rabbikel a’lâ.” Ayeti kerimelerinden dolayı Subhane rabbiyel a’la

(Hakka suresi 52. ayet) “Fe sebbıh bismi rabbikel azîm” ayetinden dolayı şey yapılıyor. Aslında Subhane rabbiyel a’la ve Subhane rabbiyel azim muhteşem zikirler anlamını şey yaptığınız zaman gerçekten yani. Şimdi bazı, şimdi burada masaya su konmuş. Niye? En çok içtiğimiz şeydir ama onsuz olamıyor. Hava alıyoruz, her sofraya mutlaka ekmek koyarız. Bazı şeyler vardır ki sofrada mutlaka olması gerekir. İşte bu zikirlerde hakikaten o derece önemli olan zikirlerdir işin içersinde yaptığınız zaman ama başkaları yasak değil, rükûda da, secde de, başka zikirleri çok rahat yapabilirsiniz. Onu göreceğiz yasaklayan bir mezhep yok bildiğim kadarıyla yani, evet. Onu inşallah daha sonraki derslerde göreceğiz.

Yahya Şenol: Biraz önce hani (Bakara suresi 152. ayet) “Fezkurûnî ezkurkum” le alakalı şöyle bir şey var. İsmail hoca yollamış Simava’dan. Semi Allah’u Limen Hamideh dediğimizde Allah kendisine hamd edeni işitir derken, kendimize de bir anlatımla Allah’ta beni zikrediyor, anıyor diyebilir miyiz?

Abdulaziz Bayındır: Denebilir tabi yani, Allah hamd eden kişiyi işitti. Çünkü karşılıklı bir diyalog şeklinde oluyor zaten. Sen Cenabı Hakk’a kulluğunu şey yapıyorsun. Rabbena arkasına Rabbena Lekel Hamd diyorsun. Ya Rabbi hamd sana mahsustur.

İsmini hatırlayamadığım bey: Yahya beyin Bakara 152 deki “Fezkurûnî ezkurkum veşkurû lî ve lâ tekfurûn” o ayete eğer manası tam olarak verilse ve bizim anladığımız gibi zikir Kuransa, doğru bilgiyse şöyle diyebilir miyiz? Siz doğru bilgiden uzaklaşmayın, Kuran’dan uzaklaşmayın ki Allah size o doğru bilgiyi tekrar versin.  “veşkurû lî ve lâ tekfurûn” Şükredin o verdiğine ki kafir olmayın yani kapatmayın, örtmeyin, saklamayın. Öyle diyebilir miyiz? Anlaşılır mı?

Abdulaziz Bayındır: Doğru, doğru anlaşılır tabii. Diyor ki siz benim zikrimi aklınızda tutun ki ben size yeni bilgiler vereyim. Ellerinizde olana şükredin, nankörlükte etmeyin.

Enes Alimoğlu: (Enfal suresi 29. ayet) “in tettekullâhe yec’al lekum furkânen”.

Abdulaziz Bayındır: “Eğer siz Allah’tan çekinirseniz, Allah önünüzü açar.” diyor. Ha şeyde mesela;

Yahya Şenol: Onu açıklayan gerçi bir hadis var. Peygamber efendimiz Allah’ın evlerinden bir evde toplanıp, Allah’ın kitabını okuyup onu kendi aralarında ders yaparsa bir kavim, melekler onların üzerini kaplar sekenet iner. Allah çevresinde olanlara da ondan bahseder. Bakın kulum ne yapıyor şeklinde. Yani peygamberimizin böyle bir açıklaması var.

Abdulaziz Bayındır: Ya da onların değerlerini yükseltir şeklinde de olur, doğru. Yani şimdi şeyde geçen Erzurum’da bir televizyonda sordular. Dört saat süren bir program oldu. Eğer televizyoncular kapatmasaydı rahatlıkla sabah namazına kadar giderdi vatandaşın yoğun soruları. Dedi ki oradaki, ya hocam siz yeni bir yöntem keşfettiniz bu nasıl oldu? Dedi. Bende o işin arka planını anlatmadan dedim ya Allah’u Teala’nın sözü var kardeşim. Allah’u Teala diyor ki: (Enfal suresi 29. ayet) “in tettekullâhe yec’al lekum furkânen” “Siz eğer Allah’tan korkarsanız Allah sizin önünüzü açar.” Türkçe karşılığı, bir başka ayet daha var. O ayeti okumadım da, bir başka ayet şu an aklıma gelmedi. (Ankebut suresi 69. ayet)Vellezîne câhedû fînâ le nehdiyennehum subulenâ” ben o ayeti okudum. Ankebut suresinin son ayeti, yani “Bizim yolumuzda gereken cihadı yapanları, gayreti gösterenleri mutlaka yollarımıza yönlendiririz.” O adar yıllarca uğraş uğraş işte Allah’u Teala’da yolunu açtı hamdolsun. Şimdi de böyle yürüyoruz.

Yahya Şenol: O Araf suresi 204 ve 205. ayetlerde ki zikirlerle ne kastedilmiştir? Vezkur rabbeke fî nefsike” ile başlayan.

Abdulaziz Bayındır: Ya böyle bu kadar birbirinden zeki adamların karşısında bir de herkes şeyin, internetinin başında yani bunlara cevap vermek Allah yardım etmezse mümkün değil. Şimdi bak diyor ki Allah’u Teala Hakikaten benim en büyük karım o olmuştur. Çok zeki insanlar sürekli soru soruyorlar evet çok sıkıntı çekiyoruz ama çokta şey öğreniyoruz çünkü kolay değil cevap vermek.

Şimdi diyor ki Allah’u Teala: (Araf suresi 204.ayet)“Ve izâ kuriel kur’ânu festemiû lehu ve ensıtû leallekum turhamûn” “Kuran okunduğu zaman ona kulak verin ve susun belki merhamet edilsin.” Kulak veriyorsun, ne oluyor diye.

Ondan sonra diyor ki: (Araf suresi 205.ayet)“Vezkur rabbeke fî nefsike” “Rabbini kendi içinde zikret” yani içten içe, kendi içinde o zikri yap. Şimdi onun açıklamasını şey yaparız. “tedarruan” tadarru ile dır yazımım sanırım yanlış oldu  1.42 12 dk kelimesi meme manasına gelir. Tadarru yani annesinin memesini özleyen çocuğun yalvarışı gibi yani böyle, yani Cenabı Hak’tan, Allah bir sahne senin karşına çıkarıyor yani Allah’a sen muhtaçsın, onun sana ihtiyacı yok. O şekilde ve içten içe Allah’a yalvararak oku ve “dûnel cehri” “seslinin biraz altı” sesli okumayacaksın ama sessiz de değil yani seslinin altında, sen duyacak kadar okuyacaksın. Ne zaman? “ve dûnel cehri minel kavli bil guduvvi vel âsâli” “öğle ve ikindide” Peki, o zaman diğeri ne oluyor? Akşam,yatsı ve sabah namazı cehri namaz peki imam yüksek sesle okuyacak demek ki, o anlaşılıyor. O zaman imam okuyorsa, dinleyeceksin. Sen de yüksek sesle okuyabilirsin akşam, yatsı, sabah namazlarını evde tek başına kılarken de yüksek sesle okuyabilirsin ama öğle, ikindi de sesini yükseltme sen duyacağın kadar oku. “ve lâ tekun minel gâfilîn.” “gafillerden olmayın.” Şimdi görüyor musunuz, bakın Kuran’ın o dengesini bulduğunuz zaman, Resulallahın hangi sözü nereden çıkardığını hemen anlamak mümkün. Öyleyse gündüzün imamın arkasında namaz kıldığımız zaman, imamın okuması bizim için okuma sayılmaz. Hanefi mezhebinin o fetvası yanlıştır. Hanbeli mezhebinin görüşü doğrudur. Yani sen kendi içinden sen duyacağın sesle okuyacaksın. Ama akşam, yatsı, sabah namazlarında imam okurken sen okumayacaksın. Ordada şafi mezhebinin fetvası yanlıştır. Orada Fatihayı okur ya şafiler Fatihayı mutlaka okurlar. Onun için imam biraz bekler, onlar Fatihayı okusun sonra devam ederler.

Enes Alimoğlu: Vezkurun ……… olması da onu gerektiriyor zaten.

Abdulaziz Bayındır: Evet, bak o hiç dikkatimi çekmemişti. Enes Alimoğlu diyor ki Vezkur kelimesi Vezkuru değil Vezkur yazımım yanlış galiba 1.43 tek kelime, tek kişiye emir veriliyor. Sen böyle yap. Sen dinle.

Yahya Şenol: Çünkü bir üstteki de çoğul ve ensıtû diye geliyor ya. Kuran bir kişi tarafından size okunduğunda ve ensıtû hep beraber onu dinleyin yani imam cemaat ilişkisi.

Abdulaziz Bayındır: E kardeşim diyorlar ki, böyle insanlar olduktan sonra yani biz mecburen bilgi öğreniyoruz. Bak şimdi birisi bir tarafına dikkat çekiyor, öbürü bir tarafına dikkat çekiyor. Ne diyor şimdi bak. Hakikaten cemaatle olduğu için istemiû diyor. Hep birlikte dinleyin. Ama çünkü dinleme hep beraber olur ama okuma teker teker olur. Herkes kendi başına kendi içinden okur. Yani işte bak bütün ayrıntıları Kuran’ı Kerim veriyor ama şunu da unutmamak lazım, Kuran’ı anlamak için ferdi olmaz. Ekip çalışması olmadan anlaşılmaz. Birisi bir tarafını görür, birisi bir tarafını görür, böyle anlaşılır her tarafı.

Yahya Şenol: İçerden var mı konuyla alakalı? Zikir konusuyla alakalı,

Bir katılımcı: Normalde bize Fatiha işte şeyde namazda farzdır diye hep öğretildi de, ben bir arkadaşa söylerken Fatiha farzdır illa okuyacaksın dedim ama sonra da bir şüpheye düştüm tam olmaya da bilir dedim. Bu Kuran’dan kolayınıza geleni okuyun diyor ya, Fatiha farz mıdır?

Abdulaziz Bayındır: Onu isterseniz önümüzdeki haftalarda şey yapalım. O Fatiha’nın okunmasını emreden ayette var, onu da okuruz inşallah.

Yahya Şenol: Yani okumaya devam edin o zaman.

Abdulaziz Bayındır: Siz okumaya devam edin.

Yahya Şenol: Bırakmayın yani.

Abdulaziz Bayındır: Evet, buyurun Sadettin bey.

Sadettin bey: Hocam, ikindi namazını cemaatle arkadaşla beraber kılıyorduk. Biraz sesli okumuşum. Subhane Rabbiyel a’la’yı, Türkçesini biraz sesli okumuşum. Arkadaş dedi ki ne yaptın? dedi. Subhane Rabbiyel a’la dedim. Türkçe okudun dedi. Dedim ki Türkçe okuyunca daha iyi anlıyorum dedim. Dedi ki Türkçe olmaz, dedi. Niye Allah Türkçe biliyor ama sen Arapça bilmiyorsun manasını öğrendin mi şimdi? Ne? Dedi. Dedim ki: Rabbim sana kulluk ederim, sana boyun eğerim. Bunu dediğim zaman, bana dedi, senin namazın olmadı dedi.

Abdulaziz Bayındır: Tamam o kabul etmemiş olsun bir şey olmaz. Cenabı Hak kabul eder. Şimdi onlar da haklılar, böyle öğretiliyor çünkü yani çocukluktan beri böyle öğretiliyor. Başka var mı? Peki, o zaman dersimizi bitiriyoruz. Hepinizden Allah razı olsun.

Tüm Mukayeseli İlmihal Dersleri
# İçerik Adı Yayınladığı Tarih Görüntülenme
1 Oruç 13 Temmuz 2013
2 Ramazan ve Oruc Bakara Suresi 183-187 Ayetler 6 Temmuz 2013
3 Namazda Oturus 22 Haziran 2013
4 Namazda Secde ve Oturuş 15 Haziran 2013
5 Namazda Ruku, Secde ve Oturuş 8 Haziran 2013
6 İmamın Arkasında Kıraat, Ruku, Secde ve Ka’de 1 Haziran 2013
7 Namazda Kıraat – 2 18 Mayıs 2013
8 Namazda Kıraat(Zikr) 11 Mayıs 2013
9 Namazda El Bağlamak – Sorular ve Cevaplar 20 Nisan 2013
10 Namazda El Bağlamak 20 Nisan 2013
11 İftitah Tekbiri 13 Nisan 2013
12 Namaz’da Niyet 6 Nisan 2013
13 Kerahat Vakitleri 23 Mart 2013
14 Sabah Namazının Vakti 16 Mart 2013
15 Namaz Vakitleri – 2 9 Mart 2013
16 Namaz Vakitleri – 1 2 Mart 2013
17 Namazda İstikbal-i Kıble 23 Şubat 2013
18 Namaz Kılınabilen Kılanamayan Elbiseler, Başörtüsü 16 Şubat 2013
19 Ezan, Kamet ve Sala 9 Şubat 2013
20 Kur’an’da Salat Kavramı 5 Ocak 2013
21 Kadının Özel Halleri 29 Aralık 2012
22 Özürlünün Abdesti 15 Aralık 2012
23 Teyemmüm 8 Aralık 2012
24 Gusül 1 Aralık 2012
25 Abdesti Bozan Haller 24 Kasım 2012
26 Abdest Alırken Ayakların Meshi Meselesi 17 Kasım 2012
27 Abdest 10 Kasım 2012
28 Kur’an ve Sünnet’e Göre Necis Olan Şeyler 3 Kasım 2012
Kuran Dersi Canlı Yayın