Vessalatu vesselamu ala Resulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Yaptığı her şeyi güzel yapmak varlıkların sahibi olan Allah’a mahsus bir iştir. Peşinden gidilecek ve destek verilecek olanda Resulallahtır, Allah’ın elçisidir ve onun arkasından samimiyetle onu takip edenlerdir. Ya Rabbi! Bizi de onlardan eyle.
Geçen hafta ara verdik ondan önceki iki hafta, namazda kıraat konusu üzerinde durmuştuk. Bilgilerimizi kısaca hatırlayalım. Allah’u Teala, Taha suresinin 14. ayetinde Musa aleyhisselama “ekımis salâte li zikrî” diye emir vermişti. “Benim zikrim için namaz kıl.” Arapça bakımından oradaki ya’nın yerine Allah lafzı rahatlıkla konabilir. “ekımis salâte li zikrîllah” çünkü oradaki “ya” Allah’u Teala’yı ifade ediyor. “ekımis salâte li zikrîllah” “Allah’ın zikri için namaz kıl.” Allah’ın zikri ne demektir, diye baktığımız zaman, bizim geleneksel yapımızda, zikir diyince anlaşılan, Subhanallah, Elhamdülillah, Allahuekber, La ilahe illallah gibi insanların sürekli tekrarladıkları, işte namazlarda okuduğumuz bazı kısa zikirlerdir. Onlar gerçekten zikirdir çünkü her birisi doğru birer bilgi ifade eder. Yanlışlığı söylenemeyecek sözlerdir. “La ilahe illallah” “Allah’tan başka ilah yoktur.” Bunu yeryüzünde herkes gayet iyi bir şekilde bilir. “Allahuekber” “Allah en büyüktür.” “Subhanallah” “Allah’a boyun eğerim ya da Allah Teala’nın eksiği ve noksanı yoktur.” “Elhamdülillah” “Yaptığı her şeyi güzel yapmak Allah’a mahsustur.” Bunların hepsi birer zikirdir ve birer doğru bilgidir. Ancak biz daha önce Enes hocanın yaptığı çalışma ve diğer arkadaşlarımızın ona paralel olarak yaptığı çalışmalardan ve Kuran’ı Kerim’deki ayetlerden şunu öğrendik. Zikir; kişinin nedenini ve hedefini bilmiş olduğu doğru bir bilgidir yani kaynağını biliyor, kullanıldığı zaman nereye varılacağını biliyor. Buna işte bağlantılarıyla birlikte öğrenilen ve zihne yerleştirilen doğru bilgi diye anlam verebiliyoruz.
Onun için şeyde “ekımis salâte li zikrî” emrine muhatap olan Musa aleyhisselamı Allah’u Teala şeye gönderdiği zaman, Firavuna gönderdiği zaman aynı kelimeyle ikinci bir emir daha vermişti. Aynı surede olması lazım …….. buradaydı Taha suresindeydi. Burada mıydı? (Taha suresi 42. ayet)“ve la teniya fı zikrı” bu Musa ve Harun aleyhisselama verilen şey, Allah’u Teala işte bu tekrar edeyim de bu 14. ayette “ve ekımis salâte li zikrî” diye emir verdiği Musa aleyhisselama yani benim zikrim için ki onu az önce söyledik “li zikrîllah” diye, ifade etmek Arapça bakımından hiçbir ilave ve çıkarma yapma değildir. Aynı anlamı bir başka şekilde ifade eden ibarettir. İşte o Musa aleyhisselama Allah’u Teala şu emri veriyor ve tabi Musa aleyhisselam, Harun aleyhisselamında yanına katılmasını Cenabı Hak’tan talep edince Allah’u Teala Harun aleyhisselama da resullük veriyor. Diyor ki: (Taha suresi 43. ayet) “İzhebâ ilâ fir’avne” “ikiniz” Ha bir önceki ayet, senin dediğin ayetle birlikte şey yapayım.(Taha suresi 44. ayet) “Fe kûlâ lehu kavlen leyyinen leallehu yetezekkeru ev yahşâ.” Burada mıydı?
Yahya Şenol: Orada da var da önce 42 önce 43. 44. Peş peşe onlar.
Abdulaziz Bayındır: Ha… Tamam. Oradan başlayalım diyorsun, tamam. Tamam, olur, tamam, tamam daha güzel, daha güzel oturdu. (Taha suresi 42. ayet)“İzheb ente ve ehuke” “Sen kardeşinle beraber git ya Musa” “bi ayatı” “benim ayetlerimle git” tabi ayetler kelimesi iki şekilde olur. Birisi şey olacak, bizim mucize diye tanımladığımız ayetler, diğeri de Allah’u Teala’nın emirlerini ifade eden ayetlerdir. Şimdi şöyle sahneyi önünüzde canlandırırsanız, bu kelimenin her ikisini de ifade ettiğini de görürsünüz. Musa aleyhisselam Allah’ın elçisi olarak Firavun’a gidiyor. Elçi gittiği zaman niye gider, elçi? Gönderenin bir sözünü söylemek için gider, değil mi? Yani Allah sana şunu şunu söylememi istedi diye. Ama karşı tarafında, bu kişinin Allah’ın elçisi olduğundan emin olması gerekir. Onun için de bir belge sunması lazım. Ben işte Allah’ın elçisiyim diye. Dolayısıyla, bu ayet kelimesi her ikisini de içersine alıyor. Bir taraftan ben Allah’ın elçisiyim diyerek gösterdiği mucizeler var, kendinin elçilik belgesi olarak. Yani tıpkı Cumhurbaşkanına birisi geliyor ben İngiltere’nin elçisiyim diyor. Önce güven mektubu diye bir mektup sunuyor. Ne demek yani? Evet, gerçekten sen oranın elçisisin. Ondan sonra da İngiltere’nin isteklerini içeren ikinci bir mektup sunuyor. O da elçilik görevi gereği yaptığı şeydir. İkisini de mektup diyor. Birisine güven mektubu diyoruz, öbürüne de istekleri içeren bir mektup olmuş oluyor. Burada da aynı şekilde geliyor Musa aleyhisselam, Allah’ın ayetleriyle. Önce onun Allahın elçisi olduğu, gerçi önce tebliğde bulunuyor sonra elçisi olduğunu söylüyor ama önemli değil, ikisi de aynı şeyi ifade etmiş oluyor. Allah’ın ayetleriyle geliyor oraya, bu ayetlerin bir kısmı Musa ve Harun aleyhisselamın Allah’ın elçisi olduğunu gösteren belgeler. Bir kısmı da Allah’ın, onlara ulaştırılmasını istediği sözler oluyor. Diyor ki: (Taha suresi 42. ayete devam)“ve la teniya fı zikrı” yani şeyde “sakın benim zikrim konusunda çekingen davranmayın.” Herhalde öyle mana vermek daha uygun olur. Yani şey yapmayın, burada nasıl mana vermiş? Ha bu gevşeklik etmeyin dense bana çekingen davranmayın daha, buraya gevşeklik etmeyin diye mana vermişler de şu elimdeki mealde. Yani şimdi karşısında çok güçlü bir kral var. Musa aleyhisselamda onun gücünü çocukluğundan itibaren biliyor. Harun aleyhisselamda biliyor. Kendilerine yaptıkları baskıyı gayet iyi bildiği için ister istemez çekingen davranması söz konusu, zaten (Kassas suresi 33. ayet) “korkuyorum” da demişti biliyorsunuz Musa aleyhisselam. Dolayısıyla, çekingen davranmayın, bana daha güzel (Taha suresi 42. ayet) “ve la teniya fı zikrı” “benim zikrim konusunda çekingen davranmayın.” “fı zikrillah” demektir aynı şekilde bak. “ekımis salâte li zikrî” “ve la teniya fı zikrı” zikri aynı kelime. Allah’ın zikri fi zikrillah ta denebilir. “Gevşek davranmayın.” Yani “benim ayetlerimi onlara okurken çekingenlik yok” demiş oluyor, hiçbir şeyden çekinmeyin, siz neden çekiniyorsunuz? Karşındaki Firavun olabilir ama sen Allah’ın elçisisin, sen ondan çok daha, onunla kıyaslanamayacak kadar çok iyi bir konumdasın, demiş oluyor Allah’u Teala.
(Taha suresi 43. ayet) “İzhebâ ilâ fir’avne” “Birlikte Firavun’a gidin” “innehu tagâ.” “çünkü o artık taştı.” Tağa, tüğyan kelimesi, işte şu bardak biliyorsunuz. Ben şimdi bu bardağa bir su dolduracağım. Tamam, bunda problem yok. Fakat şimdi onu bu tabağa koyayım, şu ana kadar bardak gayet düzgün hiçbir problem yok ama ne oldu mesela; benim böyle yaptığımı gördüğünüz zaman ne dersiniz? Dur, dur, dur taştı taştı dersiniz. Yani yapmaman gerekeni yapıyorsun demek oluyor, tamam mı? Tağa bu işte. “Gidin Firavun’a o artık taşkınlık ediyor.” Yapmaması gerekeni yapıyor, haddini aştı yani.
Peki, taşkınlık eden adama ne diyeceksin? (Taha suresi 44. ayet) “Fe kûlâ lehu kavlen leyyinen” “Ona yumuşak bir söz söyleyin” yumuşak konuşun “ leallehu yetezekkeru ev yahşâ.” “Ya tezekkür eder” aynı zikir kelimesinden yani, tezekkür ne demek? Bak şimdi karşınızda bir kral var. Sert konuşursanız, düşünmeden cevap verir, sertleşir ama “yumuşak konuşun, düşünsün”. Düşünmesi ne demek? Düşünme kelimesi de burada yeterli değil aslında, zaten düşünme demek burada zihnindeki doğru bilgileri alacak, senin söylediğini alacak, karşılaştıracak. Ha doğru söylüyor ya diyecek. Gerçekten taşırmışım suyu. Mesela; şu suyu taşırdığımda, ne biçim yapıyorsun, sana hiç kimse terbiye vermedi mi? dediği zaman, ben ne yaparım? Bunu bırakır adama cevap vermeye kalkarım ve şey olur yani konu anlaşılmaz. Ama ya farkında mısınız su taştı, o taşan suda pek bir işe yaramaz falan. Ha… ya gerçekten ya, Allah Allah hiç te fark etmemiştim sağol, teşekkür ederim, derim. İfade tarzı son derece önemli, işte burada bunu göstereceksiniz, şimdi gösterdiğiniz zaman bunu ben şimdi düşüneceğim Allah Allah ya bu taşan su daha öncede taştığını biliyorum. Taşan sudan bir şey olmaz bunun kimseye faydası olamaz. Adam içmek için alsa üstüne başına döker bunu. Burada bir yanlış bir şey var. Nerden biliyorum? Çünkü daha önceki bilgilerimle biliyorum bunu, işte o bağlantı ve bununla şey, “ leallehu yetezekkeru” o demek. Ha hakikaten yav, biz yanlış yapmışız yav, diyebilmesi lazım. Peki, “ev yahşâ.” Ya da korkar, neden korkar? Çünkü yanlış yapan kişi korkak olur. Bir yanlışlık insanın kendisine olan güvenini de ortadan kaldırır, başkalarına da kendisini ifade edemez. Yanlış yapan korkak olur. Ondan sonra korkar, lan başımıza kötü bir şey gelir falan der. Tamam. Şimdi burada tezekkür kelimesine dikkatinizi çekmek istiyorum. Bakın hemen peş peşe burada (Taha suresi 14. ayet)“zikrim için namaz kıl” (Taha suresi 42. ayet) “zikrimde gevşeklik yapma” yani benim sana Firavun’a ulaştır diye verdiğim o zikirler varya, o zikirleri yani o bilgileri, yani o ayetleri Firavun’a ulaştır. Ulaştırırken de güzel bir şekilde ulaştır. Şimdi burada hanımlar var, bunlar herkesten daha iyi anlar. Gerçi erkekler de bu işi çok iyi bilir de. Mesela; eşiniz sizden güzel bir hediye istiyor, bir şey istiyor, ya şunu bana alır mısın? Diyor. Sizde alırsınız. Belki o istediği kalitede değil de biraz daha düşük kalitede bir şey alır, götürüsünüz. Dersiniz ki: Ya kusura bakma aslında sen daha iyisine layıksın ama ancak bunu alabildim. İşte buyur, kabul et, dediğniz zaman, memnun olur. Tamam, olsun der. Teşekkür ederim. Fakat istediğinden daha iyisini alıpta götürüp deseniz ki; benim başımı ağrıtıp duruyorsun, istiyordun, işte al. Kadın ona el sürer mi? Söyleyin bakalım. Elinizi sürer misiniz ona? Ne demek ya? Yani iyi hediye almak yetmiyor, iyi takdim etmekte gerekiyor. Dolayısıyla işte Allah’u Teala Musa aleyhisselama çok güzel emirler vermiş ama onu güzel sunmasını da emretmiş. Şimdi mesela; burayı kader açısından değerlendirin bakalım. Kaderciler buna ne mana verecek? Belki şöyle olur, böyle olur. Bu Cenabı Hak’kın sözü.
Ondan sonra bunların cevapları, (Taha suresi 45. ayet) “ Kâlâ rabbenâ innenâ nehâfu en yefruta aleynâ ev en yatgâ.” “Ya Rabbi! Bize karşı bir aşırı davranış göstermesinden ifratından, kusurlu davranışından bize gereken değeri vermemesinden korkuyoruz.” Bu ifrat değil de şeydir. Bir dakika ne mana… Bu bize karşı kusurlu davranması, diye mana vermek lazım çünkü tuğyanın tersi olması lazım burada. Ya da “taşkınlık yapmasından dolayı korkuyoruz.” Diyor. Yani ya bize değer vermez ya da aşırılık yapar. Gidin, sizinle görüşmüyorum der ya da görüşür ama yanlış yapar diye korkuyoruz. Neyse şimdi burada, konu başka tarafa kaçmasın diye arzu edenler devamını okuyabilirler. Şimdi bir Firavun’un zikrinden bahsetti, Firavun Allah’ın ayetlerini biliyor mu? (Taha suresi 44. ayet) “yetezekkeru” biliyor elbette. Allah’ın yarattığı ayetleri biliyor. Yarattığı ayetlerden aldığı doğru bilgiler var kafasında. Ne? Az önce dedik işte. Yarattığı ayetlerden alınan bir bilgi, taşan suyun kimseye faydası olmaz, bu da bir ayet, işte. O da gidiyor bunu bir başka şekilde ifade ediyor, aynı anlamı. Bu defa bu Allah’ın kelamı olarak ifade ediyor. Ha… Diyor. Evet, gerçekten yanlış yapmıştık, diyor. Bir de ifade tarzı da gayet güzel.
O zaman demek ki zikir, bir, Allah’ın sözü. Bir de Allah’ın kullarına, Allah’ın yarattığı ayetlerden çıkardıkları bilgi, doğru bilgi. İşte Allah’ın resulünün getirdiği zikirle, Allah’ın kulunun zihnindeki zikiri karşılaştırdığınız zaman, o kul a… bu çok doğru söylüyor. Gerçekten biz yanlış yapmıştık, diye, kendi eksiğini, kendi kusurunu, kendi aşırılıklarını görüyor ve aklı başına geliyor. Şimdi nedir? Bağlantılarıyla birlikte edinilen bilgi olmuş oluyor. Ne nereye yarar? O zaman (Taha suresi 14. ayet)“ve ekımis salâte li zikrî” “Benim zikrim için namaz kıl.” dendiği zaman, namaz kılan bir kişi okuduğu ayetlerin bütün bağlantılarını düşünmesi lazım. Şimdi Firavun’a geldi Musa aleyhisselam. Firavun’un bilmediği bir dille ona konuşmuş olsa, orada zikirden bahsedilebilir mi? Mümkün değil yani. Peki, Firavun’un tezekküründen ya da korkmasından bahsedilebilir mi? İçeriğinin ne olduğu belli olmayan bir şey. O zaman şu ortaya çıkıyor ki zikri, zikrullah ifadesi geçtiği zaman, o zaman zihne yerleştirilen ve bağlantıları bilinen doğru bilgi, olmuş oluyor. Kuran’ı Kerim Allah’ın zikridir. (Hicr suresi 9. ayet) “İnnâ nahnu nezzelnez zikre ve innâ lehu le hâfizûn” buyuruyor. “Bu zikri biz indirdik, o zaman koruyacak olan bizleriz.” O zaman bunun zikir olması için de kafaya bilgi olarak yerleşmesi lazım. Peki, (Taha suresi 14. ayet) “namazı zikrim için kıl” deniyorsa, o zaman bu, bilinen bir şey olması lazım. Bunu geçen dersten yani manası bilinen bir şey olması lazım yani siz o kıldığınız namazda Cenabı Hakla ne konuştuğunuzu, Allah’a ne söylediğinizi, Allah’tan ne istediğinizi bilmeniz lazım, kulluğu o şekilde yapmanız lazım ki (Taha suresi 14. ayet)“ve ekımis salâte li zikrî” olsun. Onun için şeyde Bakara 239’da Allah’u Teala “Korkarsanız yürüyerek ya da ayakta namazınızı kılabilirsiniz.” Diyor. “ama güvene kavuştuğun zaman” “fezkurûllâhe” işte zikrullah orası da gene aynı şekilde “Allah’ı zikredin” “Allah’ın size bilmediğinizi öğrettiği şekilde Allah’ı zikredin” diyor. Şimdi zikir, bir, Musa aleyhisselamın yaptığı gibi olur. Musa aleyhisselam nasıl zikirde bulundu? Herhalde sessiz konuşmadı değil mi Musa aleyhisselam? Ne yaptı? Yüksek sesle, muhatabının duyacağı sesle, dedi ki: İşte sen şöyle şöyle yap. Yani yumuşak bir söz yani Allah’ın ayetlerini ona duyacağı şekilde işittirdi. Peki, Firavun’un tezekkürü, yüksek seslemi oldu? .(Taha suresi 44. ayet) “ leallehu yetezekkeru” O da kendi içinden şeyi, zihninde harekete geçirdi. O zaman zikrin iki şekilde olmas durumu söz konusu. Yüksek sesle olabilir muhataba duyurmak için. Kendi kendinize konuşmuş olursunuz, bu defa kendiniz açısından, muhatabınız açısından değil, kendiniz açısından bu şeyi yaparsınız. İşte burada cemaatle kıldığımız namazlar, imam ya da biz. Yani İmam olarak düşünün mesela; şu ayeti kerimeye bakalım, Araf suresinin son ayetini açalım lütfen. Şimdi burada diyor ki Allah’u Teala (Araf suresi 204. ayet): “Kuran okunduğu zaman ona kulak kabartın, dinleyin.” Tekrar Firavun olayını şey yapın. Musa aleyhisselamı dinlemesi gerekiyor, söylediği zaman, bu ne diyor acaba diye. O zaman (Araf suresi 204. ayet): “Kuran okunduğu zaman dinleyin.” Peki, yüksek sesle her gün Kuran okunması olayı nasıl oluyor? Ne zaman olur? Yani bize emir olarak hani bugün geleneksel işte namazların arkasından aşr-ı şerifler okunuyor. Bu kitaplarda ben görmedim, var mı? Gerçi ilave ediyorlar bir takım, uyduruyorlar da sonrada. Ben şu ana kadar hiç hatırlamıyorum yani. (Arapça olarak sanırım Cemal beye iletildi. ) Yok, böyle bir şey yani hiçbir şekilde yok yani ama bizim Türkiye’de var. O zaman yüksek sesle nerede Kuran okunuyor? Resuallah’ın hayatına baktığınız zaman, akşam namazında okunuyor, yatsı namazında okunuyor ve sabah namazında okunuyor. Başka bir okuma bilmiyorum hatırlıyor musunuz, ben var mı gördünüz mü? Gördünüz mü kaynaklarda? Baktınız, yok. O zaman Müslümanların günlük yüksek sesle Kuran okudukları, imam tarafından üç vakit namazda. İşte burada diyor ki (Araf suresi 204. ayet): “Kuran okunduğu zaman onu dinleyin.” Namazda okunuyor sade “ve siz susun” yani siz tekrarlamayın. Geçen haftalar hadisler rivayet etmiştiniz hani arkadan tekrarlayanlar falan var diye. Ayet öyle yani siz susun diyor, dinleyin. Ayeti tekrarlamakla meşgul olmayın. Tekrar edeyim yine Firavun- Musa sahnesini düşünün. Musa aleyhisselam, Firavun’a konuşurken Firavun tekrarlarsa, dışarıdan bir gözlemci Firavun’a ne der? Musa aleyhisselam ayeti okurken Firavun da kendi kendine söylediğini tekrarlamaya çalışıyor. Kafayı yemiş derler ya. Bu adam ne yapıyor? Dinlemiyor, ya alay ediyor, ya da kafayı yemiştir, dinlemiyor bu adam. Dinlemesi lazım çünkü bir şey söyleniyor ya. Ben şimdi şuanda size ders anlatıyorum, değil mi? Ben anlatırken siz de bir taraftan kendi kendinize konuşsanız. Ne yapıyorsunuz? Hocam senin sözlerini tekrarlıyoruz, deseniz. Burada sizi dinleyenler ne der? Ya bu deli mi, divane mi? demezler mi?Ya kardeşim ders anlatılırken, dinlenir konuşulmaz. İşte burada da (Araf suresi 204. ayet): “Kuran okunduğu zaman onu dinleyin ve susun. Belki merhamete uğrarsınız, Allah size ikramda bulunur, bir şeyler öğrenirsiniz.” Peki, işte bildiğimiz yüksek sesle Kuran okuma işi sadece namazlarda olduğu için yani namazın içersinde olduğu için siz kendinizi Resulallah sallahu aleyhi ve selem zamanında yaşayan bir Müslüman olarak düşündüğünüz zaman başka bir Kuran okuma şekli yok. Bugün işte Kuran ziyafeti falan filan dedikleri şeyler, o zaman yok, öyle bir olay yok yani. Öyleyse namaz da yüksek sesle Kuran okunduğu zaman ne yapmak gerekiyor muş, bu ayete göre? Susmak ve dinlemek gerekiyormuş. O zaman akşam namazında, yatsı namazında, sabah namazında imamla beraber namaz kılıyoruz. İmam yüksek sesle okuduğu zaman, ne yapmamız lazım? Susup onu dinlememiz lazım. Ha Cuma ve bayram tabi, doğru doğru, onu aklıma gelmemişti. Cuma ve bayramı da katacağız ona ve dinleyeceksin. Peki, ondan sonra da (Araf suresi 205. ayet) : “Vezkur rabbeke” Bu da aslında zikrullahtır gene. “Rabbini zikret yani Rabbinin emir ve yasaklarını zikret.” Yani Kuran oku, demektir. (Taha suresi 14. ayet)“ve ekımis salâte li zikrî” nin değişik bir ifadesidir. (Araf suresi 205. ayet) “fî nefsike” “kendi içinde” “tedarruan” “tadarru ile” tadarru, darr 28.00 dk yazımım eksik sanırım kelimesi ne manasına gelir? ……..28.02….annenin memesi anlamına gelir. Tadarru o süt çoçuğunun açıktığı sırada annesi ona merhamet etsin diye ağlar ya tadarru da o. İşte o manzarayı zihninizde canlandırıyorsunuz tedarruan yani tıpkı bir çocuğun annesine nasıl yaklaştığını siz gözünüzle görüyorsunuz, onun gibi Cenabı Hak’tan isteyin. Çocuk çünkü bütün saflığıyla, herhangi bir şey yok yani içi tertemiz, annesi de onun için en önemli bir varlıktır, o olayda. Artık çocuktan başka bir şeyde bekleyemezsiniz. Sizde bütün saflığınızla Cenabı Hakka yönelin işte Allah bir manzarada bir kelimeyi alıyor, bir başka manzarada size kullandırıyor. Tadarru ile Alah’u Teala’ya yönelin. “ve hîfeten” “için için” yüksek sese gerek yok. “ve dûnel cehri minel kavli” ama şimdi bütün özelliklerini anlatıyor bunun, şeyde “bir ses olacak ama yüksek değil” yüksek sesle değil yani kulağın duyacak, belki senin yanında bulunanlarda duyabilir ama yüksek sesle değil, bir ses var. Ses var fakat yüksek ses değil. Peki, bunun ne zaman yapacağız Ya Rabbi? “bil guduvvi vel âsâli” “sabah, akşam” o zaman diğer ayetlere baktığımız zaman buradaki guduv dan maksatın öğle âsâl dan maksatında ikindi olduğunu anlamış oluruz, diğer ayetlerle birlikte baktığımız zaman. Öğle ile ikindi de yüksek sesle olmamak şartı ile bak dinle değil, öğle ile ikindi de kim okuyacak zikri, namaz kılarken? Her bir fert teker teker okuyacak, değil mi? Yani imamın okuması kendine benim okumam bana. Şimdi ben orada sustuğum zaman imamın okumasıyla bir alakam yok ki. Niye susuyorum ki? İşte şimdi gördünüz mü, bakın Kur’an’ı Kerim namazda kıraati anlatmış mı? Ondan sonra diyor ki: “ve lâ tekun minel gâfilîn” “sakın gafillerden olma.” Gafil ne demek olur burada Enes hoca? Zikir den habersiz yani (Taha suresi 14. ayet)“ekımis salâte li zikrî” değil mi? Zikirsiz namaz kıldığın zaman, mesela Hanefilerde öğlen namazı, imama uydun mu susacaksın. Ne Fatiha okursun ne de şey. Güzel de bu namazı zikir için kılmıyor muyuz? İmamın ne yaptığından haberim yok. Yüksek sesle okusa tamam haberim olur ama “ve lâ tekun minel gâfilîn” “sakın ha gafillerden olma.” Ne olduğunu bilmeyenlerden olma sen de kendi kendine o zikri tekrarla.
Yahya Şenol: Şimdi tabi burada meallerde çoğunluk sabah ve akşam diye çevirdiği için ayet biraz devre dışı kalmış oluyor. Neredeyse bütün mealler öyle bunu öğle ve ikindi diye çevirene biz rastlayamadık galiba değil mi Enes hoca, Türkçe meallerde yani.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi burada çok önemli bir derde, çok önemli bir konuya sen şimdi dikkat çekmiş oldun. Az öncede bir arkadaşımızın bir konuşmasını internetten bana göndermişler baktım. O diyor ki: İşte Kur’an’ı Kerim’i anlayabilmek için sahabe dönemine gitmek lazım, diyor. Sahabe nasıl anlamışsa Kuran odur. Güzel de sahabe nasıl anlamış? O döneme gideceğin elindeki vasıtalar ne? Tek vasıta var Kuran’ın Kuran’la açıklanması, ikincisi yok değil mi? İkincisi yok. Siz Kuran’ı Kuran’la açıklanması yoluna gitmeden bu ayete bu manayı verme şansınız var mı? Madem çalıştınız o kadar, siz o metodolojiyi gayet iyi bilen insanlarsınız, gördünüz mü yani Kur’an’ın Kuran’la açıklanması yolu dışında bu ayete bu öğle, ikindi manası verebilir miyiz?
Yahya Şenol: Yok, mümkün değil yani mezheplerin bu konuda ihtilaf edip işin içinden çıkamamalarının tek sebebi, her birinin bir hadise dayanması. Biri bir hadise dayanıyor biri başka bir hadise dayanıyor ama ayetle uzaktan yakından kimsenin alakası yok.
Abdulaziz Bayındır: Hadislere de bütünlük içinde bakmıyorlar. Bak geçen de
Yahya Şenol: İki tarafı da gösteren hadisler var gerçi bir cevap konulmadığı için ikisi de anlaşılamıyor.
Abdulaziz Bayındır: Bütünlük içinde bakmazsan anlaşılmaz ki yani birisi geliyor bir elbisenin bir kolunu size gösteriyor, öbürü geliyor elbisenin bir başka parçasını gösteriyor, öbürüsü bir başka parçasını evet ama bütünü göremiyorsunuz ki elbise ile ilgili bir kanaat veresiniz, kanaatiniz olsun.
Enes hoca: 33.46 dk söylediğini anlayamadım.
Abdulaziz Bayındır: Ha… şey de buradaki gâfil kelimesi ile ilişki kurduruyorsun, güzel. Hemen bir sonraki 21, şeyde olduğumu düşünmüştüm de Taha’da. 21. sure, güzel. 21. surenin 2. ayeti, diyor ki burada: “Rablerinden yeni bir ayet gelmeye görsün onlara, onu dinlerler ama oynayarak dinlerler.” Şimdi biz de bunu çok görüyoruz. Mesela; hepimiz görüyoruz. Bir ayeti okuyorsunuz, adam ilk defa duyuyor ha… oku, oku, oku ha… tamam, tamam böyle yapıyor, biz çok dinledik haa tamam, tamam… O zaman da aynı şeyi yapıyorlarmış. Herhalde atalarına ihanet edecek halleri yok ya bugünkilerin.
(Enbiya suresi 3. ayet) “içleri böyle bir kalpleri bu eğlenceyi istiyor” aslında akılları istemiyor yani doğru olduğunu kafaları anlıyor ama içten bunun, bu kendi yapılarını bozduğu için olmasını istemiyorlar. “bu gizliyi de iyice gizlediler” yani içindekilerini de gizlediler. “bu zalimler” “Ondan sonra şöyle dediler: Bu da sizin gibi bir beşer değil mi? kardeşim. Aslında yani içerisindekilerini gizlemeleri ne demektir? Yani bu yapılanın doğru olduğunu pekâlâ anlıyorlar ama hesaplarına gelmediği için işi bir taraftan kıvırmak istiyorlar. “Bu da sizin gibi bir insan değil mi?” “Göz göre göre sihre mi geleceksiniz” yani etkilendiklerini inkâr etmiyorlar. Evet, demek ki yani içiniz boş olarak okumayın bir şey yapın. Öyleyse sonuç ne buradan bu ayetlerden çıkan öğle ve ikindi namazlarında cemaatle namaz kılarken, kendi kendimize okumamız lazım, ayetin emri. Akşam, yatsı ve sabah namazlarını kılarken, imamla kılarken, sesli okuduğu zaman dinlememiz lazım. Evet, kendi kendimize okuduğumuz zaman da, kulağımız duyacak bir sesle okumamız lazım. Evet, bu giriş biraz fazla uzun oldu şimdi size bırakalım.
Yahya Şenol: guduv ve âsâl la alakalı bizim Enes hocayla bir toparladığımız bir şey vardı. Onu aktarsam olur değil mi?
Abdulaziz Bayındır: Ha… Çok iyi, çok iyi, çok iyi tam yeri, sen istersen onu aktarırken bu şey yapıyorlar ya, video falan kesiyorlar ya böyle ayrı ayrı şeyler, sen yeni ayeti tekrar oku, ondan sonra aktar, tamam yani şey yapmasın, dinleyenler için bir kopukluk olmasın.
Yahya Şenol: Evet, şimdi ayet Araf suresinin 204 ve 205. ayetleri, burada Cenabı Hak 204. ayet “Kur’an okunduğu zaman susup dinleyin ki merhamet olunasınız.”
Burada tabi birinci ayette çoğunluğa hitap ediliyor bu farka biz geçen haftalarda dikkat çekmeye çalışmıştık.
Abdulaziz Bayındır: Ha ben şu anda hiç aklıma gelmedi iyi yaptın onu söylediğine.
Yahya Şenol: Yani Kur’an okunduğu zaman ki burada Kur’an okunuyor bir kişi tarafından festemiû emir, onu dinleyen herkese, hep beraber susun dinleyin. Bu bir imam ve birden fazla cemaat olmasını işaret ediyor zaten otomatikman. Bir kişi okuyacak birden fazla kişi dinleyecek arka tarafta. ve ensıtû bu da aynı şekilde susup dinleme emri çoğunluğa verilmiş emir ama 205. ayette bu sefer tek tek her bireye verilen ayrı bir emir var. “Vezkur rabbeke” “sende Rabbini zikret” “fî nefsike” “kendi içinde” bakın burada cemaatinde her birine, hem imama hem cemaate verilmiş emir. “tedarruan ve hîfeten”
Abdulaziz Bayındır: Ya burada iyi yaptın be. Bak benim de şimdi ilk defa aklıma geldi sen söyleyince o inceliğe de bundan sonra dikkat edelim. Vezkur emri ilk önce Resulallaha, o imam zaten yani buna şeyi tasviye edersek iyi olur. O imam zaten ama resulallahtan sonra da bütün müminlere olmuş oluyor. O zaman “Vezkur rabbeke” Resulallah dahil imam olarak,
Yahya Şenol: Sessiz namazlardaki kıraat
Abdulaziz Bayındır: Sessiz namazlardaki hem imam hem cemaat bu şekilde okuyacak bundan sonra anlatılan şekilde.
Yahya Şenol: Nasıl olacak bu kıraat? “tedarruan ve hîfeten” “işte gizli ve için için, yalvara yalvara” diyelim biz buna ama… Nasıl?
Enes hoca: 39. 10 Söylediğini tam anlayamadım…
Yahya Şenol: Yok yok gizlice…
Abdulaziz Bayındır: Korkarak, değil mi? O zaman hufaten değil hifeten evet hafi değil. Bu tür karıştırmalar oluyor.
Yahya Şenol: Karıştırdım o zaman düzeltelim “fî nefsike” “Rabbini içinden zikret” “tedarruan” “yalvararak” “ve hîfeten” “ve korkarak” şimdi oldu. “ve dûnel cehri” “ama yüksekçede olmayarak” yani birine işittirme kastıyla değil de, okuduğunuzu sadece kendiniz duyabileceğiniz kadar bir sesle ki belki ona işaret ederiz biraz sonra. Mezheplerde de kıraatin tarifi bu şekilde yapılıyor zaten. Diyor ki öyle bir kıraat okuyacaksınız ki okuduğunuzu kendiniz duyacaksınız yani sadece dudak hareketiyle veya içinden geçirmekle kıraat olmaz. Mezheplerde de kıraatin şartı budur, okuduğunuzu kendiniz duyacaksınız. Böyle bir sesle, ne zaman? İşte “bil guduvvi vel âsâli” elimizdeki meallerin hadi hepsinde demeyelim ama bizim görebildiğimiz kadarıyla birçoğunda sabah ve akşam vakitlerinde böyle yap diye tercüme ediyorlar. Şimdi sabah ve akşam denildiği zaman, akla direk sabah namazı ve akşam namazı geliyor. Biliyoruz ki biz sabah namazı da akşam namazı da sesli okunan namazlar, o zaman olmuyor. O zaman burada yanlış bir tercüme var. Biz buna dair Enes hoca ile çalışma yaparken şu ayete dikkat çektik özellikle, Ra’d suresi, 13. surenin 15. ayeti.
Abdulaziz Bayındır: İşte önemli olan bu ayeti ayetle tefsir, öbürü değil yani yoksa sözlüğe baktın mı hepsi de şey yapar.
Yahya Şenol: Doğru mu yaptık yanlış mı yaptık hem onu da görmüş oluruz böylece, onu da bir tartışmaya açmış oluruz. Şimdi bu secde ayetlerinden biri Kur’an’ı Kerim’in 13. sure 15. ayet, burada yine guduv ve âsâl kelimeleri geçiyor. Cenabı Hak buyuruyor ki burada: “Ve lillâhi yescudu men fis semâvâti vel ardı tav’an ve kerhen” “Yeryüzünde ve göklerde ne varsa ister gönüllü isterse gönülsüz mutlaka Allah’a boyun eğerler, secde ederler.” Burası bizim esas dikkatini çektiğimiz yer “ve zilâluhum” “ve onların gölgeleri de” ne zaman? “bil guduvvi vel âsâl” guduvvi vel âsâl sabah ve akşam hadi sabah diyelim bir şekilde gölge oluştu akşam neyin gölgesi oluşuyor?
Abdulaziz Bayındır: Sabahta oluşmaz, güneş doğana kadar gölge olmaz ki.
Yahya Şenol: Hani güneş doğunca belki yavaş yavaş, sabah…
Abdulaziz Bayındır: Ama o zaman sabah namazı bitmiş olur.
Yahya Şenol: Sabah namazının vakti dediğiniz gibi bitmiş olur. Demek ki bunlar gölgelerin oluşabileceği vakitler olması lazım. Güneş doğmadan önce ve battıktan sonra doğal olarak yani bugün ışıkla ancak gölge oluşabiliyor. Doğal olarak güneş olmadığı için gölgede oluşmaz.
Abdulaziz Bayındır: Orada olsa bile son derece zayıf bir şey olur, insanlar onu göremezler ama asıl görülen gölge Kur’an’ı Kerim’de gölge birçok ayette de belirtiliyor. Son derece önem verilen bir şeydir ancak güneşle birlikte oluyor çünkü şeyde “güneşi gölgeye delil yaptık” diye bir ayet olacaktı.
Yahya Şenol: O şeyde Furkan suresinde, 25. sure 45. ayet “E lem tere ilâ rabbike keyfe meddez zıll, ve lev şâe le cealehu sâkinâ, summe cealneş şemse aleyhi delîlâ.”
Abdulaziz Bayındır: Bu işte bu çok daha iyi oldu o ayeti şey yaparken…
Yahya Şenol: Yani gölgenin delili güneş, güneş olmaz sa…
Abdulaziz Bayındır: Güneşin olduğu bir vakitte bu namaz kılınacak
Yahya Şenol: Demek ki sabah ta olamaz, akşam da olamaz, bu kesin.
Abdulaziz Bayındır: O kesin oldu.
Yahya Şenol: Onu görmüş olduk bu ayette. Ondan sonra yine aynı kelimelerin geçtiği Nur suresi 36. ve 37. ayetler var. 24. sure 36 ve 37. ayetler, oraya da bakalım. Burada da Cenabı Hak “Fî buyûtin ezinallâhu en turfea ve yuzkere fîhesmuhu yusebbihu lehu fîhâ bil guduvvi vel âsâl.” Yine bakın guduv ve âsâl kelimeleri geçiyor ve Cenabı Hakkın isminin zikredildiği vakitler olarak bildiriliyor bunlar. Devamında aynı ayetin devamı bu “Ricâlun lâ tulhîhim ticâratun ve lâ bey’un an zikrillâhi” Bu da hani bu vakitlerde alışveriş ve ticaretin olduğuna bir işaret olarak biz bunu algıladık. Çünkü “ve ikâmis salâti ve îtâiz zekâti” namaza da aslında bir çeşit bir daha bir vurgu var. Hem “ve yuzkere fîhesmuhu” Allah’ın ismi zikrediliyor orda “yusebbihu lehu fîhâ” bir de tespihte ediliyor Allah’ın ismi, zikir ve tesbih yine bu guduv ve âsâl vakitleri, bunlarda güneşle ilgilendirdi Cenabı Hak bunları. Gündüzün bizim kıldığımız iki tane namaz var zaten öğlen ve ikindi namazları.
Enes hoca: Alışverişin kızıştığı bir vakit…
Yahya Şenol: Ve Cenabı Hak alıverişe ve ticarete de vurgu yapıyor ki bu da Cuma suresiyle de aslında irtibatlandırdığımızda (Cuma suresi 9 ayet)“izâ nûdiye lis salâti min yevmil cumuati fes’av ilâ zikrillâhi ve zerûl bey’a”
Abdulaziz Bayındır: O zaman Cuma suresi daha uygun olmuş oluyor. Çünkü en turfea ya itiraz yapılabilir, sesin yükseltilmesi açısından. Birde (Cuma suresi 9 ayet)“ fes’av ilâ zikrillâhi” öyle bir şey olması lazım ki giden herkesin o zikrullaha katılması lazım.
Yahya Şenol: Burada da, mesela; Cuma vaktinde de alışverişin olduğunu anlıyoruz yani alışveriş olabilen vakitler gündüz vakitleri, sabah ve akşam değil, normal şartlar altında. Yani sabah güneş doğmadan önce ve güneş battıktan sonra…
Abdulaziz Bayındır: Tüm dünyayı düşündüğün zaman elektrikler yok, şu yok, bu yok.
Yahya Şenol: Ortak, evrensel olarak düşündüğün zaman böyle, bunun haricinde birde bu guduv kelimesinden türeyen bir gadâe bir vakitte yenen bir yemek var. Bu Kehf suresi 62. ayette geçiyor, bu Musa ila Hızır kıssasında. Burada da Musa aleyhisselam hani yanındaki işte gence diyor ki: “Artık bizim gadamızı, şimdi yiyeceğimiz yemeğimizi getir.” Bu hani sabah yola çıkan bir kişinin yorulacak kadar yürüdükten sonra yiyebileceği bir yemek.
Abdulaziz Bayındır: Öğlen yemeği olduğu anlaşılıyor.
Yahya Şenol: Bu da sabah ve akşam değil, bu ikisinin ortasında bir vakit olduğunu da gösteren ayrı bir işaret olarak….
Bir katılımcı: Ne dediğini anlayamadım 46.18 dk
Yahya Şenol: Öyle değil mi? Şuan ki kullanımda öyle.
Abdulaziz Bayındır: Taa ğudu gadae yemeği yok. Araplar öğlen yemeğine taamul gadae diyorlar.
Yahya Şenol: Yani bunlar hepsini birleştirdiğimiz zaman biz, Araf suresinin 204–205. ayetlerinde geçen guduv ve âsâl kelimelerinin yaygın şekilde meallendirildiği gibi sabah akşam değil, gündüzleri kıldığımız öğlen ve ikindi namazlarını gösterdiğini anlıyoruz biz, net bir şekilde.
Abdulaziz Bayındır: O zaman bir şeye daha tekrar vurgu yapalım. Demek ki Ku’an’ı Kerim’e meal verirken kelimelerin anlamını öncelikle Kur’an’dan araştıracağız. Çünkü siz bir sözlüğü açtığınız zaman bir sözlükte o kelimenin iki sayfalık bazen üç sayfalık bazen daha fazla anlamı vardır ama acaba Kur’an’da onun hangisi kastediliyor. Onu işte Kur’an’da ki ayetleri birleştirdiğiniz zaman onu net bir şekilde ortaya koyuyorsunuz.
Yahya Şenol: Birde bu asîl, âsâl kelimesi var ya o da ikindiyi nasıl gösteriyor. Biri guduv, gadâe kelimesinin öğlen olduğunu anladık. Asil de, bunu da hani Kur’an’ı Kerim’de baktığımız zaman asîl yani âsâl kelimesinin tekili olan asîl kelimesinin bukra kelimesinin zıttı olarak kullanıldığını görüyoruz. Bukreten ve asîlâ diye geçiyor birçok ayette. Furkan suresi, 5. ayet. Ahzap suresi 42, Fetih suresi 9, İnsan suresi 25… bu ayetleri verebiliriz yani bakıldığı zaman bunların bukreten ve asîlâ diye kullanıldığı görülüyor. Bu bukra kelimesi de güneş ışıklarının yayılmasından öğlene kadar olan zaman dilimi, burayı ifade ediyor bu kelime. Asîl de güneş ışıklarının artık zayıflamaya başlamasıyla başlayıp, güneşin batımına kadar olan, süren vakti ifade ediyor ki bu da tam manasıyla bugün ki ikindi vaktini gösteriyor. Bukreten ve asîlâ biri güneşin henüz parlamaya yani güçlenmeye başladığı vakitler, onun tam zıttı da yavaş yavaş parlaklığını kaybedip artık batışa doğru ilerlemeye başladığı vakitler. Biri, işte kuşluk vakti mi diyebiliriz bukraya aslında? Kuşluk vaktine denk gelir. Asîl, âsâl kelimesi de ikindi vaktini burada gösteriyor. Yine son olarak söyleyecek olursak Araf suresindeki bu ayet öğlen ve ikindi namazlarını ve bunların kıratının da sessiz olması gerektiğini gösteriyor.
Abdulaziz Bayındır: Ve herkesinde kendi başına yapması gerektiğini gösteriyor. Tamam, şimdi sıra kimde?
Yahya Şenol: Şimdi mezheplerdeki duruma bakabiliriz ki hadisleri konuşabiliriz bu durumda yani. Hanefi ile başlayalım.
Abdulaziz Bayındır: Hanefi gitti. Bugün Hanefi yok.
Yahya Şenol: İki zıt grup var yani Hanefilerle Şafiler bu konuda tam iki zıt grubu oluşturacak. O yüzden mesele biraz daha açıklığa kavuşacak.
Abdulaziz Bayındır: Ama ortası Hanbelîlerin…
Yahya Şenol: Ortasını Abdurrahman Yazıcı bulacak herhalde.
Enes hoca: Zahiriyim ben zaten dört mezhebin dışındayım.
Yahya Şenol: İki zıt kutubu konuşalım. Orta noktayı da bulduk mu olay biter.
Fatih Orum: Hanefi mezhebinde aslında bildiğimiz uyguladığımız şeyleri bugün tekrar edeceğiz ama delilleriyle şey yapacağız. Yani bir kişi imamın arkasında namaz kılarken ne şekilde kıraat yapılacak. Öncelikle daha önce de bahsetmiştik. Açıktan okunan namazlar ve gizli okunan namazlar olarak ikiye ayırıyoruz. Öğle ve ikindi namazları bir grupta sabah, akşam ve yatsı namazı da diğer grupta. İşte Hanefiler diyorlar ki: Sabah akşam ve yatsı namazında imamın arkasındakiler susarlar ve dinlerler. Bunun delili ne? Bunun delili işte Araf suresinin 204. ayeti. “Kur’an okunduğunda onu dinleyiniz.” Peki, diğer mezheplerden farklı olan öğle ve ikindi de ne yapılacak, Hanefi mezhebine mensup kişiler? Burada da diyorlar ki: Cehri olmasa da yani o sabah, akşam ve yatsı namazında imam cehri okuyor. Tamam, dinleyeceksin. Peki, diğer iki namazda, cehri olmasa da yine dinleyecek mi yoksa bir şeyler okuyacak mı? Burada bir rivayet gündeme geliyor. O rivayette işte “Bir kişinin imamı varsa yani imamın arkasında cemaat olarak namaz kılıyorsa, imamın kıraati cemaatin kıraatidir” diyorlar ve dolayısıyla cemaat öğle ve ikindi namazında kıraat yapmayacak. Kıraatten kastettiğimiz şey Fatiha suresi ile diğer sure. Bunu şey yapacak imam okuduğundan dolayı o okumayacak. Bununla ilgili bir başka rivayet, bu öğle ve ikindi namazında cemaatin okumaması gerektiğine dair, Resulallahın bir gün namaz kıldırırken arkada cemaatten bir kişinin (A’la suresi 1. ayet)“Sebbihisme Rabbike-l Âla” dediğini Resulallahın duyduğunu yani arkada birisinin kıraat yaptığını duyuyor ve namazdan sonra kimdi o okuyan? Diyor. Adam da bendim diyince, Resulallah: “ Ben de benimle namaz içerisinde tartışmaya girdiğini zannettim. Benimle sanki çekişiyor gibiydin, münakaşa ediyor gibiydin.” demiş. İşte buradan da Hanefiler, demek ki Resulalah, bunun doğru olmadığını, bunun sanki imamla bir çekişme münakaşa gibi adlettiğini söylüyorlar. Yine Hanefi mezhebinde bir başka rivayet Ubey bin Ka’b’dan rivayet ediliyor. Diyor ki: “Bu Araf suresinin 204. ayeti ininceye dek, biz imamın arkasında okurduk. Bu ayet indikten sonra artık okumayı kestik. Bir daha imamın arkasında okumadık.”
Abdulaziz Bayındır: Araf 204…
Fatih Orum: Araf 204, biraz önce okuduğumuz ayet.
Abdulaziz Bayındır: Kimin rivayetiydi o?
Fatih Orum: Ubey bin Ka’b’dan. Bir başka rivayet, bu cemaatin imamın arkasında okumaması gerektiğine dair, diyorlar ki Hanefiler, şöyle bir mantık kullanıyorlar. Bir kişi mesbuk yani imama sonradan dâhil olan, namaza sonradan dâhil olan bir kişi, imama rükûdayken yetişse, biz o kişinin o rekâtı kıldığını kabul ediyoruz. Niçin kıldığını kabul ediyoruz? Çünkü bu adam bir rekâtın çoğunluğuna yetişmiş. Oysa bu adam kıraate yetişmedi kıraatten herhangi bir şey okumadı. Peki, niçin bu rekât geçerli diyoruz? Çünkü imamın kıraati onun kıraati olduğu için, biz buradan da yani akli olarak ta, cemaatin imamın arkasında okumaması gerektiğini söylüyoruz, diyorlar. En son delil olarakta Hanefiler ihtiyat diye bir delilden bahsediyorlar. Bu ihtiyatta da işte bu konuda da ayet var işte biraz önce söylenilen 204 ayet. Bu ayetin cehri olduğu gibi gizli okunan namazlarda da olabileceği ihtimali yani orada da susmanın emredilmiş olma ihtimali vardır.
Abdulaziz Bayındır: İstersen ayeti tekrarla “Ve izâ kuriel kur’ânu” ayeti, yani biz yüksek sesle Kur’an oku, imam yüksek sesle okuduğu zaman susulmasını emreden ayeti diyor.
Fatih Orum: O ayet, bu ayette gizli olarak namaz kılarken de okunmuş olmasına delalet edebilir. Dolayısıyla, ihtiyat burada imama muhalefet etmemek ve ayete muhalefet etmemekte yatar. Dolayısıyla, ihtiyat gereği de cemaatin imamın arkasında okumaması gerektiği yönündedir, diyorlar. Mezhep içerisinde, İmamı Muhammet’e bir görüş nispet ediliyor. İmamı Muhammet okunabilir demiş, öğle ve ikindi namazında imamın arkasında kişi okuyabilir demiş ama mezhep içerisinde genel kanaat, cemaat ise kişinin hiçbir namazda imamın arkasında kıraat yapmaması, imama tam bir bağlılık göstermesi hatta işte imamın namazı bozulsa cemaatin namazı bozuluyor. Hatta kişi namazda herhangi bir sıkıntı yaşasa yani abdesti bozulsa, gitse, abdestini alıp gelse ondan sonra tekrar bina yapsa, cemaate dâhil olsa ve cemaat bu arada selam verip, çekilip dağılsa dahi, kişi kendi başına namazını kılarken dahi herhangi bir şey okumadan sadece bir süre kıyam yapar, rükû, secde yapar, yine okumaz. Kendi başına kalmış olsa dahi sonuç itibari ile o bir imama bağlı iken namaza başladı, denilerek bu konuda Hanefiler bunu söylüyor ve bu şekilde özetleyebiliriz.
Abdulaziz Bayındır: Evet yani şimdi, demek Hanefilerinde… Peki, o hadisler, gerçi hadisler sahih gözüküyor da, o sahih gözüküyor o hadisler. O zaman şeyi de dinleyelim, ondan sonra hadisler üzerinde duralım. Şafi, doğru en son Hanbeliyi dinlememiz lazım, iki zıt kuptu dinleyelim de ondan sonra …
Yahya Şenol: Şafi mezhebinin, imamın arkasındaki kıraatle ilgili görüşleri Hanefi mezhebinin tam zıttına. Burada Şafiler diyorlar ki: Öğlen, ikindi namazlarının dört rekâtlarında, akşamın üç ve dördüncü rekâtlarında yani imamın kıraati sessiz yapmadığı namazlarda, cemaatte mutlaka içinden kıraati okuyacak. Kıraatle kastettikleri de sadece Fatiha yani Fatiha suresini mutlaka okuyacak. Peki, imamın sesli olarak okuduğu sabah, akşamın ilk ikisi ve yatsının ilk iki rekâtları buralarda cemaat ne yapacak? Bu konuda Şafi mezhebinin iki farklı görüşü var. Bu farklılığın sebebi İmam Şafi’nin bir eski bir de yeni görüşü. Eski görüşüne göre İmam Şafi demiş ki: Sesli olarak İmam okuyorsa cemaat sussun, imamı dinlesin. Sessiz okuyorsa o da kendi içersinden okusun. Bu görüşünü kabul edenler var İmam Şafi’nin ama daha sonra İmam Şafi bu görüşünü değiştirmiş ve imam ister sesli okusun, ister sessiz okusun cemaat bütün kıldığı her namazda her rekâtta mutlaka Fatiha suresini okumak zorunda. Yani imam okurken o, onu dinlemeyecek o da kendi içersinden Fatiha’yı okuyacak. Peki, dayandıkları delil ne? Eski görüşünü savunanlar İmam Şafi’nin biraz önce Fatih Orummızın okuduğu bu hadis yani peygamber efendimizin arkasında biri okumuş ve Peygamberimiz ne oldu işte biriniz benimle mi çekişiyordunuz namazda, demiş ve ondan sonra insanlar bir daha yüksek sesle namazlarında kıraatte bulunmamışlar, bunu delil getiriyorlar. İkinci delilleri de…
Abdulaziz Bayındır: Yüksek seste mi yoksa kıraatte mi bulunmamışlar? Yüksek sesle bulunmamışlar derseniz kendi…
Yahya Şenol: Evet, doğru Arapça okunan bir kısım var. 59.27
Fatih Orum: anlayamadım….. İfadesi var bak, var orada.
Abdulaziz Bayındır: Yok, yüksek sesle Kur’an okunan namazlarda…
Yahya Şenol: Yok yok, yüksek sesle Kur’an okunan namazlarda kıraati kestiler diyor artık… yani kıraat okumamaya başladılar.
Fatih Orum: … anlayamadım…cehri okuyor namazda.
Yahya Şenol: Tabii, namaz şey ya öğlen ya ikindi pardon ya akşam, ya yatsı ya da sabah namazı yani sesli okunabilen bir namazda insanlar artık okumamaya başlıyorlar. Onu bir daha şey yapmış olalım. İkinci delilleri de Fatiha’nın meşruyetini belirten meşhur hadis o da şu, geçen haftalarda okuduk. “Fatiha okumayanın namazı olmaz.” Dolayısıyla diyor, imam okursa imam okumuş olur, cemaatte mutlaka okuyacak namazının geçerli olabilmesi için. Bu hadisle diyor, her türlü namazın, her türlü rekâtında Fatiha’nın okunması gerektiğini gösteriyor. İkinci delilleri de şu, diyorlar ki, yine buna bir önce okuduğumuz hadise benzer Ubade Bin Samit hadisi, Peygamber efendimiz bize namaz kıldırdı ve kıraat ona karışık geldi, karıştırdı yani Peygamber efendimiz okurken ve bitirdikten sonra namazı şöyle demiş.
Abdulaziz Bayındır: Müteşabihe gitti diyorlar bugün hafızlar.
Yahya Şenol: Öyle mi?
Abdulaziz Bayındır: Yani benzer ayetleri…. Evet…
Yahya Şenol: Peygamberimiz namazı bitirince şöyle demiş: “Ben sesli okuduğum namazlarda da mı siz benim arkamdan okuyorsunuz?” Bizden bazılarımız şöyle dedi: “Evet böyle yapıyoruz.” Sen okuyorsun bizde arkada okuyoruz. Peygamber efendimiz de şöyle söyledi: “Benim sesli olarak okuduğum namazlarda, siz kıraatte bulunmayın benim arkamda, Fatiha hariç.”
Abdurrahman Yazıcı: Aslında bu sonradan eklenmiş.
Abdulaziz Bayındır: O eklenmiş.
Yahya Şenol: Onun eklenmiş olduğu zaten duruyor yani
Abdulaziz Bayındır: Eklenme olduğu her halinden belli yani.
Yahya Şenol: “Siz benim sesli okuduğum namazlarda arkamdan okumayın” sonra hadise “illa bi-fatihat’il kitap” diye bir ibare var işte “Fatiha hariç” diye. Bundan dolayı onlar diyorlar ki: Her namazda sabah, öğlen, ikindi, akşam, yatsı, bayram, Cuma ne namaz olursa olsun, arkada, cemaat mutlaka Fatiha suresini okuyacak. İster imamı dinlesin, duysun, isterse duymasın. Şafi mezhebinin bu konudaki görüşü bu… Herhalde fazlada uzatmaya gerek yok. Çünkü şeyi dinlememiz lazım orta yolu, ona göre bir değerlendirme yapalım.
Abdulaziz Bayındır: Hayrül-umuri ortasuha
Yahya Şenol: Hayrül-umuri ortasuha ve Şerril- umuri uydurmasuha demişler.
Abdurrahman Yazıcı: Hanbelî mezhebinde ise imam sesli olarak okuduğu zaman cemaat susar. Bu konuda ayeti delil alıyorlar biraz önceki okuduğumuz ayeti (Araf suresi 204. ayet) “Ve izâ kuriel kur’ânu festemiû” “Kur’an’ı Kerim okunduğu zaman onu dinleyiniz.” En başta başlıca…. 1.02.47 dk yer alıyor hatta açıkça şey yapıyorlar. Bu konuda çeşitli hadislerden de delilleri var. Yine sahabenin kavlinden de delilleri var. Yani burada ona şey gerekmez. Cemaatin okumaması lazım hatta bu müstehap bile değil okuması. Yani bırakın okuması vaciptir değil, gerekmez, böyle bir şeyleri var. İmam Şafi’nin eski görüşü de bu yönde yine Servi, Zühri bu şekilde birçok tabinden 1.03.23 dk bir kısım sahabeden de yine bu konuda rivayetleri var. Bu konuda delil aldıkları şey hatta Ahmet Bin Hanbel’e soruyorlar bir defasında o da bu ayeti delil gösteriyor.
Abdulaziz Bayındır: (Araf suresi 204. ayet) “Ve izâ kuriel kur’ânu festemiû lehu ve ensıtû” “Kur’an okunduğu zaman kulak verin, dinleyin ve susun.”
Abdurrahman Yazıcı: Ama diyorlar ki daha sonra yine mezhep içinde şeyde var, cevap verirken, diğer meseleleri tartışırken fakat diyorlar uzak olursa eğer cemaat bari Cuma namazlarında vesaire, duymazsa imamın ne okuduğunu, çünkü ayette diyorlar duyma şeyi var. Bu durumda cemaatte okur, diyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Ha, enteresan, bak bu güzel bir şey bu. Güzel çünkü “festemiû lehu” diyor. O zaman “okuyana kulak verin” duymadığın zaman neye kulak vereceksin? Bu da güzel, ayete uyuyor.
Abdurrahman Yazıcı: Bu konu da hadiste “Gizli okursam sizde okuyun”
Abdulaziz Bayındır: Bak çok güzel işte “Gizli okursam sizde okuyun” tam ayeti kerimenin karşılığı.
Abdurrahman Yazıcı: Tirmizi’de geçen bir rivayet yine bu Müslüm’de ve Ebu Davut’ta geçen bir rivayette de “……Arapça okundu bulamadım. 1.04. 56 dk” şeklinde. Yani bunu da bu konuda delil alıyorlar. Diğer hadislerin de diğer durumları ifade ettiğini söylüyorlar. Yoksa genel şey olarak anlaşılmaması lazım.
Abdulaziz Bayındır: Diğer hadislerin hepsi doğru fakat her birinin yeri farklı.
Abdurrahman Yazıcı: Yeri farklı şeklinde böyle bir şeyleri var.
Yahya Şenol: O “illa bi-fatihat’il kitap” ın ekleme olduğunu onlar mı söylüyorlar?
Abdurrahman Yazıcı: Yani burada o şeyi yok, almıyorlar onu. Evet, onlarda öyle şeyleri de var, tartışmaları.
Abdulaziz Bayındır: Yani Ahmet Bin Hanbel’in rivayet ettiği hadislerde “illa bi-fatihat’il kitap” yok, değil mi?
Abdurrahman Yazıcı: Yani onu tam olarak şeyden görmedim ama onu tartışıyorlar fatihat’il kitap şeyini, olduğunu yani sesli olarak olmayacağını.
Abdulaziz Bayındır: Belki Cemal ona bakmış olabilir.
Abdurrahman Yazıcı: Şöyle bir şey daha var hocam, bir yerde rastladım. Bu Muhtar Bin Ebu Übeyd diye 60’larda ölen birisi zamanında İbrahim ……… anlayamadım 1.06.02 dk bir söz bu. Bu zamandan sonra insanlar okumaya başladılar diye. Bu da Hanefileri destekleyen bir şey sanki…
Abdulaziz Bayındır: Nasıl okumaya başladılar?
Fatih Orum: Ne dediğini duyamadım?
Abdurrahman Yazıcı: Evet, bu kişi gündüz namazlarını kıldıran bir kişiymiş, muhtemelen töhmette bulunmuş bu kişiye karşı bu sebeple insanlar demişler okuyun, siz de okuyun gibi bu Hanefileri destekleyen bir şey var. Burada da aslında araştırılması gereken bir durum var ama.
Abdulaziz Bayındır: Yok şey değil ki, o bir şahsın görüşü. Kur’an ve sünnet karşısında bir şey ifade etmez. Evet, Malikileri dinliyor muyuz şöyle şuraya gel.
Abdurrahman Yazıcı: Yine bu ayetin biraz önceki ayetin namazla ilgili olduğunu söylüyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Zaten öyle olmasından başka bir anlamı yok yani çünkü Müslümanların toplu Kur’an okudukları başka bir şöyle söyleyeyim yani birisinin okuyup ta diğerinin dinlediği yoksa müzakere, karşılıklı anlamak için okumalar ayrı.
Mehmet hoca: Maliki mezhebinde namazda cemaatin Kur’an okuyup, okumaması…
Abdulaziz Bayındır: Şimdi az önce Abdurrahman Yazıcıyı dinledik şimdi Mehmet Ruzi hocayı dinliyoruz.
Mehmet hoca: Mezhep içinde farklı görüşler var ama hâkim görüş sessiz kılınan namazda yani öğlen ve ikindi namazında cemaatin Kur’an okumasını müstehap olarak şey yapıyor. Abdulaziz Bayındır: Sevaptır, farz manasında değil.
Mehmet hoca: Farz manasında değil.
Abdulaziz Bayındır: Hâlbuki Hanbelî mezhebi farz olarak kabul etti, değil mi Kur’an okunmasını?
Abdurrahman Yazıcı: Şey olarak okuması lazım.
Abdulaziz Bayındır: Farz yani mutlaka okuması lazım.
Abdurrahman Yazıcı: Ama şeyde olursa, namazda gene şey oluyor hocam, mesela; rükûda yetişti diyelim…
Abdulaziz Bayındır: O başka bir konu
Mehmet hoca: Sesli okunan namazlarda Fatiha suresini geçen ki derste şey yaptıydık, Fatiha’nın okunması gerekir. Diğer sure okunmasını cemaatin dinlemesi…
Abdulaziz Bayındır: Yani Şafi mezhebi gibi,
Mehmet hoca: Evet
Abdulaziz Bayındır: O zaman Şafi mezhebindeki sessiz kılınan namazlarda kıraat farz değil mi?
Yahya Şenol: Her türlü namazın her türlü rekâtında kıraat farz…
Abdulaziz Bayındır: O zaman aradaki fark Malikiler de müstehap olması.
Mehmet hoca: Sadece sessiz kılınan namazlarda kıraatin müstehap olması. Sesli kılınan namazlarda Fatiha hariç diğer şey okunmuyor. Hatta mezhep içinde kimileri Şafi, İmam Şafi’ye ret olarak söylediğini söylüyor. Diyor ki: Sesli kılınan namazlarda Kur’an okunmaz, Fatiha bile okunmaz. Bunu da İmamı Şafi’ye ret olarak söylediğini söylüyorlar. Ama mezhebin genel görüşü geçen de “….arapça okundu….” Yani memun manasını…
Abdulaziz Bayındır: Memun, imama uyan kişi demek.
Mehmet hoca: İmama uyan kişi, imam herkesin Fatiha’nın okunması gerektiğini ama diğer surelerin dinlemesi gerektiğini şey yapıyor. Delil olarak ta biraz önce Fatih bey’in okuduğu hadisi delil olarak gösteriyor. Cehri namaz diye…
Abdulaziz Bayındır: ….. Arapça okundu…….. bu mu?
Mehmet hoca: ….. Arapça okundu…….. şeklinde birkaç tane aynı hadis, birkaç yoldan rivayet ediliyor. Muhattadı rivayet edilmiş ama fıkıh kitaplarında bu hadisi bile delil getirmezler. Yani sessiz kılınan namazlarda memunun yani cemaatin kıraati kılması müstehaptır diye geçiyor sadece ama muhattadı bu hadis rivayet edilmiş.
Abdulaziz Bayındır: Peki, o zaman sessiz kılınan namazlarda Fatiha okumayı farz saymıyorlar mı cemaate?
Mehmet hoca: Farz saymıyor, zannedersem, memuna özellikle.
Abdulaziz Bayındır: İmam zaten okuyor da. O zaman bir çelişki var yani sesli kılınan, gerçi çok, görüşler, çok farklı yani.
Mehmet hoca: Mezhep içinde yeni yazılan İmam Malik, Maliki mezhebine ait kitaplarda da başka şeyler şey yapıyor. Özetliyor mesela bunları, fıkılı ibadet, Ehli Medin fıkhıdır, İmam Malik fıkhıdır diye yeni kitaplar var. Eski kitaplarla alakası olmayan şeyler söylüyor, delilide yok tabi yani.
Abdulaziz Bayındır: Yeni kitaplarda ne diyor?
Mehmet hoca: Yeni kitaplarda işte onlarda da büyük bir çelişki, aynı kitap içinde bile çelişki var. Biri diyor işte, başka, bir önceki sayfada…
Abdulaziz Bayındır: Peki, bu ayetleri delil alıyorlar mı?
Mehmet hoca: Yok, ayeti delil almıyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Hah sıkıntı işte oradan….
Yahya Şenol: Ayet sadece Ve izâ kuriel kur’ânu delil alıyorlar. Halbuki devam ediyor ayet bir sonrakini niye kimse delil almıyor?
Abdulaziz Bayındır: Alınmamasının bir anlamı yok gerçekten işte neyse biraz sonra şey yaparız yani, bir Kur’an sünnet bütünlüğü doğuyor. Zaten Allah’a çok şükürler olsun, bizim takip ettiğimiz metot her konuda Kur’an sünnet bütünlüğü ile bitiyor, değil mi? Dolayısıyla, hiçbir eksiği kalmıyor.
Yahya Şenol: Ucundan yakalıyorlar aslında tutmuşsun (Araf suresi 204. ayet) “Ve izâ kuriel kur’ânu” (Araf suresi 205. ayet “Vezkur rabbeke” devam ettir yani. Bir şey çıkacak işte.
Abdulaziz Bayındır: Evet, bütünlük içersinde, resme bütünlük içersinde bakmıyorlar. Peki, Cemal Arapça konuşuyor
Enes hoca: Hadise geçmeden önce şey yapalım Zahiri’yi…
Abdulaziz Bayındır: Zahiri’yi anlatacaksın değil mi? Ha, tamam Zahiri mezhebi…
Enes hoca: Çok kısa bir şey.
Abdulaziz Bayındır: Tabi tabi olur. Ben şimdi mezhepsiz kaldın diye… Valla Şia gitti, şeye gitti o arkadaş Manisa’ya gitti, bakalım kışın belki gelir.
Enes hoca: Zahirilerin görüşü İmam şafi’nin son görüşüyle aynıdır. Yani namazda İmam olsun, İmama uyan olsun, yalnız namaz kılan olsun, herkesin Fatiha’yı okuması farzdır, delili de ….Arapça söyledi…… hadisi. İmamın arkasında olanda Fatiha’dan bir başkasını okuması caiz değildir, sadece Fatiha’yı okur çünkü o farzdır. Delili, peygamber efendimiz sabah namazını kılmış bir gün, arkasındakiler kıraatte bulunmuş. Demiş ki: “Siz imamınızın arkasında bir şey okuyor musunuz?” demiş. “Evet” demişler. Peygamber efendimiz, demiş; “Böyle yapmayın sadece ümmül kitabı okuyun, onsuz namaz olmaz.” Bunun delaletiyle, imamın arkasında Fatiha’yı okumak farzdır. Fatiha’dan başkasını okumak caiz değildir.
Abdulaziz Bayındır: İşte bunlarda maalesef Kur’an’ı esas almıyorlar, öyle değil mi?
Yahya Şenol: Sünnetten yola çıkarak…
Enes hoca: Yok, delil yok…
Yahya Şenol: Bir de şey var. Onu belki diğer mezheplerde de şey yapabiliriz. Hani hep cemaatle kılınan namaz olayına baktık bugün. Peki, kişi sabah, akşam ve yatsı gibi sesli okunan namazları tek başına kılıyorsa nasıl davranacak? Bu durumda hani Şafilerin görüşünü ben aktarayım. Hani Şafilerde gerek cemaatle kılınan namazlarda olsun gerekse kişi tek başına evinde ve ya iş yerinde ve ya camide tek başına farz namazı kılacağı zaman, sabah, akşam yatsı gibi sesli okunan namazları yine sesli olarak okuyacak. Tek başına kılarken de sesli…
Abdulaziz Bayındır: Bunu okumak zorunda mı yoksa sesli okuyabilir mi?
Yahya Şenol: Yok yok sünnet bu, okumak zorunda değil.
Abdulaziz Bayındır: Hanefilerde de sesli okuyabilirler.
Yahya Şenol: Ondan sonra kadınla ilgili şöyle bir ayrıntı var. Ortamda eğer kendisine dinen yabancı olan erkekler varsa kadınlar sesli olarak okuyamazlar namazda çünkü sesinden dolayı fitne ortaya çıkarmasından korkulur. Bak bakmıyorum oraya bana bir şey demeyin, naklediyorum sadece. Hani sesinden dolayı fitne ortaya çıkar işte bu korkudan dolayı kadınlar diyor, tek başlarına ve ya cemaatle namaz kılacakları zaman sesli olarak okumayacakla, bu sabah, akşam ve yatsı namazlarında.
Abdulaziz Bayındır: Yanlarında başka erkekler varsa.
Fatih Orum: Bu şeyle alakalı Hanefi mezhebinde, bilmiyorum sizlerde var mı? Ben bu şeye bakarken onu da gördüm Kasani onu çok güzel detaylı bir şekilde şey yapmış, sebepleriyle birlikte. Kendi başına kıldığında ilk iki rekatta…
Abdulaziz Bayındır: Bak şimdi sen Kasani, Kasani diyorsun. İzleyiciler ….
Fatih Orum: Kadir bey gene bana kızacak. Bu Hanefilerin meşhur fukuhasından birisidir Kasani Bedayi-üs Sanayi isimli fıkıh eseri vardır ki bu da tertibi, düzeni açısından Hanefi mezhebinin gözde kitaplarından birisidir. İşte bu kitabın …anlayamadım… Kasani diyor ki: Farz namazların ilk iki rekâtlarında kırat gerekir, üç ve dördüncü rekâtlarda kıraat kişi yalnız başına da okumayabilir. Şart değildir yani ilk iki rekâtta Fatiha ve bir sure okuduktan sonra üçüncü ve dördüncü rekâta kalktığında Subhanallah, Elhamdulillah dese ve rüku, secde yapsa yine dördüncü rekâtta keza aynı şekilde yapsa, tamamdır.
Abdulaziz Bayındır: İşi acele olanlar için çok güzel, birinci rekâtta Fatiha, zammı sure, ikinci rekâtta, üçüncüde kalktım Subhanallah, Elhamdulillah hemen iki dakikada işi bitirirsin. Delilleri ne?
Fatih Orum: Yalnız bu sadece şöyle, yalnızca bu şeyde farz namazlarda, nafilelerde ve sünnetlerde değil.
Abdulaziz Bayındır: Öyle sıkışık durumlarda nasıl olsa sünnetleri kılan yok.
Fatih Orum: Bu konuda delil ne derseniz çok güçlü bir delilimiz var. Kimsenin herhangi bir şey söyleyemeyeceği bir delil, o da diyor ki: Bu konuda sahabenin icmaı vardır.
Abdulaziz Bayındır: Allah.
Fatih Orum: şöyle, bu sahabenin icmaınıda şöyle şey yapıyor, temellendiriyor. Ömer, Osman, İbni Abbas gibi işte bir takım sahabelerden bahsediyor. Resulallahın değil ama sahabelerin isimlerinden bahsediyor. Bunlar namaz kıldırırken, farz namazları kıldırırken ilk rekâtlarda, cehri okuması gereken ilk rekâtlarda, kıraati cehri okumadıklarında üçüncü ve dördüncü rekâtta okudular bu şeyleri, kıraatleri yani işte diyelim ki, yatsı namazını kıldırıyor, birinci ve ikinci rekâtta imam mesela işte Ömer radiyallahu and kıraatı cehri yapmadı, sehib yaptı. Üçüncü ve dördüncü rekâtta onların kıraatlerini yaptı kaza olarak, diyor. Dolayısıyla, ilk iki rekâtta mutlaka yapılmalı kıraat, üçüncü ve dördüncü rekâtta yapılamasa da olur, sonucunu çıkartıyorlar sahabenin bu konuda uygulamasını icma olduğu için.
Abdulaziz Bayındır: Yani şimdi icma ne demek? Bütün sahabe aynı şeyi yapma konusunda ittifak etmişler demektir. Onu icma var diyipte bir kişiden bahsetmek bir kere problemli, bir.
Fatih Orum: Üç kişinin ismini gördüm ben.
Abdulaziz Bayındır: Üç kişi, üç kişi ile icma olmaz. İki, siz baktın, gördünüz mü okuduğun kaynaklarda böyle bir şey. Yok, sen gördün mü? Peki, şimdi şey yapalım Cemal’e bakalım. Mehmet hoca sen gördün mü? Bu ne biçim icma ki Hanefilerden başkası görmedi yani. Ha nasıl oluyor yani.
Yahya Şenol: Şu var hocam, onu da belki söyleyelim de, soruluyor çünkü bize de ara sıra. Kişi tek başına kılacağı zamanda, hani sesli okuyacağı namazları, sesli olarak okuması sünnetti ya Şafilerde. Diyelim ki, kişi bir uyandı sabah namazının vakti kaçmış, kaçırdı vakit çıktı ve sabah namazını kılacak şimdi. Burada kazaya müsaade var. Peki, bu durumda namazı sesli mi okuyacak sessiz mi okuyacak? Bunu tartışmışlar ve demişler ki, kaza edeceği vakit artık sessiz olarak namazların kılınacağı vakit olduğu için bu sabah namazını da sessiz olarak okuması sünnet. Ama diyelim ki akşam ve ya yatsı namazlarını kaçırdı ve daha henüz akşam ve yani yatsının vakti çıktı ama gece normalde namazların sesli olarak okunacağı bir vakit ya, onların kazasını yaparken de sesli olarak okuması yine sünnet olarak kabul ediliyor.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi bu bir yorum ama Resulallahın iki kere uyuyakalıp sabah namazını daha sonra kıldığı rivayetleri var. Eğer sabah namazını alışılmışın dışında kılsaydı Resulallah mutlaka bize bildirirlerdi. Alışılmışın dışında kılmadığına göre, bu konuda bir rivayete dayanmadıklarına göre kesinlikle sesli okumuştur.
Bir katılımcı: Ne dediğini anlayamadım. 1.19.42
Abdulaziz Bayındır: Sabah namazı, kazaya kalmış demeye gerek yok. Kaza kelimesi zaten namazı kılmak demektir. Sabah namazını kılmaya diye niyet…
Bir katılımcı: Ne dediğini anlayamadım. 1.19.51
Abdulaziz Bayındır: İyi ya orada sabah namazı nasıl bir namazsa onu aynen orada kılmış olur. Yani aksi bir şey olsaydı bize gelirdi. Aksi bir rivayet yok.
Enes hoca: O zaman o Fatih Orumnın dediğine göre bayanların, kadınların sesli namazlarının da sessiz kılmasının bir delili yok.
Abdulaziz Bayındır: Onun da hiçbir delili yok.
Enes hoca: Ben gördüm, bazıları Arapça söylendi 1.20.20 dk bazıları da çevresinde erkekler olma ihtimali olduğu için fitne verme, başkalarını yoldan çıkarma ihtimali olduğu için sessiz okuyacak, diyor. Araf suresi son ayetlerine kadınlarda muhatap olduğu için bunlarında sesli yerde sessiz…..anlayamadım……
Abdulaziz Bayındır: Ya şimdi bu bugün ki, bu görüşlerini okuduğumuz hocalar, fukuha, Resulallahın mescidinde olsalardı, kadınları mescide sokmazlardı.
Yahya Şenol: O devirde bile başlamış.
Abdulaziz Bayındır: Sokmazlardı, Resulallahın yerinde onlar olsaydı sokmazlardı. Çünkü biliyorsunuz Resuallah ne diyor? “Siz kafanızı daha sonra kaldırın diyor adamların elbisesi yok.” Fitnenin en büyüğü orada olurdu.
Enes hoca: …..….. hiçbir çocuk parkı görmedim. Dedim ki arkadaşa bu niye park yok dedim. Çocuklar oynamaya gelse annesi de geliyor, fitneye sebep oluyor. Onun için park yok burada. Şu anda…
Abdulaziz Bayındır: Evet, yani bu fitne ne biçim bir şey ki hep kadınlarda oluyor, erkeklerde hiç olmuyor. O zaman şimdi burada kıraat konusunda Kur’an sünnet bütünlüğünü inşallah yapacağız Cemal’in şey yaptığı, Cemal Necm, bizim Arapça bölümünün hocalarındandır. Kendisi Filistinlidir. Türkçesi henüz, Türkçeyi artık anlıyor ama konuşacak seviyede değil. Dolayısıyla, Arapça olarak yapıyoruz. Buyurun.
Cemal hoca: Arapça ifade ediliyor.
Abdulaziz Bayındır: Diyor, çok sayıda hadis var o konuda ama en önemlilerin isimlerini okuyacağım. Bir grup Fatiha suresinin okunmasını farz sayıyor. Bir kısmı da farz saymıyor. O rivayetler…
Cemal hoca: Arapça ifade ediliyor.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi Ubadet
İbnu Samit’ten gelen bir Ubadet
İbnu Samit, Resulallahın ashabından bir zattır. Gelen bir hadiste Resulallah sallallahu aleyhi ve sellem demiş ki: Kitabın Fatiha’sını yani işte bizim Fatiha suresi dediğimiz yeri okumayan kişinin namazı olmaz.
Cemal hoca: Arapça ifade ediliyor.
Abdulaziz Bayındır: Bu hadis, diyor, hem Buhari hem Müslim’de diğer sünen kitaplarında da var.
Cemal hoca: Arapça ifade ediliyor.
Abdulaziz Bayındır: Ebu Hureyre demiş ki: Resulallah sallallahu aleyhi ve sellem bana emretti. Ben de yüksek sesle söyledim. “Bu kitabın Fatihası okunmadan namaz olmaz” diye yüksek sesle haykırmamı Resulallah bana emretti, diyor.
Cemal hoca: Arapça ifade ediliyor.
Abdulaziz Bayındır: Bir başka hadis ki Hanefilerin delil almış olduğu hadistir o ”Kim bir imamın arkasında namaz kılarsa, imamın kıraati onunda kıraatidir” şeklinde diyor.
Cemal hoca: Arapça ifade ediliyor.
Abdulaziz Bayındır: Bu hadisi zayıf saymışlardır. İhtilaf edilmiş yani bazıları sahih bazıları zayıf saymış. Şimdi isterseniz bu hadisle ilgili olarak şey yapalım. Yani şimdi kıraat kelimesi var. Bu hadis belki rivayet olarak zayıf olur ama Kur’an’ı Kerim’le karşılaştırdığımız zaman bu hadisin sahih olduğunu ben şahsen görüyorum.
Cemal hoca: Arapça ifade ediliyor.
Abdulaziz Bayındır: Bu hadise zayıf diyenler var ama beş tane sahabeye dayandırılıyor, birbirini destekleyen rivayetler var ve çok sayıda hadisçi de bunun güvenilirliği konusunda şey yapmış. Doğru ben de bu hadisin, biliyorsunuz bir kitap sünnet bütünlüğü meselesi varya. İşte “Kim imamın arkasında namaz kılarsa” Arapça söylendi hadis şimdi Arapça söylendi hadis 1.25.55 şeyi karşılaştıralım bakın 204. ayeti kerimesini Araf suresi’nin “Ve izâ kuriel kur’ânu” “Kur’an okunduğu zaman” okuyacak olan kim? İmam, değil mi? Arapça söylendi hadis 1.26.08 çünkü imam kıraati okuyacak. Biz de onun arkasında namaz kılıyoruz. Peki, kurie dediği zaman kurie nin mastarı nedir? Kıraattir değil mi? O zaman Arapça söylendi hadis 1.26.24 zaten ayetin gereğidir. “Ve izâ kuriel kur’ânu festemiû lehu” “dinleyin” Peki, Ya Rabbi bana kıraat yok mu? Tamam, işte kıraat sana kıraattir, diyor. “ve ensıtû” “susun” “leallekum turhamûn” Dolayısıyla, bu hadis sahih bir hadiste, Hanefiler bu hadisi yani şimdi ayetle, Kur’an sünnet bütünlüğüne göre hareket etmedikleri için böyle bir yapı yok, böyle bir yöntem yok. O zaman bu ayetin gereği olan bu hadisi şerifi tutmuşlar imamın kıraatinin, cemaat tarafından duyulmayacağı bir namaz içinde kullanmışlar. Yanlış olan o, yani imamın kıraati cemaatin kıraatidir, doğru ama ben imamın kıraatinden haberdar değilim. (Araf suresi 205. ayet) “ve lâ tekun minel gâfilîn” kelimesi de zaten bunu desteklemiş oluyor.
Fatih Orum: İmamın namazı cemaatin namazına şey yapılmış neredeyse.
Abdulaziz Bayındır: Tabi, hâlbuki imam, az önce sen konuştuğun zaman şunu şey yaptık. Yani hakikaten Hanefi mezhebinde bu konuda çok ciddi problemler var. Cemaat imama tabi tutulur ve imamın namazı cemaatin namazı gibi sayılır. Ama ciddi problemler dediğim şu, şunu da söylerler, imamın namazı bozulursa cemaatin namazı bozulur mu? Bozulmaz. Bozulur derler de, bozulmaz onlara göre bozulmaz. Hanefilere göre bozulmaz. Niye? Şimdi imam namaz kılarken abdesti bozulsa ne diyor Hanefiler? Arkada ki geçsin. O zaman imamın namazı bozuldu, cemaatin namazı bozuldu demeleri gerekmez mi? Demiyorlar ve bakın bu konudaki Resulallah sallallahu aleyhi ve sellemden dayandıkları bir hadis-i şerif var. Resulallah geliyor namaza başlıyor sonra cünüp olduğu aklına geliyor, yerine bir başkasını geçirerek banyo yapmaya gidiyor, değil mi? E… peki, Resulallahın ilk andan itibaren namazı olmadı zaten bunlara göre namazı sıfırdan başlatması gerekirdi. O zamana kadar Resulallahın namazının olmadığını hiç kimse, olduğunu kimse söyleyemez. Ama cemaatin namazı oldu işte. Şimdi cemaatin namazı olmuyor olsaydı yerine birisini geçiremezdi Resulallah. Ondan sonra efendim imam neyse cemaatte o. Peki nasıl öyle oluyor ki seferde karşınıza düşman geldiği zaman imam iki rekât kılıyor, cemaat bir rekât kılıyor. Ne oldu şimdi? Dolayısıyla, herkes kendi namazını kılar. Bu konuda mesela; Şafi mezhebinin görüşü son derece bana göre doğrudur. Hatta Hanbelîlerde, Araplardaki uygulamada öyledir. Siz gidin camide kendi başınıza nafile namazı kılıyor olun arkanızdan gelir birisi uyar. Fark etmez ki sen namaz kılıyorsun. O namazın farzı, nafileliği senin niyetine göredir. Öndeki kişiden sana ne. Dolayısıyla, burada çok ciddi problemler var yani.
Fatih Orum: Sizin verdiğiniz ilk örnekte normalde namazı bozuluyor 1.29.40 dk…….duyamadım……. değil mi? hocam. İmam mesela cemaate namaz kıldırıyor, abdestli olmadığını hatırladığında o namaz bozulmuş kabul ediliyor.
Abdulaziz Bayındır: Yani imam için bozuluyor, cemaat için değil ama.
Fatih Orum: Mezhepte, o namaz hiç başlamamış kabul ediliyor.
Abdulaziz Bayındır: Nerde başlamamış?
Fatih Orum: İmam abdestli olmadığını hatırlasa…
Abdulaziz Bayındır: Ha… Abdestli olmadığını hatırlarsa baştan başlayacaklar. Tamam, o kısım doğru. Ben onu şey için söylüyorsun zannettim yani namazda iken abdesti bozulsa ama aslında fark eden bir şey yok ki, namazda iken abdesti bozulduğu an eğer cemaatin namazı imama tabi ise cemaatin de namazının bozulması lazım. Yani bu mantıkta ciddi sıkıntılar var onu demek istiyorum.
Enes hoca: Yeni bir iftitah tekbiri getirmesi gerekir.
Abdulaziz Bayındır: Yeni bir iftitah tekbiri gerekir. İşte bu şey ne kadar muhteşem bir sistem gerçekten Kur’an’ı Kerim’i Kur’an’la açıkladığınız zaman hadisler böyle Kur’an’ı Kerim’den doğmuş güller gibi kendiliğinden hepsi yerine yerleştiriliyor ve muhteşem bir manzara ortaya çıkıyor. İşte kitap ve hikmet oluşuyor.
Cemal hoca: Arapça ifade ediliyor.
Yahya Şenol: Ne dediğini anlayamadım. 1.31.20 dk
Abdulaziz Bayındır: Sadece Hanefilerin değil ki ama Hanefiler için öyle. Ed Dare Kudni az önceki hadisçide Ed Dare Kudni rivayet etmişti yani…
Cemal hoca: Arapça ifade ediliyor.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi şey Ed Dare Kudni, İbn-i Abbas’tan gelen bir rivayeti alarak az önce yani Kur’an’ı Kerim’e birebir uyduğunu söylediğimiz hadisi o tarafa doğru çekmeye çalışmış. O da “imam ister gizli okusun ister açık okusun, imamın kıraati sana yeter” şeklinde İbn-i Abbas’tan rivayetin olduğunu söylüyorlar. Bir kere İbn-i Abbas kelimesi bir yerde geçiyorsa çok dikkatli olmak lazım, çok değerli bir sahabidir ama en fazla iftiraya uğrayan sahabilerdendir ve İbn-i Abbas’ı hep kullanmışlardır. Ed Dare Kudni bir hadisi rivayet etmişse ona da çok dikkat etmek lazım.
Abdurrahman Yazıcı: 385 ‘te vefat etmiş.
Abdulaziz Bayındır: 385 ‘te vefat etmiş, evet. Aslında Ed Dare Kudni iyi bir hadisçi de, Ed Dare Kudni’nin asıl yaptığı zayıf hadisleri toplamaktır.
Abdurrahman Yazıcı: Yani ona bakmak lazım, ne demiş burada?
Cemal hoca: Arapça ifade ediliyor.
Abdulaziz Bayındır: Yani diyor, hadisin şekli Resulallahın hadisine benzemiyor. Bir fakihin sözü gibi, tabi doğru bakın az önceki hadis ayete nasıl birebir uydu. Ama bu uymuyor.
Enes hoca: Şimdi Cemal hocanın söylediği hadiste, İbn-i Abbas söylüyor ki: İmam gizli kılsın kıraati sesli kılsın …1.33.38…anlayamadım diyor değil mi? Burada öyle söylüyor. Burada da bu Muhalla da var. İbn-i Abbas diyor ki: Mutlaka Fatiha suresi okuyacaksın, imam sesli kılsın ve sesli kılmasın.
Cemal hoca: Arapça ifade ediliyor.
Abdulaziz Bayındır: Yani aynı İbn-i Abbas’tan birbirine zıt iki hadis, genellikle öyle olur. İbn-i Abbas’tan zayıf hadislerde, sahih hadislerde gelir çünkü onun itibarından yararlanarak kendi yanlış görüşlerini Müslümanlara kabul ettirmek isteyenler, maalesef onun ismini kullanırlar.
Cemal hoca: Arapça ifade ediliyor.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi Ebu Davut ve Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği şu hadisi söyle İmam kendisine uyulması için ortaya, şey yapılmıştır, öne geçirilmiştir.
Cemal hoca: Arapça ifade ediliyor.
Abdulaziz Bayındır: O zaman okuduğu zaman susun, tamam, bu Nesai de, İbn-i Mace de, bak işte bu ayeti kerimeye tamamen uyuyor. İmam kendisine uyulması için şey yapılmıştır. Okuduğu zaman susun. Ne diyor ayet? (Araf suresi 204. ayet)“Ve izâ kuriel kur’ânu festemiû lehu ve ensıtû” tamamen ayete şey yapıyor. Ne zaman okuduğunu bileceğiz? Duyduğumuz zaman başka zaman olmaz.
Yahya Şenol: Güzel bir yorum gelmiş bu ayetle alakalı hemen vakit sırası geldiği için söyleyeyim. Şimdi Araf 204’ten ben şöyle anlıyorum demiş. Dinleyin ve susun diyor meallerde. Arada ve var, hani “festemiû lehu ve ensıtû” ve ya olsaydı ikisi arasında tercih vardır. Birisi yeterli olmuş olurdu. Ve olunca ikisi birlikte olacak demektir. Susmanın şartı da dinlemeye bağlanmış, dinlemenin şartı da sesi duymak, duymak için sesin gelmesi gerekiyor. İmamdan ses gelmeyince susmanın şartı oluşmuyor ve susmamak gerekiyor.
Abdulaziz Bayındır: Güzel, susmayacağız işte.
Yahya Şenol: ve kendinizde okuyun.
Abdulaziz Bayındır: Ama çok güzel bir yorum az önce de şey Hanbelîlerden miydi öyle bir şey yoksa Zahiri mi? Hanbelîlerdendi evet.
Abdurrahman Yazıcı: Demiş ki Dare Kudni bu hadisle ilgili; Hadis-i münker
Abdulaziz Bayındır: Ha… Tamam, yani o hadisi kabul etmemiş, tamam. Yani imam gizli okusun açık okusun İbn-i Abbas’a mal edilen, Dare Kudni’nin o kitabı yazmış olmasının sebebi zaten zayıfları toplamaktır. Ama ben şahsen onu okuduğum zaman şunu görmüştüm bilmiyorum yani Harun hoca siz ne diyorsunuz? Orada o yazma gayesini çok net bir şekilde her yerde ifade etmiyor. Yani ifade etmediği zaman okuyucu yanılıyor, Dare Kudni’yi okuyanlar. Beyhaki de öyle değil mi?
Abdurrahman Yazıcı: Bu Ahmet Bin Hanbelin görüşü yani şeyini nakletmiş. ……….. anlaşılamadı 1.36.48 dk hadisi yukarıda vermiş. Ahmet Bin Hanbel demiş ki münker.
Abdulaziz Bayındır: Münker olduğunu da kendi nakletmiş Ahmet Bin Hanbel söylemiş.
Cemal hoca: Arapça ifade ediliyor.
Abdulaziz Bayındır: Gene İbn-i Abbas’tan gelen rivayette Kim namaz kılarda Fatiha’yı okumazsa namazı eksik kalır diye üç kere tekrarlamış, Resulallah sallallahu aleyhi ve selem.
Cemal hoca: Arapça ifade ediliyor.
Abdulaziz Bayındır: Birisi demiş ki İbn-i Abbas’a, Ebu Hureyra, evet “Kim namaz kılarda Fatiha suresini okumazsa namazı eksiktir” hadisinden sonra Ebu Hureyra’ya şöyle sorulmuş. Kendi içinden,kendi kendine oku, demiş. Bundan sonrası Ebu Hureyra’nın kendi görüşü. Yani Ebu Hureyra demiş ki sen kendi kendine oku. Yoksa Resulallahın hadisi değil bu. Bu konuyla alakalı olmayan bir takım izahlar varmış orada. Buhari dışındaki kitaplar onu rivayet etmişler. Bak yine…………1.39.48 anlaşılamadı. Bu çok önemli ya, bu kısım çok önemli. Şimdi şeyden diyor ki: Ebu hureyra gene rivayet ediyor. Resulallah sallallahu aleyhi ve sellem, arkadaşlarımızda o hadisi birkaç kez tekrarlamışlardı. Yüksek sesle namaz kıldırdığı bir sırada namazı bitirdikten sonra demiş ki: İçinizden sesli olarak Kur’an okuyan var mı? Evet Ya Resulallah diyorlar. Ben de namazda kim benimle çekişiyor diye düşünüyordum, diyor. Sesli okunduğu zaman siz dinleyin, demiş Resulallah. Ve ondan sonra hiç kimse Resulallah sesli Kur’an okuduğu zaman tekrar okumamış. Zaten bu Araf suresi 204’ün gereğidir. Ondan sonra da şey diyor.
Cemal hoca: Arapça ifade ediliyor.
Abdulaziz Bayındır: İşte insanlar, sahabe, Resulallahtan kıraati duydukları zaman tekrarlamadılar. Bu ne demektir? Duyamadıkları zaman tekrarladılar. Çünkü Resulallahın camisinde az bir cemaat yok ki, binin üzerinde, daha fazla arkasında namaz kılan kişilerin olduğu rivayet ediliyor. Hoparlörde olmadığına göre o sesin hepsine ulaşması mümkün değil. Demek ki duydukları zaman tekrarlamıyorlar. Çünkü niye? Ayetin gereği bu, (Araf suresi 204. ayet)“Ve izâ kuriel kur’ânu festemiû lehu” “onu dinleyin” ses gelmiyor neyi dinleyeceğim, değil mi? Ses ulaşmıyor. O zaman bu konuda Hanbelîlerin görüşü en güzel görüş oluyor.
Cemal hoca: Arapça ifade ediliyor.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi bunu arkadaşlarımız söylemişlerdi. Ubade Bin Samit rivayet ediyor. Resulallah sallallahu aleyhi ve sellem sabah namazını kıldırmış, dönmüş demiş ki: Sizin içinizden Kur’an okuyanlar var mı? Okurken sıkıntı çekmiş, böyle, Resulallah okuyamamış, hakikaten ben de hatırladım. Süleymaniye camisinde sabah namazını kıldırıyorum, arkamdan birisi okuyor. Öyle bir allak bullak oldu ki Kur’an’ı devam ettirmek son derece zorlaştı yani okuduğum ayeti devam ettirmek. Oradan çünkü insan, kulak o tarafa gidince her şey karmakarışık oluyor. Resulallaha da ağır gelmiş o. Namazdan sonra demiş ki: Siz okuyorsunuz, evet, demişler. Demiş ki: Ubade Bin Samit’in rivayetine göre işte Fatiha suresinin dışında okumayın. Tabi bu değişik rivayetler ama bu ayete baktığımız zaman Fatiha’nın da okunması gerektiği dinlenmesi gerektiği açıkça anlaşılıyor. Aynı anlamda bir başka rivayet daha varmış Ubade Bin Samit’ten. Peki, sualler falan varsa…
Yahya Şenol: Öğle ve ikindi namazını hocanın arkasında saf tutup cemaatle kılarken bayağı bir sessizlik oluyor. Biz kendimiz duyabileceğimiz şekilde okumaya kalksak mutlaka yanımızdakiler sesimizi duyar. Buna çözüm bulmak sıkıntılı değil mi? Çünkü sesini ne kadar kısarsan kıs yanındaki duyar, demiş.
Abdulaziz Bayındır: Yanındakinin duymasının bir sakıncası yok. Resulallah sallallahu aleyhi ve sellem gündüz namaz kılarken de yanındakiler duyuyorlardı ondan dolayı bir takım şeyler, bize rivayetler ulaştı. Yani yüksek sesle okuma yanındaki tabi duyacak şekilde okuyacaksın ki kıraatin olmuş olsun. Onda bir sakınca yok.
Yahya Şenol: Biraz tekrar gerektiren bir soru. Beş vakit namazımı kendi başıma kılarsam sesli mi okuyacağım, içimden mi?
Abdulaziz Bayındır: Şimdi akşam, yatsı ve sabah namazını sesli okuyabilirsin ama öğle, ikindi namazını sessiz okuyacaksın.
Yahya Şenol: Gece namazlarının sesli gündüz namazlarının sessiz olmasının hikmeti ne olabilir? Araf 205’teki gafillerden olma hitabı ile kastedilen nedir?
Abdulaziz Bayındır: Onu zaten anlatmıştık yani sen kendi kendine oku da diyor yani şeyde kıraatsiz namaz kıldığın zaman Allah’u Teala’nın asıl istediği şeyden uzak kalmış olursun yani Kur’an’dan uzak kalmış olursun.
Yahya Şenol: Akşamın üç yatsının da üç ve dördüncü rekâtlarının sessiz okunmasının kıraatinin sessiz okunmasının sebebi ve delili nedir?
Abdulaziz Bayındır: Resulallahtan duyduğumuz şekildir yani namaz defalarca burada tekrarladık. Âdem aleyhisselamdan beri aynı şekilde yapılan bir ibadettir. Resulallahta bu ibadeti esasen şeyden öğrenmiştir, Cebrail aleyhisselamdan öğrenmiştir.
Yahya Şenol: Bir kişi rükûdayken imama yetişse ilk rekâtın kıyamına yetişip bir şey okuyamadığı için namazı tekrar mı kılması gerekir?
Abdulaziz Bayındır: Rükûdayken namaza yetişen bir kişiyi ya namaza yetişmemiş sayacaksınız ya da yetişmiş sayacaksınız. Yetişmiş sayarsanız ki rükünlerin çoğunluğunu yapmıştır. O zaman namazı kılmış kabul edeceksiniz. E… peki, farz edin ki bu kişinin namazı olmaz ne yapacak? Kalkıp sadece şey yapacak, kıraati okuyup oturacak mı? Yani orada ciddi bir, ciddi bir…
Yahya Şenol: Birinci rekâtın…
Abdulaziz Bayındır: Yok, çoğunluğu yapmış ama dolayısıyla burada elbette bir karar vermek lazım. Resulallah sallallahu aleyhi ve sellem zamanından beri burada çoğunluğu aldığı için hüküm eksere göredir diyerek bu kişi birinci rekâtı, o rekâtı kılmış kabul ediliyor.
Yahya Şenol: Benzeri bir soru, öğle ve ikindiyi imamın arkasında kılarken Fatiha ve zammı sureyi yetiştiremezsek nasıl hareket edeceğiz? Sadece Fatiha’yı okusak ve beklesek doğru olur mu?
Abdulaziz Bayındır: Yani okuyabildiğiniz kadar okuyacaksınız hepsini okuyacağız diye bir şart yok ki zaten bizim imamlar eğer yüksek sesle okuyorlarsa yani tam şey yapıyorlar bazen uzattıkça uzatıyorlar ama sessiz okuyorlarsa yetişene helal olsun. Dolayısıyla, ne kadar okuyabilirsen o kadar oku.
Yahya Şenol: Sadece namazlarda mı susun, dinleyin emri geçerli yoksa namazın dışında da Kur’an okunan bütün mekânlarda dinlemek mi lazım? Toplumdaki hâkim olan düşünce Kur’an nerede okunursa okunsun dinleyin, ister anlamını bilin isterse bilmeyin.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi fıkıh kitaplarında yazılan, bu ayeti kerimenin namazla ilgili olduğudur yani dinlemenin farz olduğu namaz içersindedir. Bunda fıkıh kitapları böyle yazar. Yalnız ayet genel yani Kur’an okunduğu zaman dinleyin. E şimdi bazen de durumlar müsait olmayabiliyor. Ondan sonraki ayeti de birleştirdiğimiz zaman, şu ana kadar yaptığımız çalışmalar, bu iki ayetin namazla ilgili olduğunu gösteriyor. O zaman namazın dışında Kur’an okunuyorsa imkânınız varsa dinleyin dememiz lazım çünkü Allah’u Teala hiç kimseye gücünün üstünde bir görev yüklemez. Niye? Çünkü şeyde, hani bu Zümer suresinin son ayetinde “fakreû mâ teyessere minhu” dedi yani…
Yahya Şenol: Müzemmil…
Abdulaziz Bayındır: Ne dedim ben?
Yahya Şenol: Zümer…
Abdulaziz Bayındır: Zümer mi dedim? Müzemmil suresinin son ayetinde evet, zihnimde Müzemmil olmasına rağmen ağzımdan Zümer çıkmış. Müzemmil son ayetinde ne dedi? Orada Allah’u Teala o görevi kaldırdı. “fakreû mâ teyessere minhu” namazın dışında “kolayınıza geleni okuyun” o zaman kolayınıza geleni dinleyin demektir. Çünkü günlük işlerinizi yapacaksınız zaten Allah orda onları da ifade ediyor. Dolayısıyla, namazın dışında yüksek sesle Kur’an okunuyorsa yani imkânınız varsa dinleyin yoksa işinize gücünüze bakabilirsiniz, demek gerekir.
Yahya Şenol: 204. ayetteki dinleyin ifadesi yani Kur’an okunduğu zaman susun dinleyin ifadesi, duymaktan çok daha fazlasını ifade etmiyor mu? Buna göre namazı anladığımız Kur’an’la kılmamız gerekmez mi?
Abdulaziz Bayındır: Evet, şimdi zaten dinlemek kelimesi insana has bir özelliktir. Duymak kelimesi bütün hayvanlarda olur ama dinleme hayvanlarda olmaz insanlarda olur. Dinlemek için de anlamak lazım. O zaman tabi şimdi problem çıkıyor. Ne olacak yani imam hangi dilde konuşacak, artık onu da bundan sonraki derslere bırakmamız lazım. Azıcık yavaş yavaş olgunlaşsın. Zaten bir tane bir şeyi insanlar hazmetmeden ikinci bir şeye başlıyoruz, hazmettirici ilaçlar gerekiyor öyle kitapla olmuyor ha Zeki bey hazmettirici ilaçlarda gerekiyor, tamam mı?
Yahya Şenol: Seferi bir imama uymam gerekti, kendim seferi olmadığım bir zamanda, imam açıklama yaptı. Dedi ki: Ben ikinci rekâttan sonra namazımı bitireceğim ama sen sanki ben namazda okuyormuşum gibi ikinci rekâttan sonra okumadan namazına devam edeceksin.
Abdulaziz Bayındır: Hanefilerde görüş öyledir ama bunun yanlış olduğunu burada tekrar tekrar söyledik.
Yahya Şenol: Namaz zikir ile tanımlanıyor. Namaz da tesbihte vurgulanıyor mu?
Abdulaziz Bayındır: Tesbihte zikirdir. Bakın dikkat ediyorsanız burada zaten onu sürekli anlattık. Baştan da girişte de anlattık. Yani zikir doğru bilgidir. İster bunu tabiattan, Allah’ın yarattığı ayetlerden öğrenin, ister indirdiği ayetlerden öğrenin, ister Resulallahtan öğrendiğiniz bir takım zikirler işte Subhanallah Elhamdülillah, La ilahe illallah olsun, yani o, onların hepsi geçerli ama zikrullah dendiği zaman akla gelen ilk şey Kur’an’ı Kerimdir. Dolayısıyla, ondan dolayı namaz için “Zikirin bütün çeşitleri vardır namazda” denmiştir. Yani o rükûda okunan zikirler, secde de okunan zikirler, oturuşlarda okunan zikirler falan yani Kur’an’la beraber bütün zikirler orada yer alır.
Yahya Şenol: Ezberimiz yetersiz olduğu için kitabı elimize alarak namaz kılmamız uygun mudur?
Abdulaziz Bayındır: Uygundur, alabilirsiniz.
Yahya Şenol: Zikir bağlamında düşünürsek namazda hüşuyu nasıl anlamalıyız? Yüksek konsantrasyon zorunluluğu var mı? Vaktin girmesi ile eda etmemiz yeterli midir?
Abdulaziz Bayındır: Namazda ki huşu kelimesi sizin yapabileceğiniz ile sınırlıdır. Yani namaz kılarken sağa sola bakıp ta dikkatinizi dağıtmayacaksanız. Üstünüzü başınızı şöyle temizlemekle işte ütülerle falan meşgul olarak dikkatinizi dağıtmadığınız takdirde siz yapacağınızı yaparsınız ondan sonra içinizle dışınızın bir olması, aklınıza bir şey gelmemesi o her insanın başarabileceği bir şey değildir. Ondan da sorumlu olunmaz. Ondan sorumlu olacak olsak hiç kimse namaz kılamaz.
Yahya Şenol: Bu Buhari de namaz bölümünde bununla ilgili bir hadis var. Hani Hz. Ömer’e isnat ediliyor. Namazda insanların aklına düşünceler gelebilir. Hani bu normalliğini beyan etmek için, Hz. Ömer’e böyle bir konu sorulduğu zaman, Ohoo! Diyor, ben namazdayken ne ordular düzenliyorum, neler aklıma geliyor.
Bir katılımcı: Peki hocam ……. Şeklinde namaz kılsa yani …..Ne dediğini net anlayamadım 1.53.13
Abdulaziz Bayındır: Bir o ayet bir o ayet bağlantılı ayetler, okuyabilir. Bir sakıncası yok.
Bir katılımcı: Konsantrasyon artar mı? artmaz mı? Ne dediğini net anlayamadım 1.53.24
Abdulaziz Bayındır: fark etmez, herkesin kendine göredir yani siz Kur’an’ı Kerim’i okuduğunuz zaman anlayarak okudunuz mu, tamam. Konsantrasyonda kişiden kişiye değişir. Yani o şey değil yani, herkesin yapısı farklıdır, psikolojisi farklıdır, o andaki durumu farklıdır ama Ömer radiyallahu and’ın söylediği gibi aklıma bir şey getirmek istemiyorum, senin istemene bağlı değil ki, şeytan zaten fısıldayacaktır. Eğer aklına bir şey gelmiyorsa şüphelen, geliyorsa şüphelenme. Çünkü doğru bir şey yapıyorsan şeytan engel çıkaracaktır. Demek ki doğru iş yapıyorum. Yanlış şey yapıyorsan şeytan zaten senin yanına hiç uğramaz. Dolayısıyla, şimdi dikkat edin, namaz kılmayan kişiler çok rahattır ama namaz kılmaya başladıkları an problem başlar. Çünkü doğru bir şey yapıyorlardır. Bu normaldir. O zaman, huşu da biz yapabileceğimiz şeylerden sorumluyuz, yapamayacağımızdan değil.
Yahya Şenol: Fatiha’dan sonra âmin demek, kitaptan mıdır? Bunun yerine inşallah falan denilebilir mi?
Abdulaziz Bayındır: Yok, maşallah denir, maşallah. Ya ne iyi yapmışsın, Allah Allah. Rasulallah sallallahu aleyhi ve sellem âmin diyin, diyor. Ya Rabbi duamızı kabul et. Dolayısıyla âmin demek sünnettir, namazdan sonra.
Abdurrahman Yazıcı: Yahudilerin adetiymiş.
Abdulaziz Bayındır: Yahudilerin âdeti olmasının bir sakıncası var mı? İslam dini yani geçmişi olmayan bir din mi? Tabiî ki Yahudilerde de olacak, Hıristiyanlarda da olacak. Olmaması tabi değildir. Olmaması yanlıştır, olması normaldir.
Enes hoca: Yahudilerde yemek yiyor.
Abdulaziz Bayındır: Yahudilerde yemek yiyor. Ben de aç kalıyorlar zannediyordum..
Yahya Şenol: Evet, O kadın sesiyle alakalı, kadınlar pazara gider, konuşur orda, mesela Hz. Ömer’e itiraz eden kadın camide sözünü esirgememiştir. Kadının sesi, selam verirken ve Kur’an okurken mi mahsurlu oluyor?
Abdulaziz Bayındır: Onu bize değil o hocalara sorsunlar.
Yahya Şenol: Ra’d suresinin 13. ayeti geçti. Secde ayeti. Secde ayeti okununca ve ya okununca abdest olmadan secde yapılır mı? Demiş.
Abdulaziz Bayındır: Secde ayeti okunduğu zaman, mutlaka secde edilmesi gerekir diye bir kural yok. Bir gün Ömer radiyallahu and o şeyde hutbe okurken secde ayetini okuyor iniyor aşağıya hep beraber secde yapıyorlar. Bir başka gün gene ayeti okuyor, inmiyor. Yani niye? Her zaman gerekmez.
Yahya Şenol: Ben örtü kullanmayan ve çalışan bir bayan gazeteci olarak sürekli namazlarını kılan birisiyim. Hanımların namaz kıyafeti nasıl olmalı? Çünkü sürekli yanımda namaz kıyafeti taşımak zorunda kalıyorum. Bu konuda yardımcı olur musunuz? Demiş.
Abdulaziz Bayındır: Yani namaz kıyafeti ve ya bir başka kıyafet diye bir şey yok. Bir müslüman hanım örtünür ama örtünmemenin günah olduğunu bile bile örtünmüyorsa namaz kılarken örtünmek zorunda olduğunu bilmesi lazım. Çünkü Allah’u Teala ayeti kerime de (Araf suresi 31. ayet) “huzû zînetekum inde kulli mescid” yani her secde yerinde, evinizde tek başınıza kılsanız da başınızda hiç kimse olmasa da örtünmek bu ayetin emridir.
Yahya Şenol: Herhalde şeklini şemailini soruyor. En azı ne kadar? Namaz kılabilmek için ne yeterli?
Abdulaziz Bayındır: Yani şimdi en azı işte zînetekum ifadesi dendiği zaman örtünmesi gereken bütün elbise yani bir kadın örtünürken örteceği şeyler. Ayette belirtiliyor. (Nur suresi 31. ayet) “illâ mâ zahera minhâ” işte elleri, ayakları açık kalır ama onun dışında yüzü de açık kalır. Diğer yerlerini kapatması gerekir. Evet, şimdi vakfımızın yeni bir kitabı çıktı. Sizden de alalım soru. Araf suresi 31. ayet, 30. ayet olmadığını iyi biliyorum da, bir bak bakalım. 31olabilir. 31. ayet, evet. Başka içerden soru var mı?
Bir katılımcı: Hocam Hanefilerin mantık olarak ileri sürdüğü delil var….. Yetiştiği zaman niçin rükuya gidiliyor. Zaten farz olsaydı Çok anlaşılamıyor 1.58.38 dk
Abdulaziz Bayındır: Peki, az önceki soru için bir yorum yaptın. Allah razı olsun. Başka var mı? Peki, şimdi Doç. Dr. Zeki Bayraktar beyin bir kitabı çıktı. Zeki bey her ne kadar üroloji tabibi olsa da ilahiyat sahasında mastır yapmış bir arkadaşımız. Arapçası da olan alt yapısı da olan bir arkadaşımızdır. Şimdi bizde böyle isimler pek çıkmaz. Geçende de telefonda kendisine de söyledim burada da söylemiş olayım. Yani çok dikkat çekici çok ilgi çekici bir isim bulmuşlar. Ben de bu ismi nereden buldunuz diye konuştum kendisiyle. Fakat şeyi içeriği güzel aktarıyor. Okuyucuya mesajı veriyor. Hani bu Amerikalıların asansör mesajı şeyleri terimleri vardır benim çok hoşuma gidiyor. Diyorlar ki siz doktora yaptınız mı, yaptınız. Bu doktoranızı asansörle alt kattan üst kata çıkana kadar özetleyebilir misiniz bize? Özetliyorsan konuyu anlamışsın demektir. Çok kısa, özlü şöyle vurucu bir iki sloganla söyleyebileceğin… Burada yapmışlar, şöyle bakın okuyayım ben size. Kur’an ve sünnet ama hangi sünnet? Nebinin sünneti mi? Resulün sünneti mi? Şimdi diyecek ne diyor bu adam yaw? Ne diyor bu adam? Bir bakayım hele diyecek, alacak değil mi? Şimdi arkadan ne dediğini de hemen altında söylüyor. Diyor ki: Kur’an’da Nebi resul farkı ve sünnet hadis meselesi. Hadi bakalım alma almayabilirsen yani. İşte böyle bir kitap daha yeni çıktı. Taze taze böyle el yakmıyor henüz. 370 sayfalık bir kitap. Bakayım kaynaklarda bayağı da var yani. Süleymaniye Vakfından bile kaynak vermiş. Bayağı cesurmuş, evet. Evet, Allah razı olsun. Bu kitabı da böylece duyurmuş olduk ve dersimizin de sonuna geldik. Allah hepinizden razı olsun çok teşekkür ediyoruz.