Yahya Şenol:
1947 Konya Kulu ilçesi Bozan Köyü’nde doğmuş. Hafızlık ve medrese eğitiminden sonra Konya ve Burdur İmam Hatip Liselerine kaydolup oralardan mezun olmuş. İmam Hatip görevinde bulunmuş bir müddet. Daha sonra İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü, bugünkü Marmara İlahiyat Fakültesi’nden mezun olmuş 1974 yılında. 1970-1975 yılları arasında İstanbul Eminönü Müftülüğü ‘ne bağlı Arpacılar Camii’nde imam hatiplik görevinde bulunmuş. Ardından bir müddet imam hatip liselerinde ortaokul ve lise bölümlerinde öğretmenlik görevlerinde bulunmuş. İstanbul Çatalca Merkez vaizliği, Küçükçekmece Büyükçekmece ilçelerinde imam hatip görevlerinde bulunmuş. Haseki Eğitim Merkezi’nin Arapça bölümünde eğitim görmüş. İki yıl yurtdışında öze görevde bulunmuş. Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi için madde hazırlama çalışmalarında yer almış.
Hocamızın bir çok yayınlanmış eseri mevcut. Yaygın olarak bildiğimiz kadarıyla tercüme eserler daha fazla. Bir tanesi on ciltlik Nesefi Tefsiri hocamıza aittir. Bunun dışında İmam Nevevi’nin El-Ezkar adlı kitabı. Yani Peygamberimizin dilinden dualar. Sait Havva’dan Yusuf Kardavi’den Çağdaş Meselelere Fetvalar çevirisini yapmış hocamız. İmam Gazali’nin İhya kitabının tercümesi. İsmail Hakkı Bursevi’nin Muhtesar Fatiha ve Bakara Sureleri. Bunun dışında Müminin Miracı Namaz. Teravih Namazı. 40 kudsi hadis. Sadettin Konevi’den Tasavvuf yorumlarıyla 40 hadis. İmam Nebeviden 40 hadis ve şu an önümde bulunan kitabı 6 ciltlik uydurma hadisler kitabı. Ondan sonra hadislerle Müslümanın yol haritası ve elimde bulunan eser ve Zemahşeri’nin Keşşaf tefsirinin Türkçeye çeviri çalışmaları devam ediyormuş. Herhalde bir ilk olacak. Bildiğimiz kadarıyla yok Türkçeye çevirisi.
Harun Ünal:
Hadis özellikle mevzu hadis yani Hz. Peygamber adına hadis diye uydurulan ve topluma sunulan ifadeler üzerinde bu sohbetimizi sürdüreceğiz. Peygamberimiz bir hadislerinde: “Benim söylemediğim bir sözü kim benim adıma isnat ile söylerse o Cehennemdeki yerine hazırlansın.” Bir başka rivayette: “Kim bile bile uydurma olduğunu bilerek benim adıma Peygamber şöyle dedi diye bir şey uydurursa o da ateşteki yerine hazırlansın” buyurmaktadır. Bu hadis kaynaklarda hemen hemen birinci sırada yer alır. Hani mütevatır diyoruz ya. Birinci sırada bu hadis gelir. Yanlış hatırlamıyorsam iki yüz küsur sahabe tarafından farklı lafızlarla da olsa rivayet edilegelmiştir.
Bu girişten sonra Mehmet Akif’den ve Muhammed İkbal’den birer şiir okumak suretiyle konuyu açmaya çalışacağım. Akif: “Kitabı sünneti icmaı kaldırıp attık. Havası maskara yaptık avamı aldattık. Yıkıp şeriatı bambaşka bir bina kurduk. Nebiye atıf ile binlerce herze uydurduk. O hali buldu ki bu teşvik anlamında hadis uydurulur oldu. Bu rezil kararı fetva kesildi hem ne garip. Hadis vazediyorken sevap uman bile var. Sevabı var mıymış bir zaman gelir anlar. Cihanı titretiyorken nidai men kezebe. İşitmiyor mu nedir bir bakın şu edepsize. Lisanı paki nebiden yalanlar uyduruyor. Sıkılmadan da sevap işledim deyip duruyor. Düşünmedin mi girerken şeriatın kanına. Cinayetin kalacak zanneder misin yanına. Sevap ümit ediyor ha deyin ki namerde. Sevabı sen göreceksin huzuru mahşerde.” Böyle diyor Akif merhum.
Muhammet İkbal de diyor ki: “Tasavvufçulara selam olsun bize dini getirdiler. Fakirlere selam olsun bize dini getirdiler. Kelamcılara selam olsun bize dini getirdiler. Fakat öyle bir din getirdiler ki Allah da şaşırdı, Peygamber de şaşırdı, melekler de şaşırdı.” Haşa Cenabıhak şaşırmaz. Ama burada din üzerinde ne kadar oynandığını ne kadar tahrif edildiğini göstermesi için dikkat çekici bir ifade olmuş oluyor.
Nitekim Kuran İslam’ından Hadis İslam’ına diye bir kitap var. Yani Kurandaki İslam ayrı, hadislerde bize aktarılan İslam bambaşka bir İslam. Bu şekilde bize aktarılmaya çalışılmıştır. Bunlar ne dereceye kadar doğrudur?
Şimdi değerli kardeşlerim. Hadis tasnifinde meseleyi ele alırken sıralamada şu hususu dikkate alıyorlar. Şunların şunların rivayet ettiği hadisler birinci sıradadır. İkinci sırada şunların, üçüncü sırada bu gelir dördüncü beşinci diye sıralama yapılıyor. Sonra diyor ki işte şu sonuncu sıralardaki kişilerden eğer bir hadis gelirse bunlar üzerinde tenkitler yapılabilir. Peki herhangi bir ravi zinciri, senedi göstermeden mezhep imamları, örneğin Ebu Hanife, İmamı Şafi, İbni Hanbel, Maliki gibi mezhep imamları kale resulullah dedikleri zaman biz bu hadisleri nasıl değerlendireceğiz? Deniyor ki böyle dendiği zaman bu konu üzerinde fazla tartışmaya gerek yok. Aynen kabul edilir. Çünkü onlar mutemet insanlardır. Bu insanların söylediklerinin yanlış olması söz konusu değildir. Dr. Mustafa El Buğra’nın kitabında bu konuyu ele almış.
Şimdi İmam Azam Ebu Hanife’yi ele aldığımız zaman bir fıkhi konuda içtihatta bulunduğu zaman talebesi Ebu Yusuf öyle diyor İmam Muhammed böyle diyor Züfer şöyle diyor Kelhisi böyle diyor. Çoğu zaman da bu konuda imameynin yani Ebu Yusuf’la Muhammed’in görüşü geçerlidir ama Ebu Hanife’nin görüşü geçerli değildir. Demektir ki böyle bir kesin ön kabul var ve bu bir vakıadır. İmamı Azam yanılabiliyor. Hata edebiliyor. İsabet edemeyebiliyor ama imameynin görüşü daha isabetli oluyor. O halde burada sen bunun doğruluğunu kabul edeceksin. Diğer noktada diyeceksin ki efendim bunların söylediği hadis kesinlikle sahihtir bu konuda itiraza gerek yoktur. Böylelikle hadis olmayan bir çok sözleri de bize hadis olarak sunmaya çalışmışlardır.
Bizim Hanefi fıkhında en önemli eser olan belki bir çoklarımızın evinde bulunan İbni Abidin’in meşhur kitabı var Hanefi fıkhı ile ilgili. Orada der ki çocuklarınızı ve delilerinizi mescide yaklaştırmayın. Kirkor’un çocuğu girecek, Jakob’un çocuğu girecek ama Ayşe’nin Fatma’nın Ali’nin çocuğu camiye giremeyecek. Biz biliyoruz ki Peygamberimiz torunlarını kucağına alır o şekilde namaz kılardı. Hatta kıldırırdı. Nitekim Müslim’de geçen ve bir çok hadis kaynaklarında yer alır kızı Zeynep’in kızını yani torununu kucağına almış. Bizatihi cemaatin önünce geçerek namaz kıldırmış rüku ve secdeye vardığı zaman torununu bırakmış kalktığı zaman da tekrar kucağına alarak namazını kılmaya devam etmiştir. Efendim bu Peygambere mahsustur bizi ilgilendirmez. Cenabıhak Ahzab 21. Ayette: “Sizin için Allah’ın resulünde en güzel örnek vardır.” (Ahzab 33/21) Her konuda o bizim örneğimiz modelimiz ise bu konuda niye olmasın?
Şimdi namaz kılıyorsunuz geliyor kardeşiniz cemaat halindesiniz. Ayağını ayağınıza değdiriyor. Ki ben bunları yaşadım. İşi bilmeyenler o ayağını koydukça öbürü beriye kaçıyor. Çünkü sahabenin Allah resulü döneminde bu şekilde namaz kıldıklarını görmemiş. Ayağının ayağına değdiği zaman kardeşinin namazının bozulacağını zannediyor. Böyle bir yanlışla ondan sonra efendim bu adam bidatçıdır bu adam hurafecidir bu adam bizi mezhebimizden değildir. Çünkü mezhepçilik din haline getirilmiştir. Dinin önüne geçirilmiştir. Dolayısıyla biz hatıramı anlatayım. 1989 yılında görevli olarak hacca gitmiştim ki kara yoluyla gidilen son hacdı. Benim arabamda bulunan hacılardan birisinin mahalle olarak da komşu çıktık dönüşte bizi evine davet etti. Evlenme çağında bulunan bir kızının ikramda bulunduğunu gördük. Bu benim kızımdır dedi. Nişanlıydı bir polisle sonradan öğrendik ki adam şafiymiş ayırdık. Düşünebiliyor musunuz? Yani mezhebi bir din olarak addediyor ve dolayısıyla bunların birbirleriyle evliliklerinin yasak olduğuna gidebiliyor. Bu kadar yanlışlık yapılabiliyor.
Bunu söylediğiniz zaman yine bir çoklarınızın duyduğu hocalarınızın vaazlarında sürekli olarak söylediği ve özellikle ramazan ayında zekat anlamında söyledikleri. Şimdi bunu derken yine bir hadis aktarayım. Sahabeden birisi ramazan ayında eşiyle beraber oluyor. Dolayısıyla orucunu bozmuş oluyor ve geliyor Allah resulüne diyor ki gerçi kefaret konusu da fıkhen çok tartışmalı bir konu. Böyle bir suç işledim yanlış yaptım şu kadar tutacaksın oruç. Ya resulullah zaten ben bir ay dayanamadım iki ay nasıl oruç tutacağım. Bu Müslim’de geçen bir rivayet. O zaman şu kadar fakire… Yok. İmkanım da yok. Kısa geçiyorum. Birisi bir hurma getirmiş. O zaman şu hurmayı al Medine’deki fakirlere dağıt. Vallahi Medine’nin şu iki dağı arasında benden fakiri de yok. O zaman git eşinle çocuklarınla beraber ye diyor. Bu ruhsat sadece o kişiye aittir. Ya kardeşim nereden çıkardın bunu? Yani bizim bunu tahsis etmeye hakkımız var mı? Yok.
Alın aynı şeyi namazların cemi konusunda Hanefi mezhebine göre şöyledir Şafiye göre böyledir. Misafirlikte cem caizdir. Hanefi mezhebini tam bilemiyorum. Sadece biri Arafat’ta biri Müzdelife’de öğle ikindi akşam yatsı birleştirilerek kılınır. Bunun dışında caiz değildir. Allah resulü bir kaç kez öğle ile ikindiyi akşam ile yatsıyı kimi zaman cemi takdim kimi zaman cemi tahir olarak kılmıştır. Soruyor kardeşim şöyle şöyle problemim var. Vaka olmasa da fark etmez de problemi ele alalım. İşçiyim firma müsaade etmiyor patron müsaade etmiyor müdürü izin vermiyor işvereni izin vermiyor. Ne yapayım? Allah resulünün uygulaması var. Abdullah İbni Mesuda soruyorlar neden böyle yaptı? Yağmur yoktu çamur yoktu düşman saldırısı yoktu herhangi bir korku endişe yoktu niye yaptı? Ümmetine kolaylık olsun diye yaptı. Dolayısıyla ümmetine kolaylık olsun diye yapılan şeyi biz ne yapmışız? Yukarı çıkarmışız. Hatta kaynaklarda özellikle şunu hemen söyleyeyim. Yine duyduğunuz bir olaydır. Hani Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettiği zaman hayatında hiç ikindinin sünnetini kazaya bırakmayan kılamamış olan var mı? Kimse çıkmamış bir kendisi çıkmış. İsmail Hakkı Bursevi’nin Ruh-ul Beyan’ında olayı asr suresinde farklı şeylerde araştırdım. Bazılar diyor ki kadının biri Allah resulüne geliyor. Ya resulullah ben mahvoldum. Yav kadın ne oldu? Ben perişan oldum hayatım kaydı. Ne oldu? Ben gayrimeşru bir iş yaptım. İyi recmederiz işin biter. Yok ben hamileyim. Git çocuğunu doğur gel. Ben çocuğu doğurdum. Çocuğu öldürdüm. Sonra onu bir turşu küpüne koydum. O turşunun suyundan da halka içirdim. Ben de zannettim ki ikindi namazının sünnetini kaçırmışsın! Düşünün. Haram üzerine haram haram üzerine haram işleniyor ve iş o kadar basite indirgeniyor ki zannettim ki şunu şöyle yaptın. Bütün bunlar ne yazık ki Kuran’ın Sünnetin önüne geçmiştir.
Az önce kardeşimle de sohbet ettik. Bir dilekçeden söz etti. Çokça meşhur olan bir hadis ki gerek ben bu kitapta gerek mevzuat kitabında detaylandırmaya çalıştım mümkün olduğunca. Eğer sen olmasaydın ben felekleri kainatı yaratmazdım. Şimdi bu konuya dair o kadar yanlış o kadar farklı şeyler var ki. Öncelikle Zariat Suresi’nde İnsanları ve Cinleri ancak bana kul olsunlar diye yarattım. Resulullah da dünyaya kul olarak gelmiştir. Kelimeyi şehadette önce abd sonra diğer şeyler geliyor. Dolayısıyla Hz. Peygamber için en övünülecek özellik abd olmadır. Kul olmadır. Kaldı ki hiçbir varlığın hiçbir insanın Allah üzerinde bir kutsiyeti yoktur ki onların yüzü suyu hürmetine bu kainatı yaratmış olsun.
Hz. Peygamber ile ilgili Maide 67. Ayetinde “Ey peygamber Allah’tan sana geleni tebliğ et. Eğer yapmazsan sen görevini yapmamış olursun.” (Maide 5/67) Başka ayetlerde senin şah damarını koparırız diyor[1]. Kuran’a muhalif en ufak bir durum asla söz konusu değildir. Mesela biliyorsunuz Resulullah Medine’ye hicret ettikten sonra Bedir savaşı yapılmadan önce aynı zamanda kayın biraderi de olan Abdullah Bin Cahş komutasında küçük bir askeri timi Kureyş’in durumunu Şam yolculuğunda gelip giden ne gibi durumlar var onları denetlemek için göndermiştir. Abdullah Bin Cahş gidiyor ve Allah resulü kendisine mektup veriyor sakın ha ne saldır ne kimseyi öldür ne de herhangi bir ganimet al. Ama buna rağmen saldırıyor ve saldırı sonucunda iki kişi öldürülüyor iki kişi esir alınıyor o develerle beraber alınıp Resullaha getiriliyor. Bu olay recep ayında meydana geliyor. Fakat İslami kaynaklara baktığımız zaman efendim bu recep ayı değildi. Dört tane haram ayı var ya. Haram aylarda Müslümanlar dokunulmazlığı tanımadılar başkalarının canını ve malını heder ettiler bir de Müslüman geçiniyorlar. Kendilerinin ahir zaman peygamberi olduğunu söylüyorlar şeklinde Kureyşlilerin dedikodusu var. Sırf bu dedikoduyu bertaraf etmek için efendim her ne kadar bu recebin ilk gecesi olmuş dense de cemad ayında meydana geldi diyorlar. Halbuki Kuranı Kerim’de diyor ki “Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır. (İnsanları) Allah yolundan çevirmek, Allah’ı inkâr etmek, Mescid-i Haram’ın ziyaretine mâni olmak ve halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük günahtır.” (Bakara 2/217) Şimdi bu ayet hadisenin recep ayında olduğunu işaret ediyor. Kuran böyle diyor ama biz Kuran’ın dışında farklı şeyler söylemiş oluyoruz. Buna benzer örnekleri çoğaltabiliriz.
Bir gün Hz. Ömer (ra) Mescid-i Nebevi’ye girerken kapının dışında birileri ağlıyor. Bir genç. Allah resulüne geliyor ya Resulullah gencin birisi dışarıda ağlıyor feryadı figan içerisinde. Perişan vaziyette. Getirin bana. Getiriyorlar söyle bakalım ne yaptın? Söyleyemem. Ne yaptın? Öyle bir günah işledim ki ölmüş bulunan bir kadınla beraber oldum. Sonuçta o kadın uyandı. Beni rezil rüsva ettin. Ben kıyamet gününe kadar Allah’ın huzurunda cünüp olarak kalacağım. Sen beni bu halde nasıl bırakırsın? Allah resulü defol huzurumdan çık git diyor ve adam dağlara kaçıyor perişan vaziyette. Allah’a yalvarıyor. Yarabbi habibine gittim o beni reddetti kabul etmedi seni aracı kılıyorum. Ona ricada bulun da beni affetsin!
Hani meşhur bir müzekkin nüfus var. Eşrefulu Rumi’nin. Eşrefulu Rumi Hacı Bayram’ı Veli’nin de damadıdır. Tamamen saçmalıklarla tamamen rezaletlerle dolu bir kitaptır. Bir arkadaş getirdi hocam ne olur bunu Türkçeye çevirin. Aslı Osmanlıcadır. Israr edince dedim bir tek şartla. Ahmet Faruk müstear adıyla yayınladı. Eğer bütün tenkitlerimi koyarsan o şekliyle yazarım. Tenkitleri oldukları gibi koydu. Adam kitabı satamadı. Bir çok tabi tenkitler aldı. Bu oradaki hadislerden bir tanesidir. Bunun gibi yüzlerce rivayet var Allah resulüne isnat edilen. Bunların hiç birisi hadis değildir. Kuran’a iftiradır. Resullaha iftiradır. İslam’a iftiradır. Cenabıhakk’a iftiradır. Onun için elin adamı çıkmış Kuran İslam’ından hadis İslam’ına diye, yani Kurani gerçekleri bırakmışız hadis diye uydurulan şeyleri İslam diye bu topluma sunmaya çalışmışız. Böyle bir noktaya gelmişiz. Aynı olay İmam-ı Gazali’nin İhya’sında geçer. Bir çok hocamız tavsiye eder. Hepimiz gibi hata edebilecek bir insanın elinden çıkmıştır o da. Gazali hata işlemez değildir. Masum da değildir.
Burada hemen bir hatıramı anlatayım. Almanya’nın Berlin şehrindeyim. Ramazan ayında 2003 ya da 2004 yılı gibiydi. Ramazanın sonuna doğru hocam dediler toplantı var teravih namazından sonra bütün imamlar bölge emirinin altında. Toplantının ne amaçla yapıldığını ben biliyorum az buçuk kulağıma geldi. Konuşmalarımdan hocalar imamlar rahatsız. Böyle bir endişe içerisindeler. Gittik en az otuz kırk tane var imam. Çoğu imam hatip mezunu arkadaşlar. Tenkit geliyor. Diyorum ki adresi söyleyin. Hocam sonra hocam sonra. Biliyorum ki bana yapılıyor. Bitti mi bitti. Şimdi soruyorum size dedim burada da vardı meal. Hayrettin Karaman’ların Ali Özek’lerin hazırladığı Suud’da da dağıtılıyor ilk olarak basıldı. Şimdi ben dedim size soruyorum Kuranı Kerim’i baştan sona içinizde okuyan var mı diye sormayacağım. Çünkü biliyorum ki içinizde her ay hatim eden var. Kuranı Kerim’i baştan sonra meal olarak kaç kişiniz okudu? İnan tek bir kişi çıkmadı. Aman ha bu vahabilerin mealidir bunu okumayın. Halkı da ondan men ediyorlar. Peki soruyorum size ben İhya’yı okumadım. İçinizde İhya’yı okuyan var mı? Bir kişi dışında yok. Şimdi bırakın İhya’yı ben tenkit edeyim siz değil. İhyanın altı ciltlik Arapçasını Türkçeye çeviren biriyim. Bunun üzerinde söz sahibi olacak biri varsa bırakın da ben konuşayım. Sizin değer verdiğiniz manada ben daha fazla Gazali’ye değer veririm. Ama Gazali’nin hatalarına yanlışlarına da hiç bir zaman göz yummam. Orada İlim bölümünde Allah resulü bir gün Beytullah’ı tavaf ederken Beytullah’ın örtüsüne bürünmüş feryat ediyor. Allah resulü yaklaşıyor diyor ki derdin ne? Söyleyemem. Söyle. Nihayet ben çok zengin varlıklı biriydim bir fakir yoksul benden bir şeyler isteyince sanki ateşle üzerime geliyormuş gibi ben kovardım. Allahresulü ateşinle beni yakma uzaklaş benden diye kovuyor. Iraki İhya’daki hadisleri gözden geçirmiş yüzde yetmiş yüzde seksene yakını uydurma ve zayıf rivayetlerdir diyor. Yüzde yirmi ya bulunur ya bulunmaz sahih olan. Hadis baştan sona uydurmadır diyor Iraki bu hadisle alakalı olarak. Ama ne yazık ki Gazali alıyor bu hadis hakkında en ufak bir şey söylemiyor.
Hz. Süleyman ile ilgili bir olay anlatılır. Onu almış Gazali. Hani mühür kimdeyse Süleyman odur diyorlar ya. Mührü kaybetmiş Süleyman (as). Kaybedince eşi diyor ki mührü göster senin Süleyman olduğunu bileyim. Almıyor içeri. Aç kalıyor susuz kalıyor günlerce perişan vaziyette kalıyor. Ama bir türlü içeri almıyor. Mührü gösteremiyor. Kaybetmiş mührü. Bir keresinde geliyor kadın bir leğen içerisine idrarını yapmış alıyor idrarı Hz. Süleyman’ın başından aşağı döküyor. Bu Gazali’de yazar ve bunun üzerinde olumlu veya olumsuz tek bir kelime söylemez Gazali. Allah Peygamberini eşlerine rezil ettirmez. Hz. Lut’un hanımı iman etmemiştir. Nuh’un (as) hanımı iman etmemiştir. İmansızlıklarından söz edilir ama kocalarına karşı bu manada bir yanlış yaptıklarından söz edilmez. Bilmiyorum ben rastlamadım. Dolayısıyla İslam adına uydurulan bu şeyler bize aktarılıyor.
Hatta o yeri tespit edemedim. Eden arkadaş da bana yerini göstermedi hocam dedim gıybet olur diye söylemek istiyorum senin çalışma yaptığını da bildiğim için yazacağından dolayı vermiyorum dedi. Bildiğiniz Ruhül Beyan müellifi İsmail Hakkı Bursevi. Bu adam biliyorsunuz Bursa Ulu Cami’de de imamlık yapmış. Bu Hz. Süleyman olayını ele almış. Sonrasında bu sonrası Gazali’de yok. Orada olduğu söyleniyor ben rastlamadım okuyan arkadaşlar aktardı ama yerini bir türlü tespit etmem için altı cildi baştan sona okumam lazım. Orada nihayet şeytan geliyor Hz. Süleyman suretinde Süleyman’ın eşiyle beraber oluyor ve ondan dünyaya gelen bugünkü Kürtler oluyor! Allah’ın kitabına bu manda iftiralar yapan insanlar. Bu adam diyor ki insan rüyada Resulullahı görürse o sahabedir. Kesin sahabedir. Bırakın sahabeyi biz gündüz gözüyle biz peygamberle gezeriz dolaşırız görüşürüz hiç bir sakınca yok. Bu gayet doğal bir şeydir.
Levlake hadisiyle ilgili Acluni’yi örnek gösterirler. Ne yazık ki Abdulfetahı Hudbe büyük bir alimdi hadis alanında söz sahibiydi. Şimdi bu adam yaptığı çalışmasında örnekleriyle bunu veriyor diyor ki ne yazık ki Acluni Keşful Hefa’nın müellifidir. Meslek olarak da tabiptir kendisi. Bu adam önsözünde ki ben okumamıştım sonra baktım ifade var önsözünde insan rüya aleminde peygamberi gördüğü takdirde ona bir hadisi tashih ettirebilir. Bizim mevzu dediğimiz uydurma dediğimiz bir rivayeti o tashih ettirebilir diyor. Bu adam uydurma hadisler konusunda da eser yazmış. Onun için adam bir eser yazıyor veya makale yazıyor içine hadis koyuyor yanına keşfül hefa diyor. Ama okur keşful hefanın nasıl bir kaynak olduğunu bilmiyor. El esrar diyor. Ama bu kaynakların hangi tür rivayetleri ele aldığını vermiyor. Buhari demiyor Müslim demiyor diğerlerini söylemiyor. Çünkü onlarda yok. E okur da bunu bilmiyor. Bilmediği için bu şekilde yutturmaya çalışıyor.
Bakın bırakın onu Müslim’de bile Buhari’de bile mevzu hadisler vardır. Bir örnek vereyim. Buhari’de eğer Havva olmasaydı kadınlar ihanet etmezdi. Eğer İsrailoğulları olmasaydı gıda maddeleri kokuşmazdı. Havanın uygun olmadığı şartlarda gıda maddeleri bozulur. Bunun İsrailoğulları ile şununla bununla bir ilgisi yok. Hani şu ağaca yaklaşmayın dedi ya. Şeytan Hz. Adem’i yanıltamayınca gitti Havva annemize önce onu yoldan çıkardı. Onu yedirdi o geldi yedi. O yüzden kadın şeytanın tuzağıdır. Dolayısıyla kadınlara en güvenilir de olsa sakın güvenmeyin diye bu manada yüzlerce binlerce hadis uydurulmuş. İnanın binlerce diyorum. Gerçekten çok hadis uydurulmuş kadınlar aleyhinde.
Yahya Şenol:
Hocam bize gelen sorular daha çok mevzu hadisleri nasıl tanıyabiliriz konusu üzerine bir rivayete biz nasıl mevzu deriz üzerine. Daha sonra da meşhur olan bizim hadis diye bildiğimiz mevzu hadislerden soruluyor. Konuyu biraz daha oraya doğru kaydırabilir miyiz?
Harun Ünal:
Hay hay. Hemen örneği vereyim. Dolayısıyla Müslim’de geçe bir hadis. Az önce Buhari’de geçenin örneğini verdim. Hz. Havva ihanet etmiş. O zaman başka bir erkek yoktu ki bir ihanet söz konusu olmuş olsun. Bu nasıl bir ihanet? Kadınları potansiyel günahkar olarak kabul etmek. Kaldı ki ikisi beraber yediler diyor. İkisi dedi ki biz kendimize yazık ettik. Bu anlamda Kuran bu ifadeyi tamamen çürütüyor. Yani Kuran başka söylüyor bir diğeri başka türlü söylüyor.
Buhari’nin selam bölümünde geçiyor. Yahudilere Hıristiyanlara selam vermeyin. Onlara şöyle yapın. İnanın insanın tüyleri ürperiyor. Kuran’ın gerçekleriyle bunlar taban tabana zıttır. Yolda karşılaştığınız zaman onları sıkıştırın diyor.
Şimdi bir takım hadisler uydurmadır diyoruz. Bunu nereden nasıl anlayacağız? Ne şekilde anlayabiliriz? Bir defa bir hadisin uydurma olduğunu Kuran gerçekleriyle taban tabana zıttır. Örneğin patlıcan her derde şifadır. Bunun Kuran’la ilgisi yok. Tıbbi gerçeklere aykırıdır ki burada tıbben kanıtlandığı vaki değildir. Bu manada tıbbı nebevi diye yazılan bir çok hadis kaynaklarında inanın hadislerin bir çoğu mevzu rivayetlerdir. İçlerinde sahih rivayet pek azdır. Bir vatandaş bir zamanında bir televizyon programında da mehdilik konusunda tesadüfen karşılaştık. Geçen gün baktım yine aynı vatandaş televizyonda. Hekim bu adam. Çocuğu olmayanlar için Muhammet ismini kim koyarsa kesinlikle o cennetliktir falan buna benzer ilaveler de vardır. Çocuğu olmayan mutlaka içine Muhammet kelimesinin harflerinden birisini mutlaka isminin başına getirsin onların çocuğu mutlaka olur. Ne yazık ki bir çok televizyonlar bunlara teşne halde. Bu tip uydurmaların yayılmasına sebep olmuş oluyor. Onun için birincisi demek ki Kuran gerçekleriyle taban tabana zıttır.
Örneğin diyor ki bir Müslüman dağlar kadar günahlarla gelse Allah Müslüman’ı cehenneme koymak istemez. Onun için diyecek ki şu Yahudi ve Hristiyanlardan ben sana fidye olarak verdim onları cehenneme götür seni onun yerine cennete koyuyorum. Senin günahlarını ona yüklüyorum! Bu “Kimse bir başkasının günahlarını yüklenemez.” (Fatır 35/18) ayetiyle taban tabana zıttır.
“Zina ürünü olan bir çocuk ve ondan gelecek yedi nesil ebediyen cehennemliktir.” Bu da yine aynı ayetle taban tabana zıttır. Kuran gerçekleriyle taban tabana zıttır. Demek ki bir hadisin ilk bakışta uydurma olup olmadığını nasıl bilirizin örneklerinden bir tanesi bu.
Bir tanesi de Hz. Peygamber’in söylediği sözlerde bir akıcılık vardır. Eğer hadiste bir sıkıntı bir problem, zor anlaşılan ifadeler varsa peygamber kolay anlaşılabilen ifadeler kullanmıştır. Çok nadir rastlanır ağır ifadeler zor anlaşılacak ifadeler kullandığı. Dolayısıyla hadis içerisinde bu manada insanı dil açısından zorlayan bir sıkıntı varsa o hadisin uydurma olduğuna işarettir.
Bir diğeri çok abartılı sevap içerenler. Veya çok abartılı günah içeriyor. Bu manada olan hadislerin yüzde 99 virgül 99’u uydurmadır. Mevzu rivayetlerdir. 4444 defa şunu okursan… Eskiden tespih vardı şimdi numaratör mü diyorlar zikirmatik mi diyorlar. Ben onlara Allah’a hesap sorma makineleri diyorum! Çünkü yarabbi ben şu kadar zikir yaptım bana bunu mu vereceksin! Bütün bunlar para tuzağıdır. Bütün bunlar ekonomik manada ortaya konan tuzaklardır. Oyuna gelmeyiniz. Tespih de almayın bunları da almayın. Bunlara ön ayak olmamalıyız. Özellikle hanım kardeşlerim bunu her yerde her platformda söylemeliler. Öncelikle namaz ibadetinde durumun nedir? Allah’ın sana farz kıldığı ibadette görevin nedir? Kuran üzerindeki bilgin nedir onları bunlara teşvik edelim. Kuranı okumaya teşvik edelim. Kuranı okumaya derken Kuran’ın ne dediğini okumaya. Fatiha Suresini okuyorsan kardeşim bu Fatiha Suresi sana ne diyor?
Hanımlar bir araya geliyor hani 40 Yasin falan okuyorlar. Ben diyorum ki 40 Yasin okumayın kırık Yasin okuyun. Yani bir defa okuyun bir de mealini okuyun ne diyor orada? Dolayısıyla bunlar çok önemli şeylerdir. Mesela adam diyor ki bir kimse ramazanın son cumasında bir günlük kaza namazı kılarsa 70 bin senelik farz namazlarının yerine geçer. Şu kadar hac ibadetinin yerine geçer. Şu kadar zekatın yerine geçer. Şu kadar cihadın yerine geçer. Sayıyor sayıyor bitmiyor. Kardeşim ben niye namaz kılayım yahu? Ramazanın son cumasında kılayım bunu bu iş bitsin gitsin.
Kim Pazar günü dört rekat nafile namaz kılarsa her rekatında Fatiha’da sonra amenerresuluyü, İhlas suresini okursa şu kadar bin sene namazına geçerlidir. Şu kadar Kuranı hatmetme yerine geçerlidir. Şimdi televizyon ekranlarında hatimlerinizi gönderin diyor şu kadar hatim okuduk. Bütün bunlar insanları Kuran’dan soğutmanın yoludur. Kuran insanı mezarlıklarda rahat ettirmek için gönderilmemiştir. Dünya ve ahiret saadetini temin etmek ve onu hayata hakim kılmak onun bize emrettiklerini yaşamak için gönderilmiştir. Dolayısıyla onu anlayarak okuyacaksın. Böyle olmasına rağmen biz ne yapıyoruz Kuranı Kerim’i farklı bir şekilde alıp değerlendiriyor farklı bir şekilde alıp sunmaya çalışıyoruz. Oysa ki Kuranı Kerim’in bununla hiç bir ilgisi yoktur.
Irkçılık anlamında rivayetler uydurulmuştur. Vatan sevgisi imandandır. Bir defa hiç bir ayette vatan sevgisinin imandan olduğu söz konusu değildir. İnsan doğal olarak doğduğu yeri sever. Bu tabii bir olaydır. Bunun imanla inançla alakası yoktur. Dolayısıyla bunu kalkıp bu şekilde… O zaman Mekke’yi sevmek imanın bir gereği olması gerekirdi. Medine’yi sevmek o manada iman gereği olması gerekirdi. Ama biz bunları bulamıyoruz. Kaldı ki hadisleri ele aldığımız zaman inanın en sahih diye kabul ettiğimiz bir kaç tane varyantı vardır. Rivayet şekli vardır. Birinde iki tane madde var birinde üç tane öbüründe beş tane. Hangisi? Ebu Hureyre’den gelmiş veyahut Abdullah İbni Ömer’den gelmiş veya Ebu Sayid Hudri’den gelmiş. İlk ravi aynı ama sonradan bakıyorsunuz aynı ravinin rivayet ettiği birinde üç madde birinde beş madde. Peki Hudri bunların hangisini söyledi?
Şimdi Kuranı Kerim’de: “Elçi Rabbinden kendisine tüm indirilenlere iman etti, mü’minler de iman ettiler. Onlardan herbiri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine inanırlar.” (Bakara 2/285) deniyor. Buhari’nin iman bölümünde 37’ye 50. Hadis. Orada Allah’a, meleklerine, peygamberlerine ve Allah’ın huzuruna çıkmaya. Kitaplara yok. Farklı yerlerinde kitaplara da diye geçer. Bu yeni yapılan baskılarda bunu eklemişler. Eski baskılarda göremeyeceksiniz. Kuran’da kitaplara var. Sahih hadis tamam. Burada yazmıyor da biz peki ne yapacağız? Kuranı Kerim’de kader hadisesi yok. Ama bakıyorsanız kaderi eklemiş hayrı eklemiş şerri eklemiş. Tatlıyı eklemiş, acıyı eklemiş. Öldükten sonra dirilmeyi eklemiş. Ama ilk raviye baktığınız zaman Ebu Hureyre çıkıyor. Peki Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği bu hadis niye farklı kişilerde eklemeli olarak geliyor? Bütün bunlarda bir müdrec olayı vardır bir ekleme olayı vardır.
Ya da kişi sahabi de olsa meseleyi kavrayamamış olabilir. Bir gün Ebu Hureyre (ra) bir olay anlatıyor. Üç şeyde uğursuzluk var diyor: kadında, atta, evde. Hz. Aişe validemiz olayı duyuyor. Kapıyı açtığı zaman o öyle değildi diyor. Allah resulü öyle buyurmadı diyor. Ya? Cahiliye döneminde insanlar toplum üç şeyde uğursuzluk sayardı. Oradaki cahiliye kısmını unutmuş olabilir duymamış olabilir. Hani şöyle anlatayım. Bu bir espri de olabilir. Hocaefendinin birisi vaaz ediyor. Teyemmümden anlatıyor? Su bulunduğu zaman teyemmüm bozulur diyor ya. Affedersin adam merkebin üzerine suyunu falan koymuş her şeyi heybesiyle merkebin üzerinde. Bir yerde uyumuş kalmış, döndüğünde merkep yok. Su da gitti ekmek de gitti yiyecek de gitti. Vakit de girmiş adam abdest alacak namaz kılacak su bulamıyor falan. Derken uzaktan eşeğin anırma sesi gelince diyor ki eşek anırınca teyemmüm bozulur. O sırada camiye birisi giriyor. İşin bu yönünü duyuyor sadece. Eşek anırınca teyemmüm bozulurmuş. İşin baş tarafını bilmeyince. Siz eğer işin sadece bu noktasını alırsanız tıpkı oradaki gibi böyle bir yanlışa düşmek durumunda olabilirsiniz.
Siyasi çekişmeler ve mezhepler açısından hadisler uydurulmuştur. Mesela Muhammed Bin İdris Eşafi adında birisi çıkacak o iblisten daha eşettir. Hanefiler bunu ona karşı söylemişlerdir. Numan bin Sabit adında biri çıkacak o ümmetimin en emin insanıdır gibi. Ya da Allah’ın nurundan yaratılmıştır şeklinde İmam’ı Azam Ebu Hanife’yi bu derece yücelten rivayetler.
Bu arada bazı hadislerden de aktarayım kaynaklardan. Ramuzul Hadis. Gümüşhanevi’nin. Keza İmamı Suyuti’nin Camii Sarir’i. Bunlarda ne yazık ki bir çok mevzu ve zayıf rivayetler vardır. Kaldı ki Süneni İbni Mace’de, Darimi’de, Ebu Davud’da, Nesehi’de, Tirmizi’de bunlarda da bir hayli uydurma hadis var zayıfların ötesinde uydurma. Yani mevzu hadisler vardır. Yani Buhari ve Müslim için de aynı şeyleri söyledik. Ne yazık ki İbni Vedan diye kadılık yapmış hakimlik yapmış bir adam İbni Veda’nın 40 hadisi diye tamamen uydurmuş. Ama çok güzel tatlı akıcı sözler var. Hadis diye güya teşvik babında Irak o bölgelerde kadılık yapmış hakimlik yapmış bir insan. Ama hadis uydurmuşlar bu insanlar.
Kimileri Allah rızası için hadis uydurduğunu söylemiş. Baktım halk Kuran’dan uzaklaşıyor. Ebu Hanife’nin fıkıh şeylerine dalmaya başlamış. Onları oradan kurtarmak için Allah rızası için 6 bin hadis uydurdum diyor! Allah rızası için cehennemini hazırlıyor ama bunu Allah rızası için yaptım diyor. İtiraf ediyor. Bu manada Dürretül Vaizin gibi Ramauzunul Hadis ya da Suyuti’nin kitabı gibi kitapları aldığımız taktirde bunlara bu gözle bakmak lazım. Bu kitaplarda üç tane hadis peş peşe gelir. “Kim aşık olursa, aşkını gizlerse o şehittir. Kim aşık olursa aşkını gizlerse şöyle şöyle davranırsa o şehittir ve cennetliktir” ve öyle devam eder.” Bu hadis uydurmadır. Ama ne yazık ki bir zat çıkmış bu hadisin uydurma olmadığına dair kitap yazmış. Bu adam cephede şehit olan şehitten daha üst mertebededir. Çünkü diyor bu adam kendine hakim olmuş. Aşkından dolayı kötü bir iş yapmamış ve bunu için de ölmüş gitmiş. Bu cephede savaşandan daha mücahit daha önemli bir şehittir gerçek şehit budur diye savunmaya kadar gitmiş ki bunu bütün detaylarıyla kitabımda zikrettim.
Dolayısıyla biliyorsunuz televizyonda da sık sık çıkıp konuşma yapıyor Ramuzul Hadisi Türkçeye çeviren Cevat Akşit ve Lütfü Doğan. Bu bir gazete de yayınlandı okurlarına bunu hediye etmişti Milli Gazete. Bir keresinde 80’li yıllarda meşhur bir fabrikada çalışanlar, gıda fabrikasında, yönetici konumunda olanlar haftada bir ders verir misiniz falan demişlerdi. Onlarla ders yapıyorduk beraberce. Bir takım konularda rahatsızlık duymuşlar. Kimisi de Sakarya Akademi’deyken Cevat Hoca onun talebeleriymiş oradan mezun. Ona gidiyorlar diyorlar ki efendim böyle böyle bu isimli bir hocadan ders alıyoruz ama şöyle tenkitleri var ne dersiniz. Söylediği tek şey şu o vahabidir. Hocam diyor biz arkadaşı tanıyoruz böyle bir şey yok. O zaman diyor Karamancı’dır diyor. Neticede diyorlar ki sizi karşı karşıya getirsek kabul eder misiniz? Gelmez diyor. Ya biz getirsek? Olur diyor. Geldiler bana söylediler. Hay hay dedim. 80’li yıllarda. Şu gün gelip alalım iki arabayla geldiler ben de ilgili kitapları çantama doldurdum. Hocam dediler onun öyle bir kütüphanesi var ki dört duvar tabandan tavana doludur. Gerek yok. Dedim önemli değil ben neticede hamallık yapmış olurum varsa da. Vardık. Erenköy’deydi yeri hocaefendiyle görüştük. Durumu anlattım. Siz dedim müellifin kendisi, Gümüşhanevi, bazı hadislerde, hepsinde değil, bu hadis hakkında filanca mesela İbnül Cevzi diyor ki bu hadis uydurmadır. Mevzudur. İbnül Cezvi der demez o vahabidir dedi. Eyvah hocam. Yazıklar olsun. Bir de profesörsünüz. Allah’tan korkmuyor musunuz? Siz herhâlde İbnül Cezvi ile İbnül Cezvi El Kayyıme’yi karıştırdınız. Kaldı ki o da vahabi değildir. Çünkü Muhammed bin Abdul Vahab daha dünkü adam. Sultan Abdülhamit döneminde yaşamış bir insan. Önemli bir ilim adamı. Tenkit edilir ayrı konu. Ama önemli bir ilim adamıdır. Bu insan daha çok İbni Teymiye’den yararlanmıştır. Ama İbnül Cevzi ise belki de mevzu hadisler konusunda ilk eser verenlerin başında yer alır. Dolayısıyla siz henüz bu insanları bilmiyorsunuz. Daha dün yaşayan Muhammed-ül Abdül Vahabi ondan 500 sene önceki adama vahabi diyorsunuz bu nasıl olabiliyor? Böyle deyince öğrenciler hocam dur dediler tamam. Yüklendiler hocaya. Hoca orada tabi şey oldu. Neticede İnanın bu insanların toplum üzerinde yanlış etkileriyle dini o kadar tahrip ediyorlar ki gerçekleri siz anlatmaya kalkıştığınız zaman ilk size yapacakları şey ya sapıksınız ya vahabisiniz ya mezhepsizsiniz. İnanın ne sapıklığın anlamını bilirler ne mezhepsizliği bilirler. Ne de efendim herhangi bir şeyi bildikleri yok. Sadece iftira. Onun için bu kitaba bu gözle bakmakta yarar vardır.
Mesela Taberi tarihinde ele aldığı kaynaklar der ki ben bu eserimde tenkit edenler olabilir. Ben sadece nakil olarak filandan falandan aldım ben değer koymadım. Kendisi diyor. Değeri sen ver diyor yani. Adam bunu söylüyor ama biz ne yapıyoruz kalkıp herhangi bir şeyi hemen bu Taberi’de yer alıyor filanda yer alıyor demek suretiyle böyle bir yanlış içerisine girmiş oluyoruz. Demek ki siyasi amaçlarlar olsun ırkçılık amacıyla olsun ve benzeri görüşlerle olsun ne yapılabiliyor? Hadisler uydurulabiliyor.
Ya da adam bir ürün çıkarmış. Ürününü satmak istiyor. Bunun için de ne yapacak? Mutlaka Allah resulüyle bunu ilişkilendirmelidir o konuda bir rivayet getirmelidir ki o ürünü satabilsin. Kabak cennet yemeğidir. Adam kabağı satmaya şey bulamıyor. Üretiyor. Ama bununla Allah resulünün hadis olarak uzaktan yakından alakası yoktur. Keza Hz. Peygamberin doğduğu gece bin seneden beri yanan Mecusi ateşi söndü. Kisra’nın sarayları şöyle oldu şurada şu oldu. Bu rivayetlerin bütünü yalandır ve uydurmadır. Hiç birisinin sıhhat derecesi maalesef yoktur. Aslında bizim için elimizdeki en büyük mucize Kuran’dır. Onun dışında mucize aramanın anlamı yoktur.
Yahya Şenol:
Irkçılık dediniz ya. Bu Arapları ya da Türkleri öven hadisleri nasıl değerlendirmeliyiz? Mesela çok meşhur bir hadis vardır üç şeyden dolayı Arapları seviniz. Ben Arap’ım. Cennet dili Arapçadır. Kuran Arapçadır. Bu da mevzu mudur?
Harun Ünal:
Bir takım varyantları da var bu hadisin. Bu manda olan bütün rivayetler mevzudur. Çünkü Kuranı Kerim’e baktığımız zaman hiçbir yerde bir ırkın övüldüğü söz konusu değildir. “Arapları üç şeyden dolayı seviniz. Ben Arap’ım. Cennet ehlinin dili Arapçadır ve Kuran Arapçadır.” Kuran’ın Arapça olduğu kesin. Hz. Peygamber’in de Arap olduğu kesin. Ama bunun cennetlik olması için bir gerekçe olması söz konusu değil. Kaldı ki cennet ehlinin dili şöyledir ya da böyledir bu manada hiçbir delil yoktur.
Yahya Şenol:
Zaten Kuran’ı Kerim’in Arapça olması Arapçadan kaynaklanan bir şey değil de ilk muhatap toplumun Arap olmasından dolayıdır.
Harun Ünal:
Elbette. Hatta dahası “Arapları sevmeyenlere duyurun ben kıyamet gününde onlar için şefaatçi olmayacağım!” Bu bağlamda belki onlarca hadis uydurulmuştur ne yazık ki. Bu açıdan bu tür rivayetlere de itibar edilmemesi lazım.
Gerek sünenlerin Ebu Davut Tırmızi gibi mesela “Türkler size dokunmadıkça siz dokunmayınız. Habeşliler size dokunmadıkça siz onlara dokunmayınız.” Bu rivayetleri Kuran bağlamında aldığımız zaman her ne kadar kesin mevzu olduğu söylenemiyor ise de sıhhat derecesinde kesinlikle bu hadis sahihtir diyen de yoktur. Sıhhati noktası şüphelidir, zayıf rivayetlerdendir.
Yahya Şenol:
Meşhur uydurmalardan bir kaç örnek verebilirsek…
Harun Ünal:
Mesela kitabımızda da var “Kadınlarınıza lohusa dönemlerinde hurma yedirin. Çünkü lohusa dönemindeki herhangi bir kadın gıda olarak hurma yerse bu kadının doğuracağı çocuk uysal olarak dünyaya gelir. Zira Meryem, oğlu İsa’ya hamileyken yiyeceği hurmadan ibaret idi. Eğer Allah katında hurmadan daha değerli bir şey olsaydı Allah onu ona yedirirdi.” Demek suretiyle bu da hurmayı satmak için belli bir şekilde uydurulmuş ayrı bir rivayet maalesef.
Şu anda içinde bulunduğumuz recep ayı ile ilgili bir rivayet var. “Recep ayı büyük ve önemli bir aydır. Bu ayda iyilikler kat kat katlanır. Kim recep ayında bir gün oruç tutarsa adeta bir yıl oruç tutmuşçasına değerlendirilir. Kim recep ayında yedi gün oruç tutarsa onun için cehennemin kapıları kapatılır. Kim recep ayında sekiz gün oruç tutarsa onun adına cennetin sekiz kapısı açılır. Kim recep ayında on gün oruç tutarsa Allah’tan ne dilerse Allah ona istediğini verir. Kim recep ayında 15 gün oruç tutarsa gökten bir ünleyen ona senin geçmiş günahların bağışlandı artık bundan böyle yeniden hizmete giriş diye seslenilir. Kim daha fazla amel işlerse Allah da karşılığını verir.” Diye hadis böyle uzayıp gitmektedir. Dolayısıyla recep ayıyla ilgili ve diğer şaban ayı ile ilgili bir hayli rivayetler bulunmaktadır.
Mesela bunlardan bir tanesi “Hz. İbrahim bir gün yatsı vaktinde yorulmuş, uykuya dalar ve uyandığında feryat etmeye başlar. Oğlu İsmail olayı duyar hemen babasına koşar. Hiç sorma oğlum. Biraz yorulmuştum. Yemekten sonra şöyle bir sırtımı dayadım ama uyuyakalmışım. Uykumda seni boğazlarken gördüm diyor. Baba bu senin cezandır. Eğer uyumasaydın bunlar başına gelmezdi. Sen bu cezayı şimdi çek.” Şeklinde babasını eleştiren ya da bir peygamber uyumaz manasında gaflet içerisinde zamanını geçirmez diyerek babasını kınıyor. Sonra diyor ki bu Kuran’da da var. Var ama Hz. İbrahim rüya gördü rüyasında oğlunu kesiyordu. Bu kadar. Ama bunun üzerine Kuran’la hiç ilgisi olmayan şeyleri eklemiş eklemiş.
Hz. Yahya ile ilgili aynı durum. Yine Veysel Karani ile ilgili onla da bir örnek vereyim. Peygamberimizin vefatından önce hırkasını Veysel Karani’ye vermesi konusunda vasiyet buyurmuş. Hz. Ali ve Hz. Ömer hırkayı alıp götürüyorlar. Onu bir çölde bir çukurun içerisinde buluyorlar. Hırkayı hediye ediyorlar. Alıyor memnun kalıyor ve biraz bekleyin diyor. Bir yere gideceğim. Üç gün bekliyorlar. Bakıyorlar olmuyor nihayet vardığı yerde secdesinde şöyle diyordu: Rabbim bu aziz hırkayı habibin bana verilmek üzere vasiyet buyurmuş. Üveys bunu giysin de ümmetimi kurtarması için rabbine dua ve niyazda bulunsun diye buyurmuş. Ancak ben de sen Hz. Muhammed’in ümmetini bağışlamadıkça bu hırkayı asla giymeyeceğim. Allah’la pazarlık ediyor. Tabii üç gün bekleyince olmuyor gidiyor o tarafa sesleniyor ve diyor ki dinleyin. Muhammed’in ümmetinin asilerinden olan üçte ikisinin günahlarını bağışlattım. Veysel Karani diyor. Tam kalan kısmını affetmesi için yakarıyordum ki siz beni şey yaptınız siz gidin diyor. Peygambere bile verilmeyen bir görev bu manada Veysel Karani’ye mal edilmeye çalışıyor ve böyle bir iftira onun adına bu ümmete dayatılmaya çalışılıyor.
Yahya Şenol:
Hocam müsaade ederseniz ben birkaç tane seçip sorayım. Bize çok sık bir şekilde sorulan bir hadis. Mesela bu “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışın” hadisi. Çok meşhurdur bu da ona da bir temas edelim.
Harun Ünal:
Bu söz aslında hadis değildir. Nitekim Humari adındaki zat da bunun uydurma olduğunu eserinde zikrediyor. Dolayısıyla İmam Suyuti de İbni Ömer’den rivayetle hadisi şu şekilde aktarıyor: hiç ölmeyecekmiş gibi çalışanın ameli gibi amel işle yarın ölecekmiş gibi endişe taşıyanın sakındığı gibi sakın. İmam Süyuti hadis için koyduğu işarette bu hadis zayıftır diyor kitabında. Bu hadisin Hz. Ali’ye ait olduğu rivayetleri vardır. Hz. Peygamber’in sözü değildir. Çünkü Müslüman belli bir zaman dilimini baz alarak ibadete sarıldığı zaman… Çünkü Müslüman’ın bütün hayatı ibadettir. Namaz, hac, oruç, zekat değildir sadece. Şu anda sizin ve bizim burada olmamız ibadettir. Allah’ın emirlerini aktarma olayıdır. İnsanın kendi çalışmasını ailesinin geçimi için çalışması, adım atması bunların hepsi ibadettir. Dolayısıyla müminin ayrıca bunu namazı, zekatı, haccı ve orucu bu anlamda değerlendirerek ki hadis diye sunulan bu ifadede bu şekilde bir anlam ortaya çıkarılıyor ki bu yanlıştır. Orada Hz. Ali’ye isnat edilen bu sözde yani sakın gaflete düşme… Sonuçta hadis değildir.
Yahya Şenol:
Sözü teknik olarak tevil edebiliriz ama hadis değildir diyorsunuz. Satranç oynayan melundur, lanetlenmiştir diye bir rivayet var. Ona bakalım.
Harun Ünal:
Şimdi şunu da hemen söyleyeyim. İmamı Suyuti ne yazık ki şöyle bir özelliği var. Aynı olayı Müstedrik’in müellifinde de görüyoruz. Bir çok uydurma ve zayıf olan hadislerin önce uydurma olduğunu söyler. Zayıf olduğunu söyler. Sonra da onu tekrar efendim bu şu ayetin ruhuna da uyuyor şu hadisin ruhuna da uyuyor diye bir takım tevillerle kullanıyor. Önce uydurma olduğunu söylerler sonra onu savunmaya giderler. Ne yazık ki burada da bunun zayıf olduğunu söylüyor. Satranç oynayan insan Allah’ın rahmetinden uzaktır ve bu insan tıpkı domuz eti yemişçesine bir vebal altındadır diyor. Oysa ki satranç Kuran’ı Kerim’de görülen kesin haramlardan, Resullahın sahih sünnetinde görülen kesin haramlardan bir haram değildir. Hatta bazı ilim adamlarına göre satranç zihin çalıştırma oyunudur bir savaş oyunudur diye bunun caiz olduğunu söyleyenler vardır. Ama birileri bundan rahatsız oluyor kalkıyor bunu Allah resulü üzerinden anlatırsam önüne geçebilirim şeklinde bunu hadis olarak sunuyor. El Esrar adlı kitabında şöyle söylüyor: Nevevi bunun sahih olmadığını söylüyor aksine bu yalan olarak uydurulan bir sözdür. Sehavi’nin de hadis uydurmayla eseri olan bir zattır. Bu manada söz sahibidir. Onun eserinde de bu konuda herhangi bir sabit olmuş değildir diyor. Bunları verdikten sonra bu hadisin Mürsel olarak rivayet edildiğini söyleyip sonra bunu savunmaya gidiyor. Suyuti de Cami kitabında böyle demektedir. Bilindiği gibi Suyuti bu kitabında uydurma hadis olamayacağına dair bir karar almıştır. Kaldı ki Mürsel hadisler cumhura göre hüccet kabul edilir diye Mürsel olan bu rivayeti hüccet kabul ediyor. Satranç oynamanın mubah olduğunu savunanların başında Said bin Cübeyr geliyor. Şabi geliyor. İmamı Şafi satranç oynamayı tenzihen mekruh sayan bir ilim adamı olarak geliyor ki kitapta bunu uzun uzadıya ele aldık.
Yahya Şenol:
Halkın diline de düşmüş olan güzele bakmak sevaptır diye söylenir. Yüzü güzel olana bakmak gözün kuvvetini arttırır diye uydurma olduğunu belirtmişsiniz.
Harun Ünal:
Tabi ben belirtmiyorum İslam uleması bu konuda kesin olarak güzele bakmak sevaptır güzele bakmak gözün cilasını arttır gibi. Aslında bütün bunlar şehevi duyguları birileri böyle yaparken mesela Gazali’nin İhya’sını ele aldığınız zaman orada da der ki bir kafile içerisinde henüz tüyü bitmemiş delikanlıları bulundurmak haramdır. Çünkü bu şehveti teşvik eder. Yani Gazali ve diğerleri gerek kadını görmede gerek henüz tüyü bitmemiş genci hep çok affedersiniz seks gözüyle bakmışlardır. Eski ulemada böyle bir sıkıntı böyle bir yanlış vardır. Hatta bu konu ile ilgili çok meşhur ve yaygın olan durumdur. Bir insan vefat edince kabre verildiği zaman erkek ya da kadın önemli değil telkin verilir ona. Bu telkin verilirken annesinin adıyla babasının adıyla söylenmez. Bu konuda sahih hiç bir rivayet yok. Ey falan oğlu kızı filan. Sen dünyadan çıktın ahirete gittin hesap sorulduğu zaman… Diye başlayan bir rivayet. Bu telkin diyor. Cenazeye kopya vermek gibi. Orada duran melekler bu adam kopyasını aldı biz burada durmayalım diyorlar. Şimdi burada üç sebep ortaya atılıyor. Bir. Neden dolayı annenin adıyla çağırılıyor? Hz. İsa babasız doğduğu için annesi Meryem üzülmesin İsa da üzülmesin diye onun hürmetine bu böyle yapılmış. İki. Hz. Fatıma kadınların en şereflisi olduğu için. Dolayısıyla bu bakımdan anne adıyla çağırılıyor ve nitekim annesi belli olmayan da Hz. Havva adıyla çağırılır diye söylenir. Üçüncüsü ki asıl olan budur. Ne kadar iffetli bir kadın kabul edilirse edilsin ya bir yanlış yapmışsa. Dolayısıyla kesin olarak her ne kadar halk falancanın oğlu kızı olarak biliyorsa da ya gizliden böyle bir hata yapmışsa. Böyle bir düşünceden. Bu da potansiyel olarak Müslüman kadının gayrimeşru bir hayat yaşadığının bir neticesini doğurur. Temel buna dayanır. İslam bunu baştan reddeder. İslam böyle bir şeyi kabul etmez.
Yahya Şenol:
Yine çok sık sorulan bir olay var. Gadiri hum meselesi. Nedir bu meselenin aslı astarı?
Harun Ünal:
Gadiri hum meselesi Peygamberimiz biliyorsunuz veda haccından dönerken geliyor gadir hum denilen bir mevkide konaklıyor ve orada konakladığı zaman sahabe de orada konaklıyor. Orada şunu söylüyor: “Ben kimin mevlasıysam Ali de onun mevlasıdır. Beni seven Ali’yi sevmiş olur. Bana düşman olan Ali’ye düşman olmuş olur.” Ki Şia’nın dayandığı delil burasıdır. Dolayısıyla Allah resulü Hz. Ali’yi kesin olarak kendisinden sonra vasi ve veli tayin etmiştir. Ondan sonra da ilk halife odur. Kim buna rağmen bunu tanımıyorsa onlar haindir Müslüman değildir şeklinde bunun etrafında bir sürü gürültü koparılır. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer tekfir edilir. Hatta sırf bu yüzden Kuran’da ifk olayında aklanmasına rağmen Hz. Aişe’ye iftira edilir. Nitekim bugün İran toplumunu incelediğiniz zaman Aişe adını kızlarına verdiğini göremezsiniz. Onlara göre çok affedersiniz Aişe fahişe anlamındadır. Böyle değerlendirirler. Onlarda Aişe adını göremezsiniz.
Yahya Şenol:
Rivayetin Sünni kaynaklarda da geçmesi meselenin bu kadar dallanıp budaklanmasında etkili olmuş mudur?
Harun Ünal:
Elbette olmuştur. Bu durum sanki orada o toplum içinde sahabenin bütünü bir karar almışlar biz bunu gizleyelim bunu söylemeyelim. Binlerce kişi orada olacak. Onlar orada ittifak edecekler Resullahın bu vasiyetini bu tavsiyesini kimseye söylemeyecekler. Sadece bir iki kişi. Bu büyük bir kitlenin huzurunda söylenen ifadenin hiçbir zaman gizlenemeyeceği… Yani elli yüz kişi bunu saklasa binlerce kişi var orada en az otuz kırk kişi bunun ravisi olması gerekirken bir kişi rivayet ediyor iki kişi rivayet ediyor. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in Hz. Ali ile ilgili bu rivayetin baş tarafı ile ilgili sıhhatli olabileceği konusunda düşünenler var. Ama benim yerime halife seçilecek kısmı tamamen uydurmadır diyorlar.
Yahya Şenol:
Yine bununla bağlantılı olarak meşhur olarak bilinen bir söz: “Benim ashabım yıldızlar gibidir hangisine uyarsanız yolunuzu bulmuş olursunuz.” Buna ne diyorsunuz?
Harun Ünal:
Bu hadis de Nehaki’de geçen bir rivayettir. “Ashabım yıldızlar gibidir hangisinin peşinde giderseniz o sizi hidayete erdirir.” Bir başka rivayette gökteki yıldızlar gibilerdir hangisine iktida ederseniz o sizi hidayete erdirir.” Tarzındaki rivayettir. Şimdi bu hadis ve bundan sonraki söylediğimiz hadis öncelikle sahabenin hepsinin hata etmez olduğu gibi bir yanlışa bizi götürüyor. Ne yazık ki bütün kaynaklarda sahabe adildir sahabe asla hata etmez asla yanılmaz. Oysa ki biz biliyoruz ki Hz. Peygamber zamanında sahabe arasında bir çok ihtilaflı konularda birbirinin malına el koyması veya yanlış yapması noktasında buna benzer bir çok hatalarını biz rivayetlerde görüyoruz. (Y.Ş.: Evet, zina yapan da var, içki içen de var.) Hepsi hepsi.
En basitinden Muaviye’yi ele alalım. İki tarafı ele alalım. İki tarafta da on binlerce sahabe birbirleriyle savaşmış birbirlerini öldürmüşler ve Allah için öldürmüşler birbirlerini. Olacak şey mi? Birbirlerini bu şekilde öldüren insanlardan bize bir takım rivayetler geliyor. Ben Muaviye tarafındaysam mutlaka ona yatkın bir rivayet aktarıyorum. Öbür taraftaysam ona yatkın bir rivayet aktarıyorum. Bunlar hadislerdeki sayıyı hiç akla gelmeyecek şekilde abartmıştır, çoğaltmıştır.
Yahya Şenol:
Garanik kıssasıyla ilgili… Bu da bayağı soruluyor nedir bu olayın aslı diye.
Harun Ünal:
Biliyorsunuz Necm Suresi’nin ilk ayetlerini Beytullah’ın yanında okurken sonunda secde ayeti geliyor. O secde ayeti gelince Allahresulü secdeye varıyor ve orada bulunanların hepsi müşrikler de Müslümanlarla beraber secdeye varmış oluyorlar. Bu rivayet hakkında ne yazık ki çok farklı bilgiler var. Burada diyor ki Hz. Peygamber Lat ve Uzza dedikten sonra onlar o putlar öyle yüce kuğulardır ki onlardan mutlaka şefaat beklenir demiş. Sanki şeytan bu ayetler okunurken araya bunu sokuşturmuş. Birlikte secdeye vardıkları zaman Muhammed artık bizim putlarımızı da doğru kabul ediyor. Dolayısıyla bundan sonra bizim Muhammed’le aramızda bir sorun yoktur demek suretiyle bir haber yayılıyor. Bunun için birince Habeşistan hicretinde hicret etmiş kişilerin bir kısmı da dönüp geliyor. Ama olayın öyle olmadığı… Bu arada şeytanın kesinlikle Kuran üzerinde bir etki edemeyeceği fakat bazılarının genelde şeytanın Resullahın ağzından değil kendisi ses kaydırması yaparak o ifadeyi oraya sokuşturduğu söyleniyor rivayet olarak. Ayet de şöyle: senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki bir şeyi temenni ettiği zaman şeytan o bu temennisine dair bir vesvese ona vermemiş olsun. Ama Allah şeytanın vesvesesini giderir sonra Allah ayetlerini sağlamlaştırır. Allah hakkıyla bilendir hüküm ve hikmet sahibidir. Bu kıssa bu şekilde anlatıldıktan sonra bütünüyle iftira olduğu yalan olduğu bunun aslının olmadığı gerek Buhari’nin sahihinde Necm Suresi ile ilgili rivayette böyle bir şey görmüyoruz. Buhari’de garanik diye bir olaydan söz edilmiyor. Müslüm’de böyle bir olaydan söz edilmiyor. Ama diğer kaynaklarda ne yazık ki farklı şekillerde… Diğer kaynaklar dediğim Hatip El Bağdadi’nin olsun ve benzerlerinin, içinde çok uydurma rivayetlerin olduğu İbni Celil Taberi gibi eserlerde bu ifadeleri görüyoruz. Ama süzgeçten geçirilmiş, her ne kadar tenkit ediyorsak da Buhari Müslim ve diğerlerini, diğerlerine nazaran daha çok süzgeçten geçirildiği için onlarda bu garanik olayı ile ilgili bir ifade görmüyoruz.
Yahya Şenol:
Zaten bu Hakka Suresi’nde “Eğer peygamber bir şeyler uydurmuş olsaydı biz onun şah damarını koparırdık” (Hakka 69/44-46) diyor. Demek ki böyle bir şeyin olmuş olması peygambere de kesinlikler ters.
Şöyle bir soru var, genel kapsamlı bir soru. Gaybdan haber veren hadisleri nasıl değerlendirmek gerekir. Hani ileride şunlar olacak, yıl veren hadisler de var. 100 sene sonra şunlar olacak, 1000 sene sonra bunlar olacak kıyamet bu kadar yıl geçmeden kopmayacak gibi genel manada bu tip gaybi hadisleri nasıl değerlendirmek gerekir?
Harun Ünal:
Önce şöyle bir şey söyleyeyim. Hocaefendi vefat etti meşhur biriydi. Bir gün yanına gitmiştim. Bu olay gündeme geldi. Dedi ki İmam’ı Suyuti’nin kıyamet alametleri ile ilgili bir eseri var. Orada şu tarihte kıyamet kopacak diyor. Tarih veriyor. Ben kitabı elime alıp okuduğum sırada, 20-30 sene önce, kıyametin koptuğu 63 sene olmuş! Geçmiş yani o kitaba göre. Kıyametle ilgili ve gaybi olan hadislerin hiçbirine sahih diyemeyiz. Bu konudaki hadislerin hepsi mevzudur. Bugün elimizdeki Kütüb-ü Sitte de geçiyor olsa da.
Müslüman birisi ölmemiş olsun ki onun yerine bir Yahudi’yi ya da Hristiyan’ı cehenneme koyar. Diyor. Bu 2000 küsur numaralı Müslim hadisi. Buhari’de de geçiyor. Halbuki Kuranı Kerim’de de geçiyor adamın Yahudi olması illa onun cehenneme gidiyor olması gerek değildir. Bir Müslümanın yerine cehenneme gitmesi olamaz. Allah’ın adil vasfına bu uygun düşmez. Tıpkı Hz. Peygamber’in babası ve annesini kaldırıp kendisine iman ettirmesi şahadet ettirmesi ve sonra tekrar ölmeleri gibi. O zaman Cenabıhak iltimas geçmiş olur. Benim babama niye olmasın sizin babanıza niye bu olmasın? Cenabıhak asla bu peygamberin babasıdır falan demez. Kaldı ki Hz. İbrahim’in babasının durumu ortadadır. Hz. Nuh’un oğlunun durumu ortadadır. Onun için bunların hiç birisinin geçerliliği yoktur.
Yahya Şenol:
Bir rivayet var. Kim üç cumayı önemsemeyerek terk ederse Allah onun kalbini mühürler. Son zamanlarda bunun Emeviler tarafından uydurulduğunu söyleyen hocalar revaçta. Ne dersiniz bu rivayet hakkında?
Harun Ünal:
Şimdi tekfir olayı bir defa kolay değildir. Mühürlerin anlamına baktığımız zaman şariler buna küfür anlamındadır diyorlar. Yani o insan bu insan İslam’a olgun bir düşünceyle bakmaz. Cuma’yı şu şekilde değerlendiriyor İslam uleması. Sıradan diğer namazlar gibi değildir. Siyaseti bir ibadettir. Bu anlamda da önemi var. Cumayı önemsemeden kitleleri harekete geçirecek siyasi bir hutbe verilirse ona katılmadığından dolayı vebal altındadırlar şeklinde değerlendiriyorlar ki bu hadis en azından mevzu değilse de şiddetli manada zayıf bir rivayettir. Ama Emeviler tarafından uydurulduğuna dair bir delil yok.
Yahya Şenol:
Bu meşhur 73 fırka hadisi ile ilgili ne diyebiliriz? Fırkaı naciye diye bildiğimiz hadis.
Harun Ünal:
Bu konu ne yazık ki hemen hemen bir çok kaynakta gerek hadislerle ilgili kaynaklarda gerekse de diğer vaaz ve sohbet şeklinde yazılan eserler olsun bu hadisi ele alarak bundan 300 500 hatta 1000 sene önce tek tek saymışlar. Bunlardan birisi Muteziledir, birisi Müşebbiedir, biri Mücessimedir saymaya kalkmışlar bir türlü 73’e çıkaramamışlar. Sonra onun etrafında bir şeyler yapmışlar gene yapamamışlar. Bugün yine aynı şeyi meydana getiriyorlar. Oysa ki bunun tam tersi bir rivayet de var ama elimizde bunun delili yok. Ümmetim 73 fırkaya ayrılacaktır. 72’si cennetliktir. Bir tanesi cehennemliktir diye de tam tersi olan bir rivayet de var. Bu ikincisinin sıhhat derecesinden daha uygun olacağı noktasında görüşler beyan ediliyor. Şunu unutmamak lazım. 73 fırka ile ilgili hadis Hz. Peygamber’in o mübarek ağzından çıkan bir ifade değildir. Neden değildir? Çünkü Peygamber ümmetini parçalamaya gelmedi. Kuranı Kerim Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ayeti ve Peygamberim böyle bir rakam vermesi de delillere tamamen aykırıdır.
Yahya Şenol:
Bir de kitabınızda “Namaz dinin direğidir” diye yaygın olarak hadis diye bildiğimiz ifade hadis değil midir?
Harun Ünal:
Elbette namaz dinin direğidir. Ama dinin direği hangi noktada değildir? Şunu biz anlayamıyoruz. Demin bir şey sorulmuştu. Hiç ölmeyecekmişsin gibi hadisi. Hz. Peygamberin ağzından çıkan ifade olarak bu söz hadis değildir. O anlamda hadis değildir. Yani doğru bir söz olabilir ama Peygamberimizin söylediği bir söz değildir. Kelam-ı Kibar, büyükler sözü olabilir ama bu anlamda hadis değildir.
Yahya Şenol:
Esneme ile şeytanı ilişkilendiren hadisin sıhhati nedir? Esnemek şeytandandır. Namazda esneyen falan gibi. Buhari de geçiyor bunlar.
Harun Ünal:
Hiç ilgisi yok. Bunların hiçbirisinin sıhhat derecesi maalesef sağlıklı değildir. Kaldı ki çok meşhur olan yemeğe başlamadan önce tuz almak sünnettir. Bu konuda tek bir delil yoktur. Bir kimseyi eve gelen misafiri kapıya kadar uğurlamak sünnettir. Bu da yoktur. Gelenek olarak kapıya kadar uğurlarsın o bir saygıdandır ama bunu bir hadise dayandırmanın bir anlamı yoktur. Dolayısıyla burada da durum o anlamdadır. Yani esnemek hiçbir zaman… Şu anlamda esnemenin gafleti çağrıştırdığı, yani insanın zinde olmaması manasında olarak olabilir ama Allahresulü’nün ağzından çıkmadığı bir çok kaynakta söylenmiştir.
Yahya Şenol:
“Ümmetimin alimleri Beniisrailin Peygamberleri gibidir” rivayeti uydurma mıdır?
Harun Ünal:
Bir defa mesela bu konuda diyorlar ki İmamı Azam peygamberdir. Şafi peygamberdir. Hanbeli peygamberdir gibi daha bir çok şeyleri bu anlamda söylüyorlar. Hiçbir zaman bir insan peygamber gibi olamaz. Peygamber olması bir tarafa peygamber gibi de olamaz. Bu tamamen uydurulmuş bir ifadedir. Hz. Peygamber’in ağzından böyle bir söz çıkmış değildir. Hatta bu hadisi ele alarak şöyle diyenler de vardır ki bununla ilgili olarak Tasavvufi yorumlarıyla 40 hadis diye Saadettin el Konevi’nin kitabını tercüme etmiştim. Onun baş tarafına bu hadisi koydum. Şu anda Profesör bir hekim arkadaş seksenli yıllarda ziyaretime gelmişti. Sohbet ederken hocam dedi böyle bir hadisi özellikle tasavvufla ilgili bir cemaat İsrailoğulları peygamberleri ile ilgili bir hadistir İsrailoğulları peygamberleri de devlet ve siyasetle hiç uğraşmamışlardır. Dolayısıyla bugün İslam alimlerinin devlet ve siyasetle uğraşmaları haramdır. Onun için bu hadis bunun delilidir. Bunun üzerine o kitabın aşağı yukarı 20-30 sayfasını bu hadise ayırmıştım. Bir defa Hz. Peygamberlerin hayatına baktığımızda bütün peygamberlerin hayatına bilebildiğimiz kadar baktığımızda Hz. Musa’nın Yahudileri alıp Kızıldeniz’den geçirdikten sonra Ti çölünde kalıp orada vefat etmiştir orada devlet kurmaları noktasında… Yani bir işin başında geçtikten sonra o işin çobanı olarak onları gütmekle görevlidir. Dolaysıyla Hz. Muhammed’in durumu da aynıdır. Bu ifade bahane edilerek Müslümanlar birilerinin egemenliği altında ona kul köle olmak bu küfür de olsa namazıma orucuma dokunmuyorsa benim de ona itaat etme durumum var. Delil olarak da bunu getiriyorlar. Bir ilgisi yoktur.
Yahya Şenol:
Sineğin suya batırılması ile ilgili meşhur hadis. Bir kanadı batmışsa diğer kanadını da batırın. Ne dersiniz bunun hakkında?
Harun Ünal:
Murdar olan bir varlığı, sinek bir canlıdır. Sonuçta mide bulandıran bir şeydir. Bunun bir kanadında zehir bir kanadında panzehir olduğu bugün kesin olarak elimizde kanıtlanmış bir delil yoktur. Konuşmamın başında dedim ki Tıbbi Nebevi’de söz edilen bu manadaki bir çok hadisin ne yazık ki temel dayanakları yoktur. Sıhhat dereceleri yoktur. Bu da aynı şekilde o kanadının batmamasının orada panzehir olup olmaması nedeniyle olmasını biz bilemiyoruz. Tıbben de kanıtlanmış değildir. Biz bazen Hz. Peygamber’e onun sahip olmadığı vasıfları yüklüyoruz ki onu insan üstü bir varlık kabul ediyoruz. Oysa ki Hz. Peygamber diyor ki: “Ben kuru ekmek yiyen dul bir kadının oğluyum.” Ama biz onu ulaşılamaz bir varlık gibi gösteriyoruz.
Yahya Şenol:
Bu çok gülmek eğlenmek gibi davranışları hoş karşılamayan hadisler rivayet ediliyor. Bunları nasıl değerlendirmeliyiz?
Harun Ünal:
Hz. Peygamber bazen ashabını ümmetini hafif meşreplikten uzak kalmaları konusunda uyardığı bir vakıadır. Ama hiç bir zaman ashabının mutluluktan dolayı gülmesini men ettiğini görmüyoruz. Dolayısıyla sürekli olarak hüznü içerin işte Müslüman hiç gülmez somurtur manasında bu rivayetlerin hepsi tenkit edilmiştir kaynaklara baktığımız zaman nasıl tenkit edilmiş? Ya senet bakımından problem vardır ya da metnin kendisinde bir takım problemler vardır.
Yahya Şenol:
Nazarla ilgili hadisler?
Harun Ünal:
Nazarla ilgili hadisler de maalesef… Gerçi orada bu mezarlıkta yatanların çoğu nazardandır anlamında rivayetler var. Ama bu konuda her şeyi biz başta Kuranı Kerim’e irca etmek durumundayız. Kuranı Kerim’e o işe dayandırmak zorundayız. Kuranı Kerim’e dayandırdığımız taktirde Kuranı Kerim’de gerçi bazıları nazar için de Kalem Suresi’nin son ayetini[2] buna delil gösterirler ama bununla ilgisi yoktur. Nazarla ilgisi de yoktur. İnsanın insan üzerinde bazı etkilerinin olduğu bakışlarının bazı etkilerinin olduğu tıbben söyleniyor. Bu farklı bir şekilde değerlendiriliyor.
Yahya Şenol:
Şimdi işte Buhari’de ve Müslim’de geçen bazı hadislerin de sahih olamayabileceğini söyleyince insanın aklına ister istemez şöyle bir soru geliyor. O zaman bu büyük eserlerin müellifleri olan zatlar Buhari, Müslim. Bu hadisleri hiç Kuran’a arz etmemişler mi de bu yanılgılara düşmüşler. Neden onlar da günümüzdeki gibi tenkit çalışmaları yapmamışlar.
Harun Ünal:
Güzel bir soru, önemli bir soru. Önce şunu söyleyeyim. Buhari diyor ki şu kadar hadis araştırdım yüzbinlerce ve her hadisi yazmadan önce boy abdesti alırım. İki rekat namaz kılarım. İstihare etmeden o hadisi yazmam. Bu bir abartılı ifadedir. Bunu tespit edemezsiniz. Buhari bunu söylüyorsa bunda bir sıkıntı var bu bir. İki Buhari Ahmed İbni Hanbel ve Yahya bin Mayına gidiyor diyor ki ben şöyle şöyle bir eser meydana getirdim. Bu eseri bir inceleyin. Benim hatam var mı yanlışım var mı yok mu. Başta kendisi de hata edebileceğini zaten kabulleniyor. Yani hatasız olduğunu hiçbir zaman söylemiyor. Ama daha sonra gelenler yani kraldan çok kralcı kesilenler vardır ki bu Buhari’ye de bir iftiradır. Buhari’de yapılan bir bühtan olmuş oluyor. Ahmet İbni Hanbel mukaddemesinde bundan bahseder. Onların da üç hadis üzerinde bir tenkitleri olduğunu söylemiş. İbni Hacir Askalani ben inceledim o hadislerin de Hanbeli ve Mayinin dediği gibi değil Buhari’nin dediği gibi sahih olduğunu anladım. Oysa ki burada şunu görüyoruz. Ne yazık ki alsak göreceğiz. Aynı ifadeyi noktası virgülüne almış hiç bir tenkit yok. Az önce söylediğim İsrailoğulları’yla Hz. Havva ile ilgili hadislerde şerhlere baktığımız zaman gerek mevzu hadislerle ilgili gerek diğerlerinde muttafıkun aleyh. Bitti. Sanki ağızlarına bir kilit vurulmuş. Böyle bir yanlış var. Açıyoruz diğer kitapları çıt yok. Sadece raviler hakkında bir şeyler söylüyorlar.
Bir örnek vereyim. Neshefi tefsirini tercüme ettim. Neshefi tefsiri daha çok Zemahşeri’ye tepki olarak yazılmış bir tefsirdir. Nesefi’nin Hanefi kolunun ağır bastığı bir tefsirdir. Zemahşeri’ye cevap niteliğinde. Zemahşeri’nin Keşşaf’ındaki ifadeyi aynen almış. Kelime aynı yüzde seksen aynı ifadeyi almıştır. Ne yazık ki eski ulemada böyle bir sıkıntı var.
Bir örnek daha vereyim. Ömer Nasuhi Bilmen Allah taksiratını affetsin. Bir çoklarımızın hocalarımızın elinde ilmihal olarak onu bulurlar. Baştan sonra hatalarla dolu bir ilmihaldir. Kadir Gecesiyle ilgili açın bakın Kadir Gecesi’nde kılınacak namaz diye bahsederken yanlış hatırlamıyorsam 1000 rekat mı ne yazıyor en çoğu. Delil büyükler böyle demiş. Şimdi bu kanıt olur mu? Çünkü eski ulemanın benden önceki hata etmez görüşüyle hareket etmiş. Bugün bu anlayışa ters düşen ve tenkitçi anlayışı olanlara bunlar zındıktır vahabidir veya bunlar mezhepsizdir gibi gerçekler ortaya çıktığı zaman. Yani adamların güvendiği dağlara kar yağmaya başladığı zaman problemler yaşanmaya başlayınca iftiraya gidiyorlar. Başka türlü cevap veremiyorlar.
Yahya Şenol:
Buhari’nin kitabının ismi el-Cemiüs Sahih. Deniyor ki bu sahih ismi Buhari tarafından mı verilmiş yoksa daha sonra birileri mi buna sahih vasfını vermişler. Neye dayanarak verilmiş?
Harun Ünal:
Kendisi vermiş. Yani sahih olarak kabul ettiklerim manasında. Kendi standartlarına göre sahih. Müslim’in kriteri başka öbürünün başka. Mesela Buhari kriteri olarak bir hadisi birinden rivayet ederken mutlaka ravi ile hadisi kendisinden rivayet edilen şeyhin aynı asırda ve birbiriyle buluşması gerekir diyor. Müslim bunu şart koşmuyor. Mesela aynı asırdaysa birbirini görmesi gerekmez diyor.
Yahya Şenol:
Bir de sizden bir tavsiye isteniyor. Pek fazla içinde uydurma hadis bulunmayan bir kitap tavsiye eder misiniz onu okuyalım hadis kitabı olarak.
Harun Ünal:
Şimdi içerisinde uydurma hadis olmayan bir kaynak pek olmamakla beraber dikkatli olmak kaydı ile… Öncelikle bir Kuran meali mutlaka okumalıdırlar. Kuran mealini okuduktan sonra okudukları hadis kaynaklarında en azından bunun şu ayetle bir problemi var onu bir araştırayım demelidir. Bunun için bir Kütüb-ü Sitte’yi almanın bir Buhari’yi evinde bulundurmanın bir anlamı yok. Bu değerlendirmeyi yapamayacak olanların. Fakat İmamı Nevevi’nin Riyaz us Salihin en azından mevzu var mı zayıf var mı var içinde. Ama illa da bir hadis kitabı alması gerekiyorsa böyle bir şey tavsiye edilebilir.
Gerçi Diyanet İşler Başkanlığı’nın Mehmet Görmez’in bu konuda bir çalışması var. Onlar bu anlamda bu sene başlayacaklardı. Aşağı yukarı on senedir on beş senedir güzel bir çalışmaları vardı. Altı veya beş ciltlik bu manada tamamen sahihlerden oluşan bir çalışmaları vardı. O da henüz çıkmadığı için şu an söyleyebileceğim bu kadar.
Yahya Şenol:
Sizin İhya çevirinizi nerede bulabileceklerini soranlar var.
Harun Ünal:
Onu Çelik Yayınlarına sormak lazım. Onlar için yapmıştım.
Bir Katılımcı:
Peygamberimizin en meşhur hadisinin veda hutbesi olması lazım. Bunu binlerce kişi dinlemiş olması lazım. Ama bunun bir çok versiyonu var. Bu noktada az önce bir çok meşhur hadise de uydurma dedik. Peygamberimizin mübarek ağzından yüzde yüz çıkmıştır diyebileceğimiz hadislerin kıstasını nasıl koyabiliyoruz.
Harun Ünal:
Şimdi Veda Hutbesi adı altına Resulullah’ın bir hutbesi yok. Veda haccı sırasında Allahresulünün farklı yerlerde konuşması var. Hitapları var. Bunlardan değişik kaynaklardan toparlanmış ve veda hutbesi olarak önümüze sürülmüş. Yoksa bir metin olarak yoktur. Beri tarafta söylediğiniz gibi bu konuda konuşmamın başında da söyledim en sahih olarak kabul edilen neredeyse mütevatir diyebileceğimiz men-kezebe hadisidir. Kim bile bile bana bir hadis isnat ederse o cehennemdeki yerini hazırlasın. Diğer hadislerin hemen hepsinde şu veya bu manada bir takım tenkitler yapılmıştır. Ama tenkitler yapılmıştır diye de elimizin tersiyle bütün rivayetleri de atamayız. En mütevatir kabul edilen hadiste bile müteammiden var mıdır yok mudur diye tartışılmış.
(Yazıya Geçiren: Efe Mısırlı – efemisirli@gmail.com)
[1] “Eğer o (Muhammed), Bize karşı, ona bazı sözler katmış olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık.” (Hakka 69/44-46)
[2] O inkâr edenler Zikr’i (Kur’an’ı) işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devirivereceklerdi. Hâla da (kin ve hasetlerinden:) «Hiç şüphe yok o bir delidir» derler. (Kalem 68/51)