ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugün tecavüz suçunun cezası ile ilgili olarak ders yapacağız. Kurana göre cezanın amacı konusunda doktora yapmış olan Yrd. Doç. Dr. Adem Yıldırım, bugün bize, yapmış olduğu araştırmaların bir özetini sunacak. Tabi tamamını sunması bir ders şeyine sığmaz. Ama ondan önce, geçende birisi bana ya soru sordu ya da mail ile ulaştı. Efendim kuranda her şey yok, bak işte tecavüz suçunun cezası da yok, tecavüz suçu yok falan diye. Yani hemen bir fırsat arayarak bir tarafta bir açık arayan insanlar var. Bu normaldir, olacak tabi. İnsanlar günah işleme hürriyetlerini sonuna kadar kullanacaklar. Ama kuranda bunun var olduğunu görüyoruz. Zaten hemen hepinizin bildiği bir olay. Kısaca bir giriş yapacağım buna. Ondan sonra Adem Hoca yapmış olduğu çalışmaları ortaya koyacak. Ve diğer arkadaşlarımız da konuşacaklar.
Yusuf suresinin 23.ayeti. Kuranın 12.suresi biliyorsunuz. Yusuf(as), Mısır’da bir vezirin yani bir bakanın evinde kalıyor. Oraya esir olarak götürülüyor biliyorsunuz. Burada Allah şöyle diyor; YUSUF, 23.. Ayet: Ve ravedethülletı hüve fı beytiha an nefsihı: Yusuf’un, evinde bulunduğu kadın, Yusuf’un vücuduna sahip olmak istedi” Yusuf ile ilşkiye girmek istedi. “Ve ğallekatil ebvabe: bütün kapıları iyice kapadı” Yusuf’un çıkmasını engellemek için. Kapıyı kapamış olması, Yusuf’un böyle hir şey yapmak istemeyeceğini baştan bildiğini gösterir. Belki daha önceden kurlar yapmış olabilir. Karşılık alamayınca kapıları iyice kapamış. Ondan sonra “ve kalet heyte lek” seninim dedi, sana hazırım yada gel bana. Artık nasıl ifade ederseniz. “Kale meazellahi; Yusuf dedi ki; ben, Allah’a sığınırım”, “innehu rabbı ahsene mesvay: O benim rabbimdir/sahibimdir, bana güzel bir yer lutfetmiştir”, “innehu la yüflihuz zalimun: şu da bir gerçektir ki yanlış yapanlar hiç bir şekilde umdukları hedefe ulaşamazlar”. YUSUF, 24.. Ayet: Ve le kad hemmet bihı: kadın, Yusuf ile birlikte olma konusunda tam kararlıydı”, “ve hemme biha lev la er raa bürhane rabbih: Yusuf, rabbinin burhanını görmeseydi O da istekli olurdu”. Yani kadın, istenmeyeck yapıda birisi değil. Bir erkeğin arzu etmeyeceği tipte bir kadın değil ama Allah korkusu O’nu engelledi. Başka bir engel yok. Çünkü Allah, günah işleyen her kulunun içine, yaptığının yanlış olduğunu bir şekilde bildirir. Bakarsınız ki ne olursa olsun falan der. Aslında o, Allah’a bir cevap veriyordur. Ondan sonra günaha girer. Yani hiç bir günahkar diyemez ki; “ne yapayım ya Rabbi”. İşte kendime hakim olamadım, hiç düşünemedim falan. Mutlaka düşünür. Bize karşı düşünemedim diyebilir de Allah’a karşı diyemez. “Kezalike” diyor C.Hakk, işte o olay böyle oldu. Niye? Rabbinin burhanını, C.Hakk O’nun içerisine bunu verdi ki her insana verir. “Li nasrife anhüs sue vel fahşa: Yusuf’tan kötülüğü ve fuhşu giderelim diye”. Tabi kötülük etrafta duyulursa kötü bir insan olduğu anlaşılacak. Bir de fahşa dediği fuhuş, Allah’a karşı da günah işlemiş olacak. İki ayrı yönü var bunun. “İnnehu min ıbadinel muhlesıyn: çünkü O, samimiyeti kabul edilmiş kullarımızdandı”. Yani samimiyeti onaylanmış kullarımızdandı. Herkes kendisinin samimi olduğunu söyler de onaylanma şeyi değil. YUSUF, 25.. Ayet: “Vestebekal babe”. Şimdi kadın, O’na sabip olmak istediği için Yusuf kaçtı. İkisi de kapıya doğru bir yarış içerisine girdiler. Yusuf kaçıyor, kadın O’nu kovalıyor. “Ve kaddet kamısahu min dübürin: Yusuf’un elbisesini arkadan çekti ve yırttı”. Niye? Kaçmasını engellemek için tutup çekiyor. “Ve elfeya seyyideha ledel bab: kadının efendisini kapının yanında buldular ikisi de”. Kapıya doğru koşuyor ya ikiside. Tam o sırada demek ki evin beyi de içeriye girmek üzereymiş, orada buldular. Hemen kadın ne diyor? Çünkü fiili durum var. “Kalet ma ceazü men erade bi ehlike suen: senin ailene kötülük yapmak isteyen kişinin cezası nedir”. Yani bu adam, bana tecavüz etmeye kalktı demiş oluyor. Tecavüz suçu oldukça zor bir şeydir. Tecavüz eden, ben tecavüze uğradım rahatlıkla diyebilir. İşte o ayette olduğu gibi. “İlla en yüscene: hapse atılması değil mi?”,”ev azabün elım: yada acıklı bir cezaya çarptırılması”. Elem verici bir cezaya çarptırılması değilmidir? Yusuf(as) diyor ki YUSUF, 26.. Ayet: “Kale hiye ravedetnı an nefsı” yani O bana tecavüz etmek istedi. O, benimle birlikte olmak istedi. “Ve şehide şahidüm min ehliha: kadının ailesinden bir şahit de ortaya çıktı”. Bunu dersin sonuna kadar biraz açıklayacağız inşallah. “İn kane kamısuhu kudde min kubulin fe sadekat: dedi ki; Yusuf’un gömleği önden yırtılmış ise kadın haklıdır”, “ve hüve minel kazibın: Yusuf yalan söylüyor”. YUSUF, 27.. Ayet: “Ve in kane kamısuhu kudde min dübürin: ama gömleği arkadan yırtılmışsa”, “fe kezebet ve hüve mines sadikın: kadın yalan söylüyor Yusuf haklıdır”. YUSUF, 28.. Ayet: “Felemma raaa kamısahu kudde min dübürin: kocası baktı ki Yusuf’un gömleği arkadan yırtılmış”,”kale innehu min keydikünne: hemen kararını verdi dedi ki; ey kadınlar, bu, sizin tuzaklarınızdan biridir”, “inne keydekünne azıym; sizin tuzağınız büyüktür”. Siz tuzağı iyi kurarsınız demiş oluyor. Yusuf(as)’a döndü YUSUF, 29.. Ayet: Yusüfü a’rıd an haza; Yusuf, bu işi unut”. Yani hiç ilgilenme. Kadına da döndü “vestağfirı li zembik: günahın için Allah’tan bağışlanma dile dedi”, “inneki künti minel hatıın: sen, yanlış yapanlardan oldun dedi”. Şimdi burada dikkat ediyorsanız böyle bir tecavüz olayı bütün ayrıntıları ile anlatılmış. Cezasına da temas edilmiş. Şimdi Adem Hoca, kuran bütünlüğü içerisinde bu ceza ile ilgili varmış olduğu sonuçları bize anlatacak. Yrd.Dç.Dr. Adem Yıldırım, Kırıkkale Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi öğretim üyesi.
ADEM YILDIRIM: Mustakil bir çalışma olarak İslam hukukunda tecavüz suçunun cezası diye bir makale çalışması var tarafımızdan yapılan. Ve bunu arz etmeden önce bu işin Kur’ani alt yapısından biraz bahsetmek gerekecek. Hocamın da ifade ettiği gibi doktora çalışmam cezanın amacı şeklinde olmuştu. Bir soru olarak tecavüz suçunun cezası nedir sorusunun cezası olarak müstakil, ufak bir çalışma yapma ihtiyacı hâsıl oldu. İnşallah bu ikisini sunmaya gayret edeceğim. Tabi şimdi ceza komplike bir şey. Çünkü suç komplike bir şey. Tek bir suç tipi yoktur. Tek bir suçlu tipi yoktur. Her suçun farklı farklı unsurları vardır. Bu bazen suçun kendisi ile bazen faille/suçu işleyen kişi ile bazen mekan ile bazen zamanla değişik undurlar vardır. Dolayısıyla kurandaki ceza yapısına baktığımız zaman cezanın da bu şekilde suça göre şekil alan bir yapısının olduğu ortaya çıkıyor. Yani günümüzdeki ifadesiyle yada şekliyle bir kanunlaştırma, maddeler haline getirme, şu suçun cezası şudur şeklinde bir yapıyı ortaya koyma kuran açısından çok reel değildir. Çünkü kuran çağlar üstü bir kitaptır. Kuran bütün toplumlara hitab eden bir kitaptır. Herkesin istifade edebileceği bir kitaptır. Her yönüyle istifade edeceği bir kitaptır. Hukuk alanı da bunların içerisinde bir alandır. Dolayısıyla kuranın her şeyi tek tek yazma: hukuk anlamında, ceza anlamında diyelim tek tek yazma gibi bir yöntemi yoktur. Peki nasıl ele alınmıştır konu? İlkeler bazında ele alınmış ve sonra da bir takım örnek çözümlemelere gidilmiştir. O ilkeler nelerdir? Onlarla ilgili ayetleri birazdan okuyacağız. Bir de işin islam hukukunda ele alınış boyutu var, onu da özel, tecavüz suçu ile ilgili bahsedecek olursak onunda inşallah temel ilkeleri ifade ettikten sonra ele alacağız. Son olarak kuranda tecavüz suçunun cezası, ilkeler bazında ne olmalıdır sorusunun cevabını vermiş olacağız inşallah. Konu ile ilgili dedik ki; kuran, temel prensipler koyar. Temel kaideler koyar, ölçüler koyar, formüller koyar ve o formülün çözümlemesi ilgililere bırakılır. O ayetlerden bir tanesi “ve kulle şey’un bi miktar: O’nun katında her şey bir ölçü iledir”. Her şey. Bu herşeyin içerisine elbette ceza hukuku da girmektedir, fıkıh da bunun içerisindedir. Yine “inna kulle şey’in halaknâhu bi kader” yani yaratılış bazında da her şey. Evrenin yaratılışı, insanın yaratılışı, her şey yine bir ölçü içerisindedir. Birinci okuduğum ayet Rad suresinin 8.ayeti 13/8. İkinci ayet Kamer suresinin 49.ayeti 54/49. Yani hem yaratılış düzeyinde hem de sosyal alanda Allah’ın kanunu, her şeyi bir ölçü içerisinde yaratmış olmasıdır. Kadere tabiki burada bir ölçü anlamı vermek durumundayız. Peki ceza hukukunda Allah’ın koymuş olduğu ölçü nedir? Hemen onun formülüne ayetten bakacak olursak, okuyacağım ayet Bakara suresinin 194.ayeti “fe menı’teda aleyküm fa’tedu aleyhi bi misli ma’teda aleyküm: kim size saldırıda bulunursa siz de ona yaptığı saldırının dengi ile karşılık verin ve ileri gitmeyin”. Savaşla ilgili. Genel prensipler. Yine bir başka ayette Mümin suresinin 40.ayeti 40/40; “Men amile seyyieten fe la yücza illa misleha: her kim bir kötülük yapacak olursa ona ancak yaptığının dengi/yaptığının misli bir ceza vardır”. Yine bir başka ayet Nahl suresinin 126.ayeti. 16/126. NAHL, 126.. Ayet: Ve in âkabtüm fe akıbu bi misli ma ukıbtüm bih: eğer ceza ile karşılık verecek olursanız ancak size yapılanın misli ile/dengi ile cezalandırınız”,”ve lein sabertum huve hayrun li sâbırin: sabredecek olursanız bu sizin için daha hayırlıdır”. Yine bir başka ayet Kasas suresinin 84.ayeti 28/84. KASAS, 84.. Ayet: Men cae bil haseneti fe lehu hayrum minha ve men cae bis seyyieti fe la yüczellezıne amilüs seyyiati illa ma kanu ya’melun: kim bir kötülük getirirse o kötülükleri işleyenler ancak yaptıkları kadar ceza görürler”. Bir başka ayet Şura suresi 40.ayet 42/40 SURA, 40.. Ayet: Ve cezaü seyyietin seyyietüm mislüha fe men afa ve asleha fe ecruhu alellah: bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlar ise onun mükafatı Allah’a aittir. Son bir ayet daha okuyalım. Bu da Nisa sresi 123.ayet 4/123 NİSA, 123.. Ayet: Leyse bi emaniyyiküm ve la emaniyyi ehlil kitab men ya’mel suen yücze bihı: bu iş, sizin kuruntularınıza ve ehli kitabın kuruntularına göre değildir. Kim fenalık yaparsa yaptığının aynısıyla ceza görür, kendisine Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı bulabilir” ,”men ya’mel suen yücze bihı: kim bir kötülük yaparsa yaptığının aynısıyla mukabelede bulunulur”. Şimdi okuduğumuz ayetlerde ben kendi içinde çalışmada tasnif ettim ama burada ifade etmedim. Kısaca özet olarak ifade edeyim. Bir dünyevi cezalar söz konusu, uhrevi cezalar söz konusu, şahsa karşı yapılan suçlar söz konusu, topluma karşı ve Allah’a karşı. Bunların hepsinin kendi içlerinde bir kategorisi var. Bu kategori çok önemli. Yani günümüz hukukunda, bu pek dikkate alınmaz: bir ölüm hadisesinde veya bir yaralanma hadisesinde mağdura çok fazla söz hakkı tanınmaz. Ona pek bir değer verilmez.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İstersen batıdan geldiği için biraz şey yapalım. Türkiye’de biliyorsunuz 1858’de Fransa ceza kanunnamesi tercüme edildi. Ceza Kanunname-i Humayunu adı altında neşredildi. O zamandan itibaren batılı bir anlayış bu ülkeye hakim olmaya başladı. Zaten o zamandan beri de problemler her defasında artarak devam ediyor. Batıda insanların bir önemi yok. Önemli olan devlettir. Ve devletin başındaki kişidir. Öyle olunca iki kişi arasındaki cezayı gerektire hususlarda da o suç bir adam diğer adamı öldürdüğü zaman diğer adamın mirasçılarına falan fazlaca bir laf düşmez. Devlete karşı işlenmiş suç olarak kabul edilir. Yani özel hayatın dokunulmazlığına dair bir kaç tane şeyler konmuştur. İşte takibi şikayete bağlı suçlar diye ayırmışlardır bir kaç tane. Onun dışında tamamen kamu aleyhine işlenen suçlar demişlerdir. Dolayısıyla mağdur taraf tatmin olmaz. Olmayınca da problem de çığ gibi büyür. Bu konuda değişiklik olsun sen söyleyeceksin ama az bir değişiklik olsun diye söyledim.
ADEM YILDIRIM: Kurandaki bu yapı her suç ve cezada kendini gösteriyor. Yani bir suçun şahsa karşı işlenmesi durumumda yapılacak prosedür farklıdır, bir suçun topluma karşı işlenmesi durumunda izlenecek yol farklıdır. Bir suçun Allah’a karşı işlenmiş olması durumunda izlenecek yol farklıdır. Bunları ayırt etmeden sağlıklı bir sonuca ulaşmak mümkün değildir. Yani Allah’a karşı işlenmiş bir suç olan irtidat suçunu siz şahsa karşı veya devlete karşı veya topluma karşı işlenmiş olarak ele alacak olursanız bambaşka bir sonuç çıkar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kendini Allah’ın yerine koyup dinden döneni öldürüyorlar işte.
ADEM YILDIRIM: Evet. Ama bu tamamen Allah’a karşı işlenmiş bir suçtur. Bir ibadeti yapmamak gibi bir şeydir. İbadeti yapmadığında nasıl Allah’a karşı insan sorumlu oluyorsa tevbe etmesi gerekiyorsa bunun ezikliğini hissediyorsa aynı verdiğimiz örnekte de irtidat suçunda da bu böyledir. Ya da bir kimsenin canına kastetme durumunda burada söz hakkını Allah, o kişinin yakınlarına vermiştir. Dolayısıyla o suç, Allah hakkından, kamu hakkından şahıs hakkına indirilmiştir. Yani af yetkisi şahsa verildiği için, maktülün yakınlarına verildiği için artık orada söz hakkı ona aittir. Bir başka suçta mesela hırsızlık suçunda: islam hukukunda şartlar oluşmuş hırsızlık suçunda söz hakkı yoktur. Onun için Efendimiz(sav) diyor ki; hırsızlık yapan kişi kızım Fâtıma da olsa onun cezasını verirdim. Neden affetmiyor Peygamberimiz kızını? Affedemez mi? Çünkü af yetkisi Peygamberimiz’e verilmemiş. Af yetkisi yok orada. Kamu hakkının her bir kişisi de bu hususu bu hakkı helal edemeyeceği için orada af yok. Dolayısıyla bu kategori çok önemli.
ABDULAZİZ BAYINDIR: El kesmeye ihtiyaç olan bir husustur. İstersen şimdi Adem burada bizim izleyici profili. Söylediklerin son derece doğru. Senin zihinsel arka planında bu ayetler var ama bu arkadaşlarımızın birçoğu da onu öğrenmek isteyecek. Mesela şimdi okuduğu ayetlerden bir kamuya karşı işlenmiş şeylerde af yok. Bakara 194.ayeti okudu “fe menı’teda aleyküm fa’tedu aleyhi bi misli ma’teda aleyküm”.Savaşla alakalı. Adam savaş yapıyorsa. Kim size düşmanlık yaptıysa ona, onun dengiyle düşmanlık yapın dedi. Hiç, affedersiniz kelimesi falan yok burada. Orada sadece şunu dedi; “vettekûllâhe va’lemû ennellâhe meal muttekîn” hakkınızı alırken de Allah’tan korkun. Yani karşı tarafa sınırı aşmayın. O ne kadar size düşmanlık ettiyse o kadar. Burada af yok. Onun için “Ve kâtilû fî sebîlillâhillezîne yukâtilûnekum ve lâ ta’tedû: sizinle savaşanlarla savaşın ama aşırıya gitmeyin”(BAKARA 190) dedi. Aynı kelimelerle.
ADEM YILDIRIM: “Ve in âkabtum fe âkıbû bi misli mâ ûkıbtum bih, ve le in sabertum le huve
hayrun lekum”.(NAHL 126)
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kişisel haklara oldu mu? Gene aynı. Kural, aynı kural. Size yapılanın dengi. Ama kişisel hak oldu mu affederseniz daha iyi diyor. Halbuki kamuya yönelik olanda af yok. Ne ise o. Bunu ayetlerle arkadaşlarımız bilirse daha iyi olur.
ADEM YILDIRIM: Efendimiz’in uygulaması da o yönde. Mesela kendi şahsına yönelik bir saldırı olduğunda değil mi, o hadisede şimdi seni benim elimden kim kurtaracak dediğinde, sonra Peygamberimiz affediyor o kişiyi. Öldürmüyor. Çünkü o şahıs hakkı. Ama hırsızlık yapan Hz. Fatıma da olsa elini kesecek oluyor. Keserim diyor. Orada kamu hakkı. Bu hususun altını çizdikten sonra konumuza geçelim.
Tecavüz suçunun cezası nedir? Aslında bu konuya geçmeden önce şu yapıyı da vurgulamak lazım. Kur’an’da hadler olarak ifade edilen bir takım suçların cezası tespit edilmiştir. İşte katl suçun cezası kısastır. Hırsızlık suçu hadlerdir. Zina suçu hadlerdir. Sonra hirabe suçu yine hadler içerisinde nitelendirilir. Şöyle bir algı var: bu suçlar, kuranın saymış olduğu, toplumlarda olan en büyük suçlardır ve bunların cezası da Allah tarafından tespit edilmiş konulmuştur. Bunların haricindeki suçlar çok büyük değildir ve bu sayılan suçların haricinde bir suç işlenecek olursa bu suçun cezasını hakim kendi reyine göre verebilir. Buna da tâzir denir. Böyle bir yapı var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bizdeki genel yapının bu olduğunu şey yapıyor. Çünkü ceza hukuku bizim dostlarımızın en az bildiği sahadır. Onun için mesela fıkıhta bu böyle. İşte hadler derler. Had kelimesi kuranda bu anlamda yok. Ama sınırları belli cezalar olması bakımında hadler deniyor. Fıkıhta böyle. Dolayısıyla bir kaç tane suçun cezasını saydıktan sonra gerisi tâzir. Tâzir dediğiniz zaman da onu da anlat.
ADEM YILDIRIM: Şimdi peki bu var olan yapıyı nasıl okumak lazım? Yani kuranda statik bir yapı mı vardır ceza anlamında. Suçlar bellidir, cezası bellidir. Bunun haricinde bir suç çeşidine farklı bir ceza verilemez. Yani had olarak verilemez. Tâzir olarak verilir. Tâzir’in de en düşüğü kişiyi azarlamaktır. Kaş göz işaretiyle de başlar ta ki kişiyi idam edinceye kadar bu hakimin takdirine bırakılmıştır. Tâzir dediğimiz budur. Peki bu yapı sağlıklı bir yapımıdır? Malesef buna sağlıklı bir yapı diyemiyoruz. Kuran, okuduğumuz ceza prensipleri ışığında buna sağlıklı bir yapı dememiz mümkün değil. O zaman her bir hakim kendi adına yada Allah adına karar vermiş oluyor. Ve bir suçun cezası bir hakime göre A iken başka bir hakime göre B, başkasına göre C olabiliyor ama aynı suç. Hepsine de islam deniyor. Yok bu yapı malesef ceza prensipleri ile ilgili ayetlere uymuyor. Peki nasıl okumak lazım bu hadler ile ilgili ayetleri? Onlar tamamen kendi alanlarında Allah’ın göstermiş olduğu örnek uygulamalardır. Yani hırsızlıkla alakalı ayetler, mal emniyetine yönelik suçun cezası ile ilgili örnek bir uygulamadır. Ama neticede prensip, biraz önce okuduğumuz ayetlere dayanır. Formül oradan alınmıştır. Kısas ile ilgili ayetler, yine can güvenliği ile ilgili örnek bir uygulama göstergesidir ve yine temel prensipler, temel formüller, biraz önce okuduğumuz ceza ayetlerine dayanmaktadır. Yine hirâbe ile ilgili ayetler, terör suçu ile ilgili ayetler aynı şekilde bu formüllerden çıkartılmış gösterilmiş örnek bir uygulamadır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Biz de gene çok az bilinen hususlardan bir tanesi de kuranın konulara örnek vermediğidir. Biliyorsunuz genelde usulü fıkıh kitaplarının girişinde şu yazar: olaylar sınırsız, naslar sınırlıdır. Sınırlı naslarla yani nas dediğimiz ayet-hadis. Sınırlı ayet ve hadislerle sınırsız olaylara cevap vermek mümkün değildir. Dolayısıyla işte içtihad yaparız. Ceza da buna giriyor. Halbuki Kur’an, tabi Kur’an ne diyor? NAHL, 89.. Ayet: “ve nezzelna aleykel kitabe tibyanel likülli şey: sana bu kitabı her şeyi açıklasın diye indirdik” diyor. Bir kere burada bir hata var. Bir de başka şey de yine bizde hiç bilinmeyen bir husus da şudur. Az önce Adem Hoca bunu söyledi. Dikkat çekmek için araya girdim. Her şeyin aynı zamanda kuran örneğini de vermiştir. Onunla ilgili bir kaç tane ayet var. İstersen o ayetleri de oku. Yani zihinler hazır olsun diye. Hani bazıları diyebilir ki; bu sanki Adem Hoca’nın kendi sözü gibi değerlendirebilirler, o açıdan şey yaptım. Örnek uygulama ifadesi son derece önemli bir tespittir. O açıdan ilgili ayetleri de okursan.
ADEM YILDIRIM: En önemlilerinden bir tanesi bu. ISRA, 89.. Ayet: Ve le kad sarrafna lin nasi fı hazel kur’ani min külli meselin: her bir şeyden bir örnek kuranda zikrettik”. İşte ceza hukuku da bunlardan biri. Peygamber kıssaları mesela bizde kıssa olarak hikaye bâbından kıssa olarak ibret alınacak, ahlaki öğütler çıkarılacak kıssalar olarak: genelde böyle bir algı vardır. Ama işin birçok yönden, birçok alanda tabi burada Allah genel prensiplerden örnekler göstermektedir. Örnek uygulamalar göstermektedir. İşte Hocamız’ın okuduğu Yusuf suresi baştan sona çok büyük ibretlerle, hem ibret örneklerle doludur. Ceza ile ilgili orada çok güzel örnekler vardır. Ama şimdi bu konunun da yetişmesi lazım fazla da dağıtmadan. Kurandaki hadler örnek uygulamalardır. Alanında örnek uygulamalardır. İşte kimisi can güvenliği ile ilgili örnek bir uygulama, kimisi mal emniyeti ile ilgili örnek bir uygulama, kimisi terör suçuyla ilgili nitelikli suçlarla ilgili örnek bir uygulama, kimisi namus emniyeti ile ilgili örnek uygulama. Bu temel prensiplerden bir yansıma olarak karşımızda duruyor. Şimdi konumuza geçecek olursak. Burada İslam hukukunda tecavüz suçunun cezası nedir, bir onu irdeleyeceğiz. Sonra Osmanlı kanunnamelerinde bir takım ifadeler var tecavüz suçu ile ilgili. Hatta 1858 kanunnamesi ile birlikte mustakil bir başlık olarak benim gördüğüm kadarıyla ilk defa bir başlık olarak hetk-i ırz suçu adı altında tecavüz eşittir hetk-i ıruz suçu şeklinde ifade edilmiş. Hetk-i ırz suçu bir başlık olmuş. Sonra işte günümüzdeki kanunlarda durum nedir. Bir de genel dünyadaki bir kaç uygulamadan örnek vereceğiz. Sonrasında da kuranda bu suçun cezası, ceza prensipleri ışığında ne olmalıdır sorusunun yanıtını arayacağız. Şimdi İslam hukuku kaynakları fıkıh külliyatımıza baktığımız zaman malesef ve malesef üzerinde birazcık çalıştığım için söylüyorum; bir başlık bulamadım. Yani müstakil bir başlık yok. Yani tecavüz suçu nedir, cezası nedir şeklinde ilk dönemden bu güne kadar mustakil bir başlık yok. Sadece zina suçunun cezası işlenirken bu konuya da bir iki parağrafla değiniliyor. Zina suçu her yönüyle işleniyor. Zina suçu cebren işlenirse, zoraki işlenirse tecavüz veya başka bir isimle isimlendirme, özel bir suç tanımlaması yapılmaksızın zorlama ifadesi veya benzer ifadeler kullanarak konu geçiştiriliyor ve orada yapılan vurgu, böyle bir durumda kadına herhangi bir had uygulanmaz. Yani algı bu şekilde. Bir de hudud, hadler başlığı altında zina konusu içinde değerlendiriliyor. Bir de diyet başlığı altında konuya temas ediliyor. Burada da yine müstakil bir suç değil. Ve orada da vücudun herhangi bir yerine herhangi bir sebeple açılan yaralarda gerekli olan diyet tarif edilirken anlatılırken tecavüz suçu da yine suç olarak ifade edilmeksizin yaralarda bir yara olarak yaklaşılıyor ve işte bu durumda ne tür bir diyet gerekir, diyet ne kadardır, neye kıyad edilir. İşte örneğin kişinin böbreği zarar görmüş ise parçalanmış ise buna ne kadar diyet gerekiyor, şu kadar. İşte tam diyet şu kadar, yarım diyet şu kadar, üçte bir diyet bu kadar. İşte bu suçta da böyle bir diyet gerekir şeklinde bir yaklaşım var konuya. Buradaki vurgu, tecavüz suçu şeklinde bir algının kitaplarda görülmemesi. Peki ne tür bir isimlendirme var kaynaklarda? Benim gördüğüm kadarıyla ifza, irtisab, ezzina bil kahr, müstekleha alel zina gibi kelimeler var. Cebir ile tasarruf, gasben ahs, cebren fiili şe’ni, cebren zina gibi isimlendirmeler var. En sonunda Osmanlı döneminde biraz önce bahsettiğim kanunnameler ile birlikte hetk ve ırz isimlerinin birleştirilmesi ile tamlama oluşturuluyor, hetk-i ırz deniyor namus perdesini yırtma anlamında. Ve kanunnamelerde bu şekilde bir isimlendirme var. İslam hukukunda fıkıh külliyatında ifza kavramı altında genelde konu değerlendiriliyor ve o da şu şekilde farklı farklı tarifler var. Kısaca organa verilen zarar. Bu harici bir şey ile de olabilir. Yani tecavüz fiili olmaksızın bir kimsenin bir başkasına verdiği bir zarar sonucu fercin zarar görmesi söz konusu olabilir. Karı koca arasındaki ailevi hayatta böyle bir yaralama söz konusu olabilir. Veya tecavüz suçunda olabilir. Bunların her birisi bu ifza kavramı altında ele alınıyor ve buna göre de bir diyet taksimatına gidiliyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani burada kadına tecavüz değil de o sırada meydana gelmiş olan cinsel organdaki tahribat. O tahribat varsa eğer ona verilecek ceza. Yoksa o fiilden dolayı verilecek ceza yok değil mi? Öyle bir şey yok.
ADEM YILDIRIM: Yok. Fiile bir ceza öngörülyor. Onu birazdan mezheplerde bahsedeceğiz ama bu tecavüz suçunun karşılığı olarak değil. Onun birazdan ayrıntısına girmiş olacağız. Hadislere bakmak gerekiyor. Konu ile ilgili görebildiğim kadarıyla iki tane hadis bulabildim. Birincisi İbni Mâce ve Tirmizi’de geçiyor. Rivayet şu şekilde: Resulullah(sav) döneminde bir kadın, hetk-i ırza zorlanmıştı. Resulullah, cezayı/haddi kadından kaldırdı. Zorla bu işi yapan kimseye tatbik etti. Resulullah, kadın için verilmesi gereken bir mihir zikretmemiştir. Rivayet bu şekilde. Burada kadına herhangi bir ceza öngörülmediği vurgulanıyor ve herhangi bir kadına verilmesi gereken hir mihirden de bahsedilmiyor. Senedin tenkidi var. Hadisin garip hadis olduğu, Vail Bin Hucur’un babasından aslında bu hadisi işitmediği, çünkü onun babası vefat ettikten bir kaç ay sonra dünyaya geldiğine dair kaynaklarda yorumlar var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu da yorum mu Allah’ını seversen. İbni Abbas, doğmadan kaç sene önceki olayları rivayet ediyor yani. Doğumundan 10 sene önceki olayları rivayet ediyor. Tefsirler onlarla dolu.
ADEM YILDIRIM: Burada mehir diyor ama onu tazminat olarak algılamak daha doğru. Herhangi bir tazminat takdir etmemesinin Resulullah’ın: bunu nasıl anlamak gerekir sualine cevaben deniyor ki; zaten bu tür yaralanmalarda, işte biraz önce örnek vermiştik karındaki yaralanma ki buna câife deniyor fıkıh terimi olarak. Câife bölgesinde yani iç bölgelerde, iç organlardaki yaralanmada bir takım diyet miktarları var. Zaten efendimiz onları zikrettiği için başka vesilelerle başka hadislerde başka olaylarda, bu örnek tecavüz olayında ayrıca bu tazminatı zikretmemiştir, ona gerek duymamıştır şeklinde bir yorumlama var. Hadisin bu eksik kalan tazminat kısmını bu şekilde yorumluyorlar. İkinci bir rivayet var. Hadis. Bu da Tirmizi’de ve Ebu Davud’da geçiyor. Bu rivayeti Hocam baştan sona okuyayım. Tirmizi’de geçen ikinci hadiste Alkame Bin Vail El Kindi’nin babasından rivayetine göre Resulullah zamanında mescidde cemaat ile namaz kılmak için evinden dışaı çıkan bir kadını, bir adam yakaladı. Üzerine kapaklanarak tecavüz etti. Kadın bağırınca adam kaçtı. O esnada oradan bir başka bir adam geçiyordu. Kadın dedi ki; bana tecavüz eden adam budur. Muhacirlerden bir gurup oradan geçiyordu. Yine kadın; o adam bana tecavüz etti dedi. Kadının kendisine tecavüz ettiği sandığı kimseyi yakalayıp kadına getirdiler. Kadın; evet işte budur dedi. Bunun üzerine adamı Resulullah’a getirdiler. Recmedilmesini emredince, kadına gerçekten tecavüz eden kişi ayağa kalkarak; “ey Allah’ın resulü, bu cezanın uygulanacağı kimse benim” dedi. Resulullah kadına; “sen git, Allah seni affetsin” dedi. Suçsuz yere yakalanan adama da gönül alıcı sözler söyledi. Gerçek suçlu adama ise “onu recmedin” buyurdu. Şöyle devam etti; “bu adam öyle bir tevbe etti ki böyle bir tevbeyi Medine ahalisi yapsaydı kabul edilirdi”. Rivayetin özeti: kadın tecavüze uğrayınca fail kaçıyor ve oradan bir başkası geçiyor. Ve kadın o ikinci kişiyi görüyor. Artık kaçarken görüyor. Ve bir başka muhacir guruba, onu yakalattırıyor ya da onlar yakalayıp getiriyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bunu kim rivayet etmişti? Hangi kitap?
ADEM YILDIRIM: Tirmizi’de ve Ebu Davud’da var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Gerçekten muhteşem bir rivayet yani, bunun karşısında hayran olmamak mümkün değil! Kadın camiye giderken bir kere yolda tecavüze uğruyor. Bu nasıl bir yerse? Dünyanın neresinde böyle bir yer varsa yani. Bu bir. İki: bir adama diyor ki bu bana tecavüz etti, Resulullah yargısız infaz. Kadının iddiasıyla ona recm uygulayın diyor. Hiç şahid gerek yok. Kadının iddiası ile. Ondan sonra camiye gelmiş olan bir adam daha cünüplükten yıkanmadan. Yani cünüp bir adamın camide ne işi var? Ondan sonra diyor ki ben yaptım ya Resulallah. Tevbe etmeye mi gelmiş? Bari yıkanıp gelseydi. Yani neresinden tutsan elinde kalan bir şey yani. O da şaşırtmacası galiba! Havada asılıdır, rengi sarıdır, durmadan öter. Nedir biliyor musunuz? Hamsi. Öğrenmişler. Ne demiş? Havada asılı mıdır demiş, astım demiş. Rengi sarımıdır, boyadım. Ötmesi? o da yanıltmacasıdır demiş. Bu da son bölüm de yanıltmacası. Cünüp adamın mescidde ne işi var? Diyor ki ben yaptım ya Resulallah. Bari abdest alıp gelseydin kereta. Tevbe estağfurullah! Ondan sonra da hadi buna uygulayın cezayı.
ADEM YILDIRIM: Maalesef ceza konusundaki rivayetlerde büyük sıkıntılar var. O da apayrı bir çalışma konusu. Bu konu ile ilgili İbni Arabi’nin bir yorumu var bilmiyorum gerek var mı?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Gerek yok boş ver.
ADEM YILDIRIM: Mezheplerde durumu kısaca ifade edelim. Hanefi mezhebine göre had tecavüz suçu, zina suçu kapsamında değerlendiriliyor. Bütün mezheplere göre zina suçu kapsamında değerlendiriliyor. Zina başlığı altında ele alınıyor ifade ettiğimiz gibi. Ve cezası öncelikle bir had uygulanıyor. Tabi fıkıh külliyatında had dediğimiz zaman bekarsa celde, evliyse recm. Bu yapıyı biliyoruz. İkincisi: bir de diyet öngörülüyor. Diyet de biraz önce ifade ettiğimiz gibi farklı organlara kıyasen bir miktar tespitine gidiliyor. Hanefi mezhebi, vakıanın ağırlığına göre hafif diyet ve ağır diyet, tam diyet diyor, üçte bir diyet diyor. Tam diyette farklı bir miktar, üçte bir diyette ona göre bir miktar tespit ediliyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tam diyet, adam öldürme suçunun diyeti oluyor. Yani bunda biliyorsunuz kadın ile erkeği ayırırlar birbirinden delil olmamasına rağmen. Erkeğin diyeti 1000 dinardır, kadının 500 dinar. Yarı yarıya. İşte tam diyet dediğiniz zaman dinar da 4,35gr altındır. Ama yıprana yıprana genellikle 4,25gr kabul edilir genel yapı. Ne yapar 4 kilo 250gr. Tam diyet dediğümiz zaman o anlaşılması gerekiyor. 4 kilo 250gr altın anlamına geliyor.
ADEM YILDIRIM: Şimdi burada tabi çalışmada çok farklı ayrıntılar var ama örneklere girmeyeceğim. İlgililer daha sonra kaynaklardan ulaşabilirler yayınlandığı zaman ama özetle Hanefiler hafif ifza durumunda 1/3 diyet öngörüyor. Ve bunun haricinde herhangi bir tazminat öngörülmüyor. Yani kadın tecavüze uğradığı zaman erkek had cezası alıyor ve ifza durumuna göre de kadına bir miktar tazminat..
ABDULAZİZ BAYINDIR: O zaman 1/3 ne yapıyor? 4 kilo 350gramın 6’da biri. Çünkü kadına onun yarısı oluyor ya. 700 gramda biraz fazla altın görmüş oluyor. Gene de epeyce bir rakam. 700gr altın az bir rakam değil bugün.
ADEM YILDIRIM: Yine Hanefi mezhebine göre ağır ifza durumunda had cezası veriliyor ve bir de tam diyet yükleniyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ama bu, tecavüz suçunun cezası değil. Onu da bilelim. Sadece organa verilen zararın cezası.
ADEM YILDIRIM: İmam Muhamed’e göre tam diyet, bir de mihri misil adında bir tazminat veriliyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İstersen sen onu anlat. Çünkü genellikle İmam Muhammed’in dediğidir Hanefi mezhebinin görüşü.
ADEM YILDIRIM: Bu mehri misili Şafi mezhebinde ele alalım Hocam.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hanefi olarak İmam Muhammed bir şey diyorsa genellikle O’nun görüşüdür Hanefi’nin görüşü. Diğerleri uydurmadır daha sonra.
ADEM YILDIRIM: O zaman ağır ifza durumunda Hanefi mezhebinde had cezası artı tam diyet artı mehri misil.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tam diyet yani adam öldürmüş gibi bir ceza ve kadının mehri misil yani evlenecek olsaydı bunun dengi bir kadına ne kadar mehir verilirdi ise ayrıca onu da vermesi gerekir diyor.
ADEM YILDIRIM: Özetle Hanefi mezhebi bu şekilde. Şafi mezhebinde işin tazminat kısmı bayağa bir sıkı tutulmuş. Tabi bütün mezheplerde had cezası veriliyor. O, elde bir. İlaveten tazminat kapsamında da Şafi mezhebinde hafif ifza durumunda yine mehri misil yükletiliyor, bir de had cezası. Şafi mezhebinde hafif ifza durumunda bu. Ağır ifza durumnda had cezası aryı mehri misil artı tam diyet artı hükümet-i adl. Ve bir de bekaret erşi. Toplamda 4 kalem tazminat yükletiliyor. Bir de had cezası yükletiliyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İfzadan maksat, organa verilen zarar. Öyle bir şey olduğu zaman sanki kadını öldürmüş gibi bir diyet veriliyor. Çünkü onun gerçekten piskolojik olarak hayatı ölmüş oluyor. İki: bir mehir ödeniyor. Üç: kükümet-i adl, mesela kadını bir cariye olarak düşündüğün zaman değeri hangi oranda düşmüşse %10 oranında düşmüşse tam diyetin %10’u kadar ilave ediyor. Bir de bekaretini bozduğundan dolayı ayrıca bir ceza. Bayağa çok yüklü bir ceza öngörülmüş oluyor yani. Tazminat tabi. Maddi ceza yani.
ADEM YILDIRIM: Şafi mezhebi bu şekilde özetle. Maliki mezhebinde had cezasına ilaveten bazı Malikiler’e göre tam diyet yükletilir diye bir rivayet var. İmam Malik’e göre hükümet-i adl yükletiliyor. Bazılarına göre tam diyet, İmam Malik’e göre hükümet-i adl şeklinde bir rivayet var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hükümet-i adl dediği zaman bugün adalet meydanı gibi bir şey anlar millet.
ADEM YILDIRIM: Yani fıkıh kaynaklarında, işte hadislerde veya ilgili rivayetlerden, diyeti miktarı tam tespit edilmemiş, miktarın yine hakime bırakıldığı yada bilir kişiye bırakıldığı diyelim, hakim demeyelim. Bilirkişiye bırakıldığı tazminat çeşidi. Özetle bu şekilde ifade edebiliriz. Yani bilirkişi burada ilgili kayıp sebebiyle ne kadar bir meblağ öngörürse o meblağ bu kalemlere ilave ediliyor. Hambeli mezhebine geçtiğimiz zaman Hambeli mezhebinde hafif ifza ve ağır ifza diye ikiye taksimat yapılıyor. Burada da hafif ifza durumunda mehri misil var, had cezası var ve bir d 1/3 diyet var Hanefiler’de olduğu gibi. Hanefiler ile Hambeliler’in görüşü aşağı yukarı burada birbirine yakın. Ağır ifza durumuna geçtiğimiz zaman burada da yine had cezası var. Mehri misil var ve tam diyet var. Yani hafif ile ağır arasındaki oran, 1/3 ile 1/1 şeklinde değişkenlik gösteriyor. Özetle islam hukukunda gördüğümüz 4 mezhepte genel yapı bu. Buraya bir de Şia mezhebini dahil etmek gerekiyor. Onu da sizden alalım.
SONİA CİHANGİR: Şiilerde ehli sünnetten farklı olarak ilk kaynaklar da dahil hadislerde bab olarak geçiyor. Bab-ı igtisabu reculun mer’ete ferceha diye. Yani tecavüz eden erkeklerin cezası olarak. Ayrı bab var hadislerinde. Bir de fıkıh kitaplarında da tecavüz be enf âdi diye bab var. O da bu hadislerden kaynaklanıyor. Bir farkı ehli sünnetten. Şimdi bu zina ile ilgili ayetten yola çıkarak Muhakkik Hıli şöyle diyor; bu zinanın cezalarının bir kaç çeşidi var. Bir kısmı da katldir diyor. Bu katl kimin için oluyor? Yani öldürme, idam etme. Men zene bi zatil mahrem yani kendi mahremlerine zina işlemiş kişiler öldürülmeli. Annesi, kızı, yeğeni, kendine mahrem olanlardan. Bir de zımmi zani bi müslüme eğer bir zımmi müslim kadın ile zina yaptıysa öldürülmesi gerekiyor. Bir de eğer ikrahla yani zorla bir zina suçunu işlemiş olsa kadın istemediği halde yani tecavüz ettiyse o zaman öldürülmesi gerekir diyor. Eğer bu evlenmiş bir erkek olsa da geçerli. Tecavüz eden erkek evli olsa da öldürülmeli. Ama bekar olsa da öldürülmeli. Yani hiç burada ayrım yapılmaması gerekir diyor. Başka bir kaynakta da yaş olarak da hiç ayrım yapmamalı. Bu, yaşlanmış bir erkek olsa da genç bir erkek olsa da hiç ayrı yapmamaları gerekiyor. Özgür yada bir köle bile olsa hiç burada ayrım yapılmaz ve müslim-kafir burada da hiç ayrım yok. Yani öldürülmesi gerekir diyor. Sadece mesela Şeyh Kullini’nin Kâfi hadis kitabı var. O kitapta bu dediğimiz bab-ı yaktasumul mer’e ferceha babında bir hadiste diyor ki; eğer bir erkek kadına tecavüz ettiyse öldürülecek diye geçiyor. Kutile, öldürülmesi gerekir diye geçiyor. Başka bir hadiste ise diyor ki; darbeten yani bir şeyle darbe vuracaksınız. Yani bir defa ona vuracaksınız. Şimdi o ölecek aslında ama ölse öldü. Eğer ölmezse öyle bırakacaksınız diye hadis geçiyor. Burada İmam Caferi Sadık, İmam Hanefi’nin üstadından şey ediyor ama genelde İmam Caferi Sadık’ın hadislerinin önünde hep böyle bir şey oluyor. Tesekkür yani böyle oluyor diyor ki; biz söyledik falan imamdan dediğimizi filan imam söyledi demeyin. Ve huve an ebihi ve huve an ebihi ve huve an Resulullah diye şey yapıyorlar genelde.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bunu biraz açıklamakta fayda var. Bizim Türkiye’deki vatandaşlarımız bunun anlamını bilmiyor. Şia’da imamlar dediğimiz o 12 imam ki Fatıma ve Resulullah ile birlikte 14. Bunlar şöyle düşünülür: bunların herhangi bir yerde eğitim görmeye ihtiyaçları yoktur. Kimseden bir şey öğrenmelerine gerek yoktur. Bunlar bilgiyi doğrudan Allah’tan alırlar. Dolayısıyla imamlardan herhangi birisi bir söz söylemiş ise o sözün yanlış olma ihtimali yoktur. İşte imamlardan gelen hadis dendiği zaman bizim ehli sünnet ve diğer Şia dışındakilerin anladığını Şiiler anlamazlar. İmam böyle demiş deniyorsa üzerind asla tarışma olmaz ve kesin olarak kabul edilir. Onun için oradaki hadis anlayışı bizdeki hadis anlayışından çok farklıdır.
SONİA CİHANGİR: Şu hadis gerçekten imamdan nakledildi mi edilmedi mi ayete arz edin denir. Kurana uyarsa alın.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kurana arz edin: bu bir metot mu yoksa bazı kişilerin sözü mü?
SONİA CİHANGİR: Öyle hadisler çok var orada mütevatir olarak.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani genelde yaparlar mı? Yaparlarsa nasıl yapıyorlar? Kurana arz işi kolay bir iş değil yani.
SONİA CİHANGİR: Kurana arz yani tabiki bizim kuranı kuran açıklar metodundan yola çıkarak değil, sadece ilgili ayete bakıyorlar, uyduysa alıyorlar ve uymadıysa almıyorlar. O metotdan yararlanarak bu şeyi yapmıyorlar. İmam Cafer dediği zaman sunnilerde olduğu gibi senede daha çok bakıyorlar. Hadisin metnine değil de senede bakıyorlar. Ve onlarda hadise bakışı farklı. Sahih, hasen gibi onlarda da değerlendirme var ama farklı yani onların anlayışı açısından. Bir de Maide suresinin 33.ayetini delil olarak alıyorlar. Neden öldürüyorsunuz bu tecavüz edeni? Kuranda delili var mı diyenlere bu ayeti delil getiriyor. “İnnema cezaüllezıne yüharribunellahe ve rasulehu” var ya. Delil alarak öldürüyorlar tecavüz edenleri. İspat için de 4 şahit gerekir. Ya da el kadı diye bir şey var. Birisi kadıya şikayetçi olduğu zaman bu kadı ne yapacak? Kendisi inceleme yapacak ve gerçekten öyle bir şey oldu mu olmadı mı? Kadıya bırakılan bir görev olarak gözüküyor. Polisten falan yararlanıp şey yapacak yani.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Peki teşekkür. Burada belki önemli bir husustur çok kısa bir şey söyleyeyim de. İnnema cezâullezine yuhâribunallahe ve resulehu” ayetinde işte öldürülmeleri, asılmaları, elleri ayakları çapraz vâ kesilmeleri. Ondan sonra ne diyor? Eğer onları ele geçirmeden tevbe ederlerse o zaman adi bir suçlu olarak şey olması lazım diyor. Burada bir kere “yuhâribun” kelimesi üzerinde düşünmemiz lazım. Bizim şu konumuzla ilgili olarak demiyorum. Bu tür ayetler çok yanlış yerlere çekiliyor. Yuhâribun ne demek? Bir kere tek kişi değil. En azından bir çete oluşturuluyor ki Adem Hoca orada terör suçu dedi. Zaten terör kelimesi dediğiniz zaman tek kişi aklınıza gelmez. Mutlaka bir örgüt olması lazım. Örgütlü suç deniyor bu tür şeylere. “Yuhâribunallâhe ve resulehu: Allah’a ve Resulü’ne karşı harb etmek” yani kurulu düzene karşı harbedip. Yani işi bozmak. “Yeais’avne fil ardı fesaden” kelimesi var, yeryüzünde fesad için koşuşanlar. Fesad kelimesi üzerinde de dikkatli olmak lazım. Bakın mesela Bakara suresinde bahsedilen mesela kişiler vardır. BAKARA, 11. Ayet: Ve iza kıyle lehüm la tüfsidu fil erdı” Onlara dense ki şu ülkenin düzenini bozmayın dense” derler ki ” kalu innema nahnü muslihun” yok canım biz düzeni sağlıyoruz ne düzen bozması. Bize düzen bozucu denir mi? Bizim niyetimiz düzeni sağlamaktır derler. Ama arkasından ne diyor? BAKARA, 12. Ayet: Ela innehüm hümül müfsidune: asıl düzen bozucular onlardır” diyor. Onlardır diyor ama burada herhangi bir şey yok. Hiç bir ceza. Çünkü bunlar inançlarıyla ilgili insanların zihinlerini karıştırıyorlar, yanlış yönlendirmeler yapıyorlar. Bugün algı operasyonu dediğimiz işlemleri yapıyorlar. Ama ne diyor? Asıl müfsidler onlardır dediği halde buna herhangi bir ceza yok. Ama o ayette önce “yuhâribunallâhe ve resulehu” diyor. Yani savaş yapıyor bu adam savaş. Dolayısıyla bunu da unutmamak lazım. Yani ayetleri yanlış yerlere delil almamak lazım. Ondan dolayı ben, hangi metotla hareket ediyor dedim. Onun için bu da iyi bir örnek oldu. Buyur Adem Hoca.
ADEM YILDIRIM: Bu aşamada Osmanlı kanunnamelerinde hetki ırz suçunun cezasına bir göz atalım. Malum, Osmanlı devletinde islam hukukunun yani şeri hukukun yanı sıra bir de padişahların fermanlarıyla zaman içerisinde oluşan örfi bir hukuk var bir tarafta şeri hukuk. Ve sonra zaman içerisinde oluşan kanunnameler altında birleştirilen örfi hukuk.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir de oradaki örf kelimesi, bizim bildiğimiz manada değil yani. Kurandaki maruf anlamında örf değil. Adem Hoca’nın söylediği anlamda örf. Onu da karıştırmayalım. Mesela örfi idare denir değil mi ihtilaller sırasında. Yani ben ne dersem o olur anlamında yani. Sıkıyönetimde olduğı gibi. Yoksa fıkıhtaki örf değil. Onu söyledi de Adem Hoca, tekrar vurgu yapmak için ben söyledim. Hani yanlış anlaşılmasın diye.
ADEM YILDIRIM: Burada 3-4 tane kanun var. İlk kanun, Fatih Sultan Mehmet’in yaptırmış olduğu umumi Osmanlı kanunnamesi. Bu kanunnamede 3 tane madde var konu ile ilgili. Ama zina suçu ile ilgili bu maddeler. Direk tecavüz suçu ile alakalı açıkça yazılmış bir madde yok. Ama böyle onu andıracak bir madde var. Okuyayım. “Eğer bir kimsenin başkasının evine girse zina kastine olursa evli ceremin vere eğer ergen ise ergen cetemin vere ol zina eden gibi yukari tasfil olundu”. Burada tam bir tarif yok ama asıl tarif..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ne demek istediğini de anlat da.
ADEM YILDIRIM: Yani burada, zina eden kişi evli ise evli, bekar ise bekar cürmü dediği de şeye çevrilmiş, şayet ispat edilemediyse onun bir maddi karşılığı var, o maddi karşılık yükletiliyor faile.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Osmanlı ceza kanunlarında bakarsınız ki zina edene şu kadar para cezası görürsünüz. Bazıları zanneder ki Osmanlı zina edenden haddi kaldırmış. Öyle zanneder. O değil. Onun söylediği şu: bu adamın suç işlediği sabit ama şeriatın ön gördüğü 4 şahit yok. Şeriatın ön gördüğü şekilde suç sabit ise zaten orada verilecek cezaya yönetim hiç karışmaz. Onun için burada anlatılan, suçun, şeriatın istediği şekilde sabit olmaması halinde verilen tazminat cezalarıdır.
ADEM YILDIRIM: Şimdi birebir konu ile ilgili kanun maddesi var. 2. Beyazıd devri kanunnamesi. Maddeyi okuyayım; “kız ve oğlan çeken kimsenin hıyaneti ile bir ecnebinin evine giren kimsenin avret ve kız çekmeye varan kimsenin içmeği kesile” diye bir madde var. Burada hadım cezası ön görülmüş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Eski dil olduğu için sen bir tercümesini yap onun.
ADEM YILDIRIM: Hıyanet ile yani bu aldatarak zorla. Burada tecavüz suçunun bir nevi unsurları da maddeye konmuş. Yani karşılıklı rıza olduğu zaman malum zina şeklinde tanımlama yapılıyor. Karşılıklı rıza yok ise cebir, zorlama varsa tecavüz şeklinde bir tanımlama karşımıza çıkıyor. Buradaki tanımlama, tecavüz suçunu ifade ediyor. Ve ceza olarak da hadım cezası açıkça ifade ediliyor. Peki Yavuz Sultan Selim devri kannnamesinde yine bir kişi zina kastıyla bir kişinin evine girse evli olursa evli cürmün vere ve eğer ergen olursa ergen cürmün vere. Kızoğlan çeken ve hıyanet ile bir kimsenin evine girenin ve kızla avret çekmeye varan kimsenin siyaset için yine zekeri kesile yani hadım edile şeklinde bir madde var. Burada da hem zina suçunun hem de tecavüz suçunun cezası bir madde içerisinde toplanmış. Ve sonuç olarak hadım cezası kanunnamade yerini almış. Kanuni devri kanunnamesinin 5.maddesinde yine bir kon ile ilgili ifade var. Ve eğer oğlan çeken veya kız çeken kimselerin hıyanet ile evine gireni ve avret kız.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Çeken” kelimesinin anlamı ne idi?
ADEM YILDIRIM: Zorlayan olabilir. Hıyanet ile evine girenin bir hile ile aldatarak ve evet yine aynı şekilde zekeri kesile şeklinde hadım cezası ifade edilmiş. Bu süreçten sonra 1858 tarihli ceza kanunnameyi humayununda.
ABDULAZİZ BAYINDIR: 1858’e kadar bu uygulanmış öyle mi?
ADEM YILDIRIM: Uygulanıp uygulanmaması ayrı ama..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Önemli değil. Kanunda olan bu. Yani tecavüz eden kişinin hadım edilmesi var. Tamam.
ADEM YILDIRIM: 1858’den sonra yapı değişiyor. Hocamız’ın da ifade ettiği gibi batıdan gelen tercümelerle artık bedeni cezalar yerini hapis ve para cezasına çevriliyor. Ama burada açıkça tecavüz suçuyla ilgili bir başlık var. 1858 tarihli ceza kanunnameyi humayunun hetk-i ırz edenlerin mücazatı beyanındadır şeklinde bir başlık altına alınmış kanunnamede. Bu aslında güzel bir gelişme ama içi farklı şekilde doldurulmuş. Orası da malesef hoş bir gelişme değil.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Başlığın dışındakiler bize ait değil yani.
ADEM YILDIRIM: Orada da aşağı yukarı günümüzdeki sürece yaklaşan bir algı var. Bedeni cezalar biraz artık yerini farklı tür cezalara bırakıyor. Hapis cezasına, para cezasına. 197.maddede, maddeyi okumayacağım sonucu söylüyorum; küçük çocuklara karşı cinsel suçlara hapis cezası öngörülmüş. Yine 198.madded büyüklere karşı işlenen hetk-i ırz/tecavüz suçuna kürek cezası öngörülmüş. 199.maddede hetk-i ırz suçunun hizmet ilişkisinin sağladığı nüfus sebebiyle veya mağdurun velileri tarafından işlenmesi durumunda süresi ağırlaştırılmış kürek cezası öngörülmüş. 200.maddesind hetk-i ırz suçu bakire bir kıza karşı işlenmesi durumunda faile kürek cezasına ilaveten tazminat cezası, tazmin de yükletilmiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kürek cezasını isterse bir anlat yani. Kürek çekme var ya şeyde.
ADEM YILDIRIM: Tarihçi değilim ama Hocam, o dönemde galiba adama ihtiyaç varmış!
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şüphesiz. Ama o ciddi bir ceza. Aslında hapsin de daha ağırı diyebilirsiniz. Gerçi hapis değil hür bir insan. Sen denizcisin bilirsin. Çok sayıda kürekçiyle gitmek lazım. Zor bir iş değil mi? İnsan gücüne ihtiyaç var ve çok zor bir iş bu kürek çekme. Diyor ki; iki ay kürek çekme cezası. Adam orada gece gündüz kürek çekiyor. Yani kolay bir şey değil. Oradan da çıkamıyor. Gemi bir çeşit hapis yani.
ADEM YILDIRIM: 201.maddede cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlara hapis cezası öngörülmüş. Son olarak 202.maddede açıkça hetk-i ırz suçuna cüret eden kimseye de hapis ve para cezası öngörülmüş. Osmanlı’nın son dönemindeki yapı da bu şekilde. Bundan sonra tabi günümüzdeki Türkiye’deki yapıya bakalım. Kanunnamelerde. Onu da kısaca başlıklar olarak geçeyim. Burada da konu daha önceki ceza kanununda farklı başlık altındayken yeni ceza kanununda cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar kapsamında yani tecavüz kelimesi kaldırılmış, cinsel dokunulmazlık şeklinde bir üst genel başlık konmuş. Fazla ayrıntıya girmemiş. Suçların tarifinden kaçınılmış bu yeni ceza kanununda. Buna göre de bir kaç kategori yapılmış. Birincisi cinsel saldırı suçu. Bu da basit cinsel saldırı suçu ve nitelikli cinsel saldırı suçu şeklinde ikiye ayrılabilecek bir mahiyete sahip. Şu anki ceza kanununun 102.maddesinde, cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlal eden kişi, mağdurun şikayetine göre 2 yıldan 7 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırıyorlar. Cinsel dokunulmazlığını ihlal ede kime, bunda taciz, tecavüz hepsi anlaşılabilir. Özel bir tanımlamaya gidilmemiş. Nitelikli cinsel saldırı suçunda fiilin vücuda, organ vesair cisim sokulması fiiliyle işlenmesi durumunda 7 yıldan 12 yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi halinde soruşturma ve kovuşturmanın yapılması madurun şikayetine bağlıdır şeklinde bir madde yer alıyor. İkincisi: çocukların cinsel istismarı suçu. Bu da şu şekilde 103.maddede yerini buluyor: çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi 3yıldan 8 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismarın vücuda organ veya sâir bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda 8 yıldan 15 yıla kadar hapis cezasına hükmediliyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ne olursa olsun, sonuç hapis cezası. İstersen senin teklifine geç yoksa vakit yetmeyecek.
ADEM YILDIRIM: Peki o zaman başlığını söyleyeyim. Avrupa’da hadım diye bir uygulama var. Bu uygulama yine iki şekilde yapılabiliyor. Birincisi cerrahi hadım yöntemi. İkincisi kimyasal hadım yöntemi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani Avrupa cezalarında tecavüz suçunun cezası hadım mı olmuş oluyor?
ADEM YILDIRIM: O şekilde ifade edemeyiz Hocam. Şu mutlaka yine cinsel dokunulmazlığa karşı saldırı suçu kapsamında bir hapis cezası öngörülüyor. Uzun süreli hapislerde şayet kişi/fail bir pişmanlık duyarsa veya doktorlar, bu kişide bir rahatsızlık var, bu kişinin tedavi edilmesi gerekir yönünde bir rapor verirlerse burada kastrasyon devreye giriyor. Günümüzde cerrahi kastrasyon değil daha önceleri bazı ülkelerde uygulanmış, günümüzde yaygın olan, Avrupa’nın bazı ülkelerinde, Amerika’nın California eyaletinde, Danimarka’da, Polonya’da, Makedonya’da uygulanan yöntem, kimyasal kastrasyon. Bu, bildiğimiz, bir tür tedavi yöntemi. Bu, dediğim gibi bazen failin kendi tercihine bırakılıyor yani ıslah olmak istediğini ifade ediyor. İçerisindeki durumdan mağdur olduğunu söylüyor ve tedavi görmek istiyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ama hapisteki fail değil mi? Dışarıda değil. Mahkeme bu cezayı başlangıçta vermiyor.
ADEM YILDIRIM: Hayır. Hapis cezası yatıyor. Belli bir cezadan indirim almak istiyorsa bu tedaviyi görmek zorunda. Bazen bu tedavi daha sonra da devam edebiliyor sivil hayatında da. Daha çok tedavi yönü şey yapılıyor ama Amerika’da California’da..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tedavi olup topluma kazandırılması manasında diyor onu.
ADEM YILDIRIM: Bu suç tekerrür ederse, ikinci kez ederse hakim buna zorunlu olarak tedavi ceza kapsamında uygulamak zorunda.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hadım yapma yani.
ADEM YILDIRIM: Kimyasal kastrasyonu uygulamak zorunda fiil tekerrür etmişse. Böyle bir durum var. Ama bu ne kadar en uca götürüyor? Pek mümkün gözükmüyor. Çünkü bildiğimiz haftalık dozlarla ilaçlarla alınan bir uygulama. Fail isterse bunu almayabiliyor. Bu hapı kullanmayabiliyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir de vücudunun başka taraflarına da..
ADEM YILDIRIM: Evet bu da ciddi bir şekilde vücudun farklı organlarında, böbreklerde, zihni olumsuz yönde bir çok yan etkileri de var. Bu da tartışılıyor. Bir tarafı yapayım deren başka..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ama önemli olan bu hadım etme konusunun zihinlerde olmuş olması. Bu çok önemli. Önemli olan tarafı bu yani.
ADEM YILDIRIM: Şimdi geçelim genel tarihi süreci, genel fıkh külliyatı, Osmanlı uygulamasını Osmanlı yapısını.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ama istersen ben bir şey daha söyleyeyim de. Niye bunlar? Bakın, insan fıtratı. Allah, dini fıtrat yani doğal kanunlar diye tanımlıyor ya. Dünyanın neresinde olursa olsun, insan bu doğal düzenin bir parçasıdır. Adam, bu suçun cezası ne olmalıdır diye düşünmeye başladığı zaman, işte hemen hadım yapmaya zihni gidiyor. Tecavüze uğrayan kadınların cinsel hayatı bitiyor. Psikolojik olarak bitiyor. Kocasına bile kendini teslim edemez hale geliyor. Yani öylesine bir psikolojik sıkıntı içerisine giriyor ki o zaman biz de bunun cinsel hayatını bitirelim diyorlar. Yani bu fıtrat. Ondan dolayı İslam’a göre bir çözüm bulduğunuz zaman dünyada herkes “hah! İşte böyle olmalıdır” diyor. Yani adamın fıtratına uyuyor.
ADEM YILDIRIM: Kur’an’da var olan ceza ilkeleri ışığında tecavüz suçunun cezası ne olmalı sorusunun cevabını arayacağız. Dersi başında ilgili ayetleri okumuştuk ve demiştik ki; kuranda tek düze bir yapı yoktur. Suçlar ve cezalar, bir kanun maddesi gibi sıralanmamıştır. Böyle bir şey mümkün de değildir. Çünkü kuran, evrensel bir kitaptır. Daha önce olmayan bir suç tipi daha sonraki bir dönemde çıkabilir. Ama kuran kıyamete kadar hem cismiyle hem hükmüyle bâkidir. Bu durumda cezaların da Kur’an’i ilkelere göre verilmesi gerekir. Ve bu ilkeleri ifade eden ayetleri okumuştuk. Peki önümüzde bir soru var ve bu sorunun cevabı kuranda serhaten yok. Açıkça tecavüz suçunun cezası ifade edilmemiş. Peki nasıl bulacağız? İslam hukuku demiş ki (fıkh külliyatımıza bakıyoruz); bu iş zinadır, bu suç zina suçudur. Zina suçuna verilen ceza had cezasıdır. Dolayısıyla tecavüz suçunun cezası dört mezhebe göre de had cezasıdır. Artı bir takım ilave tazminatlar öngörülmüştür. Bu tazminatların en ağırı da Şafi mezhebinde ön görülmüştür. Bunun haricinde bir ceza uygulaması yoktur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İsterseniz ben bu arada bir hatıramı nakledeyim. Bir kaç kere söylemiştim. Fatih ile beraber Fatih daha doktorasını bitirmemişti bir toplantıya gitmiştik. İslami İlimler Araştırma Vakfı yapmıştı. Kıyas ve İstihsan toplantısı. Ayetleri kıyaslayarak varılan bir hüküm. İstihsan dendiği zaman da kastedilen yani fıkıhtaki istihsandan bahsetmiyorum. O toplantıda kastedilen: efendim işte kuranda sünnette bu şeylerin cezası yok. Gelenekte yok. Biz işte genel prensipleri kullanarak biz koyalım cezasını şeklinde. Orada 17 tane kadar yanlış hatırlamıyorsam mesele vardı. Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu başkanı Hamza Aktan Hoca ki benim fakülteden hocam olur O da kendilerine gelen soruları ortaya koymuştu. Dar çerçeveli bir toplantıydı. Öyle halka açık değildi. Orada Pakistan’dan gelen bir soru üzerine şöyle bir şey söylemişti Hamza Aktan Hoca. Pakistan’da şeriat uygulanıyor biliyorsunuz. Hanefi mezhebi değil mi uygulanan daha çok? Uygulanıyor. Kadına tecavüz ediyorlarmış. Kadın gidip de şikayet ettiği zaman mahkemeye, mahkeme diyormuş ki 4 tane şahit getir sana bu adamın tecavüz ettiğine dair. Tecavüze uğrayan kadın şahit getirme imkanına sahip olabilir mi? Bu imkan ve ihtimal dışı. Bu mümkün değil. Kadın orada kendisini korumakla meşgul iken bir de kim bakıyor.. Böyle şey olur mu? Sonra tecavüze uğramakta olan bir kadını seyreden insanların şahitliği kabul edilir mi? Gelip o kadını kurtarma yerine olayı seyretmekle şey yapan. Efendim diyorlarmış dört tane şahit getir. Getiremedi? O zaman sana 80 kırbaç, sen iftira ettin bu adama diye. 80 kırbaç. Peki mezheplerin hiç bir tanesin de yani sünni mezheplerin hiç bir tanesinde farklı bir hüküm yok. Hepsi aynı. Tabi ne yapalım dediler. Fıkıh kitaplarına baktığınız zaman işin içinden gerçekten çıkamıyorsunuz ki Adem Hoca bunu başta anlattı. Orada ben dedim ki; ya İslam’da böyle bir problem yok ki. Bir kere zina iftirası cezası. Bu kadına zina iftirası cezası veriyorsunuz, zina iftirası cezası kadına zina iftirasında bulunan kişilere ilgilidir. Nur suresi 6.ayetti galiba. Öyle ifade ediliyor dedim ve ayeti okudum. Sonra o problemden başka bir probleme geçildi. Burada şuna dikkatinizi çekmek istiyorum bu dört mezhebin dördünde de yapı bu olduğu için tecavüz suçu diye bir suçu ortaya koymaları son derece zor.
ADEM YILDIRIM: Tabi burada şu soru da ister istemez akla geliyor. Yani kuran, hırsızlığın cezasını belirlemiş. Adam öldürmenin cezasını belirlemiş. Hirâbe terör suçunun cezasını belirlemiş. Zina suçunun cezasını belirlemiş. Tecavüz suçunun cezası yok. Bunun hikmeti nedir sorusu ayrı bir başlık altında değerlendirilebilir ama bu sorunun cevabı haşa Allah bu konuyu neden açıklamamış? Bu önemli bir soru. Tecavüz suçu zina suçundan daha hafif bir suç mu ki açıklanmamış. Deniyor ya kuranda suçların en ağırları ifade edilmiştir. Ki bunlar hadlerdir. Diğerleri tâzir kabilindendir, hakime bırakılmıştır. Peki tecavüz suçu zina suçunda daha hafif bir suçmu ki tâzir kapsamında ele alınıyor? Hayır. Zina suçunda karşılıklı rıza vardır. Evet suçtur, günahtır, toplumu fesad eder ama nihayetinde karşılıklı rıza vardır. Ama tecavüzde böyle bir şey asla söz konusu değil. Tecavüzde hir hayat boyu sürecek kadının-tabi bu bazen erkek de olabilir-hayat boyu travmasını atlatamayacağı bir vakıa ile yüzleşmesidir. Dolayısıyla bu, hiç bir şekilde zina suçundan daha hafif bir suç değildir. Peki o zaman bu suçun cezası neden zina suçuna kıyas ediliyor? Böyle bir şey mümkün mü? Zina suçuna kıyas edildiği zaman verilen ceza mağduru tatmin ediyor mu? Toplumu tatmin ediyor mu? Yani İslam hukukuna göre diyelim ki bir kimsenin bir tecavüz failnin cezası verilecek olsun. En ağır Şafi mezhebi. Tazminatları dikkate aldığımızda en ağırı Şafi mezhebi. Ve diyelim ki 4 kalem Şafi..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Halbuki o da tecavüz değil cinsel organa verilen fiili zarar. Eğer fiili zarar yoksa Şafi mezhebinin de verdiği bir şey yok. Bunu da unutmamak lazım.
ADEM YILDIRIM: Ve verilecek ceza böyle bir durumda İslam hukukuna göre şu anki yapıda sadece 100 celdedir bekar ise. Evli ise recmedilir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir de dört şahitle sabit olması lazım. İspatlayamadıysa hiç bir şey yok.
ADEM YILDIRIM: Evet. Yani bunun için genelde vakıalar örtbas edilir, gündeme getirilmez. Kadın içine atar ve bir hayat boyu onu içinde taşıyabilirse taşır. Taşıyamazsa artık ya hayatına son verir ya aklını yitirir bir şeyler olur. Ya kocası boşar, ya akranıyla evlenmek, dengiyle evlenmek varken kendisinden 40 yaş büyük birisiyle evlendirilmek zorunda bırakılır ki bunlar duyulan bilinen vakıalardır. Bir sürü acı hikayeler ortaya çıkar. Peki ne olmalı? Tabi burada ceza prensipleri ile ilgili ayetleri dikkate alarak söyleyeceklerimizi temellendirdik. Bunu baştan okuduk. Onu göz önüne alarak sonraki cümlelerimiz dikkate alınmalı. Bir defa bu suç, Allah’a karşı mı? Şahsa karşı mı? Topluma karşı mı işlenmiş? Bir suçta ceza tayin edilirken bu kategorinin tespit edilmesi gerekiyor. Burada şahıs hakkı da var kamu güvenliği açısından bir hak da söz konusu. Tabi günah boyutuyla, suç boyutuyla değil de uhrevi boyutla aldığınız zaman Allah hakkı da söz konusu. “Ve lâ takrabuz zinâ: zinaya yaklaşmayın” bu emir de ihlal ediliyor. Yani hem şahıs hakkı hem kamu hukukunun hakkı ihlali, toplum hakkı ihlali hem de Allah’ın emirlerine karşı gelme neticesinde Allah hakkı oluşuyor. Biz biliyoruz ki Allah hakkını Allah kendisi alır. O bağışlar. Yine prensipler dahilinde biliyoruz ki kamu hukuku hiç bir şekilde affedilmez. Yine biz biliyoruz ki ilgili ayetler neticesinde, ilgili uygulamalar neticesinde şahıs hakkı şahsa bırakılmıştır. İsterse affeder isterse affetmez. Böyle bir yapı. Şimdi bu yapıyla birlikte bu suçun cezasını ortaya koymaya çalışalım. Tecavüz suçunda şahıs hakkı var dedik. Şahıs hakkında: bir olayın tazminat boyutu var, bir olayın ceza boyutu var. Tazminat boyutuna geçecek olursak. Bunu birkaç madde altında ele alabiliriz. Bir diyet. Fiziki yaralanmadan dolayı böyle bir vakıada bir diyet gerekir. Çünkü kişinin can dokunulmazlığı vardır, beden dokunulmazlığı vardır. Bedene yönelik bir saldırıda beden zarar görmüş ise bunun bir karşılığı vardır İslam hukukunda ve o da diyet kavramı altında ele alınır. İlgili oran/rakam ona göre tespit edilir. Bu ayrı bir çalışma konusu. Şimdi tazminat adı altında diyeti zikrettik. Yine tazminal altında iki: mehri misil diye bir Şafi mezhebinin de özellikle üzerinde durduğu bir kavramı burada değerlendirmek durumundayız. Kanaatimce bu mehri misil, normalde mehir evliliğin hakkıdır, akidin hakkıdır. Ama bu anlamıyla değil evlilikteki akidin karşılığı olarak değil de evliliğin zamansız bitmesi. Mesela tecavüze uğrayan bir kadının kocası tarafından terkedilmesi bilindik bir vakıadır. Yaygın bir durum olabilir. Ve bu bir hak kaybıdır kadın açısından. Veya dengi olmayanla yine evlenmek zorunda bırakılması bir hak kaybıdır. Maddi anlamda da hak kaybı doğuracaktır. Bunu mehri misil kavramı altında ifade edebiliriz ve böyle bir tazminat yükletilebilir. Yine tazminat başlığı altında üçüncü kalemde bekaret erşi. Yine Şafiler’in ifade ettiği gibi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bakire ise tabiki.
ADEM YILDIRIM: Bekaret erşi takdir edilebilir. Ödemesi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Erş dediğimiz, ayrıca bir tazminat anlamına geliyor.
ADEM YILDIRIM: Hani ifade ettik ya; bir suça ceza verilirken suç, guruplara kümelere adeta moleküllerine ayrılır ve suçta var olan her bir unsur, mağdurdaki her bir unsur karşılık bulur. Şimdi bu da tamam tecavüz başlı başına bir fiil ama bu fiile maruz kalan mağdurun sıfatı herkes için aynı değil. Kimisinde bekar, kimisinde evli, kimisinde farklı farklı sıfatlar olabilir ve bunların hepsinin bir karşılığı olmalı. Bunlar neden gerekli? Kalbi vicdani tatmin duygusunun oluşması maddi anlamda. Manevi de var onu birazdan nakledeceğiz. Şimdi üçüncü kalem olarak bekaret erşini zikrettik. Dördüncü kalem olarak yine hükümetil adl. Şafi mezhebinden bu kavramları aldım. Hanefiler’de de var tabi hükümetil adl. Sahip olduğu maddi menfaati kaybetmesi durumunda. Mesela bir işte çalışıyorsa işini kaybetmesi, topluma çıkamamasından dolayı, işe gidememesinden dolayı uğramış olduğu bir kayıp. Çevresini kaybediyor, eşini kaybediyor. Bunlar özetle tazminat adı altında diyet, mehri misil, bekaret erşi ve hükümeti adl. Bunların dördü de tazminat olarak tespit edilir. Bazen 2 olur sayı, bazen 3 olur. Mesela bekar değil evli ise o zaman sayı 3’e düşer falan. Bu başlık altında tazminat ödemesi mutlaka ve mutlaka geekiyor. Çünkü bu şahıs hakkıdır. Şahsın maddi haklarıdır. Manevi değil. Şüphesiz mutlak adalet ahirette olur. Dünyada mutlak adalet olmaz. Bunu sağlamak mümkün değildir. Yani giden canı getirmek nasıl mümkün değilse bu vakıa karşısında da bozulanı tamir etmek, maddi manevi yerine koymak asla mümkün değildir. Dolayısıyla burada mümkün olduğunca adalete yaklaşmaya çalışılır ve bu şekilde bir sonuca ulaşılmaya gayret edilir. Peki işin geçelim ceza boyutuna. Bunlar tazminattı. Ceza boyutunda, şayet islam hukukunda olduğu gibi sadece had cezası vurulacak ise diyelim ki bütün şartlar gerçekleşti ve kişi bekardı 100 celde vuruldu.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu millet zanneder ki senin görüşün de recmi caiz görüyorsun gibi anlaşılır. İfadelerin öyle yani.
ADEM YILDIRIM: Ben islam hukukunu dikkate alarak burada şey yapıyorum.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İslam hukuku deme. İslam hukuku değil o.
ADEM YILDIRIM: Mezhepler diyelim. Peki 100 celde had uygulandı. Bekar olsun evli olsun diyelim. Ve bu fail bir gün acı çeker mi?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Olsun bir gün çeksin en fazla. Bir de milletten utanır.
ADEM YILDIRIM: Çevresini değiştirmiş olsun. Taşındı gitti Avrupa’ya kimse tanımıyor, yeni bir çevre kurdu. Yani bu şahıs tevbe etti diyelim. Allah’a karşı günahını affettirmiş olsun. Allah bağışlamış olabilir. Peki kul hakkını ödeyebilecek mi bu durumda? Yani bir ömür boyu o tramvayı üzerinde yaşayan o mağdurenin dünyevi hakkını tatmin anlamında bir şey yapabilecek mi? Hayır. Bu kadın veya bu kişi artık bir ömür boyu o tramvayı üzerinden atamayacak. Dolayısıyla burada had cezası hiç bir şekilde mağduru tatmin eden bir ceza olmadığı ortaya çıkıyor. 100 kırbaç. Peki ne olacak? “Ve cezau seyyietin seyyietun misluha” veya “men ya’mel suen yucze bih”. Bir kötülüğün karşılığı, onun gibi bir kötülüktür. Diğer bir tercüme ile: bir suçun cezası, o suç kadar bir cezadır. “Men ya’mel suen yucze bih: kim bir kötülük yaparsa onunla cezalandırılır”. Yani oradaki “sue” kelimesi de atılmış, zamirle “bihi” bizatihi suçun kendisi cezanın tarifini verir olmuş. Dolayısıyla suçun kendisi nedir? Tecavüz. Tecavüz karşılığında tecavüz, ceza olmayabilir. Olmaz. Zaten ahlaken de böyle bir şey olmaz. Bu apayrı bir suç teşkil eder. Bu zaten akla gelebilecek fasid bir sorudur. Çünkü bu kişi farklı tercihleri de olabilir. Dolayısıyla o kişi için suç olmayabilir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten bu konuda biliyorsun bir de kural vardır şeyde. Zarar ve mukabele bir zarar yoktur. Yani birisi bir şeye zarar verdiyse onu zarar vererek telafi edemezsiniz. Bu da bir prensip haline getirilmiştir.
ADEM YILDIRIM: Tecavüzün karşılığı misille olsun derken, birileri “ya ona da mı tecavüz edilsin” sorusunu gündeme getiremez. Çünkü o ceza olmaz. O ayrı bir suç olur. Ki yani o, üzerinde durulacak bir şey değildir. Nedir? Elbette burada kadının uğramış olduğu zarar manevi zarardır, artı maddi zarardır. Maddi zarardan kastımız: tazminatların dışında artık hiç bir şekilde kendisini eskisi gibi hissedemeyecektir. Ve olamayacaktır da. Hocamız’ın da ifade ettiği gibi evli ise artık bitmese bile evlilik hayatında dahi önceki gibi devam edemeyecektir. Dolayısıyla öyle bir ceza olmalı ki kadın nispeten içi rahatlamalı ve artık “tamam, başıma bu geldi ama hak ettiğini de buldu. Ben madem ömür boyu bu sıkıntıyı vücudumda taşıyacağım, zihnimde taşıyacağım, çevremde taşıyacağım ki hiç bir suçum olmamasına rağmen hiç bir günahı olmamasına rağmen ve tertemiz olmasına rağmen. İslama göre de ahlaken de hukuken de sosyal olarak tertemizdir o kadın. Ama buna rağmen o sıkıntıyı içerisinden atamıyorsa ki atamayacaktır. Dolayısıyla karşısındaki de bu skıntıyı bir ömür boyu taşımalıdır. Evet bunu sağlayacak tek şey de cerrahi kastrasyondur. Yani cerrahi hadımdır. Öyle tedaviyle, ilaçla, seanslarla, belli sürelerle kişinin tercihine bırakılacak bir şey değildir. Çünkü bu kamu hukukudur. Çünkü bu sadece A şahsını mağdur etmemiştir. Bir olay oldu bütün Türkiye çalkalandı. Bu duyulanlar. Bir de duyulmayanlar var. Dolayısıyla böyle bir suç karşısında böyle bir ceza verildiği zaman o kimse yani mağdur, nispeten rahatlayacaktır ve kalbinde artık o acıyı hafifletecek bir bahane bulacaktır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İstersen şeyi de bu arada söylersek faydalı olur. Yani 1858’e kadar da uygulandı uygulanmadı o ayrı bir konu, Osmanlı’daki ceza da buydu yani.
ADEM YILDIRIM: Onu söyleyen ilk kişi ne biziz ne Türkiye’de bir başkaları. Bir kaç yıl önce de böyle bir hadise olmuştu. Farklı bir kanun teklifi getirilmeye çalışıldı. İşte kimyasal kastrasyon olsun falan. Bunlar yeni tartışmalar değil. Biraz önce okuduk: 1.Selim kanunnamesinde, Yavuz Sultan Selim kanunnamesinde, 2.Beyazıd kanunnamesinde açıkça bu suçun cezası hadım olarak zaten ön görülmüş. Kanunnamelere yazılmış. İlk defa telaffuz edilmiyor. Biz bunun Kur’an’i alt yapısını..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Avrupa, Amerika’da da bu şey yapılıyor. İnsan fıtratı da bunu şey yapıyor.
ADEM YILDIRIM: Hocam hiç olmasa bile hiç bahsetmese bile..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yok yok fıtrat bunu gerektiriyor. O açıdan.
ADEM YILDIRIM: Sonuç oraya çıkıyor. Kimse bahsetmese bile fıtrat bunu duyduğu zaman zaten kabullenebiliyor. Bir de burada karşı çıkışların önlenmesi için biraz kişinin enpati yapması gerekiyor. Yani hamasei konuşmak kolay ama yaşayan bir candır. Yani ölen bir kimse için Allah rahmet eylesin dersin, arkasından duasını da okursun, bir şeyler yaparsın ama burada yaşayan bir ölü var. Böyle bir şey. Dolayısıyla burada hamasi olmamak gerekiyor. Burada biraz daha vicdanlı davranmak gerekiyor. İşte efendim deniyor ki; ya suçlu değilse?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tespiti ayrı bir konu. O ayrı bir şey. Önemli olan ceza. Mesela ben bir kere hatırlıyorum tecavüze uğramış bir kızcağız. Müftülükte bana gelmişti. Zavallıyı bir görseniz duramıyor. Ve yıllar geçmiş üzerinden. Yani böyle bana bir şey sormaya çalışıyor, oturamıyor ayakta duruyor, konuşamıyor. Ne kadar büyük bir sıkıntının içerisinde olduğu gerçekten anlaşılamaz.
ADEM YILDIRIM: Ben de böyle bir hadise ile karşılaşmıştım sahada. Nişanlılık döneminde böyle bir fecaat ile karşılaşmış ve belki 60 yaşına yaklaşmış bir yaşı vardı. Ve neredeyse akli dengesini yitirmişti. En son biraz konuştuktan sonra bunu bana söyledi. Yani itiraf etti, içindeki sıkıntısı oymuş. 60 yaşına yaklaşmış ve aradan geçmiş belki 40 yıl, 45 yıl, 50 yıl.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ve bunlardan mesela duyulmamış olanlar var. Kimse duymamış kendi içine saklamış. Bunlar da evlendikleri zaman kocalarına kendi vücutlarını teslim edemiyorlar. Yani öyle bir zihinsel alt yapıları şey yapmış oluyor ki kocasına kendini teslim edemiyor. O korku bunun hayatını bitirmiş.
ADEM YILDIRIM: Tabi burada deniyor ki bir defalık zarara karşı sürekli ceza olur mu? Yani kişi bir defa suç işliyor. Fail açısından düşünüyoruz. Bir defa suç işliyor ama siz ona ömür boyu bir ceza veriyorsunuz. İşte tam da isabetli olanı söylüyoruz. Çünkü o bir defa değil. Fail açısından bir defa mağdur açısından bir ömür boyu.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir kurşun atıyorsun adam ölüyor, arkasından ne oluyor?
ADEM YILDIRIM: Evet. İşte ağır bir ceza deniyor yine. Hayır ağır değil. Mağdur açısından baktığın zaman hiç ağır değil. Hatta o bile tatmin etmiyor. Peki burada Şia mezhebinin söylediği veya Hanefi mezhebinde de bu suç ihtiyat haline getirilirse süreklilik haline getirilirse siyaseten katl cezası verilir diye bir kaynakta da kayıt var. Bununla alakalı da bir şey söylemek lazım. Bir can ancak bir can gittiğinde helal olur. Öldürülebilir. Yani kısas ancak canla olur. Öldürme ancak canla olur. Onun haricinde ölüm cezası yoktur. Dolayısıyla burada gerek Şia’nın görüşü, gerek Hanefiler’in ihtiyat halinde tecavüz suçundaki tercihi asla ölüm olmamalı. Evet, o bir hata etmiş suç işlemiştir. Biraz önce ifade ettiğimiz gibi belki tevbe etmiştir ama o yaptığı hatanın bedelini nasıl mağdur bir ömür boyu yaşayacaksa kendisi de bir ömür boyu yaşayacaktır. Topluma, bu bir emniyet, güven sağlayacaktır bu hususun varlığı. Ama uhrevi hayatı hiç bir şekilde bu noktada zayi olmayabilir. Çünkü tamam kul hakkı vardır. Allah belki bir şekilde onu affetme imkanı verdirebilir karşı tarafa. O, ahirete kalmış bir şeydir. Ama bu suçun cezası ölüm asla olmamalıdır.
YAHYA ŞENOL: Madde halinde bir şey yapabilir miyiz? Ne olmalı yani ceza?
ADEM YILDIRIM: Tecavüz suçunun cezası iki başlık altında değerlendiriyoruz.
1- Tazminatlar.
2- Ceza.
Tazminatlar ceza değildir. Tazminatlar
A- Diyet Cezası
B- Mehri misil cezası
C- Bekaret eşri cezası
D- Hükümeti asl cezası.
Bunlar tazminatlardır. Ceza olarak da cerrahi kastrasyon yani cerrahi hadım cezası kuran ilkeleri çerçevesinde bizim şu ana kadarki araştırmalarımız neticesinde ulaştığımız doğru sonuç olarak bizce gözüküyor.
YAHYA ŞENOL: 4 Farklı tazminat cezası ve hadım.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ama tabi asla hapis cezası yok. Bu hapis cezası denen şeyin de insanlığın gündeminden tamamen kalkması lazım. Bu asla savunulabilecek bir şey değil. Yani biz müslümanlar olarak bütün dünyaya bu konuda örnek olmamız lazım. Tamam mı? Peki Allah razı olsun. Yrd. Dç. Dr. Adem Yıldırım, Kırıkkale Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi öğretim üyesi Adem Yıldırım’ın çok güzel bir sunumunu dinledik. Sağ ol Allah razı olsun. Gerçekten çok iyi. Hem işi tarihi tarafıyla hem sosyolojik tarafıyla hem ahlaki tarafıyla, hepsinden önemlisi kuranın ana ilkeleriyle ortaya koydu. Burada bir şey kaldı. Bir yargı usulü açısından husus var. O da bizim fıkıh geleneğinde hiç dikkate alınmamış olan ayetlerdir. Dersin başında Yusuf(as)’ın tecavüze uğraması olayını kurandan okumuştuk. Dersin sonunda tekrar okuyacağım demiştim. Bakın burada Yusuf suresinin 24.ayeti. 23’ten başlayalım hızlı bir şekilde. YUSUF, 23.. Ayet: Ve ravedethülletı hüve fı beytiha an nefsihı” Yusuf(as)’ın evinde bulunduğu kadın, Yusuf’un vücudundan yararlanmak istedi. Onunla ilişkiye girmek isteei. “Ve ğallekatil ebvabe” ve kapıları iyice kapattı Yusuf kaçıp gitmesin diye. Demek ki Yusuf’un bunu kabul etmeyeceğini düşünüyordu kendisi. “Ve kalet heyte lek” dedi ki ben seninim artık, vücuduma sahip olabilirsin dedi. Yusuf(as) ne diyor; “Kale meazellahi: ben Allah’a sığınırım”,”innehu rabbı ahsene mesvay” benim rabbimdir O, bana çok iyi bir yer sağladı, “innehu la yüflihuz zalimun: yanlış yapanlar hedeflerine ulaşamazlar”.
YUSUF, 24.. Ayet: Ve le kad hemmet bihı” kadın gerçekten tam kararlıydı Yusuf’u elde etme kojusunda. “ve hemme biha lev la er raa bürhane rabbih” eğer rabbinin burhanını görmeseydi yani Allah, günah işleyen herkesin içine yaptığının yanlış olduğunu mutlaka bildirir ki ahirette herhangi bir savunma imkanı olmasın. Bunu görmeseydi elbette ki O da kadına karşı arzulu olurdu. Çünkü kadın istenmeyecek bir yapıda değil demek ki. Güzel ve Yusuf(as)’ın ilgisini çekebilecek bir yapıda. “Kezalike li nasrife anhüs sue vel fahşa” Yusuf’tan kötülüğü ve fuhşu uzaklaştıralım diye böyle yaptık diyor. “innehu min ıbadinel muhlesın” çünkü O, samimiyeti onaylanmış kullarımızdandır.
YUSUF, 25.. Ayet: Vestebekal babe” Yusuf(as) bu işi yapmadığı için kaçtı kapıda dışarı gitmek içi tabi. Oraya doğru kadın da arkasında kaçtığı için bir koşu yarışı. Demek ki bir saray orası, büyükçe bir yer belli. “Ve kaddet kamısahu min dübürin” kadın tuttu, Yusuf’un gömleğini arkadan yırttı. Çekiyor kendisine Yusuf’u gömleğinden yakalamış. “Ve elfeya seyyideha ledel bab: tam o sırada kadının efendisini kapının yanında buldular. Herhalde kadının giyimi kuşamı hoş bir şey değildir ki kadın hemen kendisini savunmaya şey yapıyor. Giyinik değildir mutlaka. Orada hemen diyor ki; “ma ceazü men erade bi ehlike suen” senin ailene bir kötülük yapmak isteyenin cezası nedir diye hemen suçu Yusuf(as)’a atıyor, bu çok zor bir olay. Yargı hukuku açısından ben şu anda konuşacağım, Adem çok güzel anlattı. Diyor ki burada; “illa ey yüscene ev azabün elım” bunu hapise atmak lazım yada çok elem verici bir azap olmalıdır diyor. “Ka le: Yusuf(as) diyor ki; YUSUF, 26.. Ayet: Kale hiye ravedetnı an nefsı” O bana tecevüz etmeye şey yaptı. Bende öyle bir arzu yoktu yani. Öyle diyor. “Ve şehide şahidüm min ehliha” işte asıl konu bu. “Şehide şahidun”. Şahit kelimesi. “Bir şahit şahitlik etti”. Orada bu olayı gören var mı? Yok. Sadece kadın ile Yusuf(as). Şimdi bu “min ehliha”da arapça bakımından bir şeyin mütehassısı manasına. “Ehliha” da oü muvarede suçu. Yani bu tecavüz suçu konusunda şahit. Bu tür konularda uzman. Bilir kişi diyebiliriz. “Ehliha”, kadına da gidebilir, onun ailesinden. O sözün de güzel bir tarafı var. O da yani taraf tutacaksa kadının tarafını tutar. Ama bana birincisi daha mantıklı geliyor. Onun üzerinde bir duralım. “Min ehliha” yani bu konuda uzman bir bilirkişi. Şahitliği ne oluyor bunun? Kriminoloji deniyor değil mi? Yani bir bilirkişi raporu olarak orada şey yapıyor. Zaten başka bir şey olmaz. O diyor ki bu bana tecavüz etti, o diyor ki bana tecavüz etmeye kalkıştı. Ne yapacaksınız burada? Fiil de gerçekleşmemiş. Mesela Adem’in anlattığı şeylerde mesela cinsel organına zarar olursa: erkeğin cinsel organına da zarar olabilir. Sadece tek taraflı değil ki hepsi de olabilir. Şimdi o şahit ne diyor bakın. “İn kane kamısuhu kudde min kubulin fe sadekat ve hüve minel kazibın” bir bakın diyor. Kendi gitmiyor. Olay konusunda uzman olduğu için. Bir gömlek olayı anlatılıyor ya bir bakın bakalım diyor, gömlek önden yırtılmışsa kadın haklıdır. Niye? Yusuf ona sahip olmak istediği zaman kadın gömleğini çeker ki afedersin cinsel organını kapasın bu adam bir şey yapamasın. O sırada da tabi çekerken de yırtılma olabilir. Gömlek yırtılmasından bahsediliyor ya. Görgü şahidi olmadığını bu da net bir şekilde gösteriyor. Önden yırtılmışsa kadın haklıdır, Yusuf yalan söylüyor. Demek ki suçludur bu. Ondan sonra da diyor ki YUSUF, 27.. Ayet: Ve in kane kamısuhu kudde min dübürin: eğer gömleği arkadan yırtıldıysa “fe kezebet: kadın yalan söylüyor”. Çünkü Yusuf kaçmak isterken o kendine çekiyor. O zaman arkadan yırtılır. O zaman “ve hüve mines sadikın: Yusuf haklıdır”. Ne oldu şimdi? Bakın burada bir bilirkişi raporuyla tecavüz suçunun tespiti söz konusu. Zaten burada başka bir yöntem de olmaz.
SONİA CİHANGİR: Şiiler bunu kastediyor. Diyor ya polislerden ya da bir hastaneden rapor, araştırma gerekir diye. Şahit olmadığı yerde zaten “El Mukâdi” diye bu şeyleri kastediyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bilirkişi raporu. Yani bu bizim gelenekte oluşmamış bir şeydir. Delil getirme yöntemidir. Ama bakın ayet bunu çok açıkça söylüyor. Ve C.Hakk da hiç bir şekilde bunu tenkit etmiyor yani. Demek ki böyle bir tecavüz suçunda ancak başka çareniz yok mutlaka bilirkişi raporuyla bu işi halledeceksiniz. O bilirkişi de tabi konunun uzmanı olmalı ve reel bir takım şeyler ortaya koyması lazım. Kriterler ortaya koyması lazım. Gerçek kriteler ortaya koymalı. Ve bir sonuca varılmış oluyor. O sunuca göre de hareket ediyorsunuz. Bakıyorlar ki YUSUF, 28.. Ayet: “Felemma raaa kamısahu kudde min dübürin” baktı ki Yusuf’un gömleği arkadan yırtılmış. Demek ki burada kadının kocası olayı bilirkişiye götürmüş. Bilirkişi de bunu söylemiş. O bilirkişiye de şahit deniyor. Yani konunun uzmanı. Şahid ne demek? Yani olayları o kadar iyi biliyor ki adam, sanki gözüyle görmüş gibi anlatıyor. Gerçekten de öyle değil mi bakın? Tam iyi bir uzman. Onda sonra “kale innehu min keydikünn” karısına diyor; bu sizin tuzaklarınızdandır.
ENES ALİMOĞLU: “Şehadeten indehu minallah” diye ayet var ya. Yanında ola kesin bilgiyi gizliyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Ve men azlemu kimmen keteme şehadeten indehu minallah”(BAKARA 140) Yani kim yanındaki kesin bir bilgiyi gizlerse diye. Yani ona da şehadet deniyor.
ENES ALİMOĞLU: Görmesi gerekmez. Kesin bir bilgi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kesin bir bilgi oluyor. Bu sebeple bunun da bizim İslam yargı hukukuna mutlaka girmiş olması gerekiyor. Yani ayetlerde olmasına rağmen, ben tabi islam yargı hukukunda doktora yapmış bir kişi olarak olmadığını biliyorum bunun yani. Ayeti bitirelim. Ondan sonra Yusuf(as)’a diyor ki; YUSUF, 29.. Ayet: “Yusüfü a’rıd an haza vestağfirı li zembik inneki künti minel hatıın: Yusuf, sen bu işten vazgeç”diyor. Senin hakkın var demiş oluyor yani. Sen bunun üzerine gidip bu kadına ceza verdirebilirsin demiş oluyor, vazgeç diyor. Henüz duyulmuş değil, kimse bilmiyor. Ama tabi Yusuf(as) da bundan çok etkilendiği ortaya çıkıyor daha sonraki ayetlerde. Vakit olmadığı için. Ne diyor YUSUF, 33.. Ayet: Kale rabbis sicnü ehabbü ileyye mimma yed’unenı ileyh” yani hapsi tercih ediyor. Yani o bulunduğu bölgede yaşamak Yusuf(as) için de artık istenmeyecek bir durum oluşuyor. Yani bu tecavüze uğramak sadece kadını psikolojik olarak etkilemiyor. Erkeği de etkiliyor. Şimdi siz burada tecavüz suçunu mağduresi devamlı kadın olarak anlatılıyor, çok yanlış değil. Doğru. Geleneksel olarak böyledir ama erkek de vardır. Allah erkeği anlatırken, hele kadın? Hele hele demiş oluyor. Çünkü burada örneği en alt seviyede veriyor ki diğerlerini siz belirlemiş olasınız. Yani oradan da Adem’i haklı çıkaracak bir kuran ayeti olarak ben burada olayın psikolojik yanı olarak şey yapmak istiyorum. Yani Yusuf(as) diyor ki; YUSUF, 33.. Ayet: “Kale rabbis sicnü” yani Allah’a dua ediyor. Ya Rabbi diyor. Bu nedir? Kişinin psikolojisini gösterir değil mi? Ya rabbi, şu anda bana hapis. Bak orada yaşamadan hayatından çok memnun olduğunu da az önce ayetten okuduk yani. Ya rabbi hapis bana bunların beni davet ettiği şeylerden çok daha güzeldir diyor. Bir insan hapsi tercih eder mi? Artık o noktaya gelmiş. Ne dersiniz; “artık kimseyi gözüm görmek istemiyor”. Bu ciddi bir bunalım şeyidir. Ve bunun kadın tarafı olduğunu düşünün, o çok daha ağır bir bunalım içerisine girer. İşte Adem’in söylemiş olduğu da aslında o da erkek için bir hapistir. Nedir? Neden hapis? Artık ebediyyen cinsel ilşkide bulunamamaktan hapistir. “Ve illa tasrif annı keydehünne” diyor. Ya Rabni, Bunların bu tuzaklarından beni eğer kurtarmazsan diyor “asbu ileyhinne” onlara karşı bir çocukluk yapabilirim. Bakarsın ki ne olur insanım yani. Her zaman kendime hakim olamam ki. Bir inansınız yani. “Ve eküm minel cahilın” ben de cahillerden olurum diyor. Yanış yaparım. Cahil ne? Yani kendini tutamayan, yanlış işlerle uğraşan kişilerden olurum. Kendine hakim olamayan kişilerden olurum diyor. Yani demek ki böyle bir suçun yargılanmasında bir kere görgü şahidi olmaz. Niye olmaz? Sen orada görgü şahidi, sen orada niye buna müdahale etmedin? Bu olaya müdahale etmeyen bir insanı ben mahkemede nasıl güvenilir bir kişi olarak kabul edeceğim? Böyle bir şey olmaz yani. Onun için yok efendim kadına; git dört tane şahit getir! Böyle saçmalık olur mu? Ama maalesef fıkıh geleneği bu. Görüyor musunuz? Adem’in anlattığı şeyi dikkatle takip edin, bir daha izleyin, alın elinize bir kağıt kalem. Matematik gibi bir ceza hukukunu ortaya koyun. Bak böyle hücre hücre, molekül molekül işleniyor. Elinize kağıdı kalemi alıyorsunuz, bir sonuca varıyorsunuz. Böyle matematiksel bir ceza hukuku anlayışı kuran dışında yok. Malesef tabi herzaman söylediğimiz gibi Emeviler’den sonra ve Abbasiler ile birlikte islam hukuku diye bir şey kalmamış. Dolayısıyla ceza hukuku diye de bir şey kalmamış. Ama Osmanlılar’da tâzir suçu sebebiyle cezalandırılması serbest bırakılmış olması sebebiyle o insanların fıtratlarını konuşturup ve mutlaka onlar belki o tartışmaların şeyi olsa bu kanunnameler çıkmadan önce mutlaka bu ayetleri okumuşlardır. Ama tabi o şeylere ulaşamıyoruz. Mutlaka okumuşlardır, bu sonuca varmışlardır ki 1858’de kadar hadım etme cezası uygulandı mı uygulanmadı mı o ayrı konu, ceza bu. Bu ceza Osmanlı kanunnamelerinde yer almış. Bir de şunu söyleyeyim; Osmanlılar’da benim en çok hoşuma giden husus şudur: 2.Beyazıd taa ne zaman? Öyle kolay kolay kanun değişikliği olmaz Osmanlı’da. Çünkü çok sağlam yaparlar işlerini. Bugünkü gibi böyle akşamdan sabaha kanun değişecek, yönetmelik değişecek, millette acayip bir bilgi kirliliği olacak. Artık avukatlar uzmanlaşacak, avukatlar uzmanlaşacak. Bir kişi uzmanlaştığı konuyu bile bilemeyecek. Çünkü akşam bir kanun çıkacak sabah değiştirilecek. Ertesi gün başka. Hiç kimse hukuki yönden hangi durumda olduğunu bilmeyecek. Bu da ayrı bir husus. Peki teşekkür ediyorum. Çok soru var mı?
YAHYA ŞENOL: Çoğu cevap buldu. Esas soruyu ben sorayım. Özellikle bana soracaklar bu soruyu. Ben de şimdi canlı yayında özellikle Adem Hoca’ya şey yapayım ki. Şimdi bizim fetva.net de tecavüz sorusu sorulmuş ve cevap verilmiş. Şu an önümde açık olan cevapta deniyor ki; üç ceza uygulanır. Biri zina cezası: 100 celde sopa vurulmalı. Saldırıda bulunduğu için saldırı cezası verilmeli. Bu da mehri misil yani kadın evlenseydi ne kadar mehir verilirdi o kadar para cezası. Üç de: tâzir cezası. Şimdi bana diyecekler ki; Cumartesi dersinden sonra bu sorunun cevabı ne olacak? Ne cevap verelim?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Verildi zaten bir daha söyle.
YAHYA ŞENOL: Diyelim mi bu sorunun cevabını Adem Hoca bir daha yazacak bizim için diye?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Anlaşıldı! Bu da senin yazın mı?
ADEM YILDIRIM: Tamam yarın hazır!
KATILIMCI: Hocam çok istifade ettik. Allah hepinizden razı olsun. Ama bizim bu sitenin en önemli şeyi kaderle ilgili olduğu için bu anlatılanlardan daha şiddetlisi daha vahimi şu bana gelen mesajı okuyacağım. Hem ingilizcesi var dize de takdim edebilirim. Diyor ki bir kadın, ismi de var burada; “biri bana tecavüz ederse kimseye söyleyemem. Çünkü bu, Allah’ın benim için yaptığı bir plandır”. Hocam bundan daha tehlikelisi var mı?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Maalesef. Tabi suçu C.Hakk’a atıyorlar haşa. O aslında niye biliyor musun? Tecavüzcüler kendilerini haklı çıkarmak için bunu uyduruyorlar.
MUSTAFA BEY: Saygılar sunuyorum. Hocam’a da teşekkür ediyorum. Çok güzel anlattı konuyu. Ben iki hususu özellikle belirtmek istiyorum. Zina suçu, tecavüz suçu deniyor ya. Sizlerin bu izahlarınızdan anladım ki 4 şahit getirme zina ile ilgili olduğu gibi 4 şahit getirilmesi tecavüz ile ilgili değil. Yani burada çok açık tecavüzle Allah kuranda sizin okuduklarınızdan yola çıkarak düşünmek gerekiyor ki o kuranda gösterilen misalde artık tecavüzde 4 şahit getirme konusuyla kesinlikle ilgili değil.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten tecavüze şahit getir dediğiniz zaman o adamlar nasıl bakıyor. Bir kadına tecavüz edilecek, siz orada eli kolu bağlı bakacaksınız. Şöyle olabilir yani fiziken içeri girememiş olur, mesela pencerenin arkasında olabilir, bir engel arkasında olabilir. O ayrı bir konu.
MUSTAFA BEY: Hocam zaten burada çok açık Allah böyle bir şey istemiyor. Siz okuyorsunuz. Net gösteriyor. Şahit getirin demiyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Çok net. Hayır yani böyle şahitlerin şahitliğini de nasıl kabul edeceksin? Orada da ciddi problem var.
MUSTAFA BEY: Ayrıca dikkatimizi çeken ayrı bir konu, bu konuda mezheplerin bu kadar tutarsız kalmaları, zayıf kalmaları şunu gösteriyor ki; dinimiz insanlar böyle mezhepler kurana göre dini öğrenmelerinin önündeki en büyük mani, engel.
KAYILIMCI: Hocam tecavüz sonrası kadın bundan etkilenip intihar ederse bu olay kısasa girer mi? Hocam şöyle izah edebiliriz: belki adam onu nefsi için yapmış olabilir ama kadın da bundan etkilenerek kendini öldürüyor. Normal şartlarda öldürecek birisi değil. Ki sonuçta canına kıyıyor aynı şeyden dolayı.
ADEM YILDIRIM: Rivayetlerde Hebbar Bin Esved diye bir isim var. Mekke’nin fethinde efendimizin ölüm emri verdiği kişilerden bir tanesi bu. Rivayetlerde sayı 6’dan 12’ye kadar çıkıyor bu ölüm emri verdiği kişiler. Onlardan bir tanesi de bu. Peygamberimiz’in kızı Zeyneb’i hicret esnasında Mekke’den Medine’ye geçerken devesini ürkütüyor, yere düşüyor Hz. Zeyneb ve o zamanda hamileymiş ve çocuğunu düşürüyor. Hastalanıyor. Çocuğu orada düşüyor. Zayi oluyor. Kendisi Medine’ye hicret ettikten bir süre sonra da ölüyor. Ve efendimiz de o kişi hakkında ölüm emri veriyor. Şu an Hocam bir çalışmam var o konuda. Kısas değil, ölüm emrini vermesini ben Hz. Zeyneb’in ölümüne bağlıyorum.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu rivayetlerin sıhhatleri üzerinde de durmak lazım. Bunu geçen hafta Enes Hoca üzerinde bir çalışma yapmıştı. Bu rivayetlerde ciddi problem var.
ADEM YILDIRIM: Üzerinde biraz çalışılması lazım. Öldürmüyor. Peygamberimiz affediyor. Öldürüldüğünü söylemedim. Öldürmüyor. Kısas farz olduğu için Peygamberimiz Medine’ye geliyor, af diliyor. Peygamberimiz affediyor. Öyle bir süreç var.
KATILIMCI: Hocam her şey için çok teşekkür ederiz. Bilgileriniz için. Bir şey söylemek istiyorum. Yaklaşık üç haftadır dinliyorum bu ceza şeylerini falan. Bu üç haftalık dönemde kısasın ve cezanın dengi ile cezalandırılmasının hayat olduğunu tamamen göstermiş oldunuz. Çünkü tedavi, hastalık olduktan sonra değil hastalık olmadan öncesini anlattınız daha doğrusu. Ama günümüz ceza yasalarının hepsi hastalık olduktan sonraki tedaviyi öngördüğü için toplum tamamen bir kaosa gidiyor. Çünkü hiçbir ceza dengiyle cezalandırılmıyor. Hiç bir ceza hiç bir şekilde yerini bulmadığı için de maalesef aynı şekilde devam ediyor. Öncelikle bunun için teşekkür ederim.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Artarak devam ediyor.
AYNI KATILIMCI: Evet Hocam. Bir de şu soruyu sormak istiyorum. Tecavüzün üç boyutunu söylediniz. Bir uhrevi olarak Allah huzurunda verilecek olan ceza. Bir kişisel olarak verilecek ceza. Bir de toplumsal olarak verilecek cezadan bahsettiniz. Bu hadım etmeyi toplumsal olarak mı cezayı verdiniz, yoksa kişisele mi verdiniz? Çünkü şunu sormak istiyorum. Kişisel olursa bu hadımın affını bayan affedebilir kişisel olarak. Eğer toplum ise bu kasten yapılması gereken bir şey olması gerekiyor.
ADEM YILDIRIM: Güzel bir hususa temas ettiniz. Biz tabi bu konu ile de ilgili fikir telakkisinde bulunmuştuk hocalarımızla. Genel prensiplerden aslında bu sorunun cevabını rahatlıkla çıkarabiliyoruz. Ne demiştik? Genel prensipler ışığında bir suçun affetme yetkisi bizatihi A şahsına, B şahsına yani gösterebileceğimiz bir kişiye mağduru belli olan bir kişiye karşı işlenmiş ise burada söz konusu olabilir. Diğer taraftan bir de toplum hakkı var. Şimdi söz konusu suçta bir tazminatlar var. Onu kişi hakkı olarak aldık. Maddi karşılık olarak. Ama toplum hakkı kamu hakkı o güvenliğin tedirgin edilmesi, mesela son olaydan yola çıkarsak münferit bir hadise o kadar büyük bir infiale yol açtı ki üniversitelerdeki ikinci öğretim saatleri değiştirilmek durumunda kaldı. Yani bu nedir? Bu, toplum hakkıdır. Toplumun güvenliğini zedeliyor. Toplumdaki o güven emniyeti tedirgin ediyor, yok ediyor. Dolayısıyla bu, affedilecek bir şey değildir. Bu, kamu hakkıdır. Ama şurası önemli, kadın bu suçu yargıya taşımadan veya bir şekilde kaldırıp kendi bünyesinde kaldırıp içime atacağım derse o zaman zaten fiili olarak affetmiş oluyor. Ama mahkemeye taşındıktan sonra artık kadının yapacağı bir şey yok.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Çok teşekkür ediyoruz. Sağ olun var olun. Ama Adem’e tekrar teşekkür ediyorum. Gerçekten çok güzel oldu. Bir de en iyisi gerçekten ceza hukuku yeni bir veche kazanmış oldu elhamdulillah. Çok sağ olun. Hem Adem hem de Suat, ikisi de çok güzel şeyler yaptılar.