Kutlu doğum haftasını geride bırakıyoruz. Kutlu doğum haftası dolayısıyla birçok yerde aşırılıkların olduğunu maalesef bu sene de gördük. Dolayısıyla bugünkü dersimizi ”Kutlu Doğum Etkinlikleri Ve Oralarda Görülen Aşırılıkla’r’ başlığı ile inşaallah yapmaya çalışacağız. Burada esas olan Cenab-ı Hakk’ın bizden ne istediğidir. Kendimizden bir şey katmadan bir değerlendirme yapma gayreti içinde olacağız.
Geçtiğimiz günlerde maalesef birçok etkinlikte ”levlake levlak lema halaktul eflak” şeklindeki uydurma söz baştacı edilerek sürekli tekrarlandı. ”Sen olmasaydın kainatı yaratmazdım” diye, haşa. Halbuki biliyorsunuz Allah-u Teala varlıkları kimin için yarattığını Kur’an-ı Kerim’de açıkça ifade ediyor. Bakara suresinin 29. ayetini açarsak orada görürüz. Diyor ki:
”Huvellezi halaka lekum ma fil ardi cemia.”
”Yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratan O’dur.” (Bakara 2/29)
Peki, ”levlake”de ne söyleniyor? ”Senin için yarattığıma” çeviriliyor. Halbuki Allah’u Teâlâ’nın ayetinde ”sizin için” deniyor. Hatta ”levlake”de ”sen olmasaydın kainatı yaratmazdım” var. Demek ki, herşey yaratılmadan önce o varmış!
Bir katılımcı: ” O’nu kimin yarattığı da belli değil! Herşey yokken o vardı deniliyor.”
O’nu kimin yarattığı belli değil yani. Ve çünkü haşa, sanki Allah yaratmamış Peygamberimizi de, yani ezeli! Zaten öyle diyor hıristiyanlar; ”hiçbir şey yokken söz vardı” diyorlar. Bizimkiler de Allah’la, ”hakikati muhammediye” arasındalar. Diyor ki: ”Ben ”la taayyun”den ”tayyun” makamına geçtim, ”hakikati muhammediye” oluştu diyor. Yani ”hakikati muhammediye” diye bir inanç var. Bu aslında Allah’u teâlânın bir değişik görünümü olarak anlatılıyor. Durumu belli olmadığı bir noktadan, belli olacak bir noktaya geldiği zaman ortaya ”hakikatı muhammediye” çıkıyor. Ondan sonra diyor ki: ”Allah’la ”hakikatı muhammediyye” aynı gerçeğin iki yüzüdür. Dolayısıyla Allah-u Teâlâ nasıl ”ezeli” ve ”ebedi” ise, O da ”ezeli” ve ”ebedi” olmak durumunda. Tabi araya bir takım zihin karıştırıcı cümleler de ister istemez sokuyorlar. O zaman, öyleyse tek bir varlık var: Allah!
O zaman Allah insan bedenine girerek yeryüzüne gelmiş gibi oluyor. Peki öyle olduğu zaman ”Allah’tan vahiy aldım” meselesi ne oluyor? O ”tek varlık” mı, ”iki varlık” mı, ne olduğu belli olmayan bir anlayışla, çok ciddi bir zihin karışıklığı ile hareket ediliyor. Ve bir aşırılık yapılıyor.
Mesela ”hakikati muhammediye”yi en güzel, güzel demeyelim de, mantığını en uygun şekilde anlatanlar hıristiyanlar. İsa yüzde yüz Allah’tır diyorlar. Bize de yansıyan tarafı var, işte Cübbeli Ahmet’in o perde arkası meselesi.
Bir katılımcı: ”Yüzde yüz Allah’tır diyorlar.”
Ama arkasından yüzde 100 insandır da diyorlar. Tabi o perdenin arkasındaki de önündeki de aynı. Yani vahyi gönderen de Muhammed oluyor alan da.
Ve internette dolaşan bir şey var biliyorsunuz. Öldürülen Bayram Ali Öztürk Arafat’ta konuşma yaparken, ”Muhammed Mustafa, haşa, Allah’tır” diyor. ”Eşittir Allah” diyor. ”Tek farkı var; ete kemiğe bürünmüş” diyor.
Bu ”levlake; sen olmasaydın yaratmazdım” diyenlerin aklından böyle bir şey geçmediğini ben şahsen düşünüyorum. Ama biraz düşündükleri zaman onların da bu tuzağa düşdüklerini görmeleri lazım.
”Sen olmasaydın!” Mesela şimdi siz bu ders olmasaydı, buraya gelecek miydiniz? Yani ders olmasaydı gelmezdim diyorsunuz. Peki dersi hazırlayan siz misiniz? ”Sen olmasaydın kainatı yaratmazdım”ın, bir düşünelim, o zaman O’nu yaratan Allah mı oluyor, bu ifadeye göre, haşa? Yani ”seni yaratmasaydım, kâinatı yaratmazdım” meselesi dense biraz farklı olacak. ”Sen olmasaydın” denildiği zaman o zaten varmış!
Bir katılımcı: ” Yani varlık değil, o var edilmemiş!”
Birisi tarafından var edilmiş gibi gözükmüyor. Dolayısıyla hıristiyanların aşırılıkları burada da gözüküyor. Çünkü geçen hafta burada anlatmıştık, ayni şeyi hıristiyanlar İsa aleyhisselam için söylüyorlar. ”Herşey onun için yaratıldı” diye. Taoistler de Te adını verdikleri ikinci tanrı için söylüyorlar bunu. Aracı tanrı için söylüyorlar. Şeytan insanları her zaman aynı şeylerle kandırıyor. Bunu da geçen haftaki dersin başında söylemiştik.
Bir, gizemle kandırıyor, yani ”gayb” bilgisi ile.
İkincisi, bir yetki vererek kandırıyor, meliklik yani kraliyet, kıralık yetkisi, yani Allah’a ait bir yetkiyi vererek.
Bir de ölümsüzlük ile kandırıyor.
Dolayısıyla mesela Muhammed (s.a.s)’in öldüğüne biliyorsunuz birçok kimse inanmaz. Yetkisini de kabul ederler. Şimdi burada bakıyoruz ki, müslümanların geldiği nokta ile yahudi ve hıristiyanların geldiği nokta arasında bir fark yok. Yani biz şimdi yahudilere ve hıristiyanları diyoruz ki; sizin dininiz batıldır, siz yanlış yoldasınız. Mesela hıristiyanlara diyoruz.
Allah-u teâlâ diyor ki:
”Legat kefarellezine kalu innallahe selisu selase’‘.
”Allah üçün üçüncüsüdür diyenler kesin kafir olmuştur”. ( Maide 5/73)
Şimdi biz bu ayeti hıristiyanlara okuyoruz. Diyoruz ki: ”Allah üçün üçüncüsüdür diyenler kesin kafir olmuştur”. Doğru, hiç şüphe yok, güzel de; bir de sen kendin için söylesene! Sen ne diyorsun yani? Elinde bu Kuran-ı Kerim varken sen ne diyorsun? Hadi ”üç” kelimesini söylemiyoruz diyelim, ki aslında bu söyleniyor. Tarikatçılıkta vardır, ikiler, üçler, yediler, beşler, kırklar falan filan gider. Böyle bir tanrı silsilesi oluşturulur. Ama yine aynı surenin 72. ayetinde Cenâb ı Hak şöyle diyor:
”Lekad kefarellezine galu innallahe vel mesihu bin meryem.”
”Allah Meryem oğlu Mesih’tir diyenler kesin kafir olmuşlardır” diyor. (Maide 5/72)
Peki o kesin kafir oluyor da, yani ”hakikati muhammediye” ile ”Allah bir gerçeğin iki ayrı yüzü gibidir” diyenler kafir olmayacak mı? Birazcık kendimizi gözden geçirmek mecburiyetindeyiz.
Halbuki ne diyor:
”Ve galel mesihu ya beni israil labullahe rabbi ve rabbekum.”
”Mesih şöyle demiştir: Ey İsrailoğulları, benim ve sizin rabbinize kulluk edin!” (Maide 5/72)
Bak işte, ”benim ve sizin rabbinize kulluk edin” denildiği zaman Rab’bi olan birisi Allah olabilir mi? ”Bana kulluk edin” demiyor. ”Benim de, sizin de Rabbinize kulluk edin” diyor. Muhammed (s.a.s.) de aynı şeyi söylemiştir. Hıristiyanlar bu yüzden en büyük günah olarak ”şirk”i kabul ederler. Sen şurdan bulsana ”hıristiyanlara göre en büyük günah şirkdir” diye yer var. Kuran’ı Kerim’de de Allah’ın hiç affetmeyeceği günah şirktir. Bunu söylemek bir şey ifade etmiyor.
Ordan yine bir tabak getir misiniz, mutfaktan?
Ondan sonra, yine Maide suresi’nin 77. ayetini açarsak arkadaşlar, burada Cenâb-ı Hak şöyle diyor: ”Kul ya ehlel kitap, la tağlu fi dinikum gayral hakk”
”Haksız yere dininizde aşırılık yapmayın!” (Maide 5/77)
”Guluv= kaynamak”tan geliyor evet.
”Vela tettebi’u ehvaekavmin kad dallu min kablu veedallu kesiran vedallu an seva-i-ssebîl.”
(Maide 5/77)
”La tağlu fi dinikum.”
”Guluv”, ”galeyan” kelimesi kaynamak demektir. Kaynayan şey ne yapar? Taşar, yani etrafa sıçrar. Mesela şurda bardakta su var. (Bir tabaktaki su dolu bardağa biraz daha su ilave edilerek, suyun bardağın dışına taşması gösteriliyor.)
Ne oldu? Taşırdın,taşırdın derler değil mi? Peki bunun çoğu bardağın içinde değil mi? Taşan çok az bir kısmı. ”Galeyan”da o olur. İyice kaynayıp dışarıya atmaya başladığı zaman ateşi kısarlar, kapağını açarlar ki, yemek taşmasın. Bilhassa süt te tabi öyle.
Şimdi ”dininizde taşkınlık yapmayın” diyor Allah-u Teala. O zaman ”taşkınlık” ne? Taşkınlık demek ”dininizle ilgili şeylerden tamamı yanlıştır” demek mi oluyor? Bakın şimdi, şu bardağı dolduran mı daha çok, tabağın içinde kalan mı? Bardağı dolduran daha çok değil mi? Taşan son damladır. Onun için ”o taşkınlığı yapmayacaksınız” diyor Cenab-ı Hak. Haksız yere. Böyle bir şey yok, yani hakkınız yok, ortalığı niye kirletiyorsunuz? O ”taşkınlık”tır insanı yoldan ayıran.
Şeytan sağdan girer soldan girer, önden girer arkadan girer. Yani şeytanı bir hırsıza benzetin. Binanızda içeri girebileceği bir yer arar değil mi? Nerden girebilirim? Herhangi bir yerden içeri girebilirse tamam. İçeriye girdiği yer bina ile kıyaslarsanız belki yüzde bir de değildir. Belki ikiyüzde birlik küçük bir fırsat bulmuştur. Hatta herkesin girdiği kapıyı bir an için kimsesiz bulup içeri dalmıştır. Yumuşak bir karın bulmuştur. Bu sebeple şeytan, mesela sizin gafletinizden istifade ederek içeri girmek için belki o anda size çok güzel şeyler de söyleyebilir. Sizi metheder, siz ne kadar güzelsiniz ne kadar iyisiniz filan der. Sizinle beraber içeriye bir girer. Siz o ara içeri girdiğini de farkedemezsiniz. O arada, ”ben bir tuvalete gideyim” der. ”Tamam, elbette ne demek buyur” dersiniz. Nasıl olsa sizinle beraber içeri girmiştir, dışardan hiç kimse ona hırsız da demez. Ondan sonra orda yapacağını yapar, çıkar dışarıya.
Bu sebeple şeytana çok dikkat etmek lazım. Hani derler ki; ”deme düşmana düşman elinde silahı ola, veli müşkil budur sureti haktan gele”. ”Elinde silahı olan düşmana düşman deme, surat-i haktan geliyorsa esas düşman odur.”
Şimdi ”şeytan doğru yolun üzerinde otur” diyen Allah-u Teala değil mi? Allah’tan kıyamete kadar süre istediğinde:
”Leaku denne lehum siratakel mustekim.” demedi mi? (Araf 7/16)
”Onlar için senin doğru yolunun üstünde oturacağım. Bu kesin kararımdır’‘ dedi.
”Summe leâtiyennehum min beyni eydîhim vemin halfihim ve an eymânihim ve an şemâ-ilihim.”
”Sonra sağlarından, sollarından, önlerinden, arkalarından geleceğim.”
”Vela tecidu ekserahum şakirin.”
”Çoğunun şükrettiğini bulamayacaksın. Teşekkür etmeyecekler, nankörlük edecekler.”
(Araf 7/16,17)
Ellerinde olanı değil, olmayanı esas alarak nankörlük edecekler. O zaman bu şu gösteriyor; doğru yolun üstünde olmayan kişi şeytanlık yapamaz.
Şimdi mesela burası Süleymaniye Vakfı değil mi? Kendimize göre biz doğruları anlatmaya çalışıyoruz. O zaman birisi burada oturmak istiyorsa, buranın şablonuna uygun olması gerekmez mi? Söylemleri de buraya uygun olacak değil mi? Dolayısıyla burda eğer Kuran okunuyorsa, Süleymaniye Vakfın’da olmak ”Kurancı” olmayı gerektiriyorsa, adam size okur, okur, okur ayetleri, sizi o arada şartlandırır. Doksandokuz tane güzel şeyler söyler, araya bir tane koydu mu tamam!
Mesela bakın küfür, ”örtmek” idi değil mi? Şimdi şu kapak, bütün bu bardakla kıyaslanırsa yüzde kaçlık yer işgal eder,şöyle kapatırsak? (Bir pet su bardağı ve kapağı gösteriliyor.)
Milimetreye bile gelmez, milimetreden de daha az birşeydir, yüzde birlere filan düşer. Örttüğünüz şeyin büyüklüğü hiç önemli değil. Önemli olan, örtüyor musunuz, örtmüyor musunuz. Şimdi bazıları Kuran’a methiyeler diziyorlar. Kur’an söyle güzel kitap, böyle güzel kitap,şu hakikatleri içeriyor, bunu yapıyor, şunu yapıyor, anlatıyor da anlatıyor. Ama en sonunda bir başka kitabı Kuran’ın üstüne koyuyor. Ondan sonra diyor ki: ”Bu kitap cam gibidir, Kuran’ı gösterir.”
”Kuran’ın cama ihtiyacı yok, kaldır şu camı kardeşim! Sen cam gibi de desen, ki ”nurcular” böyle yapıyorlar maalesef, en üste onu koyuyorsun ya,bitti! Örttün. Alt tarafı istediğin kadar methet. Hiç bir işe yaramaz. En üste onu koyuyorsan, aşağıda istediğin kadar methiyeler diz!
Buna çok dikkat etmek lazım.
Şimdi mesela hıristitanlar bak ne diyorlar:
”Dinle ey İsrail, Allah’ımız Rab, bir olan Rab’dır.” (Markus 12.29)
”İsa söyle demiştir: ”Tanrın olan Rabbe tap, yalnız O’na kulluk et!” (Luka 4.5-8)
Şöyle diyor katolikler: ”Birinci buyruk şirki yasaklar.” Bakın, ilk emir. Katoliklerin sözü bunlar.
”Şirk en büyük günahtır. Birinci buyruk şirki yasaklar. Allah’tan başka tanrılara inanmak ve tek olandan başka ilahlara saygı göstermek yasaktır.”
”Katolik Kilisesi Din ve ahlak İlkeleri”, 2112 sayılı paragraf.
Aynı şey bizde de var değil mi? Ama bu işin lafı yetmiyor. Siz istediğiniz kadar anlatın, anlatın, en son bir şeyle eğer bu işi örtüyorsanız, bitti! Onun için Allah-u Taala ne diyor?
”La tağlu fi dinikum” diyor.
”Dininizde taşkınlık yapmayın.” (Maide 5/77)
İşte şurda taşıran şeyler; içinde kalan bakıyorsunuz yüzde doksanı doğru, güzel şeyler.
”Ya öyle diyorsun ama adamın güzel tarafları da var!” Kardeşim, güzel tarafları yoktur demiyoruz ki. Ortalığı berbat ettiği şey o taşırdığı şeydir. Taşırmadan yapacaksın. Dolayısıyla Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemi anıyorsunuz. Bakıyorsunuz, çok güzel şeyler söyleniyor.
Dün bir vatandaş geldi buraya. Cumaya Süleymaniye Camii’ne gitmiş.
Dedi ki: ”Siz camide yapılan vaazı dinlediniz mi?”
”Yok” dedim. Tabi ben gittiğim zaman ezan okunmuştu, millet nafilelere başlamıştı.
Dedi ki: ” Vaaz eden hoca ”sen olmasaydın kainatı yaratmazdım” sözünün etrafında vaazetti. Ben de çok rahatsız oldum. Müftülüğe şikayete gideceğim.”
Müftülüğe gitmiş şikayete. Ondan sonra geldi. Hatta bir dilekçe ile yazılı şikayet yapmış. Geri geldi. Dedi ki: ”Orda bir görevli bana dedi ki, ‘bu hadis doğrudur. Zayıf olabilir, zayıf olması sahih olmamasını gerektirmez, doğrudur dedi.”
Adam iyice şok olmuş. Bana yazılı cevap verin diye, yani eline bir belge olarak almak istiyor. İstanbul Müftülüğü’ne ve diğer birçok yere müracaat edeceğini söylemişti. İşte bu taşkınlık, bak görüyorsunuz.
Allah-u Taala, Bakara 29. ayette şöyle diyor:
”Huvellezi halaka lekum ma fil ardi cemia.”
”Yeryüzünde olan ne ise, onların hepsini sizin için yaratan O’dur.” (Bakara 2/29)
Bizim için dediğine göre Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem de bir insan; tabi ki O’nun için de yaratmış oluyor. Ama özellikle O’nun için değil. Bak, ”bunu sizin için yarattım” demek başka bir şey, ama ”sen olmasaydın yaratmazdım” demek başka bir şeydir.
Mesela bir genç kız, ilk günden başlar, örer, şunu yapar, işte ben evlendiğim zaman şunu şuna veririm, bunu buna veririm, işte, eşime de şunları, şunları hazırlayayım der. Evlendikten sonra da ”bak bunu ben senin için yıllarca uğraştım yaptım” der.
Bir katılımcı: ”Bizim yaratılmamız onun kaderine mi bağlı oluyor?”
Şimdi, Cenab-ı Hakk ”bunu sizin için yarattım” değdiği zaman, o sıra bizim olmamız gerekmiyor ki. Zaten,
”Hel eta ala-l-insani hinun mine-ddehri lem yekun şey-en mezkura” diyor. (İnsan 76/1)
Yani ”insanın üzerinden uzunca bir zaman geçti” ki, böyle mezkur bir şey değil. Yani hakkında bir bilgi yok. O konuda bilgisi olan biri yoktu. Cenâb-ı Hak onun bilgisini o zamanki yer yüzünde olan meleklere, cinlere vermiş değil, bundan haberdar değillerdi. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem de bizim gibi bir insan. Vazifesi sadece tebliğ, Ceenab-ı Hakk’ın Rasul’ü olmasıdır. O’ndan vahiy alıp bizlere bildirmesidir.
”Ve ma halaktul cinne vel inse illa li ya buduni”
”Cinleri ve insanları, yalnız bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat 51/56)
Yahya Şenol: ”Talak suresinin onikinci ayeti var, kainatın yaratılmasında ile alakalı.Oraya da bakabiliriz.”
”Allâhullezî halaka seb’a semâvâtin”
”Allah yedi göğü yaratmıştır…”
”Ve minel ardı mislehunne”
” Yerden de tıpkı onlar gibi yaratmıştır.”
Demek ki, yerin içerisinde de yedi tane ana katman var.
”Yetenezzelul emru beynehunne”
”Göklerle yer arasında iş gelir, gider, iner.”
”Li ta’lemû”
”Bilesiniz ki”
”Ennallâhe alâ kulli şey’in kadîr”
”Allah herşeye bir ölçü koymuştur.” Onu bilesiniz diye.
Yahya Şenol:” ‘Bu’ bilinsin diye işte!
”Bunu bilesiniz diye”, evet. ”Bilesiniz” diye bu emir gidip, geliyor.
”Ve ennallâhe kad ehâta bi kulli şey’in ilmâ”
”Ve Allah-u Teala herşeyi bilgisiyle kuşatmıştır.” (Talak 65/12)
Yani o emir, gökle yer arasında gider gelir, yani iner ordan. Bunu bilesiniz diye. ”O emir” yani yaratıldıktan sonra Allah emrini Peygamberlere veriyor ve bize iletiliyor. Biz Allah-u Teâlâ’nın verdiği emir ile yarattıkları arasındaki ilişkiyi de görerek, şunu bileceğiz ki; Allah her şeye bir ölçü koymuştur.
Yahya Şenol: ”Dikkatleri biraz şu konuya çekmemiz lazım hocam. Dersin konusuna da isim koyduk ya, ”Türkiye’deki kutlu doğum etkinlikleri” diye. Şimdi bu isimlendirme bile bir defa aslında, benim kanaatimce bir saptırmaya insanları yöneltiyor. ”Kutlu doğum”; biz Peygamber Efendimiz’in doğumunu mu kutluyoruz gerçekten de? Kutlanması gereken O’nun doğduğu gün müdür, yoksa belki kutlayacaksak, peygamber olduğu gün müdür?”
Hiçbirisini de kutlamaya gerek yok. Sabahleyin o benim de aklımdaydı, şimdi aklımdan çıkmış. Dediğin doğru gerçekten. ”Kutlu doğum” ne demek yani? Şimdi orada Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in kişiliğine dikkat çekilmiş oluyor.
Yahya Şenol: “Vurgu tamamen doğum gününe, yani O doğdu, şöyle oldu şeklinde.”
Mesela Diyanet İşleri Başkanlığı’nın şöyle bir ifadesi var: “Peygamberimizin doğumu sıradan tarihi bir olay değildir.”
Yahya Şenol: “Yani doğuşuyla birlikte mi her şey değişti acaba?”
Halbuki Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selleme, hemen hepimizin ezberinde olan Duha suresinde Cenab-ı Hak ne diyor?
” Ve vecedeke daallen fe hede.’‘
”Seni ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette buldu.” (Duha 93/7)
Yani her akıllı insan gibi, bakıyor, toplumun gidişatı yanlış. Ama çare ne? O konuda bir bilgisi yok.
”Ma kunte tedri mel kitabu ve lel iman.”
“Sen bu kitaptan haberdar değildin. Bu kitapta anlatılan şekildeki imanı da bilmiyordun”. (Şura 42/52)
Peki şimdi Cenab-ı Hakk’ın bu anlattığı ile bu söz arasında bir şey var mı?
“Peygamberimizin doğumu sıradan tarihi bir olay değildir!” (Diyanet İşleri Başkanlığı)
Nasıl sıradan tarihi bir olay değil ise!
”Kul innema ena beşerun mislukum” ne olacak?
“De ki; ben de tıpkı sizin gibi bir beşer, bir insanım.” (Kehf 18/110)
O da bizim gibi bir annenin, bir babanın çocuğu değil mi?
“Bir kuru ekmek yiyen annenin çocuğuyum” diyor. (Ibn Mace, et’ime 30)
Ve yine ayeti kerimede Allah-u teâlâ:
”Vemâ muhammedun illa rasulun kad halet minkablihi-rrusul”
”Muhammed sadece bir elçidir, ondan önce de elçiler gelmiştir” diyor. (Al-i İmran 3/144) Sadece bir elçidir.
Ve bütün elçiler de;
”Kul inne ma ene beşerun mislikum”
”Ben de tıpkı sizin gibi bir insanım” diyen insanlardır. (Fussilet 41/6)
Nasıl böyle sıradan bir olay olmaz bu? Sıradan bir olay tabi.
”O’nun doğumunu anlamak biz müslümanlar olarak varlığımızı anlamak demektir.” (Diyanet İşleri Başkanlığı)
Yahya Şenol: ”Öyle mi yani, doğumunu anladığımız zaman mu oluyoruz?”
Doğumunu anladın; o zaman Peygamberimiz’in doğmasıyla bizim herhangi birimizin doğması arasında fark ne ki, O’nun doğumunu anladığınız zaman bizim varlığımızı anlayasınız? Zaten dünyada ilk doğan O mu? Nasıl oluyor? Herkesin bildiği bir şey bu.
”O’nun doğumunu anlamak yeryüzünde yaratılış gayesinin sırlarını anlamak demektir.” (Diyanet İşleri Başkanlığı)
Peki doğumda mı yaratılış gayesinin sırları var?
Yahya Şenol: ”Ne değişti peygamberimiz’in doğumunda?”
Bakın az önce ayeti kerimede;
”La tağlu fi dinikum.” (Maide 5/77)
”Dininizde aşırılıklara gitmeyin” diyor ya Allah-u Teala; bunların hangi temeli var? Yani bir şair söylemiş olsa dersin ki, şairler bu tip şeyleri söylerler.
Dr.Fegani Baylarov: ”Bir şair vardı, ismini söylemiyorum, çok güzel konuşuyordu. Sizin dediğiniz gibi böyle anlatıyordu, kafiyelerle şahane bir anlatımı vardı.”
Böyle aşırı aşırı şeyler. Ondan sonra;
”O’nun doğumunu anlamak yeryüzünde hayatın nihai anlamının bilmek ve anlamak demektir.” (Diyanet İşleri Başkanlığı)
Şimdi ne oldu? Bak koskoca bir din. Ama Allah-u Teala Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme ne diyor?
”Ve vecedeke daallen fe hede’‘ diyor. (Duha 93/7)
Yani doğumu bırak, ”40 yaşına kadar sen ne yapacağını bilmiyordun” diyor.
”Fe hede.”
”Allah sana yol gösterdi.”
Neyle gösterdi? Kuran-ı Kerim’le gösterdi. Onun için, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, kendi elçiliğine ilk önce inanması gereken kişidir.
”Amenerrasulü”
”Rasul inandı”
”Bima unzile ileyhi mirrabbihi.”
”Rabbinden kendisine indirilene.” (Bakara 2/285)
Ondan sonra diyor ki:
”Onun için ”anmaktan anlamaya” diyoruz.” (Diyanet İşleri Başkanlığı)
Güzel de; Peygamberimiz’i anlamak için bu kelimeleri mi söylemek lazım?
Yahya Şenol: ”Hocam Yunus suresinin 16. ayeti var. Diyanet mealinde 209.sayfada. 15. ayetten de aslında oraya bakabiliriz. Şimdi Peygamber Efendimiz gelip insanlara Allah’ın ayetini tebliğ edince, kendilerine o ayet okunanlar diyorlar ki:
”Kale-llezine la yercune likaena”
”Bizimle karşılaşmayı beklemeyenler, ummayanlar”
”Ti bikur-anin gayri haza ev beddilh”
”Ya git bize başka bir Kur’an getir, yada bu getirdiğini değiştir.”
Peygamber Efendimiz de diyor ki:
”Kul ma yekunu li en ubeddilehu min tilka-i nefsi”
”Benim bunu kendiliğimden değiştirmek gibi bir şeyim yok”
”İn ettebi’u illa ma yuha ileyh”
”Ben ancak bana vahyolunana tabi olurum”
”İnni ehafu in asaytu rabbi azabe yevmin aazim.”
‘‘Eğer isyan edersem büyük bir günün azabından korkarım” (Yunus 10/15)
Şimdi burası önemli, 16.ayette:
”Kul lev şaAllahu ma televtuhu aleykum”
”Eğer bunu Allah emretmeseydi, ben size böyle birşey okumayacaktım zaten” (Yunus 10/15)
Ama devamında ne diyor bakın, burası önemli:
”Fekad lebistu fikum umuran minkablih”
”Ben şimdiye kadar sizin içinize yaşamış biriyim”
Böyle şeyler söylüyor muydum bu güne kadar? 40 yıl ben Abdullah’ın oğlu Muhammed olarak aranızda dolaştım. 40 yaşından sonra Allah’ın Rasûlü Muhammed oldum ben. Ondan önce yapmadığım şeyleri niye şimdi yapıyorum?
”Efe la taakilun”
”Aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Yunus 10/16)
Hiç mi aklınızı çalıştırmıyorsunuz? Yani beni değiştiren olay ne? Benim dünyaya gelmem değil ki! Dünyaya Peygamber olarak göderilmemdir beni değiştiren.”
Şimdi burada, Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme inancımızı ne ile ifade ediyoruz?
”Eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasuluhu.”
”Ben şuna şahidim ki, Muhammed Allah’ın kuludur.”
Tamam Allah’ın kulu olma konusunda herkes aynı. Bak, ilk önce onu söylüyoruz. ”Muhammed Allah’ın kulu.” Allahın kulu olmayan hiç kimse yok. Ondan sonra, ”ve Rasulü’dür” diyoruz. O’nu bizim açımızdan farklı kılan Allah’ın Rasulu olmasıdır. Yani Allah’ın emirlerini bize getirip tebliğ etmesidir. Farklı kılan o. Dolayısıyla esas üzerinde çalışmak, Peygamber Efendimiz’in getirdiği Kur’an üzerinde çalışmaktır. Şimdi siz Kuran’ı bırakın, onun kişiliği üzerinde gayret gösterin; doğumuna bakın, annesine bakın, babasına bakın, efendim başka şeylere bakın, doğduğu zaman şu olmuş, bu olmuş falan filan diye bir takım harika şeylere, yani O’nu olağanüstü göstermenin yollarını araştırın. İşte bu dinde aşırılıktan başka bir şey değildir.
Yahya Şenol: ”Buna delil olarak getirdikleri o ayetlere bir bakalım.
”Ve ma erselnake illa rahmeten lil âlemin” var ya. (Enbiya 21/107)
Bunu ”biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik” şeklinde değil, ”âlemlere rahmet olarak yarattık” olarak daha çok algılıyorlar. Burada da esas vurgu Peygamber Efendimiz’in ”dünyaya” mı gönderilmesinde, yoksa ”peygamber”, ”bir elçi” olarak olarak gönderilmesinde mi?”
”Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik”; senin ”gönderilişin”, dolayisi ile ”dünyaya gelişin” olarak algılanıyor. O yüzden ”kutlu doğum” bunun adı. Buradaki ”erselna” yı ”insan olarak dünyaya gönderilmek” olarak algıladıkları için bütün yoğunlaşmalar doğumuna oluyor. Ve dolayısıyla kutlu doğum haftasını biz kutluyoruz.
Bir katılımcı: ”Dünyaya göndermek diye anlaşılıyor. Bu sefer dünyanın dışında başka bir yerde zaten varmış gibi bir anlayış oluyor.”
Yahya Şenol: ”Anlayışa göre zaten ruhu daha önce yaratıldı için, o daha önce vardı, onun dünyaya gelişi doğumuyla birlikte bir rahmet oldu. Halbuki ayetten de gördük işte; daha önce ben 40 yıl sizin aranızda kaldım. Brişey değişmemişti ki bugüne kadar. Miladi olarak 610 yılanı peygamberliğin gelişi olarak anlayalım. Peygamberimiz 569 veya 571de doğmuş. 610’a kadar hiç onlara öyle bir şeyler dememiş. Gelin Allah’ın dinine inanın, ben Allah’ın Peygamberiyim, yanlış yapıyorsunuz diye bir şey yok. Demek ki doğumuyla Mekke’de, Medine’de bir şeyler değişmemiş. Önce kendisinin, ondan sonra da diğerlerinin değişmesi ne ile? İlk vahyin kendisine gelişi ile birlikte. Dolayısıyla bir şeyleri fırsat bilip insanlara anlatacaksak biz, 610 yılında ki o ”Peygamber gönderilişi” merkeze koyup belki ”kutlu risalet haftası” diye bunu değiştirilebilirdik. Olacaksa bu kutludur gerçekten. Peygamberlik müessesesi, bir insana peygamberlik verilmesi onu kutsal kılar. Olacaksa ”kutlu risalet haftası” olur bu. ”Kutlu doğum haftası” olmaz.”
Şimdi burada ”vema erselnake illa rahmeten lil âlemin”. ”Erselna”, ”ersele” kelimesi Rasul olarak göndermek. ”Ersele” elçi göndermek. Peki seni niye elçi gönderdik? Alemlere rahmet için elçi gönderdik. Peki rahmet gelenin rahmeti mi, yoksa onun elçilik görevi olarak getirdiği şeyin rahmeti mi?
Mesela siz biliyorsunuz ki anormal bir durum söz konusu, tehlike falanca yere doğru yaklaşıyor. Bir adam gönderiyorsunuz, diyorsunuz ki; bak tedbirinizi alın, dışarda anarşistler dolaşıyor, kendinize dikkat edin. Kapılarınızı kapatın, içeriye girin diye bir haber gönderiyorsunuz. Şimdi haber gönderdiğiniz kişi mi o adamlara acımıştır, yoksa haberi gönderen mi acımıştır? Haberi gönderen. Çünkü Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in daha önceden böyle bir şeyi yok ki. Dolayısıyla Rasul olması Allah’ın insanlara merhametlidir. Rasul olması da getirdiği mesajla ancak mümkündür. Dr.Fegani Baylarov: ”Bütün sıkıntı da orda. Bu yanlış yorumlanıyor. Sanki kendi kişiliği ile rahmettir kullara. Halbuki risaletle rahmettir.”
Rasullüğü ile, risaletle rahmettir. Bakın şurda Yunus suresinin 57.ayetinde, 214. sayfa, diyor ki Allah-u Teâlâ, az önce ki verdiğimiz mananın kendi kafamıza göre olmadığını göstermek için, tekrar edeyim:
”Seni elçi göndermemiz insanlara olan merhametimizden dolayıdır’‘ diye tercüme etmek lazım. ”Seni sadece bu aleme olan merhametimiznden dolayı elçi olarak gönderdik”.
Ya da ”insanlara olan merhametimizden dolayı”.
O merhamet Cenab-ı Hakk’ın merhametidir. Elçinin yapacağı sadece tebliğden ibarettir. Peki bu dediğimiz mana doğru mu? Hani her zaman tekrarladığımız bir şey var; Kuran-ı Kerim’de bir ayet mutlaka bir başka ayet tarafından açıklanır. Şimdi Yunus suresi 57. ayete bakın, diyor ki Allh-u Teala:
”Ya eyyuhen nas kad câetkum mev izatun min rabbikum ve şifâ.”
”Size rabbinizden bir öğüt geldi”
Bu ögüt ne? Kuran-ı Kerim değil mi?
” Ve şifaun li mafis sudur.”
”Göğüslerde olana bir şifa.”
Yani siz bir problemi çözmekte sıkıntıya girerseniz o sıkıntıyı içinizde hissedersiniz. O sizi çok ciddi manada rahatsız eder. Çok güzel bir söz vardır; iki gönül bir olunca samanlık seyran olur derler. Yani rahat olduktan sonra bulunduğunuz mekan önemli değil. Onun için:
” Ve şifaun li mafis sudur.”
”Göğüslerde olana bir şifa.”
Başka?
”Ve huden ve rahmeten lil mu’minin.”
”İnanacaklara, müminlere bir ikram olsun diye.” (Yunus 10/57)
”Huden”, dogru yol gösterme.
”Ve rahmeten”, rahmet işte, ”vema erselnake rahmeten lil alemin” var ya.
Türkçe’de yağmura rahmet deriz biliyorsunuz. Bence çok da güzel bir isimlendirmedir. Hakikaten Cenab-ı Hakk’ın ikramıdır. Yağmur çok güzel bir şekilde yağar da; eğer sizin tarlanız zamanında hazırlanmamış, tohum atılmamış, gereken çalışmalar yapılmamışsa, o yağmurun size ne faydası olur? Hiç faydası yok.
Dr.Fegani Baylarov: ” Yabani otlar çıkar, hayvanınız yoksa, sonra ordan çıkan otlar ayrı bir meşakkat olur.”
Meşakkat olur.
”Gul bi fadlillahi vebi rahmetihi”
”De ki: ”Allah’ın ikramıyla, ve rahmetiyle, yapacağı iyilikle”
”febi zalike fel yefrahu”
”Bununla sevinsinler”
”Huve hayrun mimmâ yecmeun”
”O buıbnların topladıklarından daha hayırlıdır.” (Yunus 10/58)
Dolayısıyla rahmet olan ”Muhammed” değil, sallallahu aleyhi ve sellem. Rasûlullah’tır. Rasul olandır. Nebi de aynı. Çünkü Rasul olmayan hiç bir Nebi yoktur. Nebi emirleri tebliğ etmek için alır, tebliğ etmezse Alla niye ona emir versin ki? Bugün de gidersiniz, bir yerde Allah’ın kitabını anlatırsınız siz de orda Rasul olursunuz. İster kadın, ister erkek olun farketmez. Siz oraya gidip te Allah’ın kitabını doğru bir şekilde anlattığınız zaman siz de bir rahmet olursunuz orda. Niye? Çünkü iyiliği siz götürüyorsunuz.
Mesela, diyelim anarşistler yolları kesmişler. Adama haber gönderiyorsun; falanca yerlerden geçme sakın, ya da işte kapını kapat, dikkatli ol. Şimdi o kişi size de teşekkür eder, o haberi getirene de. O haberi getiren kişi de görevinde ihmal yapabilirdi. Oraya gitmeyebilirdi, ya da daha sonra giderdi. İş işten geçtikten sonra. Dolayısıyla burda aslında Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem de o mesajları, Allah’ın emirlerini getirmekle gerçekten bir rahmet olmuştur. O doğru.Ama rahmet olması O’nun elçiliğinden dolayıdır, Muhammed olmasından dolayı değil. Yoksa O Muhammed olarak herhangi bir kişi gibi kişidir. O’nu değiştiren Rasûlullah, Allah’ın elçisi olmasıdır.
Şimdi insanlar öyle acaip ki; biz bunları anlattığımız zaman: ”Ya sen de şimdi bu Peygamber’i çok basit bir hale düşürdün” diyorlar.
Yahu bu Allah-u Teâlâ’nın sözü. Yani düşünün, şurda biz konuşma yaparken ,dünyanın en küçük ülkesinin büyükelçisi buraya gelse, yani hiç önemsemediğiniz bir ülkenin büyükelçisi buraya gelse, o büyükelçiye sıradan bir insan gibi davranır mısınız? Kim davranır?
”Ya kardeşim, o ülke küçük olsun, adam büyükelçi bugün, makamı var, bir ülkeyi temsil ediyor” dersimiz değil mi? Peki bir de bugün dünyanın büyük ülkelerinden Amerika ve Rusya’nın büyükelçisi geliyor deselerdi, hepimiz dışarda karşılamak için yola çıkardık değil mi? Gelmeden önce de burda bir sürü tedbirler alırdık. Kırmızı halı mı döşenecek, ne olacak falan. Birçok kimseye de sorardık, yahu ayıp olmasın, falan filan diye.
Peki bu Allah’ın elçisi ya! Yani siz onlara önemli makam diyorsunuz da Allah’ın elçiliği basit bir şey mi? Ve o adam bugün Amerikan büyükelçisidir, yarın görevden alınabilir. Ama bu kıyamete kadar Allahın elçisi. Kıyamette de aynı. O ünvan ondan hiçbir zaman kaybolmuyor. Bundan daha büyüğü var mı? Allah’ın elçisi olmaktan daha büyüğü var mı? Bunu niye insanlar hafife alıyor?
Yahya Şenol: ”Şimdi hocam tam bununla ilgili bir hadis var. İsterseniz yeri gelmişken okuyayım. Birisi geliyor Peygamber Efendimiz’e, başlıyor övücü cümlelerle hitab etmeye: ”En hayırlımızın oğlu, ey insanlığın en hayırlısı”, falan diye. Peygamber Efendimiz hemen onu uyarıyor, diyor ki:
”Ey insanlar Allah’tan korkun! Sakın şeytan sizi aldatmasın.”” (Ebu Davud, Ahmet bin Hanbel) Bu çok güzel gerçekten.
Yahya Şenol: ”Yani Peygamber Efendimiz’in yerinde müdahaleleri hiç gecikmiyor. Sonraya bırakmıyor. Adam dışarıya çıkmadan olduğu gibi.
”Allah’tan korkun. Sakın şeytan sizi aldatmasın. Ben Abdullah’ın oğlu Muhammed’im. Allah’ın kulu ve rasulüyüm. Allah’a yemin ederim ki, beni Allah’ın bana verdiği makamın üstüne çıkarmanızı sevmiyorum.’‘ (Ebu Davud, Ahmet bin Hanbel)
Yani istemiyorum. Tercümede sevmiyorum demiş, istemiyorum demektir. İsteyemez yani.
Yahya Şenol: ”Allah ona Rasullük makamı vermiş, beğenmeyip te, daha üstüne bir şey ekleme ihtiyacı hissediyorsunuz?”
Bir insan için ondan daha üstünü olur mu?
Yahya Şenol:”Yani Rasul vasfını vurgulamak küçümsemek mı oluyor şimdi?”
Bir insan için en büyük onurdur Allah’ın Rasûlü olmak bundan daha üstünü olmaz.
Yahya Şenol: ”Buhari’de geçen bir rivayette de diyor ki:
”Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı aşırı surette meth etdikleri gibi, sakın sizlerde beni methederken aşırı gitmeyin. Şüphesiz ki ben sadece bir kulum. Onun için bana sadece Allah’ın kulu ve rasûlü deyin.” (Buhari)
Abduhu ve rasûlühü.”Rasûlü’dur çünkü. Hıristiyanlarla ilgili son hadisi şeriften hareketle Maide suresi 75.ayete bir bakalım arkadaşlar. Burde ne diyor Allah-û Teâlâ:
”Mel mesîhu-bnu meryeme illâ rasûl”
”Meryem’in oğlu Mesih de sadece bir elçidir.” (Maide 5/75)
Peki Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ile ilgili ne diyor?
”Ve ma Muhammedün illa rasul”
”Muhammed sadece bir elçidir.” (Ali İmran 144)
Ali İmran 144 ile bir karşılaştıralım şu ayeti arkadaşlar. (Maide 75 ile). Burda diyor ki:
”Ve ma muhammedün illa rasul.”
Orda, (Maide 5/75), ”Muhammed” yerine, ”el mesihu-bnu meryem”, ”meryem oğlu mesih” dir.
”Mel mesihu-bnu meryem”
”Ve ma muhammedun”
”İlla rasul”
”İlla rasul” ayrı.
”Meryem oğlu İsa sadece Allah’ın elçisidir.”
”Muhammed aleyhisselam da sadece Allah’ın elçisidir.”
Ondan sonra, burda ne diyor?
”Kad halet min kablihi-rrusul”
”Meryem oğlu İsa’dan önce çok elçiler geldi geçti.” (Maide 5/75)
Şimdi hıristiyanlar ne diyor?
”Hiç bir şey yokken o vardı” diyorlar.
Peki Ali İmran 144’de ne diyor Muhammed aleyhisselâm için:
”Kad halet min kablihi-rrusul”
Aynı ifade.
”Ondan önce çok elçiler geldi geçti.” (Ali-İmran 3/144)
Yahya Şenol: ”Yani Peygamber olmaları açısından İsa aleyhisselam ile bizim Peygamberimiz’in herhangi bir farkı yok”
Hiçbir farkı yok. Hepsi Allah’ın rasûlü.
”La nuferriku beyne ehadim mirrusulih” diyoruz.
”Allah’ın rasullerinin hiç birini diğerinden ayırmayız” diyoruz. (Bakara 2/255).
İsa aleyhisselam’ın annesi meselesi var tabi, babasız dünyaya geldiği için. Cenâb-ı Hak onu özel bir şeyle, kıyamet bilgisi olmak üzere, ki bu tabiplerin üzerinde çalışması gereken bir konu, Mustafa Bey. Kıyamet bilgisi. Yani kıyamet şey olmaktan çıkar onun üzerine çalışsak, İsa aleyhisselam’ın doğumu üzerine. Çünkü Allah-u Teala Zuhruf suresinin 61. ayetinde diyor ki:
”Ve-innehu”
”O İsa’nın durumu”
”Le’ilmun lissâ’a”
”O kıyamet için gerçek bir ilimdir” diyor. (Zuhruf 43/61)
Şimdi Trabzon’da bir tabib arkadaşınız bu konuda çalışıyor. Epeyce de ilerledi. Aslında sizlerle de irtibat kurması lazım. Mayıs ayında gelecek. Bu çok büyük bir ekip tarafından yapılması gereken bir çalışma.
”O, kıyamet için gerçek bir ilimdir” diyor. Dolayısıyla kıyamet olayını, efendim, böyle ne deniyor bugün, metafizik olayı olmaktan çıkarıp fiziki bir olay haline getirecek bütün öğeler İsa aleyselamın doğumu, ki sadece İsa aleyhisselam değil. Alah-u Teâlâ diyor ki:
”İnne mesele isa indaallâhi kemeseli âdem.”
”İsa’nın doğumu da Adem aleyhisselam gibidir.” (Ali İmran 3/59)
Tüm bunlarla ilgili ayeti kerimeleri birleştirdiğiniz zaman kıyamet bir bilim haline gelecektir. Bu bilim var Kuran-ı Kerim’de. Bu müslümanları bekliyor. Bunu mutlaka ortaya koyacağız. Yani ilgililer büyük bir ekip oluştururlarsa sonuca ulaşmak çok kolaylaşır.
Bir katılımcı: ”Bu İsa aleyhisselâmın tekrar dünyaya geleceğine delil gösterilebilir mi?”
İsa aleyhisselamın tekrar geleceğine delil göstermek için ilim demiyorlar, alem diyorlar o zaman. (Gülüşmeler)
Ayeti değiştirmeden olmuyor, haşa. Alamet yok, sonra kıyametin alameti haline getiriyor, yani maalesef çok kötü gerçekten, hep böyle aşırılıklar.
”Kaana ye’kulanit taam.”
”İkisi de taam, yemek yerlerdi”
Yani sıradan bir insandı.
”Unzur keyfe nubeyyenu lehumul ayati summenzur enna yu’fekun.”
”Şimdi düşün, bakın ayetleri onlara nasıl açıklıyoruz, bir de tekrar düşün, onlar nasıl yoldan çıkıyorlar.” (Maide 5/75)
Şimdi ben size hıristiyanların yoldan çıkış sürecini, ben kendi kitaplarından aldığım şeyi okuyayım size. Tam bu ayetin gereği yani. ”Aracılık Ve Şirk” kitabı 4. baskısının 75. sayfası. Ana başlık: Katoliklerde Aracılık İnancı.
”Katoliklere göre İsa babanın elçisidir.”
Şimdi Allah’a baba dediklerini ve saygıdan dediklerini söylediklerini kabul edelim; Allah’ın elçisidir demiş oluyorlar.
”Baba onu kutsal ruh’la meshetmiş, rahip Peygamber ve kral yapmıştır.”
Mesih olduğu Kuran’ı Kerim’de de geçiyor. Rahip Allah’tan korkan kişi demektir. Peygamber zaten Rasul’dür. Ve kral, yetki vermiştir. Tamam yani öyle diyebilirsiniz. Onların kral derken kastettiği farklı bir şey, ama öyle düşünebilirsiniz.
”O kendiliğinden bir şey yapamaz.”
Tıpkı Necm suresi nde olduğu gibi:
”Vema yentiku anil heva, in huve illa vahyun yuha.”
”Peygamber kendi kafasından konuşmaz ve ona gelen Allah’ın vahyidir.” (Necm 53/3-4)
”Her şeyi kendini gönderen babadan alır”
Yani Allah’tan demek istiyorlar.
Buraya kadar bakın ne kadar doğru şeyler söylediler, şimdi iş değişiyor,taşkınlık lar başlıyor.
”O babanın yanında hıristiyanların avukatlığını yapıyor. Onlar lehine aracılık etmek için hep canlıdır.”
Lehine aracılık niye? Bir kere, birbiriyle problemli olan iki kişi arasında aracılık yapılır değil mi? Demek ki insanlar Allah’a karşı problem çıkaracaklar, o da arayı bulacak. Yalan da söyleyebilecek, haşa, tövbe estağfurullah.
”Allah’ın huzurunda daima hazır bulunmaktadır.”
Bak yetki verdiler, bir de ne verdiler? Ölümsüzlük verdiler.
”Kendisi aracılığıyla Allah’a yaklaşanları tamamen kurtarmaya gücü yeter.”
Güç ve kuvvet verdiler. Allah’tan daha güçlü hale geldi haşa. Gücü yeter diyor. Allah ceza vermek isteyecek ama veremeyecek! Çünkü o kurtarıyor onları. Bu da benim, karışamazsın demiş oluyor haşa. Evet şimdi burda diyor ki: Üç asır sonra kabul gören oğul nitelemesi. Üç asır sonra bunu yapmışlar. Şu da onların ifadesi arkadaşlar:
”Havariler zamanında İsa gerçek anlamda insan sayılırdı.”
Sahabe zamanında da Muhammed aleyhisselam gerçek anlamda insan sayılmıyor muydu? Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem vefat ettiği zaman Hz Ömer ile ilgili birşey anlatıyorlar, ne derece doğru onu bilmiyorum ama, doğru olduğunu kabul edelim.
”Kim ki öldüğünü söylerse kılıcımla kafasını uçurum” diye. Sonra Ebu Bekir radıyallahu anh kalkıyor, işte az önceki Ali İmran 144’ü okuyor. Diyor ki:
”Ve ma muhammedün illa rasul, kad halet min kablihirusul”
”Muhammet sadece elçidir. Ondan önce elçiler de gelmiştir.”
”Efe in mat ev kutilen kalebtum ala akabikum”
”O ölür yada öldürülürse ökçelerinizin üzerine gerisin geri mi döneceksiniz?”
Eski inançlarınıza mı döneceksiniz?
”Vemen yenkalib ala akibeyhi”
”Kim dönecekse dönsün.”
”Felen yedurra Allahe şeye”
”Allah’a hiçbir şekilde zarar veremez.”
”Veseyeczullahu şakirin”
”Allah şükredenlere mükâfat verecektir.” (Ali İmran 3/144)
Ondan sonra diyor ki: ”Kim ki Muhammed’e ibadet ediyorsa bilsin ki, Muhammed ölmüştür.”
Bitti, ölmüştür. ”Kim ki Allah’a kulluk ediyorsa Allah hay ve kayyumdur.” Allah ölmez haşa.
Hz Ömer diyor ki: ”Ben o ayeti sanki ilk defa duydum.” Ve kendine geliyor, rahatlıyor. Tevbesini yapıyor, bitiriyor.
Bak işte sahabe zamanında Muhammed aleyhisselam tamı tamına bir insan. Onun için Bedr savaşında, askerin konuşlandırılmasında Hubab bin El Münzir diyor ki:
”Ya Rasulallah, bu Allah’ın emri mi yoksa kendi grüşünüz mü?”
Yani ”Rasul olarak mı, yoksa Muhammed olarak mı yaptınız” diyor.
”Hayır, benim görüşüm” diyor.
”O zaman yanlış” diyor. ”Şöyle şöyle yapın”.
Allah’ın emri olsa sesini çıkarmayacak. Niye? Tam bir insan olarak kabul ediyor. ”Muhammed” ile ”Rasul”ü karıştırmıyor.
”Katolik Kilisesi Din Ve Ahlak İlkeleri”, 465. parağraf burası,ve devamı tabi.Tekrar edeyim, bugünkü Papa’nın başkanlığında bir kardinaller heyeti tarafından hazırlanmış bir kitaptan okuruyoruz burada, ki kardinal en üst seviyeye gelenleridir. Papa da kardinaldir. Yani kimsenin doğruluğu konusunda bir laf söyleyemeyeceği bir kitap, katolikler açısından. Yani katolik dünyasından hiç kimse diyemez ki, biz bunu söylemiyoruz.
”Havariler zamanında İsa gerçek anlamda insan sayılırdı.”
Sahabe zamanında da Muhammed aleyhisselâm öyle idi.
”Onun Allah’ın oğlu olduğu iddiasını önce Pavlus ortaya attı.”
Çok ilginçtir, Pavlus kendi mektuplarını İncil’in içine sokmayı başarmış. İncilin bir parçası haline getirmiş.
”Bu iddiayı doğru sayan karar”, iddia olduğunu kendileri söylüyorlar, ”üçüncü yüzyıldan sonra Antakya’da alındı.”
Üç asır sonra Antakya’da İsa Allah’ın oğludur diye karar veriyorlar. Şimdi bunun doğru olmadığını kendi adları gibi bilmiyorlar mı? Kendi kitapları işte.
”325 de toplanan ökümenik İznik Konsili, İsa’nın yaratılmış olmadığına, babadan doğduğuna ve onunla aynı özden olduğuna karar verdi.”
Yani İznik’te de bu kararı veriyorlar. Hepsi de bizim topraklarımızda. Birisi Antakya’da kararın, birisi İznik’te. Ne diyorlar? İsa’nın yaratılmış olmadığını, yaratılmamıştır diyorlar. Az önce en başta Enes Hoca dikkat çekti ya; yaratılmamıştır, zaten var, ”sen olmasaydın!” Bak bizimkilerle aynı. Bozulma hep aynı yoldan geliyor. ”Sen olmasaydın!” O zaten var, haşa.
”Yaratılmış olmadığına, babadan doğduğuna ve onunla aynı özden olduğuna karar verdi.”
Kim verdi bu kararı? İznik konsili verdi. Bunlar İznik konsilinde bu kararı aldık diyorlar ama, bizimkiler de Peygamberimiz böyle demiştir diyorlar haşa. Yani Peygamberimiz’den gelen bir hadis gibi anlatıyorlar. Bunlar İsa’dan gelen bir söz gibi anlatmıyorlar. Diyorlar ki, biz karar verdik. 325’de İsa’nın Allah’oğlu olduğuna biz karar verdik diyorlar. İşte, icma da bu maalesef. Buna kimin katıldığı belli. Bizde de bir sürü icmalardan bahsederler. Kim katılmış, hangi tarihte nerde yapılmış tutanak yok. Bunların hepsinin tutanakları da var, kayıtlarını da tutmuşlar. Beğenirsin, beğenmezsin ama tutmuşlar. Enteresan bir şey, bakıyorsunuz Allah-u Teala ‘‘bugün dininizi tamamladım” diyor Maide 3. ayetde. Tamamlanmış şeye ilaveler yapıyorlar. Ve adına da icma diyorlar. Peki bu nerededir dediğin zaman da, yok, ortada öyle bir şey yok. Sadece sıkıştıkları zaman sığınmak için oluşturulan bir şey.
”325 de toplanan ökümenik İznik Konsili, İsa’nın yaratılmış olmadığına, babadan doğduğuna ve onunla aynı özden olduğuna karar verdi.”
Babadan, babanın bir parçası. Şimdi bak, ‘‘hakikati muhammediye’‘de de var. ”Allah’ın nuru”. Onun için ”nûru muhammedi” falan denir. ”
”Ehad ahmettir ki mim eder fark. O mim içre olur bütün cihan gark.”
Ehad ahmettir, Ehad Allah’dır haşa. İşte ayni gerçeğin iki ayrı yüzüdür falan gibi.
”Onunla aynı özden olduğuna karar verdi.”
Bak babadan doğduğuna, onunla aynı özden olduğuna karar verdi. Baba ile aynı.
”431’de 3. ökümenik Efes konsili şu kararı aldı”
Bu defa Efes’te, yine bizim topraklarımızda.
”Efes konsili şu kararı aldı: İsa kendi kişiliğini akıllı ruhla canlandırılmış bir bedenle birleştirerek insan olmuştur.”
Kendi yaratıcısı kendisi yani. İsa’yı insan yapan kendisi, onu Allah yapmamış öyle.
Şimdi ne diyor; ”ete kemiğe büründüm Mustafa diye göründüm.” Tabi Mahmut diye göründüm de deniyor. O fark etmiyor. ”Hakikati muhammediye” inancında bir reenkarnasyon vardır. Şu devirde şu isimle, bu devirde bu isimle. Onun için herkes kendisinin o bedenleştiğini söyler. Yani tarikat şeyhleri içerisinde bunu belki söylemeyenler vardır.
Dün buraya birisi geldi. Bir tarikat şeyhini anlattı. Dedi ki: ”O zat ile ben beş yıl beraber oldum. En küçük bir hatasını görmedim, ama onun hayatında yazılan kitaplara konulan yanlışları biliyorum. Adamın da haberi yok ”
Bu tür şeyler olur. Adam da engel olamaz. Yani ne yapabilirsiniz, herkesin gücü sınırlıdır. Ama gördüğümüz kadarıyla ”hakikati muhammediye”yi ben temsil ediyorum, ben gavsım, ben şuyum buyum. Ya da ben demiyorlar da birisine söylettiriyorlar. İnsanı kâmil, bilmem ne bütün bunlar odur. Yani falan zamanda Muhammed diye göründü, filan zamanda İsa diye göründü, filan zamanda İbrahim diye göründü, filan zamanda şu, şimdi de bu. Ama içerisindeki ruh hep aynı ruh. Bedenler değişiyor.
”431’de üçüncü ökümenik Efes konsili şu kararı aldı: İsa kendi kişiliğini akıllı ruhla canlandırılmış bir bedenle birleştirerek insan olmuştur.Meryemana ise gerçek anlamda tanrının anasıdır.”
” Veummuhu sıddıka”, ”ikisi de yemek yerdi” diyor ya ayeti kerime. (Maide 5/75)
Şimdi en son kararları 451’de toplanan dördüncü ekümenik Kadıköy konsili. Enteresan her defasında biraz daha batıya kayıyorlar. Antakya’da başladılar, İznik, Efes, Kadıköy.
Bir katılımcı: ”Avrupa’ya gittikçe İslam’a husumet daha çoğalıyor.”
Avrupaya doğru gittikçe daha ağır, evet. Diyor ki:
”Kadıköy konsili onun gerçek tanrı olduğunu şöyle ilan etti”
Zaten bu Kadıköy’de Nusayriler ciddi manada muhalefet ederek ayrılıyorlar.
Son kararları, ”rabbimiz” diyorlar artık.
”Rabbimiz Mesih İsa’nın mükemmel tanrılığa ve mükemmel insanlığa sahip gerçek tanrı ve gerçek insan olduğunu”
Gerçek tanrı, gerçek insan. Yüzde yüz tanrı, yüzde yüz insan. Bakın akıl makıl bunu almaz. Onun için, sizin imanınızı biz koruruz diyor kilise. Siz boşverin, kaydımıza geçtiniz mi cennet garanti! Ondan sonra ne yaparsan yap diyor. Ondan dolayı vaftiz yapıyorlar. Çünkü bu kimsenin kabul edeceği bir inanç değil. Ve bizim tarikatlarda da gel el al diyorlar tamam! Çünkü akılla kabul edilebilecek bir şey değil. Mantık aynı mantık.
”Rabbimiz Mesih İsa’nın mükemmel tanrılığa ve mükemmel insanlığa sahip gerçek tanrı ve gerçek insan olduğunu, akıllı bir ruhtan ve bedenden oluştuğunu, tanrılık açısından baba ile insanlık açısından da bizimle aynı özde olduğunu, günah dışında hepimize her şeyi ile benzer olduğunu, tanrılık açısından yüzyıllar öncesinden babadan doğduğunu, insanlık açısından bizim esenliğimiz için bakire Meryem’den doğduğunu oybirliği ile kabul ettiğimizi resmen beyan ederiz.”
(Katolik Kilisesi Din Ve Ahlak İlkeleri)
Şimdi İsa aleyhisselâm’ı tanrı yapan kim? Açıkça kendi ifadeleriyle kendileri. Bizde de Muhammed aleyhisselamı tanrı yapanlar, müslüman olduğunu söyleyen bir takım gruplar. Tabi kendileri de tanrı oluyor! Mesela bir tanesini gördüm vaaz ediyor camiide; coşuyor coşuyor. Sonra da ”sizi Naim’e sokacağım” diyor. Naim neresi? Cennet. Cennete sokacağım diyor. Cennete sokacağım dediğine göre demekki yetkisi var! Coşunca taşıyor, doğru. (Gülüşmeler)
Şimdi arkadaşlar işte burada, bak diyor ki Allah-u Teala:
”Unzur”
”Bak yani, düşün”
”Keyfe nubeyyenu lehumul ayat”
”Bu özellikleri onlara nasıl açıyoruz”
Yani Meryem oğlu Mesih sadece bir insan, anneside namuslu bir kadındı, bunların ikisi de yemek yerlerdi, yani insan, başka bir şey değiller.
”Şunu düşün, nasıl bir iftiraya geliyorlar, bir yalana nasıl geliyorlar.” (Maide 5/75)
Burada büyük bir yalan var. Şimdi bunu okuyan her hıristiyan, her katolik bunun yalan olduğunu, yani bu tanrılığın İsa aleyhisselâmla alakası olmadığını, insanlar tarafından mal edildiğini gayet iyi bilecek. Peki buna nasıl inanıyorsun?
Bizde de ayni şey var. Onun için, bakın burda Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme söylenen şeyler var. Yani yoldan çıkma sadece tarikatlarda filan değil, sadece cemaatlerle değil. Yoldan çıkma dediğiniz çok orğanize bir harekettir. Bugün mesela hıristiyan aleminde katolik üniversiteleri var değil mi? Bunların talebeleri var, mastır, doktora yapan öğrenciler var, öğretim üyeleri var profesörleri var, şunlar var bunlar var. Büyük bir akademik çalışma, büyük kaynaklar var, kitaplar var değil mi? Peki bunlar hangi temel üzerinde bu eğitimlerini yapıyorlar? Bu temeller. Bu temellerin altına girebilirler mi? Biz şimdi Tübingen’de karar aldık. Tarih boyunca müslüman- hıristiyan ilişkileri üzerinde çalışacağız diye. Sonra Vatikan’da Katolik Fakültesi’nin dekan ile karşılaştık, beraber olduk. Bana dedi ki: ”Vallahi” dedi, üçüncü asırdan aşağısına gitmemize müsaade etmiyorlar” dedi. Bak üçüncü asırdan aşağısına gittiğiniz zaman İsa ne oluyor? Peygamber oluyor. Allah’ın kulu oluyor, ve Allah’ın Rasûl’ü oluyor. ”Kimse oraya gitmemizi istemiyor” dedi.
”Hiç üzülme” dedim. Bizde de aynı. Bizde de aynı! Bizde de şu kitapların tamamına bakın, en eski tarihli kitap Abbasi dönemine aittir. Ve dün gelip te bana adam yaşadığını anlatıyor. Mesela Mehmet Zahit Kotku ile ilgili olarak söylemişti. Mehmet Zahit Kotku’nun kitabında öyle şeyler var ki, bunların aynısı. ”Tasavvuf ve Ahlak”ı okuyun. Mesela söyle bir şey aklımda, diyor ki: ”Şeyhler ağızlarına rakıyı alsalar, midelerine süt olarak gider” diyor. Dolayısıyla onların yaptığına bakmayın siz, gördüğünüze bakmayın diyor.
Ondan sonra, Aziz Mahmud Hüdayi:”Efendim ben kendimi Rablık makamında görüyordum” demiş Üftade’ye.
”O zaman evladım bunu söyleme” demiş. ”Bak Hallacı Mansur’a neler oldu. Bunu millete anlatma, kimse duymasın” demiş. Böyle bişey yoktur demiyor yani, dikkat et diyor, öldürülür diye. İşte Allah’ın bütün isimlerini, sıfatlarını şeyapar, yani akla gelen bütün hurafeler var. Dün gelen arkadaşımız, Rasim Şekercioğlu, İskenderpaşa Camii’nde beş sene müezzinlik yaptı. ”Ben” dedi, ”o zatın” dedi, ”ben öyle bir insan görmedim” dedi. ”Bu kadar iyi, bu kadar doğru.” Ki bizi çok yakından takip eden bir arkadaştır. ”Fakat” dedi, ”onun hayatında iken yazılan kitaplarda onun haberi olmadan neler yapıldığını da biliyorum” dedi. Demek ki bunlardan haberi olsaydı belki kıyameti kopardı. Ben bunu şunun için söylüyorum. Bu benim açımdan bir örnektir, işte dünkü olay.
Bugün Ebu Hanife şöyle demiştir deniyor, İmam Şafi böyle. Ya kardeşim, Ebu Hanife’nin üzerinden kaç asır geçmiş? 12 asır geçmiş diyelim. Ya Allah’ın Peygamberi İsa aleyhisselam. Ve elde Allah’ın kitabı olan İncil var. Buna rağmen o Peygamber’i bu insanlar tanrı yapmışlar mı?. O zaman burda tutup ta Ebû Hanîfe’ye, İmam Şafi’ye, Ahmet bin Hanbel’e yüklenmenin bir anlamı yok. Biz şimdi İsa aleyhisselam’ın kendisine yükleniyor muyuz? Kendine Allah’ın oğlu demiş diyor muyuz? Ama ortada bir gerçek var: Bugün Hıristiyanlık o. Ama bugün de üçüncü asırdan itibaren bizde de ciddi manada değişme var. Dolayısıyla bakıyorsunuz Kuran’da olmayan şey yazılıyor.
Yani bir hocaya şunu söylemiştim: Kuran-ı Kerime çok açık, hiç kimsenin itiraz etmeyeceği şekilde aykırı olan hususları bu mezheblerden çıkarsak, geriye mezhepler kalır mı demiştim. Tabi savunamadı, biraz ileri gidince benim işim var dedi kalktı gitti. Çünkü savunma imkanı yok. Ne dediyse yanlış çıktı.
Daolayısıyla son olarak şunları size okumak istiyorum: Maide suresi’nin 49. ayetini açın.
”Ve eni-hkum beynehum bima enzelaallah.”
”Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet.” (Maide 5/49)
Bu Peygamberimiz’e verilen emir. Allah’ın indirdiği nedir? Kuran-ı Kerim. Şimdi bazıları da diyor ki, hadisler de vahyedilmiştir diyorlar. Birisine vahyi metluv, birisine vahyi gayri metluv diyorlar. Bir önceki ayete bakalım, Allah’ın indirdiğinin ne olduğunu orada görürüz.
”Ve enzelna ileyk el-kitabe”
”Sana bu kitabı indirdik”
”Bil hakki.”
”Gerçekleri içeren bir şekilde.” (Maide 5/48)
Şimdi Allah’ın indirdiğinin kitap olduğunu bir önceki ayet söylüyor mu? O zaman bir de hadisler falan demenin imkanı yok. Hadisler nedir? Şimdi onu da bu ayetten öğreneceğiz:
”Ve eni-hkum beynehum bimâ enzelaallâh.”
”Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet.” (Maide 5/49)
İşte hadisler Peygamberimiz’in Allah’ın indirdiği ile verdiği hükümlerdir. Yani ayetlere göre söylediği sözler, ayetlere göre yaptığı uygulamalar, verdiği kararlardır. Dolayısıyla bu hadislerin tamamı O’nun Kuran’dan çıkardığı hükümlerdir. İşte o da hikmet oluyor.
”Velâ tettebi’ ehvâehum”
”Onların arzularına uyuma”
Onlar şöyle istedi diye yapma, Allah ne demişse onu yap.
”Vahzerhum”
”Onlara karşı çok dikkatli ol”
Ne açıdan?
”En yeftinke an ba di ma enzelallâhu ileyk”
”Allah’ın indirdiğinden bir kısmı, isterse tek bir ayet olsun, seni sıkıntıya sokarlar, yani başının etini yerler, Türkçesi. Ki Allah’ın indirdiğinin bir tanesinden olsun taviz veresin.”
(Maide 5/49)
Bak bir tek ayet bile. Ama bizim gelenekte sünnet ayeti nesheder. Ya nasıl olur bu iş, ne demek bu? Böyle saçmalık olur mu? Ayet vardır, hadis vardır; bakarsınız ki mesela, Safa Merve olayında olduğu gibi, burda birkaç kere anlatmıştık. Ki bizim sitemizde de var o. Hanefîler bu konuda ayeti de almazlar, hadisi de almazlar. İcmaya göre hareket gittiklerini söylerler. Bu icma ne? Tabi öyle bir icma ki, olması mümkün olmayan bizi icma, onlara göre. Bu ne oluyor kardeşim? Bak Peygamberimiz’e Cenâb-ı Hak ne diyor:
”Sana indirdiklerinin bir kısmından, isterse bir tek ayet olsun, başının etini yiyerek başka tarafa çevirmek isterler. Çok dikkatli ol.” (Maide 5/49)
Biz de buna dikkat etmek zorundayız. Hepimiz.
”Fe in tevellev”
”Yüz çevirirlerse”
Yani sen Allah’ın emrini bildiriyorsun, çekip gidiyorlar, ki bizim sürekli karşılaştığımız birşey o.
Yani bizi hep tehdit ediyorlar. Niye? Bunu niye söyledin diyorlar. Zamanı mıydı, yeri miydi? Söyleme demiyenler de, şöyle söyle diyorlar. Yahu kardeşim, yetkimiz varsa hay hay! ”Ee canım öyle olsun herşeyde Kuran’da mı olacak”!
Yüz çevirirlerse
”fealem”
”şunu bil” diyor Allah-u Teala:
”Ennema yuriduallahu en yusibehum biba’di zunubihim”
”Alla onların yaptıkları bazı günahlardan dolayı başlarına bir bella getirmek istiyordur. Onlar artık cezayı hak etmişlerdir.” (Maide 5/49)
Herşeyi anlatıyorsun, çekip gidiyorlar. Tamam. Hiç unutmuyorum. birkaç kere anlattım yine anlatayım. Çünkü bize yapılan itirazların özeti mahiyetinde. Bir arkadaş yanıma geldi:
”Ya üstad, hazmedemiyorum şunu, herkes yanlış da sen mi doğrusun?” dedi.
Ben ne zaman ben doğruyum dedim, böyle bir şey olur mu? Doğru olan Allah’ın kelamıdır. Dedim ki:
”Bak şimdi dünyada senden daha güçlü, benden daha zayıf bir adam olmaz. Şu bütün kitaplar seni destekliyor, bütün İlahiyat Fakülteleri’ndeki Hocalar senin dediğin gibi eğitim yapıyorlar, dünyada ne kadar İslami ilimler ile meşgul olan ilmi kuruluşlar varsa herkes seni destekliyor. Ve ben de dünyanın en zayıf adamıyım sana göre. Yani bu mantığa göre. O zaman lütfen yanlışımı gösterin dedim. Niye, çünkü kaynaklar belli. Haklısın dedi kalktı gitti. Yok öyle gidemezsin, öyle şey yok, haklısını falan yok. Ya yanlışımı gösterisiniz, ya da susarsınız.
Dolayısıyla işte Allah-u Teâlâ diyor ki:
”Bil ki Allah onlara yaptıklarının bir kısmı karşılığında bir ceza vermek istiyordur.”
Yaptıkları bazı günahlarından dolayı.
”Ve-inne kesiran mine-nnasi lefasikun ”
”Şurası bir gerçek ki, insanların çoğu gerçekten fasıktır.” (Maide 5/49)
Sürekli olacak, her zaman olacak, hiç bir zaman da bitmeyecek ve çoğunlukta olacaklar. Sevap böyle kazanılıyor, herşeye rağmen şey yapacaksınız.
Bir de İsra suresinin 72. ayetine bakalım. 73, 74. Bendeki mealde 288. sayfa.
”Ve-in kadu leyeftinunek”
”Nerdeyse senin başının etlerini yiyecekler”, Türkçe karşılığı o.
”Leyeftinunek”
”Başının etlerini yiyerek çevirecekler seni”
”Ani-llezi evhayna ileyke”
”Sana yaptığımız vahiyden çevirecekler.”
Niye?
”Litefteriye aleyna gayrahu.”
”Başkasını bize iftira edesin diye.” (İsra 17/73)
Şimdi şöyle bir şey anlatılıyor; Taifliler gelmişler:
”Ya Muhammed, müslüman olmaya karar verdik, ama biliyorsunuz biz de Hüber putu var. O puttan dolayı insanlar panayıra geliyorlar. Panayır da bizim için son derece önemli. Panayır mevsimine kadar putumuza dokunma. Ondan sonra kendi elimizle yıkacağız.”
Faiz kelimesi de var ama, esası bu. Faizin bağlamı biraz farklı. Faizde Peygamberimizin bir tavizi yok. Her biri ile ilgili inen ayet var. Şimdi Peygamberimiz orada onlara dese ki: ”Tamam, madem öyle, 2 ay sonra.”
Peki iki aylığına şirke müsade etmiş olacak değil mi? Cenab-ı Hakk’ın şirke müsaadesi var mı? Yok. O zaman
”Litefteriye aleyna gayrahu.”
”Bize başka bir şeyi iftira edesin, uydursın diye.”
Mesela şimdi şu var; birçoklarından duyuyorum.Namaz için söylüyor. Diyor ki, hele bir cumalardan başla, sonra yavaş yavaş günde bir iki vakit kılarsın. Sonra da beş vakite gelirsin.
Ya kardeşim, bu babanın malı mı? Bu da aynı işte. Babanın malı mı? Allah’ın emrini tam olarak anlat, ister yapsın ister yapmasın. Benim için yapmıyorsun ki. Yani şimdi borcunu önce 5 lira, 5 lira ver, sonra eline geçtikçe ödersin deyip. Bu Cenab-ı Hakk’ın dini. Allah nasıl emretmiş ise öyle.
”Ve-izen lettehazuke halila”
”Böyle olsa seni dost edinecekler.” (İsra 17/73)
Birazcık şey yapsana.
”Velevla en sebbetnake lekad kidte terkenu ileyhim şey-en kalila ”
”Eğer seni sabitlemeseydik, sen gerçekten, nerdeyse bir parça onlara doğru yanaşacaktın.”
Yani azıcık taviz versek ne olur diyecektin.
”İzen leezaknake dife-lhayati vedife-lmemat”
”Böyle şey yapsaydın, sana bu hayatın da katmerli cezasını, ahiretin de katmerli cezasını tattırırdık.” (İsra 17/75)
Yâni başkasına bir ise, sana iki. Hem dünyanın hem ahiretin katmerli cezasını tattırırdık. Herkese verdiğimiz cezayla kalmaz, onu en az ikiye katlardık.
”Summe la tecidu leke aleyna nasira.”
”Sonra kendin için bize karşı seni koruyacak birini de bulamazdın.” (İsra 17/75)
O zaman Peygamber korunmuş mu? Evet, ”sabit kılmasaydık” meselesi, o Allah-u Teâlâ’nın her insan için şeyidir. Cenâb-ı Hak mutlaka uyarır. Bak ha yanlış yapıyorsun der. Siz de orda sabitleşirsiniz. Ayetlerle tabi, ayetlere uyarak.
Şimdi son ayeti okuyorum arkadaşlar; Maide suresi’nin 78. 79. ayetlerinde diyor ki burada Allah-u Teâlâ:
”Lu’ine-llezine keferu min benî israil.”
”İsrailoğullarından kafir olanlar lanetlendiler, dışlandılar.”
”Ala lisani davude veisa-bni meryem.”
”Davud ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle.”
Çünkü İsa aleyhisselama karşı yaptıklarını da biliyoruz. Koskoca Peygamber’i öldürmeye kalktılar biliyorsunuz.
”Zâlike bima asav vekanu ya’tedun.”
”Bu isyan etmeleri ve sınırları aşmalarına karşılıktır.” (Maide 5/78)
İsyan, emri yerine getirmemek, sınırları aşmak ta, bu emre farklı bir anlam vermek. Yani kendini haklı çıkarmak. Şimdi asıl konu şu:
”Kanu la yetena hevne an munkerin fe aluhu ”
”Yaptıkları bir kötülükten dolayı birbirlerini yasaklamıyorlardı. Şunu yapma demiyorlardı.”
Onun için lanetleniyorlar. Onun için biz burada bu görevi yerine getirelim diye uğraşıyoruz.
Cenab-ı Hak cümlemizi rızasından ayırmasın. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem Allah’ın Resul’ü olduğu için bizim açımızdan önemlidir. Kişiliği elbette ki çok değerli bir kişidir. Çok iyi bir insandır. Ama bizim inanmamızı lazım gerektiren kısım onun Rasullüğü’dür. Rasul olması da ancak Kuran-ı Kerim’ledir. Öyle ise dikkatler Kuran-ı Kerim üzerine yoğunlaşmalıdır. Başka birşeye değil. Başka tarafa yoğunlaştırdığınız zaman hedef saptırmış olursunuz.
”La yetena hevne an munkerin fealuhu.”
”Yaptıkları bir kötülükten dolayı birbirlerini yasaklamazlardı, uyarmazalardı”
”Lebise ma kanu yef’alun.”
”Yaptıklardı ne kadar kötüydü.” (Maide 5/79)
Evet, sorular var mı?
Yahya Şenol: ”Sorular var. İsra suresinin 55.ayetini sormuşlar.
”Velekad faddalna ba da-nnebiyyine ala ba’din”
“Peygamberlerin bazısını bazısına üstün kıldık” derken Cenâb-ı Hak neyi anlatmak istemiştir?”
Burda Allahu teâlâ şöyle diyor:
”Verabbuke a’lemu bimen fi-ssemavati vel-ard”
“Göklerde ve yerde ne varsa Rabbin çok daha iyi bilir.”
”Velekad faddalna ba da-nnebiyyine ala ba’din”
“Nebilerden birine diğerinden fazla şey verdik” demek lazım.
”Veateyna davude zebura ”
“Davud’a zebur’u verdik.” (İsra 17/55)
Şimdi Davud’a Zebur’u verdi, oğlu Süleyman aleyhisselama neyi verdi? O da Tevrat’ı ve Zebur’u uyguladı. Onun elinde de bir kitap var. Tabi ki O da vahiy aldı ama, kitap olarak babası ondan daha uygun.
Yani İsa aleyhisselam’a İncil, Musa aleyhisselâm’a Tevrat, Davut aleyhisselama Zebur. Evet o Peygamberlerin hepsine vahiy gelmiştir. Allahu Teala Musa aleyhisselâm’a vahyettiği gibi Harun aleyhisselama da vahyetmiştir. Ama kitabı Musa’ya verdiğini söylüyor değil mi? Harun aleyhisselama da vahyettiğini söylüyor mu, hangi ayetti? Tabi her ikisine de kitap veriyor da, ama o kitapda birisine bu kitabı vahyederek veriyor, birisine de uygulamak için. Mesela Kuran-ı Kerim’de, bizde de var.
”Vellezine ateynahumul kitabe” diyor Allah’u Teala değil mi?
“Kendisine kitap verdiğimiz kişiler” (Enam 6/114)
O kitap bizde de var. Kuran-ı Kerim bizde de var. Ama asıl kitabı indirdiği kişinin Musa aleyhisselâm olduğunu Cenâb-ı Hak açıkça söylüyor bir ayette. Birçok ayette bunu söylüyor.
Yahya Şenol:” Bakara 253 deniyor.”
”Tilke-rrusulu faddalna” (Bakara 2/253)
Bunun cevabını zaten Cenâb-ı Hak burada bildiriyor 55. ayette.
”Davud’a Zebur’u verdik” diyor.
Zaten insanlar için de öyle. Yine İsra suresinin 21. ayetine bakalım.
”Unzur keyfe faddalna ba’dahum ala ba’d.”
”Bak ki, onlardan birini yerine nasıl farklı kıldık.” (İsra 17/21)
Yani yeryüzünde bulunan bütün insanların biri diğerinden üstün özelliklere sahiptir. Yani herkesin bir üstünlük tarafı vardır. Ama kimse karşı taraftan tümüyle üstün değil. Birisinin konuşma kabiliyeti, birisinin muhakemesi, birisinin ressamlığı, birisinin şairliği, birisinin şusu, busu. Eğitim zaten onda olan bir özelliği ortaya çıkarmak içindir. Yoksa ona bir özellik kazandırmak için değil.
”Faddalna ba’dahum ala ba’d.” Tüm insanlar için aynı şey, aynı kelime. Yani şeyde de geçtiği gibi. ( İsra 17/55’de)
”Velel-ahiratu ekberu deracatin veekberu tefdila.”
”Ahirette dereceler daha büyük ve üstünlükler net olacaktır.” (İsra 17721)
Şimdi Bakara 253’e de bir bakalım.
”Tilke-rrusulu faddalna ba’dahum ‘ala bad minhum men kellemallahu verafe’a ba’dahum deracat.”
”Bu Rasullerden birini diğerinden farklı, üstün kılmışızdır. İçlerinden kimi ile Allah konuşmuştur.” (Bakara 2/253)
İşte üstünlüğün bir sebebini söylüyor.
”Vekellemallahu musa teklima” diyor. (Nisa 4/164)
”Verafe’a ba’dahum deracat.”
”Bir kısmını derece derece yükseltmiştir.”
Onun için ulul azm denen yani çok sağlam duruşlu olan, taviz vermeyen Peygamberler vardır. Taviz veren var mı? Var tabi. İşte Yunus aleyhisselamı görmüyor musunuz? Görev yerini Cenab-ı Hak’tan izinsiz terketmiştir.
”Ebeka”
”Kaçtı’‘ diyor Allah-u Teala Yunus aleyhisselam için. (Saffat 37/140)
”Veateyna İsa-bne meryeme-lbeyyinat.”
”Meryem oğlu İsa’ya o beyyineleri verdik.” (Bakara 2/253)
Yani ayetleri veriyor. Herşeyi açık açık anlatan.
”Veeyyednahu biruhul kudus.”
Farklılığın sebeplerini anlatıyor burada.
”Onu ‘ruhul kudüs’ ile destekledik.” (Bakara 2/253)
Dolayısıyla bunlar bütün insanlarda da olan bir takım farklılı özellikler. Peygamberlerde de var. Ama bizim inanmamız açısından
”La nuferriku beyne ehadın min rusulihi.”
”Allah’ın elçilerinden hiçbirini diğerlerinden ayırmayız.” (Bakara 2/285)
Yahya Şenol: ”Makamı Mahmud‘u sormuşlar, sadece Peygamberimiz’e özel mi?
İsra suresi 79, 289. sayfa. Bu sure nerde inmişti? Mekke’de indi. Şimdi surenin indiği yeri bir düşünelim. Namazın zaten Mekke’den Medine’ye hicret etmeden beş vakit kılındığını herkes biliyor. Onda ihtilaf yok. 78. ayette diyor ki:
”Ekimi-ssalate liduluki-şşems.”
”Güneşin batıya kaydi vakitte namazı kıl.” (İsra 17/78)
Yani öğlen namazını, günün ilk namazı.
”İla gaseki-lleyli”
”Hava kararınca kadar”
”vekur-ane-lfecri”
”Fecrin kuranında kıl”
Yani kızıl ışıklar bir araya gelipte, beyaz ışık ve siyah ışık birbirinden net bir şekilde ayrıldığı zaman kıl. Tan yeri ağardığı zaman kıl.
”İnnekur-ane-lfecri kane meşhuda ”
”O kızıl ışıkların bir araya toplanması gözle net bir şekilde görünür.” (İsra 17/78)
”Vemine-lleyli fetehecced bihi”
”Namaz kılma sebebi ile gece uykunu terket.” (İsra 17/79)
Bihi‘deki hu, ekimissalate‘deki ikamet‘e gider.
Hucut uyku demek, teheccüt uykuyu terketmek manasında. Yani namaz kılmak için gece uykunu bırak, uyan yani.
”Nafileten lek”
‘Sana ek bir görev olarak.” (İsra 17/78)
Peygamberimiz’e farz. Peki bu ek görevi aldığında karşılığı yok mu? Karşılığı var.
”Asa en yeb asake rabbuke makamen mahmuda.”
”Rabbin belki seni Makam-ı Mahmud’a gönderecektir.” (İsra 17/79)Şimdi makam-en mahmuda. Ne deniyor? Cennette bir makam deniyor değil mi? İşte orası sadece Peygamberimiz’e yapılmıştır. Peki cennette bir makam ise, Arapça bakımından buna makam-en mahmuda ne denir mi? El makam-ı mahmud denmesi lazım. Elif Lam’lı olması lazım. Mesela İngilizcedeki The gibi olması lazım. Yani o makamı mahmud var ya, seni oraya yükselteceğim demiş olur. Bilinen bir yer. Halbuki burda öyle değil. Özel değil, belirli bir yer değil. Makam nedir? Makam ikamet yeri demektir. Yani ikamet ettiğiniz yere makam denir, Arapça bakımından. Kalacağın, yerleşeceğin bir yer, ama güzel bir yer. Yani güzel bir yere belki Cenab-ı Hak seni gönderecektir. Şimdi siz Mekke’desiniz. Bu sure de Mekke’de inmiş ya. Bu şartlarda şimdi orada ne ararsınız? Böyle bir şey duyduğunuz zaman aklınıza ne gelir? Herkes baskı yapıyor, her taraftan. Müslümanları Peygamberimiz parça parça Medine’ye göç ettiriyor. Rahat bir yer. Rahat edeceği bir yer arar. Mekke’de rahatı yok. Açık ve net. Ama makamı mahmud’un da neresi olduğu belli değil. Mekke mi, Medine mi, başka bir şehir mi? Müslümanları Medine’ye göç ettiriyor ama bir kısmını da Habeşistan’a gönderdi. Kendisi Taif’e gitti bir yer aramak için. Belki orda akrabaları var, rahat ederim diye. Nereye olacağını bilmiyor. Bir makamı mahmud, hoş bir yer. İşte Allah-u Tealâ Peygamberimiz’i Medine’ye yerleştirdi arkasından. Medine’ye yerleştirirken de bak bir şey daha söylüyor Allah-u Teâlâ:
”Vekul rabbi edhilni mudhale sidkin”
”O zaman da şöyle de, oraya girerken, Yarabbi buraya doğru dürüst, özü sözü bir olanların girişi gibi beni sok.” (İsra 17/80)
Üçkağıtçılık yok, açık ve net. Herşey açık.
”Veahricnî muhrace sidkin”
”Ve beni burdan da sadık kişiler gibi çıkar.”
Artık vefatma kadar, ya da başka bir yere de gidebilir. Yani burada kaldım bütün süre boyunca özü sözü doğru, dürüst işler yapayım.
”Vecal li min ledunke sultanen nasira”
‘‘Kendi katından bize bir güç ve yardım lutfeyle.” (İsra 17/80)
Evet, ondan sonra?
”Vekul cae-alhkku vezeheka-lbatilu inne-lbatile kane zehuka ”
”De ki, hak geldi, batıl zail oldu.” (İsra 17/81)
”İnne-lbatile kane zehuka ”
Şimdi bunlar Cennette’ki makamı mahmud‘a söylenecek sözler mi? Dolayısıyla bu, Peygamberimiz’in Mekke şartlarından kurtulup güzel bir ikametgaha kavuşturulacağınıı gösteriyor. Ha bunu da bedava vermiyor, gece kalk namaz kıl diyor. O zaman bu bizim içinde bir şeydir, eğer siz Cenâb-ı Hak’tan ilave ikram bekliyorsanız, ilave görev yapın kardeşim, tamam mı.
Bir katılımcı: ”Makamı mahmud‘a şefaat makamı deniliyor.”
Zaten bir aşırılığa kaçtınız mı gerisi gelir, ipin ucu bir kaçtı mı kaçar.
Yahya Şenol:
”Ve inneke le ala hulukin azim.”
”Sen yüce büyük bir ahlâk üzeresin” ayetini nasıl anlamalıyız diye bir soru var. Kalem suresinde.” (Kalem 68/4)
Şimdi, ahlak, huluk, halk. Halk kelimesi nedir, yaratma‘dır değil mi? Cenâb-ı Hak hepimizi yarattı mı, yarattı. İnsanlar için ne diyor Cenab-ı Hak Tin suresinde:
”Le kad halaknel insane fi ahseni takvim.”
”İnsanı ahseni takvim üzere yarattık.” (Tin 95/4)
Takvim kıvam demek. En güzel kıvamda, herşeyiyle güzel taşıdığı özelliklerlede güzel. Yaratık. O zaman her birimize uygulanacak olsa, ”inneke leale ahseni hulukin” denir. ”Sen en güzel ahlak üzeresin” denir. Burada hulukun azim. Yani huluk yaratılış manasına geliyor. ”Seni elbette en güzel şekilde yarattık”. Tabi ki Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem en güzel şekilde yaratılmıştır.
Dr. Fegani Baylarov : ”Ordaki soruyu ben yüceltmeye bir delil olarak anladım.”Evet yüceltmeye deli alıyorlar da, şimdi bakın Allah’ın ayetlerinin bir tanesini alırsanız olmaz. Yani Cenab-ı Hak bunu bütün insanlar için söylüyor. Ondan sonra yani şu var, mesela Mustafa bey, siz yaratıldığı şekilde fıtratı bozulmamış kimselere hasta diyor musunuz? Hastalık vücuttaki birtakım fonksiyon bozuklukları değil mi? Fıtratını Allah’ın yarattığı şekilde koruyan kişi hasta olur mu? Koruyorsa olmaz. Aynı şekilde fıtratını koruyan kişi kafir de olmaz, aynı şekilde ahlaksız da olmaz. Onun için Allah-u Tealâ hepimize sürekli kendimizi korumamızı emrediyor. İşte takva o. Peygamberimiz kendisini en iyi koruyandır, en güzel koruyandır. Ve bize o konuda örnektir.
Yahya Şenol: ”Hazreti Aişe validemize gelen bir açıklama da var aynı konuyla alakalı.
”Kaene hulukuhul kuran.” diye.”
”O’nun ahlakı Kuran’dı.” (Müslim)
İşte, gerçekten Kur’an üzere yaşamak azim bir şeydir. Yani Peygamberimiz her konuda bize örnek değil mi? Cenâb ı hak demiyor mu:
”Lekad kane lekum fî rasuliallahi usvetunhasene.”
”Sizin için Allah’ın Rasulunde üsve-i hasene var.” (Ahzap 33/21)
Ben onu taklit edemediğim bir yerde, bana nasıl örnek alacağım? İşte huluku azim‘de de ben onu taklit edebilmeliyim. Yani O tümüyle Kur’an-ı Kerim’e uyduğuna göre, ben de ona uyup, O’nun arkasından gidebilmeliyim. O’nun izinden gidebilmeliyim.
Ben küçücük bir çocuktum. Dayım o zaman bana göre çok uzun. Şu anda gene benden uzun ama, o zamanki gibi uzun değil. Ben onun yanında bir nokta gibi kalıyordum. O çorap satardı. Beni de yanında götürürdü Ezurum’a. Yarabbi, sürekli koşuyorum! O yavaş yavaş gidiyor. (Gülüşmeler) Şimdi ben onu nasıl takip edeyim? O bir adımını attığı zaman, benim dört beş adım atmam lazım. Bir müddet sonra ben yorulup kalıyordum. O da beni bırakıyordu, kendisi gidiyordu. Ben de eve dönüyordum o sıra.
Şimdi yani Peygamberimiz’i takip edebilmek için, değil mi, O’nu takip edebilecek güçte olmamız lazım. O zaman da Allah-u Teala bize de ne diyor?
“Lekat halaknel insane fi ahseni takvim”.(Tin 95/4)
Ondan sonra sen kendini koruyamadın, kardeşim, ben ne yapıyım?
”Summe radednahu esfele safilin”
”Sonra onu esfeli safiline reddettik” (Tin 95/5)
Yani adam kendisini koruyamadı, kişiliğini koruyamadı. Verilen nimetin kıymetini bilmedi. Yani elimize çok güzel bir et ve de balık verdiler. Koruyamadınız, çürüttünüz. E ne yapalım? Koruyacaksın! İşte “takva” bu. Kendini koruyacaksın. Korumadın mı, kusura bakma!
Yahya Şenol: ”Bir de eleştiri var, özellikle bize, sizden ziyade. Demişler ki: ”Kendi söylediğiniz doğruların tersini yapmayın. Sayın Bayındır’ın alışkanlığını değiştirmesi zor olabilir, ama siz gençler neden hala Hz. Muhammed’e Efendimiz diyorsunuz? Hani, Efendimiz Allah diyorsunuz, sonra da söylediğinize dikkat etmiyorsunuz. Her yanlış alışkanlık basit dikkatsizlik sonucu alışkanlık oluyor. Sonra da alışkanlıkları değiştirmek ne kadar zor oluyor, siz daha iyi bilirsiniz.”
Bu eleştiri haklı bir eleştiri.
Yahya Şenol: ”Benim şansımca haklı bir eleştiri değil. Çünkü ben Efendimiz deyince Cenab-ı Hakk’ın Peygamberlere, özellikle de benim isminin taşıdığım Yahya aleyhisselâma diyor ki, Zekeriya aleyhisselamı müjdelerken:
”Ennallahehe yubeşşiruke biyahya musaddikan bikelimetin minallahi veseyyiden.” (Ali İmran 3/39)
Seyyid, Efendi demektir Arapça’da. Peygamberler niçin Seyyid, Efendi kelimesi kullanılır. Kullanılmayacak olan kelime Rab manasına gelen Efendi’dir, yani her şeyin sahibi. Belki bu anlamda seyyidul kaynat yani bütün kainatın efendisi anlamındaki kelime yanlıştır. Yoksa Peygamberimiz gerçek manada bizim Efendimiz’dir. Bunu söylemekten ben hiç bir şekilde gocunmuyorum, hiç bir yanlışlık da görmüyorum. Rabbul alemin veyahut seyidul kainat anlamında sşylenilir ise eğer yanlıştır. Yoksa ayetten de gördüğümüz gibi, Yahya aleyhisselam Seyyid ise bizim Peygamberimiz de Seyyid’dir.”
Nasıl mana vermiş oraya?
Yahya Şenol: ”Efendi. Bir problem görmüyorum ben burada.” Efendi evet. Peki başka soru?
Sade, yesudu, emrine uyduğumğz kişi demek. (Ali İmran 3/39)
Yahya Şenol: “Peygamberimize hatimler okunup, onu anma gecesinde duası yapılıyor. (İşte bu günlerde.) Kur’an Efendimizin kalbine ve bize bildirmesi için, ve anlayıp okuyup uygulamamız için inmedi mi? Sanki hatimler armağan ederek, biz bunu maksat dışı anlıyor ve “inceledik, sana geri iade ediyoruz” mu diyoruz acaba? Bu konuda ne dersiniz?” (Gülüşmeler)
İsmail Hoca da sınavda sormuştu. Hani, “iyi, bir poroblem yok, geri alabilirsiniz” der gibi, haşa.”
Gerçekten çok enteresan. Yani bu değerlendirme güzel bir değerlendirme. Bunun ne mantığı var? Yani bir milyon hâtim okunacak diyorsun, sen oku diyor, alıyor insanlar. Hatta ölüler için de, falanca öldü, şuna şu kadar hatim okuyacağız. Sana da 3 cüz düştü. Adam alır bırrb, tamam! Okudum!
Yahu kardeşim böyle bir şey yok yani. Bu da dinde aşırılık. Allah’ın kitabı, anlamak ve uygulamak için okunur. Başka birşey için değil. Kimsenin ruhuna bağışlanmaz. Hatim okumak da ne demek!
Dr.Fegani Baylarov: “Bir de, hatim okumak zor bir iş.”
Zaten senden bunu isteyen yok. Allah-u Teala ne diyor Müzzemmil suresinde?
”Fakrau ma teyessere minhu.”
“Kolayınıza geleni okuyun” diyor. (Müzzemmil 73/20)
Kendini zorladığın zaman, bu defa okuma olmaktan çıkar, lafızlarını gereksiz yere tekrarlamış olursun. Kendini zorlamadan, anlayıp kavrayacağın şekilde okuyacaksın.
Yahya Şenol: “Yılmaz Reyhan Kocaeli’den demiş ki; Hocam, biz bunları anlattığımızda bizi vahabi, kafir, yani müslüman hariç her şey yapıyorlar. Biz bile kendimizden şüphe etmeye başladık. Siz bizim inandıklarımıza tercüman oluyorsunuz. Nasıl davranalım ki, insanlar bizi düşman olarak görmesinler?”
Vallahi nasıl davranırsan davran ona engel olamazsın. Sabırla yürümeye devam edeceksin. Bunun başka çaresi yok. Çünkü insanlar kendi kafalarına göre bir din oluşturmuşlar. Allah’ın dini ağır geliyor. Onun için Allahu taala Peygamberimiz’e ne diyor?
“Eğer, birazcık onlara meyl etseydin seni dost bileceklerdi.” (İsra 17/73)
Şimdi bu kardeşlerimiz bakacaklar, insanların dostluğu mu, Allah’ın emri mi? Eğer Allah’ın emrini tercih ediyorsanız insanlar size dost olmazlar kardeşim. Bunu baştan bir kere kesin olarak bilin. Biraz güçlendiğiniz zaman dost görünürler.
Bir katılımcı: “Dostluk esasına göre iş yapmak müşriklerin hareketine benziyor.”
Yani dost olduğu için değil, Allah emrettiği için iş yapacaksın. Çoğu fasıktır diyor Allah-u Teâlâ.
Yahya Şenol: “Alay Efevdi İsveç’ten şöyle bir ilave bilgi göndermiş; hintlilerin Bagavatgita kitabında da Kirişna’ya yüzde yüz Allah ve yüzde yüz insandır deniliyormuş.
Aynı ibare orda da var.”
Yani sapıklık aynı sapıklık. Onların Kirişna’sı şeylerdeki Te gibi.
Bir katılımcı: “Yudahiune gavlellezi ve keferu.”
Evet, kafirlerin sözünü ……(cümlenin son kelimesi anlaşılmıyor)
Yahya Şenol: “Son olarak da şunu alalım; bazı hocalar pastalı börekli kutlama yaptılar. “Risaletin 13 yılı şirk mücadelesiyle geçen Peygamber bu yönüyle daha çok öne çıkarılmalı diye düşünüyorum” demiş, yani risalet ve şirk mücadelesi.”
Elbetteki o yönüyle ortaya çıkarılmalı da, ama işin esası şu:
Hiç kimse dinsiz olamıyor. Doğru dine uymazsan, yani sen dine uymak istemediğin zaman, dini kendine uydurmaya başlıyorsun. Bizim de zaten bütün bu dersleri yapmamızın sebebi o. İnsanlara şunu söylemeye çalışıyoruz:
Beyler, dini kendinize uydurmayın! Siz dine uyun.
Dindar olmayan hiç kimse yoktur. Herkes kendi açısından dindardır. En Ateisti de kendi kafasına göre bir din anlayışına sahiptir. Ve kendine göre dindardır. O zaman dindar olmak önemli değil. Allah’ın dininin dindarı olmak önemlidir. Buna çok dikkat edelim. Ve şunu da asla unutmayalım ki; insan şeytanı olsun, cin şeytanı olsun karşımıza mutlaka dini çok iyi bilen, çok iyi yaşıyormuş gibi gözüken kılık ve kıyafetle çıkar. dini çok iyi bilen söylemle çıkar. Size dini öyle bir anlatır ki, ağzınızın suyu akar hayran kalırsınız
Dr.Fegani Baylarov: “Ve yetki ve otoritesini de kullanarak yapar.”
Ondan sonra, en sonunda üstüne bir örtü örter ve size “hadi gel benim arkama” der.
Dr.Fegani Baylarov: “Hocam, başta bir cümle kullandınız, bu levlake diyenlerin belki kötü bir niyeti yoktur. Yani herkes değil tabi, bazılarını istisna tutmak lazım. Şimdi burada temel sorun şu; Peygamberimizi bu şekilde lanse edenler, halkın inançlarını bozuyorlar. Çünkü bir insan herşeyi bilemez. Herkesin bilgi düzeyi, eğitim düzeyi aynı değildir.”
Yahya Şenol: “Bir de şu var; son olarak belki ilave edeceksek, dikkatler “risaletten” daha çok “doğum gününe” indirgendiği zaman şöyle kutlama şekilleri var, bir gazete haberi benim şuan önümde olan. Diyor ki, kutlu doğum etkinlikleri olarak şunlar yapılıyor artık Türkiye’de. En meşhuru zaten gül dağıtmak. “Güllerin efendisi” diye bir tanım yaptılar. Sanki yüzüklerin efendisi gibi bişey yani. Şimdi daha çok şu oluyor; kadınlar arasında şöyle yarışmalar düzenlenmiş;
”Peygamberimiz’e için en güzel pastayı kim yapacak?” Çocuklara yönelik kutlamalarda da Peygamberimiz’e doğum günü pastasının kesilmesi,
evlerde o gün, yani 20 Nisanda, masaya bir tabak fazla konarak, tabağın Peygamberimiz’e ayrıldığının söylenmesi, evlerde Efendimiz’e bir köşenin düzenlenip, bir sepetin içine dilek ve temennilerin yazılıp atılması.”
Of of! Tam, yüzde 100 şirk!
Yahya Şenol: “Bunu şuan bizim müslüman camianın kurduğu kolejler aşırı derecede önemsemiş durumda. Diyor ki; yanlış bir şey yok, Peygamber algısı oluşturmaya çalışıyoruz falan gibi. Yanlış olan ne! İşte, çocuklara bir şekilde Peygamber’in varlığını böylece öğretmiş oluyoruz diye.”
Onlara “müslüman camia” mecazen söyleniyor. Yanlış olan ne! O koyduğun tabak, buraya Peygamber geliyor diyorsun. O peygamber değil, o başka bir şey. Çocuklara Peygamber mi öğretiyorsun, yoksa tanrı mı? Yeni bir tanrı mı icad ediyorsun? Hıristiyanlıktan farkı ne?
Yahya Şenol: “O yüzden çok dikkatli olmak lazım. Bir peygamber algısı oluşturuyorsun da o peygamber bizim peygamberimiz değil. İslâm peygamberi algısı oluşmuyor malesef.”
Şirk ile mücadele bulaşıcı hastalık ile mücadele gibidir. Salgın gibi bir yerde bir çıktı mı, topyekün tedbir almadıktan sonra, onun yaygınlaşmasına engel olmak çok zordur. Ama biz gene o mücadeleye devam edeceğiz. Kolay bir şey değil. Peki, hepinize çok teşekkür ederiz. Allah hepinizden razı olsun.
Prof.Dr. Abdulaziz Bayındır
İstanbul, 21.04.2012