Abdulaziz Bayındır: Bugün, yolculukta namaz konusunu inşallah işlemeye başlıyoruz. Her zaman derslerimizi dinleyenler de söylüyor, bu mezhepler bu kadar mı yanlış yoldalar? Ve bazıları da niye onları söyleyip duruyorsunuz diye sitem ediyorlar. Şimdi burada yolculukta namaz konusunda da göreceksiniz ki kuranı kerime ve sahih sünnete rağmen yolculuk konusunda da malesef doğru dürüst görüş ortaya koyan bir mezhep bulamayacağız. Yani şu manada bulamayacağız: kuran ve sünnetin bütünlüğünü gösteren, tam olarak insanları tatmin eden bir mezhep bulamayacağız. Ondan dolayı dikkat ederseniz yolculuk konusunda haklı olarak müslümanların zihinleri karışıktır. Bir kere şunda herkes ittifak etmişir: yolculukta namaz kısaltılır. Değil mi? Bu kelimeyi kullanmayan hiç yok. “Namaz kısaltılır”. Hekes derken, mezhepleri kastediyorum. Mezhepler ittifak etmiştir. Peki niye kısaltılıyor? Niye kısaltılıyor dendiği zaman da bir takım gerekçeler ortaya konuyor. İşte yolculukta meşakkat var. Peki illet nedir, hikmet nedir diye bu defa bir başka kavram devreye giriyor. Şimdi bizde, biliyorsunuz kuranın anlattığı hikmet kaybolmuştur. Zaten müslümanlar, hikmeti kaybettiği günden itibaren problem çözme yerine problem olmaya başlamışlardır. Problem olma işi mezheplerde, artık bir ilim kimliğine bürünmüştür. Yani bu dini, problem çözme kaynağı yerine poblem haline getiren kişiler, karşımıza büyük alim, mezhep lideri, bilmem ne, falan olarak çıkarılmıştır. Bu, o kişilerin kendilerine ait olmayabilir. Ama kitaplarda yazılana göre bunu konuşuyoruz. Onun için de işte müslümanların zihni karışık. Şundan dolayı: birisi diyor ki; “kardeşim, ben yolculuk yapıyorum hiç bir sıkıntı çekmiyorum. Gidiyorum 5 yıldızlı otellerde kalıyorum. O zaman ben namazı kısaltmıyorum” diyor. Şimdi, illettir diyen pek hatırlamıyorum da meşakkata illettir, hiç birisi diyemez. Çünkü öyle olacak olsa sıkıntı çeken herkesin namazını iki rekata indirmesi gerekir. Hikmettir diyorlar. İşte bunda C. Hakk’ın bir şeyi vardır, işte onu tam anlayamıyoruz falan filan. Öyle bir şey ki hikmet, doğru hüküm demek ama müslümanlar onu bir türlü anlayamıyorlar. Ne demekse? Yani asıl öğrenmeleri gereken şey kaybolmuş gitmiştir. Kuranı kerimde, konu Allah’ın anlattığı şekilde anlaşılmadığı için bakıyorsunuz ki namaz konusunda müslümanların kafalar yani seferi namazı bırakın namaz konusunda müslümanların kafası rahat değil. Mezhepler, bu konu ile ilgili ayetleri bütünlük içerisinde değerlendirip, ilgili hadisleri de o bütünlüğün içerisine almadıkları için, kitap sünnet bütünlüğünü oluşturamadıkları için. Bir de namazın kazası bir kavram ortaya çıkarmışlardır. İşte, vaktinde namazını kılamayan kişi şöyle kaza eder, yok efendim sahibi tertib ise şöyle yapar, değilse böyle yapar. Öyle bir yani hakikaten çok inanılmaz yanlışlar içerisine girmişlerdir. Namazın kazası dediğinizde de vadesiz borç gibi. Şöyle bir örnek veriyoruz biliyorsunuz. Aksaray’a dünyanın en büyük mağazası açılsa. Diyelim ki bir konfeksiyon mağazası açılsa ve ilan yazsa kapısına. Dese ki; istediğiniz kadar malı, vadeli olarak alıp istediğiniz zaman borcunuzu ödeyebilirsiniz der ise o gün, o mağazada mal kalır mı? İlk giden adam, bütün malları alır. İkinciye hiç gerek yok. Nasıl olsa kefilsiz, peşinatsız, teminatsız. İstediğin kadar malı alıyorsun, ödeme zamanı ile ilgili seni sıkıştıracak kimse yok. “Nasıl olsa öderim”. İşte kaza namazları da o şekilde. İnsanlar, istedikleri kadar namazlarını kazaya bırakıyorlar. “Oluyormuş, sonra kılıarım” diyor, emekli olunca kılacakmış falan. Artık nasıl oluyorsa! Dolayısıyla Allah’ın son derece önem verdiği, mesela nebilerini bile ailesine namazı emrederdi diye methediyor değil mi? “Kane ye’muru ehlehu bis salati vez zekati”(MERYEM 55) diye İsmail(as) ile ilgili var. Diğerleri ile ilgili de var. Yani namaz ve zekat, bir müslümanı diğerlerinden ayıran en temel gösterge iken bu gösterge olmaktan çıkıyor. Bu sebeple konularımız son derece önemli ama bunu da her defasında vurgulamakta fayda var. Hani bir paralel din malesef Emeviler’den beri oluşmuştur. Bu, paralel olduğu için aşağıdakinin özelliklerini yukarıya taşıyor ama kendisi değil. Aşağıda namaz varsa yukarıda da var. Yani şöyle iki tane paralel düşünün. Onu yansıtıyor ama aynısı değil. Bu namaz, oradaki şeklinin dışına çıkmış. İman şartlarının hepsi de öyle geliyor, taa en tepeye kadar. Biliyorsunuz kutublar, kutbul ahtablar, kutbul azamlar, kainat imamları falan filan devreye giriyor. Bunlar da Allah’ın yerine geçiyor ama kendilerini tam Allah saymıyorlar yani. Allah’ın bir yansıması. Fakat asıl emir onlarda yani. Böylece yeni bir din malesef ortaya çıkmıştır. Bu bir günün işi değildir. Taa Emeviler’den itibaren vardır. Abbasiler ile bu, kökleşmiştir. Osmanlılar, bununla ilgili hiç bir aleyhte çalışma yapmamışlardır. İyice kökleştirmişlerdir. Bugün de Türkiye’de o paralel din ciddi manada yürütülmektedir. Ama bunların içerisinden her hangi birisi devlete şirk koşar ise hemen tepelemişlerdir. Allah’a şirk koşanlara hiç problem yok. Onlar, Allah’a şirk koşanlar tepede gezdirilir, devlete şirk koşanlar tepelenirler. Buna da çok dikkat etmek lazım. O zaman size şirk koşanlara karşı verdiğiniz mücadeleyi, Allah’a şirk koşana karşı da vermeniz gerekir. Bunu da ilgili kişilere her zaman hatırlatmak lazım. Bir kaç tane ayet okuduktan sonra konuya genel bir giriş yapacağız bugün. Sonra da mezheplere geçeceğiz. Konunun esası bir anlaşılsın da mezheplerde ne hale geldiğini bir görmüş olalım. Dolayısıyla burada da ayrıca bir örnek vermiş olacağız. Çünkü biliyorum ki sizin her biriniz, Allah’a şükür dışarıya çıktığınız zaman hocalardan bunun hesabını soruyorsunuz yani sonuna kadar. Bu hesabını sormanız da onların da faydasına oluyor. Çünkü onlar da bu vesileyle uyanma fırsatı elde ediyorlar. Uyanıyorlar demedim, fırsat elde ediyorlar dedim. Onun için kafayı böyle sallamakta haklısınız da ama uyanma fırsatı elde etmiş oluyorlar. En azından, yarın Allah’ın huzurunda diyemezler ki; “ya Rabbi, bizim haberimiz yoktu”. Şimdi, seferilik ile ilgili Allah şöyle diyor Nisa suresinin 101 ve 102. ayetlerinde. Ben bunları anlatırken hiç mezheplere girmeyeceğim. Nasıl olsa arkadaşlarımız mezhepleri ayrıntılu olarak anlatacaklar. Diyor ki Allah burada; “Ve iza darabtum fil ardı fe leyse aleykum cunahun en taksuru mines salati”. Ondan önce, mesela İbni Abbas’tan gelen bir rivayet var. Diyor ki; AllahTeala, nebisinin lisanı ile namazı hazarda dört rekat. Hazar dediğimiz, seferilik dışında mukim iken dört rekat. Seferde, iki rekat. Korku halinde de bir rekat olarak farz kılmıştır şeklinde. Tabi akşam namazının üç rekat olduğu konusunda kimsenin ihtilafı yok. Sabah namazının iki rekat olduğu konusunda da kimsenin ihtilafı yok. Ve Resulullah(sav), ilk günden son güne kadar, yolculukluk sırasında dört rekatlık namazları iki rekattan fazla hiç kılmamıtır. Akşam namazını üç rekatın dışında kılmamıştır. Sabah namazı zaten her zaman iki rekattır. İşte burada siz, bu açıdan düşünün. Bu ayetler, Nisa suresinin ayetleridir. Nisa suresi, Medine’de dördüncü yıldan itibaren indiği rivayet ediliyor. Ama Medine’de indiği kesin, namaz da Mekke’de kılınıyordu. Şimdi Resulullah(sav), ilk günden beri yolculukta, namazını iki rekat kılarken yani yolculukta dört namazlık namazın iki rekat kılındığını şöyle bir ön kabul olarak düşünün, ondan sonra şu ayetleri anlamaya çalışın. Diyor ki C. Hakk; “ve iza darabtum fil ardı fe leyse aleykum cunahun en taksuru mines salati”, yer yüzünde yürüdüğünüz zaman. Bu “darabtum fil ardı”, bunun savaş ile bir alakası yok. Bu tamamen, yer yüzünde yürümektir. Bazı arkasaşlarımız bunu savaş diye tanımlıyorlar ki öyle bir tanımlama imkansızdır. Yani öyle bir şey olmaz. “Ve iza darabtum fil ardı fe leyse aleykum cunahun en taksuru mines salati in hıftum en yeftinekumullezine keferu”, yolculuk yaparken eğer kafirlerin sizi sıkuntıya sokmasından korkarsanız, o namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur. “Yolculuk yaparken o namazı” derken ne anlarsınız? Nerede kılınan namaz? Yolculukta kılınan namaz. Resulullah, yolculukta sürekli iki kıldığına göre, o namazı kısaltmanızda bir günah yoktur dendiği zaman hangi namaz kısaltılır? Yolcuyken kıldığınız iki rekatı kısaltmanızda günah yoktur yada üç rekatı kısaltmanızda bir günah yoktur. Ne zaman günah yoktur? O kafirlerin, sizi sıkıntıya sokmasından korktuğunuz zaman günah yoktur. “İnnel kafirine kanu lekum aduvven mubina: çünkü kafirler, sizin açık düşmanınızdır”(NİSA 101). Şimdi burda yine hatırlatalım. Ben şahsen, tabi C. Hakk’a şükredeceğimiz o kadar çok şey var ki. Ama zannediyorum yani zannediyorum ki en çok şükretmemiz gereken şey, Allah’ın kuranın kuran ile açıklandığını bize göstermiş olmasıdır. Şu ayet, şu ayeti açıklar. Yani bir ayeti okurken, eğer zihninize bir soru geliyor ise onu, kesin olarak ikinci bir ayet açıklamıştır. O ikisini okuduğunuz zamanda henüz tatmin olmadıysanız açıklayan iki tane daha ayet vardır. Dolayısıyla en ayrıntılı noktaya varıncaya kadar iki, iki devam eder. Şimdi mesela bu ayeti okuduğumuz zaman zihninize soru geliyor mu? Yeryüzüne sefere çıktığınızda eğer kafirlerin sizi sıkıntıya sokmasından korkarsanız namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur. Çünkü kafirler, sizin açık düşmanınızdır. Geliyor mu size soru? Ne geliyor mesela? Şimdi kısaltmanızda günah yoktur dediğiniz zaman ilk önce akıla gelen, az önce ben söyledim, sizi şartlandırdım. Dedim ki; Resulullah zaten iki kılıyordu diye şartlandırdım. Bu ayeti okuyan kişi, o şartlanmışlık ile okumayacak. Bu ayeti okuyan kişi diyecek ki; namaz dört rekat. Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman düşmanın sizi sıkıntıya sokmasından korkarsanız. Karşınıza düşman çıkıyor, sıkıntıya sokacağından korkarsanız namazı kısaltmanızda bir günah yoktur. O zaman ne dersiniz? Dersiniz ki; demek ki sefere çıktığımız zaman karşımıza düşman çıkarsa o zaman kısaltacağız. Onun dışında kısaltma yok. Onun dışında kısaltma yok dediğiniz zaman ilk önce akıla gelen budur değil mi bu ayeti okuduğunuz zaman? Ama şunu bileceksiniz ki C. Hakk bu ayeti mutlaka bir başka ayet ile açıklamıştır. O açıklamaya arapça kuran olarak anca ulaşılabilir. Yani kuran: ilgili ayetlerin arap dili kurallarına göre bir araya getirilmesi ile ancak anlaşılabilir. Bunu da ten kişi yapamaz. Mutlaka bir ekip çalışması olması lazım. Ayetlerde Allah öyle söylüyor. Ve onu yaptığınız zaman da hikmete ulaşıyorsunuz yani Resulullah’ın uygulamasına. Orada hemen şunu düşünürsünüz. Dersiniz ki; “güzel de bu hadis kitaplarında şu yazılı: Resulullah, Mekke’yi fethettikten sonra veda haccında hiç bir düşman korkusu kalmadığı bir sırada Mekke’de gitmiş iki rekat kılmış. Yani haremde iki rekat kılmış. Millete iki rekat kıldırmış. İki rekatta selam vermiş. Ondan sonra bir işi falan da yok. Millete demiş; “biz seferiyiz, siz tamamlayın” demiş. Karşıda düşman yok? O zaman ya bu rivayet yanlış değil mi yada biz meseleyi yanlış anlıyoruz dersiniz. Yani o sitemi bilmediğiniz zaman. Dersiniz ki; yani orada yapacak başka bir işi olsa anlarım. Eğer bunu, kısaltmakta bir günah yoktur deniyorsa tamamlaması gerekirdi? İşi de yok, bir yere de gitmiyor. Yani zihniniz allak bullak olur değil mi? Bu ne demektir? İşte ondan sonraki yani “kitabun uhkimet ayatuhu summe fussilet” diyor ya AllahTeala, bu açık ve net. Anlaşılıyor. Tamam güzel. Yani karşınıza düşman çıktığı zaman kısaltacaksınız ama ayrıntı bilinmiyor. Mesela çay yap diyor birisi. Tamam, çay istiyor ama çay nasıl yapılır bilmiyorum ki. “Çay yap” kelimesi çok açık da yapılma işini bilmiyoruz tamam mı? İşte onun için “uhkimet” dediği, böyle açık ifade ama ayrıntısını bilemiyorsunuz. “Summe fussilet” diyor C. Hakk. Şimdi bakıyorsunuz ki hemen onun arkasında bu ayetin açıklaması. Diyor ki; “ve iza kunte fihim: ya Muhammed, sen de onların içinde olursan”. Haa! “fihim” derken, o zaman bu birinci ayet ile bağlantılı mı? Arapça bilmeye lüzum yok yani.”Onların içinde olursan sen de”,”fe ekamte lehumus salate: onlar için namazı sen, tam kılarsan”. Çünkü günah yoktur dediği için tam da kılabilirsin, kısaltabilirsin de. Yani sen, tam kıl demiyor. “Fe ekım lehum salate” demiyor. “Fe ekamte lehumus salate” sen de bir rekata düşürebilirsin ama bir rekat biraz sonra çıkacak tabi. Yani sen de kısaltabilirsin ama tam kılarsan. O zaman “fel tekum taifetun minhum meake”, o zaman insanları ikiye ayır, bir gurup seninle beraber namaza dursunlar. Şimdi burada arapça çok önem taşıyor. “ekamte”, ifal babından “ikame”. Bir şeyi ayağa kaldırmak manasına. Yani namazı ayağa kaldırdığın zaman tam kılmış olacaksın. Onun için “tam kılma” diye tercüme ettik. Çünkü AllahTeala, “ekımis salat” diye bize emrediyor. Dolayısıyla “ekımis salat” diye emrettiğine göre seferde biz kısaltamayız namazı. O zaman “ekımis salate” emrini yerine getirmiş olmayız. Öyle değil mi? Kısaltamayız. O ancak istisnai bir durum olabilir. “Fe ekamte lehumus salate: onlar için namazı tam kılarsan”. “Fel tekum”, burada bakıyorsun ki “kame” fiili. Hemen ifal babından sülasiye dönüştü. “feltekum”,”kameyekum”. Onlardan birisi kalksın. Onlardan bir gurup kıyamda dursun. Yani bir rekat için kalkıyor ayağa. “Fel tekum taifetun minhum meake: onlardan bir gurup seninle beraber kıyamda bulunsun”. Peki. “Vel ye’huzu eslihatehum: silahlarını da yanlarına alsınlar”. Tamam. Şimdi Resulullah(sav), orada namaz kıldırıyor. Ondan sonra cemaati ikiye ayırdı. Onlardan bir gurup geldi, Resulullah ile beraber namaza durdular. Silahlarını da yanına aldılar. Çünkü düşman karşıda. Ani bir baskın olduğu zaman namazı bırakır. Hatta bırakmadan da. Bırakacak mı bırakmayacak mı? Bu da bir soru değil mi? O sorunun cevabı da var. Aklınızda olsun, söylemezsem eğer hatırlatın. Unutursan hatırlatırsınız. Şimdi öyle bir durumda acaba ani bir baskın olursa namazı bırakacaklar mı yoksa bırakmadan mı yapacaklar? O sorunun da inşallah cevabını gene kurandan göreceğiz. Şimdi diyor ki ; silahlarını yanlarına alsınlar. “Fe iza secedu: secdelerini yaptıkları zaman”. Secdelerini: iki tane secde dedik ama bunun da açıklaması ayetlerde var. Belki bugün ona şey yaparsak çok uzar. Onu başka zaman inşallah yaparız. Secdelerini yaptılarmı, secdeler yapıldığı zaman, o bir rekat ne olur? Bir rekat kılınmış olur değil mi? Kıyam, bak kıyam. İkame değil kıyam. Ayakta duruyorsunuz. Secdeleri de yaptınızmı bir rekat kılınmış olur. Daha yeni başlamış oluyorlar çünkü namaza. Secdelerini yaptıkları zaman peki ne olacak? “Fel yekunu min veraikum: veranızda olsunlar”. Şimdi “vera” kelimesini hep arka diye tercüme ederiz ama “vera”, arka manasında değildir. “Çevre”. Neresi olursa olsun “vera” manasına gelir. Mesla şeyde, hatırlayın bu Hızır-Musa kıssasında, Hızır gemiyi yaraladı. Ne diyordu orada? “Ve kane veraehum melikun ye’huzu kulle sefinetin gasba: veralarında bir melik vardı”(KEHF 75). Arkalarında diyemezsiniz orada. Gemi geri gei gitmez çünkü. Değil mi? Ne diyeceksin? “Önlerinde”. O zaman “veraehu” dediği zaman, yani şu akla gelebilir. Denebilir ki; düşman kıble tarafında olmadığı zaman böyle. Hayır. Onun için “vera” kelimesi, çepemevre, tüm çevre için kullanılır. İşte burada gördünüz. Biz arka deriz, işte ayette ön manasına da kullanılır. Öyleyse kıble ne tarafa ise o tarafa döneceksiniz, düşman ne tarafta ise bir gurup o düşmanın önüne doğru tedbirlerini almış olacaklar. İkinci gurup da burada namazını kılıyor olacak. Diyor ki; “vel te’ti taifetun uhra”,”fel yekunu min veraikum” önce bunlar secdelerine vardılarmı hemen düşman karşısına geçecekler. Nöbet değişimi diyoruz ya. Bunlar gidecekler oraya. Peki oraya gittikten sonra ne olacak? Diyor ki orada da “vel te’ti taifetun uhra lem yusallu fel yusalli meake” burada “fel te’ti” demedi “vav” kullandı. Burada bir incelik var. Çünkü karşıda düşman var. Hemen gelsinler dediği zaman olmaz. Oradan belki bazısı sürünerek gelecek, bazısı başka bir şekilde gelecek. Yani askeri bir şeydir. Öyle istediğin an istediğin şekilde olamaz ki bu. İmkanlar nispetinde. Onun için burada “vav”ı kullanmış Allah. Diyor ya “ferciıl basara hel tera min futur: bir daha göğe bak ki bir eksik bulabiliyormusun”(MÜLK 3). Allah’ın kelamında en küçük bir eksiklik, fazlalık olmaz. Her şey mükemmeldir yani. Diyor ki; “vel te’ti taifetun uhra lem yusallu: namaz kılmamış diğer gurup gelsin”. Şimdi o birinci gurup namaz kılmamış sayılsa böyle bir cümle kullanılır mı? “Namaz kılmamış ikinci gurup gelsin”, birinci gurup da namaz kılmamış olsa böyle bir cümle olur mu? Demek ki birinci gurup o bir rekatla namazını kıldı, değil mi? Gelsin “fel yusallu meake: namazı seninle beraber kılsınlar”. Burada artık secdedn bahsedilmiyor. Çünkü o namazın kalan kısmının tamamını Resulullah ile beraber kılacak. Akşam namazı ise iki rekat kılacaklar. Birinci gurup akşam namazını da bir rekat kılmış olacak. Diğer namaz ise iki rekat kılıp yani son oturuşuyla, her şeyiyle tamamlayacaklar. Çünkü “fel yusallu meake” diyor, ikinci gurup namazı sonuna kadar kılacak. Peki şimdi Resulullah kaç rekat kıldı? İki! Kısalttı mı? Hayır! Peki ahsab ne kadar kıldı? Birer rekat! Akşam namazı ise üç kılacak tabi. Öyleyse seferde namaz kaç rekatmış? İki rekat! Kısaltma ne zaman oluyormuş? Sadece savaş zamanında. Zaten hadislerde de var değil mi Enes Hoca? İki rekat tamdır, kısaltma değildir. Bir okurmusun o hadisi. Arkadaşlar! Burada tekrar sizin dikkatinizi çekeyim. Çünkü bunlar, müslümanların kaybolmuş mallarıdır. Kitap ile sünnet arasında en küçük bir uyumsuzluk hayal bile edilemez. Böyle bir saçmalık olmaz. Eğer uyumsuzluk görüyorsak, o bizim hatamızdandır. Bazen hadis diye, bize uydurma rivayet de gelmiş olabilir. Ki bu, kuran-sünnet bütünlüğü metoduyla onları da ayıklamak o kadar kolay oluyor ki. Tutmaz yani. Mesela vücut, yabancı bir maddeyi kabul etmiyor değil mi? Mesela elinize bir kıymık saplasanız vücut onu kabul ediyor mu? Etrafı iltihaplanıyor ve bir müddet sonra atıyor dışarıya. İşte siz, kuran-sünnet bütünlüğü içerisinde yaparsanız, o yapı, uydurma hadisi kabul etmiyır atıyor dışarıya. Mesela şimdi bu seferilik ile ilgili uydurma hadisleri de inşallah bu gün belki sıra gelir mi gelmez mi bilmiyorum ama yani uydurma hadisleri de bu yapı dışarıya atacak göreceksiniz. Evet, oku hadisi.
Enes Alimoğlu: İbni Ömer’den, Ömer(ra)’dan, başka sahabelerden gelen şey var.
Abdulaziz Bayındır: İbni Ömer, Abdullah İbni Ömer. Yani Ömer(ra)’ın oğlu. Kendisinden, oğlundan ve diğer sahabelerden gelen.
Enes Alimoğlu: “Salatı seferin rekatani tamamun gayrı kasrin”.
Abdulaziz Bayındır: Sefer namazı iki rekattır. İki rekattır, kasr yoktur diyor. Kısaltılmış falan değildir diyor. İki rekattır, kısaltılmış değildir. Şimdi aynı Ömer’e bir rivayet daha malederler. Neydi o? AllahTeala’nın yaptığı.. “Sadakatallhu aleykum sadakatahu”. O, Allah’ın sadakasıdır diyorlar. Ne demek? Yani aslında dörttür de iki rekat da sadaka vermiş, kabul edin sadakasını. Şimdi Ömer bu sözlerden birini söyler isr diğerini söyleyebilir mi? Zaten diğerini söyleyemez, ayete de aykırıdır. Bu metod ile ashaba maledilen yanlış sözleri de ayıklamak mümkün. Mesela ben kendi hayatımdan esas o zaman uyanmıştım: bir ramazanın son günü. Eskiden çok fazla dedikodular oluyordu. İşte bugün bayram, hilali görmüşler falan. Birisi telefon açtı; “Hocam, işte siz bu günün bayram olduğunu söylüyormuşsunuz”. Halbuki ben de herkese olmadığını söylüyorum. Üstelik de her defasında da gözlem de yapıyorum. Yani bir yanlış fetva vermemek için. Şimdi orada karşı tarafın benim sözüme inandığını anlayınca adam, Abdulaziz Hoca da böyle dedi demiş. Halbuki sabahtan akşama kadar değildir diye diye ağızımız kurudu. Şimdi orada anladım. Dedim ki; Allah Allah! Ben hayatta iken benimle ilgili böyle şeyler çıktığına göre eski ulemaya kim bilir neler uydurmuşlar, neler iftira etmişler. İşte, Ömer(ra)’da, en fazla kendisine bu tür yanlışlar maledilen kişilerdendir. Çünkü otoritedir. Herkesin saygı duyduğu bir insandır. O’nun adını kullandığınız zaman kimse sesini çıkaramaz.
Fatih Orum: Bir kurgunun hemen akabinde hep zikrediliyor olması da dikkat çekici. O kurgu da ilşte hani İbni Ümeyye, Ömer(ra) ile müzakere ediyormuş. İşte ben Nisa 101’i anlayamıyorum. Orada korku durumu var ama korku dışında da namazları kasrediyoruz. Resulullah kasretti. Ömer(ra) da bu müzakerenin neticesinde diyor ki; ben de bunu hep merak ettim. Sonra Resulullah’a sordum bunu. Yani korku yok ama niçin biz kasrediyoruz diye. O da işte bunu söyledi. Bu sadakadır, bunu kabul edin gibisinden. Yani böyle bir kurgu akabinde o rivayet genelde zikrediliyor.
Abdulaziz Bayındır: Halbuki o kurgunun da olması imkansız. Çünkü Resulullah, ümmetine kitabı ve hikmeti öğretmiştir. İşte hikmet, bu ayetleri birlikte okumaktır. Resulullah’ın bu işi her gün yaptığını kurandan öğreniyoruz. Ömer(ra) da taa Mekke’den beri bu eğitime katılan bir zattır. Onun böyle bir hatayı yapması imkansızdır. Böyle bir şey olur mu? Yapmışsa da hesabını Allah’a verecek. Bizi ilgilendirmez yani.
Evet şimdi buradan devam ediyorum. Şu ortaya çıktı bakın: sahih rivayetlerde ne diyor? İki rekat kasr değildir. Yani seferde namaz kısaltılmıyor. İki rekat kıldığınız zaman tam kılıyırsunuz. Dört rekatı iki rekata indirmiş değilsiniz. Allah, seferi iken onu istiyor sizden. Ondan sonra diyor ki; “vel ye’huzu hızrahum ve eslihatehum”, bunlar diyor, tedbirlerini alsınlar. Silahlarını da yanlarına alsınlar. Yani o ikinci gurup da silahlarını yanına alsın gelsin. Nöbet değişimi sırasında orada silahlarını bırakmasınlar. “Veddellezine keferu lev tagfulune an eslihatekum ve emtiatikum: çünkü o kafirler isterler ki şöyle bir an silahlarınızdan ve mallarınızdan uzak kalsanız da”,”fe yemilune aleykum meyleten vahideh: hemen ani bir baskın yapsalar, sizin silahlarınızı ve mallarınızı alıp sizi perişan etseler”. Bunu beklerler yani. Savaş, böyle bir şeydir tabi. Ondan sonra burada diyor ki; “ve la cunahe aleykum bi kane bikum ezen min matarin ev kuntum marda”, bir yağmur yağmış. Ortalık çamur, perişan. Bata-çıka gidip geliyorsun. Böyle bir sıkıntılı bir durum varsa. Yolcusunuz ve her taraf çamur, berbat. Sana çamursa karşı tarafa da çamur. Düşman karşıda ya. Yada hastaysanız diyor. “En tedau eslihatekum: bu durumda silahlarınızı almayabilirsiniz” diyor yanınıza. Mesela bugünkü ateşli silahlar alınsa su alır, belki çalışmayabilir de bazıları yani. “Ve huzu hızrakum: ama tedbirinizi alın”. Silah almadın diye gevşeklik yok, tedbirini gene alacaksın. “İnnallahe eadde lil kafirine azabun muhina: Allah, o kafirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır. Şimdi şuraya bakın. Hasta, adam hasta. Karşıda düşman ve yolcu. Yolcu, düşman, hasta. Üçü birleşmiş. Namazını kazaya bırakmasına müsade ediyor mu Allah? E peki bu ulema nereden çıkarıyor bunu ya? Siz, neye dayanarak namazın kaza edileceğini söylüyor da bu kadar ümmeti Muhammedi namazsız hale getiriyorsunuz?
Enes Alimoğlu: Umulur ki Allah bağışlar diyor.
Abdulaziz Bayındır: Kazaya fetva verenler, umulur ki diyor. Çünkü ellerinde bir delilleri yok. Ve bu insanlar şunu da söylerler. Usul konusunda Fatih daha çok çalışıyor da. O şeyi tamamlasın. Derler ki; “ibadetler konusunda kıyas olmaz”. Fatih’in doktorası o konudadır. O konudaki sözlerini bir anlat bakalım.
Fatih Orum: Öyle. Yani kıyas yapılabilmesi için bir benzerlik ilişkisi kurulabilmesi lazım. Bununla, bu şu açıdan benzer. Dolayısıyla biz, bunun hükmünü buna da verebiliriz şu benzerlikten hareketle denir. Ama ibadetlerde bu benzerlik yani literatürde illet olarak geçen şeyin tespit edilemeyeceğini, bunlarda ancak olsa olsa hikmet aranabileceğini, hikmetin de standart bir şey olamayacağını, net olarak tespit edilebilecek bir şey olmadığını, dolayısıyla bir kıyas için benzeyen ile benzetilen arasında bir uyum ibadelerde olamaz. Çünkü bunlar taabbudi hükümlerdir. Ancak hikmetleri olabilir, illetleri düşünülemez. Şu illetidir denilemez. Standart bir ölçüt konulamaz. Dolayısıyla ibadetler konusunda Allah böyle dedi denilir ve yapılır derler. Genel kabul bu.
Abdulaziz Bayındır: Ama hem bunu söylüyorlar hem de yaptıklarına bak. Siz, kendinizle de çelişiyorsunuz namaz kazaya kalır demekle. Biliyorsunuz AllahTeala oruç için ne diyor? Hasta yada yolcu olursanız başka gün tutun diyor. Ama bak burada hasta, yolcu, yağmur yağmış, her şey var. Düşman var. Hehalde bundan daha kötü bir ortam olamaz. Ama bir rekat da olsa namazı kılacaksın. Asla geriye bırakamazsın.
Fatih Orum: Zeki Bayraktar Hoca’nın bir şeyi vardı da ben onu zaman zaman anlatıyorum. Diyor ki; böylesi bir olay insanın hayatında kaç defa gelir ki. Yeyahut hangi insanın başına gelir. Milyonda bir, milyarda bir böylesi ama Allah bir insanın belki hayatına bir kez bile karşılaşmayacağı bir durumu kuranın en ayrıntılı ayerlerinde anlatmış.
Abdulaziz Bayındır: Eee, ne demek bu?
Fatih Orum: Bu, en uç noktayı bile söylediğine göre artık bunun daha ötesi düşünülemez anlamına geliyor.
Abdulaziz Bayındır: Namazınızı ihmal etmeyin demil oluyor. Ya bir kere bu ayetler neyi gösteriyor? İsterseniz şuna da cevap vereyim, ondan sonra şey yapalım. Az önce unutmayın dediğim soru vardı, ne idi o? Be unutmadım siz unuttunuz. Caiz mi? Hatırlatın diyecektim! Düşmanlar ani baskın yaparlarsa ne olacak? Müslümanlar, namazı bırakıp gidecekler mi yoksa namazı bırakmadan mı gidecekler? Diyelüm Resulullah(sav), ön tarafta namaz kıldırıyor. Birinci rekatı kıldınız. Yada kılıyorsunuz. Orada silahlarınızı yanınıza alın demişti. Herkesin yanında silah var. Hazır bunlar ibadet ile meşgulken, ordu ikiye bölündü. Hemen bir hücum edelim dedikleri zaman bu Resulullah ile namaz kılanlar namazını bırakacak mı yoksa namaza devam ederek mi şey yaşacaklar. Çünkü bazen öyle bir durum olur ki güneş batıyor olur, o namazı bıraksanız namaz geçer. Onun için de Bakara 239’a bakalım. “Fe in hıftum: eğer korkarsanız”. Bu da ikinci bir korku. Bak burada karşında düşman var falan yok. Bu her zaman her yerde olabilir. Ama bura ile ilgili olarak bunu anlamaya çalışırsak “fe in hıftum: korkarsanız”. Düşman baskın yaptı, ne olacak? Namazımızı da bırakırsak namaz da geçecek. Düşman ile ne yapacağımız belli olmaz ki. “Fe ricalen ev rukbana: namazınızı yürüyerek yada binili olarak kılarsınız. Hemen atınıza atlarsınız orada ama namazı bozmazsınız. Düşmanın karşısına gidersiniz ama namazı bozmayabilirsiniz yani bozmak zorunda değilsiniz. “Fe ricalen ev rukbana”, bak o halde bile Allah, namazın bozulmasına müsade etmiyor. Ondan sonra ne diyor devamında? “Fe iza emintum: güvene kavuştuğunuz zaman”,”fezkurullahe kema allemekum”, Allah’ın öğrettiği gibi Allah’ı zikredin yani namaz kılın. Şimdi burada Allah öğretti mi nasıl kılacağını? Evet şimdi bu da var. Ve dikkat ediyormusunuz? Yani Zeki Bayraktar’ın dediği doğru gerçekten. Yani öyle bir kötü durumu anlatıyor ki hakikaten bu bir milyon kişiden hatta on milyon kişiden birinin başına kolay kolay gelmez. Ve insanların çok nadiri böyle bir ortamı görür. Allah, bu en uç noktayı anlatarak, o durum da bile namazın terkedilemeyeceğini söyleyince ne olur? Namaz, asla vaktinin dışına bırakılamaz. Ondan sonraki ayette de zaten “innes salate kanet alel mu’mimine kitaben mevkuta” diyor, sebebini anlatıyor. Çünkü namaz, müslümanlar için vakit ile sınırlı bir ibadettir. Vakit çıktı, namaz bitti. Şimdi bakın bir de burada şunu görün. Bak bir, Bakara 239. İki, Nisa, 101. Üç, 102. Dört, 103. Bu dört ayeti birleştirdiğiniz zaman kuranı kerimin metodu mesani ve müteşabih metodu. O metoda göre bu dört ayetle bu konu, bu özel konu, tümüyle anlaşılmış oluyor. Ve buradan şu sonucu ortaya çıkarıyoruz: bir müslümanın, namazını geriye bırakması, imkan ve ihtimal dışıdır. Peki imkan ve ihtimal dışıysa ve namazını da kılmıyorsa? O zaman iki şey söz konusudur. Bir, şöyle düşünüyor olur: “canım, sonra kılarım”. Sonra kılamazsın kardeşim! Eğer bu ayetleri bilerek sonra kılarım diyorsan, C. Hakk’a şirk koşmuş olursun. Çünkü Allah’ın kitabına yeni bir kural eklemil olursun. Allah, namazın kazasına asla imkan vermemişken sen diyorsun ki; sonra kılarım. Bu olmaz. Ama bu ayetleri bilmiyorsun. Duymuşsun ki Hanefi, Şafi, Maliki mezheplerinde, namaz kazaya bırakılır der. Ve bu insanların da kuran ve sünnete aykırı davranış göstermiş olacağına ihtimal de vermiyorsun. O zaman bu kişiler mazur olabilir. Bunların özürlerini C. Hakk kabul eder. Bunlar müşrik olmaz en azından. Müşrik olmaz. Çünkü Bakara 78’de “ve minhum ummiyyune la ya’lemunel kitabe illa emaniyye: bu insanların içerisinde ümmiler vardır” diyor. Yani o konuyu, anasından doğmuş öğrenmemiş. Kitabı bilmez, sadece bir takım ümmiyeleri vardır. Yani bir takım kuruntuları vardır. Kendilerine göre bir takım kurguları vardır. Nedir o kurgu? İşte bizim de bir zamanlar şey yaptığımız, bizim ulema kurana aykırı davranmaz. Böyle bir şey hayal edilir mi? Sen delimisin! Onun için dört mezhebin dördü de haktır. Niye? Çünkü dördü de metodda doğrudurlar ama sonuçta hata etmiş olabilirler. Efendim?
4:44:45 bir şey söyleniyor fakat hiç duyulmuyor.
Abdulaziz Bayındır: Yavaş yavaş ortaya çıkacak o. Türkiye’de böyle söyleniyor. İran’da bir mezhep derler herhalde değil mi? Belki Azerbeycan’da beş derler. Diyorlar mı Azerbeycan’da? Bizde dört hak mezhep diyorlar. Diğerlerine batıl diyorlar evet. “Ummiyune la ya’lemune kitabe illa emaniyye”, bunlar kitabı bilmezlerğ sadece bir takım kuruntular. Bizim, bir zamanlar üzerinde bulunduğumuz durum gibi. “Ve in hum illa yezunnun: bunlar, sadece zan beslerler”, kesin bir bilgileri yoktur. Yani bilgilerinin dayandığı delillere bakarak konuşmuş değillerdir. “Bu adamlar yanlış yapmaz”. Ama diyor ki; “fe veylun lillezine yektubunel kitabe bi eydihim”, elleriyle bu kitabı yazan. İşte bu kitapların hepsi, ondan sonra efendim bu böyledir. “Summe yekulune haza min indillah” böyle diyorlar değil mi? Yani bu, kuran ve sünnetin hükmüdür diyorlar. “Haza min indillah” o değil mi? Ondan sonra “li yeşteru bihi semene kalika”, onlar da hata yapabilirler ama eğer arzuları bununla bir itibar, bir menfaat elde etmekse, işte yazıklar olsun onlara. Ben burada bunu söylemekten vazgeçmeyeceğim, bu gün Diyanet İşleri Başkanlığı’nın namaz vakitleri konusunda yaptığı budur. Yani sırtlarını devlete verdikleri için %100 yanlış olduklarını bildikleri halde o itibarlarını tercih ederek millete gene bu sene yanlış vakitte oruca başlatacaklar ve sıkıntı çektirecekler. İşte bunlara veyl olsun diyor Allah. Yazıklar olsun onlara diyor. “Fe veylun lehum mimma ketebet eydihim: elleriyle yazdıklarından dolayı yazıklar olsun onlara”,”ve veylun lehum mimma yeksibun”(BAKARA 79), o elde ettikleri mevki makamlardan yada imkanlardan dolayı yazıklar olsun.
Evet şimdi biz bunu bu şekilde ortaya koyduk. Yani neydi o? Zaten okundu. Enes Hoca hadisleri okudu. Seferde iki rekat. Kasr değildir. Yani kısaltma değildir, tamdır. Hazarda dört rekat. Seferilik dışında dört rekat. Korku halinde bir rekat. Şimdi bunun bir uygulaması var mı? Şöyle burada çok ilginç bir husus var. Onun hikayesini Enes Hoca bir anlatsın bakalım. Bunun uygulamasını anlatan hadisi sen nerede ve nasıl buldun. Burada Kütübü Sitte dediğimiz kitaplarda var mı?
Enes Alimoğlu: Yok, orada yok.
Abdulaziz Bayındır: Bunu da sık sık yaşıyoruz arkadaşlar. Yani mesela ayetleri birleştirdiğimiz zaman diyoruz ki; Resulullah bu konuda mutlaka bir söz söylemiştir. Söylememesi mümkün değil. Onu ara, ara, ara bazen bir kaç yıl sürüyor ama bir sahih hadis mutlaka çıkıyor. Yani elimizdeki Kütübü Sitte’de çoğunlukla bulamıyoruz da çok eslilere gidince çıkıyor. Şimdi bunu bir okuyalum bakalım.
Enes Alimoğlu: Müsnedi Ebu Davud Et-Tayalisi diye bir kitap var.
Abdulaziz Bayındır: Ebu Davud Et-Tayalisi, bizim bildiğimiz Ebu Davud’dan çok önce yaşamış bir zat.
Enes Alimoğlu: Bu 204’de vefat etmiş. Bizim Ebu Davud, o zaman iki yaşında çocukmuş.
Abdulaziz Bayındır: Haa! Bu 204’de vefat etmiş. Enes Hoca’nın Ebu Davud’u o zaman iki yaşında çocukmuş.
Enes Alimoğlu: Bu hadisi Yezid İbni Süeyb El Fakir denen bir kimse rivayet ediyor Cabir Bin Abdullah’tan. Bu Yezid İbni Süheyb, Ebu Hanife’nin üstadıymış. Tabiin imiş. Fakir denmesi de sırtı ağrıyormuş çok, onun için fakirmiş.
Abdulaziz Bayındır: Haa! Bu “fakr” dan. Yoksa fukaralıktan değil. Demek ki omurga ağrısı çekiyormuş, ondan dolayı.
Enes Alimoğlu: Bu kişinin tercümesine baktım tabakat kitaplarında, olumsuz bir şey yok.
Abdulaziz Bayındır: Yani hadis sahih.
Enes Alimoğlu: Hadisi alınır diyor. Olumlu şeyler var.
Abdulaziz Bayındır: Hem Ebu Hanife’nin üstadı, hem güvenilir bir zat ve bu şahıs, sahabeden naklediyor değil mi? Tabiinden. Tabiin ne demek? Sahabeyle görüşmüş olan kişi demektir.
Enes Alimoğlu: Şimdi okuyayım. “Kalet seeltu Cabir İbni Abdullahi alel rekateyni sefer aksuruhuma” diyor.
Abdulaziz Bayındır: Diyor ki; Cabir Bin Abdullah’tan o iki rekatı sordum. Onları kasrediyorum değil mi? O iki rekat kasırdır yani. Seferde iki rekat, dörtten ikiye indirmedir değil mi diye sordum diyor.
Enes Alimoğlu: “Kale Cabir, inne ma rekateyni fis sefer leysete bi kasrin. İnne ma kasrı rekatın innel kıtal”.
Abdulaziz Bayındır: C. Bin Abdullah diyor ki; o iki rekat, kısaltma değildir, tamdır diyor. Kısaltma sadece savaş sırasında bir rekat olur diyor. Bak, savaş sırasında bir rekat.
Enes Alimoğlu: “Kale summe enşai hadfisu ennehu”.
Abdulaziz Bayındır: Başladı konuşmaya
Enes Alimoğlu: “Kane mealesu aleyhisselam indel kıtal”.
Abdulaziz Bayındır: Ben diyor, savaş sırasında Resulullah(sav) ile beraberdim bir savaşta.
Enes Alimoğlu: “İz hadarati salatu”.
Abdulaziz Bayındır: Namaz vakti geldi.
Enes Alimoğlu: “Fe kame Resulullah(as), fe seffe taifetun halfehu”.
Abdulaziz Bayındır: Resulullah kalktı, milleti iki guruba ayırdı. Bir gurup, onun arkasında namaza durdu.
Enes Alimoğlu: “Ve kame taifetun vucueha kıbıke vucuhu aduv”.
Abdulaziz Bayındır: Onlardan bir gurup da yüzünü düşman tarafına çevirdi ne demek? Yani nöbete geçti.
Enes Alimoğlu: “Fe salla aleyhim rekatin ve secde bihim secdeteyn”
Abdulaziz Bayındır: Şimdi bak ayetten bir takip edin siz. Metin nasıl olsa şey yok. Az önceki 102.ayetten takip edin. Onlara bir rekat kıldırdı ve iki secde yaptı. “Fe iza secedu: secdeleri yaptıkları zaman”. İki secde yaptı.
Enes Alimoğlu: “Summe innellezine sallu halfehu in talaku”.
Abdulaziz Bayındır: Sonra arkasında namaz kılmış olanlar. Bir rekat kılana ne ded? Namazı kılmış dedi. Onlar bir rekat kıldı.
Enes Alimoğlu: Orada “sallu” var zaten. Hadiste de “sallu” var.
Abdulaziz Bayındır: Tabi tabi, orada öyle diyor.
Enes Alimoğlu: “İn talaku fe kamu makamu ulaike”.
Abdulaziz Bayındır: Bunlar gittiler diyor. O düşmanın karşısında olan taraftan nöbeti devraldılar.
Enes Alimoğlu: “Fe cae ve saffu halfe Resulullah(as).
Abdulaziz Bayındır: O düşmanın karşısında olanlar geldi, Resulullah(sav)’in arkasında saf durdular.
Enes Alimoğlu: “Fe salla bihim rekatın ve secde bihim secdeteyn”.
Abdulaziz Bayındır: Bir rekat da onlara kıldı Resulullah. İki tane secde yaptı.
Enes Alimoğlu: “Summe inne Resulullah(as) celese fe salla”.
Abdulaziz Bayındır: Resulullah oturdu, onlar da oturdular. Ayetin hükmü bu zaten.
Enes Alimoğlu: “Fe selleme fe sellemllezine halfehu”.
Abdulaziz Bayındır: Resulullah selam verdi, onlar da selam verdiler. Yani ikinci gelenler secde ile kalkıp gitmediler. Onlar namazın tamamını kıldı. Ayette anlatılan tamamen bu değil miydi? Ayette anlatılan bu da şimdi Enes Hoca’ya bir soralım; Bu hadisi bulana kadar canın çıktı mı çıkmadı mı?
Abdurahman Yazıcı: Beyhaki’nin Kübrasında var.
Abdulaziz Bayındır: Ama sonrakilerde yok.
Enes Alimoğlu: Ama Kütübü Sitte’de yok.
Abdulaziz Bayındır: Ama bu zat, hem güvenilir bir kişi “Ebu Davud Et-Teyalisi), ravileri güvenilir, sahih bir hadis, ayet ile birebir uyuyor ama mezheplerin görüşleriyle uymadığını daha sonra göreceğiz inşallah.
Enes Alimoğlu: “Fe kanet Resulullah(as) rekateyn ve lev kavmi rekati”.
Abdulaziz Bayındır: Resulullah, iki rekat kıldı ama onundışındakiler birer rekat kıldılar diyor. Zaten ayette “ve ekamte lehumus salate: namazı, sen onlar için tam kılarsan”.
Enes Alimoğlu: “Summe karae Yezid ve ila kunte fihi lehumus salat”.
Abdulaziz Bayındır: Sonra da ravi, Ebu Hanife’nin hocası olan Yezid, bu ayeti okumuş. “Fe iza kunte fihim fe ekamte lehumus salat”. Zaten bu iki ayeti birleştirirseniz, ayetleri başka şekilde anlama imkanı yok da beni şaşırtan şu: bu müfessirler, ayetleri yanlış anlamak için bu kadar gayreti niye göstermişler acaba. Olağan üstü gayretin sebebi ne? Çünkü doğru anlamak için gayret göstermeye gerek yok, hemen anlaşılır. Ama yanlış anlamak için bu kadar uğraşılır mı ya?
Enes Alimoğlu: Şimdi burada başka iki tane rivayet var. Onu okuyayım.
Abdulaziz Bayındır: Ve enteresan bir şey de şu var. Ben, tefsirlerin hiç birisinde görememiştim bu olayı burada anlattığımız gibi. Sonra bir arkadaş dedi ki )Samsun’daki 19 Mayıs Üniversitesi, İlahiyat fakültesinden); ben o şeyi Taberi tefsirinde gördüm. Sonra baktık, Taberi tefsirinde var gerçekten. Taberi’de aynen bu şekilde var. Yani Taberi’nin dışında yok. Taberi’de olması da çok önemli. Çünkü en eski tefsir değil mi şu anda elimizdeki.
Enes Alimoğlu: Burada Suddi’den ve İbni Ömer’den gelen bir rivayette de bunun aynısı var. Ondan sonra, okuyacağım başka rivayette de var. Salabe İbni Zehb’den. “Kale kunna ma Said Bin As, bi Taberistan. Fe kale eyyikum yahfeze Resulullah(as) salati Resulullah fil havf”.
Abdulaziz Bayındır: Taberistan’da Saib İbni As ile beraberdik diyor.
Enes Alimoğlu: “Fe kale eyyikum yahfeze salati Resulullah fil havf”.
Abdulaziz Bayındır: Resulullah’ın korku sırasındaki namazı hanginizin zihninde var? Hanginiz biliyorsunuz?
Enes Alimoğlu: “Fe kale Huzeyfe; ene”.
Abdulaziz Bayındır: Huzeyfe demiş ki; ben biliyorum.
Enes Alimoğlu: “Fe ekame halfehu saffen”.
Abdulaziz Bayındır: Huzeyfe dşyır, Bizi aldı arka tarafına bir saf olarak koydu.
Enes Alimoğlu: “Ve saffen muvaziyen aduvv”.
Abdulaziz Bayındır: Bir safı da düşmanın karşısında nöbete soktu.
Enes Alimoğlu: “Fe salla vellezi lehu rekaten”.
Abdulaziz Bayındır: Arkasındakilere bir rekat namaz kıldırdı.
Enes Alimoğlu: “Summe zehebe haza ila mesafiha ulai”.
Abdulaziz Bayındır: Bunlar, onların safına geçtiler.
Enes Alimoğlu: “Ve cae ulaike fe salla”.
Abdulaziz Bayındır: Öbürleri de buraya geldi. Huzeyfe idi değil mi? Onunla beraber bir rekat daha kıldılar.
Enes Alimoğlu: Ondan sonra İbni Abbas’tan gelen bir rivayet var burada.
Abdurahman Yazıcı: Ahmed Bin Hambel’de de geçiyor bu rivayet Hocam.
Abdulaziz Bayındır: Peki Hambeliler bu rivayeti almıyorlar değil mi? Zannetmiyorum aldıklarını.
Enes Alimoğlu: İbni Abbas’tan gelen bir rivayet var. Diyor ki; “Enne Resulullah(sav) fe salla bi zi karet fe saffen nasu halfehu saffın ve saffen halfehu”.
Abdulaziz Bayındır: Arkasında insanları ikiye ayırdı diyor. Bir gurup, kendi arkasında durdu.
Enes Alimoğlu:”Ve saffen muvazi aduvv”.
Abdulaziz Bayındır: Bir gurup da düşmana karşı durdu.
Enes Alimoğlu: “Fe salla billezine halfehu rekaten”.
Abdulaziz Bayındır: Kendi arkasındakilere bir rekat namaz kıldırdı.
Enes Alimoğlu: “Summe salefe mekane ulaike”.
Abdulaziz Bayındır: Sonra bunlar, onların yerine geçtiler.
Enes Alimoğlu: “Ve cae ulaike fe salla bi rekaten”
Abdulaziz Bayındır: Onlar geldi, bir rekat da onlar kıldılar.
Enes Alimoğlu: En sonunda diyor; “ve lem yekluhu”.
Abdulaziz Bayındır: Ve başka bir namaz da kılmadılar. Neyse o. Başka bir şey de yapmadılar. İşte şimdi bütün bu rivayetler, görüyorsunuz kitap sünnet bütünlüğünü gösteriyor. Ve siz, işte dün burda biz bu işin müzakeresini yaparken, bir hazırlık müzakeresi, ben, Enes Hoca’ya dedim ki; Ya Enes Hoca, bu konuda ben bir rivayet hatırlıyorum. Resulullah, tam bu şekilde bu ayetlerde belirtildiği gibi namaz kıldırmış. Ona bir bakarmısın? Sağolsun bakmış ve bulmuş. Dün yoktu değil mi bunlar. Sabahleyin bulmuş evet. Ama şükür ki bugün elektronik meseleler var da bu kadar kitaba kolaylıkla ulaşabiliyor da buluyoruz. Peki şimdi yolculuk sırasında namaz ile ilgili. Şimdi anlaşıldı mı? Neden Resulullah(sav) hayatında bir kere olsun yolculuk sırasında namazı iki rekat dışında kılmamış? Tekrar ediyorum, akşam namazı hariç tabi. Çünkü o, orta namazdır. Sabah namazı zatwn her zaman iki rekat. Yolculukta da başka zaman da. Niye her zaman iki rekat? Çünkü ikinin altına düşmez ki. Bir rekatlık namaz, ancak düşmanla karşı karşıya olduğun zaman olur. Niye peki Resulullah, Arafat’ta, veda haccında iki rekat kılıyor? Öğleyi iki, ikindiyi iki, yatsı namazını iki? Neden Mina’da böyle kılıyor. Müzdelife’de böyle kılıyor? Arafat’a ibadete gitmişsiniz kardeşim? O zaman ruhsat ise Arafat’ta kısaltmaz değil mi? Kısaltmaması gerekir. Zaten kısaltmamış ki. İki rekatmış zaten seferde namaz. O zaman Resulullah, Arafat’ta öğlen namazını dört kılsaydı başka zaman öğle namazını altı rekat kılmış gibi olmazmıydı? Buna bizim hakkımız var mı? Yada işte Müzdelife’de diyelim yatsı namazını dört kılsaydı. Medine’de yatsıyı altı rekat kılmış gibi olurdu. Bu da Allah’ın emrine aykırı olurdu. Demek ki bakın Resulullah(sav), kesinlikle C. Hakk’ın emrine aykırı en küçük bir şey yapmamıştır ve bunu kesinlikle kendi kafasından yapmamıştır. Ve Resulullah’a ikinci bir vahiy yoktur. Eğer Ona ikinci bir vahiy olsa biz Onu örnek alabilirmiyiz? Yani deseydik ki biz gelenekte olduğu gibi, “efendim, iki rekat kılınması Resulullah’a ikinci bir vahiy olarak gelmiştir” deseydik bu kadar meseleyi kavrayabilirmiydik? Ayetleri anlayabilirmiydik? Hemen topu taca at, çık git. Ne yapalım, top taca gitti oyun bitti. Başka da top yoktu zaten. Peşine mi koşacaktım dersin. Peki şimdi kim ne yapıyor?
Seferilikte bir mesafe olayı var. Kaç gün ile seferilik olur olayı var. Ayeti kerimeye baktığımız zaman bir mesafe var mı? Yok. Ayetlerde yok. Hadislerde var mı Enes Hoca? Hadislerde de yok. Ayetlerde şu kadar gün diye bir şey var mı? Yok. Peki hadislerde var mı? Hadislerde o da yok.
Enes Alimoğlu: Farklı rivayetler var.
Abdulaziz Bayındır: Şu kadar gün olursa diye var mı?
Enes Alimoğlu: Yok. Peygamber(sav), 19 gün kaldı. Biz de 19 gün kaldığımızda seferi eğer bir gün ziyade etseydik tam kılacaktık diyor görenler.
Abdulaziz Bayındır: O, kendi yorumları. Yani mesela şimdi onu Malikiler almıştır. 19 günü. Orada kalış günü. Ben öyle hatırlıyırum. Malikiler’de olacak. İsav’daki kitapta olması lazım. İstersen bir bak. Şimdi benim hatırladığım o. Yanlışsa onu düzeltiriz. Çünkü biz bunun toplantısını İslami İlimler Araştırma Vakfı’nda yapmıştık yıllar önce. Şafiler, giriş çıkış günleri hariç 4 günü esas alıyorlar değil mi? Giriş çıkş günleri hariç. Ve bunun delilleri, Resulullah(sav)’in veda haccında Mekke’de dört gün kaldığıdır. Onu söylüyorlar değil mi? Ondan sonra, Hanefiler giriş çıkış günleri dışında 15 günü esas alıyorlar. Bunun delili, Resulullah(sav)’in Mekke fethinden sonra Mekke’de 15 gün kaldığı, işte Huney’e gidiş gelişleri çıktıktan sonra. Ona dayanıyorlar. Yani Malikiler’i öyle hatırlıyorum. Hata olabilir. Gerçi Hambeliler için bir şey söylemeye lüzum yok. Onlar, bunlardan bir tanesini almışlardır. Malikiler de Resulullah(sav)’in Tebuk seferinde, yok, Malikiler Mekke’yi alıyorlar. Tebük’ü Hanefiler alıyorlar. Yanlış ifade kullandım. Malikiler, Mekke’yi alıyorlar. Mekke’nin fethi sırasında 19 gün. O Huneyn gidiş gelişlerin hariç 19 gün Resulullah’ın kaldığını esas alıyorlar. İşte 19 günden fazla kalacaksa seferilik olmaz diyorlar. Hanefiler de Resulullah’ın Tebuk seferinde 15 gün kaldı orada, 15 gün boyunca namazlarını kısalttığını esas alarak 15 gün diyorlar. Yani hiç birisinde Resulullah(sav)’in işte şu kadar kalan kişi seferidir, onun dışındaki değildir dememiştir. Ondan gelen öyle bir rivayet yok. Abdullah Bin Ömer’i hatırlıyorum. İnşallah arkadaşlarımız onları ortaya çıkarır. Bu Azerbeycan ile ilgili rivayeti gördün mü?
Enes Alimoğlu: Yok, görmedim.
Abdulaziz Bayındır: Onu bir dahaki derse şey yaparsanız iyi olur. Azerbeycan’da 6 ay kalıyor Abdullah B. Ömer. 6 ay boyunca sürekli namazlarını kısaltıyor. Gelenek işte! Farkına varmadan yalama yapmış vidalar gibi hemen.. 6 ay boyunca seferi kılıyor namazlarını. Rivayetler böyle. Sen şimdi Azeri olduğuna göre bunu bilmen lazım yani. Ben anlamam, araştır. Azerbeycan’ın o günkü gazetelerine bakarsan bulursun! Biliyormuydun bunu. Bu rivayeti biliyordunuz. Haa, iyi, tamam o zaman. Güzel. Mezheplere geçiyormuyuz? Seferiliğe nasıl bakıyorlar? Şafiler’den başlayalım.
Yahya Şenol: Şimdi, Şafi mezhebinde, tabi olay yine namazların kısaltılması ve kısaltılmaması bağlamında ele alınıyor ve kasr kelimesi açık bir şekilde kullanılıyor burada.
Abdulaziz Bayındır: Bu önemli.
Yahya Şenol: Evet. Ve deniyor ki-biraz sonra Hanefi mezhebindeki farklı görüşü göreceğiz-..
Abdulaziz Bayındır: Bu arada şeyi soralım. Bu, Caferi’de kaç gün şey? Caferiler’de 10 gün. Delil ne?
Sonya Hanım. Hadisler var. Hadisler çok. İmamlardan.
Abdulaziz Bayındır: İmamlardan. Resulullah’tan var mı 10 güne dair?
Sonya Hanım: İmam dediğimizde yani sonuçta Resulullah’tan.
Yahya Şenol: Öyle inanılıyor.
Abdulaziz Bayındır: Yani Resulullah’ın uygulamasını gösteren bir hadis var mı?
Sonya Hanım: Uygulaması yok.
Abdulaziz Bayındır: Yok. Çünkü ben öyle bir uygulama hatırlamıyorum.
Yahya Şenol: Şafiler, seferilikte namaz konusunu biraz önce dediğim gibi kasr var mı yok mu bağlamında açık bir şekilde bu kısaltma kelimesini kullanarak ele alıyorlar ve diyorlar ki; seferilik halinde, ister korku olsun ister olmasın. Yani bu günkü gibi emniyet durumları olsun namazları kısaltmak caizdir. Kişi isterse kısaltarak iki kılar, isterse kısaltmaz, yine dört kılar. Bu konuda serbest olduğunu düşünüyorlar. Diyorlar ki; peki bunun delili ne? Bunun delil, Nisa suresinin 101.ayeti. 101.ayette ne buyuruyor Allah? Biraz önce okundu. “Ve iza darabtum fil ardı: yeryüzünde yolculuğa çıktığınız zaman”,”fe leyse aleykum cunahun: size bir günah yoktur”. Ne konusunda? “En taksuru mines salati: namazları kısaltmanız konusunda” size bir günah yoktur. Tabi şart var ayette: “şn hıftum en yeftinekum keferu”. Yazmışlar ama almadıklarını söyleyeceğim. Ama yazmış. Şimdi bu ayete baktığımız zaman bu ayet, düşman korkusu varsa yolculuk halinde namazları kısaltmanızda bir günah yok. Bunlar, yazmalarına rağmen, o düşman korkusu varsa kısmını görmüyor, ayetteki, size bir günah yokturdan diyor ki; demek ki kısaltsanız da olur, kısaltmasanız da olur. Ama kısaltmayı 4’den 2’ye düşünerek bunu söylediğimi ifade edeyim. Yani kısaltsanızğ 4’den 2’ye düşürebilirsiniz, bir günah yoktur diyor ayet. Aynen öyle anlıyorlar bunu.
Abdulaziz Bayındır: Yani şimdi bu insanların, siz anlamazsınız, kuranı kerimden öyle hüküm çıkarmak için ki tabi C. Hakk’ın kuranda koyduğu metod ayrı. O metod zaten yok hiç. Hiç yok yani. Tamamen kaybolmuş sahabeden sonra da. İşte şu kadaaar ilme ihtiyaç var. Peki o ilimlerin hepsini yaptım demen de yetmez, bir de ne ilmi vardı? Vehbi bir ilim olacak. Neymiş? Allah’tan gelen bir şey olacak. Çünkü oraya kadar adamı susturamazsın, onunla susturacaksın. E şimdi bu derece insanları uyuşturmak için bir sürü şeylerle zihinlerini dumura uğratmadan böyle bir fetva müslümanlara kabul ettirilebilir mi?
Yahya Şenol: Sonra diyolar ki; ikinci delil ne namazların kısaltılmasının caiz olduğuna? Delil şu: diyor ki; Resulullah, yolculuklarında ki bu yolculukları ister hac yolculuğu olsun, ister bunun dışında kalan tüm yolculuklar olsun bütün bu yolculuklarında Resulullah’ın namazı kısaltmış olması bizim delilimiz. Madem Resululah sürekli kısaltmış, caizliğini nereden çıkarıyorsun? Sen de hep kısaltılmalı demelisin o zaman.
Abdulaziz Bayındır: Bir de Şafiler’in hadise bakışları var. Azıcık da olsa kendi içinde tutarlu ol kardeşim. Yani bırak, başkasından vaz geçtik yani. Siz kendi içerinizde tutarlı olun.
Yahya Şenol: Delil aldıkları hadisin metni de aynen şöyle. İbni Mace’de geçiyormuş bu. Diyor ki; “Resulullah, Medine’den çıktıktan sonra tekrar geri dönünceye kadar hiç bir zaman iki rekattan fazla kılmamıştır bu namazı”. Resulullah yapmamış ama sen diyorsun ki bu, bunun yapılabilir olduğunu da gösteriyor. Yani iki vechin de caiz olduğunu gösteiyor. Yapmamış ise Resulullah, nereden öbürünün caiz olduğunu çıkarıyorsunuz ki. O zaman mümkün değil. Hadisi delil alamamaları lazım ama almışlar. Ama herhalde bütün sistemi oturttukları hadis, biraz önce Hz. Ömer’den nakledilen şu olaydı: YãlâBin Ümeyye adında biri geliyor, Hz. Ömer’e soruyor. Diyor ki; biz kurana baktığımız zaman Nisa suresinin 101.ayetinde, eğer düşman korkusu varsa namazların kısaltılabileceğini görüyoruz diyor. Ama günümüzde böyle bir korku yok ama biz hala namazları iki iki kılıyoruz “kısaltarak”. Bunu tırnak içinde kullanıyorum. Nasıl olacak bu il diyor. Ayet, bunu bir şarta bağlamış. O şart da bugün yok. Ama biz hala kısaltıyoruz bu namazı. Hz. Ömer diyor ki; bu konu benim de kafama takıldı niye böyle yapıyoruz diye. Gittim, Resulullah’a sordum bunu. Resulullah da buyurdu ki; “sadakatun tesadakallahu bi aleykum fakbelu sadakatehu”, tabiri caizse Resulullah da şöyle demiş; ya ben de anlamadım bu olayı ama Allah böyle sadaka demiş, bunu kullanalım gitsin. Neticede bu iş oraya varıyor. Allah şarta bağlamış. Bugün bu şart yok. Ama biz yapıyoruz. Ne bilelim yapalım gitsin işte.
Abdulaziz Bayındır: Sen gördün mü ama ben Şafi kitaplarından şunu okuduğumu hatırlıyorum. İnşallah yanlış hatırlamıyorumdur. İşte o zaman ile ilgili bir kayıttı, bir kaydı vakidir. Ama Resulullah, veda haccında bile kısalttığına göre demek ki bu bir tarihsel kayıt olmuş oluyor. Bugün tarihselciler falan filan var ya. İşte, şu anda bizim eski ulema, biz kurana ve sünnete uyuyoruz diyerek uymazlardı. Ama uyuyoruz derlerdi. Uyuyormuş gibi gösterirlerdi kendilerini. Buna ihtiyaç var. İşte az önce gördüğünüz gibi.
Enes Alimoğlu: Yahya’nın okuduğu hadis Müslim’de geçiyor. Ahmed, Nesai, İbni Mace’de şöyle dediği rivayet olunur. “Salatı seferi rekatani tamqmun gayrı kasr”.
Abdulaziz Bayındır: Yani Müslim’de böyle geçiyor. İşte, Allah’ın sadakasıdır, sadakasını kabul edin diye geçtiği halde, İbni Mace, Nesai, Ahmed B. Hambel’de Ömer(ra) ki tamı tamına kurana uygun bu sözü: seferde namaz kısaltılmaz, iki rekattır diyor. Zaten böyle dememesi de mümkün değil. Mesela biz burada niye bu kadar kesin konuşuyoruz? Biz çünkü kesin olarak biliyoruz ki Resulullah(sav) ümmetine hikmeti öğretmiştir. Hikmet, kurandan hüküm çıkarma olayıdır. Ümmeti içerisinde en önde gelenlerden birisi de Ömer(ra)’dır. Böyle bir yanlış yapmaması gerekiyor. Yani yapsa da çağdaş diğer sahabeler bunu uyarmak zorundadırlar. Ne yapıyorsun ya Ömer diye. Aynı Ömer’e başka bir söz isnad ediliyor. Ama burada şu var. Yani ey Şafiler! Siz ne yapıyırsunuz Allah aşkına. Siz arapçayı bilmiyormusunuz? Hemen yanındaki öbür ayeti siz nereye bırakıyırsunuz. Az önce okuduğumuz ayeti siz nereye bırakıyorsunuz? Biliyorsunuz bizim Kitap ve Hikmet dergisi 5.sayısı çıktı. Oldukça da yakışıklı çıkmış, maşallah böyle fiyakasından geçilmiyor. Tabi böyle yakışıklı adamlar olunca öyle çıkıyor. Bize kalsa hiç çıkmaz da. Erdem Bey de gülüyor haklı olarak. Şimdi burada Fatih çok güzel bir şey başlatmış. Bayağa hoşuma gitti. Başlığı, Bir Ayetin Başına Gelenler. Biz, bir ayetin başına gelenleri, herhalde altıbin küsür ayet var ya, tamamı için yazmamız gerekir. Bundan sonra zaten Fatih’e söyledim; her sayıya böyle önemli bir ayetin başına gelenler. Sonra toplanınca, kuranın başına gelenler olacak. Ve adeta ittifak edilmiş vaziyette. Biraz sonra da zaten diğer arkadaşlarımız anlatırken de göreceksiniz ki bunların hiç bir tanesi ayetlere bir bütünlük halinde bakmamıştır, hadislere bakmamıştır. Şimdi aynı İmam Şafi, safa merve arasında say konusunda hadisi alıp ayeti bırakıyorsun, say farzdır diyorsun. Şimdi ne oldu ki Resulullah’ın hayatta hiç bir kere bile iki rekatın dışında kılmadığı bir namaza diyorsun ki caizdir, ruhsattır, dört de kılınır. Bir tane örnek göster. Hani sen demiyormusun ki Resulullah’ın sünneti de tıpkı ayet gibidir demiyormusun? El Risalesinde var. Ne oluyor? Yani gerçekten bu kadar da ben bunu şey yapınca bir çok kimse rahatsız oluyor ama yani kusura bakmasınlar da Allah’ın dinini bu hale getiren bu insanlara herhalde alkış tutacak değiliz. Yani müslümanların zihinlerini dumura uğratan. Ondan sonra hiç bir işe yaramaz hale getiren. Ondan sonra da keferenin hakimiyet kurmasına fırsat veren insanlara herhalde alkış tutacak halimiz yok yani. Hiç kusura bakmasınlar. Ya bu mezheplerin tamamını bir kere temizlemek lazım. Dün şey geldi buraya, eski İstanbul Mürtüsü Selahattin Kaya Hocamız. Allah selamet versin. O şimdi şey yapardı. Eski imam hatip okullarını kuran Cemal Hoca’dan bahsedilir. Soyadı neydi? O Hocayı çok sever kendisi. Vefat etmiş, Allah rahmet eylesin. Bana şunu söylerdi ben müftülükteyken. Derdi ki; işte Cemal Hoca derdi ki bu kitapların tamamını yakmazsak müslümanlar iflah olmaz. Ben de o zaman Hoca’ya kızardım. İçten içe kızardım ama bir şey diyemezdim. Çünkü hem çok sevdiğim saygı duyduğum bir hocaydı.
Sonya Hanım: Celal Ökten.
Abdulaziz Bayındır: Hah! Celal Ökten. Bravo, iyi hatırladın. Baban da çok anlatıyor değil mi? Celal Ökten Hoca’yı anlatıyor. Dermiş ki; bu kitapların hepsini yakmak lazım. Sık sık söylerdi onu bana. Ben de tabi içten içe bir tepki duyardım. Çünkü bütün bilgilerimiz onlardan. O giderse biz bilgisiz kalacağız yani. Ama dün buraya geldi. Dedim Hocam, siz bana hep bunu söylerdiniz ya şimdi haklı olduğunuzu anladım.
Yahya Şenol: Hz.Ömer’in işte bu hadisini bunlar kendilerine delil alıp aynen şu hükmü veriyorlar. Diyorlar ki; seferilik halinde düşman korkusuyla karşılaşığında namazı kısaltmak ayet ile sabit oluyor. Biz bunu anlıyoruz. Ama seferilik halinde olup da herhangi bir düşman korkusu olmadığı durumlarda namazları kısaltmak ise sünnet ile sabit oluyor. Bunu anlıyoruz.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi bu şirk yapısı olmuyor mu yani? Onu, Allah söylemiş, bunu da Resulullah söylemiş. Ne biçim bir laf ya! O zaman Resulullah olmaz ki o şahıs. Olmaz yani.
Enes Alimoğlu: Ayet ayeti nesh etmez, hadis ayeti nesh eder. Alt yapısı burada.
Abdulaziz Bayındır: Alt yapısı burada. Ama uygulamıyor da burada yani.
Yahya Şenol: Burada uygulanmıyor da. Sünnet ile sabitse eğer demesi lazımdı ki; kısaltma değil, onun mutlaka iki kılınması da sünnetle sabit. Böyle demesi lazım. Resulullah kılmadı, dört de kılabilir. Şimdi delil getirdiği hadise bakalım. Bir tane daha hadis var. Yine biraz önce işaret edildi. Aişe validemizden rivayet edilmiş. Diyor ki; “namazlar, ilk başlarda iki rekat iki rekat şeklinde farz kılınmıştı. “Faradati salatu rekateyni rekateyni”. Bütün namazlar ikiydi ilk başlarda. “illel magribe: akşam namazı hariç”,”ve subhe: sabahun zaten kendisi de iki”. “Ve kane iza sefara: kişi, bir yolculuğa çıktığı zaman”,”aade ilel evvel: tekrar bu hüküm eskiye döner”. Yani tekrar ikiye döner. İki kılmak zorundaysa, farz ise dört de kılabilir nasıl çıkıyor?
Abdulaziz Bayındır: Nereden çıkarıyorsun. Madem bunu delil alıyorsun.
Yahya Şenol: Kişi sabah namazını bugün, isterse dört rekat kılabilir mi? Caizdir diyebilirmiyiz? O zaman, olmaz. İbni Abbas’tan gelen hadisi de kendilerine delil alıyorlar. O da şu: “faradallahu salate ala lisani nebiyyikum fis sefe rekateyni ve fil hazari erbaan: Allah, nebinizin lisanıyla (yani Peygamberinizin diliyle) seferde namazı iki rekat, seferilik haricinde (yani mukimken de) dört rekat olarak farz kılmıştır”. Madem seferilikte iki rekat, o zaman siz nasıl buna dört de kılabilir diye ruhsat veriyorsunuz? Burada bitiyor. “Ve fil hazari erbaan”da bitiyor.
Abdulaziz Bayındır: “Ve fil havfi rekaten” diyemez. Çünkü öyle bir şey yok Şafi mezhebinde. Yani korku halinde bir rekat diyemez. O hadiste var ama almıyor işte onu.
Yahya Şenol: Hayır, aldığını da nasıl kullanıyor ki.
Abdulaziz Bayındır: Ayeti nasıl kullandığını görüyorsun.
Yahya Şenol: Seferilikte iki rekat şeklinde farz kılınmıştır ama hükmüm? Diyor ki; iki rekat kılabilir de dört kılabilir de. İkiside caiz.
Abdulaziz Bayındır: Valla şimdi hatırlıyorum da ben fakültede talebe iken İmam Şafi’nin eserlerinde kıyas anlayışına dair bir ödev vermişti hoca. O zaman okumuştum. Böyle El Risalesi’ni, El İhtilaful Hadis’i, diğer kitaplarını falan. Yani tam bir Şafi aşığı olmuştum. Çünkü o zaman hiç öyle bir şey görmemiştik ki. Yani öyle şeyler anlatıyor. Şimdi bakıyorsun, ya Rabbi yani bizi nasıl yetiştirdiler. Bütün onların hepsini bırakıyorsun. Ama hamd olsun ki kuranı kerim işi kısa yoldan hemen çabucak hallediyor.
Yahya Şenol: Genel olarak seferiliğe bakış bu. Tabi özel şartları artık haftaya.
Abdulaziz Bayındır: Aramızda konuşuruz.
Yahya Şenol: Genel bakışları buydu.
Fatih Orum: Bu kadar kötü durumda değil daha derli toplu. Her zaman olduğu gibi! Hanefi mezhebinde de Yahya Hoca’nın ilk açtığı yoldan devam edersek, bu bir azimet mi ruhsat mı meselesinde azimettir diyorlar. Yani burada esasında güzel bir şey söylüyorlar. Diyorlar ki; bu bir ruhsat değil. Yani dört idi de ikiye indirildi şeklinde bunu söyleyemeyiz. Bu zaten hep ikidir diyorlar. Bununla ilgili de işte burada az önce rivayet edilen, nakledilen rivayetleri, bu “nebinizin diliyle yolculuk ve cuma namazı iki rekat olarak farz kılındı”. Yine, Aişe validemizden benzer bir rivayeti söylüyorlar. Sonra, belki o yönüne temas edilmedi. Resulullah’ın veda haccında namaz kıldıktan sonra arkadaki cemaate dönüp “etimmu ya ehlel mekke ve inneha kavmun seferun” ifadesi.
Abdulaziz Bayındır: Veda haccında Arafat’ta değil bunu Mekke’de yapıyor.
Fatih Orum: Evet.
Abdulaziz Bayındır: Bu da çok önemli. Bak bunu da ben bu arada size hatırlatmış olayım. Devam ederiz. Resulullah, Mekke’de kılarken Mekkeliler’e diyor ki; biz, yolcuyuz. Namazınızı tamamlayın. Ama aynı Mekkeliler’e Mina’da kıldırdığı namazda bunu söylemiyor. Arafat’ta kıldırdığına söylemiyor ve Müzdelife’de kıldırdığına söylemiyor. Hepsine ikişer rekat kıldırıyor. İşte bu da mesafe konusunda bize bir delil olur yani. Arafat, 25 kilometredir. 10 km kadardır Mina. Seferi kılıyorlar. Yani bunu da aklımızda bulunduralım.
Sonya Hanım: 1:24:25 duyulmuyor.
Abdulaziz Bayındır: Yok, şimdi yani Resulullah’ın yaptığı. Daha sonra bunu tartışırız. Şu, aklınızda olsun da. Bir dahaki derse kadar da bu rivayetlere bakarsınız.
Fatih Orum: Orada diyor ki Kasani; eğer bu, ruhsat olsaydı Resulullah böyle bir karışıklılığa sebebiyet verecek bir hareket yapmazdı. Dört kılardı. O daha fazlasını yapmada herkezden daha fazla şeydi. Ama siz devam edin de ve bunun zaten kılması gereken iki rekat olduğu, daha fazla kılamayacağını göstermektedir. Bir başka delil olarak da-o da belki burada temas edilmedi gibi-Osman(ra)’ın Mekke’de dört rekat namazlarını kılmasının akabinde sahabeden bir takım kimselerin buna karşı çıktıkları.
Abdulaziz Bayındır: Mekke’de mi, Mina’da mı?
Fatih Orum: Şöyle “etemmu salate bi Mina” diyor, Mina’da diyor ama bunun akabinde şunu söylüyor; ben, Mekke’den birisiyle evliyim.
Abdulaziz Bayındır: Mina’dan birisiyle evli olduğunu söylüyor.
Fatih Orum: Burada diyor ki; “inne tehevtu bi Mekke”. Ondan sonra Resulullah demiş ki; “men tehele bi kavmin fe huve minhu” şeklinde bir rivayetini sonra bunlara söylüyor.
Abdulaziz Bayındır: Burada öyle diyor ama ben diğer kitaplarda Mina’dan birisiyle evlendiğini biliyorum. Yani o da aklınızda olsun da bir dahaki derste. Mina’dan birisiyle evlendiğini. Bak bu da çok önemli. Niye? Bunun da üzerinde mutlaka durmamız lazım. Niye karşı çıkıyorlar Mina’da dört rekat kıldığına? Ben de mesafe açısından diyorum. Mekke ile Mina arasında ne var ki? Mekkeliler, Mina’da 4 rekat kılmasına karşı çıkıyorlar. Niye karşı çıkıyorlar? Demek ki Resulullah orada iki rekat kıldırdı ki karşı çıkıyorlar değil mi?
Fatih Orum: Diyor ki; sahabenin böyle itirazının bir arka planı olmalı. Yani sen kardeşim, bunu 4 kılamazsın. Eğer 4 ruhsat olsaydı tamam, adam tercih etti 4 kıldı derlerdi. Orada diyor ki; Resulullah’ın o sözünü rivayet ediyor, ben buradan evlendiğim için 4 kıldım diyor.
Yahya Şenol: Demiyorlar mı ki bir şey? Hayır, 4 kılamazsın diye.
Fatih Orum: Hayır, öyle bir şey yok. Ondan sonra bu şeyle alakalı olarak, bu Kasani’nin Bedaus Senai isimli eserinde, 101.ayeti yolcukuktaki namazın bir meşruiyet delili olarak zikretmiyor. Israrla zikretmiyor. Sadece buna nerede atıfta bulunuyor? İmam Şafi bu ayeti dikkate alarak bunun ruhsat olduğunu söylüyor diyor ve ondan sonra oradaki “fe leyse aleykun cunahun” ifadesinden mutlak anlamda böyle bir ifade çıkmış olsa dahi bunu tãkid eden fiili sünnet, kavli sünnetler var. Bunlar, bunu tãkid etmeye yeterlidir. Dolayısıyla oradaki o ruhsatın azimet anlamına geldiğini söylüyor. Ayrıca bir de o, bunu söylerken bir yere şunu sıkıştırıyor: ayetin sonundaki “in hıftum en yeftinekumullezine keferu” ya da diyor ki; “vel kasru anil rekat la yetealleku bi şartıl havfi”.
Abdulaziz Bayındır: Yani namazı kısaltmak..ama bunlar da kısaltma diyor değil mi?
Fatih Orum: Bunu mecazen kullanıyor.
Abdulaziz Bayındır: Havf şartı yoktur kısaltmak için ama Hanefiler’de de bir rekat yoktur. Yani öyle bir rekatlık havf namazı onlarda da yoktur. Ebu Hanife’ni bugün bu görüşte olması mümkün değil yani o şeyden de. Ama şu anda Hanefi mezhebi dediğimiz zaman karşımızda olan bu. İmam Şafi’nin kendi mi yazmış onu da bilmiyoruz ama karşımızdaki mezhep bu. Başka söyleyeceğimiz bir söz yok.
Fatih Orum: Sonra Kasani, önemli bir şey daha söylüyor. Diyor ki; “şayet bu “in hıftum en yeftinekumullezine keferu ifadesini birileri ileri sürüyorsa bu, şu rivayetle takid edilir diyor. O rivayet de biraz önce zikredildi. “E la faktulu sadakaten” yani bu, korkuya bina edilemez. Sadece korku ile kayıtlanmadığının bir delili de işte bu rivayettir diyerek onu böyle aşma yoluna gidiyor. O rivayetle aşıyor oradaki korku şartını.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi bu, bana şunu hatırlattı Fatih. Bak, hani biz ortaya koyuyoruz sistemi. İşte kuranda böyle, sünnette böyle. Az önce konuştuğumuz gibi. Bize cevap veremeyenler ne yapıyorlar? “O, öyle anlaşılmaz”. E peki oku bakayım ayeti? Okumuyorlar kesinlikle. “O öyle anlaşılmaz”. “Yık öyle değil”. “Fukaha ne demişse odur”. Köylerdeki fakihler değil de şehirlerdeki fakihler ne demiş ise o dur. Böyle tabi çaresiz kalınca topu sürekli taca da atmıyorlar, patlatıyorlar ki tekrar geri gelmesin. Şimdi bunlar bakın Şafi’yi gördünüz. Hanefiler doğru bir şey yapmışlar gerçekten. Ne yapmışlar? En azından hadise uymuşlar. Hadise uydukları zaman tabiki kurana uymuş olacaklardır. Fakat kuran ile sünnet arasındaki ilişkiyi bilmedikleri için yani o ilşkiyi kuramadıkları..bilmiyorlar ki kursunlar. Öyle bir mantık yok onlar da. Yani ayet, ayet ile açıklanacak, orada bir ayetler kümesi olacal. Resulullah, onlardan hüküm çıkarmış olacak. Onu bilmedikleri için hadisleri alıyor, ayerleri almıyorlar. İlgili ayetleri almıyorlar. E peki Şafiler’e de bir cevap vermeleri lazım. Çünkü hemen birisi gelip Şafi buna dayanmıştır diyor. Aslında Şafi’nin de ona dayandığı yok ya. E o zaman da “efendim bu o manada anlaşılmaz. E peki nasıl anlaşılır söylesene bana. Şu ayeti bir oku bakayım hadi. Yok yani. Bilmiyorum bunlar nasıl bu güne mezhep diye gelmiş. E tabi çok rahatlıkla şunu dersiniz; bu günkü haliyle Hıristiyanlık bu güne nasıl gelmişse onu bir düşün, bunları da anla.
Fatih Orum: Bir de bu da zikredilmedi diye hatırlıyorum. Bu Kasani, İbni Abbas’tan rivayette bulunuyor. Şöyle dedi İbni Abbas diyor. “La tekulu kasran fe innellezi faradaha fil hadari erbaan hu vellezi fadaraha fis seferi rekat”.
Abdulaziz Bayındır: Güzel işte. Az önceki rivayetin aynısı.
Fatih Orum: Bu, özellikle kasr demeyin diye söyledi adam diyor. Onu şey yapıyor.
Yahya Şenol: Nerede geçiyormuş bu?
Fatih Orum: Bunda yok ama diğer baskıda bunun nerede geçtiği var. Onu şey yaparız.
Abdulaziz Bayındır: Ama doğru bir söz. Bir şey farketmez. Mana olarak sahih rivayetlerde var yani. Sadece bu ibare olarak geçmiyor. Kasr demeyin tabi. Doğru söylemiş. Tamdır yani. Şimdi azimet ve ruhsat kelimelerini kullandı Fatih. Bilmeyenler olabilir. Şurada bir yakışıklı delikanlı var, o, bilmeyebilir! Azimet demek, olması gereken. Şunu, şöyle yapacaksınız demektir. Ruhsat da şöyle de yapsan olur demektir. Tamam. Anlaşıldı mı?
Abdurahman Yazıcı: Hambeli mezhebine gelecek olursak Hocam, Hambeli mezhebinde de kasretmenin meşruiyeti kitap, sünnet ve icma ile sabit kabul ediliyor.
Abdulaziz Bayındır: Onları, bu lafta bekleriz.
Abdurahman Yazıcı: “El aslı fi kasri salat” şeklinde El Muğni’de bu şekilde belirtiliyor. Delilleri kitaptan “ve iza darabtum” şeklinde başlayan ayet.
Abdulaziz Bayındır: Az önce Yahya’nın okuduğu. Aynı şekilde mi delil getiriyor?
Abdurahman Yazıcı: Evet, aynı şekilde.
Abdulaziz Bayındır: Az önce dedim ya Hambeliler’in ayrı bir görüşleri olmaz.
Abdurahman Yazıcı: Yine o sadaka ile ilgili “Allah size bunu sadaka olarak vermiştir” rivayetini de yine delil getiriyorlar. Yine Peygamberimiz’den nakledilen, işte, umre yaparken, hac yaparken, gazvelerinde, seferlerinde iki rekat kısalttığını da belirtiyorlar bu konuda. Yani burada azimet-ruhsat meselesini tartışmıyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Ama kasr diyorlar.
Abdurahman Yazıcı: Ruhsat diyorlar. Ruhsat diyorlar ama niye ruhsattır niye değildir, onun şeyine girmiyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Farketmez, İmam Şafi öyle demiş ya.
Abdurahman Yazıcı: Aynı zamanda kısaltarak kılınması daha faziletli.
Abdulaziz Bayındır: Teşekkür ederiz hiç olmazsa onu söylemiş yani.
Abdurahman Yazıcı: Çünkü Peygamberimiz, bu şekilde her yerde kılmış.
Abdulaziz Bayındır: Peki. Oldu. Başka bir şey var mı?
Fatih Orum: Hocam, biraz önce söylediğimiz şey, Müslim’in sahihinde geçiyor. İbni Abbas’ın o rivayeti Müslim’in sahihinde geçiyor.
Abdulaziz Bayındır: “La tekulu kasra”.
Fatih Orum: “Fi salati musafirin”.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi, Sonya Hanım’dan şeyi dinleyelim. Caferiler’in yani Şia’da, Caferi mezhebi var biliyorysunuz.
Sonya Hanım: 01:34:48-01:37:10Önce bir hitab yapmak istiyorum muhattaplarıma. 01:34:48-01:37:10 arası farsça konuşmayı yazamadım.
Abdulaziz Bayındır: Sen bir de türkçe özetini yap da. Ben aşağı yukarı anladım senin dediğini ama arkadaşlarımız da anlasınlar.
Sonya Hanım: Türkçe özet olarak, burada ben, arkadaşlar, herkes geliyor, mezhep anlatıyor. İki yanlış görüş var benim hakkımda ve başka arkadaşar hakkında. Diyorlar ki; Sonya Cihangir orada Şia’nın temsilcisi olarak Şia’yı savunarak orada şey yapıyor diyorlar. İkinci görüş de böyle: diyorlar tam tersi. Şia’nın düşmanı olduğu için orada hep aleyhine şey yapıyor. Ben de onlara anlattım ki bizim amacımız gerçekleri ortaya çıkarmak. Birimiz de herhangi bir mezheb ile ilgili değiliz. Bazen görüyoruz, Şiiler kurana uyduğu zaman: evet, şii bu konuda böyle diyor. Ve ben bu Şii şeyinde tahsil alan bir uzman olarak onları bildiğim için bazen savunuyorum “yok hayır, öyle demiyorlar böyle diyorlar” diye. Ve o yüzden belkide yanlış anlaşılabiliyor. Ondan kaynaklanıyor. Ve bunu anlattım arkadaşlara.
Abdulaziz Bayındır: Bir de şunu söyledi: bizim için esas olan kuranı kerimdir. Ona göredir. Eğer kurana uyuyorsa Şia, onu doğru söylüyor diyoruz. Uymuyorsa yanlış söylüyor diyoruz. Peki şimdi Şia’nın görüşü.
Sonya Hanım: Yolcu namazında tıpkı Hanefi mezhebinde olduğu gibi Şiiler azimet diyorlar. Çok doğru söylüyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Azimet, az önce söyledim. Yapılması gereken iki rekattır. Dört kılınırsa mekruh olmuş diyorlar yada o caiz değildir diyorlar değil mi? Namaz olmaz.
Sonya Hanım: Yok, olmaz. İade etmek zorunda.
Abdulaziz Bayındır: 4 kılınırsa namaz iade. Hanefiler iade demezler. Onlar daha sağlam bu konuda görüş ortaya koymuşlar.
Sonya Hanım: Ve hadisi delil alıyorlar. Hadiste de bu geçtiğimiz ayet, Nisa 101’i delil gösteriyorlar ama direk ayeti delil göstermiyorlar da hadisi gösteriyorlar. Hadiste şöyle geçiyor: İmam Baki(as)’dan sorduklarında..
Abdulaziz Bayındır: Caferi Sadık’ın babası oluyor değil mi?
Sonya Hanım: Caferi Sadık’ın babası, İmam Bakır. Beşinci imam. Diyor ki..
Abdulaziz Bayındır: Bu arada şunu da söyleyeyim; Caferi Sadık da Ebu Hanife’nin hocasıdır.
Sonya Hanım: Bu hadis, Menyahsuru Hulfakih diye çok önemli, çok eski bir kitap var. Şah Sadık’ın kitabı. Orada bu hadis geçiyor. Diyor ki; sahih hadis bu. Diyorlar ki biz, yolculukta namazı nasıl kılmalı, bize bilgi verirmisin diye sordukları zaman İmam Bagır(as) şöyle cevap veriyor; “ve iza darabtum fil ardı fe leyse aleykum cunahun en taksuru mines salati” ayetinden yola çıkarak diyoruz ki seferde yani yolculukta iki rekat kılmak farzdır ve mağrib namazından, akşam namazından dışarı hep namazlar iki rekat kılınmalıdır diyor. Sonra orada soruyorlar sahabeler. Yani İmam Bakır’dan soruyorlar; neden fariza diyorsunuz? Neden böyle yapması gerekir, farzdır diyorsunuz? Kuranda öyle geçmiyor. Kuranda “fe leyse aleykum cunahun” geçiyor. Yani sanki mubah gibi gözüküyor, ruhsat gibi gözüküyor dediği zaman, İmam Bakır şöyle cevap veriyor, diyor ki; “innes safa vel mervete min şeairillah fe men haccel beyte evi’temera fe la cunaha aleyhi en yettavvefe bi hima”(BAKARA 158) dediği zaman, orada da bakın diyor, “fe la cunaha aleyhi” olduğu halde biz umreye gittiğimizde yada hacca gittiğimizde de vaciptir say yapmamız. Farzdır.
Abdulaziz Bayındır: Farzdır yani. Burada vacip dersen, Hanefiler vacibi doğru anlamazlar. Farz ile sünnet arasında.
Sonya Hanım: O delili gösteriyor yani orada da böyle bir şey var diye. Böyle bir hadis var. Ama başka bir hadiste, biraz biraz önce arkadaşlar okudu bir hadis de var yani Şiiler’de de geçmiş. Neden seferde/yolculukta namaz iki rekat kılınmalı dediğinde İmam Rıza(as), İmam Rıza, 8. imam sayılıyor Şiilerde. O diyor ki; bu namaz kısaltılmamış olan bir taksiratlı bir namaz değil diyor. Aslında bize, Allah Teala farz ettiği namazların sayısı 10 rekattır.
Abdulaziz Bayındır: 5 çarpı iki.
Sonya Hanım: Aslında iki rekattır. Ama Peygamber gelip 7 rekat daha ona eklemiş diyor.
Abdulaziz Bayındır: Hııı! Yaşar Nuri’nin idaasının kaynağı ortaya çıktı.
Sonya Hanım: Diyor ve AllahTeala da diyor ki; Peygamber’in eklediği bu 7 eklentiden 6 tanesini kaldırdı ama bir tanesi kaldı. O da magrib namadı/akşam namazı bir, üç rekat kaldı. Ama öbürlerini de takid etti yani götürdü seferde. Aslına döndü diyor. Böyle bir hadis var. Ama seferi ahkam ayrıntılarını inşallah sonra.
Abdulaziz Bayındır: Yanlız burada şunu da size bu arada söyleyeyim, sonra sorulara geçeceğiz. Bak dikkat ettiniz mi? İşte Muhammed Bakır, Caferi Sadık’ın hocası. Caferi Sadık da Ebu Hanife’ye hocalık yapmış olan bir zattır. Bunlar, çok değerli insanlardır. Tabi daha sonra bu şeyler değişmiş. Yani Şia olayları. Caferi Sadık’ın mezhebiyle Hanefi mezhebi arasında çok büyük bir benzerlik vardır. Öyle ufak tefek bir kaç farklılıklar dışında. Burada söylenen fetvaların delili bunlar değil. Yani işte seferde iki rekat farzdır. Dört kılarsanız namazınız olmaz, bir daha kılmanız lazım sözü doğru. Delillendirme olayı sonradan yapılmış. Hanefiler’in görüşlerini delillendirme olayı da sonradan yapılmıştır. Yani bunu Ebu Hanife yapmamış. İmam Muhammed de yapmamış. Serahsi ile başlıyor. Sonradan yapanlar, bu insanlar şu ayete bu ayete dayandı derken aslında kendi kafalarına göre, kendileri yanlış baktıkları için. Yoksa Hanefi mezhebi iki rekat azimettir dediği zaman kesinlikle bu ayet ve hadislere uymuştur. Ama Serahsi ile başkayan, daha sonra da gelişen ki Şia’da aynıdır. O zatların, baş taraftan bunu söylemeleri mümkün değil. Yani o fetvayı verecekler ama şu andaki durumu ben değerlendiriyorum. Yani bunu Muhammed Bakır’ın öyle söylediğine inanmıyorum. Caferi Sadık’ın da öyle söylediğine inanmıyorum. İmam Şafi’nin kendi kitapları elimizde. O kitapları O mu yazmış başkası mı yazmış, o ancak ahirette belli olur şimdi belli olmaz. Fakat söylediklerim, bunlar kesin yani. Az önce Hanefiler’in delillerini sonradan oluşturdukları. Onda herkesin ittifakı var. Ama şu andaki haliyle değerlendirdiğimiz zaman ortaya şu çıkıyor: şimdi diyor ki, Muhammed Bakır’a mâlediyorlar. Öyle demiştir diyorlar. Nedir? Hadisi şerifleri getiriyor, Resulullah iki rekat kılmıştır. Dolayısıyla farzdır. Peki ayet? “Fe leyse cunahun aleykum taksuru mines salat” ne demek? Namazı kısaltmanızda günah yokturdan ne çıkıyor? “Efendim Safa ile Merve arasında sayda da günah yoktur diyor ama farzdır”. Peki se farzın hükmünü o ayetten mi çıkarıyorsun? Safa ile Merve aradında sãyın farzlığını. Onu da hadisten çıkarıyorsun. Burada onu defalarca anlattık. Hani ilgili ayetleri birleştirdiğiniz zaman Safa ile Merve arasındaki sãyın farzı ortaya çıkıyor. Resulullah da zaten onu söylemiş, onu uygulamıştır. Ama ayetleri ayırdıkları zaman bu mezheplerin hiç bir tanesi Safa-Merve meselesini halledemiyorlar. Ama burada ilginç olan şu: İmam Şafi, Safa ile Merve konusunda ayeti bırakıp hadisi alıyor. Sefer namazında da hadisi bırakıp ayeti aldığını söylüyor. Yani hem hadis de almış gözüküyor da aslında ne hadisi almış oluyor ne ayeti almış oluyor. İkisini de almamış oluyor. Niye? Biliyorsunuz Safa-Merve konusunda Hanefiler ayeti de hadisi de almadılar, Şafiler de sefer konusunda ikisini almamış oluyor. Niye öyle? Çünkü hadisleri alsa seferde namazı kısaltmak farzdır demesi lazım. Onun delil getirdiği ayeti alsa, o zaman diyecek ki kısaltmak, çünkü kısaltma kelimesini o kullanıyır da onun için diyorum. O zaman da diyecek ki namaz ancak düşman varsa kısaltılır diyecek. Başka zaman kısaltılmaz diyecek. Onu da demiyor. E kardeşim, sen ne ayeti almışsın ne hadisi almışsın. Allah aşkına, sen..görüntüde ikisini de almış gözüküyor. Hanefiler de öyle gözüküyorlar Safa-Merve konusunda. Öyle gözüküyor. Ayetleri yazmış, hadisleri yazmış. Dikkatsiz bir okuyucu zanneder ki ikisini de alıyor. Ne alakası var! İmam Rıza’ya gelince, sekizinci imam. O da diyor ki; “işte efendim aslında namazlar ikişer rekattır, günde on rekat namaz var”. Nereden çıkatıyorsun? Senin delilin ne? Delilin ne senin ya? Belki de onlar Aişe validemize öyle bir söz söyletmiş olabilirler yani. Gerçi onlar, onu pek sevmezler ama. Ondan sonra efendim işte bir rekat daha ilave edildi. Allah seferde bu Resulullah’ın ilave ettiklerini çıkardı. Ne oluyor yani. Şimdi olmaz, şu anda gelme. Böyle bir resul anlayışı olur mu? Bak hikmetsiz bir din ne hale getiriyor insanları görüyormusunuz. Eee o bir rekatı bıraktı sadece akşam namazı için. Ne mantıktır Allahını seversen ya! Tekrar söyleyeyim; bu kadar kafası karışık olan bir ümmeti elbetteki batılılar tepe tepe ezecekler. Başka şeyi yok. Tekrar ediyorum. Mesela şurada şöyle bir şey yazmıştık. Paralel Dinin Kainat İmamı Kutbu Azam diye bir yazı yazdık Kitap ve Hikmet dergimizin bu sayısında. Reklam yapıyorum ama siz reklam yerine almayın yani. Aslında reklam yapıyırum, kimse duymasın! Aramızda kalsın. Şurada şöyle bir şey var. Onu ben okuyayım ve gerçekten onun üzerinde hep durmak zorundayız. “Hiç unutmamak gerekir ki paralel yapı”, seçimlerde sürekli üzerinde duruldu ya. “Paralel dinin ürünüdür”. Bu kadar böyle başkasının uydusu, bu kadar saçmalıklara rağmen insanlar bu mezhebin peşinden gidiyorsa tabiki paralel yapının da peşinden gidecek. Bu kadar kafası dumura uğramış, ne yaptığının farkında olmayan müslümanlardan ne olacak yani. “Hiç unutmamak gerekir ki paralel yapı, paralel dinin ürünüdür. Böyle bir din üretilmeseydi kimse dindarca bir bağlılıkla bu yapının bir parçası olmazdı. Paralel yapı, iktidara şirk koşmaktır”. Öyle değil mi? Öyle. “Kendilerine koşulan şirke karşı mücadele edenler, Allah’a koşulan şirke karşı aynı kararlılıkla mücadele etmezler ise yarın Allah’ın huzurunda mahcup olurlar”. Şirkin ne demek olduğunu öğrenmiş oldular. O zaman Allah’a ortak koşmaya karşı da çok çalışmaları lazım. Makalenin son cümleleri bunlar. “Emeviler’den beri müslümanların bir numaralı problemi paralel dindir. Bugün, islami ilimler diye bilinen şeylerin çoğu” işte gördünüz burada. “Bu paralel din tarafından üretilmiştir. Bu yüzden müslümanlar sağlıklı düşünme ve problem çözme yeteneklerini kaybetmişlerdir. Paralel din temizlenmez, kitap ve sünnete dayalı gerçek islam dini ortaya çıkarmazsa, müslümanlar problemlerinin çözümünü kendilerini sömüren kişilerde aramaya devam edeceklerdir”. Şimdi soruları alalım.
SORU: Seferde namazı iki rekat kılmak bir kısaltma değil Allah’ın koyduğu kuraldır dedik. Fakat bu seferi hangi yerler ve durumlar kapsar. Mesela birinin işe veya okula gitmesi, işte veya okulda olması da sefer kavramının kapsamına girer mi? Bununla ilgili iki-üç tane daha soru var Hocam özellikle.
Abdulaziz Bayındır: Yok. Bir adam okula giderken, işine giderken yolculuğa çıkıyorum der mi? Darabtum fil ard, o manaya gelmez. O imkansız. Ama önümüzdeki günler bu mesafe konusunda daha ayrıntılı konuşacağız.
SORU: Resululmah (Nisa suresindeki ayet ile ilgili) ilk gurubun çekilmesi ile ikinci gurubun gelmesi arasında bekliyormuydu yoksa hemen okumaya mı başlıyordu?
Abdulaziz Bayındır: Ya şimdi o bizim gibi Resulullah(sav) hızlı bir namaz kılmıyor ki. Bizde zaten maşallah böyle. Bir arkadaş anlatıyor, diyor ki; gitmiş bir yerde oturuyor. Arkadaşı bir namaz kılayım demiş. Namazı başladığı gibi bitirmiş. Maşallah sen nasıl namaz kılıyorsun? “Ooo! Sen benim babamı görecektin” demiş. Tık tık tık, hemen anında bitirirdi namazı demiş. Resulullah öyle namaz kılmıyor ki. Resulullah namazı kıldığı zaman namazı, namaz gibi kılıyor. Kıraati tam, rükusu tam, secdesi tam. Dolayısıyla orada zaten o kadar vakit ister istemez kalır.
Yahya Şenol: Kitaplarda diyor; kıraatı da uzun tutardı.
Abdulaziz Bayındır: Tabiki kıraatı uzun tutacaktır orada. Allah böyle diyorsa elbette ki uzun tutacaktır. Ama bir hatim okumayacak herhalde.
SORU: Sefer dışında namazların dört rekat olmasının kuranı kerimden hangi ayet ile delillendirebiliriz.
Abdulaziz Bayındır: Buna girmeyelim. Defalarca bunu anlattık burada. Kurandersi.com sitemizde bulurlar. Çünkü şu anda oraya girmek mümkün değil. Zaten vakit bitti.
SORU: Hac ve umrede namazlar nasıl kılınacak? Yolcu değilmiş gibi kılınıyor. Ayetin hükmüne ters değil mi?
Abdulaziz Bayındır: Önümüzdeki günlerde onu inşallah delilleriyle ortaya koyacağız.
SORU: Kaza namazıyla ilgili. En azından onu sorayım. Hendek savaşında Peygamberimiz’in ikindi namazını vakti geçtiği halde sonradan kılması kaza namazının delili olarak gösterilebilir mi?
Abdulaziz Bayındır: Öyle gösteriyorlar da delil değil. Çünkü Resulullah o gün unutmuştur. Yani o savaş sırasında o şey içerisinde unutmuştur. Hem böyle korku namazı olacak kuranda iki tane korku namazı olacak.. Hendek’ten sonra inen sure değil de unutmuştur. Rivayetler o şekilde. Gerçi unuttuğunu ifade etmeyen rivayetler de var.
SORU: Farz edelim ben yeni müslüman oldum ve elimde sadece kuran var. Namaz ayetlerini de okudum ve iki rekat kılınışı gördüm. Savaşta bir rekata düşürülüyor. Ben bu ayete göre her zaman namazlarımı iki rekat olarak kılsam.
Abdulaziz Bayındır: Doğrusunu öğrenene kadar sorumlu olmazsın ama doğrusunu öğrenince sorumlu olursun. Hiç kimseyi Allah gücünün üstünde bir sorumlulukla sorumlu tutmaz.
SORU: Namazın ancak uyuyakalısak ve unutursak aklımıza geldiğinde kılınacağına göre adet dönemi kuranı kerimde sorulduğunda o bir ezadır denildiğine göre adetli bir bayanın namazı nasıl olmalıdır?
Abdulaziz Bayındır: Nasıl yakaladılar bak ama. Asiye Hanım mı soruyor? Ama çok iyi de yakalamış buradan. Biliyorsun ben baştan beri bu adetli kadının namazı konusunda kesin bir kanaate varamadım diyordum değil mi? Ama Asiye Hanım eza kelimesini iyi yakalamış.
Yahya Şenol: Zeki Bayraktar Hoca anlatıyordu derste.
Abdulaziz Bayındır: Zeki Bey mi karıştırdı? Biz bunu arkadaşlarımız arasında bir düşünelim. Bunu komisyona havale edelim.
SORU: Bir de yine Asiye Hanım’ın bir sorusu. Bir de adetli bayan temizlendiğinde gusul abdesti alması gerektiğini okuyoruz. Maide 6.ayetinde namaz için kalktığınızda abdest azaları anlatılmakta. Peki neden gusul abdesti almamız gerekiyor?
Abdulaziz Bayındır: O gusül abdestinde “fe iza tatahharna” kelimesi var “tatahhur”. Burada diyor ki; “hatta yattahharu”. “Hatta yattahharna” şeklinde de kıraat vardır hatta “yatturna” da vardır. Dolayısıyla şimdi Resulullah(sav)’in o konudaki hadisleriyle de birleştirmek gerekiyor.