Hocamız bugün şehir dışında. Onun yokluğundan istifade ederek bir süredir üzerinde çalıştığım bir makalenin burada kısaca, arkadaşlarımı da burada hazır bulmuşken onların eleştirilerine, tenkitlerine, teyitlerine, tashihlerine açmayı düşünüyorum. Bir süredir üzerinde çalıştığımız bir proje var. O da ilk etapta Resullullah’a iman, itaat ve ittibanın ne anlama geldiğine dairdi. Onun burada sunumunu daha önce yapmıştık. İkinci aşamasında sünnetin ve Resullullah’ın tebliğ görevine dair bir çalışmaydı. O Nahl 44’ten hareketle yapılmış bir çalışmaydı. Onun da burada sunumunu yapmıştık. Bu projenin 3. ve son ayağı diye nitelendirebileceğimiz çalışma da sünnetin vahyiliği meselesi. Daha önce pek çok kereler şundan bahsetmiştik. Bizim geleneksel anlayışımızın resul, nebi ve kitap algısının üç ayağının olduğunu, birinci kısmının Resullullah’a iman, itaat ve ittibayı emreden ayetler, ikinci ayağının Resullullah’ın tebliğ görevi olduğuna dair Nahl suresinin 44., 3. Ayağı da Necm suresinin 3. ve 4. ayetleri başta olmak üzere sünnetin vahyiliğine dair kısım. İşte biz geleneksel anlayışın vahiy algısının, kitap algısının Resul-nebi yani peygamber algısının bu üç merkezli bir anlayış içerisinde işlendiğini ve sürekli bunlara atıfta bulunulduğunu görmüştük, söylemiştik. Bunu tespit etmiştik ve işte bunu masaya yatırmıştık. Bunun üçüncü kısmı sünnetin vahyiliği meselesiyle ilgili. Tabi bu birkaç aşamadan oluşacak bir çalışma. Birinci aşaması şu an arz edeceğim olan özellikle vahiy nedir, geleneksel anlayışın vahiy anlayışı, vahiy taksimi nedir ve Nacm suresinin 3. ve 4. Suresinden hareketle neler söylenmiş. Bundan sonra yapmayı planladığım ikinci aşamada Necm suresinin 3. ve 4. ayetleri dışında Kuran’ın vahyiliğine dair getirilen diğer deliller ki bunlarda aşağı-yukarı 20 kadar ayet var. Onları ele alacağım. Onlar hakkında söylenilenleri ve yine bizim metodumuz olduğu veçhiyle Kuran açısından onları tahlil edeceğiz. Üçüncü kısımda da inşallah bu çalışmamızın üçüncü, sünnetin vahyiliği meselesinin üçüncü kısmında da ‘hikmet’ kavramı üzerinde duracağız ve ayrıca çok önem verdiğim ve açıkçası merak ettiğim, anlamaya çalıştığım bir mesele. O da Cebrail (as)’ın teyidi, yani Resullullah ile Cebrail (as) arasında kitabi vahiy dışında ne tür ilişkiler oldu? Ne tür bir bilgi alış verişi oldu? Bunun üzerine yoğunlaşacağız ve bu projeyi bir şekilde inşallah neticelendireceğiz. İşte o söylediğim üç sacayağının üçüncüsü olan sünnetin vahyiliği meselesinin ilk etabı olarak bugün vahiy ve Necm suresinin 3. ve 4. ayetlerini burada kısaca şu ana kadar toparlayabildiklerimi size arz edeceğim. Böylelikle daha iyi bir seviyeye gelmesi, pişmesi sağlanmış olacak.
Şimdi ben şöyle bir giriş yaptım. İsterseniz onu doğrudan burada okuyayım. ‘Sünnetin dindeki yeri ve bağlayıcılığı konusunda Allah’la birlikte Resulu’ne de iman ve itaat etmenin de emredildiği ayetler, sünnetin vahiy kaynaklı olduğu hususunda Necm suresinin 3. ve 4. ayetleri, Resullullah’ın tebliğ görevine dair de Nahl suresinin 44. ayeti dini ilimlerde kendisine en fazla atıfta bulunulan ayetlerin başında, belki de ilk sırasında gelmektedir. Sözü edilen ayetlerin, dini içerikli her çalışmada teberrüken zikredilmesi ve her konuşmada mesallemat kabilinden ezbere okunması adet halini almıştır. İçinde Kuran ve sünnet kelimelerinin geçip de bu ayetlere atıfta bulunulmayan çalışma ve konuşma nadirattandır denebilir. ‘
İşte bu ilk etapta yani Resullullah’a iman edilmesi gerektiğine dair ayetler (Arapçası) da geçen veyahut itaat edilmesi şeklinde (Arapçası) şeklinde geçen ayetler. Resullulah’ın yine helal-haram koymasına dair. Yani bundan bir süre önce sunduğumuz ilk çalışmada zikrettiğimiz ayetler. Telinle ilgili Nahl suresinin 44. ve üçüncüsü de işte bugün işleyeceğimiz Necm suresinin 3. ve 4. Ayetleri. Şimdi gerçekten bu öyle kronikleşmiş bir çizgi ki İbn-i Hazm ilk kez bunu açık seçik konuşan birisi. Yani nasıl zm öyle bir çerçeve, öyle bir üçgen çiziyor ki bu üçgenin birinci köşesinde aynen biraz önce söylediğimiz Resulullah’a itaatle ilgili ayetleri zikrediyor. Üçgenin diğer köşesinde Resullullah’ın teb’in görevini Nahl suresinin 4. ayetini oraya konduruyor. Üçüncü, üçgenin üçüncü kenarına da (Arapçası) ayetini koyuyor ve bütün çerçeveyi eseri El Ekam’da bunlara göre zikrediyor. Mesela (Arapçası) ayetini İbn-i Hazm elEkam eserinde benim tespit ettiğim tam 23 yerinde ayrı zikrediyor. 23 ayrı yerde ve burada hep vurgu sünnetin vahiy ürünü olduğu. Vahiy ürünü olduğu. Yani zaten mealini vereceğiz. ‘O hevasından konuşmaz. Onun söylediği sadece vahiydir söylediği şey.’ Resullullahın ağzından çıkan her şey. Peki İbn-i Hazm’ın ölüm tarihi nedir? İbn-i Hazm’ın ölüm tarihini biz miladi 1064, hicri 456 olarak görüyoruz. Yani Resullullah’ın vefatından 4-5 asır sonra yaşamış, ölmüş birisi ve eserinde bunları açık seçik söylüyor. Peki bugün değişen bir şey var mı? bugün bakınız birkaç yıl öncesinde yapılmış bir Kuran-sünnet bütünlüğü isimli bir sempozyumdan bir örnek vereceğim. Şimdi tebliğin sahibi, tebliğin ismi de Kuran-sünnet bütünlüğü. Şimdi şöyle başlıyor. ‘Tebliğimize isim verdiğimiz Kuran-sünnet bütünlüğünden maksadımız her ikisinin de aynı kaynaktan gelmiş bulunduğunu ve birinin diğerini tamamlayıcı olduğunu, dolayısıyla bunların bir bütünlük meydana getirdiklerini vurgulamaktır.’ diyor ve tebliğinde 3 başlık koyuyor. Birinci başlığın altında Resullullah’a itaat etmenin gerektiğine dair ayetler, ikincisinde Resullullah’ın teb’in görevine dair Nahl suresinin 44. ayeti, üçüncüsünde de (Arapçası). Bu 2000’li yıllarda yazılmış bir tebliğ. Biraz önce okuduğum çerçevede hicri 400 miladi 1000’li yıllarda, yani 1000 asırdır hiçbir şey değişmeden aynı şekilde çizgi geliyor. Peki o belki tebliğ sahibi 2000’li yıllardaki tebliğ sahibinin kendi düşüncesi olabilir. Hayır. Bu tebliğin müzakerecisi şöyle bir yorum yapıyor bu tebliğe. Diyor ki bu tebliği dinledikten sonra müzakereci. ‘Kuran ve sünnet hakkındaki 15. asırdan beri İslam dünyasında ehl-i sünnet vel cemaat uleması tarafından Ulum’u Mütearife veya Ahkam’ı Müselleme şeklinde benimsenmiş esaslara uymayan bir kısım düşüncelerin piyasaya sürüldüğü bu dönemde, makalenin ehl-i sünnet ananesine uygun sahih görüşü veciz olarak ifade etmekte, delillerini göstermekte ve bu yönüyle oldukça başarılı gözükmektedir.’ Yani onayı da alıyor esasında ve bu çerçevenin ilk nüvesini en net ifadelerle İbn-i Hazm söylüyor.
(Baş kısmı anlayamadım) 31 defa bu ayet zikrediliyor (ve sonrasını da anlayamadım)
Evet, yani o İbn-i Hazm’ın esasında nazariyesini yaptığı, teorisini oluşturduğu o bakış açısı bugün Zahirilik, Şafiilik, Hanefilik, Malikilik… İsmi hiç önemli değil. Aynen bugün de devam etmekte. Hatta bunu daha da ileri götürüp bizzat Resullullah zamanında dahi böyle bir algı vardır şeklinde dile getirenler var. Mesela işte Enes hocayla sabahleyin de biraz müzakeresini yaptık. Müslimde geçen bir rivayet. Aişe annemize atılan iftirayı biliyoruz. O iftira üzerinde ayetler iniyor. Yani belli bir süre sonra Aişe annemizin masum olduğunu, temiz olduğunu, suçsuz olduğunu ve birilerinin iftira attığına dair ayetleri biliyoruz. Aişe validemiz o ayetler indikten sonra şunu söylüyor. Diyor ki ben açıkçası hakkımda ayet ineceğini hiç tahmin etmezdim. Yani benim suçsuz olduğuma dair, temiz olduğuma dair Allah’ın lütfedip bir ayet indireceğini kesinlikle düşünmüyordum. Tahmin etmiyordum. Düşündüğüm tek şey, tahmin ettiğim tek şey Resullullah bir gün rüyasında bir şeyler görür, benim masum olduğumu görür ve o ikna olur. Dolayısıyla bu iş bir şekilde kapanır diye düşünüyordum. Ama hakkımda ayet inince çok şaşırdım, şeklinde bir ifadesi. Uzunca bir metnin kısa olarak arz ettiğimiz bu ifadesinde Aişe validemizin bir ifadesi geçiyor. Diyor ki ‘Vahyün yütla’ ifadesini kullanıyor. Yani tilavet edilen bir vahiy. Hakkımda tilavet edilen bir vahiy ineceğini ben asla tahmin etmezdim. Şimdi diyorlar ki bakın işte Aişe validemiz vahiy kelimesini kullanıyor ve vahiy kelimesinden sonra da yütla yani tilavet olunan sıfatını oraya koyuyor. Dolayısıyla Aişe validemiz bize şunu söylemiş oluyor. Yani Resullullah’a bilgiler vahyün yütla Kuran’ı Kerim’de tilavet olunan şekliyle geldiği gibi onun dışında da tilavet edilmeyen işte mesela rüyayla, ilhamla, şunla, bununla gelebilir demek istiyor. Dolayısıyla bu anlayış Peygamber döneminde bile vardır şeklinde yani onu daha en erken döneme kadar götürme teşebbüslerini de görüyoruz. İnşallah bu çalışmamızda onların da hep tahlilini yapacağız.
Soru: Müslim’de geçiyor değil mi?
Cevap: Müslim’de geçiyor evet. Başka bir ifade de Kuran’ün yütla şeklinde geçiyormuş galiba. Tilavet olunan Kuran diye.
Şimdi esasında bu meselenin yani her meselenin bir çıkış noktası, bir başlangıç noktası denilen bir yeri var. Bu sünnetin vahyiliği meselesinde de bizim tespit ettiğimiz kadarıyla en önemli çıkış noktalarından bir tanesi vahiy algısı. Yani insanların zihinlerinde bir vahiy algısı var. Bu vahiy algısından hareketle vahyi taksim ediyorlar zihinlerinde ve diyorar ki işte bakın şu da vahiy bu da vahiy. Allah bunların hepsine vahiy demiş. Netice itibariyle hepsi aynı kaynaktan geliyor ama bunların bir farkı var. İşte farkı ne? Muzhafta yazılı olup olmamasıdır farkı. Zaten metlüv denilen de o. Yani meylüv dediğimiz şey muzhafta yazılı. Bir Kuran’ı Kerim aldığımız zaman onun içerisinde onun içerisinde okuduğumuz vahiyler metlüvdür. Okunandır. Tilavet edilendir. Yani mushafa yazılmıştır artık bunlar. Ama kaynak itibariyle aynı fakat mushafta olmayan vahiyler de vardır. İşte mesela hepimiz biliriz. Resullullah’a vahiy çeşitleri sayılır. Bütün mesela siyer kitaplarına varıncaya kadar vahyin geliş tasnifleri yapılır. Onlar içerisinde işte Peygamberimiz bazen rüyasında vahiy görür, bazen işte içine bir şey doğar, bazen işte birden durur bir ses işitir, titremeye başlar, terler veyahut melek kendi şekliyle gelir veyahut bir insan şekline girer, şöyle olur böyle olur. Pek çok vahiy taksimi yapıldıktan sonra esasında bunların sonucunda şu denilir. Yani Kuran’ı Kerim işte elimizdeki Kuran’ı Kerim’de dahil olmak üzere bütün vahiyler işte bu çeşitli şekillerde geliyordu. Geliyordu ve bunlar bağlayıcı vahiylerdi yani tebliğ edilmesi gereken vahiylerdi. Peygamberimiz bazen rüya ile bildiriliyordu. Bu gelen kitabi vahiy olabiliyordu. Mushafa yazdırıyordu. İşte vahiy konusunda Kuran merkezli tam bir tasnif yapılmadığından dolayı kafa karışıklığı olmuş. Kafa karışıklığı gözüküyor en azından ve işte ne vahiydir, bizi ilgilendiren vahiy nedir, bağlayıcı olan vahiy nedir ne değildirden ziyade işte hepsi vahiydir, hepsi aynı kaynaktan gelmektedir şeklinde bir bakış açısıyla değerlendiriliyor.
Soru: Hocam şey yok. Fark yok mu? Yani hepsi aynı kaynaktan geliyor diyorlar ama sonuçta mezhepler kitaplarında işte Kuran’ı Kerimden delil verirken farklı şeye çekildi ama sünnetten hadisten delil verirken farklı şekilde. Yani o subutundan, Peygamberimize ulaşmasında ayrı bir hadis ilminin kriterlerini kullanarak farklı bir şekilde tenkit ediyorlar. Yani vahye bakışları mı farklı burada?
Cevap: Aslında o kaynak açısından aynı fakat bize subutu yani bize gelişi… Şunu söylüyorlar. Yani gerçekten bize sağlam bir şekilde gelmişse bunun kaynak itibariyle Kurani vahiyden bir farkı yok. Mesela mütevatir rivayetlere o yönüyle bakıyorlar. Diyorlar ki bunları inkar eden kafir olur. Bunlar Kuran’ı nesh edebilecek güçtedir çünkü subutu da kat’idir bunların. Çünkü aynı kaynaktandır. Bugün işte sizin de bahsettiğiniz gibi çeşitli taksimler yapılıyor. Evet işte haberi ahad deniliyor, meşhur deniliyor, zayıf deniliyor, mevzu deniliyor. Tüm bunlar kaynak itibariyle değil yani kaynak problemi yönüyle bakılmıyor da bize rivayet edilmesi işte bize ulaştırılması ne şekilde, Kuran gibi bunlar yazılmadı. Bize işte şifahi olarak nakledildi. Dolayısıyla biz bunları biraz teste tabii tutmalıyız. Tuttuğumuz teste göre de işte biz bunların kaynağını reddetmiyoruz. Sadece bize ulaştırılırken belki bazı dorunlar olmuştur. O yönüyle bunlara bakıyoruz gibi. Yani kaynak itibariyle çok bir sıkıntı yok. Şayet senet sahihse mesela yani işte tamam bu kaynak itibariyle aynıdır. Peygamberimize bir şekilde, en azından bir kısmı yani doğrudan ictihadi olanlar hariç en azından bir kısmının Cebrail (As)’ın Peygamberimize getirdiği vahiy olarak değerlendirilmekte. İşte Kuran’ı Kerim’de vahiyle ilgili daha önce de buralarda çeşitli defalar şey yapıldı. Şuara suresinin 51. Ayetinde vahyin üç çeşit olduğunu, yani daha doğrusu Allah’ın insanlarla konuşmasının ancak üç şekilde olabileceği, vahiy değil de Allah’ın insanlarla konuşmasının ancak üç şekilde olabileceği. Bunun birincisinin vahiy ile ikincisinin perde arkası üçüncüsünün de bir elçi gönderip o elçinin Allah’ın ona vahyettiği şeyleri bildirmesi şeklinde olabileceğini konuştuk burada. Nitekim ilk kısım vahiy içine ilham türü şeylerin girdiğini, resul ya da nebi olsun olmasın hiç önemli değil herkese bu tür vahiylerin, ilhamların gelebileceğini, perde arkası kısmında yine işte mesela tefsir risalelerinde hep verilen Musa ile Allah (Arapçası) şeklinde perde arkasından bir ses ile konuştuğuna dair örnekler verilir. Yine belki bunun içerisine Kuran’ı Kerim’de rüya ile Allah’ın insanlara birtakım mesajlar verdiğine dair örnekler görüyoruz. Bunların içerisine girebileceğini. Üçüncü kısımda da bir elçi gönderip ona vahyedeceğini söylemiştik ve bunları çeşitli taksimlere tabi tutmuştuk. Netice olarak da şunu söylemiştik burada. Sadece neticeyi tekrar edelim. İnsanları risalet açısından ilgilendiren vahyin Cebrail vasıtasıyla, Cebrail ile gelen ve tebliğ edilmesi gereken vahiy olduğunu, Allah’ın konuşma şeklini insanlara konuşma şeklinden işte bu üçüncü kısmın yani melek göndererek ama bu melek de Cebrail olarak. Çünkü bazen Allah yine melek gönderir ama risaletle ilgili herhangi bir vahiy değildir. Kuran’ı Kerim’de bunun örneklerini görüyoruz. Başka insanlar için bir anlam ifade etmeyen yani onlar için bağlayıcı olmayan bazen melekler geliyor insanlara, peygamberlere, bir şeyler söylüyor, mesajlar veriyor, müjde haberi veriyor ne bileyim helak haberi veriyor, uyarıyor. Ama kitabi vahiy dediğimiz insanlar için bağlayıcı olan ve kat’i olan vahyin Cebrail vasıtasıyla Peygamberimize insanlara tebliğ edilmek üzere gönderilen vahiy olduğunu söylemiştik ve bundan sonra da bu çalışmalarımızda zihnimizde bu vahiy şablonuna göre hareket edeceğiz.
Şimdi geçelim asıl bizim konumuza. Yani Necm suresinin 3 ve 4. ayetleri yani (Arapçası) ‘O hevasından konuşmaz. O sadece ona vahyedilen bir vahiydir ayeti. Şimdi fıkıh usulü risalelerinde bu ayete gerçekten çok fazla atıf yapıldığını görüyoruz. Yani fıkıh usulü risaleleri tarandığında daha önce resule itaat, resulün teb’in görevinde olduğu gibi o ayetlere nasıl çok atıfta bulunuluyorsa bu ayete de o kadar belki ondan çok daha fazla atıfta bulunulduğunu gördük, tespit ettik. İşte örnek verdik. Mesela İbn-i Hazm sadece Usul eserinde 23 yerde benim tespit edebildiğim yerde bunu söylüyor. Sürekli yani ne zaman sünnetin vahiyle ilgili bir konusu geçse, zaten sünnet dediğimiz şey vahiy değil midir canım. Aynı şeydir ne fark var dedikten sonra hemen bu ayeti mutlaka hatırlatıyor. Diğer fıkıh usulü eserlerinde de biz bunu görüyoruz. Mesela İmam-ı Şafii’nin işte ilk usul eseri olarak bilinen er Risale. İmam-ı Şafii’nin vefatı 200, hicri 200’lü yıllar. Bu ayet zikredilmiyor ancak İmam-ı Şafii Risale’de hikmet kelimesini kullanarak hikmetin de Peygambere vahyedildiğini, tıpkı bunun da diğer vahiy gibi yani Kurani vahiy gibi bağlayıcı olduğunu söylüyor. Fıkıh-ı Furü eseri El-Ümm’de ise bu ayeti delil getiriyor. Yani konuyla ilgili olarak. Risale’de bu ayeti zikretmiyor ama El-Ümm’de bu ayeti aynı konuyla ilgili olarak zikrediyor. Cessas Hanefi usulcülerinden, ölümü 370 hicri. O şöyle bir şey söylüyor bu ayeti zikrederek. Çok ilginç. Hepinizin malumu bu recmle ilgili Hz. Ömer’den rivayet edilen bir şey vardır. İşte Hz. Ömer demiş ki güya (Arapçası) ‘Yaşlı erkek yaşlı kadın zina ederse onları recmedin ayeti Kuran’ı Kerim’de vardı. Biz bunu okurduk. Tilavet ederdik. Sonra mushaftan çıkarıldı.Yani işte insanlar Ömer Allah’ın kitabına bir şey kattı demesinden korkmasaydım ben bunu eklerdim’ şeklinde bir rivayet. Bu rivayetle ilgili Cessas şunu söylüyor. Diyor ki ‘İnsanların Ömer Allah’ın kitabına eklemede bulundu demelerinden çekinmeseydim recm ayetini mushafa eklerdim’ şeklindeki Ömer bin Hattab’a nispet edilen ifadeyi şöyle tevil edebiliriz diyor. Ömer şunu demiş olmalı. Allah’ın kitabında derken bunu Kuran’ da değil de Allah’ın indirdiklerinde demek istemiş, Kuran’da değil Allah’ın indirdikleri arasında bu da vardı demek istemiş diyor ve ardından da hemen şunu söylüyor. Zaten bakınız (Arapçası) ayetinden hareketle biz Allah’ın indirdiklerini sadece vahiy olmadığını, onun dışında da peygamberin söylediği her şeyin vahiy kaynaklı olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla Ömer orada Allah’ın kitabı değil de Allah’ın indirdikleri demek istemiştir şeklinde bir yorum yapıyor. Yani düşünce aynı, Cessas’da aynı şekilde Resullullah’ın söylediği pek çok şeyin yine kendisine vahiyle indirildiğini söylüyor. Biraz önce üzerinde çokça konuştuk. İbn-i Hazm zaten bu konuda hiç kimse kendisiyle yarışamaz. Her konuyla ilgili olarak, yani bu sünnetin vahyiliği ile ilgili nerede bir şey söylense kitabında sürekli onları söylüyor. Hatta bazen tonu yükseltiyor. Bunu böyle şey olarak yani diğer insanlara siz küfre girersiniz yoksa bakın bu ayeti yalanlıyor musunuz yani burada böyle bir ayet varken Resullullah’ın söylediği sözü siz nasıl dikkate almazsınız gibi onları küfürle itham ederek bu ayeti sık sık kullanıyor eserinde. Yine Hatip el Bağdadi ölümü 463 bir usulcü, bu da diyor ki pek çok yerde nebinin kelamı vahiydir diyor ve bu ayeti zikrediyor nebinin kelamı vahiydir. Hanefi usulcülerinden meşhur Serahsi, yine usul eserinde gayr-i metlüv vahiy ifadesini kullanarak söylüyor. Yani gayr-i metlüv vahiy ifadesi artık Serahsi’nin usulünde tam oturmuş bir şekilde bu ifadeyi kullanıyor ve bu ifadeyi kullandığı yerde Necm suresinin o 3 ve 4. ayetlerini zikrediyor. Serahsi ayrıca gayr-i metlüv ve gayr-i metlüv vahyin dışında kitabında zahit ve batın vahiy isimli bir taksim daha yapıyor. Burada da aşağı yukarı kastettiği şey bu. Yani tıpkı batın vahyi gayri metlüv vahiy mukabili kullanıyor. Zahir vahyi de metlüv vahiy şeklinde kullanıyor ve orada şu ifadeyi söylüyor bu zahir ve batın olarak vahyi ikiye ayırdıktan sonra diyor ki zahir vahiy Allah’ın kitaba yazılmasını istediği vahiylerdir. Bunun dışındaki o batın dediğimiz vahiyler Resullullah’a iner, Cebrail tarafından. Ayrıca bunlar evliyaya da iner diyor. Yani usül eserinde Serahsi aynen bu ifadeyi kullanıyor. Bu vahiy peygambere indiği gibi sizinle okumuştuk değil mi Enes hocam o ifadeyi? Evliyaya da iner bu vahiy diyor. Böylesi bir vahiy evliyanın keramet kabilinden söylediği şeyler, gösterdiği şeyler işte bu kısma girer şeklinde o batın vahyin içini de çeşitli şeylerle dolduruyor.
Soru: Bağlayıcılığı konusunda bunun bir ayrımı?
Cevap: Peygamberden geldiğinde bağlayıcı tabii ki.
Yine Amidi, ölümü 631 hicri. Aynı şekilde Resullullah’ın sözleri vahye dayanır, o vahiyle konuşur diyor ve bu ayeti zikrediyor. Bu iki ayeti zikrediyor. Şatibi aynı şekilde şöyle söylüyor. Resullullah’ın bildirdiği her haberin kişiye mükellefiyet yüklesin veya yüklemesin doğru olduğunu söylüyor ve şöyle bir taqsnif yapıyor vahiyle ilgili:
Yani daha da genişletiyor. Keşifle yapar, bir şekilde içine doğar, bunların dışında bizim bilemediğimiz, ifade edemediğimiz çeşitli yollarla da Resullullah vahiy alır diye bir tasnif yapıyor ve bu ayeti kullanıyor Şatibi de eseri Muvaffakat’ta ve bunun gibi erken dönemden geç döneme kadar günümüz eserlerine kadar neredeyse bütün fıkıh eserlerinde biz bunları görüyoruz. Mesela sünnetin Kuran’ı açıklaması bağlamında söylüyorlar. Yani sadece sünnetin vahyiliği meselesi değil sünnet Kuran’ı açıklar dedikten sonra da bu ayeti zikreden usülcülere rastlıyoruz. Mesela Cessas ve Amidi bunlardan ikisi. Diyorlar ki yani bu sadece sünnetin vahyiliği için değil ayrıca sünnetin Kuran’ı açıkladığına dair de delil olarak bunun zikrediyorlar. Çok ilginç bir şey. Ona rastladım. Bu ayeti usul eserlerinde şu şekilde kullanıyorlar. Bir kısım usulcü Resullullah’ın içtihat yetkisine sahip olmadığını iddia ediyor. Yani diyorlar ki Resullullah’ın içtihat etme yetkisi yoktur. İçtihat sadece fakihlerin, müçtehitlerin hakkıdır. Resullullah içtihat edemez. Peki bunun delili var mı? evet bunun delili işte (Arapçası) ayeti Resullullah’ı içtihat yetkisinin elinden alındığını, böyle bir yetkinin ona verilmediğini, onun söylediği her şeyin mutlaka vahiyle olduğunu, dolayısıyla Resullullah içtihat edemez şeklinde bir ekol gelişiyor usulcüler arasında. Bu defa bu ekole karşı bir karşı tavır geliştiriyorlar diğer usulcüler. Ki bu karşı tavır geliştiren usulcüler çoğunluğu oluşturan usulcüler. Onlar diyorlar ki bunlara tamam bu ayet Resullullah’ın vahiyle konuştuğunu gösterir ancak bu tüm söylediği her şeyin vahiyle olduğu anlamına gelmez. Resullullah’ın içtihat ettiği alanlar da vardır. Nitekim biz bunu görüyoruz. Resullullah bazı konularda içtihatlar yapmıştır. Ashabıyla istişareler yapmıştır. Bazı kararlar almış istişareler sonucunda. Bu kararlarından dönüştür. Bazen isabet etmediği kararlar olduğu Kuran’ı Kerim açıklamıştır. Dolayısıyla biz Resullullah’ın içtihat etmediğini söyleyemeyiz. Ama evet Resullullah’ın bir kısım vahiylerinin de vahiy kaynaklı olduğunu zaten inkar etmeyiz diye orta yol buluyorlar. (Arapçası ) ayeti bağlamında bu tartışmalar yapılırken ilginç olan şu. Ben aynı şeyi Nahl sureinin 44. ayetinde de görmüştüm. Nahl suresinin 44. ayetine geleneksel anlayışa aykırı bir şekilde delil getirenler olduğunda geleneksel anlayış diyor ki ‘Ya oradaki beyan tebyin sizin anladığınız anlamda tebyin değil. O tebliğ etmek, ortaya koymak anlamındadır’ diyor adam işine geldiği zaman öyle söylüyor. İşine geldiği zaman yok burada tebyin anlamı var diyor. Aynı şekilde burada da. Bu (Arapçası) ayetini bu polemik içerisinde konuşurlarken usulcüler şunu söylüyorlar. Diyorlar ki (Arapçası) ne alakası var sünnetle. Burada kastedilen Kuran’dır diyor mesela. Bunu Cessas söylüyor, Serahsi söylüyor. Ama Cessas ve Serahsi eserinin başka yerlerinde (Arapçası)’yı sünnetin vahyiliği için delil getiriyor.
Soru: Peki usul eseri suru eseri diye bir ayrım var mı yok sa aynı mı?
Cevap: Aynı ayetler de, aynı eserde, aynı eserde. Yani diyor ki onlara cevaben ya oradaki hüve den kasıt Kuran’dır diyor. Onlara cevap verirken bunu söylüyor. Ama bir başka eserin ilerleyen sayfalarında sünnetin vahyiliği ile ilgili mesele geldiğinde tekrar bu ayeti delil getiriyor. Aynı şeyleri biz usul eserlerinde Nahl suresinin 44. Ayeti için de tespit etmiştik. Burada da aynı o şekilde bir tespitte bulunduk. Bu ayeti usul eserlerinde nesh konusu başlığı altında da çok sık görüyoruz. (Arapçası)ayetini. Şöyle, mesela Cessas Nahl suresinin 44. Ayetinden hareketle sünnetin Kuran’ı nesh edemeyeceğini söyleyenlere cevap verirken Necm suresinin 3 ve 4. Ayetlerini zikrediyor. Yani b,r grup diyor ki Resullullah’ın sünneti Kuran’ı nesh edemez. Niçin nesh edmez? Çünkü sünnetin görevi tebyindir. Nesh ederse tebyin görevini yapmamış olur diyor. Cessas diyor ki ‘yok siz o meseleye öyle bakmamalısınız. Resullullah’ın sünneti, Kuran bunları ayrı ayrı değerlendirmeyin. Kaynak olara ikisine bakın. Kaynak olarak her ikisi de vahiy olduğu için bazen ayet sünneti beyan edebilir. Nesh edebilir. Bazen sünnet ayeti beyan edebilir ve nesh edebilir. Beyan görevi de nesih görevi de hem ayetin hem sünnetin ortak müşterek görevleridir. Çünkü bunların her ikisi de kaynak olarak vahiy kaynaklıdır diyorlar. Bunu kimler söylüyor? Bunu mesela Cessas söylüyor. Nesh edemez diye delil getirenlere Cessas söylüyor. İbn Hazm aynen bu ifadeleri kullanarak bunu söylüyor.
Soru: nesh eder mi diyor İbn Hazm?
Cevap: Nesh eder diyor. Çünkü (Arapçası) ifadesinden şey yapıyor. Ondan sonra Tufi söylüyor, Buhari söylüyor Keşf-ül Esrar’da, Şemsettin el İsfahani bunu söylüyor. Sub’i, İsnevi, Emin-ül Hac tüm bu adamlar sünnet Kuran’ı nesh edemez diyenlere delil olarak (Arapçası) ayetini delil getirerek her ikisi de vahiy kaynaklıdır. Bunlar birbirlerini nesh eder. Bunlar birbirlerini açıklarlar diyor. Yani açıklarlar derken bazen de Kuran’ı Kerim, yani Resullullah herhangi bir şey söyler. Kuran’ı Kerim buna açıklama getirir. Bir ayet iner, Resullullah’ın o uygulamasını bazen teyit eder, bazen detaylandırır veyahut tam tersi olur diyorlar. Yine aynı polemik Kuran’ın sünneti nesh edip edemeyeceği konusunda da var. Peki Kuran sünneti nesh eder mi? bir grup diyor ki Kuran sünneti nesh edemez. Kuran sünneti nesh edemez diyorlar. İşte mesela İmam Şafii’nin ismi geçiyor orada. Nesh edebilir diyenler de yine bu ayeti delil getirerek her ikisi de vahiy kaynaklı, dolayısıyla nesh edebilir diyorlar. Fıkıh usulü eserlerinde ayrıca bu Necm suresinin 3 ve 4. Ayeti ‘tahsis’ konusu başlığı altında da geçiyor. İşte Kuran sünneti tahsis edebilir mi, sünnet Kuran’ı tahsis edebilir mi şeklindeki tartışmalarda bu ayete atıfta bulunarak diyorlar ki her ikisi de vahiydir. Birbirlerini tahsis edebilirler, tahkit edebilirler şeklinde fıkıh usulü eserlerinde bu ayet bu şekilde ele alınıyor.
Peki tefsir eserlerinde bu ayet için neler söyleniyor? Tefsir eserleri ayetin sebeb-i nüzulune dair çok güzel bilgiler veriyorlar. Tefsir eserleri… Yani genelde diyorlar ki bu ayetin diğer ayetlerle irtibatı kuruluyor. İşte bir ortada bir tartışma vardı, ortada bir ithamlar vardı. Peygambere bir karşı çıkış vardı. Ona yapılan bazı itirazlar vardı. Mekke’de inen pek çok surede olduğu gibi bu surede de, Necm suresinde de yapılan bu itirazlara, bu ithamlara Kurani bir cevap vardı. Yani işte Peygamberimize şair diyorlardı, kahin diyorlardı, yalancı diyorlardı. Sen Allah adına iftirada bulunuyorsun. Sen işte yoldan çıktın ve başkalarını da yoldan çıkardın diyorlardı. Bunun üzerine Allah işte (Arapçası). Tıpkı diğer Mekki surelerde olduğu gibi işte ved duha da olduğu gibi, vet tur da, veş şems’te, vel leyl’de olduğu gibi işte çeşitli cisimlere yemin ederek Allah başlıyor ve (Arapçası) yani ‘arkadaşınız yoldan çıkmadı. Başkalarını da yoldan çıkarmadı. Başkalarınınd a aklını çelmedi. Onlara kötü örnek olmadı.’ Azmadı yani. (Arapçası) ‘O hevasından da konuşmuyor.’ (Arapçası) daki o hüve zamirini müfessirler genel itibariyle yani bu çoğunluk Kuran’a racidir bu. Kuran kastedilmektedir. Çünkü itiraz zaten Resullullah’ın Mekke’de tebliğ ettiği şeylere, doğrudan insanlara tebliğ ettiği şeylere itiraz vardı. Allah da onun söylediği şeylerin hepsi kendisine vahyedilen Kuran’dır. Onları kendisinden uydurmuyor. Onlar bir şairin şiiri değil, bir kahinin ortaya atmış olduğu kurgular, şunlar bunlar değil diyerek tefsir eserlerinde bu konu çok güzel bir şekilde sebeb-i nüzuluyla ilgili olarak anlatılıyor. Tahliller yapılıyor. Ama işte tefsr eserlerinde, evet tek tük özellikle belki o daha sonra bu fıkıhtaki düşüncelerden etkilenerek tefsire girmiş ibareler de olabilir. Bazen şöyle bir fasıl açılıyor işte yani soru soruluyor. Mesela Fahrettin Razi bunu soruyor, diyor ki ‘Peki buradaki (Arapçası)’nın içine sünnet girer mi?’ şeklinde bazen fasıllar açılıyor. Evet bunda bir engel yok. Bu da olabilir,niçin olmasın gibi böyle yuvarlak cümlelerle bu ayetin içerisine sünnetin de girebileceğine dair bazıları görüş bildiriyorlar. Ama genel kabul tefsir eserlerinde bu Necm suresinin 3 ve 4. ayetinin tamamen Kurani vahiyle ilgili olduğuna dair. Mesela biz bunun çok tipik bir örneğini Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın tefsirinde görüyoruz. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır esas itibariyle buradaki kastedilen zamirin in hüve deki hüve zamirinin Kuran’ı Kerim olduğunu söylüyor. Bunu net bir şekilde söyledikten sonra hiç net olmayan bir şekilde hemen bunu söyledikten sonra böyle yuvarlak ifadelerde ‘Yani evet sünnet de belki buna girebilir’ gibisinden böyle bir geçiştiriyor. Oradan da anlaşılıyor ki tefsir eserlerinde bunun sünnete de raci olabileceğine dair düşünceler sanki ön kabullerden hareketle oralara sokuşturulmuş belki. Yani böyle de söylüyorlar. Bu da düşünülebilir gibi ifadeler. Tefsir eserlerinde böyle. Bir de üçüncü olarak da müstakil eserler var. Yani işte nedir bu müstakil eserler? Doğrudan sünnetin hücciyetinin, sünnetin meşruiyetine dair yazılmış kitaplar. Mesela ben 3-4 tane farklı yazara ait şu isimli kitap gördüm. Es Sünnetü vahyun. Yani kitabın ismi bu. Sünnet vahiydir ve üç dört tane ayn isimle ayrı müelliflere ait kitaplar. İşte Sünnet etrafındaki şürheler. Şürhetü havlun sünneh gibi kitaplar. Hücciyetü sünne gibi kitaplarda da bu ayet çok yoğun bir şekilde kullanılmakta işte sünetin vahiy kaynaklı olduğuna dair bu eserlerde de kullanılmakta. İşte pek çok günümüz makalelerinde de, tezlerinde de artık bu işte konuşmamızın başında da söylediğimiz gibi müsellemat kabilinden. Artık genel geçer bir kabul yani en azından bir kısmı sünnetin gayr-i metlüv vahiy olarak kabul edilmekte ve bu ayet kullanılmakta.
Biz çalışmamızın üçüncü aşamasında da yani birincisinde bir giriş yaptık ikincisinde klasik kaynaklarda bu işin nasıl ele alındığını üçüncü şeyde de ayetin Kuran açısından değerlendirilmesine ayırdık. Burada da henüz tabi net bir şekilde tüm bağlantıları kurarak olgunlaştırmadık ama şu ana kadar toparladığımız şeyleri arz edeceğim. Öncelikle Necm suresinin ilk ayetlerinin Mekke’de indiğine dair bir ittifak söz konusu. Yani hangi tefsire bakarsanız bakın Necm suresi denilen sure Mekki bir suredir ve risaletin ilk dönemlerinde inmiş bir suredir. İlk inen sureler arasındadır. Zaten üslup olarak Mekki olduğunu çağrıştırmakta. Konu olarak, içeride yapılan tartışmalar, cevaplar, iddialar tüm bunlar da zaten Mekki olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bunun Mekke’deki ortama göre değerlendirilmesi gerekiyor. Bunun diğer ayetlerle bağlantısı neler olabiliri şey yaptık. Mesela Kuran’ı Kerim’de Resullullah’a yapılan bazı ithamlar var. Mesela Kalem suresinin 2. ayetinde Resullullah’ın mecnun olduğu söyleniyor, mecnun. Olmadığı söyleniyor. Yani Allah yemin ediyor, sen mecnun değilsin. (Arapçası) şeklinde yemin ediyor. Sen böyle değilsin diyor. Tarık suresinin 13 ve 14. ayetlerinde Kuran’ın bir hezil, bir şaka, boş bir şey olmadığını aksine net, açık seçik, hiçbir tartışmaya sebep olmayacak, bütün tartışmaları sona erdirecek bir söz olduğu söyleniyor. Tekvir suresinin 19 ve devamındaki ayetlerde, hep bunlar Mekke’de risaletin ilk döneminde inen ayetler. Mesela Kalem surenin ikinci inen ayet olduğu söyleniyor. Alak suresinden sonra. Tekvir suresinin 19 ve devamındaki ayetlerde yine Kuran’ın şeytan sözü olmadığı, şerefli bir elçinin sözü (Arapçası) diyor. Yine bu surede Muhammed (as)’ın mecnun olmadığı, hepimizin bildiği ved duha suresinde peygambere yönelik bazı ithamlar cevap veriliyor. Müddesir suresinin 11. Ayetinden itibaren, mesela Kuran’ a karşı tavır geliştiren bir adamdan bahsediliyor. İşte şöyle yaptıi böyle yaptı. Ne kadar kötü düşündü. Ne kadar kötü karar verdi gibi bir adamdan bahsediyor. Yani Kuran’a karşı bir tavır söz konusu Mekke’de ve yine Kuran’da Mekki surelerde hep bu insanlara verilen cevaplar var. Ayetlere bakıldığında genel doku hep sana şunu söylüyorlar. Sen öyle değilsin veya senin okuduklarına karşı işte şöyle böyle diyorlar, sen öyle değilsin gibi sürekli bir itiraz, karşı duruş ve buna cevap şeklinde Mekki surelerde bir tema var. Mesela (Arapçası) ifadesi Necm suresinde. Yani ‘Arkadaşınız yoldan sağmadı ve sapıtmadı da. İnsanları da yoldan çıkartmadı’ ifadesinde arkadaşınız ifadesi geçiyor. Sizin arkadaşınız, sizin içinizde, tanıdığınız bildiğiniz. Bu ifade Kuran’ın aynı anlam örgüsüyle başka ayetlerde de geçiyor. Mesela (Arapçası) yani ‘Düşünmüyorlar mı arkadaşlarında herhangi bir cinnet olduğunu, bir delilik olmadığını düşünmüyorlar mı? o apaçık bir uyarıcı. Bir başka ayette (Arapçası) aynı şekilde. ‘Yani sizin arkadaşınızda bir cinnet durumu falan yok. Böyle bir şeyi düşünmeyin. Yine başka bir ayette Tekvir suresinin ikinci ayetinde (Arapçası) ‘Sizin arkadaşınız mecnun değil. Bir deli değil. Yani Necm suresinin dışında da aynen bu formatta arkadaşınızda bir cinnet durumu yok. Bir zihni bir bozukluk durumu, bir dengesizlik yok şeklinde ayet geçiyor ve hep onlara verilen cevap münasebetiyle Mekke’deki bazı insanlara verilen cevap şeklinde. Yine muhtemelen Peygamberimize işte sen yoldan çıktın deniliyordu. Necm suresinin devam eden ayetlerinde mesela 30. Ayetlerinde diyor ki Rabbimiz (Arapçası) Yani ‘Rabbin kim yoldan çıkmış, kim hidayete ermiş bunu biliyor. Siz ne karışıyorsunuz. Siz niye karar veriyorsunuz ki bu hakkı nereden aldınız? Ona sen yoldan çıkmışsın diyorsunuz. Oysa Rabbin kimin yoldan çıktığını, kimin doğru yolda olduğunu en iyi bilendir’ şeklinde. Yani demek ki Resullullah’a sen yoldan çıktın diye bir ithamda bulunulmuş. İşte Necm suresinin 2. Ayetinde de (Arapçası) derken buna bir cevap veriliyor. Ondan sonra muhtemelen Peygamberimiz için yani bu sadece kendi yoldan çıktığıyla kalmıyor, bir de peşine bazılarını takıyor. Onların da kafasını çeliyor, onların da akıllarını bozuyor. Niyetlerini bozuyor. Onların da gidişatlarını bozuyor şeklinde muhtemelen bir şey olmalı ki (Arapçası) ifadesi geçmiş. Yani orada da işte bunun böyle olduğuna dair ayetler var. (Arapçası) Yani ‘Sen onlara ayetlerimizi okuduğunda diyorlar ki sana bu adam sizi ananızın babanızın dedenizin gittiği yoldan çevirmek istiyor. Yani bunun amacı kötü, bunun niyeti kötü şeklinde insanlar arasında demek ki bu tür konuşmalar oluyor. İşte Necm suresinde o ne yoldan çıkmıştı ne de başkalarının aklını çelip başkalarını yoldan çıkaran birisi değildir. Kaldı ki kimin yolda olduğu, kimin yoldan çıktığını Allah bilir şeklinde diğer ayetlerde görüyoruz cevapları. Sonra (Arapçası) ayetinden sonra tabi şunu da söylemeliydik belki. Bu geleneksel, biraz önce verdik o fıkıh usulünde, tefsirde. Sadece üçüncü ve dördüncü ayet var. Yani başı yok mesela (Arapçası) yok. Sadece (Arapçası) var. Ayrıca (Arapçası) devam eden ayetler de yok. 1-2 yok, 3-4 var. 5-6-7-8 onların hiçbiri yok. Sadece bunlar var. Oysa 5. Ayetten sonra orada (Arapçası)nın da ne anlama geldiğine dair ayetler zaten çok açıklayıcı nitelikte. Mesela 5. Ayet (Arapçası) Yani ‘onu buna’ işte ayet devam ediyor ‘güçlü, kuvvetli ve üstün yaratışlı olan öğretti.’ Cebrail kast ediliyor. (Arapçası) şeklinde. Biz Cebrail’in bu şekilde vasıflandırıldığı ve Kuran’ı Kerim’i Resullullah’a indirdiğine dair Kuran’ı Kerim’de başka ayetler görüyoruz. Yani (Arapçası) ayetinin ne anlama geldiğini Kuran’ın diğer ayetlerinde görüyoruz. Mesela Bakara 97 de (Arapçası) ‘De ki: Kim Cibril’e düşmen ise, düşmanlık yaparsa o onu onun kalbine indirdi.’ Yani Cebrail’in ismi geçmekte ve tenzil, yani onu ona indirdi. Bir başka ayette Şuara 192 ve devamı (Arapçası) Yani ‘Bu alemlerin Rabbi’nin bir indirmesidir. Onu ona Ruhul Emin indirmiştir onun kalbine Arapça olarak.’ Yani demek ki Cebrail’in indirdiği şey Kuran.(Arapçası) ‘O nitekim daha öncekilerin kitaplarında olanı indirmiştir. Daha öncekilerin kitaplarında da vardır şeklinde Cebrail ile Peygamber arasındaki bu münasebet Kuran’ı Kerim’in başka ayetlerinde de var. Dolayısıyla (Arapçası) okunduğunda aslında bir önceki (Arapçası)’nın Kuran’ı Kerim olduğunu bizzat ayet zaten söylüyor. Bir başka ayette mesela (Arapçası) Kuran’ı Kerim’den bahsediliyor. Diyor ki ‘De ki: Onu Rabbinden indirdi.’ Kim? ‘Ruhul Kudüs, Cebrail indirdi.’ Bir başka ayet mesela bu da önemli. Aynen Necm suresinde olduğu gibi yeminle başlıyor. Mekki bir sure. (Arapçası) Denildikten sonra yani işte ‘Yıldızlara, geceye, sabaha yemin edildikten sonra şöyle başlıyor. Tıpkı (Arapçası)’ında olduğu gibi. (Arapçası) Şunlara şunlara şunlara yemin ediyor ondan sonra diyor ki ‘yemin olsun ki o kerim bir elçinin sözüdür.’ Kimdir o? (Arapçası) Aynen o Necm suresindeki gibi güçlü, kuvvetli, azametli… Aynen orada da zü mirrah ifadesi geçiyordu. Burada da (Arapçası) aynı şekilde geçiyor. Sonra ayet şöyle devam ediyor. (Arapçası) Aynen Necm suresinde olduğu gibi ‘Arkadaşınızda bir delilik yoktur. Söylediği şeyler de kendi hevasından değil Cebrail’in ona indirdiği şeylerdir. Kuran’dır ve Cebrail’in ona neler indirdiği de Kuran’ı Kerim’in pek çok ayetinde Cebrail’in indirdiği şeylerin Kuran olduğu, Arapça Kuran olduğu. Bu Kuran’ın daha öncekileri tasdik eder şekilde ona indirdiğine dair pek çok ayet var. Yine aynen bu formatta, yine Mekki bir sure. (Arapçası) Yani ‘Görebildiğiniz göremediğiniz her şeye yemin olsun ki o kerim bir elçinin sözüdür.’ Aynı ifade. ‘O bir şair sözü de değildir. (Arapçası) ne kadar az inanıyorsunuz. Kahin sözü de değildir.’ Peki nedir bu? (Arapçası) ‘Bu, Allah tarafından ona indirilmiştir, indirilen şeydir.’ Ha işte (Arapçası) Yani ‘O hevasından konuşmaz. Ona herhangi bir şey eklemez, çıkarmaz’ demek nereden anlıyoruz? (Arapçası) dedikten sonra (Arapçası) şeklinde devam eden hepimizin bildiği bir ayet ‘Şayet ona herhangi bir şey ekleseydi, çıkarsaydı onun işini bitirirdik.’ şeklinde devam eden ayet. Dolayısıyla Necm suresinin (Arapçası) şeklindeki 3 ve 4. ayetlerini bizzat surenin başı ve sonu ile ve Kuran’daki diğer konu ile ilgili anlam birlikteliği olan ayetlerle değerlendirdiğimizde esasında kast edilen şeyin tamamen Kuran olduğu, sünnetin bir vahiy gayr-i metlüv vahiy gibi birtakım kurguların bu ayetin içine asla giremeyeceğini çok rahatlıkla söyleyebiliriz.
Evet ben kısaca şey yaptım. Bunun sunumunu yaptım. Şimdi arkadaşlarımın ekleyeceği şeyler veyahut düzelteceği şeyler varsa onların notunu alabilirim. Salondan da yine herkes düşüncelerini veya ekleyeceği şeyleri söyleyebilir.
Soru: Mesela buradaki (Arapçası) Kuran’ı Kerim’dir dedik. Buradaki vahiy Kuran’ı kerim’dir tamam bu. Ancak sünnetin de vahiy olmadığı niye çıkarılsın? gibi soru gelebilir mesela. Yani Kuran’ı Kerim’in buna dahil olduğunu herkes biliyor zaten. Peki bunun başka bir delili var mı?
Cevap: Doğru, bunu şey yapmamız gerekiyordu. Hatırlattığınız çok iyi oldu. Şimdi şurada benim arz ettiğim şey ilk etapta Necm suresinin 3 ve 4. ayeti bağlamında konuya bakmak. Yani bu şu demek değil. En azından şu aşamada şu demek değil. Böyle bir şey yoktur. Sünnetin vahiyle hiçbir irtibatı yoktur. Böyle bir şey düşünülemez. Ben ilk etapta, şu anda bulunduğum noktada bunu söylemiyorum. Adım adım gidiyorum. İlk adımı Necm suresinin 3 ve 4. ayeti için böyle bir şey mümkün mü değil mi? Bunun ikinci adımında Nem suresinin dışında işte aşağı yukarı 20’ye yakın başka delil getiriliyor ayetlerden. Bakın bu ayetler gayr-i metlüv vahiy denilen bir şeyin. Yani mesela en azından sünnetin vahyiliğine dair delillerdir şeklinde bir şey var. Bunun ikinci aşamasında ben o delilleri şey yapmaya çalışacağım. Üçüncü aşamasında da o sizin söylediğiniz konuya yoğunlaşacağım. Yani gerçekten sünnet dediğimiz şey nedir? Bu nasıl anlaşılmalı? Bunun vahiyle bir irtibatı var m yok mu en azından mesela sonuç itibariyle vahiyle irtibatı var mı yok mu? Yani Peygamber efendimizin söylemiş olduğu herhangi bir şey veyahut yapmış olduğu bir şey, almış olduğu bir karar risaletle ilgili ise ve bu tekzib edilmediyse, tashih edilmediyse, yani en azından biz Kuran’ı Kerim’de yapılan bu hareketin yanlış olduğuna dair herhangi bir şey bulmuyorsak bu vahyin onayından geçmiştir diyebilir miyiz? Ve eğer böyle bir şey dedi isek, diyebilirsek, mesela sünnetin vahiyle en azından sonu itibariyle bir irtibatı var mı yok mu? nitekim Kuran’ı Kerim’de bazen Resullullah’ın yapmış olduğu şeyler konusunda uyarılar görüyoruz. Biz buradan anlıyoruz ki demek ki yanlış bir şeyler yapılsa uyarılıyor. Peki uyarı olmadıysa bu sonuç itibariyle en azından vahyin kontrolünden geçmiş, onayından geçmiş bir şey midir? Sonuç itibariyle bir…
Soru: Ya da vahyin bir uygulaması mıdır?
Cevap: Sonuç itibariyle vahyin onayından geçen şey vahiy kaynaklı olabilir mi olamaz mı denilebilir mi ve işte Cebrail ile Peygamberimiz arasında bazı şeylerden bahsediliyor işte. İrtibatlardan. Mesela işte en akla gelen şey abdest almayı öğretti, namaz kılmayı öğretti, namazın vakitlerini gösterdi gibi veya işte bazen geldi şunu sordu, bunu sordu. Doğru söyledin dedi gibi rivayetler. Şayet bu rivayetler doğruysa Resullullah ile Cebrail arasında kitabi vahiy dışında bir irtibat oldu mu? olduysa biz bunları nereye koymalıyız? Sistem içerisinde biz bunları nereye koymalıyız? Sonuç itibariyle tüm bu aşamalardan etçikten sonra acaba aynen burada şimdi belki biraz uzak, soğuk baktığımız bu geleneksel anlayışla aynı noktaya mı gelinecek yoksa yok farklı bir çizgi mi onu aşama aşama göreceğiz. Ama ilk etapta Necm suresinin 3 ve 4. ayetinin buna bir delil olamayacağını söyleyebiliriz. Şu aşamada. Diğerlerini işte sırası geldiğinde inşallah hazırladığımızda ben yine arz edeceğim.
Soru: Sünnetin ya da hadisi şeriflerin arasına uydurmaların sokulup tahrif edilmelerin olduğun anlıyoruz, öğreniyoruz. Ama Kuran böyle değil. Kuran koruma altında. Ya uydurma ile olan bir eylem ile ayet nesh ediliyorsa bu noktada…
Cevap: Zaten şimdi şunu söylüyorlar. Yani nesih Peygamberin ancak hayatında meydana gelir. Neasih şartlarında bir hadisin Kuran’ı nesh etmesi Resullullah’ın hayatında iken olur. Resulullah’ın hayatında iken böyle bir şey olmuşsa zaten onun subutu bize kesin geldi mi gelmedi mi onu sorgulamıyoruz. Yani mesele sadece o mesela değil. Burada yapılan o nesih denilen rivayet edilen şeylerin doğru olup olmadığı ve eğer doğruysa Peygamberin gayr-i metlüv vahiy ile, kendi içtihatıyla yaptığı nesih mi yoksa doğrudan zaten bunlar daha önceki uygulamaların Kuran’ı Kerim tarafından ortadan kaldırılıp kaldırılmaması meselesi mi? yoksa hani şu an hiç kimse getirin ayetleri hadisle nesh edelim. Bir nesih operasyonu şu an yapılmıyor. Yani böyle bir şey yok, yani ayetler burada, rivayetler de burada biz hadi gelin biz şunla bunu nesh edelim gibi böyle bir şey zaten yani yapılmış, olmuş, bitmiş bir şeyin anlaşılması anlamında kullanılıyor sünnetin Kuran’ı neshi ya da Kuran’ın sünneti neshi.
Soru: İmam Şafii’de sünneti vahiy kaynaklı kabul ediyor değil mi?
Cevap: Evet
Soru: Peki niye ikisi birbirini nesh edemez diyor? Yani hangi gerekçeyle?
Cevap: İşte Yahya hocam orada o şeyi söylüyorlar. Yani İmam Şafii bunu gerçekten söylüyor mu ben bilmiyorum ama İmam Şafii’de böyle düşünüyordu diyerek şunu söylüyorlar. Diyorlar ki Nahl suresinin 44. ayetinde sünnete biçilmiş bir görev var. Resullullah’a biçilmiş bir görev var. Bu görev Kuran’ın tebyini. Şimdi nesih konusunda iki ayrı görüş var. Birincisi nesih bir hükmü ortadan kaldırmak. İkincisi de nesih beyan etmek, açıklama yapmaktır. İşte neshi bir şeyi ortadan kaldırmak olarak algılayanlar, anlayanlar sünnet Kuran’ı nesh edemez. Sünnet Kuran’ı ortadan kaldıramaz böyle bir görevi yok. Sünnetin tek görevi açıklama yapmaktır. Nesih de açıklama demek değildir. Dolayısıyla sünnet Kuran’ı neshedemez. Sünnet ancak Kuran’ı açıklayabilir diyorlar. İmam Şafii’nin de muhtemelen böyle düşündüğünden hareketle işte İmam Şafii’de onun ayrı bir fonksiyonu, diğerinin ayrı bir fonksiyonu var. Dolayısıyla bunlar birbirlerini nesh edemezler diyorlar ama İmam Şafii ben sünnet Kuran’ı nesh edemez derken şundan dolayı bunu söylüyorum diye açıkçası ben görmedim yani.
Soru: Yok acaba diyorum o Bakara suresinin 106. Ayeti var ya. Bu konuda ona bir destek olabilir mi? şimdi neshin ancak ayetler arasında olabileceğini öğreniyoruz biz orada. Hani (Arapçası) Yani ‘Biz bir ayeti nesh eder veya unutturursak yerine daha iyisini veya aynen bir benzerini, mislini getiririz.’ Unutturulan da ayet, kaldırılan da ayet yerine getirilen de ayet.
Cevap: evet.
Soru: Yani, buradan ayetin sünnetle bir ilişkisi yok zaten. Ayet ancak kendisi seviyesinde olan yine bir ayeti unutturur veya kaldırır demiş olabilir mi acaba yani?
Cevap: Şimdi bu söylediğinizi İmam Şafii söylemiş mi bilmiyorum ama bu söylediğinizi sünnetin Kuran’ı nesh edemeyeceğini söyleyenler delil getiriyorlar. Bunlar diyorlar ki sünnet niçin Kuran’ı nesh edemez? Birincisi tebyin görevi var. İkincisi Bakara Suresinin 106. ayetinde ancak her şey ayetle ayet hadisle hadis olur diyorlar. Karşıdakiler de diyorlar ki ya sizin ayet dediğiniz, hadis dediğiniz şey zaten kaynak itibariyle vahiydir. Dolayısıyla bunlar ikisi de birbirini şey yapar. (Arapçası) demek onun şeyi anlamında değil yani
Soru: Yani gayr-i metlüv vahye de ayet diyorlar mı? o ismi verebiliyorlar mı yani?
Cevap: Ayet demiyorlar. Ayet diyeni ben hiç duymadım görmedim ama kaynağı vahiyse bu bir gayr-i metlüv vahiyse bunlar birbirini nesh eder diyor.
Soru: Yok olabilir yani ayette biz bir vahyi nesh eder veya unutturursak deseydi doğru olurdu ama açık bir şekilde ayet diyor.
Cevap: Ayet diyor tabi ki.
Soru: Gayr-i metlüv vahye ayet diyebiliyorlar mı?
Cevap: yok, öyle bir şey yok yani.
Soru: Yani hiçbir hadise ayet denemez yani. Dolayısıyla mantıklı bir çaıklama değil o.
Cevap: Yalnız siz şimdi onu söyleyince İbn-i Hazm’ın bir şeyi geldi. İbn-i Hazm diyor ki bu Hicr suresinde var ya (Arapçası) İbn-i Hazm şöyle bir kurgu yapıyor. Diyor ki vahiy denilen şey zikirdir. Sünnet vahiydir. Sünnet de zikirdir. Zikir korunmuştur. Sünnet de korunmuştur. Dolayısıyla Resullullah’tan bize rivayet edilen her şey Allah’ın korumasıyla gelmiştir diyor. Yani böyle bir denklem kuruyor. Vahiy zikirdir.
Soru: Ama bir çok hadisi de kabul etmiyor.
Cevap: Bir çok hadisi de kabul etmiyor.diyor ki Kuran nasıl korunduysa (Arapçası) içerisine o gayr-i metlüv vahiy de zikir olarak girer. Bu da korunmuştur. Resullullah’tan bize gelen şeyler Kuran gibi doğrudan korunmuş şeylerdir. Allah’ın koruması altındadır.
Soru: Şöyle bir güzel bir soru var. Şimdi diyor ki Necm suresinin ilk ayetlerini gayr-i metlüv vahye delil olarak yorumlayan usulcüler Kuran’ın farklı yerlerinde, mesela Bedir savaşında esirlerin alınmasıyla ilgili ya da Tahrim suresinde kendisine helal olanı haram kılmasıyla ilgili ve diğer bazı meselelerde Allah’ın Peygamberimizi eleştirmesini ve uyarmasını nasıl açıklıyorlar peki?ne diyorlar bu durumda. Yanılan vahiy mi burada?
Cevap: Burada diyorlar ki Resullullah’ın sünnetinin tamamı vahiy değildir diyenler bu örnekleri veriyor. Mesela Serahsi diyor ki ‘Evet bakın iştebazen şöyle’ Bedir savaşı örneğini Serahsi usulünde veriyor. Bakın diyor burada Resullullah uyarılmıştır diyor.
Soru: Demek ki vahiy değildir yaptığı.
Cevap: (Arapçası) uyarılmıştır diyor. Burada yapılması gereken Resullullah’tan bize rivayet edilen hangi şeylerin vahyi hangi şeylerin içtihadi olduğuna karar vermektir. Dolayısıyla zaten usulcülerin 590’ı Resullullah’ın içtihat edebileceğini, içtihat etme hakkının, yetkisinin olduğunu kabul ediyorlar. Burada şey sadece hangilerinin içtihat ürünüdür. Ha içtihat ürünü olanları da şöyle söylüyorlar. Bunlar da sonuç itibariyle vahyin kapsamındadır. Çünkü Resullullah hata üzere bırakılmaz. Mutlaka düzeltilir kaidesinden hareketle Resullullah’a bir kısım şeyler vahiy ile bildirilmiş, içtihat yapılmasına hiç gerek duyulmamış. Bazen de içtihat yapılmış. Nitekim işte şu örneği veriyorlar. Diyorlar ki Resullullah’a herhangi bir şey sorulduğunda bunun beklemeye tahammülü olan bir mesele ise Resullullah biraz vahyi bekliyordu. Ama anlık bir şeyse orada içtihat yapıyordu. İçtihadı doğruysa tamam onaylanmış oluyordu. Hatalıysa düzeltiliyordu. Ama beklemesi gerektiğini düşündüğü bazı şeylerde vahiy geliyorsa gelen vahye işte ‘Bana biriniz şöyle bir soru sormuştu, kimdi o, gelsin. Ona cevabını vereyim’ diyor. Ona o cevabı veriyordu. Ama beklemesine rağmen ona makul bir süre beklemesine rağmen vahiy gelmezse bu defa içtihat hakkını kullanıyor ve içtihat ediyordu.
Soru: Bu hani sünnetin bize ulaşmasında çeşitli şeyler var. Hadisleri senedine göre tasnif ediyorlar. İşte sahih mi, sonra hasendir şudur budur falan diye. Peki bu hani vahiy olarak kabul edilen sünnetin illa ki mütevatiren nakledilmiş olması şartı var mı?
Cevap: Bilmiyorum onunla ilgili bir şart var mı.
Soru: Yani bu şeye geliyor. Dün akşamki derste de biz işlerken Hanefilikte, geçen haftaki derlerde de geçmişti. Sahih bir yolla bile gelse Kuran’da yer almayan bir hüküm eğer hadisle bize ulaşıyorsa diyor bu nassa biz ziyade olur. Dolayısıyla biz bu ziyadeyi kabul edemeyiz.
Cevap: Kabul edemeyiz diyor.
Soru: Yani mesela iki hafta önceki derste de ben aynı örneği vermiştim. Şimdi bu recm meselesinde diyor ki Kuran’ı Kerim’in bu konudaki hükmü açık. Kuran’ı Kerim’de Nur suresinin ilk ayetlerinde zina yapanlara 100 sopa cezası veriliyor. Şimdi sünnete baktığımız zaman, sünnet de recm var diyor. Dolayısıyla diyor yani recm cezası uygulanır. Biz bunu kabul ediyoruz. Bunu da tahsis ederiz. Ne deriz? Ayetteki bekarların zinasıdır. Evliler zina yaparsa demek ki öldürülür. Peki yine sünnette bekarlara 100 sopa ama 1 yıl da sürgün cezası var. Diyor ki şimdi 100 sopa cezası ayette var. Bunu kabul ediyoruz. Ama aynı hadisin devamında bir yıl sürgün cezası var. Bu Kuran’ı Kerim’in hiçbir yerinde olmadığı için nassı ziyadede bunu kabul edemeyiz. Bu bir. İkincisi namazda Fatiha suresinin okunması meselesi var. Diyorlar ki onlar namazda kıraat farzdır. Bunun delili de ayettir. Ayetten delili bu Müzemmil suresindeki (Arapçası) diye. Hani ‘Kuran’dan kolayınıza geleni okuyun.’ Şimdi kıraat Kuran’ı Kerim’in herhangi bir ayetini okumakla olur diyor normalde. Yani siz namaza durduğunuz zaman Subhaneke’den sonra direkt Kevser suresini okusanız veya İhlas suresini okusanız kıraat şartı yerine gelmiş olur. Ama hadislere baktığınız zaman Peygamber efendimiz ille de Fatiha okunacak diyor. Diyor ki ‘kim Ümmül Kuran’ı, Fatiha’yı okumadan bir namaz kılarsa onun namazı eksiktir.’ Şimdi diyor bu nassa bir ziyade getiriyor. Kuran’ı Kerim’de sadece Kuran’dan kolayınıza geleni okuyun emrinin biz yeterli olduğunu görüyoruz. Ama hadis bir de Fatiha’yı getiriyor diyor. Demek ki diyor Kuran’da yer almayan bir şart ile bu, biz yine bu ziyadeyi kabul edemeyiz. Dolayısıyla Fatiha okunmadan da bir namaz olur. Yani Fatiha namazın bir rüknü değildir. Ama diğer üç mezhep, yani Şafiiler, Malikiler, Hanbeliler Fatiha’yı namazın bir rüknü kabul ediyorlar bu hadisten dolayı. Şimdi vahiy kaynaklı diyorsan sen diğer üç mezhep gibi o zaman tutarlı olur ‘Evet, Fatiha okumak da namazın bir rüknüdür.’ demen lazım. Yok vahiy kaynaklı değil diyorsan o zaman diğer konularda da bu şekilde davranman lazım. Yani bir taraftan diyeceksin ki sünnet de vahiydir. Ama öbür taraftan diyeceksin ki sünnette Kuran’ ziyade getirilemez. Değil mi, bir çelişki değil mi bu? Ben mi yanlış anlıyorum. Açık bir çelişki var burada. Hatta diyeceksin ki ziyade getiremez ama hükmünü kaldırabilir. Bu hepten yani kabul edilecek bir şey değil. Ziyadeyi bile kabul etmeyen adam sünnetin Kuran’ı yürürlükten kaldırmasını nasıl kabul edebilir.
Cevap: Ya işte bu Zekiyüddin Şaban’ın eserinde bununla ilgili güzel tespitler var burada. Bu mezheplerin mezheplere ait eserlerin tedvin edilirken imamların vermiş olduğu fetvaları, çözümleri, fıkhi çözümleri dikkate alarak usul geliştirmişler. Kendi usullerine uymayan pek çok şeyi istisnai kaideler geliştirmişler. Adam mesela bakıyor, çerçeveyi çiziyor ama bu çerçeveye uymayan imamdan nakledilen bazı görüşler var. Bu defa diyor ki ‘Ancak şöyle olursa ayrı.’ gibi bu defa sadece o fıkhi çözümü de sistemin içerisine dahil edebilmek için bu defa gerektiğinde kendi ana kurallarını tehdit edecek, onları zedeleyecek şekilde istisnai kaideler, kurallar genişletiyor. Abdülaziz hocam sık sık gündeme getirir, evet gerçekten de çok doğru gibi görünüyor. O recm olayında mesela İmam-ı Şafii’nin, daha doğrusu İmam-ı Şafii’nin sünnetin Kuran’ı nesh edemeyeceğine dair görüşünün acaba hocam diyor ki onu gündeme getiriyor. Şafii’nin recm konusunda daha önce söylemiş olduğu o görüşü, kanaati korumak için mi böyle bir kaide söyledi. Yani eğer bunu söylersem recm hakkında söylediğim şeylerin, recm var dediğim şeylerin hepsi gümbürtüye gidecek. Demek ki burada öyle bir ara çözüm bulmalıyım ki bunlar birbirini nesh edemezler, bunlar ancak kendi aralarında nesih yapabilir gibi.. Belki fıkhi çözümlerden hareketle de genel kaideler, kendileri kaideler oluşturmuş olabilirler.
Soru: Hanefilerde öyle hocam. İmamı Azam’ın usul kitabı yok. Ebu Hanife’nin…
Yahya Şenol: Sonrakiler temellendiriyorlar. Mesela bir soru da sorulmuş. Eğer nassa ziyadeyi kabul etmiyorlarsa bunlar, Hanefiler. Neden adetli kadının orucunun haram olduğunu söylüyorlar diye. Bu da bir çelişki gerçekten. Çok güzel bir tespit. Demek ki tam da şey değil yani. Bunlarda her yerde bunu kabul edebilirler diye bir sonuca varamıyorlar. Mesela yine ben dünkü anlattığım dersten örnek vereyim. Ayetle hadisi kıyaslarken İmam-ı Azam’ın çok güzel tespitleri var. Biz onlara bakabilirsek yani kesinlikle ikisini aynı seviyede görmüyor. Halbuki yani ikisine de vahiy kaynaklı dersen aynı seviyede görmüş olursun. Ama yok böyle bir şey değil. Mesela Fatiha’da, namazda Fatiha okunurken cemaatle kılındığında imam son ayeti okuduğunda ‘Gayril magdubi aleyhim veleddallin’ diye hem kendisi hem de arkasındaki cemaat yüksek sesle amin derler. Böyle hadisler var. Çok hadis var hem de. Yani Buhari’de var Müslim’de var, Tirmizi’de, yani Kütüb’ü sitte veya Kütüba tis’a dediğimiz şeyde çok hadis var bu konuda. Şimdi diğer üç mezhep bu hadislerden dolayı diyorlar ki evet namazda hem imamın hem de ona uyan cemaatin yüksek sesle amin demeleri gerekir. İşte bugün birçok camide Suudi Arabistan’dan falan naklen yayınlarla izlemişsinizdir. Yüksek sesle amin deniyor. İmamı Azam bunu kabul etmiyor. Neden? Gerekçesi şu: Diyor ki amin kelimesi ne demek? Aminin anlamı dualarımızı kabul et Ya Rabbi demek diyor. Yani bunun da kendisi bir dua cümlesidir diyor. Değil mi ynai Canbı Hakka Ya Rabbi benim dualarımı kabul et demek de bir duadır. Dolayısıyla diyor bu bir dua ise eğer ben Araf suresinde geçen şu ayeti esas alırım. (Arapçası) ‘Rabbinize yalvara yalvara ve gizlice dua edin.’ Amin de bir duaysa dolayısıyla bunun yüksek sesle yapılmaması gerekir. Kısık sesle yapılması gerekir. Dolayısıyla diyor namazda imam da cemaat de sadece kendi duyacakları bir sesle yüksek sesle değil kendi duyacakları bir sesle amin demeleri gerekir. Yani kendi açısından süper bir mantık bu. Ama öbürleri ne diyorlar? Öbürleri diyorlar ki hayır tamam bu da bir dua olabilir ama sonuçta burada da bir rivayet var. Onu ne yapacağız? Dolayısıyla biz bunu tercih ediyoruz. Ama İmamı Azam birçok meselede, daha önce burada konuştuğumuz bu içki meselesi de vardı hatırlıyorsanız. Yani ‘İçki içenin Allah 40 gün ibadetini kabul etmez’ İşte bugğn elimizde bulunan Ebu Davud ve Tirmizi’ de böyle hadis var. Şimdi İmamı Azam diyor ki böyle bir hadisi Peygaber Efendimizin söylemesi mümkün değil. Ben Peygamber söyledi de bunu kabul etmiyorum demiyorum diyor. Diyorum ki benim inandığım Peygamber böyle bir söz söylemez. Neden? Çünkü diyor Allahu Teala bir insanın yaptığı ibadeti kabul eder, işlediği günahtan da ceza verir. İşlediği bir günahtan ötürü yaptığı bir ibadeti boşa çıkarmaz diyor. Nedir? Üç tane günah vardır yaptığı ibadetleri boşa çıkaran Kuran’ı Kerim’e baktığımız zaman. Bu günahlardan birincisi şirktir. İnsan şirk işlediği zaman yaptığı bütün ameller boşa gider. Tövbe etmezse. Yani (Arapçası) 2Kim şirk koşarsa Allah’a bütün yaptıkları boşa gider.’ İkincisi diyor riya. İnsan diyor Allah için değil de insanlar görsün diye, gösteriş için ibadet yaparsa o yaptığı ibadet de boşa gider. Hiçbir sevap alamaz. Üçüncüsü de diyor yaptığı bir iyiliği başa kakarsa, yani birine bir iyilik yaptı, bir sadaka verdi, bir şey yaptı. İki de bir hatırlıyor musun ben sana şunu yapmıştım şöyle yapmıştım falan. İki de bir başa kakarsa onu da Cenabı Hak o yaptığı sadakanın sevabını alıyor götürüyor. Yani ayette de öyle ya (Arapçası) Bakara suresinde. ‘Sadakalarınızı iki de bir başa katarak, minnet ederek, eziyet ederek karşı tarafa boşa çıkarmayın’ Ben diyor Kuran’ı Kerim’e baktığım zaman bu üç günah dışında yapılan şeyleri boşa çıkaracak hiçbir şey göremiyorum. Dolayısıyla diyor Peygamber efendimizin içki içenin 40 gün namazı kabul olmaz demesi de mümkün değil diyor. Adam içki içmiş, günah yazar Allah ona. Ama namaz vakti gediği zaman o adam namazını kılmakla mükellef. Farzdır ona. Şimdi hiçbir zaman diyemiyorsun ki vayy İmamı Azam hadisleri reddediyor. Hayır. Kuran’a öncelik veriyor sadece. Yaptığı bu. Aynı seviyede görüyor olsa değil mi mantıken. Hadise de öncelik verebilirdi. Demek ki sonradan da acaba bunlara bir şeyler isnad edilmiş olabilir mi? çünkü bugün elimizde İmamı Azam’dan gelen bir kitap yok. Ona atfedilen görüşler var. E şimdi iki tane birbirine zıt görüş var. Bir görüş var adam sürekli Kuran’ı önceliyor, bir görüş de var Kuran’ı Kerim’i hiç dikkate almıyor, habire sadece hadislerden veya içtihattan örnekler veriyor.
Soru: Allahu Teala diyor ya hani içen insan yaklaşmasın namaza.
Cevap: Yok ayet o şekilde değil. Ayet, Nisa suresinde geçen 43. ayette (Arapçası)
Soru: Yani belki onsan sonra söylendi sonra kaldırıldı.
Cevap: Orada yasak olan bugün için de geçerli, nesh edilmiş falan değil o hüküm. Ne dediğini bilecek durumdaysa adam içki içmişse bile o namazını kılacak. Yani içki içmiş olması namaza yaklaşmasına engel değil. Ama ne dediğini karıştıracak kadar zil zurna sarhoşsa o takdirde namaza yaklaşmayacak. O hüküm nesh edilmiş değil. Ama adam akşamdan oldu, gitti içti. Meyhaneye takıldı, bir yere takıldı. Sabah namazına kalkacak bu adam, namazını kılacak. Sen nasıl diyebilirsin ki 40 gün boyunca namazın kabul olmaz. Kılsa da kabul olmaz. Kılar mı ondan sonra adam? Kıl kıl kabul olmayacak. O zaman niye kılsın?
Soru: O zaman mantıken düşünsek bu yanlış bir şey, söylenen hadisse yanlış bir şey.
Cevap: İşte hadis değildir diyor İmamı Azam da. Yoksa ben peygamber söyledi de yok ya yanlış söylemiş demiyorum diyor. Bu çok önemli bir şey yani ben diyorum ki diyor bu Peygamber sözü değil. Benim inandığım Peygambere böyle bir şey isnad edilemez diyor. İnsanlar bunu söylemiş. Dolayısıyla ben o söyleyenleri yalanlıyorum. Yani diyorum ki bu rivayet yanlış. Yanlış gelmiş bize. Yoksa doğru gelmiş de kabullenmiyoruz gibi bir durum yok.
Soru: Şey diyebilir miyiz hocam namazı ne dediğini bilene kadar insan namaza yaklaşmasın. Bir insan hakikaten ne deiğini bilmez durumda olunca o zaman namaza yaklaşmaması gerekli değil midi?
Cevap: E tabi namaz kılamayacak demek o durumda. Tabi tabi… (Arapçası) Çünkü devamında namaza yaklaşılmaması gereken iki durum daha zikrediliyor. Demek ki abdestsizseniz ve gusül abdesti almanız gereken bir durumda da namaza yaklaşmayacaksınız. Şimdi adamın abdesti yok veya gusül abdesti alması gerekiyor. O şekilde namaz kılsa kabul olur mu? bırak sevabı günah olur değil mi abdestsiz namaz kılarsa. Demek ki bu durumda da aynı şekilde. Zil zurna sarhoş zaten ayakta duracak hali olmaz ama olsa ki aklı geldi biraz böyle neyse ben namazımı kılayım. Olmaz yani o sevap elde etmesi mümkün değil öyle bir namazda. Şartı o çünkü. Abdestsiz ve gusülsüz nasıl namaz olmuyorsa ne dediğini bilmeyecek kadar zil zurna sarhoşun da namazı olmuyor. Evet varsa içerden soru onları da alalım.
Soru: Ne okuduğunu bilmeyenler?
Cevap: Yani ben o kapsamda olmadığını düşünüyorum onun. İkisi farklı. Yani orada sarhoşlardan bahsediyor. Ona bakıp ne değini okumayı bilmeyenin namazı olmaz diye.. Yani namazda okuduğunu anlamak diye bir şart yok. Adam doğru okuyorsa ne dediğini bilmese de şeydir. Doğru okumak önemli yani. Var mı başka içeriden sorusu olan? Konu dışı sorular var bunlara hani şey yapmamıza gerek yok herhalde.
Soru: Halkın arasında doğru okumayanlar var. Onların namazı doğru olmuyor mu o zaman?
Cevap: Yani doğru okumamaktan kasıt ne acaba ben onu merak ediyorum. İşte tecvid kaideleri mi? e şimdi mahreç namazın şartı değil. Yani ilkokul bilgisi seviyesinde bugün işte herkese burada içimizde öretmenler falan da var yani. Bir Kevser suresini okuyacak kadar biliyorsa bir şeyleri orada manayı yüzde yüz ters çevirecek kadar okumuyorsa o adam sırf onunla ömür boyu namazını kılabilir. Ne dediğini bilmesine gerek yok ki orada.
Soru: Yani mesela o halak
Cevap: Kevser suresinde diyorum ya öyle bir şey yok.
Soru: Belirli şeylere mi yönlenilsin. Okuyabildiğin ya da yanlış…
Cevap: Yani en iyi bildiği yeri. (Arapçası) İşte kendisine kolay gelen yeri okusun deniyor ya genelde. O yüzden yani. Kendisine kolay gelen yer her insanın en iyi bildiği yerdir. Dolayısıyla bilmediğin yerleri gerçekten okuma ki hani başına iş açmayasın. Ama bir de şu var tabi. Biz Arap değiliz. Dolayısıyla ufak tefek, manayı yüzde yüz etkilemeyecek yanlışları yapmamız normal. O yüzden bu namazı bozan okuyuşlara zelletül kari deniyor fıkıhta. Hani okuyanın yanlış yapması bunların ilk etapta Araplarla ilgili olduğu söyleniyor. Arap olmayanlar bu tip hataları yapabilirler. Önemli olan ne? Manayı yüzde yüz değiştirecek kadar bir yanlış yapmamak. Yani ‘Allah cenneti kafiler için hazırlamıştır’ veya ‘Allah cehennemi müminler için hazırlamıştır’ gibi ayetleri yüzde yüz ters çevirmek, o tip hatalar namaza engel. İşte hatırlıyorsanız siz susem öğrencisi olarak gönderdiğimiz notta Peygamber Efendimize o devirde bile gelip ‘YA Resullullah benim Kuran’dan okuyacak hiçbir kapasitem yok. Beceremiyorum okumayı. Ne yapayım?’ deyince Peygamber Efendimiz ona Subhanallah de diyor. Bunu da mı diyemiyorsun? Elhamdülillah de, Allahu Ekber de. ‘Ya Resullullah çok kolay bu. Bunu zaten derim.’ Diyor. Tamam derim de diyor bunu söyleyince sadece Allah’ı zikretmiş oluyorum. Kendim için de bir şey diyebilir miyim? Tabi diyor (Arapçası) böyle de dua edebilirsin. Namazda kıratta hani Fatiha yerine, zammı sure yerine. Yani ‘Allah’ım bana rızık ver. Allah’ım bana merhamet et. Bana afiyet ver.’ Tamam oohh diyor o zaman adam. Ne kadar kolaymış bu namaz. Yani illaki de bir şeyler ezberlemek zorunda değil. Ezberleyene kadar, bir Kevser suresini, bir ihlas suresini ezberleyene kadar kendi dilinde. Bak o adam Arap diye Arapça öğretti Peygamberimiz ona. Eğer kalkıp İngiltere’den biri gelmiş o soruyu sormuş olsaydı ona kendi dilinde İngilizce bir dua öğretecekti.
Ama tabi öğrenmeye de gayret etmeliler.
Yahya Şenol: Tabi ki canım. Yani Peygamber Efendimizin de namaz tarifinde ilk şart Kuran’dan kolayına geleni oku diyor. Bilmezsen yapamazsan, beceremezsen o zaman bu şekilde dua ederek, zikrederek Cenabı Hakkı namaz kılabilirsin.
Bir süre önce bir adamdan bahsediyordu. Enes hocam mı bahsediyordu. Adam otururken hetteyatü diyor. Yukarda hetteyiyatü diyor. Sürekli hettayiyatu. Adam namazın başından sonuna kadar sürekli hettayiyatü. Onun da biraz öğrense olur yani.
Soru: Bir şey sormak istiyorum ben. Şimdi tercüme olarak yani Türkçe okuma imkanımız var mıdır? Yok mudur bu durumda. Sizin fikriniz nedir?
Cevap: vallahi isterseniz onu başka bir derste alalım ama şahsen benim kendi fikrim ben tercümeyle namaz olmayacağı kanaatindeyim.
Soru: Olmayacağı?
Cevap: Olmayacağı evet. Yani Peygamber Efendimiz onlara Kuran’ı Kerim’den anladğınızı düz cümle haline getirip okuyun demiyor. Diyebilirdi. Arap olmalarına rağmen. Dedi ki ona. Subhanallah de, Elhamdülillah de. Niye başka bir şeye gidiyorsun. Yani Kuran’ı Kerim’in tam cümlesini alıp adam ezberleyemiyor. Anladığını yorumla onu telaffuz et demiyor yani. Bir nevi kendi kendine tercğme et de oku demiyor orada. Yani mesela bizim İstiklal Marşı’nı düşünelim. Devrik cümleler var. Düz cümle haline getirip onu biz telaffuz edebiliriz. Öyle yap da oku demiyor orada. Peygamber Efendimizin çözümü subhanallah de, elhamdülillah de diyor. Bu benim şahsi kanaatim yani. Ben tercümeyle namaz olmayacağı kanaatindeyim.
Soru: Bir İngiliz olsaydı o zaman da kendi dilinden söyleyebilirdi dediniz ya.
Cevap: He, Kuran’ı Kerim yerine değil işte o. Yani o tespih ve dua yerine. Yani Kuran’ı Kerim’in orijinal metninin İngilizce veya Fransızca veya bilmem nece kendi dilinle oku demiyor orada. O farkı ayırt edelim. Tespih ve duayı. Dua çünkü Cenabı Hak’tan bir şey talep etmek. Elini açıyorsun yukarı doğru ve ne istediğini bilmiyorsun. Mantıksız bir şey. Ama Kuran’ı Erim baştan sona bir dua değil.
Soru: Hani dediniz ya anlamadan da okusa Allah kabul eder bunu. Anlamasına…
Cevap: yok kıraat şartı yerine gelmiş olur. Namazda kıraat Kuran’ı Kerim’den bir şeyler okumak demektir. Dua etmek değil. Dua cümleleri de okuyabilirsiniz dua olmayan cümleleri de okuyabilirsiniz.
Soru: anlamadan okuması kabul görebilir diyorsunuz.
Cevap: Yani namaz için yeterlidir diyorum. Yani namazda anlayarak okumak namazın bir şartı değil. Namazda okumak şarttır.
Soru: Tam tercümesini anlayarak okuması..
Cevap: Yani o ayrı. O işin güzel tarafı.
Soru: Düşündüğümüz zaman daha ideal gelmiyor mu?
Cevap: İdeal tabi canım. Biz asgarisini söylüyoruz. Yoksa tabi ki insanın okuduğu şeyin aynı zmanada anlamını bilmesi güzel. Ama kıraat meselesine tabi biraz daha çalışmamız lazım. Yani yetersiz bilgi vermiş olabilirim. Benim şahsi kanaatim bu sadece.
Çok teşekkür ediyoruz. Ayağınıza sağlık gelenler için.