Elhamdulillahir rabbil alemin vessalatu vesselamu ala resuline Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugünkü konumuz abdest alırken ayaklara ya da ayakların üzerinde bulunan çorap, ayakkabı ve ya mest gibi şeylere mesh etme hususu olacak. Biliyorsunuz bugün İslam âleminde bu konuda kafalar oldukça karışık. Caferilerin tamamı ayaklarına mesh ederler, ehlisünnete mensup olanlarda ayaklarının üzerini örtende şeylere mesh ederler yani ister çorap, ister mest olsun. Caferiler ayakları örten şeye mesh etmezler kendi çıplak ayaklarına mesh ederler burada şu ortaya çıkıyor ki ayaklara mesih konusunda ittifak var. Çünkü ben şimdi size söyleyeyim herkes bir ayağına dokunsun bakayım, ayağınıza bir dokunun, dokunun. Peki, hanginiz ayakkabı çıkararak ayağınıza dokundunuz? Ayağa dokunun dediğiniz zaman ayakkabı aklınıza gelmiyor, değil mi? Peki, ayaklarınız yıkayın dersem, çıkarmadan yapabilir misiniz bunu? Ayağınızı da çıkarırsınız, çoraplarınızı da çıkarırsınız. Şimdi ayaklarınıza dokunun dediğim zaman şimdi mesih dokunmak demektir ya da Türkçede ki silme karşılığı da, şu masayı sil dediğimiz zaman imsah kelimesi kullanılır ya da şu tahtayı sil dediğimiz zaman mesih kökünden imsah kelimesi kullanılır. Şuraya dokun dediğimiz zamanda kullanılır ama esas anlamı eli bir şeyin üzerinde gezdirmek şeklinde kabul ediliyor. Şimdi böyle olunca ben size ayaklarınızı sıvazlayın desem Türkçe karşılığı, ayaklarınızı sıvazlayın desem, ayakkabıları çıkarma ihtiyacı duyar mısınız? Ayaklarınızı sıvazlayın diyorum yani sıvazlama yani elinizi ayaklarınızın üzerinde dolaştırın manasında işte az önce ayaklarınıza dokunun dediğim zaman dokundunuz. Ayağı çıplak olan, çıplak ayağına dokunur, ayağında çorap olan çorabın üzerine dokunur, ayağında ayakkabı olan ayakkabı üzerine dokunur. Dolayısıyla hiç kimse bu şekilde ayağa dokunulmaz demez.
Şimdi ayeti kerimede Maide suresinin 6. ayetinde Allahu Teala “Müminler namaza kalktığınızda yüzünüzü ve dirseklere kadar kollarlınızı yıkayın, başınızı mesh edin ve ayaklarınızı ayak bileğinde ki aşık kemiklerine kadar mesh edin” Şimdi bu mesih konusunda ayaklara mesih konusunda bütün mezheplerin ittifakı var. Ayaklara mesh edilmez diyen herhangi bir kişi ben şu ana kadar duymadım. Ama ihtilaf şurada çıplak ayağa mı yoksa giyili olan ayağa mı? Şimdi çıplak ayağa mı diyenler şeyler, Şia ve onlar gibi olan bu işin önderliğini yapan Caferi mezhebinden başka var mı? Ben hatırlamıyorum çünkü ama sahabeden çok kimse var o ayrı bir konu bugünkü açıdan. Ayağı örten çorap olsun, mest olsun onların üzerine mesh edilir diyende ehlisünnettir.
Şimdi Hanefilerde birazcık zihin karışıklığı var o da herhalde tamamen Türkiye ye mahsus olan bir durumdur. İşte çorap ayakta durmalıdır ifadesi var şeyde. Hatta o Fethul Kadir’in şeyine baksana orada ayaklara mesihle ilgili bölüm var birinci ciltte. Onu tercüme ederken çorap ayakta durmalıdır diye tercüme etmişler ayakta derken giyen kişinin ayağında durmalıdır manasına. Ayağınıza çorap giydiniz durmalı. Bunun manası şu çorap kendiliğinden sıyrılıp çıkmamalı ayaktan çünkü böyle bir şeye çorap denir. Bunun şeyi o, niye böyle bir şart koştunuz? Çorap budur da onun için? Öbürüne çorap denmez. Yani siz ayağınıza bir bez sardınız yürürken bez orada kalır siz gidersiniz bunun üzerine mesh olmaz demiş oluyor, buna çorap denmez. Ondan sonra da diyor ki işte biraz dayanıklı olmalıdır. Niye dayanıklı? İnsan bir çorabı bir saatliğine iki saatliğine giymez ki yani belli bir süreliğine, buna da kendileri 4000 adım falan demişler yani asgari dayanıklılık ölçüsü olarak. 4000 adımda yani 2,5- 3 km bir yol yürüyecek kadar olmalı. Şimdi bunu olunca bazıları ayakkabısız yürümeyi kastediyorlar. Ayakkabısız yani ayakkabı giymeden yürüdüğünüz şeye çorap denir mi? Çorap ayakkabının içersinde olur. Şimdi bunu da şunun için söylüyorlar yani çorap bu, halk buna çorap der. Yani siz şeyden bir kâğıttan yaptınız yakıştırdınız ayağınıza geçirdiniz biraz sonra yırtıldı insanlar buna çorap demezler, çorap demesi için biraz kullanabilmesi lazım. İşte bu tür şartlar koşulmuş bu sanki Kur’an’ın ve sünnetin şartıymış gibi algılanıyor. Bu çorap derken halkın algıladığı şeyin tanımıdır başka bir şey değildir. Ayakta durmasını da yani o tercüme edenler şimdi ibadet tam olarak ortaya çıkar orada görürüz giyen kişinin ayağında durması Arapçası ama çorabı şöyle koyduğun zaman şöyle dikine durması gibi algılanmış. O tercüme eden adama bunu söyleselerdi adam gülerdi Allah Allah ben acaba hangi kelimeyi kullanmalıydım ki bunlar böyle anlamasınlar derdi. Yani çorabın giyen kişinin ayağında durması demesi icap ederdi, ne bilsin ki insanlar böyle anlayacak.
Dolayısıyla Hanefilerde, çoraba mesihle ilgili işte bir takım… Neyse ben daha sonra bulur okurum onun ibaresini de çok çok iyi hatırlıyorum şeyini, yani ibareyi hata yapmamak için metinden okuyalım diye şey yaptım. Şimdi özetlersek ayaklara mesh edilmesi konusunda mezheplerde herhangi bir ihtilaf yok ister Şia olsun, ister ehlisünnet sadece mesih nasıl yapılır onda ihtilaf var. Peki, niye ihtilaf yok? çünkü ayet vemsehu diye başlıyor çünkü ayette bir fağsilu var yıkayın var. Yıkamanın arkasından fağsilunun iki tane mefulü geliyor. “fagsilû vucûhekum ve eydiyekum” vemsehunun da iki tane mefhulü var, o da ruusikum ve erculekum.
Enes Alimoğlu: Buldum.
Abdulaziz Bayındır: Buldun mu? En son mu? Arapça okudu Bakın şimdi arkadaşlar bu okuduğum Hanefi mezhebinin en çok güvendiği ve temel aldığı Hidaye’den okuyorum ve Hidaye’nin şerhi Fethul Kadir var, Fethul Kadir’i almamın sebebi şey var orada şunu söylüyor on beş sahabiden resulullahın çoraplarına mesh ettiğine dair rivayet var diyor. Diyor ki, Arapça okudu çoraplar kalın olur şeffaf olmazsa mesh edilebilir yani çorap giydiğiniz zaman hemen deriyi göstermiyorsa şeffaflık o, mesh edilebilir. Şimdi bakın bu görüşe niye vardıklarına bakalım. Şimdi siz aklınıza gelir ki bugün kadınların şeffaf çorapları var onlara mesh edilir mi diye soracaksınız ister istemez. Arapça okudu Çünkü resulullahın çoraplarına mesh ettiği şeklinde bir rivayet var, tamam delilimiz bu. Peki, bu çopralara mesh edileceğinin delili ikincisi de, peki bu şartları niye koyduk? Yani kalın olmalı, altını göstermemeli şartı şu, Arapça okudu yani kalın olma şartı, kalın olmazsa çoraplarla yürüyemez diyor. Yani bu kendi bulunduğu toplumda ki çorap algısı bu, o günün teknolojisiyle bir çorap, çorap nedir onu tarif ediyor kendi döneminde bulunan çoraba göre. Diyor ki, birazcık kalın olmalı ki adam yürüyebilsin çok ince böyle pamuklardan falan yürüyemez ki onun içinde, ona çorap denmez demek istiyor bu kişi. O çorapta nedir? Yani onun kalınlığı şudur, bu âşık kemiklerinden yukarısına şey diyoruz değil mi? Bacak, baldır mı diyoruz? Orada durmalı onu ayakta diye tercüme etmiş. Bak nedir? Kendiliğinden durmalı. Niye? Durmayana çorap denmez. Yani siz bir havlu sardınız ayağınıza buna çorap denmez onun üzerine mesh edilmez demiş oluyor, tamam mı? Bak yestemsik tutunmalı ama bunu tercüme ederken adam ayakta da durmalı demiş. Aslında bu çorabın şartı yani çorap olması için böyle olur, bu günde hiç kimse ayağına sardığı bir bez parçasına da çorap demez, tamam mı? Kalın demesinin sebebi de ayakta durabilsin ki çorap olsun. Kişinin bak ben de ayakta dursun dedim başka ne diyeceğim? Ayağına giydi, ayağında durabilsin yoksa adımını attığın zaman açıldı ona kimse çorap demez. Herhangi bir şeyle bağlanmaksızın evet şeyi bağlarsınız bez parçasını bağlarsınız, bağlarsınız ama ona kimse çorap demez ondan dolayı yani bu çorabın tarifi başka bir şey değil. O kişi almış çorabı bakmış, peki biz neye çorap diyeceğiz, çorabı tarif etmiş. Peki, bugünün teknolojisiyle, şeffaf olan, şeffaflığın tek sebebi ayakta durabilme kişinin ayağında gitmesin diye. Bugün şeffaf çorapları günlerce insanlar giyebiliyor, değil mi? Abdest alırken onun üzerine mesh etmek başka bir şey namaz kılarken onun üzerini kapatmak başka bir şey, bunlar ayrı ayrı ayrı şeylerdir. Tamam mı? yani bunun ikisini ayırmak lazım. Efendim su emmez, emmeli, emmemeli diye bir olay yok. Su emmeyen çorap mı olur? Ayakkabı da su emer her şeyde su emer. Arapça okudu böylece ğuffa benzemiş oluyor diyor. Şimdi Ebu Hanife buna ilk önce karşı çıkmış ama daha sonra da o da aynı görüşe gelmiş burada da o rivayet ediliyor.
Evet, şimdi tekrar edeyim konu çok iyi anlaşılması için ayeti kerimede yıkayın emri kol ve yüz için, kol dediğim çünkü elden dirseklere kadar olduğu dirsekler dâhil kol, mesh edin emri de baş ve ayak. Şimdi vemsehu bi ercilukum ercilikum kelimesi fetha mıdır, kesre midir? Bunun mesh edin emrine aykırı bir tarafı yoktur. Esas olan erculikum olmasıdır çünkü bi ruûsi-kum üzerine atfedilmiştir. Ama birisi bi ruûsi-kum okursa bile Arapça açısından güzel bir şey olmasa bile yanlış olmaz. Çünkü orada ruûsi-kum, vemsehû nun mefulüdür, lafzı üzerine değil mahallil üzerine atfedilmiş olur o yine mensup olur onda bir sakınca yok Arapça bakımından. Evet, tek ihtilaf, ayaklara mesih konusunda ihtilaf yok, tek ihtilaf şu, acaba çıplak ayak mı, giyili ayak mı? Şimdi resulullahın her ikisine de mesh ettiğine dair rivayetler var. Çıplak ayağa mesh ettiğine dairde, giyili ayağa da, ashabının da yaptığına dair rivayetler var. Şimdi eğer ayet şimdi biraz sonra arkadaşlarımız ayrıntıları şey yapacak daha sonra bir özette şey yaparız inşallah. Eğer ayet müsait olmasaydı resulullahın bunu yapması mümkün değil çünkü Allahu Teala’dan aldığı emir Kur’an’ı tatbik etmesidir. Sürekli vurgu yaptığımız Maide suresinin 49. ayeti “Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet” Dolayısıyla, resulullahın Kur’an’ın dışında herhangi bir hüküm vermesi söz konusu değil. Tabi bu tarih içersinde çok ciddi yanlışlar olmuş ona her zaman dikkat çekiyoruz. Ondan bu konuda etkilenmiş ve maalesef siyasette bu işe müdahele etmiş onu inşallah arkadaşlarımızda anlatır gerekirse biz de anlatırız.
Şimdi bir de şöyle bir husus var. Allahu Teala resulullah sallallahı aleyhi ve selleme Enam suresinin 90. ayetinde bir emir veriyor. Diyor ki, orada bütün resulleri, nebilerin tamamını saydıktan sonra “Onlar Allah’ın doğru yolu gösterdiği kişilerdir sen onların yoluna uy” Onların yoluna uy emri aldığı için resulullah abdestle alakalı, şey namazla alakalı emir aldıktan sonra tabiî ki ibadetten önce iyi bir temizlik gerekiyor. Şimdi ben getirmemişim daha doğrusu buraya koyduğumu zannediyordum aceleyle koymamışım biraz sonra getiririm belki şeyde. Bugün Yahudilerde abdest denen bir olay var, resulullaha en yakın olan ehli kitap yani o Enam suresinde anlatılan nebilere uyan bir grup olarak Yahudiler var ve namazlarını kılıyorlar beş vakit. Namazdan önce abdestleri var, o abdestlerde ayaklarını yıkama emirleri kendi kitaplarında var, ayakları yıkama emri var, bunu biraz sonra inşallah kaynağı ile size okurum. Şimdi o emir, o emir olduğu için tabi şey var yani elleri yıkama, ayakları yıkama, yüz ifadesi geçmiyor, onlarda yine Kur’an’ı Kerim’in Maide suresinin 15. ayetinin bize açık ve net olarak bildirdiği bir husus var o hususta ehli kitabın kendi kitaplarındaki birçok şeyi gizledikleri ifade ediliyor. Diyor ki Allahu Teala: “De ki: Ey ehli kitap! Size resulünüz geldi” Kul yok mu? “Ya ehlel kitap” “Ehli kitap size resulümüz geldi, sizin o kitapta gizlediğiniz birçok şeyi sizin için ortaya çıkaran resul, gizlediğiniz birçok şeyi de affediyor” yani ortaya çıkarmıyor. Şimdi buradan bizim şu konumuzla ilgili alacağımız husus, biraz sonra göreceğimiz kaynakta ellerini ve ayaklarını yıkamaları var, yüz yok. Bu onların gizledikleri hususlardan olabilir ama arkadaşlarımız okuyacaklar resulullah sallallahu aleyhi ve sellemden gelen rivayette resulullah bir kere yıkayarak abdest alıyor diyor ki, bu Allah’ın bu olmadan namazı kabul etmediği abdesttir diyor. İki kere yıkayınca Allah buna iki kere sevap verir diyor. Üç kere yıkadıktan sonra bu benim ve benden önceki nebilerin abdestidir diyor. Şimdi ehli kitapta da ayak yıkamanın olduğunu ki konumuz ayak olduğu için bu bize yetiyor şu anda, ayak yıkamanın olduğunu çok net bir şekilde görüyoruz.
Şimdi bunu bilince, bu arka planı bilmeden bizde maalesef sanki rasulullah salllahu aleyhi ve sellem hiç geçmişi olmayan bir nebi olarak değerlendirilir. Yani bizden önceki tufan, Türkiye de işte siyasiler iktidara gelir sanki Türkiye Cumhuriyetinde ilk iktidara gelmiş başbakan şu kişiymiş gibi öncekilerini siler atarlar yani yıllarca biz bunu gördük bu memlekette. Bu anlayış İslam’a bakış açısından da maalesef Müslümanlarda var. Geçmişi olmayan bir şey hâlbuki Allah’ın nebilerinin en temel özellikleri önceki kitapları tasdik etmesidir. E bu tasdikin hayatımızda görünen bir görüntüsü olmalı. Siz mesela kendinizi bir ahudi olarak düşünün, Allahu Tela diyor ki, size bir emir vermiş diyor ki Ali İmran 81. ayette diyor ki: Nebilerden söz alıyor ve nebilere uyan insanlardan, Yahudi cemaatini düşünün, kendinizi onların yerine koyun Medine desiniz ya da Mekke’de ticarete gelip gidiyorsunuz, yeni nebi zaten bekliyorsunuz asırlardır o mudur diye çok dikkatli takip ediyorsunuz. Diyor ki: “Size bir kitap ve hikmet veririmde” ellerinde kitapları var “sizinle beraber olanı tasdik eden bir resul gelirse ona mutlaka inanacaksınız” Şimdi bakıyorsunuz ki bu resul gelmiş, namazda kılıyor, biz de kılıyoruz ama kardeşim bu abdest almıyor, o zaman bu bizim beklediğimiz resul değil, bu başka bir şey diyecek. Çünkü bu galiba bizi kandırmaya çalışıyor ben de sizin beklediğiniz resulüm diye. Onun için bu kişi görmek istediği resmi karşıdan görmeli ki bu benim beklediğim resul desin. Dolayısıyla, henüz ayet gelmeden, ayet gelmiş işte onların hidayetine uy basit bir emir değil.
İşte bizde bu geçmişler maalesef Allah’ın açık ayeti olmasına rağmen bizim usul kitaplarında bunu bulmanızın imkân ve ihtimal yok. Geçmişle irtibat tamamen kopmuş. Kur’an’ı Kerim’in önceki kitapları tasdikinin bir Müslüman için anlamı nedir diye sorsanız onunda bir anlamı yok. Niye? Çünkü derler ki önceki kitaplar tahrif olunmuş. E peki Kur’an tahrif olunmuş kitapımı tasdik etti kardeşim? Yani tekrar size söylüyorum, lütfen kendinizi Yahudilerin yerine koyun çünkü onlarda Allah’ın gönderdiği bir resulün ümmeti. Birisi gelip sizin kitabınız tahrif olmuş diyor, bu kişi benim kitabımı tasdik ediyor inanmam gereken kişidir, diyebilir misiniz? Böyle bir şey olur mu? Sonra bizde kitabın tahrifi derken anladığımız başka bir şeydir. Ayeti kerime de (Nisa suresi 46. ayet)“yuharrifûnel kelime an mevâdııhî” başka bir şeydir. Biz de tahrif derken artık o kitap asliyetini kaybetmiş hiçbir şey kalmamış diye anlam veriyoruz ama Kur’an’ı Kerim’de Yahudilerin tenkit edildiği husus anlamlarını sağa sola çekip, kaydırıyorsunuz ki şu anda bugün konuşacağımız meselede de Müslümanlar bunu yapmıştır maalesef yani bu Müslümanlarda Kur’an’ı Kerim’de çok ciddi manada tahrifat yapmışlardır. Ama tahrifat kelimesi Türkçe de ki anlamıyla değil Arapçada ki anlamıyla. Manasını sağa sola çekmek anlamında yani vemsehu nun mefulü olduğu halde erculikum kelimesi onu mestlerde geçerli sayıyorsunuz, çoraplarda geçerli sayıyorsunuz, ayaklarda geçerli saymıyorsunuz. Bir kere bu kabul edilemez bir yanlışlıktır, tahriftir yani anlamı sağa sola çekmektir, hiç uğraşmaya gerek yok şeye. Şimdi beni tasdik eden resul bu mu? O resmi karşında görmen lazım. Gördük mü? Diyor ki (Ali İmran 81. ayet): “Ona mutlaka inanacak ve yardımcı olacaksınız” Çünkü ben ona inanacağım ya bu değil de benim kandıran bir üçkâğıtçıysa ne yapacağım? O zaman benim kitabımı tasdik eden birisi olması lazım. Onun için Kur’an’ı Kerim’e bakın, hiçbir ayette Tevrat ve İncil bugün bizim bildiğimiz kelime anlamıyla tahrif edilmiştir diye bir ifade bulamazsınız ama tasdik kelimesini bulursunuz. Mesela, biz İncil’de biliyoruz ki bir kısım insanların mektupları var, e bunların İsa aleyhisselama indirilmiş ayetler olmadığı açık, içlerinde o ayetlerde bulunabilir ama falancanın mektubu olmaz yani. Ama Allahu Teala ne diyor? (Maide suresi 47. ayet)“Ehli İncil’e inananlar Allah’ın onda indirdiğiyle hükmetsinler” diyerek o mektupları devre dışı bırakıyor. Demek ki, Allah’ın onda indirdiği şeyler var yani ifadeler o kadar oturuyor ki bunu her hangi bir İncil inanırı itiraz edemez. O zaman der ki, benim beklediğim nebi gelmiş demek ki. İşte bu nebi abdest alırken ayaklarını yıkıyor, kesin olarak. Niye yıkıyor? Tasdik bunu gerektiriyor ondan dolayı.
Ondan sonra ilk inen ayet bunu onaylıyor konu ile ilgili olarak. Medine’de işte Nisa suresi Medine’de 4. yılda indiği kabul edilen bir suredir. O dönemlerde indiği kabul edilir yani namaz Mekke’de farz kılınmıştır. O zaman orada şey var, diyor ki Allahu Teala (Nisa 43): “Müminler sarhoşken ne dediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın, cünüpken de namaza yaklaşmayın, yolculuk halinde olursanız başka yıkanıncaya kadar” yani cünüpseniz yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın, yolcuysanız başka, onun başkasını açıklıyor “hasta olursanız, yolculuk hainde bulunursanız ya da sizden biriniz tuvaletten gelir, kadınlarla ilişkiye girmişseniz, su da bulamadıysanız temiz toprağa yönelin.” Şimdi burada bakın burada cünüple ilgili bir tek ev lâmestumun nisâe var onun dışında cünüplük yok. “Hastaysanız” Hasta cünüp olacak diye bir şey yok, olurda olmaz da “ev ala seferin” yolcu halinde bulunan kişinin cünüp olacağı diye bir şey yok, olurda olmazda. “ev câe ehadun minkum minel gâitı” tuvaletten gelen kişinin sadece abdesti bozulur başka bir şey olmaz “ev lâmestumun nisâe” ya da kadınlarla sadece cünüplükle ilgili açık hüküm bu öbürleri abdestsizlikle ilgili hüküm. “su bulamadıysanız” Şimdi geri gidin bugünkü şeyde el yıkama, ayak yıkama kesin var. Resulullahtan gelen rivayette bizim bildiğimiz abdestin tüm heyeti var. Yine Kur’an’ı Kerim’de bazı hususları gizledikleri var. Bunların hepsini birleştirdiğiniz zaman burada abdest alırken şuranızı şuranızı yıkayın emri olmamasına rağmen su bulamadığınız takdirde diyor ki, bir tek cünüplükle ilgili tek bir husus var, o zaman demek ki su bulursanız yıkayacaksınız, bulamazsanız teyemmüm edeceksiniz diyor.
Sonra en son ayet biliyorsunuz ki Maide suresi en son inen ayet Maide suresinin 3. ayetidir, 6.ayetinde de diyor ki, işte şuranızı, şuranızı yıkayın şuranızı şuranızı mesh edin ondan sonra da diyor ki “Allah size bir sıkıntı vermek istemiyor, tertemiz olmanızı istiyor.” Yani ayaklarınızı mesh ederken de ayaklarınız kirliyse çaresine bakın, ben temiz olmanızı istiyorum. Onun için resulullah ayaklarına mesh ettiği zaman, çoraplarına mesh ettiği zaman, Ya resulullah ayaklarını yıkamayacak mısın? Temizken giydim diyor yani yıkamama gerek yok ayaklarım temiz çünkü Allah temiz olmanızı istiyor diyor. “size olan nimetini tamamlasın” Peki bize olan bir nimet olmalı, bu nimet öncekilerde olmamalı, değil mi? Size olan dediği için bu bize mahsus ümmeti Muhammede mahsus. Nisa 43’te söylemedi, burada söylüyor. Mesela şeyde Maide 3. ayette “Size olan nimetimi tamamladım diyor” Demek ki bu öncekilerde bu yok, işte bu nesihtir, nesih hayırlısıyla olur ya da misliyle olur. Bura bir hayırlısı, nimet tamamlama dediği zaman hayırlısıyla olan bir nesihten bahsediyor. İşte bütün bunları birleştirdiğimiz zaman ortaya manzara çıkıyor, şu çıkıyor bunu arkadaşlarımızdan dinleyeceğiz ayrıntılı olarak Caferilerin ayaklarına mesh edipte, çorap ve mestlerine mesh etmemeleri doğru değil, çıplak ayağa mesh edipte diğerlerine mesh etmemeleri doğru değil. Ehlisünnetinde çıplak ayağa mesh etmeyip de diğerlerine mesh etmeleri doğru değil. Yani sen çoraba mesh ediyorsun ayakkabıya mesh ediyorsun bunun ne özelliği var ki eğer ayağı yıkamak farzsa mesihin yıkamanın yerine geçmesine imkân ve ihtimal yok böyle bir şey olamaz. Ayağına mesh etmiyorsan çoraba asla mesh edemezsin ayakkabılara mesh edemezsin bunu izah edemezsin. Yani her ikisinde de bir inat olduğu ortaya çıkıyor. Evet, şimdi herkes sırayla vazifesini yapsın bakalım, sonra bir toparlama yaparız.
Yahya Şenol: Önce meshi emreden mezhep konuşsa daha iyi olur herhalde.
Abdulaziz Bayındır: Şey mi?
Yahya Şenol: Bilmiyorum kimin mezhebi?
Abdulaziz Bayındır: Tamam, doğru söylüyor önce Caferileri şey yapın.
Yahya Şenol: Çünkü bizdekilerin hepsi ona bir cevap onu bilirsek bizimkiler bir anlam taşır.
Abdulaziz Bayındır: Orada da buraya cevap var. Ben şu şeyi alıp ta geleyim siz devam edin.
Enes Alimoğlu: Bismillahirrahmanirrahim Şia mezhebinde konunun hükmü, şekli nedir, bunu anlatacağım. Bu arada söylemem gereken ve söylemek zorunda kendimi hissettiğim bir mesele var. Yani Şia mezhebini anlattım diye ben Şia değilim.
Yahya Şenol: Biz biliyoruz da bilmeyenler var demek ki.
Enes Alimoğlu: Bu meseleyi araştırırken Şiilerin kitabında yıkamayla ilgili hadislerde buldum. Sünnilerin kitabında da mesh etmeyle ilgili hadisler buldum çıplak ayak üzerine. Mesela, bu bir hadiste şey bu Şiilerin kitabında diyor ki, sen unutarak yüzünden önce ellerini yıkamışsan tekrar yüzünü yıkamadan başla, ondan sonra ellerini yıka, başını mesh et ve ayaklarını yıka diye bir hadis var. Bu Şiilerin El- Kafi diye bizim Buhari gibi bir hadis kitabı var, orada var. Bir de El-İstibsar diye Şiilerin hadis kitabı orada da var, birçok kitapta var ayaklarını yıka diye.
İkinci bir hadiste Hz. Ali’den rivayet ediliyor bu da Şiilerin kitaplarında var. Diyor ki, peygamber efendimiz geldi, ben abdest alırken peygamberimiz yanıma geldi dedi ki, şöyle şöyle yap en sonunda dedi ki, ayaklarımı yıkamaya geldi sıra, peygamberimiz dedi ki parmaklarının arasını hilalle, su geçir oralara, eğer oraları hilallemezsen, su geçirmezsen cehennemin ateşi o aralarına girecek dedi diye o Şiilerin kitabında bu hadis var.
Üçüncü bir hadiste Hz. Ali Mısır ahaline bir mektup göndermiş o mektupta da abdest konusuna değiniyor, diyor ki yüzünü üç kere yıka, ellerini dirseklerle birlikte üç kere yıka, başını mesh et ve ayaklarını yıka diye bunu yazıyor, bu hadiste Şii kaynaklarında var. Bu üç hadis Şia kaynaklarında ayakların yıkanmasının farz olduğunu gösteriyor.
Abdurrahman Yazıcı: Onlar nasıl alıyorlar takkiye olarak mı?
Enes Alimoğlu: Hepsi demiyor da bu Hz. Ali’nin ortasında söylediği bu hadisi takkiye olarak yaptığını söylüyor. Ondan sonra bizim Sünnilerin kitabında çıplak ayağa mesh ettiğini onu da gördüm. Mesela en meşhur bu Taberi tefsirinde ve erculikum diye Maide suresinin 6. ayetinde ki ayaklar diye tercüme edilen kelimenin Arapça orijinalinde ve erculekum değil ve erculikum diye kıraat var dolayısıyla ayakları yıkamak değil, mesh etmek gerekiyor diye Taberi’nin zikrettiğini söylüyor. Ondan sonra başka bir şeyin Hafız İbn Hacer el-Askalanî’nin El- isabe diye kitabında bir hadis geçiyor. Diyor ki, ben bir sahabe diyor, peygamber aleyhisselam abdest alırken gördüm, abdestin sonunda iki ayağını mesh etti, diyor, İbn Hacer el-Askalanî’nin El- isabe kitabında.
Ondan sonra Abdürrezzak es-Senani Musannef’inde diyor ki, İkreme ve Hasan radiyallahu anha Maide suresi 6. ayetini okuduktan sonra şöyle demiş, biz ayaklarımızı mesh edeceğiz bu ayet gereğince demiş. Dördüncü olarakta yine Taberi’de geçen bir hadis var, İbni Abbas’ın sözü. İbni Abbas radiyallahu anh demiş ki, Allahu Teala abdestte iki ğasil, iki yıkama ve iki mesih farz etti, farz kıldı diye bunu İbni Abbas söylemiş bu Taberi’de geçiyor. Ondan sonra da İbni Abbas devam ediyor, diyor ki abdestte yıkanması farz olan yer, teyemmümde mesih olarak çevrildi, abdestte mesih olan yerlerde ikiye teyemmümde onlar sarkıtıldı diyor, düştü diyor hüküm verilmesi. Yani İbni Abbas’ın da abdest iki ğasıl ,iki yıkamadır, iki mesh etmektir diye sözü de rivayet edilir Musannef’te Abdürrezzak es-Senani Musannef’inde. Bu şekilde çok rivayetler var bizim tefsirlerde ve hadis kitaplarında bunu gördüm.
Ondan sonra hoca gelirse daha iyi olurdu bu Şiaların çıplak ayak üzerine mesh etmesi konusunda beş tane delili var. Birincisi, Maide 6. ayetinde ki ve erculekum, ve erculikum okunsa hiç fark etmez diyor. ve erculikum okunduğunda zaten vemsehû bi ruusikum daki ruusikuma matuftur o zaman mesh edilmesi gerekir o açıkça çıkıyor ve erculekum diye üstün harekesi ile okunduğunda da bi ruusikumun anlayamadım olur bu Arapçada çok var. Mesela, Arapçada, Arapça okudu diye bir söz vardır Araplar çok söylüyor bunu Arapça okudu Ben ayakta duranda değilim, oturanda değilim. Yani bi kaimin mahalli orada mensuhtur anlayamadım. O zaman burada ve erculekum okunsa bile bu hüküm değiştirmez. Niye bunu söylüyor? Bu aleyhte gelen tüm itirazlara cevap veriyor. Diyor ki şimdi ve erculikum diye bir kıraat var ve erculikum diye esre harekesiyle okunduğunda bu erculikumun lamı o zaman mezheplerin gerek olduğu, farz olduğu çıkıyor bunu kabul ediyorsunuz. ve ercilekum diye mensuh okuyupta bu vemsehûdaki emir ifade eden sözün önceki ve eydiyekuma atfettiğiniz zaman ve erculikum kıraatini dikkate almamış olursunuz bu hükmü. Onun için biz ve ercilekum okunsa bile o bi ruusikum mahaline muhatap edeceğiz ki mecru olan kıraatin ispat ettiği hükmü de korumuş oluruz burada diyor bu ayette. Ondan sonra bu birinci delil Maide suresi 6. ayette ki ve erculekum kelimesi ve erculikum ve ya ve ercilikum okunması bile hiç fark etmez, mesh etmesi gerekir o ayetten bu çıkıyor. Ondan sonra buna takiye delil olarak ta peygamber efendimizden gelen çok hadisler var çıplak ayakla mesh etti diye. Bu sırf kendi kitaplarında değil bizim Sünni ehli kitabın da delil alıyor bunu, sizin kitabınızda var bu diyor.
Yahya Şenol: Hangisini örnek veriyor?
Enes Alimoğlu: Mesela bu tefsirlerde…duyamadım
Enes Alimoğlu: Üçüncü delil olarak ta, Hz. Ali radiyallahu anh demiş bana bir su getirin ben size abdestin nasıl alınacağını göstereyim demiş. Yüzünü yıkamış, ellerini yıkamış dirseklerle birlikte, başını mesh etmiş, sonra ayaklarını mesh etmiş, ondan sonra demiş ki Arapça okudu demiş, bunun tercümesinde farklı tercüme edenler var ama Şialar onu anlıyor ki diyor ki, dinde bidat ortaya çıkarmayan kimsenin abdesti budur. Dinde bir değişiklik yapmayan kimsenin abdesti budur diyor bu Arapça okudu bu hadisi üçüncü delil olarak alıyor.
Abdulaziz Bayındır: Ses çıkarmayın duyamadım
Enes Alimoğlu: Dördüncü delilde sahabe ve tabiinden birçok kimsenin bu görüşte olması, mesela sahabeden şey var, sahabelerden İbni Abbas, İkrime, Enes, Ebul Aliye, Şabi denilen kimseler var. Tabiinden de birçok kimse var.
Yahya Şenol: Bu saydıklarından İbni Abbas sadece sahabe diğerleri tabiin.
Abdulaziz Bayındır: Enes Bin Malik varya’te sahabe
Yahya Şenol: Yok bu son sayılan İkrime, Şabi falan onların hepsi tabiin, sahabe değil.
Enes Alimoğlu: Bunu söylüyor yani dördüncü delilde bu, beşinci delili ehli beytin çıplak ayak üzerine mesh etme konusunda icma etmesidir. Bu en güçlü delilimiz diyor. Yani bu ehli beyti peygamber efendimizin ailesinde yaşayan kimseler ayetin uygulanmasını peygamber efendimizin yaptığını daha iyi bilirler onun için bunların hep birlikte icma etmesi meshin doğru olduğunu ifade eder diye bu beş türlü delille çıplak ayak üzerine mesh ediyorlar. Başka arkadaşlar söylesin de bazı şeyler…
Yahya Şenol: Benim bir anlayamadığım şey oldu o yıkama ile ilgili hadisleri de aldılar.
Enes Alimoğlu: Yok ben buldum kitaplardan.
Yahya Şenol: O rivayeti oraya koyduktan sonra ne diyorlar ona.
Enes Alimoğlu: Takiye diyor.
Yahya Şenol: Peygamberimiz de mi takiye yapmış?
Enes Alimoğlu: Böyle ayağınızı yıkamak zorunda kaldığınız zaman amme önünde, amme dedikleri ehlisünnet önünde takiye .anlayamadım.elinizi, ayağınızı yıkayabilirsiniz diyor.
Abdulaziz Bayındır: Allahın resulu de takiye mi yapmış?
Yahya Şenol: İşte onu nasıl açıklıyorlar? Peygamberimiz kime karşı takiye yapmış?
Enes Alimoğlu: duyamadım yaptığı takiye, peygamberimizin yaptığına bir şey söylemiyor kitaplarında onu buldum.
Yahya Şenol: Hz. Ali birilerinden korkmuşta mı böyle yapmış peki öyle mi, öyle mi anlamamız lazım?
Enes Alimoğlu: Öğretmek için takiye…
Yahya Şenol: Ha öğretmek için, ha takiye yapabilirsinizi öğretmek için kendisi öyle almış.
Abdurahman hoca: duyamadım korktuğu için …..
Abdulaziz Bayındır: O şekilde bir şey yaptıktan sonra artık
Yahya Şenol: Hangisi normal, hangisi takiye ayıramazsın.
Abdulaziz Bayındır: Her şeye takiye dersiniz bu olacak şey değil yani. O zaman Ali radiyallahu anh için yapılabilecek en büyük iftira olur. Demek ki Allah’tan çok başkalarından korkmuş. Hâlbuki Allahu Teala öyle bir şeyi asla kabul etmez. Peki, sağol teşekkür ederiz ikinci olarak Hanefi mezhebini dinleyelim.
Fatih Orum: Hanefi mezhebinde bu konuyla ilgili sistematik ve ayrıntılı bir şekilde Kasani meseleyi ele alıyor eseri Bedayiu’s sanayi Sanayi. Önce şöyle başlıyor, ayaklar abdestte yıkanmalıdır bu erculekum kıraatine göre böyledir ve bizim tercih ettiğimiz görüş te budur diyerek önce konuyla ilgili tercihini belirtiyor ardından da ancak bu kıraat konusunda bir ihtilaf vardır diyerek ihtilaftan söz ediyor. Rafizilerden bahsediyor, rafizi ismini kullanıyor. Bunlar diyorlar ki, ayakların meshi gereklidir sonra Hasan Basri’den
Enes Alimoğlu: Rafizi dedikleri Şiiler mi?
Fatih Orum: Hasan Basri’den bir görüş rivayet ediyor. Hasan Basri bu konuda kişiler, mükellefler muhayyer olmalıdır yani ister yıkamalılar isterlerse mesh etmelidirler diyor.
Abdulaziz Bayındır: Ama çıplak ayağa?
Fatih Orum: evet, bazı mutaharrin âlimleri isim vermeden sadece böyle bahsediyor daha sonra gelen bir grupta burada cem yapılmalıdır yani kişi hem abdest alırken hem ayaklarını yıkamalı hem de mesh yapmalıdır diyorlar diye bu konuyla ilgili ihtilafın…
Abdulaziz Bayındır: Ayrıntı vermiş mi?
Fatih Orum: Şimdi onları şey yapacağım bunların ondan sonra şeylerine başlıyor kimdir bunlar ve neye binaen söylüyorlar bunu. İhtilafın sebebinin kıraat farkı olduğunu tekrar söylüyor ve diyor ki harekenin has üzere yani esre ve ercilikum şeklinde olması gerektiğini söyleyenler bunu ayette geçen ras kelimesine atfediyorlar. Matuf ve matufun aleyhi hükümleri müşterek olduğundan bu defa bu ruusun hükmü başa mesh etme olduğuna göre ayaklara da mesh edilmesi gerekir diyorlar bunu öyle şey yapıyor. Bunlar şöyle diyorlarmış Kasani’nin dediğine göre, ve ercilikum şeklinde ki kıraat için iki şey düşünülebilir yani bu ifadenin iki amili olabilir. Birincisi, fağsiluya atfedilebilir, ikincisi de hemen yanı başında ki ba harfi cerine atfedilebilir. Akraf olan ba harfi cerin olduğundan bunun amilu fagsilu değil mecburen hemen yanında ki ba harfi ceri olmalı bi ruusikum şeklinde olmalı diyorlarmış bunlar harfi cerden dolayı. Tağyir diyenler şey
Abdulaziz Bayındır: ve ercilikum olmalı?
Fatih Orum: ve ercilikum tabi
Abdulaziz Bayındır: bi ruusikum zaten vardı bi ercilikum
Fatih Orum: Muhayyerdir mükellef diyenlerde şöyle diyorlar, iki kıraat var. İki kıraat olduğuna göre bunların ikisi de Kur’an’dandır diyorlarmış muhayyerlik şeyini savunanlar. Burada cem mümkün değil. Niçin cem mümkün değil? Çünkü seleften bize her iki şekliyle de cem ederek abdest alındığına dair bir şey gelmedi. Dolayısıyla cem etmek mümkün değil ama iki tane farklı kıraat var. Dolayısıyla mükellef burada muhayyerdir, istediğini yapar hangisini yaparsa ayetin hükmünü yerine getirmiş olur, diyorlarmış bunlar. Ayrıca bunlar şunu delil getiriyorlarmış Kasani diyor, tıpkı bu mesele yemin kefaretinde ki kişinin muhayyerlikle, muhayyerliği ile ilgilidir, şey benzeridir. Yani orada da Arapça okudu dediği gibi burada kişiye muhayyerlik verilmiştir burada da muhayyerlik vardır, diyorlarmış Kasani öyle diyor yani bu adamlar tabi buna nasıl bu bağlantıyı kuruyor tabi bilmiyoruz.
Abdulaziz Bayındır: Orada o bağlantı son derece yanlış ..
Fatih Orum: Evet,
Abdulaziz Bayındır: Ayeti kerimede muhayyerlik yok bir, ikincisi de amili başında vemsehu var ve erculekum kıratide Arapça bakımından ancak mahalline atfedilerbilir sonra kıraat âlimlerini bu kadarda ciddi manada önemsememek lazım. Kıraat âlimleri sonradan en erken vefat eden 128 yok 118 Hicri yılında vefat etmiştir. Dolayısıyla, bunlar birer içtihattır. Diyoruz ki başlangıçta harekeli değildi musaflar, o insanlar kendi içtihatlarına göre kendi anlayışlarına göre okumuşlar. Şimdi Arapça bakımından he ikisinin de izahı olduğuna göre orada bir muhayyerlik söz konusu değil dolayısıyla, muhayyerlik için yemin kefaretinin örnek verilmesi hiç tutarlı bir örnek değil.
Fatih Orum: Cem edilmeli, yapılmalı yani hem ayakların yıkamalı hem de aynı anda mesh etmeli diyenler ise şöyle diyorlarmış Kasani’nin dediğine göre. Diyorlar ki, iki tane, iki farklı kıraat var, bir ayet üzerinde iki farklı kıraat olması iki ayet menzilesinde demektir bu ayetin, bu iki ayrı ayet anlamına gelir. İki ayrı ayet varsa ne yapmak gerekir? Cem yapmak gerekir eğer imkân varsa. Peki, bu konuda imkân olup olmadığını nasıl tespit edeceğiz? Diyorlar ki, münafat yoksa yani kişi her ikisini yaptığında birbirini naksedecek bir durum ortaya konulmuyorsa yani yıkadığında ayrıca mesh ederek bun cem yaptığında bu ikisi birbirini nötrleştirmiyor bir zıtlık meydana getirmiyorsa burada cem yapılmalıdır, iki ayet menzilesindedir. Dolayısıyla, böylesi bir durumda her ikisiyle de mükellef amel etmelidir, diyorlarmış. Bunları verdikten sonra Kasani ancak bize göre kıraat nas ile olmalıdır yani ve erculekum şeklinde olmalıdır bu da ayakların yıkanmasını gerektirir diyorlar. Bu defa bu kıraatle ilgili kendi düşüncelerini söylüyor yani niçin erculekum diyoruz, şöyle diyor. Nas kıraati ayakların yıkanması meselesi şeye abdestteki o yüz ve ellerin yıkanmasına atfedilmiştir çünkü böylesi bir atıf muhkemdir diyor Kasani yani hiçbir yere çekilmeyecek hiçbir üzerinde tereddüt ve şüphe olmayacak atıf böyledir. Yani cer üzere bi ruusikum şeklinde bir atıf olursa bu muhtemel bir atıftır, ihtimal taşır. Nedir bu ihtimaller? Şöyle diyor buna, eğer bi ruusikum, ve erculekum dersek hakiki olarak ruuse atfetmiş oluruz mahallende irabı bunun havs yani esri olabilir diyor. Yüz ve ellere atıf olursa bu defa mahallen irabı havs olur. Dolayısıyla, bu bir ihtimal, muhtemellik taşır. Peki, mahallen nas şey havsı olur mu yani böyle bir kullanım var mı? Dilde böyle bir kullanımın olduğunu söylüyor yani mesela Arapça okudu şeklinde
Abdulaziz Bayındır:…anlayamadım…
Fatih Orum: O onu söylüyor.
Abdulaziz Bayındır: O herhalde bu konuda verilebilecek en yanlış örnektir.
Fatih Orum: O örneği veriyor.
Abdulaziz Bayındır: Arapça bakımından o asla kabul edilebilecek bir örnek değil yani neyse o ayrıntılar üzerinde burada durmaya gerek yok.
Fatih Orum: Arapça okudu şeklinde bir örnek daha veriyor Kasani
Abdulaziz Bayındır: O tamamen Şiiyle alakalı.
Fatih Orum: (Vakıa suresi 17. ayeti) “Yetûfu aleyhim vildânun muhalledûn” ayetini de vererek civar sebebiyle böyle bir atfın mümkün olabileceğini söylüyor.
Abdulaziz Bayındır: Hiç birisi uygun değil.
Fatih Orum: Sonuç ne? Sonuç havs kıraati muhtemellik taşır, nas kıraati ise muhkemdir ikisi söz konusu olduğunda muhkem olan kıraate göre şey yaparız.
Abdulaziz Bayındır: Muhkem demesinin delili ne?
Fatih Orum: Bu konuda hiçbir sıkıntı olmaz ama ötekini yaptığınız zaman bu mahallen mi olur, hakikaten mi böyle yapacağız diyor.
Abdulaziz Bayındır: Yani asıl nas kıraatinde sıkıntı vardır, cer kıraatinde hiç bir sıkıntı olmaz ki. Yani ama bu dünyada bilinmeyen uzayın ayrı bir yerinde bir Arapça dili varsa o başka ona göre konuşuyorsa.
Enes Alimoğlu: Cer kıraatinin o ruusa ..yüzünden cer olmuş ama hükmen o ve eydiyekuma atıftır diyor.
Fatih Orum: Evet, evet
Abdulaziz Bayındır: Olamaz yani verdikleri örneklerin hiç birisi tutarlı değil.
Enes Alimoğlu: Burada da onu diyenler var. Mesela o anlayamadım…..onu söylüyor başka İmru’l Kaysın Muallaka içersindeki şiirinde bir tane şiir de söylüyor. Ondan sonra bu okumaya yani baktığımızda, telaffuza bu ruusun yanında olduğu için erculikum olabilir ama hükmünde başını mesh ediyor anlayamadım…olarak oraya anlayamadım …ediyor.
Abdulaziz Bayındır: Yok ona atıf olamaz çünkü orada çok ciddi bir sıkıntı ortaya çıkarıyor
Enes Alimoğlu: ama onlar da bunu reddediyor diyor ki, bu cufru darbin harbinde o şeydir diyor yani harfi atıfsız oluğunda bu şeydir şaz olan bir şeydir, şaz olan şey sadece anlayamadım ysni komşu olduğu için yanındakine benzetip okumak sadece şüpheler olmadığında oluyor. Burada o komşu olmadığı zaman…
Abdulaziz Bayındır: Problem çıkmayacak konularda oluyor. Burada çok ciddi problem var.
Enes Alimoğlu: İltimas oluyor mana karışık oluyor, orada hüküm ifade eden vemsehu diye bir ayet var, hüküm var, onun yanındakiyle muhatap olduğu zaman onun hükmünü alabilir böyle bir şüphe var onun için burada o sizin söylediğiniz geçerli değil diye üç anlayamadım reddediyor.
Fatih Orum: Reddediyor, tüm bunların akabinde Kasani diyor ki şu tür teyit edici deliller vardır nas üzere olduğuna dair. Yıkamada met var mesihte yok yani burada şey diyor yıkamayla alakalı olan yerde ilal ka’beyn diye bir sınır belirleme olayı var. Mesihte böyle bir sınır belirleme yok. Dolayısıyla, bi ruusikum ve erculekum ilal ka’beynde de bir sınır belirleme var, erculekum ilal ka’beyn dolayısıyla bu mesih değil ğasille alakalıdır sınırı belirliyorsa diyor.
Abdulaziz Bayındır: Yani diyor ki şimdi bak ayette dedi ki, “ellerinizi dirseklere kadar yıkayın” çünkü yıkamada bir sınır olur diyor. E…bu ayaklarda da bir sınır belirlediyse demek ki o da yıkanacak.
Enes Alimoğlu: Ona da bunlar cevap olarak diyor ki, şimdi o yıkanması gereken iki tane aza var, orada bir tanesi belirlenmiş bir tanesi mahduttur, bir tanesi gayri mahduttur, burada mesihte de iki tanesi var, bir tanesi mahdur, bir tanesi gayri mahdut eğer burada bu caiz değilse o da caiz değildir. Burada …anlayamadım…diyor yani yüzünüzü yıkayın diyor, yüzün sınırı belirlenmemiş, sadece sizin dediğiniz o anlayamadım …var. Burada da öyle yani iki tanesi mahdut, iki tanesi gayri mahdut onun için bu gerekçe şey yapmaz.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi Enes Alimoğlunın şeyini şerh edeyim de şimdi sınırları belli yani yüz, dediğimiz zaman bunu tarife gerek yok yani bitin insan biliyor işte yani yüz baktığın zaman gördüğün kısımdır. Yani işte hatta duvarın bu taraftaki yüzü dediğin zaman baktığın zaman gördüğün şeydir. Bunu tarife gerek yok onu herkes anlar, sınır belirlemeye lüzum yok ama Arapçada yed dediğiniz tercüme ettiğimiz zaman bizim el diye tercüme ettiğimiz aslında kol demek daha uygun olur. Arapçada yed dediğimiz zaman buradan başlar buraya kadar gider. (tüm kolu göstererek) Şimdi ellerinizi yıkayın denseydi insanlar omuzlarına kadar yıkayacaklardı. Oraya kadar olmasın diye ilel merafikı dendi ve burada bu iş bitti, buradan daha yukarısı farz değil. Şimdi ayağa sıra gelince de ayak dediğiniz zaman da parmak ucundan kasıklara kadar olan kısım Arapça da yani ricil dediğiniz zaman. Peki, orada siz diyorsunuz ki niye ayak bileklerini kadar ifadesi, ayak bileklerine kadar ifadesi olmazsa adam mesh ederken bu defa pantolonlar o kadar geniş olacak ki ta.. Bacağının sonuna kadar mesh edecek ee bunun da bir sınırının olması gerekiyor. Yani bu kelimelerin kendinden kaynaklanan bir yapıdır bu ne yıkamayla alakası vardır ne mesh etmekle. Tamam, nerenin mesh edileceğini, nerenin yıkanacağını belirleyen bir sınırı vardır.
Yahya Şenol: Başta şey yapılmaması bütün başın mesh edilmesini gerektiriyor mu bu görüşe göre. bi ruusikumda başınıza mesh edin, ufak bir dokunmayla meshi kabul ediyorlarsa…
Abdulaziz Bayındır: vemsehu bi ruusikumda da şimdi o konuya daha sonra şey yapalım da ama şimdi çok kısaca söyleyeyim vemsehu bi ruusikumda o kelimeden insanlar işin içinden çıkamıyor yani başınızı mesh edinde tamamı mı acaba? Resulullah sallallahu aleyhi ve selemin tamamını mesh ettiği var. Bu ba harfi cerhi işte ilsak içindir yani meshin nereyle alakalı olduğunu, meshlr alakalı kısmı bildirmek için. Malikiler diyor ki başın tamamını mesh etmek farzdır. Şimdi Hanefiler diyor ki, bu ayetten yani tamamı anlaşılabilir yani ilsak için olabilir ama mesih kelimesi müteaddidir meful alır o zaman buradaki harfi cerin buraya gelmesinin bir özel sebebi olabilir yani min anlamı olabilir. O zaman bakalım peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem ne yapmış? İşte bir rivayet var, resulullah sallallhu aleyhi ve sellem bir keresinde başını mesh etmiş ve sarığını hiç çıkarmadan mesh etmiş böyle altından. Şimdi diyor ki, başının tamamını mesh etseydi sarığı düşerdi zaten çıkarmadan bu işi yapamazdı. Öyleyse başının bir bölümünün meshi duyamadım. Peki, o zaman nasıl mesh eder? Eski Hanefiler yani bu Hanefilerin büyük uleması ve o büyük ulemasının sözlerini şerh eden işte o Bedayiu’s Sanayi olsun, Mebsud olsun bunlar diyor ki, başınızda bir şey varsa onu da çıkarmıyorsanız elinizin tamamını başınıza soksanız kesin arkaya düşer, o sarık. O zaman demek ki resulullah sallallahu aleyhi ve sellem bu üç parmağını sokmuştur buradan bu başparmağı ile serçe parmağı dışarıda kalmıştır, üç parmağının işgal ettiği yer mesihtir zaten meshin aleti eldir, elinde parmaklardır, parmaklar beş taneli, beşin de çoğulu üçtür. Dolayısıyla, çoğunlukla yapınca tamamın yerine geçmiş olur. Üç parmak yeri kadar kısmı mesh etmek farzdır diyor. Daha sonraki Hanefilerin herhangi bir delili yok ama herhangi bir delile dayanmadan onu dörtte bire çıkarmışlar yani ilk Hanefilerde dörtte birin meshi diye bir kavram yok ama bir delilleri olmadan onu dörtte bire çıkarmışlardır bu tür şeyler çok vardır zaman zaman bunları anlatıyoruz. İmam Şafi’de yine aynı olayı delil alarak diyor ki, bir resulullah şeyini çıkarmadıysa işte şöyle başına dokunmuş en az üç tel saça dokundun mu min baziyet içinde min ba manasındadır, bir kısmı manasındadır o da farz yerine gelir diyor. Burada bir takım yorumlar yapıyorlar o da ba harfi cerinden kaynaklanıyor.
Fatih Orum: Bu ikinci olarak Kasani şunu söylüyor, Gasil ve mesih kelimelerine dair bir tahlil yapıyor. Diyor ki, ğasil meshi içerir, ğasil isaledir yani akıtmak suyu, mesih ise isabet dokunma anlamındadır. İsabette yani suyu akıtmakta isabet, dokunma anlamı da vardır dolayısıyla ğasil, meshi içerir ve erculekum şeklinde bunu anlamayı kuvvetlendirir diyor. Üçüncü delili,
Abdulaziz Bayındır: Yani ayağınızı elinizle yıkıyorsanız, elinizi ayağınızı üzerinde gezdirdiğiniz için bu eli gezdirmiş olmak mesihtir zaten dolayısıyla yıkadığınız zaman aynı zamanda mesh etmişte oluyorsunuz. Yalnız burada bir tutarsızlıkları şu Hanefilerin, ayakları elle ovma şartı var mı? Yani yıkama organlarından herhangi birisini elle ovma şartı getirdiyseniz, sizin bu yorumunuzu kabul ederiz. Elle ovma şartını sadece Malikiler getiriyor. Hanefilerde böyle bir şart yok yani ayağınızı suyun içine sokun şöyle bir çalkalayın, ayağınızı yıkamış sayılıyorsunuz hatta çalkalamaya lüzum yok ayağını sok, çıkar yıkamış sayılıyorsun. E o zaman sen orada bunu geçerli sayıyorsan mesih diye bir şey yok ki.
Fatih Orum: Bir de şey diyorlar hocam bilmiyorum yani bu konuyla irtibatı var mı acaba mesihte tekrar olmaz çünkü emredilen şey budur yani yıkama olmaz. Ama hani burada onu mesihse yıkayarakta bunun mesh hükmünü yerine getirmiş oluruz denildiğinde de kendi içersinde bir çelişki oluyor mu?
Abdulaziz Bayındır: Tabiî ki oluyor yani işte ortada yani çelişkiler bitmiyor yani o kadar bitmez tükenmez çelişkiler var ki, evet.
Fatih Orum: Üçüncü delili Kasani’nin anlayamadım minen nar rivayeti, işte bildiğimiz o rivayet.
Abdulaziz Bayındır: Tam olarak söyle o hadisi de şey yapsınlar.
Fatih Orum: Burada şey yapayım ben onu.
Yahya Şenol: Tamam ben onu şey yaparım.
Abdulaziz Bayındır: E tamam o zaman söyle o hadisi şimdi tam yeri gelmişken tam olarak oku.
Yahya Şenol: Birkaç farklı şeyi varda hani şey bitsin Hanefi mezhebi Şafiyi anlatırken üstünde duralım yani.
Fatih Orum: İşte peygamberimizden, Kasani o rivayeti veriyor. Bir kavim gördü Arapça okudu diyor. Yani böyle gelişi güzel bir şekilde yıkadılar ayaklarını su şey yapmadı değmediği ayaklarına…
Abdulaziz Bayındır: Suyun değmediği yerler parlıyor, diyor.
Fatih Orum: Böyle bir abdest alan grup gördük.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi suyun değmediği yerler parlar mı? Böyle bir şey siz şimdi suyun değmediği yer parlar mı, böyle bir şey olur mu? Suyun değdiği yer parlıyorsa parlar, değmediği yer nasıl parlar yani bakın yani her kelime dökülüyor.
Enes Alimoğlu: duyamadım…demek….demek yani gözüküyor
Abdulaziz Bayındır: Yok öyle değil bu parlar manasında.
Enes Alimoğlu: ama bu şeyler diyor ki o hadisi yıkadığı için su gözükür suyla parlıyor diyor, onun için peygamberimizde öyle demiş.
Abdulaziz Bayındır: İyi ya yıkanan yer parlar ama yıkanmayan yer parlamaz. Onun için bak yıkanmayan yerden bahsediyor.
Fatih Orum: İşte bunun üzerine peygamberimiz bunları uyarmış Arapça okudu yani işte o topukların cehennemden çekeceği var ateşinden demiş sonrada abdestinizi güzel, yapın, güzel alın demiş bunu rivayet ediyor Kasani.
Abdulaziz Bayındır: Yani bir resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, insanlara öğretmenlik yapan birisi ayağında yıkanmamış yer var, bu ayakların ateşten çekecekleri var mı der yoksa gidin yıkayın mı der? Yıkayın diyecektir. Sonra bir kişi, beş kişi değil ki koskoca şimdi biraz sonra Yahya okuyacak hadisi göreceksiniz.
Fatih Orum: Bir başka rivayet peygamberimizin abdest alışı ile ilgili olarak anlatıyor Arapça okudu ifadesini alıyor. İşte peygamberimiz iki ayağını da yıkadı sonra şöyle söyledi Arapça okudu İşte bu bir abdesttir ki Allah bu abdest olmadan namazlarınızı kabul etmez. Şeklindeki rivayeti alıyor ve orada da Arapça okudu ayaklarını yıkadı ifadesini delil getiriyor. Tüm bunların sonunda bir de Kasani şöyle bir şey diyor.
Abdulaziz Bayındır: Bu delil tutar onu hiç zaten demin anlattık evet.
Fatih Orum: Yani bu tevfik yapılabilir diye bir cümle kullanıyor. Burada görünen o ki bir taarruz var ve iki rivayet var bu iki rivayet arasında, tabi Kasani şunu da kabul ediyor diyor ki, biz veerculukum ilel kabeyni olarak harekelendirebiliriz ama aslında bu da kendi içersinde bir ihtimal taşıyor. Nasıl bir ihtimal taşıyor? Diyor ki, bazen yakınındaki şey ard arda gelen atıflar birbirinin harekesini almayabilirler diyor mesela şu örneği veriyor burada Arapça okudu veriyor burada
Enes Alimoğlu: Bunu kim veriyor?
Fatih Orum: Kasani veriyor.
Enes Alimoğlu: Onu vermişte bakalım el hadidi mi o?
Fatih Orum: Burada Arapça okudu diyor.
Enes Alimoğlu: Yok, uzun bir …anlayamadım..asıl orijinalinde öyle ama bunlar …getirmişler anlayamadım …
Fatih Orum: Ha yani burada harfi ceri olması gerekirken nas üzere gelmiş dolayısıyla bizim söylediğimiz şey de bir ihtimal taşır, burada bir taarruz söz konusu.
Abdulaziz Bayındır: Şiiler harekelendirerek mi yazılıyor? Böyle delil olur mu Allah’ını seversen?
Enes Alimoğlu: Uzun bir şeyin içersinde almış son harfi hepsi dal harfiyle bitiyor mecrur dalla, öyle hadida diye yok, onu yanlış getirmişler.
Abdulaziz Bayındır: Bu mümkün değil yani.
Enes Alimoğlu: Mümkün değil öyle bir şey yok.
Abdulaziz Bayındır: Zaten delil olmaz ki o.
Fatih Orum: İşte burada lafzına değil de manen atıf mümkün diyor bu şiirde dolayısıyla bu harekede de bu düşünülebilir diyor ve en sonunda da şöyle diyor, tevfik yapabiliriz, ayeti şöyle anlayabiliriz yani eğer ayaklar çıplaksa yıkamak gerekir, yıkamalıyız. Eğer ayaklarda huffein varsa mesh yapabiliriz.
Abdulaziz Bayındır: Çorapları varsa öyle değil mi?
Fatih Orum: Huffein ifadesi geçiyor.
Abdulaziz Bayındır: Çorabı demiyor mu?
Fatih Orum: Arapça okudu yani çıplaksa yıkama üzere şey yapılabilir Arapça okudu yani eğer huffeinle şeyse yani ayakta bir mest varsa mesh yapılmalıdır diyerek biz bu iki rivayeti böyle Tevfik edebiliriz, diyor.
Abdulaziz Bayındır: Az önce ben bu doğru dediğim şeyi ben kısaca tekrarlayayım çünkü bazı kimselerin zihninde soru kalabilir. Resulullah sallallahu aleyhi ve selemin ayaklarını yıkadığı ile ilgili rivayetler elbette ki yanlış rivayetler değil. Az önce dersin başında konuşmuştuk Yahudiler abdest alırken ayaklarını yıkıyorlar, resulullahın da bir süre bunu yıkamış olması şart. Yahudilerin yıkadıklarına dair belgeyi ben size getireceğim demiştim. Yahudiler ibadet öncesi tevila dedikleri abdest anlamına gelen üç dini temizlik yaparlar. Vücudu tümüyle yıkarlar, bizim gusül dediğimiz şeyin karşılığı, ibadeti yönetecek kişiler bunu yapar. Elleri ve ayakları yıkarlar, ibadet yapmak isteyenler bunu yerine getirirler. Şimdi bunun esas konumuzla ilgili olan kısmı buymuş, bu nerede geçiyormuş? Kitabı Mukaddes çıkış, 30. bölüm 17–21. cümleler. Şimdi bu ayakları yıkama olduğuna göre demek ki, resulullahın ayakları yıkaması şart oluyor. Bir de Kur’an’ı Kerim’de iki türlü nesih var. Biri misliyle olan nesih yani öncekileri olduğu gibi nesih ediyor. İşte şeyin Nisa suresinin 43. ayetinde yıkanma işte burada da geçiyor, gusül var. Ondan sonra abdest var ve Yahudilerde teyemmümde varmış ve diyor ki, Yahudilikte elleri yıkayacak suyu olmayanların, ellerini kum, çakıl taşı gibi testere tozuyla ovabileceği belirtilmiştir. Şimdi yine bazı şeyleri gizlediklerini hatırlarsak, demek ki bizim teyemmüm dediğimiz onlarda da var. Nisa 43. ayet onlarda olanı Kur’an’ı Kerim’e taşımıştır bu da Kur’an’ı Kerim’in önceki kitapları tasdikidir, önce tasdik ediyor. Önce tasdik ettikten sonra bu misliyle nesihtir yani önceki olanı yazdığınız zaman nesih istinsah yani şu doğru olanı buraya geçirmek manasına olduğu gibi Kur’an’ı Kerim’e almış resulullahta bunu uygulamış. Ama en son inen ayette müminlere olan nimetini Cenabı Hak tamamlayacağını bildiriyor, öncekilerde olup ta son ayette olmayan tek husus ayakların mesh edilmesi onun dışında herhangi bir şey yok. O zaman oradan anlaşılıyor ki burada bir hayırlısıyla nesih var ve resulullahın ayağını yıkadığına dair rivayeti de Kur’an dan ortaya çıkıyor ve mesih ile ilgili rivayetinde kaynağı ortaya çıkıyor ve sonu da bu.
Yahya Şenol: Şafilerin konuyla ilgili en detaylı anlatıldığı yer bu hafta İmam Nevevi’nin Kitabıl Mecmu oradan baktım. İmam Nevevi hem fakih hem de muhaddistir bildiğiniz gibi o yüzden hadis yönü oldukça kuvvetlidir. Diğer kitaplarda olmadığı şekliyle hadisleri burada incelemiş. Şimdi burada İmam Nevevi ayakların yıkanması ve ya mesh edilmesi konusuna giriş yaparken biraz önce Caferilerin kullandığı, beşinci sırada kullandığı icma delilini birinci sırada zikrediyor. Diyor ki, ayakların yıkanmasına dair bizim yani ehlisünneti kastediyor, bizim ulemamız icma etmişlerdir, bu bizim için kuvvetli bir delildir. Yani ayak yıkanır ehli sünnette…
Abdulaziz Bayındır: Bunu bir kenara not edin bakın İmam Nevevi kendi kendini yalanlayacak mı, yalanlamayacak mı bakın şimdi hiç bizim bir şey söylememize gerek yok.
Yahya Şenol: Ondan sonra diğer işte Şiilerin delillerine yer vermiş ondan sonra diyor ki, bize göre yıkanmasının delilleri neler? Biraz önce zikri geçen o Buhari ve Müslim başta olmak üzere Kütübü Sidde’nin neredeyse tamamında geçen o meşhur hadis Arapça okudu diye. O da şöyle, bir gün peygamber efendimiz diyor, bir topluluk gördü onlar abdest alırlarken Arapça okudu yani topuklarının arka kısmı su değmediği için parlıyordu diyeceğiz herhalde Arapça okudu bu şekilde tercüme edeceğiz Arapça okudu su değmediği için parlıyordu
Abdulaziz Bayındır: Böyle bir olay olur mu?
Bir katılımcı: Pastan…
Abdulaziz Bayındır: Su değmediği için, bir kişinin ayağı değil, su değmediği için parlar mı ayak?
Yahya Şenol: Acaba parlama kelimesi mi burada şey yapıyor? Normalde hani yıkanmayan bir yerde kuru kalan yer belli olur. Benim anladığım kadarıyla bu yani parlama kelimesi mi yanlış olarak zikredilmiş. Kolumuzu yıkarken de fark etmişizdir kuru kalan yer parlıyor.
Enes Alimoğlu: Anlayamadım
Abdurrahman Yazıcı: Anlayamadım
Yahya Şenol: Mesela, kolumuzu yıkarken de fark etmişizdir kuru kalan yer parlıyor.
Abdulaziz Bayındır: Mana o yani sağa sola şey yapmaya gerek yok. Aslında kuru kalan yer belli olmaz. Neden olmaz? Çünkü siz o çöl şartlarında düşünün bu insanlar ikindi namazı için abdest alıyorlardı değimli, ben öyle hatırlıyorum. Çöl şartlarında o sıcaklıkta ayağınızı yıkayacaksınız resulullah arkadan yetişecek sizi abdest alırken görmeyecek, yetişecek ayaklarınızda parlama olacak, o zaman zaten su diye bir şey kalmaz uçar gider.
Rüstem hoca: Hocam deneme yapabiliriz herkes baksın kimin parlıyor, kimin parlamıyor.
Bir katlımıcı: O zaman Arabistan’a gideriz.
Bir katlımıcı: Ne dediğini duyamadım.
Abdulaziz Bayındır: Neresi matlaşıyor?
Bir katlımıcı: Ne dediğini duyamadım.
Abdulaziz Bayındır: O zaman sen kendinde bir deneme yap ondan sonra konuş.
Yahya Şenol: Yani bu Şafilerin daha doğrusu ehlisünnetin en büyük delili bu hadis. İkincisi konuyla ilgili diğer hadisler…
Abdulaziz Bayındır: O hadisin şeyini anlatacaktın hani tarihi durumu, hangi dönemde olduğu, ne zaman olduğu, nerede olduğu, o önemli o.
Yahya Şenol: Burada onu anlatmamış.
Abdulaziz Bayındır: Ben değişik rivayetleri var, anlatacağım demiştin ya.
Yahya Şenol: Bu rivayeti açıklıyor dediği….
Abdulaziz Bayındır: Yok diğer rivayetler değil Arapça okudu hadisini
Yahya Şenol: Yok bunu değişik rivayet yollarıyla anlatmamış burada.
Abdulaziz Bayındır: Sen onlara bakmadın yani. Peki, o hadise bakanınız var mı? Hanginiz baktınız?
Yahya Şenol: Yok, o hadisler özellikle kimse de yok.
Enes Alimoğlu: Hadisin başında şöyle var Arapça okudu diye geçiyor. Onu sormuyor musunuz? Yani peygamberimiz yetiştiğinde Arapça okudu
Abdulaziz Bayındır: Bak şimdi o hadisin metni burada var mı?
Yahya Şenol: Yok burada Arapça okudu
Abdulaziz Bayındır: O zaman sen devam et
Yahya Şenol: Diyor ki, buradan ayağın tamamının yıkanmasının vacip olduğu bir defa kesinlikle anlaşılır yani su değmediği için peygamberimiz bunlara vay bu ayakların ateşten çekeceği var demişse diyor, demek ki, ayağın tamamının yıkanmasının biz gerekli olduğunu anlıyoruz. Daha doğrusu diyor bunun doğru olduğunu gösteren başka hadisler var. Mesela, bir tanesi Hz. Ömer’den gelen bir rivayet burada da Hz. Ömer şöyle anlatmış, diyor ki, Bir adam geldi abdest aldı, ayağını yıkarken bir tırnak kadar yeri yıkamadan bıraktı diyor kuru bıraktı, bunu da peygamberimiz görünce şöyle demiş Arapça okudu dön ve doğru düzgün abdest al.
Abdulaziz Bayındır: O nerede geçiyor o hadis?
Yahya Şenol: Müslüm’de geçiyor.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi ben az önceki hadisi size okuyayım Buhari’den. Şöyle bir başlık koymuş Buhari, Arapça okudu Başlığa bakın diyor ki, Ayakları yıkama babı, ayaklarına mesh edemez babı, bab başlığı, önce sizi şartlandırarak hadisi okutuyor.
Enes Alimoğlu: Kademle ricilin farkı ne?
Abdulaziz Bayındır: Kadem şimdi ric dediğin zaman buraya kadar geliyor kadem aşağısı oluyor, alt kısım oluyor. Şimdi bu olay resulullah sallallahu aleyhi ve sellem burada net yokta diğer rivayetlerinde var. Ashabı ile birlikte Mekke dönüşünde olan bir olaydır. Mekke’nin Fethinden dönerken rivayet oldukça güçlü ama bazıları Hudeybiye olayından sonra olduğunu söylüyorlar ama Mekke’nin fethi daha güçlü bir ifade. Diyor ki, burada bir yolculuk sırasında resulullah sallallahu aleyhi ve sellem biraz geri kaldı, ikindi namazı yaklaşmıştı abdest almaya başladık Arapça okudu Ayaklarımızı mesh ederek abdest almaya başladık, bunlar ashabı kiram yani binlerce sahabe.., bir kişi, iki kişi değil. Ayaklarımıza mesh ediyoruz, diyor. Arkadan bize yetişti, en yüksek sesiyle bağırdı, o topukların ateşten çekeceği var, o topukların ateşten çekeceği var, diye. Şimdi düşünün ayaklarına mesh ettiklerini söylüyor. Arapça okudu Ayaklarımıza mesh ediyorduk diyor, ayaklarına mesh eden kişi ayağının bir tarafını yıkamış bir tarafı kuru kalmış olmaz. Mesh etmekte yıkama diye bir olay yok, şimdi bunu şöyle açıklamaya çalışıyorlar efendim mesh eder gibi yıkıyorduk ya olmaz ki mesh başka bir şeydir ğasil başka bir şeydir yani. Şimdi böyle bir hadise böyle bir başlık olur mu? Ayakların yıkanması ama mesh edilmemesi babı, aşağıdaki hadiste mesh ederdik diyor. Şimdi burada bir şey var demek ki hadise dokunmamış gene Allah razı olsun ki dokunmamış dokunsaydı biz bu konuşmayı yapamazdık ama başlığı ile insanları şartlandırmış.
Abdurrahman Yazıcı: Anlayamadım
Abdulaziz Bayındır: Şimdi burada çok ciddi siyasi bir olay var yani tamamen bir şey yapılmış Adalet ve Kalkınma Partisi ile CHP arasındaki temel politikaları değiştiren bir olay var. O tarafta olan onu tercih ediyor bu tarafta olan bunu, o zamanda işte Şiayla ehlisünnet. Şimdi biz akyalarımızı mesh ederdik, en yüksek sesiyle bağırdı, o topukların ateşten çekeceği var. Bunların hepsi ayaklarını mesh ediyor. Mesh eden insan o topukların çekeceği var derken mesih topuğa yapılıyor mu? Topuğa yapılmıyorsa ne demesi lazım resulullahın burada eğer mesele ğasil se, mesh etmeyin beyler ğasl edin demesi gerekmez mi? Peki, nasıl oluyor abdest günde beş kez alınan bir şey bunların hiç birimi bir resulullahın ayaklarını yıkadığını görmedi? O anda şu ayet indi dese şu ayet indi işte erculekum, ercilikum mesela, bu ayet indi, bu ayet inince resulullah dedi ki, beyler ayaklarınızı yıkayın yine Arapça okudu olmaz. O zaman Arapça okudu deniyorsa bunun başka bir sebebi vardır. Araplarda abdest bozarken, bunlar abdest alıyorlar, bir taraftan da tabiî ki abdest bozuyorlar. Topuklarını idrarını yapma yani çöl Araplarında böyle bir adet varmış öyle olunca da tabi o ökçelerde onun şeyi içersindeki ne maddesi varsa o parlar. O dokunduğu zaman parlar, o insanlara daha önce bu konuda uyarıları var işte kabir azabı idrar sıçratısından olur diye. Şimdi bunları birleştirdiğiniz zaman bir de ayetle de rahatlıkla birleştirebilirsiniz. Ayette Allahu Teala ne diyor, bakın ayetle birleştirin ne diyor “Allah size bir sıkıntı yüklemek istemiyor, tertemiz olmanızı istiyor” Peki ayağına idrar sıçratısı olan kişinin ayağı temiz midir? Temiz değilse o yıkayacak ama resulullah işte ayağı temiz olduğu için çorabını çıkarmamış “temizken ben bunları giydim” demiş. O zaman ne oluyor? Şimdi bakın Kur’an sünnet bütünlüğü oluştu mu, bütün bunları şey yaptığınızda. Öbürü resulullahın tavrı değil yani, herkes mesh ediyor orada dünya kadar insan var. O insanlara beyler ayağınızı mesh etmeyin, gasl edin demesi gerekir. Peki, kardeşim bunlardan hiçbir tanesi mi görmedi resulullahın ayağını yıkadığını yani öyle şey mi olur? Şimdi siz buna dayanacaksınız, sırf budur işte dayandıkları esas temel delil, siz bununla diyeceksiniz ayaklar yıkanacak, öyle şey olur mu?
Yahya Şenol: Evet, bu ikinci hadisi bir daha hatırlatayım, Ömer Bin Hattap’tan, Hz. Ömer’den gelen rivayette, Peygamber efendimiz bir adamın abdest aldığını görüyor, Arapça okudu o ayaklarında bir tırnak kadar yer yıkanmadan kalmış onu peygamberimiz görünce de, Arapça okudu dön ve doğru düzgün abdest al demiş buna. Diyorlar ki bundan dolayı biz ayakların yıkanması gerektiğini çıkarıyoruz.
Abdulaziz Bayındır: Tamam da acaba ne zaman çünkü devir devir, yıkandığına dair ayetleri okuduk, mesihle ilgili kısmı da okuduk ve orada bütün incelikleri anlatılıyor. Bu olay ne zaman olmuş o da çok mühim. Ama bak bu az önce anlatılanlar son dönemde oluyor, son dönemlerde artık şey bitmiş yani risaletin son seneleri bunlar.
Yahya Şenol: Bir üçüncü hadisi delil getiriyor bunun dışında ayağın yıkanması ile bütün hadisleri delil alıyor kendisine ama üç tanesi bizim için önemli diyor. Biri Arapça okudu ikincisi biraz önce anlattık, Ömeri Bin Hattap’tan gelen rivayet, üçüncüsü de şu rivayet, bir adam geliyor peygamber efendimize ya resulullah! Abdest nasıl alınır? Bu soruyu soruyor. Peygamber efendimizde bir su getirinde göstereyim nasıl abdest alacağınızı diyor. Ondan sonra peygamber efendimiz abdest alırken üç defa ayaklarını yıkıyor. Ondan sonra şöyle bir söz söylüyor. “İşte abdest budur, böyle alınır” Arapça okudu “Kim bunun üzerine bir şey eklerse ve ya bundan bir şeyleri çıkarırsa o kötülük etmiş olur, kendisine zulmetmiş olur” Diyor ki bu üç hadis bize ayakların abdestte mutlaka yıkanmasını gösteriyor ki, bunun dışında da birçok hadis var diyor, onları da biz delil olarak kullanıyoruz ama bu üçü hem sahih hadis kitaplarında geçmesi hem de senet açısından Ebu Davut’ta geçiyor bu ve senet açısından sahih olması bizim elimizi güçlendiriyor. Başka delilleri biraz önce de konuşulmuştu bu, abdestteki kolların yıkanması nasıl dirseklerle kayıtlanmışsa diyor ayaklarda da ilel kabeyn şeklinde kap kemiklerine kadar bir kayıt olması onun da mesh edilmesini değil, yıkamasını gösterir. Eğer mesh edilecek olsaydı herhangi bir şey demezdi Allah, dolayısıyla herhangi bir yerine dokunmakla mesh etmiş olurdunuz. Şuraya kadar (el bileğini göstererek) diye bir ifade gösterildiği içinde şuraya kadar mesih olmaz diyor bizim anlayışımızda göre şuraya kadar yıka olur mesih başa dokunmakla olacağı gibi. Başka delilleri bu kıraatle ilgili olarak bu ayette (Maide suresi 6. ayet) “vemsehû bi ruusikum” “başlarınızı mesh edin” “ve erculekum” bizim şu an elimizde bulunan musaflarda “ve eculekum” şeklinde üstün olarak okunuyor ve bu üstün okunduğu zaman yıkama fiiline bu ayaklar gönderilmiş oluyor. Dolayısıyla ayakların yıkanması gerekiyor. Diyor ki, eğer siz bunu vemsehû bi ruusikum ve erculikum şeklinde Şiilerin söylediği gibi esre kıraatiyle okursanız bu Arap dilinde kabul edilir, bu esre okunsa bile cerbil cibardan dolayı okunmuştur, hüküm olarak yıkamaya atfedilebilir diyor.
Abdulaziz Bayındır: Yani koskoca Arapçayı bilen âlimler bunu nasıl söylüyor, insanın aklı almıyor gerçekten yani. Ya bunu nasıl söylersiniz yani bugünde aynı şeyi yaşıyoruz, aynı şeyi yaşıyoruz. Bakıyorsunuz ki, yani bir siyasi bir yerde bir şey söyledi mi aşağıdaki ulema onu kutsamak için ellerinden geleni yapıyor. Mesela, biliyorsunuz bir zamanlar 28 Şubat’ta başörtüsüne karşı büyük bir şey oldu. Başörtüleri boyun örtüsüne dönüştü. Kur’an’ı Kerim de ki, (Nur suresi 31. ayet) “vel yadribne bi humurihinne alâ cuyûbihinne” Ne birisi efendim humuru este dememişmiş. Yani bu gülsemde, acaip bir şey, bu ne biçim bir şeydir? Yani dün iveca kelimesi ile ilgili bir şey gördüm sözlüklerde, dünyayı ahirete tercih edenler. İbrahim suresinin 3. ayetinde “Dünya hayatını ahirete tercih eden kişiler” ahireti inkar etmiyor “Allah’ın yolundan engellerler ya da kendileri çıkar” “orada iveca peşine düşerler” iveca dediği bir eğrilik ama nasıl bir eğrilik? Gözle görülebilecek bir eğrilik değil, manada bir eğrilik yani ancak dikkatle düşünür, tefekkür ederseniz anlarsınız yoksa anlayamazsınız. Yani öyle bir şey yaparlar ki, binlerce insan fark edemez. Yani derler ya bir deli bir kuyuya bir taş atsa kırk akıllı çıkaramaz, delinin attığı taş iveca dır. Yani kim baksa görür, ya bu kuyuya bu taşı kim attı, hangi deli attı der. Çünkü hemen kendini gösterir ama bir akıllı adam, kuyuya taşı öyle bir yerleştirir ki, kuyuya su gelen deliği oradan kapatır, kuyunun sahibinden de para alır sonra da kuyu kurur. Ve orada kırk akıllı çıkaramaz burada kırk bin akıllı onu hiç göremez bile. İşte öyle bir usulüne uygun yapar ki bu işte iveca denen şey bu. İşte bunlar nasıl yapılır, bunlar Arapça da yani söylenecek sözler değil. Evet, devam et.
Yahya Şenol: Bu işte Arapça da olur diyor bunlar. Arap lügatında meşhurdur ve şiirden örnek veriyorlar biraz önce geçen örnek. Arapça okundu diye bir kelime
Abdulaziz Bayındır: Harip
Yahya Şenol: Harbin diye herhalde Enes Alimoğlu, ben de harip diye biliyordum.
Abdulaziz Bayındır: Harbin mi? Bize ta talebeliğimizde harip diye ezberlettiler
Yahya Şenol: Ben de harekeli olarak gördüm ama
Abdulaziz Bayındır: Ben öyle ezberlemiştim haribin ta talebeliğimizde
Yahya Şenol: İki kıraate göre okuyalım o zaman haribin ve harbin diye.
Abdulaziz Bayındır: Lügatta duyamadım olmaz öyleyse öyledir yani.
Yahya Şenol: Madem erculekum ve erculikum ikisi de olabiliyor, bu da olabilir. Şimdi burada önemli olan şey şu, diyorlar ki, Türkçesi bunun şu, bu bozulmuş, harab olmuş bir keler yuvası deliği cuhrun Şimdi buradaki harbin kelimesi darbin haribin olarak harekelenmiş. Hâlbuki diyor bu harip kelimesi kelerin değil, deliğin sıfatı. Dolayısıyla bu her ne kadar mecru olarak okunsa bile aslında Arapça okudu aslı sıfat olduğu için ama hemen yanındaki dab kelimesinin mecru olmasından dolayı cerril cibar diyorlar buna o yüzden mecrur okunmuş ama hüküm olarak diyor bu sıfat olduğu için bu aslında merfu olmalıydı ama demek ki diyor mecrurda okunabiliyor.
İkincisi, ayetten delil getiriyor. O da Hud suresinin 26. ayeti orada da Cenabı Hak şu, bir peygamberin ağzından şunu söylemiş “innî ehâfu aleykum azâbe yevmin elîmin” Buradaki elim mecrur okunmuş, halbuki bu yevm kelimesinin sıfatı değil azap kelimesinin sıfatı. Yani “ben başınıza acıklı bir azabın geleceği günden korkarım” Bakın Türkçede de böyle acıklı neyin sıfatı burada elim, azabın sıfatı günün değil. Dolayısıyla burada
Abdulaziz Bayındır: Şöyle de mana veriliyor tabi, bizde hep öyle “acıklı bir günün azabından” Çünkü o gün zaten, o günün ne kadar acıklı olduğunu Kur’an’ı Kerim anlata anlata….
Yahya Şenol: acıklı bir azabın geleceği gün diye azaba atfediyor bu. Demek ki burada elimin okunsa bile bu şeyin sıfatın olduğu için bunlar cazip Arapça da. Buna diyor bu kıraat konusuna şöyle de cevap verilebilir, baktığımız zaman biz iki vecihte okunabileceğini görüyoruz biz. Erculikum şeklinde esre olarak ta okunabiliyor, erculekum şeklinde üstün olarak ta okunabiliyor. Bize göre diyor bu ikisi eşit ve bu durumda hangisinin okunacağı konusunda biz sünnete müracaat ederiz sünnette de peygamber efendimizin ayaklarını yıkadığını gördüğümüz için dolayısıyla biz burada mensup, erculekum kıraatini tercih eder ve ayakların yıkanması gerektiğini söyleriz diyor.
Üçüncüsü eğer diyor tamam bunlarda da anlaşamadık illaki buradan mesih çıkacağını söylersek, diyor ki biz bunu bir an olsun kabul edelim, burada ki mesihten hafifçe yıkamak kastedildiği anlarız biz Arapçada diyor bu mümkün. Bunu söyleyen lügatçılar dil alimleri var Ebu Zeyd El Ensari, İbni Kuteybe ve diğerleri gibi. Yani diyor ki çünkü Araplar Arapça okudu hafifçe yıkamaya mesih diyebiliyorlardı diyor. Demek ki diyor ayette ayaklar ve baş mesh edilecek diyorsa bunun için yıkandığını falan gösterir.
Abdulaziz Bayındır: Ama öyle kötü bir yorumun öyle yanlış bir geçmişi var ki, inşallah bir tez yapılıyor, orada ortaya çıkarsa görürüz.
Enes Alimoğlu: Duyamadım
Yahya Şenol: İşte yani öyle söylüyorlar
Abdulaziz Bayındır: O zaman başı da hafifçe yıkayacaksın.
Enes Alimoğlu: duyamadım ikisi bir araya geldiği zaman duyamadım
Yahya Şenol: Ve diyor ki,
Abdulaziz Bayındır: Çok acayip bir şey yani kabul edilmesi imkânsız bir şey. Yani baştan inşallah o şey yapılır. Birisi bir hata yapıyor, yanlış bir yorum yapıyor sonra o yanlış yorum daha sonra gelenler tarafından bir kural haline getiriliyor.
Yahya Şenol: Delillendiriliyor bir de.
Abdulaziz Bayındır: Delil olarak sayılıyor bu işte onu anlatıyor.
Fatih Orum: Belki daha doğrusu siyasi bu iş böyle olacak diye emrediyor, diğerleri de temellendiriyor.
Abdulaziz Bayındır: Aynen öyle zaten şey işte bu tamamen Haccacın İslam âlemine attığı bir kazık hiç başka bir şey değil. O işin o tarafı ile ilgili rivayetler varsa elinizde….
Yahya Şenol: Ve birde Beyhaki’den bir rivayet getiriliyor, diyor ki, ashabı kiram erculikum şeklinde okurdu bunu yani ayaklarınızı da başlarınızı mesh ettiğiniz gibi edin ama buna rağmen onlar ayaklarını yıkarlardı.
Abdulaziz Bayındır: Nasıl yıkarlardı? Buhari’de, Müslim’de mesh ederlerdi diye geçiyor buna rağmen yıkarlardı diyor.
Yahya Şenol: Bunu da kendisine delil olarak almış. Ve bir de biraz önce Sünnilerin kitaplarında da geçiyor diyerek Tabari’de geçen bir rivayeti kullanmıştı Şiiler. O rivayette Haccac insanları toplamış ve onlara şu şekilde hitap etmiş, Allah abdest alırken size yüzünüzü, kollarınızı ve ayaklarınızı yıkamayı emrediyor, demiş ve ayeti okumuş. O an orada bulunan Enes Bin Malik ki işte peygamber efendimizin terbiyesinde yetişmiş olan sahabi, o kalkmış ve şöyle demiş, Allah doğruyu söylüyor ama şu Haccac yalan söylüyor, Allah böyle bir şey emretmedi o ayette. Diyor ki, bu evet Sünni kaynaklarda geçiyor ama bunun şu şekilde anlaşılması da mümkün biz diyor Enes Bin Malik’in kendisinin abdest alırken ayaklarını yıkadığını biliyoruz, ayakların yıkanacağına dair rivayetlerini biliyoruz. Burada diyor onun Haccac yalan söylüyor dediği şey Allah’ın bu abdest ayetinde ayakların yıkanmasını emretmediğidir. Diyor ki, Enes Bin Malik, ayakların yıkanmasını farz görüyor ama bu farzın ayetten değil hadislerden kaynaklandığını düşünüyoruz. O şekilde bir açıklama getiriyorlar. Diyorlar ki, Enes Bin Malik diyormuş ki, evet Allah abdest ayetinde ayakların mesh edilmesini emrediyor, doğru ama ayakların yıkanması farz çünkü resulullah bunu emretti.
Abdulaziz Bayındır: Yani Allah başka bir şey söylüyor, resulullah başka bir şey söylüyor.
Yahya Şenol: Dolayısıyla diyor ki, ayakların yıkanması konusunda Enes’le Haccac aynı görüşteler ama Enes’in Haccac’a katılmadığı nokta bunun Allah’ın değil peygamberin emrettiğidir. Haccac Allah’ın emrettiğini düşünüyor, Enes Bin Malik diyor hayır, yıkanması doğru ama bunu peygamber emrediyor. Bu şekilde anlaşılıyor.
Abdulaziz Bayındır: Bu Şafi mezhebinde bir kural var, ayet ayeti nesh eder, hadis hadisi nesh eder, ayet hadisi, hadis ayeti nesh etmez derler. Peki, madem öyle, hadis ayeti nesh etmiyorsa ve ayette ayakların yıkanmasını emrediyorsa siz nasıl oluyor da, hadisi ayağı nesh ettirerek, şey yok ayet ayakların mesh etmesini emrediyorsa hadiste yıkanmasından bahsediyorsa nasıl oluyor da siz hadisle ayeti ortadan kaldırıyorsunuz. Demediniz mi ki ayet hadis ayetle nesh edilmez. Yani gerçekten hiç iler tutar tarafı yok yani.
Yahya Şenol: Orada da neshi tahsis diyerek çeviriyorlar.
Abdulaziz Bayındır: İler tutar tarafı yok.
Yahya Şenol: Sonra diyorlar ki, bunu da mı kabul etmediniz hani o Şener Şen’in şey filmi aklıma geliyor. Bitti mi? Bitmedi, dahası var falan çıkarıyor ya bir şey. Tamam diyor bunları da kabul etmediyseniz Enes Bin Malik’in de biz ayakların mesh edilmesi görüşünde olduğunu kabul edelim ama bu konuda diyor, Hz. Peygamberden eğer ayakların yıkanacağına dair rivayetler varsa biz bu Enes Bin Malik’ten gelen mesih rivayetini zaten kabul etmeyiz, peygamberimizden gelenleri ön plana alır onu ikinci plana koyarız, diyorlar. Üçüncüsü bu Şia demiştik ya Abdullah Bin İbni Abbas’tan da Allah size iki yıkama, iki de mesh etmeyi emrediyor. Yıkanacak organlar el ve yüz mesh edilecek organlar da baş ve ayaklardır sözü ve bu da diyor sizin Sünni kitaplarınızda geçiyor demişlerdi Şia. Bu da diyor evet diyor Taberi İhtilaf’ul Ulema adlı kitabında bunu yazmış doğru ama biz buna sahih demiyoruz ki diyor. Bu zayıf bir rivayetle gelmiştir aksine Abdullah İbni Abbas’ın Buhari ve Müslim’de abdest alırken ayaklarını yıkadı diye rivayeti vardır ve kendisi de yıkıyordu diyor. Dolayısıyla zayıf olarak gelmiş olan o Şia’nın söylediğini değil biz o sahih yolla gelmiş olan ayakların yıkanması rivayetini esas alırız bu da diyor onlara delil olmaz. Son olarak Hz. Ali’den gelen bir şey var burada Hz. Ali ayakları mesh etti demişti diyor. O da diyor başta Buhari’ye ve diğer hadis hafızları olmak üzere diğerleri tarafından zayıf görülmüştür, biraz önceki hadis için söylediklerini burada da söylüyorlar, bu konuda ayakların yıkanması gerektiğini gösteren hadisler o kadar açık ve net ki biz onları bir tarafa bırakıp zayıf olanlara dayanamayız ve dolayısıyla ayakların mesh edilmesini söyleyemeyiz bize göre diyor ayaklar mutlaka yıkanmalıdır.
Abdulaziz Bayındır: Peki, sıra kimde? Sende mi? Malikilerde…
Mehmet hoca: Malikiler biraz kısa bahseder anlayamadım çıplak ayaklara kesinlikle mesh etmek caiz değildir, mest üzerine mesh edilir. Ayetle ilgili (Maide suresi 6. ayet) “ve erculekum ilâl ka’beyn” yadeyn kelimesine atfedilerek nasbe okunduğu zaman yani fetha okunduğu zaman sorun yok, diyor zaten bu yıkamayı gerektirir diyor. Ama cer okunduğu zaman yani ruus sarf edilerek cer okunduğu zaman yani esre okunduğu zamanda dört vecihle bunları cevap veririz diyor. Birincisi, kabul etmediğimiz bil cibar yani mecru kelimeden hemen sonra geldiği için diyor, mecru okuruz diyor o zaman şey değil, yanında yıkıma kastedilir diyor.
Enes Alimoğlu: Ama hüküm değişmez, değil mi?
Mehmet hoca: Hüküm değişmez diyor, ikincisi, cer okunması diyor, meshe atfedilmiştir diyor, mesih anlarız diyor ayetten fakat yıkamak sünnete aittir diyor buna göre sünnet Kur’an’ı nesh eder. Arapça okudu ibaresini kullanıyor. Üçüncüsü de, mesih ruus kelimesine atfedilerek cer okunmuştur diyor bunu kabul ederiz fakat buradaki mesih çıplak ayağa değil, mest üzerine mesh etmektir diyor. Dördüncüsü de, Araplarda mesh kelimesi yıkama manasında kullanılırdı Arapça okudu yani namaz için mesh ettik demek yani namaz için yıkandık ya da abdest aldık manasında kullanılır.
Mehmet hoca: Bu kadar İmam Malik’in farklı bu da tam farklı değil ama farklı bir şekilde anlatış tarzıdır, özetledik. Abdurrahman Yazıcı: Hanbelî mezhebininki de İbni Kudamenin El-Muğni’sinden baktım hemen hemen diğer Sünni mezheplerin delillerini de burada kısaca zikr ediyor. Önce İbni Ebu Leyla’dan peygamber efendimizin sahabesi bu konuda icma ettiğine ilişkin bir rivayete de yer veriyor ancak diğer farklı rivayetlerinde olduğunu, örneğin Abdullah Bin Abbas’tan, Enes Bin Malik’ten de bu konuda farklı rivayetler geldiğini hatta Taberi’nin, İbni Cerir et-Taberi’nin de bu konuda farklı görüşü olduğunu söylüyor. Bu konuda daha sonra delillerini zikrediyor İbni Kudame, burada deliller arasında peygamber efendimizden gelen hadisler onları zikrediyor. İşte bu peygamber efendimizin yıkadığı hatta bir defasında uyardığı Arapça okudu tekrar iyi bir şekilde al diye uyardığı yine Arapça okudu o rivayeti naklediyor. Ve mesihle ilgili rivayetlerle ilgili de şöyle bir ifade kullanıyor, onu da burada yer vermiş. O rivayetin ravisi Hüşeym Bin Beşir sözünü de naklediyor Arapça okudu bu mesih tamam var peygamberimiz yapmış ama İslam’ın ilk dönemlerinde şeklinde.
Abdulaziz Bayındır: Yani gerçekten bunu bilmesek kabul edeceğiz galiba. Yani Allah yardım etsin bu millete gerçekten yani öyle gizli şeyler yapıyorlar ki, çok iyi uzman olacaksın ki bu yanlışları fark edebilesin. Fi evvelil İslam ya hiç olabilir mi öyle bir şey yani. Müslim’in rivayetinde Mekke’den Medine’ye gelirken diyor bu oldu, bir sefer sırasında, toplu şekilde yoksa hicret sırasında değil, resulullahla beraber birlikte geliniyor. Mekke’den Medine’ye ne zaman geldi resulullahın ashabı?
Abdurrahman Yazıcı: Daha sonra ise bu kıraatlere yer veriliyor hocam. İşte bu kıraatin iki, kıraatlerle ilgili delillere, Yahya hocanın söylediği Arapça okudu de ki şeyi, yine bu Arapça okudu bu ifadeyi vesair bunlarla duyamadım çalışıyor ancak en sonu şu ifadeyi kullanıyor, Arapça okudu iki tarafa da ihtimal olsa bile Arapça okudu bu konuda peygamber efendimizin beyanına başvurmak gerekir. Arapça okudu İşte Amr Bin Abese hadisinde peygamber efendimizin şu sözünün buna delil olduğunu, o ifade de şöyle, Arapça okudu şeklinde geçen, çok sahih hadislerde geçmiyor bu rivayet. Herhalde suitu geçiyor.
Abdulaziz Bayındır: Suituda geçiyorsa onda bir şey vardır.
Abdurrahman Yazıcı: Sahih kaynaklarda geçmiyor bu rivayet, işte peygamber efendimiz şöyle dedi işte yıkadı ayaklarını bu Allahu Teala’nın emrettiği şeklinde…
Abdulaziz Bayındır: Bu tür konularda fıkıh kitaplarında öyle uydurma hadisler koyuyorlar ki hiç aslı astarı yok, sırf kendilerinin uydurduğu belli yani o sıra.
Abdurrahman Yazıcı: Yine buradaki meshle ilgili şeylerin ğasle şey yapılabileceğini, gasl olarak yani hafif yıkama olarak anlaşılabileceğini bu konuda Ebu Ali El- Farisi’nin şöyle dediğini Arapça okudu şeyi yıkamayı da mesh olarak isimlendirdiklerini hatta Arapça okudu ifadesini kullandıklarını söylüyor.
Fatih hoca: Kadrolu duyamadım acaba?
Enes Alimoğlu: Çok zor durumda kalmışlar.
Abdulaziz Bayındır: Çok sıkıntıya girmişler yani şu ne kadar, illa kesin karar vermişler yani şu başörtüsü caizdir diyenler bunlar kadar zorlanmış değil. Şey başörtüsü farz değildir diyenler var ya onlar bu kadar zorlanmış değiller.
Abdurrahman Yazıcı: Yine ayeti kerimede ilel ka’beyn şeklinde bir sınırlama olduğu nasıl kollarda varsa şeklinde yine o ka’b kelimesinin Şiileirn anlayacağı şekilde olmadığını ka’b kelimesini duyamadım şey yapıyor temel olarak bunlar delilleri..
Abdulaziz Bayındır: Evet, başka bir şey kalmadı değil mi? Ha Rüstem sen hangi mezhep?
Rüstem hoca: Zahiri mezhebi…
Abdulaziz Bayındır: Ha Zahiri de var, doğru, tamam.
Rüstem hoca: Bu konuda İbni Hazm’ın eseri El- Muhalla Bi’l Asar kitabından çalıştık. Bu ayette İbni Hazm şöyle diyor, ister diyor erculekum olsun ister erculikum olsun her iki durumda fetha ve ya kesre olsun fark etmez. Ruus, ayaklar ruusa atıftır diyor
Abdulaziz Bayındır: Ha işte böyle ya doğru söylemiş.
Rüstem hoca: Ayaklar ruusa atıftır yani mesh edilir.
Abdulaziz Bayındır: Mesh edilmesi emredilmiştir.
Rüstem hoca: Şimdi onun söylediği ve dayandığı şey genelde mesh yapılır, ayaklara mesh yapılır başka ters görüşü yok diğerleri gibi. Ondan sonra şöyle bir mantık yürüyor, fikrini desteklemek için ve ayete uygun olarak söylüyor galiba, ben öyle düşünüyorum. Yüzünüzü örten şeyi mesh etmiyorsunuz diyor ama ayağınızı örten şeyi mesh edebiliyorsunuz diyor.
Abdulaziz Bayındır: Elbette doğru.
Rüstem hoca: Atıfla matuf arasına
Abdulaziz Bayındır: Hiç kolların meshinden bahseden bir şey duydunuz mu şimdiye kadar? Bakın bu çok güzel bir tespit Arapça okudu diyor, kadınlar değil, Araplar çölde yürüyüşe çıktıkları zaman bir gözleri açık kalacak şekilde tüm yüzünü örterler. Siz de olsanız örtersiniz çünkü yukarıdan aşağıya gelen güneş ışınları, aşağıdan da geriye dönüyor ve yüzünüzü yakıyor. Sadece bir gözleri açık kalacak şekilde bir de zaten toz da oluyor, kum fırtınası da oluyor. Peki, eğer yıkanması açık olan yerde mesh falan olsa yüzlerini mesh ederlerdi ya da resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Tebük seferinde bir cüppe giymiş, kol ağızları dar, geriye çıkmıyor abdest alırken, cübbeyi çıkarıyor ve kollarını yıkıyor. Eğer bu bir kolaylık olsun diye iseydi, diyorlar ki ayaklarınıza mest ve ya çorap varsa kolaylık olsun diye mesh edilir. Ya kardeşim yıkanması emredilen olay bir organsa ve yıkanması emredilen organ kolaylık olsun diye mesh ediliyorsa resulullah niye çıkardı cübbesini de kollarını yıkadı? Niye o insanlar o zor tabiat şartlarlı altında ill yüzlerini açacakta yıkanacak deniyor? Dolayısıyla bu tesbiti gayet güzel…
Rüstem hoca: İkinci sebebi, atıfla matuf arasına bir şey girmemeli diyor. Dolayısıyla, ricil ruusa matuf olmalı yani ayaklar başa atıftır dedi.
Abdulaziz Bayındır: O çok doğru…
Rüstem hoca: Ellerde yüze, üçüncü bir tespiti, abdestte yıkanması emredilen uzuvlar diyor teyemmümde mesh edilir diyor ama mesh edilen abdestte mesh edilen uzuvlar teyemmümde zikredilmez, düşer.
Abdulaziz Bayındır: Güzel de şimdi o kabul edilemez yani eğer teyemmüm sadece abdest için olsa tamam ama teyemmüm gusül içinde geçerli. Gusülde peki tüm vücudun tamamı yıkanıyor ne olacak? Tüm vücudun hepsini mi mesh edeceksin?
Abdurrahman Yazıcı: Kıyas yapmış oluyor.
Abdulaziz Bayındır: Yanlış kıyas bu yanlış bir kıyas.
Enes Alimoğlu: Zahiriler abdestte meshmi ediyor çıplak ayak üzerine?
Rüstem hoca: Bu konuda bulamadım bir şey çünkü
Abdulaziz Bayındır: ayaklara mesh ediyorlar zaten
Rüstem hoca: mesh etme konusunda…
Abdulaziz Bayındır: Ben ilk defa duyuyorum onu
Yahya Şenol: İbni Hazm o görüşte olsa kitaplar yazardı
Abdurrahman Yazıcı: ama Zahirilerin genel görüşü Sünniler gibi.
Yahya Şenol: Yani Şia’dan başka benim bildiğim kadarıyla yok bunu kabul eden. Karşı görüşün delilleri olmasın bunlar sakın.
Abdulaziz Bayındır: Yok yok, İbni Hazm’ın ifade tarzı bu yani şey değil, İbni Hazm bu şekilde konuşur. O da demek ki o da zaman zaman doğru tespitler yapıyor yani.
Yahya Şenol: Çünkü o bu konuda hani hadislere öncelik verir ya her zaman.
Rüstem hoca: Taberi tefsirinde başka bir yazıda…
Abdulaziz Bayındır: Yok bazen ayette de veriyor.
Rüstem hoca: Hocam başka bir yazıda çıkardım Taberi tefsirinde diyor ki anlayamadım kurallarına göre diğer bir kısım, kurallarından diğer bir kısmı ise ercilikum ifadesindeki harfini esre okumuşlardır, diyor. Bunlara göre Allahu Teala bu ayeti kerimede abdest alırken başın ve ayakların mesh edilmesini emretmiştir, abdest alırken ayaklar yıkanmaz, mesh edilir, diyor, bu Taberi tefsirinde geçiyor. Ayrıca Süleyman Ateş’te bu konuda şeydir, o da aynı mesih yapılır diyor, o da savunuyor bu konuyu.
Abdulaziz Bayındır: Tabi, doğru. Evet, ben şimdi size kısa bir özet yapayım, herkes şey yaptı vakit tamamlandı ama fazla uzatmadan bu konuda çok ayrıntılı çalışma yapılıyor inşallah bittiği zaman elinize geçer. Şeyden okumuştum size Yahudilerin ibadetten önce ayaklarını yıkadıkları çok açık. Kur’an’ı Kerim’de neshin iki şekli var ya misliyle ya da hayırlısıyla nesih. Misliyle nesih önceki kitaplarda olanın aynısıdır. Yahudilerde teyemmümde var, onu da gördük burada size okudum. Nisa suresinin 43. ayeti ayakların yıkanması ve teyemmüme işaret ediyor. Önceki zaten resulullah Enam 90. ayette de önceki ümmetlere uymakla emrediliyor. Dolayısıyla ayakların mesh edilmesi ile ilgili, yıkanması ile ilgili rivayetler, olmak zorunda önceki şeyin bir kere devam etmesi ve resulullahın onları tasdik ettiğinin görülmesi gerekiyordu. Ve yine onlar gayet iyi biliyorlar ki Muhammed ümmetinde hafifleme olacaktır. Dolayısıyla, işte bu onlara hiçbir şekilde garip gelmez, bu hafiflemede ayakların mesh edilmesidir. Ehlisünnetin en güçlü hadis kaynakları olan Buhari’de, Müslim’de ve diğer hadis kitaplarında Mekke’den Medine’ye resulullahla beraber ashap gelirken, resulullah biraz geridekalıyor, bir su kaynağında abdest alıyorlar, hepsi ayaklarına mesh ediyor bir kişi, iki kişi değil. Şimdi bu çok büyük bir ihtimalle yani rivayetlerde öyle söyleniyor Mekke’nin fethinin dönüşüdür. Mekke fethine kaç kişi katılmıştır? Şimdi On bin kişinin katılıdığı bir yerde Arapça okudu hadisi diye söylüyorsa resulullah hepsinin bunu duyması mümkün değil. Ama orada dese ki beyler ayaklarınızı yıkayın, bu maalesef bir siyasi tercih sonucu ve Haccacla ilgili rivayet edilen Taberi tefsirinde, Taberi oldukça eski bir tefsirdir, ayaklarınızı yıkayın niye diyor? Demek ki herkes mesh ederek gidiyor da onun için diyor. İnsanlar yıkayarak girse, ayaklarınızı yıkayın der mi?
Ve maalesef biz gayet iyi biliyoruz ki siyasi irade eğer dine müdahale etmeye kalkarsa ona o kadar çok şak şakçılık yapan insan çıkıyor ki, biz bunu her gün yaşıyoruz yani Süleymaniye Vakfı olarak her gün yaşıyoruz. Dolayısıyla, o günkü insanlarda, kendi günah işleme hürriyetlerini kullanmışlar buna biz doğru bir sonuca ulaşıp neticelendirmemiz lazım. Ne kadar zorlandıklarını görüyorsunuz, Arapça kurallarını çiğniyorlar. Efendim, hadis, ayeti nesh etmiştir diyorlar, nesih kurallarını çiğniyorlar. Hâlbuki nesih, ayeti kerimede (Bakara suresi 106. ayet) “Bir ayeti nesh eder ya da unutturursak ondan hayırlısını ya da mislini getiririz” hadis ayetin ne mislidir ne hayırlısıdır. Ve de resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin Kur’an’da indirilene aykırı bir hüküm vermesi de mümkün değil onu da Maide 49’da dersin başında anlatmıştık, anlatmaya çalışmıştık. Resulullahın sünneti Kur’an’ı Kerim’den çıkarmış olduğu hikmetlerdir yani Kur’an’da ki ayetlerin hükümleridir. Bu ayette net olarak görebildiğinizde vardır, göremediğinizde vardır. Göremediğinizde, mutlaka ilgili ayetlerin birleştirilerek ortaya çıkardığı hükümlerdir. Bu olayda her şey gayet açık iki tane organ yıkanıyor, iki tane organ da mesh ediliyor ama ayaklar kirliyse Allah temiz olmasını istediği için kirli ayakların da yıkanması gerekiyor. Böylece dersin sonuna gelmiş olduk hepinize teşekkür ediyoruz, sağ olun.