ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugün ramazanın üçüncü haftasındayız. Zekat konusu en çok sorulan sorulardan. Arkadaşlarımız bize çokça sorulan sorular tespit ettiler. Onlarla ilgili bir ders yapacağız Allah nasip ederse. Namaz ve zekat yani salat ve zekat, Adem(as)’dan beri bütün nebilerin ümmetlerine emrettikleri iki temel görevdir. Onun için siz, hangi dini topluma giderseniz bunları bulursunuz. Bir takım değişlikler olmuştur tabi tarih içerisinde. Dine uymaktansa dini kendine uydurmak oldukça yaygın bir şeydir. Dini kendisine uyduranlar da genellikle etkin insanlar olduğu için dini bozabilmişlerdir ama yine o temel kavramlar devam ediyordur. Buna delil olarak Beyyine suresinden okursak eğer. Kuranın 98.suresi. Burada Allah özet olarak meseleyi anlatıyor. Diyor ki baştan BEYYİNE, 1.. Ayet: “Lem yekünillezine keferu min ehlil kitabi vel müşrikine;ister ehli kitaptan, ister müşriklerden olsun kafirler”,”münfekkıyne: çözülecek değillerdi”,“hatta te’tiye hümülbeyyineh: kendilerine o beyyine gelinceye kadar”. Beyyine gelinceye kadar ister ehli kitaptan, ister müşriklerden olsun kafirler çözülecek değillerdi. Bu ayeti anlamakta insanlar biraz sıkıntı çekiyor. Niye ehli kitap ve müşrikler deniyor? Ali İmran suresinden bir örnekle devam edeyim. Orada Allah diyor ki. Önce “inned dine indallahil islam” diyor: Allah katında din, islamdır diyor. “ALİ İMRAN, 19..”ve mahtelefellezıne utül kitabe illa mem ba’di ma caehümül ılmü bağyem beynehüm“. Kendilerine kitap verilen kişiler: onlarda da din islam. Yani Yahudi olsun, Hristiyan olsun, Budisti olsun, Brahmanisti olsun, Zedüştü olsun, Sabiisi olsun hangisi olursa olsun, dünyada nerede bir dini oluşum varsa altını kazıdığınız zaman mutlaka Allah’ın bir nebisi çıkar. Onlarda da din İslam’dır. Fakat şimdi ne oluyor? Peki bunlar ihtilaf çıkarırlar arkasından. Niye çıkarıyorlar? Diyor ki Allah ALİ İMRAN, 19”..ve mahtelefellezıne utül kitabe illa mem ba’di ma caehümül ılmü bağyem beynehüm” kendilerine kitap verilenlerin ihtilaf etmiş olmaları yani ayrı düşmüş olmaları.. Yani kitap gelinceye kadar herkes tamam, müslüman olur. Herkes doğrulardan yanadır. Ne zaman ki o doğrular kendi hesaplarını bozmaya başlarda problem orada çıkar. “Evet doğru ama kardeşim bizim de bir şeyimiz var”. Hatırladığımı söyleyeyim de bilgim çok eskidir, belki ufak tefek silinmeler olabilir. Ali İmran suresinin inmesine sebep olan bir olay var. Necran’dan bir Hristiyan heyeti Medine’ye geliyorlar. Onların başlarında başpiskoposları var. Başpiskoposun da kardeşi var. Yolda atı sürçüyor, adam düşecek gibi oluyor. Kardeşi de atının yularından çekiyor. O sıra kardeşi Resulullah’aa hakaret ediyor, sövüyor. Hemen başpiskopos müdahale ediyor. “Sus sus, sakın ha Ona bir şey söyleme. O, Allah’ın nebisidir” diyor. Allah’ın nebisidir deyince şok oluyor kardeşi. Biz daha niye böyle yapıyoruz ki diyor madem Allah’ın nebisi? Biz daha niye gidiyoruz ki. Onunla tartışmaya gidiyorlar. Bak kardeşim diyor, “Bize Necran’da başpiskoposluk verildi. Roma bize şu kadar destek veriyor. Biz Ona inanırsak bunların hepsini kaybederiz” diyor. Doğruları görmek başka bir şey, doğruları kabul etmek başka bir şeydir. Mesela bugün Türkiye’de imsak vaktinin yanlış olduğunu bilmeyen herhalde kalmadı. Ama biz bunu kabul edersek Süleymaniye Vakfı’nı öne çıkarmış oluruz. Şimdi sıkıntı bu. Başka bir sıkıntı yok. Bunu kabul ettik mi Süleymaniye Vakfı öne çıkacak. Aynı kafadalar yani. Değişen bir şey yok. Halbuki biz, Allah’ın emri olarak tatbik edelim deseler problem kalmaz. Bak işte burada diyor ki Allah ; “ve mahtelefellezıne utül kitabe illa mem ba’di ma caehümül ılmü bağyem beynehüm: kendilerine kitap verilenler”, işte bugün bizim hocalar da kendilerine kitap verilenlerdendir. Kitabı gösteriyorsun falan. Niye? Aralarındaki ‘bağy’den dolayı ihtilaf etmiş oluyorlar. ‘Bağy’ ne demek? Yani ‘benim dediğim olsun’. Kardeşim öyle de aynı başpiskoposun dediği gibi: “kaybederiz”. “Koskoca Diyanetiz, nasıl Süleymaniye vakfını”.. Allah’ın emri de kardeşim, niye Süleymaniye Vakfı diyorsun ki. Kafa aynı kafa. Öyle diyor Allah. “ve mey yekfür bi ayatillahi: kim Allah’ın ayetleri karşısında kafirlik ederse” yani ayetleri örter, görmez. Siz ayet diyorsunuz, “efendim falan astronom, filan astronom”. Biz gökyüzünde yıldız mı gözlüyoruz? Bize ne ondan. Yok. Onunla örtmeye çalışılıyor. “Fe innellahe serıul hısab: Allah bunların hesaplarını çok çabuk görür”. ALİ İMRAN, 20.. Ayet: “Fe in haccuke : sana delil getirecek olurlarsa” ,“fe kul: onlara söyle”. Sana bir şekilde delil getirip seni susturmaya çalışacaklar. Yanlış olduklarını gayet iyi biliyorlar. Diyeceğin şu: “eslemtü vechiye lillahi ve menittebean:.deki; ben, kendimi Allah’a teslim ettim. Bana uyanlar da öyle”. O kadar. “Ve kul lillezıne utül kitabe vel ümmiyyıne” esas bu iki kelime için okudum bunu. “Kendilerine kitap verilenlere ve ümmilere söyle”. Ümmi denen burada Mekkeliler’dir. Ama şu anda öyle değil. Şu anda tüm dünyayı önünüze alın. Mesela Avrupa’yı alın. Dışarıdan insanlar konuştuğu zaman zanneder ki Avrupa’nın tamamı ehli kitaptır. Değil. Çünkü Avrupa’nın çok büyük bir bölümü ateisttir. Ama Türkiye’de algılanan anlamda ateist değil. Yani Allah’ı tanımayan değil. Mesela Hristiyanlıkta tanrı kilisedir. Siz kiliseyi tanımadığınız an ateist olursunuz. Ben kiliseyi tanımıyorum. Onlarda ateistlik bu anlamda. Yani sizin tanrınızı tanımıyorum demiş oluyor, Allah’ı tanımıyorum değil. Bazıları aşırı giderek Allah’ı tanımıyoruma kadar varıyor, o ayrı bir konu. Dolayısıyla peki ne oluyor? Bir tarafta kendisine kitap verilenler ehli kitap oluyor bu ayete göre. Ateistlerin tamamı ümmi oluyor. Ne demek ümmi? Annesinden doğduğu günden itibaren elinde dayanacağı bir şey yok. Mekkeliler ümmi. İbrahim(as)’a Allah bir kitap vermiş ama Mekkeliler’in elinde bir kitap var mı? İlahi kitap? Yok. Ümmi. Yani din konusunda analarından ne duymuşlarsa o. İlahi kitaba dayalı bir bilgileri yok. Peki yahudi ve hıristiyanlar? Ehli kitap. Peki ümmiler içerisinde de mümin olan var mafir olsn var. Nedir? Fıtratına uyar, fıtratını bozmaz. Mesela bilirsiniz Mekke’de hanifler vardı deniyor. Peki hangi kitabı uyguluyorlardı ki hanifler? Fıtratlarına uyuyorlardı. Fıtrata ters düştüğü için putlara tapmıyorlardı. Bugün gidin ateistlerin içerisinde de böyle fıtratlarına tamı tamına uyan, yanlış yapmayan, ahlaksızlık yapmayan kişiler vardır. Ne zina ederler, ne hırsızlık yaparlar. Yani genel manada ateistliği kastetmiyorum. Simdi onu sağa sola çekerler. Bu ümmi anlamındadır. Avrupa’da da ümmiler var, ehli kitap var. Bugün Türkiye’de de öyle. Kurandan haberi olmaya insanlar var. Hiç okumamış hayatında. Anasından nasıl duymuşsa öyle. Ümmi. Hatta bugün ilahiyatçıların birçoğu ümmidir. Gerçekten ümmidir. Neden ümmidir. Çünkü uzman olduğu sahadaki ayetleri bilmez. Kuran irtibatını kuramaz. O zaman ehli kitaba mesela kurandan uzman olan bir kişiye ya da Tevrat uzmanına ya da İncil uzmanına ve ümmilere-iki guruptur-söyleyeceksin. İkisinde de mümin var, kafir var. Bile bile yanlışları yapıyor adam. Gerçekleri örtüyor. İkisinde de vsr. Diyor ki Allah ALİ İMRAN, 20.. Ayet: “Fe in haccuke: sana delil getirmeye kalkarlarsa”,“fe kul eslemtü vechiye lillahi ve menittebean: deki ben kendi yüzümü Allah’a teslim ettim, bana uyanlar da öyle”,”ve kul lillezıne utül kitabe vel ümmiyyıne e eslemtüm: ehli kitaba ve ümmilere söyle; siz de teslim oldunuz mu?”. Ne demek? Bakın size ayeti okuyorum. Ey ümmiler, Allah’ın sizde yarattığı fıtrat, işin böyle olması gerektiğini size söyler. Teslim oldunuz mu? Ey ehli kitab, sizin elinizdeki kitap, sizin buna uymanız gerektiğini söyler, teslim oldunuz mu? “fe in eslemu fe kadihtedev: eğer teslim olurlarsa yola gelmişlerdir”, “ve in tevellev: eğer yüzçevirirlerse”, “fe innema aleykel belağ: sana düşen tebliğdir”. Niye sana? “vallahü besıyrum bil ıbad: Allah bütün kullarını görüyor”, hesabında O soracak. Burada gördünüz mü? Ehli kitap ve müşriklerden kafir olanlar. Ehli kitaptan kafir olanlar var. Adam kitap uzmanı, ayeti gösteriyorsun “bana ayet gösterme” diyor. Geçen hafta anlatmıştım ya hani. Ayeti okuyorum “fe kulu veşrebu hatta yetebeyyene lekumul haytıl ebyadu ve minel haytıl esvedi minel fecr”. Arkadaşımız hem hafız hem arapçası çok iyi, ayeti okuyorum hiç meal vermeden, “o, sana göre” diyor. Nedir bu? Ehli kitaptır, kabul etmiyor teslim olmuyor Allah’ın ayetine. Daha meal vermedim yaa, sana göre ne demek? Peki sen bir meal ver bakalım dedi. “Sana göre”. Niye? Çünkü hesabı bozuluyor. İster ehli kitaptan, ister müşriklerde olsun kafirler. Bunlar çözülecek değildir. Bunları birer kir kabul edecek olursanız, kir çözücü olan kurandır. Beyyine 1: “…hatta te’tiye humul beyyineh: beyyine gelinceye kadar”. Çözülmezler, sıkı sıkı dururlar. Peki beyyine nedir? BEYYİNE, 2.. Ayet: Rasulüm minallahi yetlu suhufem mütahherah: Allah’tan gelen bir elçi ki tertemiz sayfaları okur”. Adem(as)’dan beri bütün elçilerin karşısına çıkan budur. Mesela İsa(as) geldi dedi ki elinizdeki Tevratı tasdik eden bir elçi olarak geldim dedi. Size haram kılınan bazı şeyleri de helal edeceğim. O kadar da mucize gösterdi. Onu öldürmeye kalanlar hahamlar değil miydi? Niye? Dükkanları kapanacak, ondan dolayı. Bütün mesele o. Yani üstünlük bizde kalsın. Gelen o başpiskopos gibi. Diyor ki burada Allah BEYYİNE, 2.. Ayet: “Rasulüm minallahi yetlu suhufem mütahherah: Allah’tan bir elçi ki tertemiz sayfalar okur.”. Yani hiç hurafesi şu su, bu su yok. Arı, duru. BEYYİNE, 3.. Ayet: Fiha kütübün kayyimeh: içerisinde sağlam hükümler vardır”. Kimsenin itiraz edemeyeceği hükümler vardır. BEYYİNE, 4.. Ayet: Ve ma teferrekallezıne utül kitabe: kendilerine kitap verilmiş olanlar tefrikaya düşmedi”. Ümmüler yok burada. Ellerinde kitap var, kitapta delil var. İşte bakın kardeşim ayete. Bizim imsak meselesi çok ciddi bir örnektir gerçekten. Kaç yıldır karşımızda duruyorlar. “İşte, araştırmalar yaptık, Bâla ormanlarında şey yapıyoruz”… Çıkın bir cümlelik bilgi söyleyin, resim gösterin bakalım. BEYYİNE, 4.. Ayet: “Ve ma teferrekallezıne utül kitabe” kendilerine kitap verilen kişiler kendi içlerinde tefrikaya düşmediler diyor. Kendi içlerinde paramparça oluyorlar. Onun için “tehsemuhum cemian ve kulubuhum şetta” diyor Allah. Sen onları toplu zannedersin, içleri paramparçadır. BEYYİNE, 4.. Ayet: Ve ma teferrekallezıne utül kitabe illa min ba’di ma caethümül beyyineh: kendilerine kitap verilenler, bu Beyyine geldikten sonra parça parça oldular”. Niye? Medine’deki Yahudiler, anlatıldığına göre ki son derece mantıklı Tevratla irtibat kurduğunuz zaman. Zamanında biz çalışma yaptırmıştık. O çalışma kayboldu gitti. Son nebinin Mekke’de çıkacağı, Medine’ye yerleşeceğine dair işaretler vardı orada. Ama Mekke’de çıkacağı ifade ediliyor. Yahudiler gelmişler. 4 ya da daha fazla Yahudi kabilesi Medine’ye yerleşiyor. Gelecek nebiyi bekliyorlar. O gelecek nebi ile dünya hakimiyeti kurulacak. Çünkü Allah söz vermiş dünya hakimiyetinin kurulması için. Ve Araplara karşı sürekli propaganda yapıyorlar. Bir nebi gelecek o zaman göreceksiniz biz şöyle olacağız, böyle olacağız falan diye. O nebi gelince ilk kafir olanlar kim oldu? Bunlar oldu. Kabul etmediler. Etmediler, çünkü: niye bizden değil. Niye Yahudi değil yani. Ümid ediyorlardı ki bizim çoluk çocuğumuzdan birisi olur. Gidip oraya yerleşelim de. Ama onlar ne yaptılar? Medineliler’in zihnini gelecek nebiye hazırladılar farkına varmadan. Oraya geldiği zaman ne oldu? Bunlar kendi içlerinde paramparça oldukları için Resulullah karşısında dayanamadılar, 4 sene içerisinde oradan gittiler. Kimse böyle bir şey hayal edemezdi. Yine o günün Zerdüşleri inanmadıkları için kendi içlerinde paramparça oldu ayrıldılar. Havalı cam gibi. Bir şey yaptın mı paramparça olur. Paramparça olduktan sonra onu temizlemek çok kolay. Hemen temizlendiler. Beri tarafta Romalılar paramparça oldu tertemiz edildiler. Necranlılar paramparça oldu tertemiz edildiler. Yoksa kısa sürede İslam yayılır mı? Şimdi siz dışarıdan zannediyorsunuz ki bu yapılar şeydir. Değil. Resulullah da öyle zannediyordu. Ne diyor Haşr suresinde? “ma zanentum en yahrucu” siz bunların Medine’den çıkacağını hayal bile edemiyordunuz diyor Allah. Çünkü dışarıdan onları toplu zannediyorsunuz. Aralarında bir bağ kalmamış. Öteden beri Allah’ın kanunu bu. Emredilen şey şu; ”BEYYİNE, 5.. Ayet: Ve ma ümiru illa liya’büdüllahe” sadece Allah’a kulluk etmek emri verilmiştir, başkasına değil. Nasıl kul olacaksınız: “muhlisıyne” içiniz tertemiz olacak. Öyle içinizde başka bir şey olmayacak. Halis. Halis süt derler mesela. Ne demek? Katkısız, su katılmamış. Yabancı madde yok. Onun için muhlis, Allah’ın dinine hiç bir şey ilave etmemişsin, çıkarma da yapmamışsın. “Lehüd din” Din, Allah’a özgü olarak. Yalnız Allah’a ait. Allah ne demişse o. Peki burada ne olmuş olur? “hunefae”: dosdoğru yönlerini o tarafa çevrilmiş. Ve bütün mebilerin emrettiği: “ve yükıymussalate: namazı tam kılmaları”, “ve yü’tüzzekate: ve zekatı tam vermeleridir” ,”ve zalike diynülkayyimeh: kayyime olan din”. BEYYİNE, 3.. Ayet: “Fiha kütübün kayyimeh” diye geçti ya sağlam hükümler, işte sağlam hükümleri olan din budur. Yani namaz ve zekat. Demek ki namaz ve zekat bütün nebilerin ümmetlerine emrettiği şeydir. Müddessir suresinde var. Cennete gidenler cehennemliklerle konuşacaklar. Araf tepelerine çıkıp, cehennemliklerin azap çektiğini görecekler ve karşılıklı konuşacaklar. “ma selekekum bi sakar: sizi bu sakara sürükleyen ne oldu?”, niye bu cehenneme girdiniz? Verecekleri cevap: “MÜDDESSİR, 43.. Ayet: Kalu lem neku minelmusalliyne: biz namaz kılmıyorduk”,”MÜDDESSİR, 44.. Ayet: Ve lem neku nut’ı mulmiskiyne: çaresizleri de doyurmuyorduk”. O da ne oluyor? Zekat işte değil mi? “MÜDDESSİR, 45.. Ayet: Ve kunna nehudu me’alhaidıyne: dalanlarla birlikte dalıp gidiyorduk”. Yanlış yaptıklarını biliyorlar ama dünyayı ahirete tercih ettikleri için. MÜDDESSİR, 45.. Ayet: Ve kunna nehudu me’alhaidıyne: hesap günü karşısında yalan söylüyorduk”. Böyle bir şeyin olması gerektiğini biliyorduk ama yok ya diyorduk. Hesabımıza gelmiyordu çünkü. MÜDDESSİR, 47.. Ayet: Hatta etanelyekıynu: nihayet ölüm geldi”. Bu zekat konusu, her topluma Allah nebi gönderdiği için tüm toplumların geçmişinde olan bir şeydir. Ve zekat kelimesinin anlamı, bazıları arındırma falan derler ama değil. Çünkü arındırma başka bir şey. Arındırma, taharet kelimesi ile ifade edilir. Zekat başka bir şeydir. TEVBE, 103.. Ayet: “Huz min emvalihim sadekaten: onların mallarından sadaka al”. Zekat ve sadaka. Niye iki kelime kullanılıyor onu da anlamaya çalışırız inşallah. “Mallarından sadaka al”. Bizim Türkçemizde sadaka kökünden kullanılan bir kelime var. Sadık derler. Ne demek? Yani özü sözü bir demektir. Dürüst olan. Tasdik kelimesini kullanırız. Ne demek? Onaylıyorsunuz: yaptığın doğru. Sadaka da bugün yeryüzünde Müslüman kafir ayrımı olmaksızın kime sorarsanız sorun. Bir kere demin Avrupa’daki ateistlerle ilgili bir şey söyledim ya. Ben ateistim diyen aslında Allah’a inanmıyorum demiyor. Senin tanrına inanmıyorum diyor. Çünkü senin tanrı tanımın adamı tatmin etmiyor. Yan din diye karşısına koyduğun şeyden hoşlanmıyor. O ateist de dahil, çünkü Allah’ın varlığına ve birliğine inanmayan hiç kimse, böyle bir insan yeryüzünde yoktur. Size karşı öyle söylese bile içinden bilir. Bu işi çok güzel anlatan bir olay vardı. İnternette dolaşıyordu bir kızcağız. “Ateist olduğuma kimse inanmıyor ama Allah biliyor ya bu yeter” diyor. Ama bu gerçekten tam ateisti tanımlayan bir şeydir yani. Orada kime sorarsanız sorun: Allah’ı mı daha çok seviyorsun malını mı? Ne cevap verir? Allah’ı. Hiç kimse ben malımı Allah’tan çok seviyorum demez. Peki Allah için şu malını ver dediğin zaman ne yaparlar? Ama, falan, filan başlar. Bir tüccar gelmişti. İşlerinin çok iyi olduğunu anlatıyor bana. Müftülükteyim. “Hocam, Fransa’ya 1,5 milyon dolarlık ihracat yaptım” falan diyordu. O sırada bir talebe geldi ihtiyacını söyledi. Dedim şuna 10ğ dolar verir misin? “Vallaha yoktur Hocam”dedi. Vermedi. Ne oldu şimdi? Hadi ver bakayım. O kolay değil. Bir müddet sonra bana telefon açtı. “Hocam çok zor durumdayım, bana 30 bin liralık zekat bulabilir misin?”. 30 bin de çok küçük bir rakam tabi onun için. Sen daha 100 dolar vermemiştin. Bak Allah bana gönderiyor seni ibret olsun diye. Sonra da geldi, “Hocam ben intihar etmek istiyorum, bana fetva ver” dedi. Çıkardı Akbil gösterdi. Mercedes’ten inmeyen adam “bir süredir akbille gidip geliyorum” dedi. Fabrika gitti, borçlar iyice şey yaptı, ben şimdi intihar edersem sigorta şirketi 176 bin dolar mı ne ödeme yapacak, çocuklar borçları onunla öderler. Çocuklar kurtulur hiç olmazsa dedi. Dedim senin bir köşkün vardı. “Hocam,1,5 milyon dolarlık köşke 700 bin dolar veriyorlar” dedi. Dedim git onu 450 bin dolara sat dedim. Gerçekten gitti 450 bin dolara sattı, şimdi artık bayağı iyileşmiş. Geçende de bir yazlık yapmış bir yerde bana telefon açıyordu, davet ediyordu. Lafta herkes malını Allah’tan daha az sever, Allah’ı daha çok sever. Hadi ver bakayım? Feda olsun dediği an sözü ile eylemi ne yapar? Eylemi sözünü tasdik etmiş olur. İşte o yaptığı şeye de sadaka denir. Çünkü dürüstlüğünü tasdik ediyor. İçten gelerek veriyor. Ama içten gelerek vermeyen de olabilir. Onun için Allah, resulüne emrediyor “huz min” al diyor onlardan. Hem versinler diye ayetler var “atuzzekat” sürekli verin, verdin mi tamam ama “al”. Çünkü İslam devletinin bundan başka da bir geliri yoktur. Gelenek gerçi zekatın anasını ağlatmıştır. Onun için bir işe yaramaz hale gelmiştir. Devletler de bunu ihmal etmişlerdir, başka vergiler koymuşlardır. O ayrı bir konu. Sen bunu da al o “Bir Ayetin Başına Gelenler”e. “Huz min emvalihim sadekaten: mallarından sadaka al”. Tamam, güzel. Ondan sonra ne diyor: “tütahhiruhüm: bununla onları temizlersin/arındırırsın”, “ve tüzekkıhim” bu da arınma ise ne olacak? Baksana ne mana vermiş orada? İkiniz de okuyun, ayrı ayrı mealler nasıl olsa.
YAHYA ŞENOL: “Hem temizlersin hem arındırırsın”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: E hadi bakalım. Temizlemeyle arındırma arasında ne fark var? ‘Mesela’ örneği gibi. Orada ne diyor?
FATİH ORUM: Aynı. “Temizlersin ve onları arındırıp yüceltirsin”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tezkiye, geliştirmek demektir. Geliştirmek. Ekonominin gelişmesidir. “Tutahhiruhum: onları arındırırsın” yani ne oluyor: Allah’ı daha çok sevdiğini ıspat ettirmiş olursun, kendi düşüncesi ile fiili arasındaki engeli kaldırırsın ve inancı sağlamlaşır. Bir de malını da başkasının hakkından çünkü “ZARİYAT, 19.. Ayet: Ve fi emvalihim hakkul lis saili vel mahrum” diyor Allah. Mallarından, ihtiyacını gösterene de göstermeyene de bir hak var. Ama “tuzekkihim: onları geliştirirsin” diyor, “biha: o sadaka ile”. Ondan sonra “ve salli aleyhim: bir de onlara dua et”, “inne salateke sekenül lehüm: çünkü senin duan onları rahatlatır”. Sadaka-zekat veren kişiye de dua etme borcumuz vardır. Malı vermek kolay bir şey değil. Mala karşı insanda yaratılıştan bir istek vardır. Çocuklarınıza bakın. Oyuncağını elinden alabiliyor musunuz bir çocuğun? En çok da birbirleriyle ondan dövüşürler. Paylaşmak istemezler değil mi? Bu ne? Mal sevgisi insanın yaratılışında var. Allah sevgisi de var. İmtihan zaten, ahireti dünyaya tercih edip etmeme. “Dünya malı dünyada kalmış!”. Hadi dünyada kalan bu malı ver bakayım Allah rızası için. Onun için mesela hocalar çok güzel yaparlar, öyle şahane anlatırlar ki, millete “sadaka verin, zekat verin” falan millete emrederler ama kendilerine kolay kolay emredemezler. O sözleri kendilerine geçmez. Bir gün bir hocayı çok sıkıştırdım. Maddi durumu oldukça iyi olan bir hoca. Hep millete ver falan diyor da dedim sen Allah rızası için bugüne kadar bir Türk Lirasını birisine verdin mi dedim. Çok basit bir rakam. Sadece Allah rızası için. Millete bu kadar söylüyorsun ya, bir Türk Lirasını birine verdin mi dedim. “Vereceğiz, vereceğiz” dedi. Kardeşim, verecek misin demedim. Onu herkes söyler. Verdin mi diyorum. Epeyce sıkıştırınca dedi ki; “analığımın çatısı bozulmuştu yaptırdım” dedi. Dedim sen, analığının çatısını milletin dilinden kurtarmak için yapmışsındır. Herkes diline doladığı için mecbur kalmış yaptırmışsındır. Allah rızası için diyorum dedim. “Ben sana bir şey söyleyeyim mi? Sen asla yapamazsın. Sen sadece millete söylemeye kendini alıştırmışsın, yapmaya değil. Kolay değildir bu işler. Söylemesi kolay yapması zordur. Hele param olsun vereyim diyen adam asla veremez. Olmadığı zaman veremiyorsanız olduğu zaman hiç veremezsiniz. Bunu çok iyi bilin. Çünkü bir insanın zenginliği ne kadar artarsa, cimriliği de o kadar artar. Birbirlerine doğru orantılıdır yani. Ve hiç tatmin olmazlar. Allah bana nasip etti çok zenginlerle, çok itibarlı insanlarla beraber oldum çok. En üst seviyede kişilerle uzun süreler birlikte oldum. Tatmin diye bir şey yok. Ne kadar çok o konuda eline bir şey geçiyorsa, onu bir kere ayaklarının altında düşünüyor yukarıya bakıyor devamlı. Biraz da aşağıya bak ya! Diğer insanlara da bir baksana. Bu sebeple diyor ki Allah; “ve tuzekkihim biha”. Zekat, geliştirme manasındadır. Bir: senin kişiliğini geliştirir. Senin verebildiğin zaman aslında toplumda itibarını değiştirir. Saygınlığın değişir. Allah’ın yanında değerin gelişir. Verebilmek müthiş bir şeydir yani. Çok güzel bir şeydir. Size anlatmışımdır. Az önce kötü örnek anlattım, bir tane de iyi örnek anlatayım. Pehlivan Amca diye bir adam vardı Erzurumlu. Hakikaten babayiğit bir insandı. Çok güvenilir temiz bir insan. Onun akrabaları varmış Mersin tarafında bir yerde. Hocam gittim dedi içim yandı. Çok kötü durumdalar dedi. Onlara acaba biraz yardımcı olabilir miyiz dedi. Adam da o kadar onurlu insan ki söylerken sıkıla sıkıla söylüyor. Ben de birisine telefon açtım Mahmutpaşa’dan. O zaman oralar çok revaçta. Şimdi eski şeyi yok gibi galiba. Bir manifaturacıya telefon açtım, gelsin dedi. Gitmiş oraya geldi anlatıyor. Ya diyor ben böyle adam görmedim diyor. İçeri girdim, büyük bir tüccar gelmiş gibi beni karşıladı Hoş geldin falan “gel bir yemek yiyelim sonra bakarız”. Bana bir yemek ikram etti dedi. Ondan sonra çıktık, çocuklar gelin bakalım dedi şu beyefendiye gösterin, hangisinden istersin. Şok oldum diyor. Beğen, dükkan senin. Malzemeleri istediğim kadar verdi diyor. O sırada Topkapı’da bütün otobüsler, otobüs garajı. “Araban var mı oraya götürecek?”. Yok dedim. “Oğlum, hemen arabayla götür oraya bunu teslim et. Nakliye parasını da ver”. Geldi adam şok olmuş. Sonra gittim teşekkür ettim adama. Allah hayırlı uzun ömürler versin yaşıyor. Dedim böyle böyle yapmışsın. Hocam dedi şu komşularım bunun bana ne kadar getiri sağladığını bilseler bana bir tane fakir kalmaz, herkes kapar dedi. Dolayısıyla ne diyor ayet: “tutahhiruhum: onları arındırırsın”,”tuzekkihim biha: bununla onları geliştirirsin”. Çünkü zekat verdiğiniz kişi biraz sonra size müşteri olarak gelir. İnanılmaz getirileri de olur. Hatta birkaç tane müşteri gönderir siz bilemezsiniz onu. Bu geliştiriyor ekonomiyi. Bir de ekonomiyi daraltan bir şey vardı. Neydi o? Faiz, riba. Faiz ekonomiyi daraltıyor, bu geliştiriyor. Onun için ayetlere bakarsanız ikisi arasında sürekli bir kıyaslama vardır. Bakara suresi 276.ayette diyor ki Allah BAKARA, 276.. Ayet: “Yemhakullahür riba: faizli ilişkileri Allah daraltır”, “ve yürbis sadekat: sadakaları geliştirir”. “İrba” riba kökünden. Aynı dikkat edin. Riba, artma demek. Mesela tepeye “rabve” derler. Kuranda da geçer. “Bir tepede bahçesi olan” diye. Tepe. Niye? Çünkü diğer yerlere göre daha yüksek. Riba denir. Niye? 100 lira veriyorsun 101 lira alıyorsun. Verdiğin 100 lira aldığın 100 liranın karşılığı, o 1 lira fazla kalıyor. Onun için adına riba deniliyor. Peki artma her zaman haram? Haram yolla arttırırsan haram. Helal yolla arttırabilirsin. Onun için kelimede bir şey yok. Kelimeyi nasıl kullandığında problem var. Ondan dolayı da diyor ki; “ve ma ateytum li riben”. BAKARA, 276.. Ayet: “Yemhakullahür riba: Allah, o faizli ilişkileri daraltır”,”ve yürbi” yine ‘riba’ kökünden “ribalaştırır” yani arttırır. Aynı kökten yani. “Yurbi: arttırır” ,”essadekat: sadakaları”. Sadaka verdiğin zaman artacak, faiz verdiğin zaman daralacak. Bu nasıl bir şey? 100 lira veriyorum 110 lira almak için ve burada daralma olacak, 100 lira vereceğim gidecek ve bu genişleyecek. Böyle şey mi olur? Öyle şey olur tabi. Bir kan örneği veririz ya. Adamın kanını emiyorsun. Bir kimsenin kanının miktarında birazcık azalma yaparsa o kişinin faaliyetleri sağlam olur mu? Her tarafına ihtiyacı kadar kan ulaşmıyorsa o kişi problem olmaz mı? Kendisi problem olur. Sürekli hücrelere taze kan gönderiyors6n: o zaman dev bir ekonomik aktör olarak çıkar sürekli. Ekonomik faaliyet yapıyorsunuz, ortak yaparsanız o işi, diyelim ki şu kumaşı üreteceksiniz: sanayi ile ticaret ile uğraşanlar bilmezler. Allah’a şükür benim ticaret ve sanayi geçmişim hala devam ediyor. Bu konuların içerisinde yaşadığım için iyi bildiğimi zanediyorum. Bir malı satın alırsınız. Düşünürsünüz ki ben bu malı mesela diyelim ki gittiniz Çin’de çok ucuz bir mal gördünüz. Yeteri kadar para yok? Şu bankadan kredi alayım, bu malı Türkiye’ye götüreyim yüzde yüz kar ederim. Bankaya da vereceğim zaten cüzzi bir şeydir. Getirirsin Türkiye’ye. O malu gören sadece sen değilsin ki başkaları da görmüştür. Sen yasal yoldan getirirsin, bir takım vergileri, şunları, bunları verirsin. Gelir bakarsın ki sana màloluş fiyatının altında bu mal piyasada satılıyor. Bunu piyasada olanlar gayet iyi bilirler. Sürekli ola şeydir. Çünkü adam gümrükten bir şekilde vergisiz olarak geçirir. Yaparlar bunu. Hep yapıyorlar. Eyvah ne olacak? Bu malı bir müddet sattım satmadı diye düşünene kadar kredini zamanı gelir. Bir daha kredi çeker. Peki. Satman çok ciddi problem haline dönüşür. Alacağın para hiç bir zaman bu borcu ödemez. O zaman işler iyice daralır, bir sarmala girersin tüm malın mülkün gider. Az önce size anlattığım hani o intihar etmek için geldim diyen arkadaş var ya, o zaman bir şey daha bana söylemişti. 1.5 milyon dolar bekliyorum dedi Fransa’dan ama şu anda bir akrektif açmam gerekiyor. Akrektif dediğimiz: bir mal siparişi veriyorsunuz, banka garantisi ile veriyorsunuz. Bankanın kredisiyle. Ona akrektif deniyor. Akrektif açarken belli bir para vermeniz lazım. Hocam işte 30 bin liradan az bir paraya ihtiyaç var, şu anda elimde nakit yok, onu bankadan kredi olarak alabilir miyim? Alamazsın dedim. Gitmiş almış. 27 bin lira almış kredi. Bak: 1,5 milyon dolar, 27 bin lira. O 27 bin lira bu arkadaşı batırdı. Sarmal böyle. Piyasanın içinde olmayanlar bunu bilmez. Çok küçük rakamlar kanserli hücre gibi batırır adamı. Bugün Türkiye’deki piyasa berbat. Esnafı faize sokmakla övünen hükümetin başkanı, helali hoş olsun diyen adam. Namaz kılan bir kişi bu kelimeyi nasıl söyleyebiliyor kendisinin düşünmesi lazım. İşte bizim zamanımızda şu kadar bin kişi kredi aldı diyor, bak bugün anası ağlıyor piyasanın, perişan vaziyette. Başka bir sonuç zaten beklenemez. Bunları çözmek zor mu? Bu problemleri çözmek kadar kolay bir şey yoktur. Ama arkasında güçlü siyasi irade olacak. Bugünkü güçlü siyasi irade faizin arkasındadır. Onun için bak Ziraat Bankası, Merkez Bankası vergi rekortmeni oluyor. Müslümanların hakim olduğu bir yerde böyle bir şey akla hayale bile gelmez. Ekonomiyi daraltır bu. Başka bir şey yapmaz. Ama öbür taraftan ne diyor C. Hakk; “yemhakullahur riba ve yurbis sadakat: Allah, faizli işlemleri daraltır, sadakalı olanları da arttırır”. Zekat, piyasayı geliştirir. Ne kadar çok fakir fukaraya mal giderse o kadar çok üretim olur. O kadar emek üretime yönelir. O arz talep dengesi şey yapar. Sizin ürettiğiniz mallar piyasada rahatlıkla satılacak hale gelir. Bu bir zarar değil bu müthiş bir kardır. Bizim Mustafa Arslan Fıtrat habere şey yapmış. Bizim Fıtrat Haber ortaya çıktı. Mesela bu Suriye’den gelen kardeşlerimize gelen yardımlar aslında Türkiye’nin ekonomisini ciddi manada canlandıracak bir müspet etkide bulunabilecek bir şeydir. Diyor ki Allah; “zekat geliştirir”. Peki tamam. Onun için zekat kelimesi geliştirme manasındadır. Kelimenin sözlük anlamını da kuranın içinden buluyorsunuz. “Yurbi es sadakat” diyor. Artma ile sadakaları birleştirdiğin zaman gelişme. Çünkü faiz bir sarmal oluşturuyor adamın anasını ağlatıyor. Ama zekat? Her zaman verdiğimiz bir örnek var. Şurada 1000 kişi olsa. Herkesin birbirine 100 lira borcu olsa. Bana da birisinin 100 lira borcu olsa. Ama benim imkanım olduğu için diyelim Abdurrahman’a 100 lirayı zekat olarak versem. O 1000 kişi o ona, o ona , o ona verse. Biraz sonra o son 1000. kişi Yahya, Yahya da bana olan borcunu ver de 100 lira, benim cebimden çıkan 100 lira tekrar cebime girdi. O 100 lira kaç liralık iş gördü? 100 bin liralık iş gördü. Bu kadar insan borçtan kurtuldu, bu kadar insan ekonomiye aktif bir öğe olarak girdi. Çarpan etkisi derler buna piyasada. Faiz piyasanın anasını ağlatır. Tüm insanları köleleştirmiştir. Üç beş kişinim köle yapmıştır. Devletleri köleleştirmiştir. Kanunlarını ona göre değiştirmiştir. Tüm insanları köleleştirmiştir ama zekat insanları hürleştirir, kendine gelmesini sağlar ve mal ve hizmet üretecek birer ekonomik öğe olmasını sağlar.
Bir başka ayette de C. Hakk diyor ki RUM, 39.. Ayet: “Ve ma ateytüm mir ribel li yerbüve fı emvalin nasi: insanların malları içinde artsın diye faize verdiğiniz şeyler”. Yani ben 100 lira veriyorum ki adam çalışsın kazansın. Çünkü ben verirken karşı tarafın bana verdiğim parayı faiziyle birlikte vereceğini garanti edebe veririm. Bankalar da öyledir. Teminat almadan vermezler. Hatta teminat, sizin borcunuz 100 liraysa 200 lira olarak teminat alırlar. RUM, 39.. Ayet: “Ve ma ateytüm mir ribel li yerbüve fı emvalin nasi: insanların malları içerisinde artsın diye” artmazsa da malını alırım kardeşim. Benimki garanti. Gider. Gitsin. “fe la yerbu ındellah: Ama Allah katında bu artmaz”. Allah katında ne demek? Yani piyasanın genel yapısı içinde artmaz. Aslında bir müddet sonra senin zenginliğin de beş para etmemeye başlar. Depon ağzına kadar para doludur ama o parayı vereceğin kimse kalmaz. Onun için bakın bugün hep kredi kartlarıyla en küçük tüketiciye kadar indirmişlerdir ki verebilsinler. Çünkü artık büyükler kullanacak durumlarını kaybetmişlerdir. Siz dışarıdan bankaları iyi zannedersiniz. Ekonomide en kırılgan yapıya sahip olan bölümler bankalardır. Ondan dolayı, az önce söyledim ya faizli ekonomiyi düzeltmek kadar kolay bir şey yoktur. Ama tek istenen şey iradedir. O irade çok önemlidir. Onu düzeltmek son derece kolay birşeydir. O irade yoksa yapacağın bir şey yok zaten. RUM, 39.. Ayet: “Ve ma ateytüm mir ribel li yerbüve fı emvalin nasi: insanların malları içerisinde artsın diye faize verdiğiniz şeyler”, “fe la yerbu ındellah: Allah katında artmaz”, Allah’ın koyduğu kanunlara göre orada bir gelişme olmaz. Böyle bir ekonomi gelişmez diyor Allah, “ve ma ateytüm min zekatin: ama verdiğiniz zekata gelince” ,“türıdune vechellahi: Allah rızaaını isteyerek verdiğiniz zekata”,“fe ülaike hümül mud’ıfun: işte bunlar mallarını kat kat arttıranlardır”. Şimdi burada bir şeyi dikkatinizi çekmiş olması lazım. Allah ne ile ne arasında karşılaştırma yapıyor? Faiz ile zekat arasında. Elmalar ile armutlar birbiriyle karşılaştırılır mı? İkisi de elma olması lazım. Siz hangi mallarla faizcilik yapıyorsanız o mallarla da zekat verirsiniz demektir. Peki faizcilik yapılan mallar neler? Başta para. Öyleyse para, zekatın konusudur. Madem faizin konusu. İkinci olarak ticaret malları. Esnaf gayet iyi bilir. Size ticaret mallarını verdikleri zaman onu zamanında ödemediğinde faiz bindiririm diye anlaşmalar yok mu? Hatta peşin satıp vadeyi faiz prensiplerine göre tespit eden yok mu? Bu memleketi gırtlağına kadar faize soktuğu için Hayrettin Karaman Hoca’ya son derece acayip bir şekilde sinirleniyorum. Çünkü faiz fetvasını maalesef o verdi. O günden itibaren bizimle irtibatı tamamen kestiler o ekonomi ile ilgilenen kesim. Ticaret ile faiz arasındaki ilişkiye bakın. Yaptığımız bir toplantıda, bu finans kurumlarının genel müdürleri ve proje müdürleri, fetva heyetinden fazla kimse yoktu da onlarla proje ve finansman bölümü yetkilileri. Orada bir bankaya danışman olmuş Hoca daha yeni. Bir fetva vermiş. Kredi kartı var biliyorsunuz. Banka, çıkardığı kredi kartı ile ilgili özel bir sözleşme yapıyormuş. O sözleşmeyi kredi kartı alan kişi imzalıyor. Zaten o sözleşmeler de bir kaç sayfadır. Hiç okuyup da imzalayanınız var mı o sözleşmeleri? İmzalarsınız. Orada şöyle bir madde koymuşlar. Bu kredi kartı ile yaptığım alışverişleri şu finans kurumu adına alacağım, kendime satacağım. Böyle bir alış veriş var mı? Lokantada diyorsunuz ki bana bir çorba getir. Rahmetli Demirel’in dediği gibi kendim için yiyorsam namerdim diyeceksin. Onun öyle bir karikatürü vardı. Lokantada Ona uzatıyor çorbayı, “kendim için yiyeceksem namerdim” diyor Demirel. Finans kurumunun adına alış veriş yapmış olacak, kendisi yiyor ama kaç liraya aldığını henüz bilmiyor yediği yemeği. Ondan sonra gidiyor “kaç lira hesap?”. 25 lira. Zihninden geçiriyor: “şu finans kurumu adına aldım, kendime sattım”. Bunu zihninden geçirecek birisini düşünebiliyor musunuz? Farz edin ki caiz. Buna caiz diyecek kimse çıkmaz da yeryüzünde. Böyle bir şeyi zihninden geçirecek birini düşünüyor musunuz? Olmaz. Bunun ayrıntılarını bizim ‘Ticaret ve Faiz’ kitabının bir bölümünde bulabilirsiniz. Hoca’nın bu şeyini. Ondan sonra diyor ki; eğer diyor zamanında ödemeyi yaparsa 25 liralık yemek mi yedi 25 lira öder. Yada düz diyelim 100 liralık masraf yaptıysa, zamanında öderse100 lira öder. Yuvarlak rakam olsun. Ödemeyi geciktirirse ne olur? Ödemeyi geciktirse, o peşin alışverişi o firma vadeliye çevirirmiş. Böyle bir şey duydunuz mu? Peşin aldık ya 100 liraya. Şimdi vadeli 100 liraya çeviriyor. 1 ay geciktirirse 1 ay vadeli. 10 ay geciktirirse 10 ay vadeli. 20 ay geciktirirse 20 ay vadeli. Peki vade farkı? O da o bankanın o ay uyguladığı kar oranı imiş! İşte bakın, faize alet edilen ne ticaret değil mi? Tabi ben orada ayağa kalktım. Bu konuşmamı herkes bildiği için burada tekrar ediyorum. Bunu da o Hoca için yapıyorum. Hoca’yı aslında severim gerçekten. Çünkü 76’dan beri Türkiye’de herhangi bir problemde mutlaka ikimiz olmuşuzdur. Gerçi son 10-12 yıldır bizi hiç bir şeye yaklaştırmıyorlar sağ olsunlar. Sen çalışmalarına devam et diyorlar. Bu lüzumsuz şeylerle niye uğraşasın diyorlar. Verdikleri fetvalarla herkes faizin içine soktular. İsterim ki ölmeden tevbe etsin. Ondan dolayı 3 haftadır adını vererek şey yapıyorum, Onun hayrına olsun diye söylüyorum. Orada kalktım ayağa dedim ki; “ bu mübarek dini maskara göstermeye hakkın yoktur” dedim. “Sözünü geri al dedi”. Geri aldım dedim değişen bir şey oldu mu? Tabi dört elle sarıldılar o şeyler. Finans kurumları dedi ki; “Hocam sen de hocasın Hayrettin Hoca da hoca. Sana soru sormak zorunda değiliz”. Ben de zaten sizinle beraber çalışmak istemiyorum dedim. Hadi mübarek olsun. Hepsi şimdi gırtlağına kadar faize girdi. Geçende reklam veriyor, Kuveyt Türk ile Halk Bankası sukuk çıkaracaklarmış. Kimi aldatıyorsunuz! Bu faizi bu hocanın ve onun beraberindekilerin böyle bir takım el yordamlarıyla caiz göstermesine siz ne kadar şey yapacaksınız. Şu anda da genel müdür olan bir bankanın genel müdürü bana dedi ki ayağa kalktık; “ya Hocam, sen bizi çok sıkıyorsun” dedi. “Hiç nefes aldırmıyorsun” dedi. Dedim ki; “Hocanın bu dediği şey faiz değil midir” dedim. “Evet faiz”. “Kusura bakmayın ben faize caiz diyeceğim, siz alacaksınız faizi ben önde siz arkamda beraber cehenneme gideceğiz. Kusura bakma ben gelmiyorum siz gidin” dedim. Bunu şunun için anlatım: bakın para ile faiz olduğu gibi ticaret mallarıyla da faiz oluyor. Onun için zekata konu olan mallar nelerdir? Para ve ticaret mallarıdır değil mi? Kuran ne kadar kısa ve öz bir şekilde ortaya koyuyor. Tabi burada zekat oranı ile ilgili dün Yahya ile Abdurrahman bize çok soruyorlar falan. Valla onu ben burada bir kere anlattım. Anlattığıma da pişman oldum. Çünkü matematik herkes anlayamıyor. Ama şimdi yapılan bir doktora var. Yakında inşallah savunması olacak. Yusuf Balta diye bir arkadaşımız. İslam Hukukunda Nisab Malları Ve Miktarı. Bunun içerisinde yazmış onu da ben şimdi ona diyeceğim bu konuda ayrı bir makale yazsın, yayınlasın ondan sonra herkes öğrensin. Oraya animasyon da yapsın kolay anlaşılsın. O zaman göreceksiniz ki zekat oranları kuranda var. Ama bu matematiksel meselelere herkesin kafası yatmıyor. Hele matematiğin rakamla ifade edilmesi daha kolay. Ama sözle ifade edilmesi ciddi bir sıkıntı. Soyut şeyleri insanlara anlatmak, ben burada anlattım pişman oldum. Baktım ki çok az anlayan çıktı. Bugün hayvanlar ve tarım ürünleri değil. Sorular bu sahada olduğu için diğer sahaya girmiyoruz. Şimdi hemen sorulara geçelim.
Burada bizim bir tane daha doktora var. İstersen onu da göstereyim. İkisi de gerçekten çok değerli çalışmalardır. Birisini Beytullah Aktaş yaptı. ‘Kurana Göre Zekatın Harcama Kalemleri’. Çok önemlidir gerçekten. Yani nerelere verilir. İstersen onu da gösterelim. Büyük İslam İlmihali’ni getir ezbere söylemeyelim belgesel olsun. Biri de Yusuf Balta kardeşimizin. O da zekat mallarıyla ilgili. O da çok güzel bir çalışma gerçekten. İnşallah şimdi büyük bir ihtiyaç var. O da faiz ile zekatın karşılaştırılması. O da kolay bir doktora değil ama çok güçlü iyi bir kafaya ihtiyaç var. İnşallah Yahya’nın ve Abdurrahman’ın doktorası gibi ama Abdurrahman hala neşretmedi o doktorasını.
ABDURRAHMAN YAZICI: Miras ile ilgili meseleleri topladığım bir kitap var onunla neşretmek istiyorum. Makalenin yayınlanmasını bekliyorum.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Soruları sor, bakarız oraya.
YAHYA ŞENOL: Fetva.net’e en çok sorulan soruları derlemeye çalıştık. Zekat genelde bizim ülkemizde ramazan ayında verilir. O yüzden ramazan ayında oruç ile beraber en çok bu alanda sorular geliyor. Tabi pratik sorular bunlar. Birçoğunuzun zaten zihninde olan şeylerdir. O yüzden bu soruları sırayla bir geçelim. Birincisi. İnsanlar kendi açısından şunu soruyorlar. Acaba hangi durumda biz zekat veririz. Hangi özellikler bizde bulunmalı ki biz zekatla mükellef olmuş olalım. Ne kadar paramız olmalı? Veya ticaret malıysa ne kadar malımız olmalı? Kimler zekat vermeli?
ABDULAZİZ BAYINDIR: BAKARA, 219.. Ayet: yes’eluneke maza yünfikun: sana neyi infak edeceklerini soruyorlar” “kulil afv: deki artanı”. Artanı infak edeceksin. Artanın da tamamı değil. Şimdi oraya girmeyeyim. Çünkü orada çok konuşurum. Artanı. Bu ne demektir? Bir kere sen yaşayacaksın kardeşim. Sen bi kere hayatını sürdüreceksin. Artan kısmından vereceksin. Öyleyse temel ihtiyaçlar karşılanabilmeli. O zaman benim bir iş yerim var, işyerimin binası benim? Olsun. İçinde alet edevat var? Olsun kardeşim. Şu makina var? Tamam. Bir de arabam var? Tabi olacak. Bu işi yürütmek için lazım olan şeylerdir. Bunlar ticaret malı sayılır mı? Yani şimdi sizin bindiğiniz araba ticaret malı mı? Değil. Ticaret malı nedir biliyor musunuz? Fatihin bu telefonu. Bu telefon Fatih’in elindeyken ticaret malı değildir. Niye? Satmak için almadı ki bunu. Kullanmak için aldı. Ama bunu satın aldığı yerde bu nedir? Ticaret malı. Niye? Adam satmak için almıştır. Ticaret nedir? Kazanç elde etmektir. Bir kazanç elde etmek için değil kullanmak için almış. Nasıl kazanç elde edersiniz ticarette? Bunu 10 liraya alırsınız 11 liraya da satarsınız, 1 liradır kazancınız. Bu 1 lira için bu sıkıntılara katlanırsınız zaten değil mi? Bazen de 11 liraya satamazsınız. Bazen 10 lira aldığın fiyata da sattın mı bayram edersin. Şükür kurtuldum dersin. Bazen zararına da satsan bayram edersin. Ama ticaret malı o maksatla alınmaz. Hiç kimse zararına mal satmak için almaz. Hiç kimse başa baş satmak için almaz. Onun için satmak niyetiyle aldığımız mallar ticaret malıdır. Şimdi siz telefon alım satımıyla meşgulsünüz, şunu ben alıp da kullanayım diye cebinize attığınız andan itibaren bu artık ticaret malı değildir. Diğerleri ticaret malıdır. Dolayısıyla ben bu işi yapabilmek için bir mekana ihtiyacım var. O mekan ticaret malı değil ki. Bir takım tezgahlar, bir arabam olacak, bir adamım olacak, şu olacak, bu olacak. İster büyük bir fabrika olsun ister küçük bir dükkan olsun ister bir el arabası olsun ne olursa olsun yani. Satmak için almadıysanız ticaret malı değildir. Evinizde oturuyorsunuz: satmak için mi aldınız onu? Yok. Ticaret malı değildir. Ticaret malı değilse zekatı verilmez. Bakacaksınız, artandan zekat vereceksin. Peki artanı nasıl anlayacağız? Mesela siz bir tarım toplumunu düşünün. Şu anda yazda yaşıyoruz. Mesela seracılığı düşünmezseniz bu insanlar gelirlerini nerede elde ediyorlar? Bu yazın elde ederler değil mi? Güzün üretimini yaparlar, depolarlar falan seneye kadar idare edecek. O zaman artanı bugüne göre mi hesap edeceğiz, bir yıla göre mi? Yıla göre hesap edeceksin. Çünkü kışın yiyeceğini de bugünden ayırman lazım. Aksi takdirde kışın aç kalırsın. Ondan dolayı Resulullah bir nisap belirlemiştir. O nisapla ilgili yine ayrıntıya girmeyeyim de hem Mebsud’da var. 30 ciktlik Hanefi mezhebinin temel kitaplarındandır. Bir de Dehlevi’nin Huccetullahi Baliğa adlı kitabında var. O nisab, 4 kişilik bir ailenin 1 yıl geçimine yetecek bir miktar. Nisap, ölçü. Ondan sonra onun artanı. Artanından zekat verilecek. Mesela bugünkü vergi mantığıyla bunun arasında çok büyük bir fark var. Bugünün mantığı, kölelerle efendiler arasındaki ilişkiye dayanır. Batıdan geldiği için bu mantık, batı sömürüden başka bir şey bilmez. Tek bildikleri şey sömürüdür. Onun için ne kadar alırsa alır. Sen ayakta durmuşsun, ölmüşsün hiç önemli değil. Onun için yediğiniz ekmekte vergi vardır, buraya gelirken bindiğiniz otomobilde vergi vardır, kendi oturduğunuz eve vergi alırlar, batmışsın battıktan sonra alınıyor. Mesela ben ticari bir şirkette ortağım, benim şirketim çalışıyor devlete vergi veriyor, ben kendi kar payımı alıyorum ona da vergi veriyorum. Yani gerçekten inanılmaz berbatlık. Bu yapıda ekonomi nasıl ayakta kalıyor anlamak mümkün değil. Eh işte kalıyor. Kağıt para sistemi bunu ayakta tutuyor. Eğer reel sistem olsa çok zor. Çünkü sömürüyü sürdürebilmek için gereken şeyler de konmuş. Asgari ücretten vergi alınır mı? Bu kelimeyi bir müslüman aklına bile getirmez. Emekliden, herkesten alınıyor ya. Ekmekten vergi alınması ne demek? Böyle şey olur mu? Devlet kendisine vergi ödeyemeyenden bir de bir faiz alıyor. Bu zaten vergi ödeyemiyor, o vergiyi bir de faiz olarak uzatıyor. Bu ne kafadır, ne mantıkdır. Onun için ben müslümanım diyenlerin yapması gereken ilk iş, batıyla ilişkileri tamamen bir çizgi bir çarpı. Batıdan ne geldiyse prensip olarak hayır. İstisnasız evet. O zaman dünyanın hakimi biz oluruz. Çünkü adamlar bakar ki “Allah Allah! Bunlar ne güzel problem çözüyorlar. Kim verecek? Bir yıllık asgari geçimini sağlayabilecek durumda olması lazım insanların. Onu da zaten Resulullah zamanında belirlenmiş. 20 midkal altın. 20 miskal altının her bir tanesi. Gerçi Resulullah altına göre değil de gümüşe göre belirlemiştir de daha sonra değişmiştir. 20 miskal altın. Altınların her bir tanesi 4.35 gr ağırlığındadır. İstanbul’da basılan dinar dedikleri. Dinar, arapça bir kelime değil. Arapçaya Rumla’dan girmiş bir kelimedir. İstanbul’da basılan altınlar.
ABDURRAHMAN YAZICI: Kuranda var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kuranda var da öz Arapça kelime değildir. Dinar var kuranda da. Bizim Türkçemiz de o kadar kelime var ki. “Kelime” Türkçe mi? Arapça’dan geçmiş. Öyle bir yerleşmiş ki biz bunu Türkçe diye kullanıyoruz. Anlamaya yok. İstanbul’da basılan. Şu bizim Topkapı var ya, orada. Topkapı Sarayı. Orada arkeoloji müzesi vardır, Bizans zamanında basılan paralar orijnalliğiyle orada durur. 1 dibar 4.35gr’dır ama kullanıldıkça yıpranır tabi. Onun için bazı kitaplarda 4.25 görürsünüz, bazılarında değişik görürsünüz. Niye? Herkes kendi bulduğu dinarını tartmış. Esas orijnalleri burada 4.35gr’dır. 20 ile çarparsanız kaç gram eder? 87gram altın. Kaç lira ediyor bugün? 8700 lira. Devlet hep vergi aldığı için… Asgari ücret ne kadar? 900. 12 ile çarpsak. Ama tabi bu 8700’ün içerisinde ev kirası falan yok. Orada herkes kirasız oturuyor o ekonomik yapı içerisinde. Yalnız burada da çok güzel bir şey var fıkıhta. Siz bir yıllık ihtiyaçlarınızı çıktıktan sonradır bu 8700 lira. Mesela borçlarınızı çıkıyorsunuz. O evde oturuyorsanız 1 yıllık ev kiranız borcunuz sayılır. Onu düşeceksiniz yani. Tamam mı. Borçları çıktıktan sonra kalan kısımdır o 8700 lira. Yani 87gr altın. Onun zekatını vereceğiz.
8 sınıfa zekat verilir. Bu, Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslam İlmihali. Bu kitap gerçekten çok değerli bir kitaptır. Şu manada; Hanefi mezhebinin bilgi birikimini çok güzel bir şekilde aktarmıştır. Ö. N. Bilmen, çok başarılı bir müelliftir Allah rahmet eylesin. Ben, İst. Müftülüğüne ilk geldiğim zaman bize sorular soruluyor. Bu Türkçe olduğu için buna bakmak istemiyorum arapça kaynaklar falan filan. Dedim ki bir de buna bir bakayım. Bakıyordum ki benim baktığım kaynaklardaki bilgilerin hepsi var. Görmediklerim de var. Bu defa en çok buna bakmaya başladık. Allah selamet versin şimdi emekli İrfan Küçük diye bir arkadaşımız vardı. Bir gün baktım ki ilmihal yok. Nerede? Saklamış, bakayım nasıl fetva vereceksiniz diye. Gerçekten Hanefi mezhebini aktarma açısından çok başarılı bir çalışmadır. Şimdi bak burada ne diyor. “Zekatın Masrafı”. Masrafı dediği harcama kalemleri demektir Arapça bakımından. Dikkatle dinleyin. “Zekatın Masrafı: verilecek kimseler: müslüman fakirler”. Fakiri anladık ta müslümanı nereden çıkardın? Ayette var mı? “Miskinler. Borçlular. Yolcular. Mükatepler. Mücahidler. Amiller’den ibaret olmak üzere 7 kısımdır”. Kuran kaç tane sayıyor? 8. Nereden 7’ye düştü? Müellefe-i kulub’u kaldırmışlar. Kalpleri ısındırılanlar. Kur’an’da var, Resulullah uygulamış, sahabe uygulamış.
Evet sıkı durun. Bu kitap Ebu Mansur El Maturidi’nin Tevilatul Kur’an. Neşri hazırlayan Ertuğrul Boynukalın. Ertuğrul Mekke’de büyümüş, Arapçası gayet iyi olan bir arkadaşımızdır. İlmi kontrolünü yapan da Bekir Topaloğlu. Çok istifade ettiğim şeydir. İmam Maturidi’nin vefatı 313 mü olacaktı? Neyse şimdi Abdurrahman bulur. Tevbe suresinin 60.ayeti 8 sınıfa zekat verilmesini emrediyor. 8 sınıftan 7’ye düşürmüşler. Tevbe suresinin 60.ayetinin tefsirinde söylüyor bunu. Diyor ki; “ve fil ayeti delaletu cevazi mi neshi”. Bunun Arapçası da biraz zayıf. Aslında “delaletu fi cevazi neshi” olması lazım “bil ictihadi”. “Ayetin içtihatla nesh edileceğine bir işaret vardır” diyor. “lirtifain ma nellezi bihi kane: onda olan ankamın yürürlükten kalkması için“ diyor. “Li yu’leme ennen neshi kad yekune bi vucuhin nefyi haberi ebubekrin ve amr radiallhuanhuma delaletun enne ibnel imami şartun fi ihyai ardıl mevati” başka bir konuya geçti “latun min kulle izni le enne zanike raculeyni” başka konuya geçti, neyse. Burada şu var: derler ki; Ebu Bekir(ra) halifeyken Ömer(ra)’ın teklifiyle müellefe-i kulub kalmış. Böyle bir şey olmaz. Bunlar, o sahabilere yapılan iftiradır. Asla olmaz. Bunu yapan kişi müslüman olmaz çünkü. Müslümanlıktan çıkar. Neyse. Bakın “içtihat” ile. İçtihat demek bir kişinin kendi görüşü ve çalışmasıyla ayet yürürlükten kaldırılıyor. Bunu söyleyen kim? İmam Maturidi. Ve tefsir bu. 333’de vefat etmiş. Miladi 944. Yani Resulullah’tan yaklaşık 200 sene sonra vefat etmiş. Doğumu kaç? Pek bilinmez doğumları genellikle. Ayeti içtihat ile nesh etmişler. 8’i 7’ye düşürdüler mi? Ömer Nasuhi Bilmen de içtihatla değil de icma ile neshedildiğini söyler.Islahat-ı Fıkhiyye Kamusu’nda. Ne biçim bir icma ki Şafi mezhebi bunlara fetva veeileceğini söyler. Yani yürürlükten kaldırdık da şey önemli değil. Ben çok iyi anladım imsak meselesiyle. Arkasına devleti alan kişi din adına her türlü şeyi yapabilir, bunlar da yapmışlar. Bir açıklama yapsalar; “evet, bu doğru”, yarın herkes uyar. İnsanların gözünün içine ayetleri sok kabul etmiyorlar. İnsanların yapısı böyle olduğu için de bu dini bu hale getirmişler işte. İşte bugün Diyanet’in devlete dayanma dışında hiç bir şeyi yok. 2 kere 2, 9 eder demek gibi bir yanlıştır bunların yaptığı. Ama kimseye anlatamazsın. Çünkü ilmi delile dayanakları vardır ne dini dayanakları vardır. Ama bu kadar müslümana, onları destekleyen ister siyasi ister ne olursa olsun hep beraber C. Hakkın huzurunda hesaplarını vereceklerini bilmeleri lazım. Bu yapıya destek verilemez. Burada önce 8’i 7’ye düşürdüler. Ondan sonra ne yapıyor, fakiri tarif ediyor. “Nisab miktarında fazla malik olmayan kimse”. 87gr dedik ya, 86 gr var: bu fakir. Sıfırsa o da fakir değil mi? O üst nokta. “2-Miskin: hiç bir şeye malik olmayan”. Ne farkı oldu? Fakirin kapsamına girmiyor mu miskin? Tam içinde. Ne oldu? Gene 1 tane. “3-Borçlu: bundan maksat borcundan fazla nisab miktarı mala malik olmayan”. O zaten fakir değil mi? Daha 2.sınıf gelmedi görüyor musun? 1. “4-Yolcu: bundan maksat, malu beldesinde kalıp elinde bir şey bulunmayan”. Memleketteki ekmeği ben burada yiyemem ki. Ben şu anda burada fakirim. Gene bir başka bir şey girmedi devreye değil mi? “5- Mükateb”. Mükatebi nereden çıkardın ya? Bu da “bir bedel mukabilinde azad edilmek üzere efendisiyle mukavele yapmış olan köle veya cariye demektir. Böyle kimseye bir an evvel hürriyetine kavuşturmak için yardım olarak zekat verilebilir”. Bu da ne? Sözleşme yapmış, borcu var parası yok. Bu da fakir değil mi? Kaldı ki böyle bir şey yok da. Neyse. Koymuşlar. Onu da sokuşturmuşlar bu araya. Esas gülünç olan kısınma geldik. “6-Mücahid”. Savaş yapan savaşçı. O anlamda söylüyor. “Allah yolunda gönüllü olarak cihada iştirak etmek istediği halde nafaka, silah vesaireden mahrum olan gazi demektir”. Yani ben şimdi savaşa çıkacağım savaşa çıkarken param yok ve silah alacak maddi imkanım yok. Fakir değil mi bu da? Yeni bir sınıf girdi mi devreye? 6 tane daydık, hepsi bir tek kapsamda değil mi? Beytullah’ın yaptığı doktorada bunların her birisi apayrıdır. Tamamen kuran ayetleriyle. Devletin işine yaramadığı için işlevsiz hale getirilmiştir zekat tarih içerisinde. İkinci sınıf şimdi gelecek o da Amil. “Bundan maksat, Veliyyul emr tarafından emvali zahirenin zekatını toplamaya memur edilen kimselerdir ki buna zahir tahsildar denir”. Yani zekat memurları alabilir. Şükür ikinci sınıf geldi. Baştan 8’i 7’ye düşürdü, 7’yi düşürürken içtihat ile düşürdü. Ondan sonra 7’yi de 2’ye düşürdü. O zaman C. Hakk bunu boşuna mı söyledi yani. Bu maksatla olduğunuz zaman siz zekatla istenen ekonomik gelişme sağlanamaz. C. Hakkın koyduğu şey olmaz. Dün İzmir’den bir şey oldu. Hocam birisi var, aslında maddi durumu gayet iyi fakat çok borcu var. Fabrika sahibi. Ona zekat verebilir miyiz? Verin dedim. O adama şimdi zekat vereceksin, o adam bir ay sonra aldığının bir kaç katını verir. Çünkü o çarklar bir dönsün. Tıpkı kuyunuz var, dibinde tonlarca su var. Eski emme-basma tulumbasını düşünün. Bir bardak su yok. Birisi Allah rızası için ona bir bardak su verirse biraz sonra o ona tonlarca su verebilir. Bu iş böyledir. Bir çok fabrika, küçücük işletme sermayelerinden dolayı batar giderler. O bir bardak su. Ulaşamaz ana kaynağa ve batar gider.
YAHYA ŞENOL: Zekat hesabı yapılırken özellikle malların ve paranın üzerinden bir yıl geçmesi diye şart öne sürülüyor. Bu ne demek? Kişi bunun hesabını nasıl yapar? Cebimizdeki para. Hangi paranın üzerinden bir yıl geçti hangisinin geçmedi gibi mi hesap yapacağız? Veya ticaret malı için kış dükkanında o anda hesap yapacağı zaman bir yıllık mal zaten bulamaz kolay kolay.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ben bir yıl sonra mal satacağım diye alana tüccar denmez zaten. Ben parayı bir sene saklayayım zekatını vereyim, sonra kullanayım. Böyle adam olmaz yeryüzünde. Buradaki mesele şu. Bugünkü vergi uygulaması var ya, o tamamen zekattan alınan bir uygulamadır. Manası şu: yıldan yıla alınacak yani. Seneden seneye. Siz ne zaman zekat vermeye başlayacaksınız? Ne zaman vergi mükellefi sayılırsınız? Mesela bugünkü mevzuatta iş yerini açtığınız andan itibaren vergi mükellefisiniz. Orada öyle değil. Şeriatta öyle değil. Ne zaman siz temel ihtiyaçlarınızı karşılayıp artıya geçtiniz o zaman vergi mükellefi olursunuz. İşte onun üzerinden bir yıl geçecek. 1 yıl sonra senden zekat alınacak. Burada muhasebeci arkadaşlarımız var. Söylediğimde yanlış varsa siz düzeltin. Mesela bu vergi mantığında 31 Aralık gece saat 12’ye kadar benim yaptığım ekonomik eylemler vergiye dahil olur mu? Peki 12’yi 1 geçe olan? Gelecek seneye kalır. İşte yıl geçmenin mantığı budur. Tamamen zekattan alınmış bir mantıktır bu. Yani bugün benim diyelim geçen sene 87gr altınım vardı. Ben ne zaman zekatımı veriyordum? Ramazan’ın 17’sinde veriyordum. Belli bir başlangıç tarihi şey yapmak lazım. Ramazan’ın 17’si kurana göre güneş doğduğu zaman başlar. Güneş doğmadan önce bir yakınım vefat etti ve ondan bana miras kaldı. Aynen vergi mantığı gibi. Güneş doğmadan önce o mal benim şeyime girdiği için, güneş doğduktan sonra o da zekata tabidir.
YAHYA ŞENOL: Onu beklemeyecek 1 yıl.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Beklenmez. O da dahildir. Yani o son andan önce sizin mülkiyetinize giren ne ise zekata tabidir. Tıpkı işte vergide olduğu gibi.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bireysel emekliliğe girmiş, Emin Evim’e girmiş. Bunlarda dahil midir?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şurayı bitirelim de ondan sonra oraya geçelim.
YAHYA ŞENOL: Yani bu, her yıl hesaplanması demek.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Herkes kendisi için zekat hesaplama tarihi belirler. Güneş doğmasıdır bizde, gecenin 12.sinde değil de güneş doğmasından önce ve sonra. Güneş doğmadan önceki maddi durumun ne ise, artık güneş doğduktan sonra zekatı verirsin. Mirası sana kalan kişi güneş doğduktan sonra vefat ederse o gelecek seneye kalır.
YAHYA ŞENOL: Yani cepteki her bir paranın veya malın üzerinden tek tek 1 yıl geçmiş olması diye bir şart yok.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Öyle bir mantık olmaz. Böyle bir şey olmaz. Sizin zenginliğinizin üzerinden sene geçmesi demektir.
YAHYA ŞENOL: Geçen sene ramazanda verdi, bu sene ramazanda zaten 1 yıl geçmiş oluyor. Ne kadar varda onun üstünden.
Şimdi yine önemli bir konu var. Zekat hesabı yaparken kişi borçlu, taksitlendirmiş. 3 yıl, 5 yıl.. Günümüzde özellikle ev borcu olan insanlar var. Diyor ki benim birikmiş param var ama 10 yıl 15 yıl vadeye bölünmüş taksitim var. Diyelim ki 200 bin lira borcu var ama elinde de 20-25 bin lira da nakit parası var. Hesabı yaparken ben borcumun 1 yıllık olan kısmını mı düşeceğim yoksa tamamını düşerek mi hesap yapacağım?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Burada esnaf arkadaşlarımız var. Çok iyi bilirler ki borç kesindir de gelecek şeyler kesin değildir. Borcu mutlaka senden bir şekilde alırlar ama eline geçecek senin eline hiç ulaşmayabilir.
Genelde kredi kullanarak aldıkları için banka tepelerinde
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir kere kredi kullanmak diye bir şey bir Müslüman… Ama işte hocalar bunları maalesef bu hale getirdiler. İnşallah tövbekar olurlar. Hepsi de tövbekar olur bir daha yapmaz. Bu tür arkadaşlara diyoruz ki paranız varsa bir an önce yatırın faizden kurtulun. Ama her halükarda tekrarlayalım. Sizin hesap ettiğiniz kazancınız yarın olmayabilir. Bu şartlar her zaman böyle devam edecek değil. Allah göstermesin bugün mesela Suriye’deki kardeşlerimizi düşünün. Orada bu hesapları yapan çok kimse olabilir. O şahıslar artık herhangi bir gelire sahip olmadıkları halde borçları devam etmiyor mu? Böyle bir hesap olmaz. Borcunuz varsa, elinizdeki parayı ondan düşeceksiniz. Artan varda vereceksiniz. Tamamını düşeceksin. Paran varsa bir an önce borcunu bitir.
YAHYA ŞENOL: Kirada birkaç dairesi olan kişi, bunların zekatını elde ettiği kiradan mı yoksa mülk değeri üzerinden mi verir?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mülkü üzerinden dersek yandı adam. O zaman hiç kiraya vermemesi lazım. Kiraya verilen mallar satılık mal değildir. Ticaret malı değildir yani. Zaten siz o malı satın alırken o malın üretimi için gerekli sermayeyi piyasaya sürmüşsün zaten. Satmak için almadığınıza göre artık o ticaret malı değil. Yani o dairelerin üzerinden zekat değeri diye bir şey söz konusu değil. Peki dairelerin geliri? Gelirinden zekat vermesi lazım mı? Hayır. O gelir bir yerde birikir, kendi ihtiyaçlarını karşılar, diğer paraları ile beraber, imkanlarıyla hep beraber hesap eder. Ayrı bir kalem olarak hesap etmez.
YAHYA ŞENOL: Arsaların zekatı nasıl hesaplanır?
ABDULAZİZ BAYINDIR: O da aynı şekilde. Satmak için aldıysa ticaret malıdır. Satmak için almadıysa zekata tabi değildir.
YAHYA ŞENOL: Yazlık olarak kullanılan evin veya binek olarak kullanılan ama lüks arabanın zekatı olur mu?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zekat vermene gerek yok. Bir sakıncası yok lüks almışsın, basit almışsın. Herkes kendi imkanlarına göre alış veriş yapar. Kullandığın otomobile, yazlık eve, kışlık eve zekat verilmez.
YAHYA ŞENOL: Ev almak için insanlar para biriktiriyorlar. Biriktirilen paranın zekatı olur mu?
ABDULAZİZ BAYINDIR: O biriktirilen paranın zekatı olur. Bir kere o biriktirme başlı başına bir eylemdir. Veresiye al öde, ondan sonra biz sana zekat verelim borçlu hale gel. Ama o biriktirdiğin paranın zekatını verirsin.
YAHYA ŞENOL: Henüz borca bağlanmamışsa?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Burada Abdurrahman’ın sorusu devreye girebilir.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bireysel emeklilik sistemi diye bir sistem var. Biz bunun caiz olduğunu söylemiyoruz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir kere bireysel emeklilik sistemi sistem olarak düzgün ama işleyişi bozuk. Katılım birliği bankaları başkanına demiştim. Bir sistem kuralım da bak burada güzel bir kanun var, millet bundan istifade etsin. Tamam falan dediler ama maalesef şu ana kadar öyle bir şeyde haberim yok. Kurduklarını söyleyenler de sukuk diye kira sertifikası dedikleri, aslında faiz olan, insanlara caizmiş diye insanların aldatıldığı bir saha var. Onu kullanıyorlar. Yani uygulama yanlış. Yoksa o çok düzgün bir şekilde uygulanabilecek bir yapıda kanundur.
ABDURRAHMAN YAZICI: Emin Evim sistemi Hocam. Ev almak için o sisteme giriyorlar. Para birikiyor. Bu biriken parayla henüz ev almamış. Belki bir yıl sonra alacak, 6 ay sonra alacak. Buna zekat gerekir mi?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Buraya arkadaşlar gelmişlerdi. Satmış olmuyorlardı değil mi?
YAHYA ŞENOL: Para havuzda toplanıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İstedikleri zaman alıyorlardı. O zaman zekatını verecekler tabi.
YAHYA ŞENOL: Ev hanımları en çok soruyu soruyorlar. Zekatı biz kendimiz mi vereceğiz, yoksa kocalarımız mı verecek? Özellikle altınlar konusu. Düğünden kalma altınlar falan. Kim verecek bunun zekatını.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Maalesef geçtiğimiz yıllarda öyle kanunlar çıkardılar ki aileleri perişan ettiler. Allah nasip ederse bayramdan sonra o konuları ele alacağız. Çok kötü kanunlar çıktı. Mal birliği, bilmem ne… Ya kardeşim, batıda aile diye bir şey kalmamış. Siz de bu memleketi batırmak mı istiyorsunuz? “Efendim kadına şiddet”. O öldürülenlerin sorumlusu, o kanuna parmak kaldıranlardır. Çünkü öyle bir yapı oluşturuyorsunuz ki, dün akşam bir hakimin bir yerdeydim bir arkadaşımız anlattı. Orada bulunanlar üst seviyede insanlardı. Yani benim masamda 3 tane rektör vardı. Orada anlatıyor. Hakim de adını vererek söyledi de benim aklımda kalmadı. Bu konularda uzman bir hakim. Kocalarını evden uzaklaştırıyorlar kadınlar. Bu ne demek ya! Mahkeme kararıyla. Mahkemeye de gerek yok. Ya bu ne Allah’ınızı seversen bu ne? Bu, cinnetten öte bir şey ya. Çok kötü. Bu memleketi batırmak için gereken her şey yapılıyor ya. Şu anda ekonomik olarak iyiyiz diyorlar. Neye benzetiyorum biliyor musunuz? Dua edin ki Suriye’de, Irak’ta, Arap ülkelerindeki paralar buraya geldi. Yoksa bu memleket çoktan kurumuştu. Bu yürütülen ekonomik politika politika değil. Böyle bir ekonomik politika olmaz. Bakın Nazım Ekrem Başbakan Yardımcısıydı biliyorsunuz. Ekonomiden sorumluydu. Nazım bizim yıllardır arkadaşımızdır. Telefon açtım; “ya Nazım, böyle ekonomi yönetilir mi ya! Ne demek ya!”. Ama Onun bir karakteri var, her şeye müdahale etmez. Konuyu çok iyi bilir fakat müdahaleye geldiği zaman çekingen davranır. Düşünün bir yerde bir baraj var. Barajdan su sızıyor, sizin tarlalarınız sulanıyor. Diyorsunuz ki oh be suyumuz var. Baraj bitene kadar. Sen kendini bir şey zannediyorsun. Bugünkü ekonomik yapı hiç kabul edilebilecek bir tarafı olan yapı değildir. Dua etsinler ki sağdan soldan hazır paralar geldi de işler yürüyor gibi gözüküyor. Ama bizim şeyimize uygun bir ekonomi olması lazım. Batının üzerine çarpı çizeceksiniz. Ben şahsen şu ana kadar bakın 1976’dan itibaren ister siyasi olsun ister ekonomik olsun bizim sözümüzü herkes dinlerdi. Bizimle bir şekilde irtibat kurmaya çalışırlardı. Siyasetçisi de dinlerdi, askeri de dinlerdi. Şimdi bu dönemde Allah’a şükür hiç bir şey bilmeyen hale geldik! Artık ne siyasetten anlarız ne ekonomiden anlarız, hiçbir şeyden anlamaz hale geldik. Tamam, güzel. Güzel de ne oluyor kardeşim ya. Tamam bize sormanıza gerek yok. Hangi problemin çözümünü İslam’da aradınız bana bir tane söyleyin bakalım hadi. Bir tane gösterin örnek olarak. Hemen batı, batı. Ne demek batı ya! Ne demek batı. Geçende birisine bir mesaj yazdım. Dedim ki artık bundan sonra siyasi tenkitlerimi açıkça yapacağım. İşte şimdi açıkça yapıyorum, o duyuyordur şimdi. Şimdiye kadar gizli gizli kimse duymasın diye konuşuyordum.
YAHYA ŞENOL: Kim verecek altınların zekatını?
ABDULAZİZ BAYINDIR: İslamiyet de kadın kendi parasının sahibidir. Kocanın karısının parası üzerinde hiç bir şekilde tasarruf yetkisine sahip değildir. Hiç karışamaz. İstediği gibi kullanır. Dolayısıyla o parasından sorumlu olan da kadının kendisidir. Erkek kendi parasının sahibidir ama kadının erkeğin malında hakkı vardır. Yani erkeğin karısının malında hakkı yoktur ama kadının kocasının malı üzerinde hakkı vardır. Onu geçindirmesi lazım. Ama zekata gelince: erkek kendi zekatından sorumlu, kadın kendi zekatından sorumludur.
YAHYA ŞENOL: Kadınlar şundan şikayet ediyor. Erkekler işine gelince kullanıyorlar bizim altınları. Zekat vermeye gelince sen ver oluyor. Veya erkekler bu sefer diyor ki; kadınlar el sürdürtmüyor altınlara ama zekata gelince kocam değil misin sen ver. Bilezik, küpe gibi zinet eşyası gibi şeylere zekat düşer mi?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu konuda iki türlü görüş vardır. Birisi Hanefi mezhebinin görüşü, birisi de Şafi mezhebinin görüşü. Şafiler, takılardan, kaç gram olursa olsun zekat almazlar. Ben bu görüşün doğru olduğu kanaatinde değilim. Hanefi mezhebinin görüşü, nisap miktarına ulaştımı zekatı verirsin. İster takı olsun ister ne olursa olsun. Elbette ki kadın süslenecek. Kadının süslenmesi son derece tabiidir, hakkıdır. Altınla da süslenecek elbette. Ama onun da bir sınırı olması lazım elbette.
YAHYA ŞENOL: Kişi zekatı öderken peşin olarak mı vereceğim yoksa taksitlendirmesi mümkün mü bir kaç aya bölerek?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Esas olan peşin olarak vermesidir. İmkanı yoksa ara ara da verebilir. Yıl boyu da verebilir.
Y.ŞENOL: Kardeşe zekat çok soruluyor. Evli veya bekar olmasına bakılır mı?
ABDULAZİZ BAYINDIR: En yakınlardan başlanır. Dolayısıyla kardeş sizin en yakınınızdır. Daha faziletlidir. İnsanlar genellikle sıkıntılarını yakınlarıyla, rahatlıklarını da başkalarıyla paylaşmayı severler. Bir sıkıntı oldu mu hemen yakınlarına. Ellerine bir imkan geçti mi yakınlarını hiç görmezler. Halbuki o imkanı da o yakınlarıyla paylaşacak.
YAHYA ŞENOL: Namaz kılmayan, oruç tutmayan kişilere zekat verilir mi?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah ayette diyor ki; “innemas sadaktu lil fukara: sadakalar fakirleredir”(TEVBE 59). Burada din farkı yok. Yani adam kafirse ölsün mü? Hatta özellikle “vel muellefeti kulub” diyor: kalpleri ısındırılacaklar. Herkes yani kim olursa olsun. Ona zekat vereceksin ki bir müslümanın problemi, o adamın problemini çözdüğünü kendisi görsün, ondan sonra da şey yapsın. Zannedersen Newyork üniversitesinde öğretim üyesidir, bir hanım bize doktora yapmaya geldi İstanbul Müftülüğü’ndeyken Şeriyye Sicilleri Arşivi’ne. Senk adı da soyadı şimdi aklımda değil. İzni bitti, baktım üzüntü içerisinde. Hayırdır niye üzülüyorsun dedim. “İznim bitti Amerika’ya gideceğim. İznimi uzatmak için gitmem lazım dedi”. “Amerika’ya gitmek için niye üzülüyorsun ki. Senin annen, baban, akrabaların yok mu?”. “Tabi ki var”. Dedi ki: “ben, insan olduğumu burada öğrendim” dedi. Amerika’dan gelmiş. İnsan olduğumu burada öğrendim diyor. Onun için oraya gitmek istemiyorum dedi. Yani bu insanlara şey yapacaksınız ki kalpleri ısındırılmış olsun. Şöyle dedi; “ben bir kızım, şu ana kadar hiç biriniz bana afedersiniz sex subjesi olarak bakmadı, beni bacınız gibi kabul ettiniz” dedi. “En küçük bir rahatsızlık duymadan sizin yanınıza geliyorum”. Bana bir insan olarak muamele yaptınız dedi. “Ben hayatımda böyle bir şey görmedim” dedi. Ve mesela ilk geldiği zaman bizim müstahdem çayı önüne koyunca böyle yaptı; “istememiştim ama. Kaç kuruş?” “Para yok”. “Aaa! bedava mı” falan. Çok basit gibi görüyorsunuz ama bu insanları çok etkiliyor. Ve o fakirin problemini Allah rızası için çözdüğünüz zaman o fakir diyecek ki bu ne muhteşem bir dinmiş. İşte kalbi ısınmış olacak.
YAHYA ŞENOL: Zekatı verirken karşı tarafa, bu benim zekatım, aldım verdim gibi şeyler söylenmesi gerekir mi?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bazıları öyle yapıyorlar. Zekatı açıkça vermek olur. Çünkü Allah ayette diyor ki; BAKARA, 271.. Ayet: “İn tübdüs sadekati fe niımma hı: sadakaları açıktan verirseniz bu güzeldir”. Niye biliyor musunuz? O zaman birileri bu adam zekatını vermiyor diye dedikodu etmez. Ama diyor ki orada; “fakirlere verirken gizlerseniz daha iyidir” diyor. Zekatta 8 sınıf var, fakire verirken gizleme. Çünkü o fakirin onuruyla oynamamak lazım. Sana borç olarak verdim dersiniz, bir müddet sonra istemiyorum dersiniz. Zekattır, sadakamdır demeye lüzum yok. O insanların onurlarıyla oynamamak lazım. Mesela sadaka taşları vardı eskiden, görürsünüz bir çok yerde. Oraya koyarlar, koyan da alan da birbirini tanımaz. İnsanların onuruyla oynamamak lazım. Mesela ben doktora yapıyorum, babamın durumu son derece kötü. Aileme yardımcı olmam gerekiyor. Herkes de bizi çok zengin zannediyor. Öyle bir kötü durum ki. O durumda bir yerden doktora bursu aldık. Tavırları beni öylesine rahatsız etti ki 6 ay dilimlerle 6 ay geçtikten sonra hatta o anda bırakıyordum, yok dediler yapacaksın. 6 ay zor sabrettim. Bir daha asla istemiyorum dedim. Sizden doktora alan adam, süre sonuna kadar kişilik diye bir şey kalmaz onda. Birisi sormuştu bana yine böyle bir bahar mevsimi. Ramazan bu günlere gelmiş yine. Demek ki 33 sene önce sormuşlar. Öyle anlaşılıyor. Mahmutpaşa Sultan Hamam esnafından birisi sormuştu. “Ya ben adama zekat verdim, adam gitti kiraz aldı. Ben daha evime kiraz almadım”. Sana ne dedim. Bir de adamın ne yiyeceğine mi karışacaktın. Sana ne. Parayı o veriyor ya. Ne alırsa alsın.
YAHYA ŞENOL: Deniyor ki; “ortalık kan ağlarken siz yok imsak, yok orucu şu bozar mı, zekat… Niye böyle işlerle uğraşıyorsunuz? Daha faydalı işler yok mu yani. Suriye, Doğu Türkistan ile ilgili işlerle uğraşın, niye böyle işlerle uğraşıyorsunuz? Basit basit bu gibi şeylerle uğraşıyormuşuz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Adam verecek cevap bulamadı mı ne yapacak, topu taca atacak. “Efendim her ramazan zaten bunu yaparsınız”. Orucu ramazanda tutuyoruz, başka zaman tuttuğunuz zaman gene aynı şeyi söyleriz. Ramazandan önce namazı vaktinde kılıyordunuz, sesimizi fazla çıkarmıyorduk. Ama şimdi? Bu sabah yine gittim, Süleymeniye Camisi’ne giriyorum, oradan görevli çıkıyor. Cemaatin yanında dedim ki; “sizinle C. Hakkın huzurunda hesaplaşacağız”, kaçtı gitti. Ya bu ne biçim bir şeydir Allah aşkına ya! Sen biliyorsun ki bu adamlar teheccüt namazı kıldı çıkıyorlar. Resulullah’ın tebliğ ettiği zamanı düşünün: bu şekilde şey yapacak olsa her yerde söyleyecek laf çıkar. “Fitne çıkarıyorsun”. Bütün nebiler bu manada fitnecidir. Bütün nebiler kardeşle kardeşin arasını ayırmıyor mu? Dersin başında okuduk: insanları parça parça eden, Allah’ın ayetleri değil mi? Eğer o açıdan bakarsan. “Birlik ve beraberliğe her zamankinden daha çok muhtaç olduğumuz şu günlerde”. Çocukluktan beri en çok duyduğum söz budur. Ne zaman muhtaç olmadığımız gün gelecek acaba! Bir kere başlangıçta çok yanlış işler yapılıyor Suriye olsun, başka yerler olsun. Söyledik ya, ne dış politikada ne iç politikada ne ekonomik politikada ne sosyal işlerde, hiç bir konuda İslam ne diyor? İslam diye bir şey kalmamış ki. Bizim şeyde yazdık: ‘Batı Güdümünde Doğan Yeni Din’. Bu yeni dinde her türlü hurafe baştâcı. Onun için kendilerine ortak koşanla mücadele ederken, Allah’a ortak koşanlarla ‘can ciğer kuzu sarması’ oluyorlar. Ya kardeşim ne oluyor? C. Hakk Enfal suresinde. Resulullah Medine’ye gelmiş. Medine’deyken Mekke’de müslümanlar var. Çok büyük baskılar altındalar değil mi? Resulullah da canını zor kurtararak Medine’te gelmiştir. Bu ayetler de Bedir savaşından sonra inen ayetlerdir. Bedir Savaşı, müslümanların Mekkeli’leri perişan ettiği savaş. Onlar iç işlerine karışmaya müsade ediyor mu etmiyor mu dikkatle bakın. Türkiye başka ülkelerin iç işlerine karışıyor mu karışmıyor mu onu bilmiyorum. Çünkü eskiden ben siyaseti çok yakından takip ederdim. Ben Süleymaniye Camisi’nde vaaz ederken Rahmetli Turgut Özal birçok cuma benden önce camiye gelir, oturur sonuna kadar dinlerdi. Ve Süleymaniye’de yaptığım vaazların etkisi, o ayki milli güvenlik kurulu bildirisine mutlaka girerdi. Çünkü o zaman siyaseti yakından takip ederdim. Siyasi konuları gündeme getirirdim. Ama şimdi son zamanlarda bıraktım o işleri. Neler oluyor bilmiyorum ama şimdi ayetleri okuyacağım. Onlardan bir tanesine bir toplantıda konuştu, bir ayeti hatırlatayım dedim. Dedim bu konuda bazı ayetler var haberin var mı? “Benim bu konuda yaptığım konuşmalar var dinlersiniz” dedi. Hayatımda bu derece saygısız bir cümleyi hiç duymuş değilim. Beni gayet iyi tanıyan birisi. Öyle dedi de yanımda durmadı, hemen geçti ayeti okurum diye. Şimdi okuyorum, dinlesinler bakalım. Burada siyasilerin isimlerini şey yapmıyorum. Bir parti gibi hareket etmek istemiyorum. Diyor ki Allah Bedir savaşını kazanmış müslümanlara. Çok ciddi bir üstünlük elde etmiş ve Mekke perişan olmuş. Böyle bir ortamda Mekke’nin iç işlerine karıştırıyor mu C. Hakk bakalım. ENFAL, 72.. Ayet: “İnnelezıne amenu ve haceru ve cahedu bi emvalihim ve enfüsihim fı sebılillahi: inanan, hicret eden, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlar”,“vellezıne avev ve nesaru: o gelenlere kucak açmış ve yardımcı olmuşlar(ensar)” ,“ülaike ba’duhüm evliyaü ba’d: onlar birbirlerinin velileridir” yani birbirlerine sorumlu olan sorumluluk ordadır. uraya kadar gelmiş olanların arasında sorumluluk vardır. Buradaki veli, sorumluluk anlamına geliyor. “vellezıne amenu: ama iman etmiş Mekke’deki müminler”, “ve lem yühaciru: hicret etmemişler”, orada kalmışlar. Biliyorsunuz Hudeybiye antlaşmasından sonrada gelememişlerdi. Kadınlar gelmiş, erkekler gelememişti antlaşmaya bağlandığı halde. “ma leküm min velayetihim min şey’in: onların velayeti konusunda sizin elinizde bir şey yok” yani siz onlarla ilgili bir şey yapamazsınız. Devletlerarası ilişki açısından bu çok önemlidir. Müslümanlar bunu bilmek zorundadır. Duygusallık olmaz devlet yönetiminde. “hatta yühaciru: hicret edip gelene kadar”. Hicret edip sana kadar gelirse tamam. Bir yönetim var o günün Mekkesi’nde de. Ve sana karşı yenilmiş olan bir yönetim. Diyor ki; gelinceye kadar hiç bir velayetleri yok. Mesela bugün tutuyorlar “Doğu Türkistan’da şunlar oluyor da”. E peki sen burada gösteri yaptığın zaman oradaki insanın durumu düzeliyor mu? Gelen haberler ne derece gerçekçi baberler. Öyle bir şey yapacaksınız ki o insanları top yekün size yöneltesiniz. “ve inistensaruküm fid dıni fe aleykümün nasru” Mekke’dekiler din konusunda sizde yardım isterlerse yardım etmek görevinizdir. İlgili ayetleri gönderirsiniz. Ama bu da “illa ala kavmim beyneküm ve beynehüm mısak: ama aranızda sözleşme bulunan bir toplumun aleyhine olurda yapamazsınız”. Yani sizinle savaş halinde olmayan bir toplumun aleyhine değilse, sizinle aralarında anlaşma bulunan bir devletin, bir toplumun aleyhine değilse yardımcı olursunuz. Ne demek aleyhine? “Efendim Allah cihad emri vermiş”. Doğu Türkistan’dan bize sorular soruyorlar. “Allah cihad emri vermiş yapmamız lazım”. Tamam, Allah cihad emri vermiş ama Allah Enfal suresinin 66.ayetinde diyor ki; karşı tarafın yarısı kadar gücünüz varsa yaparsınız diyor. İki kat diyor. ENFAL, 66.. Ayet: “fe iy yeküm minküm mietün sabiratüy yağlibu mieteyn: sabırlı 100 kişi varsa 200 kişiyi alt eder”. Var mı sizin Çin’in gücünün yarısı kadar gücünüz var mı? Yok. O zaman işte akın burada diyor ki. Mesela böyle de istekte bulunabilirler. Bu da “Allah cihad etmemizi emrediyor”. Ya kardeşim Allah, cihad etmenin de bir kuralını koymuş. Biz onlara bunu yazdık ve problem bitti. O olaylar. Öyle bir şey emretmiyor Allah. Onların yarısı kadar gücün varda tamam. Bir gün burada müslüman-gayrımüslim ilişkilerini anlattım. Ertesi gün onlar tabi saat farkı olduğu için ertesi gün Çin’den bir telefon geldi “ya Hocam, Allah razı olsun” demek konuşmalarımızı anlıyorlar. Ben biraz Erzurumlu diliyle konuşuyorum da da daha çok. Erzurum dili gerçekten enteresan bir şeydir. Orta Asya’nın her tarafında anlaşılır Erzurum dili. Geçiş noktası olduğu için. Adam dedi ki Hocam, Allah razı olsun dedi. “Ben şimdiye kadar” hani müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün diye yanlış anlam verdikleri şeyler var ya savaşla ilişkiyi keserek. “Hocam ben şimdiye kadar Çinlileri öldürmediğim için kendimi günahkâr zannediyordum, çok rahatladım Allah razı olsun” dedi. İşte onlara bu yardımları yapmamız lazım. Biz bunu yapıyoruz. Allah’a şükür Süleymaniye Vakfı kadar yapan ikinci bir kuruluş da yok. Ama bir toplumun aleyhine olmayacak diyor C. Hakk. Bakın, Bedir’de yenmelerine rağmen Allah’ın verdiği emri görüyorsunuz. Ondan sonra söylediği çok önemli. “vallahü bi ma ta’melune besıyr: Allah yaptıklarınızı görür”. ENFAL, 73.. Ayet: “Vellezıne keferu ba’duhüm evliyaü ba’d: o kafirler birbirlerinin dostudur” diyor. Ama “illa tef’aluhü: benim bu dediğimi yapmazsanız” yani dış ilişkilerinizi böyle yürütmezseniz “tekün fitnetün fel erdı: o toprakta büyük bir fitne çıkar”. Resulullah oradan baskı yapsaydı Mekke’ye, oradaki bütün müslümanları öldürürlerdi. “ve fesadün kebır: büyük bir fesad ortaya çıkar”. Acaba bu yanlış politikalardan mı bu kadar Suriyeli’nin evinden çıkıp da buralara gelmiş olması? Bunu ilgililer düşünsün. Baştan da söyledim çünkü siyaseti takip etmediğim için ne olduğunu iyi bilmiyorum. Ama bu ayetleri düşünmeleri lazım. Yani demek ki biz sadece imsak ile uğraşmıyoruz. Allah’a çok şükür dünyanın her tarafından soru soran kardeşlerimize bunu söylüyoruz. Bundan bir kaç sene öncesine kadar Avrupa’ya giden ilahiyatçılara ilk sordukları şey: ‘müşrikleri nerede bulursanız öldürün’ ayeti idi. Ben de Avrupa’ya gittiğini duyduğum arkadaşlara hemen şey yapardım: arkadaşlar, bu ayetin bağlantısı şöyle şöyledir, bunu anlatın. Artık biz bunu anlattıktan sonra daha bunu soran yok. Çünkü bağlantıları ortaya çıktı. Anlattın mı adam hayran kalıyor. Bu defa Müslüman olmaktan korkuyor.