Elhamdülillâhi Rabbil âlemin. Vessalâtü vesselêmü alê rasûlüne Muhammed’in ve alâ êlihî ve sahbihi ecmaîn.
Şimdi bugünkü konumuz Zekât ama tabi, zekât çok büyük bir mevzuu burada bazı ufak tefek şeyler üzerinde belki durulacak. Zekâtı kimler verir? Kimlere verilir?
Şimdi, aslında zekât bugünkü manada vergidir. Ama bu bugün vergileri işte devlet belirliyor. Vergiyi devlet belirlediği zamanda bakıyorsunuz ki akşamdan sabaha değişiyor. Yani bu devletin size karşı yapmış olduğu hizmetlerin aslında bir bedelini ödemiş oluyorsunuz vergiyle. Ama işte devletin bazı sıkıntıları olabiliyor. Beklenmedik durumlar olabiliyor. Yanlış uygulamalar olabiliyor. İşte ayakta kalabilmek içinde vergiyi arttırıyor. Arttırdığı zamanda bu defa da vatandaş sıkıntıya giriyor. Dolayısıyla bakıyorsunuz ki bu vergi kaçırmalar şunlar bunlar oluyor.
E zekât. Zekâtta kaçırılmaz mı? Kaçırılır elbette. Yani ne olacak? İnsanlar! Allah’ü Teâlâ namaz kıl diye emrediyor kılmıyor. Zekât ver diye emrediyor zekâtı da vermiyor. Fakat işte zekâtın iki yönü var. Bir tarafta ibadet olarak Cenabı Hak kabul ediyor. İbadet olunca bir kere burada bir manevi konsol söz konusu oluyor. Öbür taraftan da devlete de Allah emir veriyor diyor ki: Al!
Diyor ki: “ (Bu şeydeydi. Tövbe suresinde idi.) Onların mallarından sadaka al (Tövbe suresi 103. Ayet) (Şimdi burada diyor ki:) Onların mallarından sadaka al!”
Şimdi bu sadaka kelimesi bizim Türkçemizde zenginlerin fakirlere yapmış olduğu ufak tefek yardımlar için kullanılan kelimedir. Ama Kuranı Kerime baktığınız zaman sadaka, zekâtı da içerisine alan kapsamlı bir kelime. Ve son derece önemli bir kelimedir. Tabi üzerinde durmayacağız ama kısa bir cümle olarak geçiştirecek olursak, İslam ekonomisi sadakalar üzerine kurulur. Şeyde, bugün kapitalist ekonomi dediğimiz batı ekonomisi de faizler üzerine kurulur. Yani sadaka demek ekonomiye sürekli su taşımak demektir. Ama şey dersen faiz dediğiniz zaman da ekonomiden sürekli mal çekme, para çekme ve ekonomiyi daraltma anlamına gelir.
Yani şimdi her zaman verdiğimiz bir örnek var. Biliyorsunuz bir kan örneği veriyoruz. İşte vücudumuzun bütün damarlarında, kılcal damarlarında kanın bulunması lazım. Vücudumuzun tamamı birer tünel gibidir. Yani her tarafa ya da yollar şeklindedir. Bu yollar sürekli açık olması lazım. Mesela, bu damarlardan herhangi birisinde tıkanma olduğu zaman damar tıkanıklığı deniliyor. İşte orada bir ödem dedikleri şey meydana geliyor ve orada ciddi rahatsızlıklar oluyor. Kılcal damar tıkanıklığı başka bir rahatsızlığa sebep oluyor. Büyük bir damar tıkanıklığı bir başka rahatsızlığa sebep oluyor. Damarlar sürekli açık olması lazım. Dolayısıyla bağırsaklarda üretilmiş olan gıdaların, ağızdan gelen gıda mideden vücuda yarar şekle getirilerek bağırsaklara gönderiliyor ve oradan da alınıyor. Oradaki kan damarları bağırsaktan onları alıyor vücudun ilgili yerlerine götürüyor. Hücrelere dağıtıyor. Oksijeni de alıyor tüm hücrelere dağıtıyor. Oradaki artık maddeleri de alıyor boşaltım organlarına götürüyor dolayısıyla yollar sürekli açık olması lazım. Getirirken gıda ve oksijeni getiriyor, götürürken de atık maddeleri götürüyor. Ve bu da vücudun canlı kalmasına sebep oluyor. Şimdi bu hücrelerin hiç birisi kendi kanını kendisi üretmez. Kendi kanını üreten hücrelerde kendine kan üretmez yani. Başkalarına üretirler. Hiç birisi kendi kanını kendisi üretmez. Mesela: Merkez bankasında para basan insanlar vardır. O bastıkları paradan alabilirler mi? 1 Kuruş alsalar hırsızlık sayılır değil mi? Bir iş olarak basarlar. Dolayısıyla hiçbir hücre kendi kanını üretmez. O zaman başka yerden üretilmiş kan gelmesi lazım. Bizim de cebimizdeki paraların hiçbir tanesi bizim ürettiğimiz paralar değildir. Bir yerlerde üretilir ve bize gelir.
Şimdi insanlar mal ve hizmet üretebilirler ama para üretemezler. Şimdi, hücrelerde kan üretemezler. Şey, kalp hücrelere dese ki “ben size işte ayda 1 kilo kan veririm ama 1 gram fazlasını isterim dediği zaman hücreler o 1 gramı nereden bulacaklar? O zaman ciddi bir sıkıntıya girecek. İşte faiz budur. Yani insanlara, insanlar parasız yaşayamaz, hücrelerde kansız yaşayamaz. Ya da insanlar parasız yaşar da mal ve hizmet olmadan yaşayamaz diyelim. Çünkü para olmasa bile mal ve hizmet dağılımı yapılabilir. Değişik şekillerde. İşte bu faiz devreye girdiği andan itibaren o hücre kansız yaşayamayacağı için e ver ne yapalım diyecek. Verecek. Daha fazlasını vermeye sıra geldiği zaman azalacak kanı bir müddet sonra bu hücreler kapanacak. İşte faiz de aynı şekilde ekonomide birçok şeyleri o hücrelerin devre dışı kalması gibi çevrenize bakın birçok dükkânlar kapanır. Parasızlıktan dolayı. İşte birçok köyler kapanıyor. Üretim yapamıyorlar, ziraat yapamıyorlar. Yaptıkları malları satamıyorlar. Çok paranın giriş çıkışları yeterli olmadığı için. İşte ülkeler artık küçülüyor falan derken düzen tamamen bozuluyor.
Şimdi bu faiz daraltıyor. Yani o hücreler daraldıkça kan gitmeyen hücreler azalıyor. El ayak soğumaya başlıyor. Vücutta artık hareket kabiliyeti azalıyor. İşte ülkeler de böyle oluyor. Şimdi burada bir başka mekanizmanın devreye girdiğini düşünün o kapanan hücrelere bedava kan veriyor. Al diyor. O kanlar o hücreleri tekrar harekete geçiriyor. İşte şimdi sadaka böyle(dir). Ekonominin en zayıf bölümlerine mal ve hizmet transferi yapıyor. Geri almamak üzere ve oralar harekete geçiyorlar. Onun için sürekli ekonominin dışına atılmış olan öğeler sadaka sisteminde sürekli ekonomiye kazandırıldığı için vücut tamamen canlı ve hareketli oluyor. Ama faiz devreye girdiği zaman sürekli, bugün ekonomik faaliyet yapan kurumları ekonominin dışına ittiği için de sıkıntı oluyor. Mesela gidin büyük büyük fabrikalar vardır. Binlerce metrekareye kurulmuş müthiş şeyler. Parasızlıktan kapanmış durumdadır. İşte şeydeki sadaka kelimesi ekonominin bütün eksiklerini giderebilecek yapıdadır. Dolayısıyla bizde zekât hep halkın arasında da zihnen zenginin fakire verdiği bir yardım olarak düşünülür. Aslında fakire tabi ki verilir bu sekiz sınıftan bir sınıftır. Ama diğer yedi sınıfta vardır. Böylece tabi bunun arkasında çok büyük bir ekonomik sistem var. Şimdi bu günün konusu o değil. Şimdi, ramazandayız. Ama ne olursa olsun her halükarda iyi işlese de işlemese de zekât son derece önemlidir.
Bir gün Kaliforniya’dan bir profesör gelmişti. Bizim İstanbul Müftülüğü ’ne. Dedi ki, şey bir yıllığına çalışmak üzere gelmişti. Bizim İstanbul Müftülüğündeki arşivde. Dedi ki ben, oradan ayrılmadan Kaliforniya’da iken Türkiye’ye gideceğim, Türkiye ile ilgili şöyle bir bilgi edineyim dedim. Türk ekonomisi ile ilgili yazılan yazıları falan okudum. Ekonomideki gelir dağılımında müthiş bir çarpıklık olduğunu gördüm. Yani bazıları fazla zengin, bazıları fakir işte bu şey öyle yapıyor, faiz. Çünkü birinden toplanan bir başkasına gidiyor. Dengeleri tümüyle bozuyor. Ben düşündüm ki dedi İstanbul’a gidersem sokaklar evsizlerle dolu olur, dilencilerle dolu olur. Geldim, benim hayal ettiğim bir tek kişiyi görmedim. Bırakın evsizi herkes hareketli, herkes koşuyor, oradan oraya, oradan oraya müthiş bir hareketli şehir gördüm dedi. Yani benim düşündüğümün tam tersi bir manzarayla karşılaştım dedi. “Bunun sebebi nedir?” diye sordu bana. Dedim ki “Bizde zekât vardır.” Dedim. Yani zorunlu olarak insanlar sadaka ve zekat vermek durumundadırlar. Yani değişik maksatlarla. Senede bir işte şu kadar şey olur. Bu o sizin dediğiniz manzaranın oluşmasını engelliyor. Tabii ki inanan, Müslüman açısından zorunlu bir vergidir tabi. Bir Müslüman açısından zorunlu bir vergidir. İşte o zekât o şeyi kapatıyor. O eksiği kapatıyor. Ama batıda da geleneksel yapıda bu var. Çünkü ister Yahudilik olsun ister Hristiyanlık olsun, ister diğer dini yapılanmalar olsun hepsinde zekât var. O birçok yerlerde devam ediyor. Ama yeni oluşan ekonomik yapıda adamın babası acından ölse bile ilgilenmeye biliyor. Belki Mustafa Evli Avrupa’da böyle şeylerle karşılaşmış olabilir. Olabilir yani. Yoksa şey bu esas şeyde böyle değil yani orada da bir sürü yardımlaşmalar şunlar bunlar var ama bu şehirleşmenin meydana getirdiği yalnızlık problemi o şeyde görmüştük ya evsizleri Almanya’nın neydi o şeyin Halit’in şehrinde. Etlingen’de evet. E, Türkiye’de de bunlar görülüyor artık. Şehirlerde yavaş yavaş. Devlete atıyorlar her şeyi. E sigortası olmayan kişi ne yapıyor? Yani bakın işte burada ister Avrupa yapsın, ister Amerika, ister kim yaparsa yapsın akıl için yol bir. Yani siz bir toplumda bu sosyal yardımları arttırmazsanız başınıza bela alırsınız. Başka hiçbir şey yok. Yani bunu bizim İslam toplumları yapıyor değil. İslam toplumları bunu yapmıyor. Yapmadıklarını biraz sonra göreceğiz. Ama Allah’ın emrettiği bu. Yani İslam’da sistem sadakaya dayalı bir sistem olmak zorunda. Ama maalesef öyle değil yani. Şuanda öyle değil ama öyle olmasa bile yine bu zorunlu olarak Allah’ü Teala’nın bir ibadet olarak emretmiş olduğu bu yardımlaşmalar bizim toplumumuzu canlı tutmaya yine de yetiyor yani. Başka, istediğimiz oranda olmasa bile. İşte burada, burada şeyde sadaka dediğimiz şey öyle gönüllü bir yardım değil devletin zorla alması gereken bir yardımdır. Diyor ki burada Tövbe Suresi 102. Ayeti kerime de Allah’ü Teala diyor ki: “(Bu emir kime veriliyor. Peygamberimize değil mi? (sav) Sonra da onun yolundan gidenlere. Peygamberimiz aynı zamanda yöneticidir. Bulunduğu toplumda.) Onların mallarından sadaka al. Bununla onları arındırmış olursun. (Mallarını arındırmış olursun. Başka?) Onları geliştirmiş olursun.” Yani bir kimse yaptığı bir iyilikte birisinin rahata huzura kavuştuğunu görmesi topluma bir katkıda bulunduğunu görmesi onun kişiliğine de ciddi bir gelişme de meydana getirir. Aldıktan sonra da bir de şey var: “Onlara dua da edin.” Ne iyi yaptınız, Allah Razı olsun, Allah daha çok versin. Zaten Allah’ü Teâla’nın da bir şeyi var. Taahhüdü de var. “Şükrederseniz, yani görevinizi yerine getirirseniz mutlaka arttırırım. Ama nankörlük ederseniz elbette azabım şiddetli olur.” Niye çünkü siz vermediğiniz zaman işte o fakir fukara başınıza toplaşır onlar alır o zaman da anarşi çıkar. “Senin duan onları rahatlatır. Allah işitir ve görür.”
Şimdi bunu hangi maldan insanlar verecek? Ne kadarından verecek? Ya da kim verecek? Onu da Bakara Suresinin 219. Ayetinde 33. Sayfayı açarsanız –başka ayetlerde var ama bunlar tabi yavaş yavaş esas vurucu olan kısımları şey yapıyoruz. Bu da ayet şöyle başlıyor: “Sana içki ve kumarı sorarlar. De ki her ikisinde de büyük günah, insanlar için bazı faydalar vardır. Her ikisinin de günahı menfaatinden daha fazladır. (Ondan sonra diyor ki) Peki neyi infak edeceğiz diye size soruyorlar. Şimdi bu infak kelimesi de çok önemli. Bak Araplar tünele nafak derler az önce dedik ki damarlar tünel gibi. İnfakta mal ile hizmeti o tünelden geçirmektir. Yani, çünkü herkesin bir diğerinin malına ve hizmetine ihtiyacı oluyor. Şuanda burada bir sohbet yapıyoruz, ders yapıyoruz. Şu dersin oluşması için belki acaba kaç kişinin katkısı vardır? Diye şey yapsak birkaç bin kişi çıkar. İşte şu elektrik hizmeti, şu şey internet hizmeti, şu çekimi, şu bilgisayar, şu masa, şu sandalye, şu ortam… Binlerce insan. O binlerce kişinin mal ve hizmeti buraya akmamış olsa biz burada hiçbir şey yapamayız. Yani insan bir koyun gibi değil. Bir koyunu getirirsin, şöyle bir bahçeye bağlarsın yanında da su varsa bitti. Bütün ömrünü orada geçirebilir. Ve tam da verim alırsınız ondan. Sütünü de alırsınız, etini de alırsınız. Ama en asgari şartlarda yaşayan bir kişinin çok sayıda kimsenin mal ve hizmeti olmazsa yaşayamaz. Hiç mümkün değil yani. Siz köydesiniz. Gidin sabahleyin bir evde oturuyorsunuz o evi birisinin yapması lazım. Ayağınıza bir ayakkabı giymek durumundasınız onu giymeseniz bile sırtınıza bir şey giyeceksiniz. Sofranıza otursanız o sofra da birisi sizin üretiminiz ise en az dokuz on tanesi başkasının üretimidir. İnsanlar böyle yani. Bu sebeple infak son derece önemli. Yani mal ve hizmetin sürekli dolaşması gerekiyor. İnfak demek kan nasıl damardan geçiyorsa mal ve hizmetin aynen o şekilde harcama kanallarından geçmesi demektir. Bununda sürekli açık olması lazım. Onun için Allah’ü Teâlâ devamlı bize infakı emreder. Yani kan bir yerde durduğu zaman ödem olur ve hiçbir işe yaramaz. Mal ve hizmette öyledir. Bir yerde durduğu zaman hiç kimse ondan yararlanamaz. Ama akarsa sürekli yenileri üretilir ve sürekli toplumda gelişme olur. İşte burada diyor ki “Neyi infak edeceklerini soruyorlar?” “De ki, artanı.” Artanı. Artan dediği zaman ne olacak?
Anlaşılmayan kısım üçüncü kişiden.
Söyle. İhsan ELİAÇIK. Yok. Neyse biz şimdi o konunun dersini defalarca yaptık. Ona tekrar dönmeyelim. Çünkü o başlı başına bir şey. Artanı. Artan kelimesinin iki anlamı vardır. 1. Senin ihtiyacının fazla olanı. 2. Kendisinde artma özelliği olan olmuş oluyor. Mesela artma özelliği olan var dediğiniz zaman. Senin bir evin var. Şeyde ne yaparlar? Amortisman düşerler her sene öyle değil mi? Artmaz o. Azalır. Her sene değerini kaybeder. Bir araban var. Artmaz. Değerini kaybeder. Nasreddin Hoca’nın tenceresi istisna!. Ama ölmüştü de. Nasrettin Hoca’nın tenceresi doğurmadı, komşusunun tenceresi doğurdu. Şimdi, işte bundan dolayı mesela bu ayetten dolayı zekât verilecek mallarda bir artma özelliği ki artma özelliği ticari mallarda bu vardır. Alırsın satarsın, alırsın satarsın olur. Mesela bu gömleği ben tüketmek için almayıp giymek için almışsam bunda artma olmaz. Satmak için almışsam 100 Liraya aldığım zaman 101 Liraya satarım burada bir artma olur. Artan bu değildir de artan benim yaptığım işlerdir. İşte bu artan ifadesinden şey çıkıyor. Bir ne diyoruz? Yok yok. Nisap, nisap. Zekat nisabı çıkıyor. Şimdi bu artan nasıl olacak? Mesela bazıları siz şimdi şehir yerinde yaşayan insanlar için düşünün biz burada günlük yaşarız. Hatta bazıları gider yüz gram peynir alır, elli gram yağ alır, bir tane ekmek alır. Onu o gün tüketir ertesi gün tekrar alır. Bazıları aylık alırlar ama şeylerde köylerde genellikle yıllıktır. Onun için bu şeylerde bir aylık yiyecek denme şeyinden bir aylık derler bazen bir de bir yıllık derler bizim Hanefi mezhebinde. Bir aylık ihtiyaçlarından ya da bir yıllık ihtiyaçlarından artan ifadesini kullanırlar.
E peki bu bir aylık ya da bir yıllık. Şimdi bir yıllığı düşündüğümüz zaman da Şöyle bir hesap yapıyorlar bazıları. Diyor ki mesela dört çocuklu bir aile o zaman Mekke Medine şartları içerisinde diyor ki işte 85 gram altın buna bir sene yeter diyor. Bu bir yorum tabi. Hadisi şerifte bu söylenmiyor da böyle bir yorum yapılıyor. Ama tabi öyle yanlış bir yorum da değil. Ayeti Kerime’deki mantığa uyuyor. İşte şeylerin nisapların çıkışı da böyle oluyor. Ama o nisabı şey yaparken adamın bir aylık ya da bir yıllık bir yıllık geçiminden artanı için verilen ölçü. Fazlası için verilen ölçü. Nihayet bu adam bir kere yaşamasını devam ettirecek. Asgari geçim şartları devam edecek. İşte burada dikkat ediyorsanız bugün hep tartışılır. Asgari ücretten vergi alınmalı mı alınmamalı mı? Diye. Burada alınmıyor. Bir kere adam hayatını devam ettirmesi lazım. O toplumda yaşaması lazım. Ha onun alındığı da var. O da Allah rızası için bir şey vermenin sevabını yaşıyor. Ramazanda mesela fitre var. Fitre de adam tamamen fakir olsa bile verme imkanı varsa bir fakiri doyuracak kadar imkanı varsa iki günlük yiyeceği varsa bir günlüğünü çıkarıp verecek. Şimdi onlarda bunu yaşıyorlar. Hayır yapmanın bir takım şeylerini onlarda yaşıyorlar. Ama işte bu artandan verilecek olanlar sadakaları oluşturuyor. Bu sadakalar da iki türlü. Birisi farz olan sadakalar bir de gönüllü olan sadakalar. Mesela işte Ramazanda vermemiz gereken fitre farz olan sadakalardan. Ramazanla sınırlı olmayan zekâtlar bunlarda farz olan sadakalardandır.
Şimdi bu kısa baya uzattık ya kısa hep kısa diyoruz ama uzuyor.
Bu girişten sonra Tövbe Suresinin 60. Ayetini açalım. Yani ben buradan bunları da şey yapıyorum. Çünkü şundan dolayı bunları her vesile ile tekrarlıyorum. Bu konular İslam alemi için oldukça yeni konular. Yani sadakaya dayalı bir ekonomik sitem. Belki bizi dinleyenlerden birisi bu işe ilgi gösterir de üzerinde çalışır diye. Bu tip şeyleri sık sık tekrarlamak istiyorum. Yani bizde ekonomik, sadakaya dayalı bir ekonomik sistem bugüne kadar kurulmamıştır maalesef. Yani şimdi biraz sonra göreceğiz ayeti kerimedeki şey çok ciddi manada bir daralma meydana getirilmiştir. Büyük İslam İlmihali orada var mı?
Tamam tamam tamam geldi. Sen şimdi şuradan zekat ile ilgili bir kısmı aç.Şimdi burada şey yapıyor. 195. Sayfa Tövbe Suresi 60. Ayet: “Sadakalar, (şimdi sadakalar dendiği zaman tabi zekat diye mana veriyoruz. Bakın dikkat ederseniz Bu gönüllü bir yardım gibi oluyor. Farz değil ama en sonunda ne diyor? Allah tarafından farz kılınmış olarak şunlara şunlara ver diye. Onun için sadaka üst kelime. Hepsini içine alan bir kelimedir.) fakirler içindir, miskinler içindir, sadaka işinde çalışan içindir ve kalpleri ısındırılanlar içindir. Esirler, borçlular, Allah yolunda olanlar ve ibnüsSebil der bunlar içindir. Bunlara harcanır. Allah tarafından bir farz olmak üzere. Allah bilir ve doğru şeye karar verir.”
Şimdi burada sekiz tane sınıf var. (Açtın mı. Zekatın verileceği yerler. Tamam) Sekiz sınıftan
Şimdi orayı oku bakalım ne diyor? (Burada 7 tane saymış) Oku oku. (Birincisi fakir kendi ihtiyacı) Ne diyor, ne diyor kendi ifadesini oku. (İhtiyacından fazlasını ..) Yok yok yok! Öncesini oku ya. Zekât verilecek kimseler. (Zekât verilecek yerler: Zekat verilecek kimseler Müslüman fakirler, miskinler, borçlular, yolcular, ….., sözleşmeli köleler, mücahitler ve amirler, zekat toplayıcılar olmak üzere yedi kısımdır. Şöyle ki..) Bak bak bak işte kafadan ayetteki sekizi hemen yediye düşürdü. Dikkat ediyor musun? Müslümanı da ilave etti tabi. Müellefei Kulub’u kaldırdı. Müellefei Kulubu kaldırdı hemen. Hemen kafadan kaldırdı müellefei Kulubu. Yediye düşürdü. Peki şimdi orada fakirleri nasıl tarif ediyor?
(Fakir: İhtiyacından fazla olarak nisab miktarı mala sahip olmayan kimsedir. (Büyük İslam İlmihali)) İhtiyacından fazla nisab miktarı bir mala sahip değil. O zaman bunun en alt noktası ne olur? Nisab miktarı bir malı yok. Hiçbir malı olmaya bilir de, ihtiyacı kadar malı da olabilir. O zaman sıfırdan, diyelim ki mesela ihtiyacı adam bir yıllık ihtiyacı on bin lira ise yani öyle düşünün adamın on bin lirası da olabilir, hiçte olmayabilir. Ondan fazla nisab miktarı malı olmayan kişidir diyor. Fakir tamam mı? Geç bakalım. İkincisi ne?
(İkincisi miskin: Hiçbir şeye sahip olmayıp yemesi ve giyinmesi için dilenmeye ihtiyacı olan yoksul kimsedir.) Peki ya fakir, fakir de bu değil mi? Zaten. Dahil bunun içerisine. Bunun içine dahil değil mi? Sıfırdan oraya kadar olduğuna göre farketmez. Şimdi bak ikincisi, ikinci sınıf kayboldu mu? Yedi altıya düştü. O da fakirin içinde zaten yaptığın tarife göre. Evet ondan sonra.
(Üçüncüsü Borçlu: Bundan maksat borcundan fazla nisab miktarı mala sahip olmayan veya kendisinin de başkasında malı varsa da alması mümkün olmayan kimsedir.) Şimdi borcundan nisab miktarı malı yok. Yani adamın on bin lira parası var. Sekiz bin lira borcu var. Kalan iki bin lira nisaba yetmiyor. Bu iki bin lira yetmediği zaman bunun adına ne deniyordu? Fakir deniyordu. O zaman borçlu diye tekrar söylemenin anlamı ne? Kaça düştü? Beşe düştü. Evet.
(Yolcu: Bundan maksat, malı memleketinde kalıp, elinde bir şey bulunmayan garip kimsedir.) O da fakir değil mi şuanda? Kaça düştü? Dörde mi? Dörde düştü) Devam et.
(Sonra Mükatep demiş.) Ha mükatep. Mükatep var mı ayette? Ayette mükatep diye bir şey yok, kavram yok. Yani şurada bir bir köle olacak zaten bu kavramlar tamamen maalesef bozulmuş kavramlardır. Onunla sözleşme yapacaksın ancak ona göre. Halbuki ayette öyle bir kelime geçmiyor. Rikap diyor. Rikap çok farklı bir kavram. Evet. Onda bak mükatep diye düşürdü mü? Şimdi ona ne mana veriyor? Bak. (Mükatep: Bir bedel karşılığında azad edilmek üzere efendisiyle bir anlaşma yapmış olan köle veya cariyeye denir. Böyle borç altına girmiş olan bir an önce hürriyetine kavuşturmak için ona zekât verilebilir.) E borç altına girdiyse ne denir ona? (Borçlu) Fakir işte. O da fakir. Kaça düştü? Üçe düştü. Devam et.
(Mücahid demiş.)Ha mücahid. (Mücahid: Bundan maksat Allah yolunda gönüllü olarak savaşa katılmak istediği halde giyecek yiyecekten, silahtan ve diğer şeylerden mahrum olan kimseye denir.) Ne oldu şimdi bu? O da fakir değil mi? (Mahrum)Savaşa giderken adama kaleşnikof arıyorsun. Daha önce almıyorsun? O anda öğrenecek. Ya da tankı alacaksın ki yolda giderken öğrensin. Evet. Kaça düştü? İkiye düştü. Evet.
(En son amir demiş. Bundan maksat, idareci tarafından meydandaki zekât mallarının zekâtlarını toplamak) meydandaki zekat malı(meydandaki demiş)o da nereden çıkarılmışsa (zekatlarını toplamakla görevli olan kimsedir. Buna sayi, tahsildar da denir) Çünkü o o var işte. İkiye düştü. Bir zekat toplamakla görevli kişiler, bir de fakirler. (Meydandaki, görünürdekini falan diyor yani) Ticaret malı. Yok ticaret değil, gümrüklerden geçen mallar, hayvanlar evet, para ve ticaret malları değil. (Bu miskin de ….değil mi?) Neyse o tartışırız, konuşuruz onu. Şimdi sekiz sınıfı kaça düşürdü? İki sınıfa düşürdü.Fakirler aslında tek sınıfa düşürdü. Zekat toplamakla görevli kişiler. Zekat toplamakla görevli kişiler sadece çalıştıkları için ücret almış oluyorlar. Yani o zekat mallarını topladıkları için onların maaşları zekattan veriliyor. Dolayısıyla aslında teke düşmüş oluyor di mi? Sadece fakir. Sadece fakir. Şimdi bunu neye şey yapıyor? Bir hadise dayandırarak buna bu şekilde şey yapıyor.
Şimdi bu hadisten dolayı bütün hepsini düşürdüler şeye. Şimdi bizde tabi genel anlayış böyle. Ya şimdi ben bakıyorum şeylerde benim aklıma şöyle bir şey geliyor. O Emevilerin ve Abbasilerin ilk dönemlerinde ulema ciddi manada öldürüldü ya özel şeyler kuruldu. Öyle anlaşılıyor ki o arada bir kesinti meydana geliyor arkasından gelenler o ilmi geleneği devam ettiremiyorlar. Yoksa bu kadar şey olmaz. Yani. Bu bu mümkün değil. Akıl ve mantık dışı. Bu kadar yanlışlıklar olmaz. E şimdi siz bu işi bu noktaya getirdiğiniz zaman buradan bir ekonomik sistem kurabilir misiniz? O zaman da sadaka zenginin fakire vermiş olduğu (kendisini … kurtarmış olduğu) yardıma dönüşmüş oluyor. Ve bir şey olmuyor. Ondan dolayı da devletin de bir problemini çözmüyor. (…baki kalıyor) Her şey var, her şey var. Devletin de problemini çözmüyor bu. Dolayısıyla işte onu da mükatep haline getirdiği için, sistemi tamamen alt üst ettikleri için (oyuncak haline getirdikleri için) şey yani baştan zaten bizim din buralarda bitirilmiş. Din buralarda bitirilmiş. Ondan sonra da şey yapıyor. Sen şimdi bununla ne yapabilirsin? Bu zatın sözü değil ki? Bu geleneği aktarmış. Ömer Nasuhi Bilmen’in kendine ait herhangi bir kelimesi yok burada. Oluşan bilgiyi aktarmış.
Öyle olunca da bu defa onurlu olan bir takım sıkıntı içerisinde olan insanlarda zekat almaktan çekinir hale geliyorlar. Bir sosyal sınıf meydana getiriliyor. Zekat almaktan çekinir hale getiriliyorlar. Yani hakketen hangi konuya el atıyorsak yani bu ibadet konusu hiçbir konuda şey yok. İşte mesela son günlerde bizim imsak vaktiyle ilgili dile getirdiğim bir husus var. Ben onu düşününce bakıyorum yav bakın isteyen herkesin birazcık zahmete katlanıp da doğu ufkuna gidip gözlem yapması ile kendi gözü ile görebileceği bir olay. Çık bak kardeşim. Mutlaka çıkıp bakanlar vardır. Aksini bulsalardı şimdiye çoktan bize bombardıman yapmışlardı. Bir çıkın bakın. Osmanlı da Ahmet Muhtar Paşa, Hatim GÖKMEN devlet bunları görevlendiriyor. Siz diyor şey yapın. Bir takvim yapın. Yav bunlar bir Allah rızası için çıkıpta şu fecr nasıl oluşuyor? Yatsı namazı nasıl oluşuyor? diye Bir çıkıp ufka bakmıyorlar ve bunu bakmadıklarını da sanki marifetmiş gibi yazmışlar kitaplarında. (.. gerekçeleri de hocam şehir hayatında ışıkların birbirine karıştığı) Peki şehir hayatında yaşayan insanlara Allah’ın o emri geçerli değil mi? (Sağlıklı bir gözlem yapılamayacağı…) Sağlıklı gözlem yapılamayacağı şeklinde kullandıkları kelimeler de atmosferik ve astronomik şartlar. Astronomiden bana ne? Ben yıldız mı gözlemliyorum ki astronomik şartlar beni, beni ne ilgilendirir. Atmosferik şartlar. Bana ne atmosferden kardeşim. (…)Bana ne ondan? Hayır şunu söylemek istiyorum. Ya bu muhataplar yüzde yüz yanlışın içinde olduklarını bildikleri halde devam ediyorlar. Yani yüzde yüz. Yüzde bir bile doğru olma ihtimalleri yok. A bunu devam ettiriyorlar otuz senedir kimseye bir şey anlatamıyoruz. (…devam ettirme..Mesela bir köy yerinde olmuş olsa böyle bir gözlemleme) Hayatında hiç, hayatında çıkmış gitmiş mi ki? Muhtemelen çıkar diye kendini de garantiye alıyor. Yani Allah’ü Teala’nın ayeti geçerli değil mi? Yani “Siyah iplik beyaz iplikten ayırd edilinceye kadar.” Yani Allah’ü Teala bilmiyor muydu şehir ışıklarının olacağını bu emri verirken. Bir istisna koysaydı…Sonra o ufuktaki ışık o kadar güçlüdür diğer ışıkların onu etkilemesine ihtimal yok. İhtimal yok yani. Hiç mümkün değil. İşte insanlar bakın ne hale getirdiklerini görüyoruz. Ne olacak? Ne olacak işte yani herşeyi yüzde yüz doğru olarak ortaya koyuyorsunuz kimse inanmıyor. İşte o zaman bakıyorsunuz işte bu peygamberler neler çekmiş ya Rabbi ya! Neler çekmişler? İşte onlarda mucizeler gösteriyorlar bundan çok daha önemlisi kimsenin umurunda bile değil. Neyse şimdi esas konumuza geçelim.
Şimdi bu sadakalar yani zekatlar demek ki 1. Kendi borcundan ailesinin ihtiyacından artan imkanı olan insanlar vermeliler. E hadisi şeriflerde bu iki yüz dirhem gümüş olarak ifade ediliyor şey zekat nisabı. Dirhem meselesi de tabi oldukça şeydir. Su götüren bir konudur. İşte o zaman genel kabul şudur. 10 dirhem 1 altın para ediyor. O bir altın para da o zamanın Bizans’ında yani İstanbul’unda basılan altın paralardır. Dinarlardır. 10 dirhem 1 dinar ediyorsa 200 dirhem ne yapar? 20 Dinar eder. E bir dinar kaç lira? İşte bakıyorsunuz burada kaç gram? Burada bir dinar 4,25 gramlık dinar da var şuanda bizim topkapıdaki müze de var yani orada duruyor Bizans altınlarında. 4,35 olanda var. Çok aşağısına inenlerde var. Kullanıla kullanıla yıpranmış olan. Bunlar oluyor. Şimdi 4,35 i alırsanız 87 gram ediyor. Şey yirmi miskal altın. Ondan sonra 4,257i alırsanız 85 gram ediyor. Peki 96 gram nereden çıkıyor? 96 gramda şuradan çıkıyor. O şey yapmışlar o zamanki Dinarı terazinin bir kefesine koymuşlar öbür kefesine de arpa koymuşlar arpayla tartmışlar. Arpanın kılçıklarını da çıkararak. Tartmışlar. İşte birisi 100 arpa bulmuş. Birisi 70 arpa bulmuş. Ama arpalarda kardeşim. Şu tarlanın arpasıyla öbür tarlanın arpası şey değil. Standart değildir ki arpalar. Sulu tarlanınki başkadır. Kuru tarlanın ki başkadır. Şu bölge başkadır. O bölge başkadır. Tartılan aynı altın olduğuna göre o zaman o altın bugün var. Şeylerde. O halde bu tartışmanın bir anlamı yok. Belki tartışmayı acaba 4,35 gramlıkla mı yapacağız? 4,25 gramlıkla mı? Yapacağız diye şey yapabilirsiniz. Yani 4.25 gram daha ortalama gibi gözüküyor. Çünkü piyasada dolaştıkları için mutlaka az çok yıpranma meydana gelir. O zaman 85 gram altın. E 85 gram altını olan kişi zekat verecek. Peki altınla niye zekat veriyor? Ben işte takı olarak kullanıyorum diyorsa birisi mesela. E takı olarak da kullanılanın belli bir şeyi vardır. Miktarı vardır. Yani normal bir kadının Takacağı takılar vardır. Bir de bunu abartmak var. Abarttıysan ver kardeşim zekatını. O da 85 gramda az bir şey değil yani. O da abartıyor gibi. Verirsin zekatını. E diyorlarki kadınlar işte yav işte “kocalarımız verse”. O zaman cennete de o gider. Kusura bakmayın. Sen de dışarıda kalırsın. Ya kardeşim bu ibadet. Ben bugün çok yoruldum çamaşır yıkadım şu namazımı bir kılıver diyebiliyor musun? (..)Ha, evet. Ha kocası ona verir, o da ona sonra verirse olur. Ama görev olarak değil. Evet. Şimdi.
Bu zekatın Ramazan’da verilme mecburiyeti yok. Yani senenin her mevsiminde verilebilir. (..Şu kadar parası olanlar verir…) TL olarak mı? Türk parası olarak mı? İşte o 85 gram altını Türk Parasına çevirsin. Her gün değişiyor. Her dakika değişiyor. Ben şuanda fiyatlar ne kadardır bilmiyorum. (…) 60 lira mı? 60 liraysa, 6*8=48, 5 bin kusür lira. 5100 lira. (..Hesaplarken neleri düşüyor?) Düşmüyor. (.. yok yok mal sahibi olarak. Faturalar düşüyor) Tabi ki onları düşeceksin canım. Kiracıysa kirasını düşecek. Efendim çocuklarının (..) bir yıllık düşünmeli. Bizim Fıkıh kitaplarında aylık olarakta şey yapıyorda. Mesela aydan aya maaş alanlar için aylık denilebilir. Ama maaş almayanlar için yıllık. (…) Olur mu öyle bir şey canım. Uçak parası değil. Onların alakası yok. Sadece yeme içme. Ve zorunlu ihtiyaçlar. (.. cenazeye gidecem) O ihtiyaç değil. Buradan bir tane Fatiha gönderir o da (.. şey hocam) bedava gidiyor Fatiha. (.. Hacca gidecem..) (Yani benim dediğimi yadsımayın. Adam diyor ki ev alacağım diyor. 61 liram var) Ev alacağımla olmaz kardeşim. Onunla olmaz. Onunla olmaz. Aldığı zaman vermez. Alana kadar verir. Tabi. Alana kadar verir. Şimdi o falan yere gideceğim, filan yere gideceğim zorunluluk yok ki. Uçakla gitmesi de zorunlu değil. Yürüsün gitsin. Evet. Neyse şimdi bu zekatta kimlere verilir?
Zekat bir kere fakirlere verilir. Fakir tanımı da her zaman yaşanan bölgeye göre bölgenin genel durumlarına göre değişir. Mesela belki Hindistan’daki zengin dediğiniz kişiler Türkiye’de fakir olabilir. Enes Hoca siz anlatıyordunuz ya da (…) çok fakir adammış. İki yüz bin dolarla (…) eyi yani o bölgeye göre, duruma göre, şartlara göre değişir yani fakirlik oranı. Zamana ve yerine göre değişir. Ne var soru mu? Ver bakayım.
Evet Alay Afiye İsveç’ten soruyor: “Fidyemizi Ramazan’ın son günü ((fitre) demek istiyor değil mi?) nün sabah namazına kadar vermek şart mıdır? Yoksa önce de verilebilir mi? Şimdi Ramazan’ın son günü son gününe kadar oruç tutmaya gücünüzün yettiği ya da şey de ve o son gününün geceler güne tabi olduğu için ayeti Kerimelere göre ertesi gün güneş doğana kadar artık sizin ramazan konusunda gücününüz yettiği anlaşılacağı için o zaman size tahakkuk eder. Yani borç haline gelir. Ama önceden ödemiş olursanız o zaman o borç düşer. Ha ödemek zorunda değilsiniz. Mesele o. Yani ödemek zorunda değilsin. (Ama en azından insan bu son güne ..) Son gün, son güne (..) Son gün, son günde vermekte fayda var ki bu ayeti kerimede belirtilen çünkü ayette ne diyor? “Oruca gücü yetenler.” Oruca gücünün yettiği yetmesi için sağlıklı yaşıyor olması o da son günde bunun yettiği belli olur. O zaman görevini yerine getirmiş olur. Ama önceden vermesi de yasaklayan ben bir hüküm bilmiyorum. Siz biliyor musunuz? (….) Evet. Ha bu taamı miskin diyor. Biz bunu Kurandan mı belirliyoruz yoksa Rasulüllah’ın kendi uygulaması mıdır? Taamı miskin kelimesi çaresiz halde kalmış bir kişinin doyurulmasıdır. Bu Peygamberimiz (sav) Efendimiz zamanında buğday verilerek olabilirdi işte kimi buğday baya şey bir buğdaydır yani üç kilo kadar bir buğdaydır. O, o zaman kişiye buğday verebilirdin. Adam alırdı elinde bütün takımı edavatı var gider değirmende kendi el değirmeninde çeker kendi şeyinde tandırında pişirir ve yer. Ama bugünkü şehir hayatı bunu köylerde de yine aynı şey olabilir ama bugünkü şehir hayatında bu olmaz. Bugünkü şehir hayatında vereceğin ekmektir adama. Çünkü adama buğday versen yapacağı hiçbir şey yok. (..) Tabi. Yani en az en az karnının doyacağı şey nedir ekmektir. O zaman bir kişi ortalama bir kişi bir günde kaç ekmekle doyabiliyor? Bunu vermek gerekir. (..) E bazı yerlerde de belki buğday olmaz mesela Mekke için buğday lüks bir tüketim maddesi orada hurma veriliyor. Bizde de hurma lüks tüketim maddesi çünkü uzaklardan geliyor. Bizim buradan çıkmıyor. Evet. Yani esas mesele şunu ya da bunu verme değil. Yoksul bir kişinin bir gün doyabileceği ayette belirtilen o. O insanların alışkanlıklarına bölgenin gelirine imkanlara göre değişir. Allah’ü Teala “O zaman da gönlünüzden gelerek daha fazla vermeniz sizin hayrınızadır” dediğine göre o zaman ne kadar fazla verebilirseniz o kadar sevap kazanırsınız. Ama en az bu kişi hiçbir şey bulamayan bir kişi en azından bir ekmek parası bulduğu zaman kendisini mutlu hissedeceğine göre en az bir ekmekle doyurmak lazım. (…) Taam. Şimdi bir kişiye doyurmak diyor. Taam itam manasında. Taamı Miskin isimde olabilir. İsim olarak alırsan Yiyeceğin kendisini vermen gerekir. Ama it’am manasına alırsan o zaman onun bedeli de verilebilir. E şimdi bedelini vermekte de hiçbir sakınca yok. (diyor ki adam o devirde para da varken ….) O devirde bugünkü gibi yok, o devirde para yok. Yani şu manada yok. Ufaklık para yok. Tamam mı. Yani şimdi adama bir altın versen adam gidiyor bir altınla bir koyun satın alabiliyor. Nasıl vereceksiniz? Küçük ufaklık para denen küçük para şeyde alt birimleri yok. Yani bir altının en fazla onda birine kadar ine inebiliyorsun. O da bir dirhem. Onun daha altına inemiyorsun. O dirhemi de kırpamıyorsun. Bugünkü gibi değil o o zaman.
Oğlumun doğumundan sonra hediye olarak getirilen altınlar var. 6 bin lira civarında. Oğlum 2,5 yaşında. Eşim ve benim altın birikmiş paramız yok. Hatta kredi kartlarına borçlarımız var. Bu altınların zekatını vermek gerekir mi?
Şimdi işte bu bu tabi bu iyi bir sana göre iyi bir soru da bana göre ağır bir soru. Öyle tabi sen, nasılsa cevabı sen vermeyeceksin cevabı ben vereceğim. Şimdi burada Hanefilerin bir anlayışı var. Diyorlar ki, zekat bir ibadettir. Çocuk ibadetten sorumlu değil. Dolayasıyla büluğa erinceye kadar onun malına zekat verilmez diyorlar. Az önce okuduğumuz ayetler Hanefilerin bu görüşünü destekliyor. Şimdi sa şey tudahhiruhum ve tüzekkihum diye var. Çocuk zaten temizdir. Bir. Ondan sonra faridatüm minellahi ifadesi var. O da Allah tarafından belirtilmiş bir farz dendiği zaman o da değişmiş oluyor. Şey değil o da gene Hanefileri desteklemiş oluyor. Yeselüneke meze yünfigun. Gulil aff. Bu da yine Hanefileri desteklemiş oluyor. Çünkü o soruyu soran kişiler şey yapar. Bu soruyu soruyorsa buluğa ermiş kimse demektir. Dolayısıyla bütün deliller bu konuda Hanefileri destekliyor. O zaman bizim bu Göktan AKTAĞ kardeşimiz oğluna gelen o hediyelerin zekâtını vermesi gerekmiyor. ( o alıp anne baba onu kullandığı zaman tekrar onu yerine koymakla mükellef mi? Çocuğa ait olduğu için zekat verilmiyorsa) Çok güzel bir soru. (Madem çocuğa ait ki ….) Siz bugün … (…)Sen bir açıkla da anlayayım ne demek istediğini. (Son gün …. Tam sene de dolacak. Altınlar (kızına verir diyor) ertesi gün tekrar alıyor altınları) Yani şimdi bunlar Cenabı Hakkı kandıracaklarını mı zannediyorlar? (Herhalde öyle zannediyorlar) E zannediyorlarsa ahirette kişi cezasını görürler.
Onun için Allah’ü Teala al diyor mallarından zekatı. Gidip alacaksın. (…) Al. Al dediği için bu tip şeyler dikkate alınmaz. Ama burada farklı bir şey var. Bu mal çocuğun malı. E bu, bu insanların kendi evlatlarını geçindirme görevleri var ama evlatların ihtiyacı yok. Evlatların malı olmadığı takdirde geçindirme görevleri var. Şimdi evlatların altı bin lira parası varsa o çocuğun masraflarını bu altı bin liradan karşılayabilirler. Bitene kadar. Okul masrafı olur, diğer masrafı olur. İki buçuk yaşındaymış okul masrafı olmaz ama o altı bin liradan karşılayabilirler onu. Bez masrafı olur. Yo iki buçuk yaşında da olmaz. (…) Hayır alıp kendi için kullanabilir. Kullanır yani. Nasıl olsa o çocuğun tüm masraflarını kendi karşılıyor ya. Altı bin lira bir şey değil. Zaten daha fazlasını yapacak büyüyünceye kadar. Fakat genellikle anneler müsaade etmezler böyle şeylere.
Evet Hakan ÇERÇİ İstanbul’dan soruyor. Bugün hep soru soranlardan yanasınız. İki taraftan böyle. (… O zaman o mal annesinin babasının malı mı sayılır) Çünkü kendi ihtiyacını karşılıyorsun. Ufakta olsa büyükte olsa. Fark etmez. Ama şimdi bu anne ve baba bu çocuğa bulüğa erinceye kadar altı bin liradan fazla masraf yapmayacaklar mı? (…) Hı. Kaç altı bin lira. İşte ben onun için diyorum. (..Diyelim çocuk oldu. O çocuk oldu diye altın pek gitmiyor ki? Aileye hediye olarak gitmiyor mu bu?) Bak bu da öyle kabul ediyor. Kendi çocuklarını. (Hayır …) Sende kendi çocuklarını öyle kabul ediyorsun. (Öyle değil mi? Ben o niyetle getirildiğini …) Sen öyle düşündün. Neyse ben o şekilde düşünmüyorum. Anlaşıldı mı şimdi?
Neyse Hakan ÇERÇİ İstanbul’dan sormuş. Camilerde neden açıklamalı olarak Kuranı Kerim cemaate okunmuyor? Ben bu yüzden Cuma’ya gitmiyorum.
Yo hiç kusura bakma. İyi halt ediyorsun yani. Ne demek? Tövbe estağfirullah. Sen Cuma’ya Kuran Meali dinlemeye gitmiyorsun. Namaz kılmaya gidiyorsun. Allah’ın Emrini yerine getirmek için gidiyorsun. Allah’ü Teala diyor ki: “Cuma günü namaza çağırıldığınız zaman ibadete koş diyor.” Çağrı yapılıyor mu İstanbul’da? Yapılıyor. O zaman koşacaksın. Hiçbir başka şeysi yok bu işin.
Hikâyeden başka bir şey anlatılmıyor. Tamam, anlatılanı dinleme sen. Namazını kıl çık kardeşim. Bu kişilerin arkasında namaz kılmak doğru mudur? Doğrudur. Camilerde neden Kuranı Kerim anlatılmıyor meselesi Diyanet İşleri Başkanlığının ta benim o diyanette görevli ikende defalarca sorulmuştur. Ve sizde Müftülük yaptınız. Bu konuda devamlı emirleri vardır. Sürekli yani sürekli emirler verirler din görevlilerine. (…Kuranı Kerim Meali okunacak diye yazılı talimat gelir) Yazılı talimat gelir. Ama yapmıyorlar. (…) Cemaatinde sıkıştırması lazım. Onları evet. (…Akşam namazından sonra lev-enzelna okuyorsun, sabah namazından sonra. Yatsı namazından sonra Emanerrasülüyü bir defa da hani şeyini yapsanız mealini. O da diyor ki her gün her gün onun mealini okusam millet sıkılır. )Niye sıkılsın? (Yav her gün hergün arapcasını dinliyor sıkılmıyorda niye sıkılsın?) Onun kolayına geliyor. (Milletin adına karar veriyor.) (…) (…Ondan sonra alışıyor herkes güzelce sükûnetle dinliyor.) Tabi canım. (…) Zaten benim en çok canımı sıkanda bazı kimseler kendilerini akıllı başkalarını akılsız ve becerik anlayışsız olarak değerlendiriyor. Ya sana ne kardeşim? Yani onu bir başka tanrı mı yaratmış haşa ki?(..) Ya seni kim yarattıysa onu da o yarattı. Allah’ü tealanın ona senden daha üstün kabiliyetler vermediğini nereden biliyorsun? Yo efendim o tahsil terbiye görmemiş. Onun tahsil terbiye görmemiş olması avantaj olabilir. Senin gibi şartlanmamış hiç olmazsa. Bembeyaz bir sayfa. (inşaat ustalığında çalışmış olan kişi ilkokul mezunu kendisi. Aynı binada oturuyoruz. Beraber…. İnan meali dinlerken ben ondan çok dikkatli dinliyorum çünkü çıkarken soru soruyor. …) Tabi ya olur muya. Olur mu yaratıcı Allah’ü Teala. Allah’ın kulu Allah’ın kelamı. Sana ne yani? Öyle şey olur mu? Yok ben anlıyorum ama millet anlamaz. Ulan sen anlıyorsan herkes anlar. (Zaten onlar…) Hayır bende ona bu tip adamlara diyorum ki “Sen anlıyor musun? Öyleyse herkes anlar” diyorum. Bu defa bozuluyor. Bozul. Sen anlıyorsan herkes anlar. (Herkesin anlayacağı farklı olur.) Tövbe estağfirullah. (…) (…meselesi) Bir de avamla havas diye ayırıyorlar insanları. İşte bu ve hatta üçe ayırırlar. Avam, havas, havastül havas. Avam sıradan insanlar. Havas seçkinler. Havasül havas en seçkinler. Peki peygamberlere inananlar bu havasül havas mı oldu. (Bir kapı açacak ya..) Peygamberin etrafındaki o en üst seviyeye çıkanların hepsi avamdan olan insanlar. (…)Tam tersi. (…)Zaten şimdi Enes Hoca bizim şu vakfın bir başarısı varsa böyle bir ayırım yapmamamızdan kaynaklanıyor. O insanların avam dediği kişileri biz öne alıyoruz bu vakıf onun için birazcık başarılı oluyor. Allah’a şükür. O havas dedikleri ile şey yapsanya onlara vereceğin bilgi kör kuyuya atılan şey gibi oluyor. (….) Aynen öyleler. (Kendim bir şey anlamadıysam cemaatte bir şey anlamamıştır.) Bir gün kendi aramızda vaazları tartışıyoruz. Nasıl vaaz edilmeli? Neler oluyor? Orada da birisi soru sormaya gelmiş. Adam dedi ki hocalar dedi bu işi siz bilmezsiniz biz biliriz dedi. Siz sadece konuşuyorsunuz biz dinliyoruz dedi. Onun için bize sorun dedi. E söyle bakalım dedim. Bak dedi. En iyi hoca ne dediği hiç anlaşılmayan hocadır dedi. Adam dinler dinler dinler dinler. Hımm gene anlamadım der. En sonunda der ki adam bir vaz etti ben bile anlamadım. Ne yüksek seviyede konuştu. Bazıları da böyle. Çünkü kendisini en yüksek seviyede gibi düşünüyor. Peki şimdi esas konuya geçelim.
Tevbe Suresinin 60. Ayeti. Burada diyor ki Allah’ü Teala “Sadakalar fakirler içindir.” Fakirler zaten her toplumda belli. İkincisi de miskinler içindir diyor. Ha şurada Enver güzel bir çalışma yapmıştı. Peygamberimiz sav’e miskinlerle ilgili çok güzel bir şeyi var (..) Buhari de geçiyor.(..) Hani o halkı dolaşıp diyor, halkı dolaşıp halkın kendisine bir iki lokma verdiği dilenci miskin değildir diyor. Burada ne tarif etti. Okur musun oradan. Miskin neydir diye? (Hiçbir şeye sahip olmayıp yemesi ve giymesi için dilenmeye muhtaç olan yoksul kimseler.) Peki Peygamber ne dedi? (Miskin yoksul olan değil mi Türkçe karşılığı) Bak dilen dilenci bak diyor ki burada dilen dilenmeye muhtaç olan kimse diyor. Peygamberimiz ne diyor? Bak hele bak. Buhari de olan, Nesai’de olan şey. Hadis. Bu halkı dolaşıp halkın kendisine bir iki lokma, bir iki hurma verdiği dilenci miskin değildir. (..)Tamam şimdi oraya geçeceğiz. Geçeceğiz şimdi bak. Miskin kendini geçindirecek gınaya malik olmayan. Kendini geçindirecek gına ne demek?
Bak şimdi kişilere göre değişir. Bir adam vardır ki büyükçe bir evde oturur. Arabası vardır. Bir sosyal konumu vardır adamın. Halkın içerisinde itibarlı olması gerekiyor. Şeyden okumuştum. Ebu Hanife’nin hocalarından birisini anlatıyordu. Adam evde yani ölü hayvan eti yiyecek kadar, yiyeceği olmayan bir kişi ama dışarıya çıktığı zaman güzel elbiselerle çıkıyor. Çünkü ilim adamı olduğu için itibarı zedelenmesin diye çıkıyor. Yoksa günlerce karnına bir şey girmiş değil. Ama o bulunmuş olduğu konumunda devam etmesi lazım tamam mı? Onun için kendini geçindirecek gınaya kendi durumu neyse artık hangi konumdaysa malik olmayan kendisine sadaka vermek için zarureti bilinmeyen dışarıdan görenler zengin zannediyor, kendisi de kalkıp halktan istemeyen afif, nezih kimsedir. (…) Bu bir. Birde işte şeyde ki de bu. Kehf Suresinde ki de bu. Bak şimdi Kehf Suresindeki ilk ayeti bir açın.
Soru mu geldi? (..) Peygamberimizin mi? Peygamberimize ait. Diyor ki: “Hani o halkı dolaşıp halkın kendisine bir iki lokma bir iki hurma verdiği dilenci miskin değildir. (Bunu biliyoruz….)Miskin kendisini geçindirecek gınaya malik olmayan kendine sadaka vermek için zarureti bilinmeyen kendisi de kalkıp halktan istemeyen afif nezih kimsedir.” Yani bunun miskin kelimesi, sekenin kelimesinden oturup kalmış. Adam iş yapabilecek güçte ama yapamıyor. Bugünkü karşılığı işsiz. (..) Şimdi yani adam işini kaybetmiş, o işini yaparken yaptığı takım var, arabası var, evi var bilmem şusu var, çoluğu çocukları okula gidiyor şu bu falan filan. Onları karşılayacak imkanı ortadan kalkmış birden bire. (…) (…) Ev, bark girmiyor. Çünkü bu adamın arabasını satsın der adam. Ben benim arabam var mı diyor öbürü de. Benim evini satsın diyor. Adamın çünkü sosyal konumu şeyide var. Kendini geçindirecek gına diyor. Bak Peygamberimiz öyle bir kelime seçmiş ki. Şimdi o Kehf Suresi kaçıncı (…) 301, bak şimdi orada genellikle bu tip insanlar bir müddet borçla idare ederler ondan sonra borç alacak durumda kaldı mı kalktı mı artık ölümlerden ölüm beğen. 79. Ayet. Şimdi Musa as ile Hızır olayında yani gemiyi deliyor niye deliyorsun? Diyor Musa as karşı çıkıyor. Hızır ona sebebini söylüyor. “Denizde çalışan miskinlere aitti.” Yani şimdi gemi sahibi olan bir kişiye miskin diyor ayet. Tabi bu anda miskin değil. Gemi ellerinden alınırsa miskin olacaklar. Yapacak başka bir işleri kalmayacak. Bu mecazen öyle kullanılıyor. “onu ayıplı hale getirmek istedim. Çünkü ilerisinde bütün gemileri alan bir melik vardı.” Bunu yaralı görünce almaz. Onun için öyle yaptım. Şimdi bunlar bu adamın gemisi var. Gemisi olduğu için evi var. Sosyal statüsü var. Bir şeyleri var. Gemi elinden alındığı andan itibaren ne olacak? (..) Çünkü gemisi varken bile bazı bazı seferlerde borç alır şey yapar bazen gelir borcunu öder bazen artar. Ama gemi elinden alındığı andan itibaren oturup kalacak. Yapacağımız hiçbir işimiz yok. (Sınırı var mı Hocam? Herkes zamanla bu kategoriye giremez mi?) Girebilir zamanla girer. Her anında değil. (..öğretmen yani bir atılsa..) Tabii ki. (Öğretmenken mi alacak?) Öğretmenken değil kardeşim. Miskin haline geldiği zaman. İşsiz haline geldiği zaman. İşsiz. Bir şeyin de bir statüsü var yani. İnsanlar farklı biliyor. Bak hadis hadis ne kadar güzel anlatıyor. Mesela şimdi siz bu gemi sahiplerini düşünün. Herkes onlardan yardım istiyor değil mi? İşini kaybettiği zamanda Millet onlardan yardım istemeye gelecek ama kendisi yardıma muhtaç. Benim yardıma ihtiyaç bak ben bunu yaşadım. Yani Rahmetli pederi iflas ettirdiler Erzurum’da. Bizim fakültenin açılışında Hocalar konuştu işte. Erzurum’da zenginler talebe göndermiyorlar burada bir tane zengin var Abdülaziz Bayındır diye gösterdiler. Halbuki beş kuruş para yok cebimde kimseye de söyleyemiyorum. Valla biz beş sene fakültede okuduk bir iki kere bir şey yok dedim baktım kimse inanmıyor ondan sonra ki yok inanmıyorsanız inanmayın. Ne yapalım? Daha da söylememeye başladım.Burs almaya gidiyorum Millet arkadan bağırıyor. Tanıyorlar ya yani “Zenginlerde burs alırsa fukara ne yapsın?” (…) Hiç bilmiyorlar ki ben beş sene okumuşum babamdan yüz lira para almışım sadece. Onu da almıyorum da annem dedi ki “Oğlumbaban çok üzçülüyor al.” O zamanın parasıyla 12500 lira para vermiştim babama ticaret yaparak bir şeyler ederek. Şimdi ama işte anlatamıyorsunuz insanlara. Yani bunu yaşamayan bilmez. Mesela gayet iyi bilirim bir sene evvel ben buradan oraya gidiyorum araba bulup şurdan bir araba satın alıp gidebilirdim. Hiç problem değil yani. Ama bir sene sonra elli kuruşa gidilen yere yirbeş kuruşa gitmek için yirmi dakika yürüyordum. Ama insanlar sanıyordu ki yine zenginiz. Anlatamıyorsun ki. Çünkü hiç kimse inanmıyor. Hiç kimse. Yalan söylüyor diyorlar. (Yaşayan bilir sadece) Sadece yaşayan bilir. İşte miskin o. Miskin o. (..)Eyi o zaman herkes bize geldiği için ben fakültenin 5 senesinde fakültenin talebe başkanlığı yaptım. Fakültenin bütün fakir talebelerine yardım buldum. (..) Tabi başkasına kolay isteniyor. (..)Sen de sen de yaşadın onu ha.. Sen de yaşadın. Sen de aynısını yaşadın. Ya işi yaşayan bilir. Başkası bilmez. Yani dışarıdan siz bunu insanların insanlara anlatmanız mümkün değil ya. Mümkün değil. İşte bak peygamberimiz onun tarifini ya burada da Allah’ü Teala özellikle miskinlere diye sürekli e şimdi sen miskini böyle tarif ediyorsun peygamberimizin bak söylediği söylediğine tamamen ters bir tanım yapıyorsun. Ya ayet ne ayetten delili var ne peygamber? Ne nedir bu? Lugattan delili var. Sekene’den. Yapacak bir şey yok. Olsa yapacağım. Oturmuş kalmış. (..) Ona miskin denmez. İşi vardır çalışır. (..) Ona fakir denir. Miskin denmez. O çalışıyor. (..) Onu, ona o borçlu gurubuna girer. O başka. Her birinin, yani her birinin tanımı farklı. Ama senin aldığın maaş yetmiyorsa bu adam miskin olmaz. Çalışıyor o adam. O fakir olur. O fakir olur. O zaten onun toplumdaki durumu farklıdır onun. Standardı farklıdır. (..) Tamam. İstisnalar hariç tabi. İstisnalar hariç. Yani yeten var yetmeyen var. İşçilerde aynı şekilde. Ondan sonra bak mesakin. Bak görüyor musunuz ne muhteşem bir mana var değil mi? Neydi senin adın unuttum. Ha Mustafa. Burada ki bu muhteşem mana nasıl kaybediliyor. Peygamberimiz kaybetmiş mi bak. Tek kelime şey yaptığı yok. (..Öyle bir kelime ki yani …) (…) Şüphesiz ki öyle ya. Ayırıyor onu. Adamın bir sosyal konumu var. Statüsü var. İşte bak ben ben bak ben mesela ben o zaman Valinin yanına rahatça gidiyordum. Fakültenin şeyi. Ama diğer arkadaşlar gidemezdi. Giremez diğerleri. Şimdi. Ya da diğer zenginlere gidip söyleyebiliyordum. Rahatlıkla konuşabiliyordum. İşte şurada şu ihtiyacımız var, burda bu ihtiyacımız var diyebiliyorduk.
Şimdi ondan sonra, mesakini şey yaptık. Bir de tabi vergi toplayan insanlar. Mesela dün birisi sordu. Efendim diyor, ben diyor Kuran Kursuna zekat vereceğim oradaki Hocaya versem olur mu? Oradaki Hoca yani Hoca demeyelim de dernek mesela dernek vardır vakıf vardır şu vardır bu vardır. Amiline aleyha grubuna girmiyor mu? Zaten ona vereceksin. Çocuğa niye veriyorsun? Gönüllü amil. Ona vereceksin kardeşim. Çocuğa niye veriyorsun? Görevli olan o. Şimdi ben İstanbul Müftülüğüne geldiğim zaman baktım konuşuyor hocalar işte fakir geldi de talebelere verdiriyoruz da ben o zaman müftü yardımcısıyım sakın ha dedim. Kesinlikle. (…) O da şöyle oluyor şimdi talebe bir Kuran Kursuna bir talebe koyduk o talebede hafta sonları … ya geliyor. Ben cebimden mendili çıkarmak için elimi cebime atınca bana ne verecek diye bakıyor. Lan dedim bu yav bu psikoloji nasıl oluşuyor diye biraz bakayım dedim yani. Baktım ki çocukları diziyorlarmış. Yav bu ne kadar rezillik. Ne kadar çirkin bir davranıştır. O çocuklarda hiç şahsiyet kalır mı? Kardeşim güveniyorsan götür oranın idaresine ver. Güvenmiyorsan verme. Güvendiğine ver. O kadar. İşte amilüne aleyha. Bir de bazıları bizim bazı hocalar çıkıyorlar fakirin bizzat eline vereceksin , bizim Kuran Kursunda böyledir e o çocukların ellerine verildikten sonra para ne oluyor? Topluyorlar mı sonra arkasından o parayı. Sizin orada toplamıyorlar ama bazı yerlerde topluyorlar. (…)
Ondan sonra kalpleri ısındırılanlar. Adam Müslüman değil. Bakın burada dikkat ederseniz. Sadece elif lam olduğu için diyorlar Müslümanların fakirleri diye tarif ediyorlar. Elif lamla Müslümanların fakiri olması fark etmez. Herkes için söz konusu olabilir. (….Müellefeti kulubun deyince … demek ki diğerleri … zaten müeelefeti kulüp konumuna girer…)Yok fakir olsa müellefei gulup fonuna girer değil. Fakir olduğu zaman evet sen telifte ediyorsun ama adam bir kere askeri geçimini sağlasın diye veriyoruz. (…) Müellefei Gulupta zengin. Müellfei Gulup, Müellefei Gulup fakir değil. (İslam sınırları içerisinde mi,…)Fark etmez. Kalbinin ıslan islama ısındırılması. Bir düşmanlığını engelleyebiliyorsun. Bir Müslüman olmasını sağlayabiliyorsun. Bir de onun vasıtasıyla başkasının Müslüman olmasını için şey yapıyorsun yani adam mesala bir islamın yayılması için anlaşılması için şey kurmuşsa bir tane Süleymaniye vakfı kurmuşsa .. Olabilir yani. (Yani bu çok önemli bir mevzu..)Son derece mühim. (…Burs veriyorlar bazıları. Ama şu şartlara uyacaksınız. ..) Sen de aksini yapacaksın. Ya işte şimdi mesela diyelim ki burada şeyler için güzel bir ortamda yemek vermek istiyorsun. Önde gelen insanları davet ediyorsun. O pekala bu fondan yemek yedirilebilir. Ondan sonra da çıkarken de ceplerine ya da ellerine birkaç tane de hediye verirsin. Nedir? Gönüllerini almaktır işte. (…)Tabii engelini kaldırmak için verilebilir. O da verilebilir tabi. Zararını def etmek yada fayda elde etmek için. Hepsi olur. Yani şimdi deniyor ki efendim Müellefei Kuluba ihtiyaç kalmadı onun için ı hazreti Ebu Bekir zamanında bu iş kaldırıldı yok hz Ebu Bekir zamanında Hz Ömer kaldırdı ama Hz Ebu Bekir halife iken kaldırıldı. Dolayısıyla kaldıran o. Onaylamamış olsa Hz Ebu Bekir kaldırılmaz deniyor yani. Bu konuda da icma vardır deniliyor. Ne biçim icma ise diğer mezheplerin haberi yok o icmadan. Şimdi yav kardeşim asıl müellefei Guluba ihtiyaç devlet genişlediği zaman olur. Bak Peygamber Efendimiz Mekke’yi fethetti en büyük şeyleri fetihten sonra dağıttı. Yani şimdi zannediliyor ki biz bir memleketi fethettik mi oradakilerin hepsi Müslüman oldu. Ya olur mu sen adamın elinden bütün toprağını almışsın. İmkanlarını almışsın. Bu adam Müslüman olur mu? Bu adama ikramlarda bulunacaksın vereceksin Peygamber Efendimiz Safvan bin Ümeyye’ye bol miktarda şey verince Müellefei Gulup fonundan ikramda bulununca o da dedi ki bunu ancak Peygamber yapar dedi ve Müslüman oldu. (…)Çünkü o şey değildi yani ganimet olunca veriyorda diğerlerini vermiyor.
Evet şimdi, ve esirlerle ilgili daha çok. Alınan esirler kendileri eğer fidyelerini ödeyemiyorsa zekattan ödenerek serbest bırakılıyor. Bu da aslında bir çeşit müeelfei kulüp şeyidir ama bunla aralarında ufak tefek farklar var yani.
Borçlular. (…) Hayır hayır geri alınmaz. Verdin gitti. (…) Yo yo yo. Borç değil. Verdin bitti. (…) Borçlularda öyle. Yani şimdi mesela işte size örnek olarak anlatmıştım. Şimdi şeyler vardır. Kurumlar. Adam işte Eskişehir’e giderken yolun solunda Toprak Holdinge ait sıra sıra fabrikalar var. Fabrikaların bahçeleri de mal dolu. İçerisi aleti edavatı büyük bir yatırım. Çok büyük bir yatırım ama çalışmıyor. Şimdi eskiden hatırlarsınız kuyuların dibinde su olur yukarıda bir pompa olur pompanın üzerine bir bardak su dökmezsen pompa çalışmaz ve aşağıdan su çekmezsin. Şuanda elektrikliler çıktı da. O fazlaca anlaşılmıyor. Şimdi bu tür müeesseler de o bir bardak su esiktir. O bir bardak su nedir? Adama şimdi deniyor ki kredi al. E alıyor krediyi 1 milyon lira aldığı zaman 1 milyon yüz bin lira vermesi lazım. Kısa sürede vermesi lazım. İyice sıkıntıya giriyor. Bir daha kredi alıyor tekrar sıkıntıyo giriyor. Bir daha tekrar. Ondan sonra da yürütemiyor. Maaş veremiyor. Kapatıyor. Başka çaresi yok. (…) Demek bizi buradan dinliyor. Ah Hüseyin ah. Ah Hüseyin. Şimdi, şimdi bu insanların senin kaç liraya ihtiyacın var kardeşim bir milyon lirayı. Şu mantığa göre olursa adama diyeceksin ki sat. Fabrikanı. Yav niye satsın? Fabrikasını. (…) Hayır onu o bir milyon lirayı verdiğin zaman ne 10 milyon lira ya da elli milyon lira neyse artık kaç lira ihtiyacı varsa onu vereceksin. Geri almamak üzere verdin mi? O onu alıp burda kaç bin tane işçi alacak. O işçiler zaten bir ayda zaten o parayı piyasaya verirler. Bu adam bir müddet sonra vergi verecek. Oradan mal gelişi gidişi, taşıyan üreten, kullanan satan, müthiş. (…)Zekat, zekatta o yok. Zekattan bahsediyoruz. Bu ayetten. (..) O karzı hasen. O sadaka değil. Onu vereceksin tamam. Ama adam bir müddet sonra e efendim kötüye kullananlar olur. E canım onunda tedbirini alacaksın.
Şimdi Allah yolunda tabi bu cihat olarak Kuranı Kerim’de daha çok geçiyor. Bu cihadın asıl büyük cihat hangisi oluyor? Asıl büyük cihat Allah’ın kitabını anlatmaktır. İnsanlara doğruları anlatmaktır. Ama arada sırada savaşa da ihtiyaç olabilir. Sen savaşa çıkarmayacaksın ama mecbur kalırsın. Peygamberimizin hayatında savaş istisnadır. Bütün peygamberlerin hayatında istisnadır. Ama esas olan olumsuzluklarla mücadeledir. Dolayısıyla fisebilillahtaki asıl şey (…) birinci gruptan birinci gruba bu eğitim masrafları girer. Yetiştirme olayları girer. Dolayısıyla ikinci gruba şey girer. Tabiki savunacaksın. Tabi ki güç bulunduracaksın. Sen şimdi sen diyorsun ki burada adam savaşa gidecek e tüfeğim yok bir tüfek alayım. Ulen kardeşim o tüfeği önceden alacaksın. Bu adam eğitimini yapacak. Kendisini eğitecek. Hazırlanacak. E bir tüfekle oluyor mu? Tank alacaksın, uçak alacaksın ne alacaksan alacaksın. Dolayısıyla bütün savunma harcamalarını buradan karşılayabilirsin. Zaten burada ayette ilk ilk dört tane de lam harfi cerri kullanılıyor. Kişiye veriliyor. Diğer dört tane de de fi var bir fon oluşturulması gerekiyor oralarda yani.
İbnüs Sebil de efendi yol oğulu, e bütün ülkenin bütün yollarını yolların üzerindeki konaklama tesislerini şunu bunu buradan yap. Şimdi zekat küçük bir şey değil. Yani esas tam olarak alınırsa. Mallardan, bizzat malın kendisinden alınıyor. Adama kar ettin mi etmedin mi diye sormuyorsun. Malın varsa getir ver kardeşim. Kar ettin mi diye dediğin zaman orada çok büyük bir muhasebe giriyor araya işin içinden çıkamıyorsun. (…) (…) Yo farketmez. Bu zekatta (..) Ya zekat, sadaka üst kavram. Hepsini içine alıyor. Zekatta o işin içinde. Yani o zekatta sadaka. Burada anlatılanlar zekat. Şimdi şeyde ben burada size defalarca söylemiştim. 1983 mü 84 mü yani Rahmetli Özal yeni Başbakan olmuştu. Türkiye’deki Zekat Potansiyeli diye bir çalışma yapmıştık. O zaman Devlet Planlama Teşkilatı Uzmanlarından çağırmıştık. Onlar Türkiye’deki Mevcut Envantere göre bir hesap yapmışlardı ki Türkiye’de bir zekat envanteri yok. O zamanki hesaplamalara göre bir yıllık zekat geliri o seneki devlet bütçesinin dört katıydı. Şimdi bunun sekiz de birini (..dört katı para piyasaya girecek) evet. Devlet bütçesinin dört katı. E şimdi burada bunun sekizde birini yollara harcadığın zaman anormal bir yatırım oluyor. (Bu fakirlere dağıtılmış olsa zaten …)Hepsi de olacak sürekli canlı olacaksınız sürekli böyle güçlü olacaksın. O bakımdan bu sadakalar son derece önemli. (Şey vardı ya Hocam hani ya bazıları zaten vergiden belimiz bükülüyor (…) bir de üstüne zekatı da verdik mi diğerlerine göre daha şey kalırız.) adamlar vergi veriyor biz hem vergi veriyoruz hem zekatı) Şimdi bir kere bunlar vergilerini zekattan düşebilirler. Bu bir. İkincisi de vergi ile Zekat’ın arasında bugün ki vergi ile Zekat’ın arasında fark var. Vergi gelir vergisi olarak alınıyor. Dolayısıyla mesela küçük esnaf neyse de o büyük kuruluşlar istedikleri kadar vergi verirler. Hatta vergi alırlar bir de. Yani bu şeyin çarpıklık(…)tabi e kapitalizmin çarpıklıklarındandır bu. (Bir şürü şeyi masraf gösterip..) Tabi bir sürü gereksiz yani onun için öyle bir çark vardır ki fukaranın malı devamlı zengine akar. Onun için adı kapitalizmdir. Bu sistemin. (…) Dolayısıyla siz orada o orada da yanılmamak lazım yani. Burada bu bir vergi doğru. Ama bunun bu başlı başına bir sistem. Bugünkü sistemle farklılıklar var. Dolayısıyla bu adam zekat maldan veriliyor. Öbürü gelirden veriliyor. Geliri hesap ederkende bir sürü şeyler devreye giriyor onun için hani (…şuan devlet de İslam devleti olmuş olsa ayrıca bir daha vergi olacak mı) Hayır. (…) Ayrıca bir daha vergi olmaz ama tarih boyunca da olmuştur. Niye olmuştur? İşte burada gördüğünüz gibi zekatı işlemez hale getirmişler bizim ulema işlemez hale getirince de devlet işlerini yürütemiyor. Yürütemeyince geçici vergiler koymuştur. Kadı Havarız derler yani arıdi manasında. Ve o, kaldıramıyor (..) ve kalıcı hale geliyor. İşini yürütemiyor yani. Vergi kalıcı hale geliyor. (Yani tek devlet bunu alıyor zekatı alıyor) Tabi Kuranı Kerime göre devletin alacağı tek gelir zekattır. Ve bakın burada(..) bakın burdaki buradaki kalemler devletin bütün ihtiyaçlarını gören kalemlerdir. Öyle basit şeyler değildir.
Evet. Soru var mı?
E Hasan, Hasan Çerçi bir daha soru sormuş. Bir şey daha sorabilir miyim? Kuranı Kerimde “Onlar dinlerini az bir miktara satarlar” Bunu açıklayabilir misiniz?
Hangi ayette var az bir miktar satarlar dinlerini. (…) Allah’ın ayetlerinin karşısında az bir gelir elde ederler. Bu az dünyalık demektir yani. Tükenebilecek bir şey demektir. Kurana Kuranı Allah’ın ayetlerini sattıkları zaman ebedi cehennemi hak etmiş olurlar karşılığında geçici bir dünya elde etmiş olurlar. Azdan maksat odur. Yani az miktar değil geçici bir bedel demektir.
Mehmet TÜRKMEN sormuş: Bireysel emeklilik sistemindeki para için zekat vermem gerekir mi?
Evet o BES, Mehmet Bey BES’teki para her zaman tümüyle geri alabileceğiniz paradır. Dolayısıyla onun Zekatını vermeniz gerekir.
Hüsamettin AKÇABEY Siirtten sormuş: Evi olmayanın 85 gram altını varsa zekat vermesi gerektiğini söylediniz anladığım kadarıyla. Zekatı zenginler verir. Kendisine bir ev satın alınmamış bir kişi dinen veya genel anlamda zengin sayılabilir mi?
Zengin kelimesinin ben manası yani ğani kelimesidir. Yani Türkçemizde “Allah’a şyükür kimseye muhtaç değiliz.” İfadesinin karşılığıdır. Ama zengin kelimesişeyde farklı bir mana ifade ediliyor. Yani Arapçadaki Hamd olsun” Tarklerin hani “kimseye muhtaç değiliz” sözünün karşılığıdır. Dolayısıyla bu adam(..)e tabi parası olan ve imkanları olan bu kelimeler birbirini tam olarak karşılamıyor evet.
Kaldı ki beş bin tl civarında tutan 85 gram altın dört kişilik bir ailenin bir yıllık ihtiyacını karşılamaktan çok uzaktır.
Şimdi bunlar ihtiyaçlardan artan kısımla ilgili olarak söyleniyor. O şeyler. Dolayısıyla bir aylık yada bir yıllık ihtiyacından artan. Az önce ne konuştuk. Aylık maaş alan insanlar (..) onu aylık olarak hesap ederler ama bir de böyle maaşla geçinmeyipde başka şekilde geçinenler de yıllık olarak hesap ederler. Ondan artandır o beş bin TL.
(Hocam en çok sorulan soru geçen sene ramazan ayında para yada malımın zekatını verdim.) Tamam. (10 milyardan zekat vermiş. Bu sene hesap ederken diyor Aralıkta mal … 12 bin liraya kadar çıktı falan diyor. Yani bu ramazan) Şu anki duruma bakacak. (…) Paradaki. (Paranın bazısının üzerinden bir yıl geçti bazısının üzerinden..) Paranın üzerinden sene geçmez. Paranın üzerinden sene geçmesi. Kardeşim paranın üzerinden sene geçecek olsa Türkiye’de ya da Malın üzerinden sene geçecek olsa hiç kimsenin zekat vermemesi (…) para tutulur mu? Öyle saçmalık olur mu? Siz zaten parayı tutupta kullanmazsanız Allah’ü Teala bunu çok ağır bir şeyle (…) Şurda dursun da şu paranın zekatını vereyim. Öyle bir şey olmaz. Zenginliğin üzerinden geçmesidir. Yani bizim Türkiye’deki mesela işte vergi sistemi zekata göre Türkiye’de de diğer yerlerde de zekata göre ayarlanmış bir sistemdir. Hepsi birbirinin benzeri olan sistemlerdir. Mesela Aralık ayının 31’inde gece saat 12’ye kadar alımını satışını yapmış olduğunuz ya da sizin işte kurumunuza giren mallar saat 12 yi 1 geçe artık o vergi konusu olmuş olur. Yani saat 12 ye kadar saat 12 de gelmiş olan kayıtlarınıza geçmiş olan mal artık 12 yi bir geçeden itibaren vergiye konu olan maldır. Şeriatta da öyle. Şimdi herkesin bir zekat günü olur. En son anda eline girmiş olan malın da zekatını verir. Son anda çıkmışsa ondan da vermez. (Yani mesela adam bugün zekat günü 1-2 milyar para geldi bir anda. Hemen onu ekleyecek) Ekleyecek. (Beklemeyecek onun bir sene sonraya kadar) E son kendi herkesin kendisi için bir zekat günü olur. Onun son anına kadar son saniye gelen paranın zekatını verir 1 saniyelik kalsa bile(Şimdi hocam: 2 milyar miras yoluyla bugün para geldi….) Sen zaten zenginsen (daha zenginlik yok ama ..) Gelsin fark etmez. (… katılma babında demiyorum. ..) O da onunda zekatını vereceksin. Onu da diğer malına katıp zekatını vereceksin. (…) Ama şuanda diyelim ki son gün elinden çıktı. O zamanda vermeyeceksin. (…) Ya seneden seneye yapacak hesabını. Öyle ara bir hesap yapmaya gerek yok. (..) Seneden seneye. (.. Bunu daha çok kadınlar … Şimdi 100 gram..) O zaman 120 gram verecek. (Diyorlar ki 100’ünü vermeştim ben zaten bu 20’yi vereyim.)Ha vermiştin zaten. O zaman (..) o zaman dün öğlen namazını kılmıştım bugün da kılmaya gerek yok. Öyle şey olur mu? Yani seneden seneye herkes malının zekatını verecek. (.. o doksan dokuzda olsa verecek..) 99 da olsa vereceksin 100 de olsa vereceksin. (..)
(Mehmet TÜRKMEN’in sorusuyla … bir soru soracak bir arkadaş) (Dün bizim hanım çiftçi Bağkuru sitmenie girmiş. Çiftçilik yapmayacak ama oraya …) Onu Bağkur’a soracak. Bağkur sistemi uygunsa olur. Ama kandırmaca olursa olmaz.Bana değil onun fetvasını Bağkur’a sorarsın. Yani canım Bağkur orada bir sistem kurulmuş. O sistemin kuralına uygunsa(..) o sisteme uygunsa olur. Değilse olmaz.(…) Eyi ya onu oraya sormak lazım. Bize değil yani. Oranın sistemi nasıl çalışıyor? Gidip oraya sormak lazım. Onu ben bilmiyorum şahsen. (..) Yani ben bildiğim kadarıyla çalışmayan kişilerin sigortası heralde olmuyor. Tam bilmiyorum. Yani. (..) Öyleyse yapabilir. Bilmiyorum. Ben bilemiyorum. Yani tamam öyleyse olur. Öyleyse olur. Yani bilmediğim bir konuda şey. (.. Zekat verecek biri çocuğunun üniversite okul masraflarını zekatından düşebilir mi?) Elbette tabi. O çocuğun masraflarını kendi karşılayacak durumda değil ki. Velisi olarak o karşılayacak. (Zekatından düşebilir mi?) Zekatına saymayacak. Zekatından düşecek. Zekat vereceği malların matrahından düşecek yani. Yo zekatına saymayacak. (Yani baba olarak zekat verebilir mi?…) Şimdi o o fetvayı vermek çok tehlikeli bir fetva.
Peki başka? (Çok soru var. Kardeşin zekatı soruluyor?) Kardeş varken başkasına verilmez. (…) (…) (Kardeşe zekat verilir mi? Bir de kayınpeder damat, damat kayınpedere )Olabilir ikisi de olabilir. (..) O da olur. O da olur. İkisi de olur. (..) (…) (Yıl hesaplaması üff kıyamet gibi. Ne zaman verdim. Aralık…) Arasında aradaki cenah sen her gün mü hesap yapacaksın? Sene sonunda hesap (..) (…) Tamam, peki hadi Allah kolaylık versin.