El hamdû lillâhi rabbil âlemin, ve’s salâtu ve’s selâmu alâ Rasûlina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugünkü dersimizi “Vesile veTevessül” konusuna ayırdık. Biliyorsunuz tarikatlarda, “vesile” son derece önemli sayılıyor. Bir de bu günlerde, bir televizyonda sürekli sohbet yapan “Cübbeli Ahmet” lakabıyla tanınan bir şahıs var. O, Ayetlerin başını-sonunu kesiyor, ortadan bir-iki tane kelime çekiyor, o iki tane kelimeyle bir sonuca varıyor. Sanki Allah’u Teala’nın emriymiş gibi insanlara anlatıyor. Bu açıdan da konu önemli. Onun sürekli gündeme getirmiş olduğu İsrâ Suresi’nin 57. Ayetini sürekli dikkate alıyor. Bir de Mâide Suresinde de “vesile” kelimesi geçiyor. Mâide suresinin 35. ayetini genellikle dikkate alıyor.
Bu Isrâ Suresinin 57. Ayetini, şöyle yapıyor. Önce ne yapıyor, ben size onu şey yapıyım da;
Diyor ki; “Vesile, aracıdır. Bir aracıya bağlanmak, birisinin aracılığıyla Cenabı Hakk’a yönelmek Allah’ın emridir” diyor. Ondan sonra;
“vebteğû ileyhil vesilete – Allah’a götürecek bir vesile arayın” Ayeti Kerime’sini alıyor. Sadece 2 tane kelime yani başı sonu yok, iki kelime. “ileyhi” Allah’a bir vesile arayın. Yani “Allah’a sizi yaklaştıracak bir vesile arayın”
“Vesile”nin sözlük anlamı “Tekarrup-yaklaşmak” manasına geliyor. Ya da “ma takarruhu bihi – kendisiyle yaklaşılan” anlamına geliyor kelime manası. Bunlar işte, “araya bir vasıta koyarak, bir insanı aracı koyarak yaklaşılması” gerektiğini söylüyorlar. Yani, “kendisiyle yaklaşılan” derken birçok şey akla gelir. Yapmış olduğunuz işlerle, güzel amellerle de yaklaşabilirsiniz, birisini araya vasıta koyarak da yaklaşabilirsiniz. Şöyle düşünün; Mesela bugün Türkiye Cumhuriyeti’nde bir yönetim var. Bir Hükümet var, Başbakan’a yakın olmaya çalışıyorsunuz. Başbakana yakın olmanın iki tane yolu vardır.
Birisi; onun istediği vasıfta bir eleman olursunuz, çok güzel bir başarı gösterirsiniz ve o başarınızı da ona ispatlarsınız ve siz oraya yaklaşmış olursunuz. Bu kendi gayretinizle olan bir yaklaşmadır. Yani, Arapça ifade edecek olursak; “kendi ameliniz ile yaklaşmadır”. Ve orada sürekli kalabilirsiniz.
Bir de; Birisi aracı olur. Onun sevdiği birisi aracı olur. Der ki; “Şu adam iyidir, bunu al, kendine yakın et.” Tamam alır, o aracı o kişiyi Başbakan’a tanıtıncıya kadar görevini yapar, Başbakan onu alır. Bakar, eğer işine yaramıyorsa ne yapacak? Teşekkür eder ve bırakır. Şimdi de burada, öyle bir düşünce içerisinde, düşüncesi vardır yani bu tarikatlarda, Allah’u Teala hep yücelerde, Başbakan gibi ulaşılmaz olarak kabul edilir ya da Cumhurbaşkanı ya da Devlet Başkanı neyse, şimdi Türkiye’de icranın başı başbakan olduğu için öyle söylüyorum. Mesela, Türkiye’de Reisicumhurluk her ne kadar daha yüksek bir makam gibi gözükse de işi yapan o değil, esas işi yapan başbakandır. Öyle şey yaparlar, “siz başbakana direk gidebilir misiniz? Birisi ona sizi tanıtmalıdır ve o tanıtan da vesiledir”. Tamam güzel, birisi vesile olur, sizi tanıtır dediğim gibi. O vesile, sizin yaptığınız işler olabilir. Sizin yaptığınız işler ise, bir kere sizin yaptığınız şeyler sizi oraya tanıttığı için orada kalıcı olursunuz. Başbakan size değer vermese bile, siz zaten değerlisinizdir.
İkincisi de; Bir başkasının vasıtasıyla oraya kadar yaklaşırsınız. Güzel! Güzel de orada kalabilmek için, oranın gereği olan işleri yapabilmek lazım. Aldı sizi bir işin başına koydu ve beceremediniz. Yani o adam mecburen ayırır, başka çaresi yok.
İşte burada, Allah’u Teala’yı bir Başbakan gibi düşünür İslam’ın dışındaki inançlar. Öyle düşünürler. Dolayısıyla siz oraya yaklaşabilmek için mutlaka bir aracı bulmanız lazım! İşte o aracı da, bir takım ruhani kişilerdir. Birisi, “Allah’ın oğludur” diyerek İsa (a.s.) aracı koyar. Birisi, “Allah’ın kızlarıdır” diyerek melekleri aracı koyar. Tabi aslında, “Allah’ın kızları ve oğlu” kavramının gerçekte bir anlamı yok. Yani şimdi, “Ben böyle yaparım” diyecek olsa, kimse kabul etmez. Onun için, işte İsa diyecek ki, kliseyi devreye sokabilsin. Ondan sonra da diyecek ki, İsa’nın bulunduğu yer klisedir. Ve kliseye ruhani bir varlık verecek. Aslında klisenin binası falan da değil, klisenin içerisindeki hiyerarşik yapıdır. En başta papadır.
Mesela dikkat ederseniz; “Papa”, İtalyancada “Baba” demektir. Hristiyanlar Allah’a ne derler? Ona da Papa derler, ona da Papa derler. Yani Allah’a vermiş oldukları vasfı, papaya da verirler. Peki, o kliselerin baş din adamına ne deniyor? O na da Papaz deniyor. O da yine aynı kökten kaynaklanan şeydir. Ondan dolayı, “klise babaları” derler. İşte o büyük baba ile haşa Allah’u Teala ile ilişkileri onlar kurar. Onun için bir ruhani yapı oluşur. İşte o yapıda, aradaki insanlara, manevi bir takım değerler verilir. Bütün insanların en yumuşak karnı, din tarafıdır. Siz bakmayın, bazıları “ateistim” der, bilmem neyim der, bunlar işin hikaye tarafı. Biliyorsunuz Cenabı Hakk, bu tür insanlara kafir diyor. İşte kafir!
“Kafir” ne demekti? (Kitabın üstüne kağıt koyuyor) Bunu “örten”. “Kafir-Örten” demektir. Olmayan şey örtülür mü? Yani örtecek birşeyin olacak ki, örteceksin. Örttüğünüz zaman gözükmez. Mesela ben şimdi bunu örttüm, burada kitap yok. Dışarıdan gelen bir kişi, burada kitabın olmadığını biliyor ama ben biliyorum altında kitap olduğunu. Şimdi ben mesela burada birşeyler anlatırken, sürekli konuşuyoruz. Diyoruz ki; Allah’ın varlığına ve birliğine inanmayan tek bir insan yoktur diyoruz. Ondan sonra, birisi kalkıp diyor ki; “Yav kardeşim, bu insanlar yalan mı söylüyor? Adam, inanmıyorum diyor. Sen nerden biliyorsun?” Ben onu Yaratan’dan biliyorum. Çünkü onu Yaratan diyor ki; “Bu adam kendindeki o inancı gizliyor” diyor. Peki yalan mı söylüyor? Evet yalan söylüyor! Yalan söylüyor çünkü, onu Yaratan bunların yalan söylediğini bizi bildiriyor. Ve ahirette de;
? Fe atarafu bi zenbihim – suçlarını itiraf ettiler” diyor.
Yani kendilerinin bu durumda olduğunu ortaya koydular. Evet şimdiye kadar gizliyorduk ama doğrusu budur demiş oldular. Ondan dolayı her insanın, yeryüzünde ne kadar insan varsa, en yumuşak karnı, din tarafıdır. Din kısmını da, eğer şey yaparsanız, yani şöyle söyleyim; İnsanların Allah ile bir problemleri yoktur. İnsanları rahatsız eden şey, Allah’ın emir ve yasaklarıdır. Yani Allah (c.c.)’ın varlığı, insanları hiç bir şekilde rahatsız etmez. Hatta çok iyidir, yalvarırlar, yakarırlar, isterler, “Ya Rabbi bana şunu ver, bunu ver” sürekli isterler. O çok güzel ama Allah da bir şey istese! Mesela, bazı ailelerde olur; Mesela siz ailenin annesi veya babasısınız, sürekli birşeyler yaparsınız. Hani olsa ki, oğlunuzdan veya kızınızdan birşey isteseniz; “Baba hep beni görüyorsun”! Ben belki bin tane şey yaptım, bir tane de senden istiyorum. Yani bunun gibi birşey.
“Ya Rabbi sen bana herşeyi ver, ver ver ama sakın emir verme!” Şimdi bugün bir kardeşimiz yazı yazmış, zannedersem Karabük’de şimdi, diyor ki; “Biz insanlar olarak, karşımızdaki insana bir sınır çiziyoruz. Diyoruz ki; “Sen bu sınırdan dışarı çıkamazsın!” Bunu deme hakkını kendimizde görüyoruz da, Allah’u Teala’nın bize sınır çizme hakkını göremiyoruz!” Biz, birbirimize sınır çiziyoruz ama Allah sınır çizdiği zaman, onu kabul etmek istemiyoruz!
İşte, insanları asıl rahatsız eden o. Ve şimdi şunu düşünün bakın; İblis’e Allah, “Adem’e secde et!” emrini vermeseydi, isyan eder miydi? Gayet güzel geçinip gidiyordu. Onu rahatsız eden, o emir idi başka birşey değil. Allah’u Teala, Peygamberimiz (s.a.v.)’e ne diyor?
? “Ve mâ yukezzibune” yani bunların yalanlaması seni üzüyor. Peygamberimize diyor ki Allah’u Teala;
“Bunlar seni yalanlamıyorlar”
En’Âm Suresi 33. Ayette diyor ki Allah’u Teala Peygamberimize;
En’Âm Suresi 6:33. Ayet; “Kad na’lemu innehû le yahzunukellezi yekûlûne fe innehum lâ yukezzibûneke ve lâkinnez zâlimine bi âyâtillâhi yechadûn”
“Kad na’lemu innehû le yahzunukellezi yekûlûn – Bunların sözleri seni gerçekten üzüyor, bunu çok iyi biliyoruz.”
Siz de bunu yaşarsınız, biz de yaşıyoruz. Şimdi hakikaten yani, şurada bir insan var diyor ki; “Ben dindarım” diyor. Mesela ben size bir olay anlatayım. Bir grup hoca ile oturduk, “Boşanma” ile ilgili ayetleri ve hadisleri okuduk. Ve Türkiye’de onunla ilgili verilen fetvaların ne kadar yanlış olduğunu anlattık. Tek kişi itiraz etmedi, tek kişi de fetvasını değiştirmedi! E şimdi burada arada, yer ile gök kadar fark var. Yani Kur’an-Sünnet’te anlatılan talâk ile bugün asırlardır şeriat diye uygulanmış olan talâk arasında, gökle yer kadar fark var. Yani birinin diğeriyle isim benzerliğinin dışında bir alakası kalmamış. Şimdi, açıkça Kur’an ayetlerini ortaya koyup gösteriyorsunuz, Peygamberimiz (s.a.v.)’in sahih hadislerini gösteriyorsunuz ama, ondan sonra bakıyorsunuz ki kimse kabul etmiyor. Sonra da üzülüyorsunuz. Arkasından da size, sizi suçlayıcı ifadeler söylüyorlar. Üzülüyorsunuz!
Şimdi Peygamberimiz (s.a.v.)’e ne diyor Allah’u Teala;
“na’lemu innehû le yahzunukellezi yekûlûn – onların söylediklerinin seni üzdüğünü gayet iyi biliyoruz”
“fe innehum lâ yukezzibûnek – onlar seni yalanlamıyorlar”
Yani senin söylediğinin yalan olduğunu söylemiyorlar, çünkü doğru olduğuna içten inanıyorlar. İçten biliyor ki, söylediğin doğru! Dün bir arkadaş diyor ki; “Senin söylediklerine aslında herkes doğru der de, fakat halkın karşısında onu söylemek doğru değil. Sen hiç kimseyi dinlemeden konuşuyorsun!” Aynen ifade bu. “Yoksa onun doğru olduğunu herkes biliyor” şeklinde bir ifade kullanıyor. İşte bu Ayet onu diyor. Diyor ki;
“lâ yukezzibûnek – bunlar seni yalanlamıyorlar”
“fe innehum lâ yukezzibûnek – onlar seni yalanlamıyorlar”
“ve lâkinnez zâlimine bi âyâtillâhi yechadûn – ama o zalimler, Allah’ın ayetlerini bile bile inkar ediyorlar.”
Allah’ın ayetlerini yalanlıyorlar bile bile. Şimdi işte, insanları asıl rahatsız eden Allah’ın ayetleri. Peki ne yapacaksınız? Öyle bir şey yapacaksınız ki, hem dindar olacaksınız hem de o ayetlere uymayacaksınız. O zaman ne gerekiyor? Hani maşa kullanacaksınız şey için. Ne yapmak lazım? İki tarafa da oynamak gerekiyor evet. İşte o zaman, bu iş için en kestirme yol araya bir aracı koyuyorsunuz! Bu defa o aracı vasıtasıyla, dini kendinize uyduruyorsunuz. Siz dine uymuyorsunuz, dini kendinize uyduruyorsunuz! Onun arkasından da dindarlığı kimseye vermiyorsunuz. Zaten dindarlığı kimseye vermediklerini, bu tür insanların, bu tür varlıkların, dindarlığı kimseye vermediğini en başta Cenabı Hakk söylemiş. Diyor ki Allah’u Teala;
A’râf Suresi 7:30. Ayet; “Ferikan hedâ ve ferikan hakka aleyhimud dalâleh, innehumut tehazuş şeyâtıyne evliyâemin dûnillahi ve yahsebûne ennehum muhtedûn”
“Ferikan hedâ ve ferikan hakka aleyhimud dalâleh – Bir grup, Allah yolunu kabul etmiştir, bir grup da sapıklığı hak etmiştir.”
Sapıklığı hak eden ne oluyor?
“innehumut tehazuş şeyâtıyne evliyâemin dûnillahi – Yani Allah’ın dûn’undan Allah ile kendi aralarına şeytanları, evliya olarak koyarlar”
Bakın “evliya” kelimesi çok önemli! “Şeytanları, Allah ile kendi aralarına evliya olarak koyarlar”. Ondan sonra;
“ve yahsebûne ennehum muhtedûn – kendilerini, doğru yolun ortasında hesap ederler.”
Zaten A’râf Suresi’nin başında da Cenabı Hakk, bu konuda bizim dikkatimizi çekiyor. Diyor ki Allah (c.c.);
A’râf Suresi 7:3. Ayet; “İttebiû mâ unzile ileykum mir rabbikum ve lâ tettebiû min dûnihi evliyâ, kalilem mâ tezekkerûn”
İşte “vesile”ye daha açık bir delil bu!
“İttebiû mâ unzile ileykum mir rabbikum – Rabbinizden size indirilmiş olan neyse, siz ona tabi olun”
Yani, Allah’ın ayetlerine tabi olacaksınız.
“ve lâ tettebiû min dûnihi evliyâ”
“min dûnihi – Allah’ın dûn’undan”
“Dûn” kelimesi, birkaç manaya gelir, “Yakın, aşağı, berî” manalarına gelir. Şimdi herkes, Cenabı Hakk’ı en yukarda kabul ediyor. Yani, tıpkı işte Allah, Başbakan gibi, Vali gibi, Devlet Başkanı gibi. Onun dûn’undan olanlar, ona yakın ama ondan aşağı mertebede, fakat insanlardan yukarıda oluyor. Dolayısıyla, ona yakın olan kimselerle ona ulaşıyorsunuz ya. Şimdi diyor ki Allah (c.c.) burada;
“ve lâ tettebiû min dûnihi – Allah’ın dûnundan”
Yani Allah’a yakın görüyorsunuz, sizden yukarda görüyorsunuz araya koyuyorsunuz. Evliya, “O araya konan evliya’ya uymayın” diyor. Neye uyacaksınız? Allah’ın Kitabına uyacaksınız. Sizin o evliya dediklerinizin de uyması gereken o dur. Ondan sonra ne diyor?
“kalilem mâ tezekkerûn – bilginizi ne kadar az kullanıyorsunuz!”
Siz düşünün, bunların nesi olur ki? Bunlara böyle bir yetkiyi veren var mı? Yok! Peki, nasıl yapabiliyorsunuz? Mesela diyorlar ki bana, böyle bir şey konuştuğum zaman; “Allah isterse olmaz mı?” diyorlar. Allah isterse olur da, Allah’ın istediğine dair bir deliliniz var mı? Bak Allah böyle diyor işte. Allah kabul etmiyor! Ondan sonra Cenabı Hakk, bizden uzak değil ki,
(ayetin arapçası okunmadı ama ben yazıyorum)
Kâf Suresi 50:16. Ayet; “Ve le kad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihi nefsuh, ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verid”
“Allah size şah damarınızdan daha yakın”. Kalbimizde olanı sadece o biliyor. Melekler bile içimizden ne geçtiğini bilmiyor. Bunu Allah’u Teala, Kâf Suresinde gayet net bir şekilde bize bildiriyor.
İşte burada, bakın Cenabı Hakk, bu kadar açık yani “Benimle kendi aranıza bunu koymayın”, Kur’an’ı Kerim, neredeyse baştan aşağı bunlarla dolu. Çünkü Allah’ın hiç affetmeyeceği günahtır bu. Bu şirk günahıdır! Çünkü o Allah’a yakın, Allah insanlardan yukarıda ama Allah’ın aşağısında dendiği zaman, yarı tanrı olmuş oluyor o konum.
Mesela Hristiyanlar, İsa Aleyhisselam’a şunu söylüyorlar; Yüzdeyüz insan diyorlar. İnsanlık yönüyle, sizinle irtibatta oluyor. Yüzdeyüz Allah diyorlar. Allah’lık yönüyle de onunla irtibatta oluyor. Dolayısıyla “Ara varlık” oluyor onun vasıtasıyla. Ondan sonra da diyorlar ki; “Onun vasıtasıyla Allah’a ulaşanları kurtarmaya gücü yeter.” Kimden kurtaracak? Allah’tan kurtaracak. Demek ki, Allah’tan daha güçlü olacak! Ya da, sizin bazı suçlarınızı Allah’a göstermeyecek haşa!
Şimdi bu cüppeli Ahmet gibiler de diyor ki; “Bizim amellerimiz, Peygamberimize arz edilir. Orada bir tampon bölge oluşuyor, Peygamberimiz de Allah’a bildirir.” O zaman ne oluyor? Peygamber oluyor mu o? O, ikinci bir Tanrı oluyor. Şimdi, A’râf Suresinin 30. Ayetine tekrar dikkatinizi çekiyim. Bakın, sapık olanlar kendilerini doğru yolun ortasında sayıyorlar. Doğru yolun ortasında olanlar, endişelidirler.
? “Beynel havfi ver raca – korku ile umut arasında”dır. Yani ne yaparsınız? Sürekli korkarsınız. Onun için Allah’u Teala ne diyor Ayette;
?23.55dk. “innema yahşellaha minel.. ulema – Allah’tan hakkıyla korkanlar bilen kullarıdır.”
Aman bir yanlış yapmayım diye siz korkarsınız. Fakat onların bir endişeleri yok, çünkü onlar;
“ve yahsebûne ennehum muhtedûn – doğru yolun ortasında hesap ediyorlar.”
Şeytan da kendini öyle kabul ediyor. Çünkü insana kafir ol diyor,
Haşr Suresi 59:16. Ayet; “Ke meselişşeytâni iz kâle lil insânikfur, felemmâ kefera kâle inni berium minke inni ehâfullâhe rabbel âlemin”
“Ke meselişşeytâni iz kâle lil insânikfur – insanın durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir; “insana kafir ol” diyor”
“felemmâ kefera – insan kafir olunca”, hemen
“kâle inni berium mink – beni bu işe karıştırma”, bak benim suçum yok, beni bu işe karıştırma diyor.
“inni ehâfullâhe rabbel âlemin – ben alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım” diyor. Bak dindar olduğunu söylüyor dikkat edin.
Onun için şeyler, bazı şeyleri tekrarlamak zorunda kalıyoruz. Çünkü insanların zihninde çok yanlış kavramlar yerleşmiş maalesef. Halkımızın dinsiz bildiği ve kendisini de dinsiz olarak anlatan bir kişiyle televizyonda, bir canlı yayında idik. Öyle konuşuyor, konuşuyor beni fena halde kızdırmış herhalde ki, stüdyodan kovmuşum, ben farkında değilim. Sonradan söylediler. Reklam arasında, ona dedim ki; “sen dindar değil misin?” Adam şaşırdı, hayatında böyle bir kelimeyle karşılaşmamış, dindarlık kim ben kim diyecek. Şaşırdı, hiç susmayan adam sustu. Ondan sonra bir daha sordum; “Sen dindar değil misin?” dedim yine sustu. “Yani senin din anlayışına göre, kendini dindar sayıyor musun, saymıyor musun?” deyince; gayet dimdik vaziyette “Tabi ki dindarım, benim din anlayışıma göre dindarım” dedi. Dedim ki; “senin din anlayışın önemli değil. Dindar olmak önemli değil. Allah’ın dininin dindarı olmaktır önemli olan” dedim.
Bu sebeple dindarlığın bizi aldatmaması lazım. Onun için Allah’u Teala 2 tane Ayeti Kerime’de ne diyor?
? “ve lâ yağirannâkum billâhil ğarur – O çok aldatan, sizi Allah ile aldatmasın”.
Onun için bütün şeytanlar, insanları Allah’la aldatırlar. Bunu aklımızdan çıkarmıyalım. Bütün şeytanlar, insanları Allah ile aldatırlar. İki türlü şeytan vardır; İnsan ve cin şeytanı. Cin şeytanından bir,
“Euzubillahi mineş şeytanir racim” dersin, yani cin de değil, ruhani gözükmeyen şeytan. O gözükmeyen şeytandan bir “Euzubillahi mineş şeytanir racim” dersin kurtulursun ama gözüken şeytana, bin tane hatim okusan kılını kıpırdatmaz. Hatta, hatimi başlar kendisi okur, senden daha güzel okur. Sen içinden okursun, o ezbere de okur hiç problem değil.
Şimdi bu kadar girişten sonra, konumuz Allah ile yani, “dine uymakla, dini kendine uydurmak” aslında kısacası. Şimdi varlıklar iki türlü biliyorsunuz. Birisi görünen varlıklar. İşte, insan. Birisi de gözükmeyen varlıklar. Gözükmeyen varlıklara Cenabı Hakk, Kur’an’ı Kerim’de “cin” diyor, melekler de onların içine giriyor. Diyor ki Allah’u Teala;
“Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya’budûn – cinleri de insanları da, (yani ruhani varlıkları da, cismani varlıkları da) sadece bana kul olsunlar diye yarattım” (Zâriyât Suresi 51:56) diyor.
Onun için bizim asıl görevimiz, Allah’a kulluk olduğu için, bütün Peygamberler ittifak ile şunu söylemişlerdir;
“Allah’a kulluk edin, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın”.
Yani, yalnız Allah’a kul olacaksınız. Yalnız Allah’a kul olduğunuz zaman, ki zaten istesen de O’nun kulu’sun, istemesen de. Çünkü Allah’ın istemediği herhangi bir şeyi yapma şansın yok. Seni, istediği cinsiyette yaratmış, istediği bölgede yaratmış, istediği kişinin evladı yapmış, istediği kabiliyetleri vermiş, sana bir ömür biçmiş, yetkilerini-sınırlarını belirlemiş, sen istediğin kadar bağır-çağır! O’nun emrinden dışarı çıkma şansın yok zaten. Bu, “zorunlu kulluk”, bir de “gönüllü kulluk” var. İşte sen, gönüllü olarak da O’na kul olur da, başkasına olmazsan, o zaman dünyada senden daha hür bir insan olmaz. Hürriyetin doruk noktasıdır bu. Daha önden ötesi yoktur. O zaman bütün Peygamberlerin mücadelesini, “hürriyet mücadelesi” diye özetlemek, son derece yerinde olur. Ve Allah’u Teala, bu emri Peygamberlere de vermiş.
İnsanlara bir de şunu şey yapıyorlar; “Peygamberler masumdur”, yani Allah tarafından korunmuştur. E, günah işlemezler falan. Peki günahların en büyüğü hangisi? Şirk! Şirk günahını işlemeyen insanlara, şu emri verilir mi? Yani, işleyemeyecek potansiyelde olanlara, çünkü bunlar “işlemezler, korunmuşlardır”, (yani işleyemezler demektir bu, o manada) öyle birisine şu emir verilir mi? 39. surede 65. ayet, diyor ki Allah’u Teala burada;
Zumer Suresi 39:65. Ayet; “Vele kad ûhiye ileyke ve ilellezine min kablik, lein eşrakte le yahbetanne ameluke ve le tekûnenne minel hâsirin”
“Sana ve senden öncekilere şu vahy edildi” Yâ Muhammed sana ve senden öncekilere şu vahy edildi;
“Hele şirk koş, hele araya birisini aracı koy, hele bir ortak koş, bütün yaptığın yok olur gider”
“ve le tekûnenne minel hâsirin – kaybedenlerden olursun”.
Bu kime söyleniyor? Peygamberlere! Bütün Peygamberlere söyleniyor. Onlar böyle bir şeyi yapamıyacak durumda olsalardı söylenir miydi? Şimdi benzeri emir, melekler için de var.
32.00 dk. enbiya suresi 29 ayet okunuyor önce. sonra 25 den başlamaya karar veriyor. yazmıyorum o kısmı
Enbiyâ Suresi 21:25. Ayet; “Ve mâ erselnâ min kablike mir rasûlin illâ nûhıy ileyhi ennehû lâ ilâhe illâ ene fa’budûn”
“Senden önce gönderdiğimiz her elçiye, şunu mutlaka vahy etmişizdir; Benden başka ilah yoktur, bana kul olacaksınız”
Yani kayıtsız, şartsız boyun eğdiğiniz yalnız Allah olur. Allah’ın dışında herkese boyun eğmeyin, kaydı şartı vardır. Niçin diye sorarsın, ama Allah’a niçin diye sormazsın.
Enbiyâ Suresi 21:26. Ayet; “Ve kâluttehazer rahmânu veleden subhâneh, bel ıbâdum mukramûn”
Bu, Mekkeliler ile ilgili Ayet,
“Ve kâluttehazer rahmânu veleden subhânehu – Dediler ki; “Allah bir çocuk edindi”
Allah’ın çocukla ne alakası olur? Onların, o çocuk dediği yani meleklere Allah’ın kızları diyorlar
“bel ıbâdum mukramûn – Onlar, Allah’ın ikrama uğramış kullarıdır.” İnsanlar da öyledir.
“Ve le kad kerramnâ beni âdem – Adem oğullarını kerametli kıldık.” (Isrâ Suresi 17:70) diyor aynı kelimeyle, ikramlı kıldık diyor.
Enbiyâ Suresi 21:27. Ayet; “Lâ yesbikûnehû bil kavli ve hum bi emrihi ya’melûn”
“Lâ yesbikûnehû bil kavli – Söz ile Allah’ın önüne geçemezler.”
Ne demek? Yani, Allah ne demiş ise o, kendileri ilave ya da noksan yapmazlar. Yapamazlar değil, yapmazlar! Biraz sonraki Ayette göreceksiniz, Melekler isteseler isyan ederler mi? Ederler tabi! Onlarda korunmuş değiller. Onun için, onlar da ibadet için yaratılmış olan varlıklardır.
“ve hum bi emrihi ya’melûn – Allah’ın emriyle iş yaparlar”
Onun için o noktadalar. Ondan vazgeçerlerse, şeytan gibi kovulurlar. Ondan sonra diyor ki;
Enbiyâ Suresi 21:28. Ayet; “Ya’lemu mâ beyne eydihim ve mâ halfehum ve lâ yeşfeûne illâ li menirtedâ ve hum min haşyetihi muşfikûn”
“Ya’lemu mâ beyne eydihim ve mâ halfehum – Allah, onların önlerinde ve arkalarında ne olduğunu bilir.”
“ve lâ yeşfeûn – eşlik edemezler ya da dua edemezler”
“illâ li menirtedâ – Allah’ın razı olduğundan başkasına dua edemezler”
Onun için onlar da istiğfar ederler melekler. Ne derler?
? 34.45dk. “Vağfir illezine tağbudi vettebiu sebilek – Ya Rabbi tevbe edip senin yoluna uyanları affet” derler. Allah, zaten onu affedeceğini ilan ettiği için bunu söylerler. Yoksa, haşa Allah’ın sözüne aykırı bir söz söylemeleri mümkün değil. Söylerlerse cezasını görürler, biraz sonra göreceksiniz.
“ve hum min haşyetihi muşfikûn – o melekler, Allah korkusundan tir tir titrerler”
Eğer o makamlarını kaybetme korkusu olmasa, böyle bir şey olur mu? Demek ki, orada durmanın faturasını ödüyorlar. Allah korkusundan tirtir titrerler. Şimdi geldik esas şeye;
Enbiyâ Suresi 21:29. Ayet; “Ve mey yekul minhum inni ilâhum min dûnihi fe zâlike meczihi cehennem, kezâlike necziz zâlimin”
“Ve mey yekul minhum inni ilâhum min dûnihi – onlardan kim derse ki, “Ben Allah’ın dûnunda bir ilahım (yani Allah ile sizin aranızda bir ilahım) derse”
ki, diyebilir. İblis demiştir. İblis ne diyor?
“le ak’udenne lehum sırâtakel mustekıym – senin doğru yolunda oturacağım” (A’râf Suresi 7:16) Allah’a giden yolun ortasında oturuyor ve insanları saptırmak için elinden geleni yapıyor, kendisini ilahlaştırıyor orada. Zaten;
? 36.04dk. “inni kefertu bima eşraktumuna inni min kabli” diyor.
Yani, iblis kendisini Allah ile insanlar arasına bir ilah olarak koyuyor da ahirette diyecek ki;
“siz beni ortak koşuyordunuz ama ben bunu zaten kabul etmiyordum ki”. İşte burada diyor ki Allah (c.c.)
“O meleklerden kim, işte iblis gibi, “Ben Allah ile sizin aranızda bir ilahım” derse”
“fe zâlike meczihi cehennem – onu cehennem ile cezalandırırız.”
Peki şimdi, melekler masum muymuş? Peygamberlerle bunlar aynı şey, derlerse kaybederler. Der ise ona cehennem. Demek ki, onun için diyor ki;
36.55 dk. “evâla kadderna cehennemen kefiran minel cinni ins” gözüken-gözükmeyen varlıkların çoğu için; “Çoğunu cehennem için beslemiş olduk” diyor Allah’u Teala. Besliyoruz ama yolları yol değil.
“Ve mey yekul minhum inni ilâhum min dûnihi fe zâlike meczihi cehennem – onlardan kim derse ki; “Ben Allah ile sizin aranızda ilahım”, onu cehennem ile cezalandırırız.”
“kezâlike necziz zâlimin – zalimlere böyle ceza veririz.”
Şimdi buradan, şuna geliyoruz; Her iki grupta melekler de insanlar da, ibadetten sorumlu. Kur’an’ı Kerim’de 2 tane “vesile” kelimesi geçiyor. Birisi insanlarla ilgili, birisi meleklerle ilgili. İnsanlarla ilgili vesile, Mâide Suresi’nin 35. Ayeti. Burada diyor ki Allah’u Teala;
Mâide Suresi 5:35. Ayet; “Yâ eyyuhellezine âmenuttekullâhe vebteû ileyhil vesilete ve câhidû fi sebilihi leallekum tuflihûn”
“Yâ eyyuhellezine âmenuttekullâh – Müminler Allah’tan korkun”
“vebteû ileyhil vesileh – Allah’a bir vesile arayın.”
? “vesile ma tâkerrubu bihi” yani öyle bir şey yapın ki, onunla Cenabı Hakk’a yaklaşasınız. Yani Allah’ın dediği noktalara gelmiş olasınız. Ondan sonra; Tabi buradaki “vav”ı hali yaparsak, yok gerçi bu emir, emirden şey olmaz da;
“ve câhidû” cihad eden, yani olumsuzluklara karşı direnin, sürekli bir mücadele içerisinde olun, çünkü insanın canı da günahlara karşı arzu eder. İlk mücadeleyi kendi içinde verir kişi. Onu veremezseniz diğerleri hikaye!
“ve câhidû fi sebilihi – Allah yolunda cihad edin”
“leallekum tuflihûn – belki umduğunuza kavuşursunuz.”
Şimdi, şeyde bizi yaklaştıranın ne olduğunu, mesela hepimizin ezbere bildiği, Asr Suresi vardır. Orada Cenabı Hakk diyor ki;
Asr Suresi 103:1-3 Ayetler; “Vel asr. İnnel insâne le fi husr. İllellezine âmenû ve amilus sâlihâti ve tevâsav bil hakkı ve tevâsav bis sabr”
“Vel asr – Zamana yemin olsun.”
Herkes, zamanını suçlar kendisini sulamak istemediği için. “Ahh eskiden neler varmış!” Yav kardeşim, o firavun eskiden yaşayanlardandı, Ebu Cehil de öyle, Nemrut da öyle. Yani eskiden neler varmış! Eskiden dediğin ne Allahaşkına? Oh bizim atalarımız şöyleydi. Atalarınız o kadar iyiydi de, Allah mı kötüydü ki onlara o cezaları verdi? Haşa! Sana ne başkasından. Dünyanın ilk günü ne zaman? Benim doğduğum gün kardeşim. Kıyamet ne zaman? Hangi gün öldüysem o gündür. Ondan önceki son? O, benimle alakalı değil! Allah, onlardan bana hiçbir şey sormayacak? Hatta, dünyanın birinci günü, ben bluğa erdiğim gün, dünyanın son günü de benim öldüğüm gündür. Benim kıyametim, o gündür bitti kardeşim. O Cenabı Hakk’ın Kur’an’ı Kerim’de anlattığı kıyamet kopsa bile, ölene kadardır beni etkileyeceği, ondan sonra zaten bitmiştir benim için. Hiç bir anlamı yoktur. Dolayısıyla, sen kendine bak! Yani sen ne yapıyorsan yap, eskiler demenin bir anlamı yok.
Şimdi, bu sebeple biz, Allah’u Teala, burada bize diyor ki;
“Sizi ona götürecek vesile arayın”
“Vel asr – zamana yemin ederim” diyor Cenabı Hakk, yani zamanı niye suçluyorsun. Suçlu olan sizsiniz.
“İnnel insâne le fi husr – insan gerçekten zarardadır.”
Şimdi Cenabı Hakk, bize bu dünyada yaşamak için belli bir süre tanımış. Uyusan, uyuyunca da o süre geçiyor, yemek yerken de geçiyor, oyun oynasan da geçiyor, eğlensen de geçiyor, günah işlesen de geçiyor, sevap işlesen de geçiyor. Şimdi siz, şöyle kendi kendinize bir bakın; şuana kadar gelen hayatınızı şöyle bir şey yapın. Şu ana kadar ki hayatınız, şu anda tam ölüm anında olduğumuzu düşünün, tümünü eğlence ile geçirmiş olsaydık da geçti, tümünü ibadet ile geçirseydik de geçti. İyilikle geçirseydik de geçti, kötülükle geçirseydik de geçti. Bunu tutma elimizde değil. O gidiyor! Onun için, insan zarardadır. Yani sürekli kaybediyorsun, kaybediyor!
“İllellezine âmenû – zararda olmayanlar sadece inananlar,”
“ve amilus sâlihât – ve iyi işler yapanlar.”
“ve tevâsav bil hakk – birbirlerine Hakk’ı tavsiye eden,”
“ve tevâsav bis sabr – birbirlerine sabrı tavsiye edenlerdir.”
Niye sabır? Çünkü imtihan içerisindeyiz. İşte, şimdi bakın Allah, araya birşey koymayı kesin olarak yasakladı. Vesile olarak da neyi emretmiş oldu?
“Yâ eyyuhellizine âmenû” dediğine göre, iman zaten var. “illellezine âmenu”daki o iman kısmı var,
“ve amilus sâlihât – salih amel işleyenler” o zaman “vesile” ne olmuş oluyor? Salih amel işlemek oluyor. Salih amel! Bunu daha açık olarak bir başka ayette şey yapabiliriz. 34. Surenin 37. ayetinde diyor ki Allah’u Teala;
Sebe Suresi 34:37. Ayet; “Ve mâ emvâlukum ve lâ evlûdukum billeti tukarribukum ındenâ zulfâ illâ men âmene ve amile sâlihan fe ulâike lehum cezâud dı’fi bimâ amilû ve hum fil ğurufâti âminûn”
“Ve mâ emvâlukum ve lâ evlûdukum billeti tukarribukum ındenâ zulfâ – sizi bizim katımızda, bize daha çok yaklaştıracak olan, ne evladınızdır ne mallarınızdır.”
Yok ben zenginim, benim etrafım zengindir, onları boşversenize. Senin evladının faydası olmayacaksa, elin adamının sana nasıl faydası olsun?
“illâ men âmene – ancak inanan,”
“ve amile sâlihan – iyi bir iş yapan kişinin durumu başka.”
Yaklaştıracak olan o dur. İşte vesile bu! İman ve salih amel. İşte bütün bunlar böyle olduğu halde, cüppeli Ahmet çıkıyor televizyonda meleklerle ilgili olarak diyor ki; önce, az önceki Ayeti okuyor
“vebteû ileyhil vesileh” (Mâide Suresi 5:35) “Aracı koymak Allah’ın emridir” diyor. Haşa, Cenabı Hakk’ın asla affetmediği şirki, Allah’ın ayetlerinden 2 tane kelime çekerek, sanki Allah’ın emri haline getiriyor! Ondan sonra da Isrâ Suresinin 56. ve 57.Ayetlerinden, 56. Ayeti bırakıyor bir kenara, 57.nci Ayetten de iki tane kelime seçiyor, yine içinde “vesile” kelimesi geçen üç tane kelime seçiyor.
“yebteğûne ilâ rabbihimul vesileh – melekler Rablerine o vesileyi ararlar” (Isrâ Suresi 17:57)
“Bak diyor, melekler bile aracı arıyorlar, sen nasıl şey yaparsın” diyor. Diyerek, şey yapıyor. Yani Kur’an’ı Kerim’in bu kadar ayetlerinin tamamını, iki tane kelime çekerek şey yapıyor. Mesela bunu, şu şeyde de yapmışlardı; Keşraf Tefsiri vardır, meşhur Müfessir. Diyor ki; “Doğruluktan ayrıldığı halde
Ruh’ul Furkan, 2. Cilt, 55-66. sayfalarında geçen bir ifade, orada aynen şu ifade var, tabi ben aldığım dönemdeki baskıları. Şu anda belki değiştirmiş olabilirler bilmiyorum.
“Müfessirlerden Keşraf, doğruluktan ayrıldığı ve Mutezve Mezhebinin görüşüyle vasıflandığı halde, Yakup Aleyhisselam’ın ruhaniyetinin şaşkınlığından parmaklarını ısırmış olduğu halde, Yusuf Aleyhisselam’a gözükerek; “O kadından sakın” dediğini açıklamıştır.”
Yani Yusuf Aleyhisselam, Züleyha ile ilişkiye girmek istemiş; o arada Yakup Aleyhisselam gelmiş, ondan sonra demiş ki; “O kadından sakın!”. Hatta Keşraf Tefsiri bu konuyu şöyle açıklıyor, diyor ki;
“Yani, “eğer Allah’ın burhanını görmeseydi, Yusuf’un da ona karşı arzusu olmuştu” ifadesi var ya, o burhan, araya giren kişidir. Yani aracıdır.”
Halbuki, Allah’ın burhanı demek, Allah kişiye son anda bir ihtarda bulunur; “Yapma!” diye. Herkes bunu yaşar hayatında. O burhan o. Şimdi diyor ki bak;
“Yusuf Aleyhisselam bir ses duydu” Keşraf tefsiri ifadesiyle. Ama bunu Keşraf yazdıktan sonra, bunu fena halde tenkid ediyor. Onu biraz sonra şey yapacağız. “Derler ki; Yusuf Aleyhisselam bir ses duydu, “Aman kadına yaklaşma!” diye ama aldırmadı. İkinci kez duyddu, dem’ini bozmadı”.
Siz böyle bir ahlaksız duydunuzmu hayatta? Yani o sıra ses duyacak, birisiyle gayrimeşru ilişkiye hazır olduğu sırada, ses duyacak, “Birinci seste “Aman kadına yaklaşma” diye, aldırmadı. İkinci kez duydu, demini bozmadı. Üçüncü kez duydu, beriye çekildi ama Yakup Aleyhisselam’ı parmaklarını ısırmış halde görünceye kadar birşeyden etkilenmedi.”
Yakup Aleyhisselam geliyor bu defa oraya. Keşraf ne diyor biliyor musunuz? Bu görüş sahipleri için, aynen şu ifadeyi kullanıyor; Diyor ki;
“Bu ve bunun gibi şeyler, hurafeci zorbaların tutundukları şeylerdir.” Bunu yazmış, ondan sonra da öyle diyor. “Hurafeci zorbaların tutundukları şeylerdir. Allah’a ve Peygambere iftira, bunların dini olmuştur.” diyor. Aynen ifade bu! “Bunların dini, Allah’a ve Peygambere iftiradır”. Ve bunu oraya delil olarak almışlar! Yani adamın tenkid kısmını almamışlar, tenkid etmek için naklettiği görüşü almışlar.
Şimdi, Allah’u Teala’nın Ayeti’nin başını sonunu kesiyorsunuz, hertarafını kesiyorsunuz Allah’ın kelamının, siz kendi şirkinize delil getiriyorsunuz! Bu, herhalde Cenabı Hakk’a yapılabilecek en büyük iftiradır. Bundan Allah’a sığınırız. Onun için şeyde söylüyor ya; “Allah’a ve Peygamber’e iftira bunların dini olmuştur!” Keşraf Tefsiri bunu böyle söylüyor. O kısmını almıyorlar; öbürünü, Keşraf Tefsiri böyle demiştir diye alıyorlar. Ben şimdi korkuyorum, bizim bu kitaplarda, onları tenkid için yazdığım sözleri; “Abdulaziz böyle dedi” diye anlatabilirler! Şimdi de, kimin sözünün bağlamını koparırsanız, oradan bir-iki kelime çekerseniz, ona istediğinizi söyletebilirsiniz.
İşte melekler böyle demiş. Peki Ayet ne? Şimdi 56. ve 57. bakalım; Diyor ki Allah’u Teala; Şimdi, o araya koydukları aracıyı, kurtarıcı kabul ederler ya; “İsa bizi kurtaracak”, “Yetiş ya Muhammed haşa, bugün imdat günüdür”, “Yetiş ya Abdulkadir” bliiyorsun, bu tip şeyler vardır. Hatta o cüppeli Ahmet’in de bulunduğu, bu kitabın (Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış) yazılmasına sebep olan bir görüşme vardı. Şimdiye kadar bizi hep şey yapıyorlar; “Bunu sen masa başında yazmışsın” diye, çok faydası oldu. Yani televizyonda, milletin karşısında bu görüşmeyi bir kaç kere tasdik etmesi çok iyi oldu.
Orada Mahmut Efendi bana dedi ki; “Sen, Abdulkadir Geylani’ye inanmıyorsan, seninle bizim bir işimiz yok” dedi. Dedim ki; “Abdulkadir Geylani, imanın kaçıncı şartı? Bir söyleyin, imanın şartlarında ben böyle bir şey bilmiyorum” dedim. Ondan sonra da dedi ki; “O şıh”, bu söylediklerimi cüppeli televizyonda da tekrarladı aynen. O tekrarlayana kadar, pek konuşmuyordum çünkü bunların duyulmasını istemiyorum. Hoş şeyler değil! Ne bakımdan hoş değil? Bir çok kimsenin kafası bozuluyor bu tip şeylerle. Doğruları anlatmak lazım, yanlışlarla vakit geçirmeye gerek yok. Dedi ki; “Abdulkadir Geylani demiştir ki;
51.45dk. anlamıyorum arapçayı … “Müridim ister Doğu da olsun, ister Batı da olsun nerde olursa olsun, onun başı sıkıştığı zaman imdadına yetişirim.” işte biz, bu Şeyh’in müridiyiz” dedi.
Şimdi, işte araya koydukları aracılar, o şeyleri delil getiriyorlar. Şimdi buraya bakın, Allah’u Teala burada diyor ki; Yani melekleri araya koyan Mekkelilere diyor;
Isrâ Suresi 17:56. Ayet; “Kulid’ullezine zeamtum min dûnihi fe lâ yemlikûne keşfed durri ankum ve lâ tahvilâ”
“Kulid’ullezine zeamtum min dûnihi – Allah ile sizin aranıza girdiğini zannettikleriniz var ya, onları çağırın bakalım”
Yani, o melekler, Allah’ın kızları bizim ilahımızdır diyorsunuz. Yani, diyorlar ki;
? “ulâike şufa indellah – bunlar Allah’ın yanında bizim şefaatçimiz olacak”
Yani bizim isteklerimizi Allah’a ulaştırır bunlar ve kabul edilmesine yardımcı olurlar demiş oluyor.
“Kulid’ullezine zeamtum min dûnihi – Allah ile sizin aranızda olduğunu zannettiklerinizi çağırın bakalım”
“fe lâ yemlikûne keşfed durri ankum ve lâ tahvilâ – içinde olduğunuz sıkıntıyı ne gidermeye güçleri yeter ne de bir başka tarafa çevirmeye güçleri yeter!”
Yani değiştiremezler de, başka tarafa da çeviremezler. Şey yapamazlar, “Değiştirme” manası da olubilir yani.
Isrâ Suresi 17:57. Ayet; “Ulâikellezine yed’ûne yebteğûne ilâ rabbihimul vesilete eyyuhum akrabu ve yercûne rahmetehû ve yehâfûne azâbeh, inne azâbe rabbike kâne mahzûra”
“Ulâikellezine yed’ûn – bunların dua edip yardıma çağırdıkları bu melekler var ya; o melekler,”
“yebteğûne ilâ rabbihimul vesileh eyyuhum akrab – onlar Rablerine götüren bir vesile ararlar. O vesile hangisini daha çok Cenabı Hakk’a yaklaştıracaktır.”
Yani hangimiz Allah’a daha yakın olabiliriz diye, Allah’a en yakın olma konusunda vesile ararlar. Yani bir ibadet,
53.50dk. bir katılımcı kısa konuşuyor ama duyulmuyor.
A.Bayındır: Bir ibadet. Takva ayrı konu, takva zaten sürekli oluyor. Yani Cenabı Hakk’a daha yakın bir kul nasıl olabiliriz? Allah’ın daha çok sevdiği bir kul nasıl olabiliriz diye bir vesile ararlar, bir ibadet yolu ararlar. Yani, bak siz, onlar Cenabı Hakk’a kul olmanın yollarını ararlarken, siz tutmuş onları aracı koyuyorsunuz diyor Allah (c.c.).
“ve yercûne rahmetehû – Allah’ın merhametini umar,”
“ve yehâfûne azâbehum – Allah’ın azabından korkarlar.”
“inne azâbe rabbike kâne mahzûra – Çünkü Rabbinin azabı kaçınılması gereken şeydir.”
Meleklere hangi azap var eğer yoldan çıkarlarsa?
“zâlike meczihi cehennem – cehennem ile cezalandırırız.” (Enbiyâ Suresi 21:29)
Onlar da cehennem korkusu yaşıyorlar. Onun için, Cenabı Hakk’a daha nasıl yaklaşırım diye. Bakın, Isrâ Suresi 79. Ayette, Allah’u Teala Peygamberimize diyor ki;
Isrâ Suresi 17:79. Ayet; “Ve minel leyli fe tehecced bihi nâfiletel leke asâ ey yeb’aseke rabbuke mekâmen mahmûdâ”
“Ve minel leyli fe tehecced bihi nâfiletel lek – gecenin bir bölümünde, sana ilave bir görev olarak, kalk ibadet yap” yani namaz sebebiyle kalk. Kalk namaz kıl diyor Allah Peygambere. Peki niye?
“asâ ey yeb’aseke rabbuke mekâmen mahmûdâ – Bakarsın, Rabbin seni makamı mahmuda çıkarır.”
Bedava değil, teheccud ile. İşte, daha iyi bir makama bir ibadet ile çıkıyorsunuz. Melekler de böyle bir şey arıyorlar, daha iyi duruma gelmek için. “Onlar kullukta daha iyi duruma gelmek için şey ararken, siz tutmuşsunuz, onu Allah’a karşı aracı koyuyorsunuz” diyor Cenabı Hakk. E tutuyor cübbeli, bu Ayetin bütün bağlantılarını bozuyor ve bu Ayeti “aracı getirmek farzdır”a delil getiriyor. Buyurun hadi! Şimdi Keşraf sahibinin söylediği doğru değil mi? “Allah’a ve Rasulu’na iftira, bunların dini olmuştur” diyor.
Şimdi mesela, yine başka bir grubun, sürekli istismar ettiği bir Ayet daha var, Şûra Suresinin 22. ve 23. Ayetleri. Allah’u Teala diyor ki;
Şûra Suresi 42:22. Ayet; “Teraz zâlimine muşfıkıyne mimmâ kesebû ve huve vâkıum bihim, vellezine âmenû ve amilus sâlihâti fi ravdâtil cennât, lehum mâ yeşâûne ınde rabbihim, zâlike huvel fadlul kebir”
“Teraz zâlimine muşfıkıyne mimmâ kesebû – o zalimleri göreceksin ki, yaptıklarından dolayı korku içerisindeler.”
Nerede görülecek bunlar? Ahirette değil mi? “Yaptıklarından dolayı korku içerisindeler.”
“ve huve vâkıum bihim – o korku onların başına gelecektir.”
Yani o korkunun içine düşeceklerdir. Yani “Korktukları başlarına gelecektir” Türkçe’de öyle ifade ediyoruz. Ondan sonra diyor ki;
“vellezine âmenû ve amilus sâlihât -inanan ve iyi iş yapanlar,”
Yine aynı şey bakın! İman, vesile o işte. “İnanan ve iyi iş yapanlar”.
“fi ravdâtil cennât – cennetlerin bahçelerindedirler.”
“lehum mâ yeşâûne ınde rabbihim – Rableri katında, elde etmek istedikleri herşey onların emrine hazırlanmıştır”
Ne emrederlerse, “mâ yeşâ ? bihi” manasına.
“zâlike huvel fadlul kebir – Bu Cenabı Hakk’ın büyük bir ikramıdır.”
Yani insanları Allah’u Teala’ya yaklaştıran, az önce Sebe 37’de neyi okumuştuk?
“Ve mâ emvâlukum ve lâ evlûdukum billeti tukarribukum ındenâ zulfâ illâ men âmene ve amile sâlihan – Ne mallarınız, ne evladınız, sizi Allah’a daha çok yaklaştıracak şey değildir. Ancak inanan ve iyi iş yapan başka” (Sebe Suresi 34:37)
İşte, inanan ve iyi iş yapan başka’dan
“zâlike huvel fadlul kebir – bu büyük bir ikramdır.”
Şûra Suresi 42:23. Ayet; “Zâlikellezi yubeşşirullâhu ıbâdehu ellezine âmenû ve amilus sâlihât, kul lâ es’elukum aleyhi ecran illel meveddete fil kurbâ, ve mey yakterif haseneten nezid lehû fihâ husnâ, innellâhe ğafûrun şekûr”
“Zâlikellezi – İşte bu,”
İnanma, iyi iş yapma ve güzel neticeye varmak. Bedava değil cennet, Allah hiç kimseye bedava bir şey vermiyor. Hiç kimseye vermiyor! Ve senin, anan kimdir, baban kimdir diye sormaz Allah. Sen kimsin diye sorar. Ne yaptın diye sorar. Annen yaptıysa, kendine yaptı. Baban yaptıysa kendine yaptı. Sen? Öyle olsa, hepimizin babası Adem Aleyhisselam. O zaman daha bu imtihana gerek yok!
“Zâlikellezi yubeşşirullâhu ıbâdehu ellezine âmenû ve amilus sâlihât – İşte bu cennet, inanan ve iyi iş yapanlara, Cenabı Hakk’ın müjdelediği yerdir.”
“kul – Yâ Muhammed sen söyle, onlara de;”
“lâ es’elukum aleyhi ecra – ben size bu tebliğlerde bulunuyorum ya, ben sizden bir karşılık istemiyorum”
Onu bütün Peygamberler söyler. İnsanlardan bir karşılık istememek lazım Allah’ın dinini anlatırken. Peki istediğin ne?
“illel meveddete fil kurbâ”
Bu “El Kurbâ” konusundaki “meveddet – sevgi”. “El Kurbâ – en çok yaklaştıracak şey” demektir. Kişiyi Allah’a en çok yaklaştıracak şey nedir? Vesile? İşte burada da belirtiliyor. Çok sayıda Ayette de belirtiliyor, iman ve salih amel. “Onu sevin” diyor. Benim sizden istediğim odur. Yani nedir? İsteyerek ve severek yapın bunu. İnancınızı, ibadetinizi ve amellerinizi isteyerek ve severek yapın. Bu “Elif Lâm’lı Kurbâ”, onu zaten diğer ayetlerde açıkladı. Kişiyi Cenabı Hakk daha
Y.Şenol: Allah’ın sevgisi yeter.
1..01.10 dk. başka katılımcı konuşuyor ama duyulmuyor.
A.Bayındır: Bu ayeti bitiriyim de, çünkü bu ayet üzerinde maalesef çok, bilhassa Şiiler ve Aleviler çok yanlış anlamlar veriyorlar. Ondan sonra da diyor ki bakın;
“ve mey yakterif haseneten – kim bir iyilik yaparsa,”
?“men kesebet haseneten – kim bir iyilik kazanırsa.”
“nezid lehû fihâ husnâ – onun yaptığı iyiliğin güzelliğinde bir artış yaparız.”
Bir yaparsa, on veririz, daha fazla veririz.
“innellâhe ğafûrun şekûr – Allah gafur ve şekûrdur.”
“Ğafur”, yani hatalar yapabilirsiniz, insansınız her türlü hata yapabilirsiniz, çok bağışlar.
“Şekûr, yapılan hiç bir iyiliği, karşılıksız bırakmaz” demektir. Yani sen, Allah’a bir kulluk yapacaksın, Allah’da karşılıksız bırakacak mümkün değil.
? “Le in lem… – teşekkür ederseniz, daha fazlasını veririz”.
? “Ve lâ kefertum vema – nankörlük ederseniz”
? “İnne ma azabı şedid – Azabım çok şiddetlidir.”
İşte burada, en yakınlıkta ki sevgi nedir? Yani iman, salih amelde ki sevgidir. Şimdi, “El kurbâ”, ismi taftildir. “Akrab” kelimesinden. Hani Isrâ Suresi 57.de de geçti ya;
“eyyuhum akrab” Yani, melekler de araştırıyor en yakın olan kimdir? Onları en fazla yakınlaştırıcı olan hangi ameldir diye araştırıyorlar. Ve Cenabı Hakk, bize de neyi emrediyor? Mesela, Peygamberimizin (s.a.v.) şahsında verdiği emir nedir?
1.03.20 dk. aşağıda okunan ayetleri bilmiyorum.
“Kul inne salati ve nusuki ve mahyayi ve.. – De ki; Namazım, kurbanım, yaşamam ve ölmem,”
“illahil rabbil alemin – alemlerin Rabbi Allah içindir.”
“lâ şerikeleh – Allah’ın herhangi bir ortağı yoktur.”
“ve bi zâlike umurtum – ben böyle emir aldım.”
“ve ene evvel muslimin – ben müslümanların evveliyim.” Yani, birincisiyim. Birinci olmak için ne yapmak lazım? En fazla çalışmak lazım. En yakın olmaya çalışmak lazım değil mi? İşte;
“El meveddete fil kurbâ” nedir? Yani, kendini bütün en başta olmaya odaklayacaksın. Diyeceksin; “Kardeşim ben bir numaralı müslüman olacağım. İki numarayı kabul etmem.” Önünde bir kişi olursa, sen iki numaraya düşmez misin? Araya hiç kimse olmayacak. Allah ile yakın olacaksın. Araya neyi koyarsan koy, en azından iki numaraya düşeceksin. Zaten Allah ile ilişki kesilir o ayrı bir konu da, araya herhangi biri konduğu zaman. Onun için, o en yakın olma sevgisi içinde olsun, o gayret içerisinde ol, en iyi olma gayreti içinde ol, işte benim sizden istediğim odur. Zaten “Kul” emri de orada öyle,
“De Muhammed; benim namazım, kurbanım, yaşamam ve ölmem, yani herşey bütün hayatımın gayesi, tüm varlıkların sahibi olan Allah içindir”. Ben esas şeyim budur. Zaten Cenabı Hakk, Peygamberimiz (s.a.v.)’e de emirler veriyor. Hûd Suresinde.
Bir Katılımcı: Ben farklı meal okumak istiyorum, sizin söylediklerini teyid eden bir şey.
A.Bayındır: Şu ayeti de okuyum ondan sonra. Tam iyi anlaşılsın mesele. Çünkü, bu konularda çok fazla dedikodu ediliyor. Peygamberimiz (s.a.v.), “Hûd Suresi, beni ihtiyarlattı” diye söylediği bir söz vardır bu Ayetten dolayı, o rivayet edilir.
Hûd Suresi 11:111. Ayet; “Ve inne kullen lemmâ le yuveffiyennehum rabbuke a’mâlehum, innehû bimâ ya’melûne habir”
“Ve inne kullen – Şurası bir gerçek ki, herkes”
“lemmâ le yuveffiyennehum rabbuke a’mâlehum – Rabbin, mutlaka onların amellerinin karşılığını tastamam verecektir.”
Herkes ne yapmışsa, karşılığını tastamam bulacaktır. Kendi ameli. Falancının aracının değil. O onun ameli sana ne ondan? Efendim benim babam kimdi, ben kimin oğluyum! Tamam güzel. Güzel, bu Allah’ın bir lütfuydu ama ne yaptın ondan sonra? Bir noktaya kadar falancanın, ondan sonra
1.6.47dk. “inne … ”
Bana babamdan şu kadar miras kaldı. Güzel çok iyi. Ama o, senin değil, o babanın malı! Sen ne yaptın? O malı nasıl kullandın, bir ilave yada bişey yaptın mı? Sen ne yaptın? Senin olan, senin yaptığındır. İşte burada da diyor ki;
“Ve inne kullen lemmâ le yuveffiyennehum rabbuke a’mâlehum – Herkese, Allah mutlaka yaptığını tastamam karşılığını verecektir,”
“innehû bimâ ya’melûne habir – Çünkü, Allah, onların ne yaptını gayet iyi içini-dışını bilir.”
Hûd Suresi 11:112. Ayet; “Festekım kemâ umirte ve men tâbe meake ve lâ tatğav, innehû bi mâ ta’melûne besıyr”
“Festekım – Öyleyse, “
Bakın, Peygamberimize ne diyor?
“Festekım kemâ umirte – Sana nasıl emrediliyorsa, o şekilde doğru ol.”
Allah ne diyorsa o! Kendi kafana göre şey yapma!
“ve men tâbe meake – seninle bu yola yönelenlerden,”
Aynı şekilde emredildikleri gibi doğru olsunlar.
“ve lâ tatğav – taşkınlık yapmayın”. Aşırılığa gitmeyin. Yani, Allah ne demişse o. Biraz ileri, biraz geri yok! O! O kadar.
“innehû bi mâ ta’melûne besıyr – Ne yaptığınızı Allah’u Teala görüyor.”
Hûd Suresi 11:113. Ayet; “Ve lâ terkenû illellezine zalemû fe temessekumun nâru ve mâlekum min dûnillâhi min evliyâe summe lâ tunsarûn”
“Ve lâ terkenû illellezine zalemû – O zalimlere de yönelmeyin,”
“fe temessekumun nâru – o ateş sizi de yakar.”
“ve mâlekum min dûnillâhi min evliyâe – Allah ile sizin aranızda bir evliyanız da yoktur.”
Yoktur ha! diyor. Araya evliya falan koymayın. Bakın sürekli tekrarlıyor Allah (c.c.) bunları. Çünkü insanların yumuşak karnı.
“summe lâ tunsarûn – Böyle yaparsanız, yardım görmezsiniz.”
Şimdi müslümanlar niye sürünüyor? Niye sürünüyor? “Araya evliya koyarsanız, yardım görmezsiniz” diyor Allah’u Teala! Buyrun, niye yardım görmediğimiz ortada.
Bir Katılımcı: Şura Suresinin 23. Ayetinin meali, Hüseyin Atay’ın meali;
“Ey Muhammed de ki; Buna karşılık sizden, Allah’a yakın olmayı sevmekten başka bir ücret istemem.”
A.Bayındır: Mana doğru ama aslında, “El kurbâ” elif lamlı olduğu için; Elif Lam, biliyorsunuz “muzaffın leh’den ıvaz” olur. Yani, tabi burda ismi tafdil’in muzaffın leh’i var tabi. “Akrabuhu” manasına olur. “Kurbâha”, “Ha” zamiri de, iman ve salih amel’e götürürsünüz. Yani muzaffın lehden ıvaz olduğu için, elif lam’a da bir anlam vermek lazım. Burada elif lamın anlamını gerçi vermiş ama ayet ile bağlantılı olarak verseydi daha güzel olurdu. Yoksa güzel bir mana. Mana olarak güzel. Yani,
“Sizi, Allah’a daha yaklaştıracak ibadetler”, Allah’a en çok yaklaştıracak ibadetler hangisi olur? Allah neyi emretmiş ise o olur değil mi? Az önce de söyledi;
“Festekım kemâ umirte” olur. Ne emrettiyse o! Onu yaptı mı en yakın olursun. İşte onlara karşı bir sevgi.
Gani Bey: Hocam, ben de onunla ilgili bir şey sormak istiyorum. Hem soru sormak istiyorum, hem birşey belirtmek istiyorum.
1.10.27dk. Sn.Bayındır, yanındaki ile konuşuyor ama anlaşılmıyor.
Sn. Bayındır: .. bil karabe” evet.
Bir Katılımcı: Hocam 16 yerde geçiyor.
A.Bayındır: Mastar manasında doğru. “Zil kurbâ” mastar manasında doğru. O zaman yani sizi,
“el meveddete fil kurbâ”, “mâ yukarribukum – Allah’a yaklaştıracak, sizi Allah’a yaklaştıracak şeylere karşı bir sevgi”. Evet, iman ve salih amel.
Gani Bey: Eğer burada, “kurbâ” kelimesi, mastar ise ilk soru ortadan kalkmış oluyor. Çünkü Arapçada biz, orta doğru, orta dediğimiz zaman (1.11.20dk) ? diyoruz.
O zaman bu mastar ise, benim ilk sorum ortadan kalkmış oluyor.
A.Bayındır: Evet doğru, “zil kurbâ”da mastar doğru.
Gani Bey: Zekat konusunda, sadakaların verilmesi konusunda “ihtiyaç fazlası verilecektir” diyen hoca; “Yoldaşlarıma sevgiden başka birşey istemiyorum”. Artık bu yorumlar şey oluyor, herkes kendine
A.Bayındır: Onların herhangi bir yoldaşlarıma sevgi,
Gani Bey: Bunu diyenler de hocam, islamda mutluluğun bireylerin, toplumsal olduğunu sanıyorlar. Yani paylaşımcılığı savunuyorlar. Demek istediğim, çok değişik mealler ? Dolayısıyla şimdi, bu “Allah’a yakınlıkla,
A.Bayındır: Tabi son zamanlarda herkes, yani Arapça bilen-bilmeyen, Kur’an’ı Kerim bilen-bilmeyen herkes kendi kafasına göre mealler yapıp, Ayeti Kerime’leri tefsir ediyor. Biliyorsunuz, bir Hadisi Şerif rivayet ediliyor, hatta Hadis olması lazım;
1.12.30dk. …- Kim kendi rayi ile kendi görüşü ile Kur’an’ı Kerim’i açıklarsa kafir olur”.
Çok ağır bir söz ama bu ağır söz. Ama bu ağır söz, Kur’an’ı Kerim’in Ayeti gereğidir. Hûd Suresinin ilk ayetlerinin gereğidir bu. Şimdi burada diyor ki Allah’u Teala;
Hûd Suresi 11:1. Ayet; “Elif lâm râ, kitâbun uhkimet âyâtuhû summe fussılet mil ledun hakimin habir.”
“Bu bir kitapdır ki, Ayetleri muhkem kılınmış ve aynı zamanda da açıklanmıştır. Hakim ve Habir olan Allah tarafından açıklanmıştır.”
Biz, tefsir dediğimiz zaman ne anlıyoruz? Açıklamayı değil mi? Açıklamayı kim yapmış? Allah (c.c.)! Açıklamayı Allah yapmış, niye Allah yapmış?
Hûd Suresi 11:2. Ayet; “Ellâ ta’budû illellâh, inneni lekum minhu neziruv ve beşir”
“Allah’tan başkasına kul olmayasınız diye.”
Şimdi Allah’tan başkasına kul olmak, insanı ne yapar? Kafir yapmaz mı? Peki o, kendisi açıklama yapan kişi, kendini ne konuma sokmuş oluyor? Allah’ın konumuna sokmuş oluyor. Yani Allah’ın sözünü, şimdi siz şey yapın bak; siz burda var iken; siz konuştunuz, birisi sizin adınıza, sizin sözünüzü açıklıyor! Bunu kabul eder misiniz? Kabul eden olur mu? “Kardeşim, sen hangi hakla benim sözümü açıklıyorsun? Ben açıklayamıyor muyum?” dersiniz.
Şimdi, Allah’u Teala’da kendi sözünü, kendisi açıklamış oluyor. Kur’an’ı Kerim’de açıklama. Onun için diyor ki;
“Allah’tan başkasına kul olmayasınız diye, açıklamayı ben yapıyorum” diyor.
Ama bugün, insanlar kendileri açıklama yaparak, kendilerini haşa Allah’ın yerine koyarak, meal ve tefsir yazıyorlar. O zaman Peygamber Efendimizin (s.a.v.) sözü, bu Ayetin gereği değil mi?
1.14.48dk. “men festire Kur’an’ı bihi fakat kâfer”
Onun için, bak dikkat ediyorsanız biz, burada herhangi bir şey, mesela az önce; “El kurbâ” kelimesine ben, ismi tafdil manasını verdim, Enes hoca hemen müdahale etti. Dedi ki; “Bu mastardır.” Hakikaten baktık, gerçekten de Kur’an’ı Kerim’de hakikaten mastar olarak geçiyor. “zil kurbâ” o demek çünkü. “Zul” kelimesi olduktan sonra, “zu akrab” kelimesi olmaz ki şey diyesin. Mutlaka mastar olmak zorunda, başka bir mana olması mümkün değil. O zaman da, “fil kurbâ”, yani “mâ yukarribukum – sizi yaklaştıran şey” manasın olur tamam.
Şimdi burada dikkat ediyorsanız, biz bir Ayeti Kerime’yi anlamak için, en az 4 tane 6 tane, 8- 10 tane Ayet okuyoruz. Niye? Allah’ın yaptığı açıklamaları bulabilmek için uğraşıyoruz. Yani biz kendimiz, tıpkı şey gibi; Dağın içerisindeki altın madenini arayan kişi gibi yapıyoruz ve tek başımıza da değil, işte bak bu kadar kişi niye burada şey yapıyor? İkide bir ben niye bu arkadaşlara hemen şey yapıyorum? Kaldı ki, bu dersden önce de daha önce gelenler görür, bir hazırlık yaptık hepberaber. Ona rağmen, bir sürü eksiklikler oluyor. Çünkü, ekip olmadan açıklamalara ulaşamazsınız. Tıpkı, ekip olmadan dağdan madeni çıkarmamanız gibi birşeydir. O madeni, o madenci koymamıştır, onu Allah’u Teala koymuştur. Onun için çıkarmalı. Ama birisi derseki; “Ben burda madeni icad ettim!” Ne yapmış olur? Yalan söylemiş olur. Ve burda da işte, Ayeti Kerime’yi açıklayana da, öyle bir iddiada bulunan kişi gibi olur.
Son zamanlarda, bu çok fazla yaygınlaştı. Herkes, kendi kafasında olanı, Kur’an’ı Kerim’e söyletmeye çalışıyor. Bu çok tehlikeli birşey maalesef. Buna da çok dikkat etmek lazım!
Evet, şii’ler ne diyor du bu Ayet ile ilgili?
Gani Bey: Onu ben söyleyim. Ahzab Suresi’nin 33. Ayetiyle birleştirerek, orada;
“Ey Muhammed de ki; ben buna karşılık sizden, akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum” u,
“illel meveddete fil kurbâ” ifadesini, “Ehli Beyti’me sevgiden başka bir karşılık beklemiyorum” diye çeviriyorlar. Evet, “Benim aile efradım, benim yakınlarım” olarak.
A.Bayındır: Tamam şimdi onları da bakalım. Bende 422 sayfa ama değişebilir, 2 sayfa fark edebilir. Şimdi burada Ayeti Kerime’ye bakın, bak diyor ki Allah’u Teala;
Ahzâb Suresi 33: 32. Ayet; “Yâ nisâen nebiyyi lestunne ke ehadim minen nisâi inittekaytunne fe lâ tahda’ne bil kavli fe yatmeallezi fi kalbihi meraduv ve kulne kavlem ma’rûfâ”
“Yâ nisâen nebiyyi – Ey Nebiyyinin eşleri,”
“lestunne ke ehadim minen nisâi – siz, diğer kadınlar gibi değilsiniz.”
“inittekaytunne – eğer kendinizi koruyorsanız,”
“fe lâ tahda’ne bil kavli – söylerken edalı konuşmayın.”
Yani karşı tarafı, “seksapel, tahrik edici, cinsel mesaj verici, tahrik edici mana verici manada konuşmayın”.
“fe yatmeallezi fi kalbihi meradun – sizin içinizden birşey geçmez ama kalbinde hastalık olan bir umuda kapılır.”
“ve kulne kavlem ma’rûfâ – o zaman ma’rûf konuşun.”
Öyle yapmayacaksın ama böyle kaba-saba da konuşmayacaksın. Güzel tatlı konuş da, cilveli olmasın, tahrik edici manada konuşmasın diyor. “Ma’rûf” kelimesi de önemli. “Ma’rûf – güzel, iyi, hoş” konuş ama öyle edalı konuşma. Halk arasında, kırılıp-dökülme derler.
Ahzâb Suresi 33: 33. Ayet; “Ve karne fi buyûtikunne ve lâ teberracne teberrucel câhiliyyetil ûlâ ve ekımnes salâte ve âtinez zekâte ve etı’nellâhe ve rasûleh, innemâ yuridullâhu li yuzbihe ankumur ricse ehlel beyti ve yutahhirakum tathirâ”
“Ve karne fi buyûtikunne – Evlerinizde oturun.”
Yine Peygamber Eşlerine verilen emir;
“ve lâ teberracne teberrucel câhiliyyetil ûlâ – ilk cahiliye dönemlerinde ki gibi açılıp-saçılmayın.”
“ve ekımnes salâte – Namazı kılın,”
“ve âtinez zekâte – zekatı verin,”
“ve etı’nellâhe ve rasûleh – Allah ve Rasulune itaat edin.”
Şimdi, Peygamber (s.a.v.)’in eşleri kim oluyor? Ailesi değil mi? Ailesi! Ondan sonra diyor ki;
“innemâ yuridullâhu – üzülmeyin”,
Yani bunlar kadın olduğu için, Cenabı Hakk, çok nazikçe konuşuyor bunlarla dikkat edin. Yani, “siz kötü niyettesiniz” demedi, “karşı taraf kötü olabilir” dedi.
“Kalplerinde kötülük olanlar, yanlış düşünceye kapılabilir” dedikten sonra, burada yine bir nazik ifade kullanıyor. Yarattığı kullarını herkesden daha iyi bilir.
“innemâ yuridullâhu li yuzbihe ankumur rics – Allah, sizden o pisliği gidermek ister,”
Yani, sizinle ilgili insanların kafasında kötü düşünceler oluşması, bir pisliktir değil mi? Allah, onu gidermek ister.
“ehlel beyt – Ey o evin halkı,”
Bunlar, hangi evin halkı? Peygamber (s.a.v.)’in ev halkı, eşleri değil mi? Peki burada, bugün kü “Ehli Beyt” kavramıyla bunun bir alakasını kurabiliyor musunuz?
“ve yutahhirakum tathirâ – ve sizi tertemiz yapmak ister.”
Şimdi, Ehli Beyt dendiği zaman, Peygamberimiz o işin içine girmiş olduğu için, ondan sonra “hunneha”, “kum”a dönüşmüş oldu. Peygamberimiz ile ilgili de bir çok emirler var Kur’an’ı Kerim’de.
Şimdi burada, ne diyorlar bununla ilgili olarak?
Gani Bey: Şöyle bir iddiaları var; “Ehli Beyt masumdur, tertemiz kılınmıştır Allah tarafından. Dolayısıyla, 12 İmam da Peygamberin soyundan geldiği için masumdur. Günah işlemezler.” gibi benzeri iddialar,
A.Bayındır: Mesela, inançlarıyla ilgili ne diyorlar? İşte Allah’ın katında, imamlar için ne vardı?
Gani Bey: Diyorlar ki; “İmamet, Peygamberliğin yani mübüvvetin bir devamıdır.”
A.Bayındır: Yani, hep delilleri bu. Bir başka birşeyleri yok.
Gani Bey: “Seçim ile imam olmaz. Tayin edilmiştir, kendisinden bir önceki imam tarafından. Yine masumdur, günah işlemiz. İlim tahsil etmemiştir, sorulan her türlü soruya anında cevap verir. Hiç vakit kaybetmeksizin, bütün soruları yanıtlar.” Bu, Şia’nın muteber kaynaklarında yer alan bilgiler. Şu anda Dipnotlandıramam belki ama,
A.Bayındır: Vardır bunlar, senin sitende var bunlar.
Gani Bey: Evet, sitemizde var.
A.Bayındır: İsteyen, kaynakları sitede bulabilir. Mesela diyorlar ki; “İmamlar hiçbir mektebe gitmezler. Hiçbir hocadan ders görmezler. Hiçbir konuda, hiçbir kimseye soru sormazlar. Sorulan her soruya, en doğru cevabı verirler. Yepyeni bir konuda, hiç bilinmeyen bir konuda soru sorulsa, düşünmeden anında en doğru cevabı verirler. Çünkü, Allah’ın bilgisi onlarda vardır. Ondan dolayı, Allah katında öyle bir mertebe var ki; oraya ne bir Nebiyyi Mürsel, ne de Melek-i Mukarreb yaklaşabilir. O mertebede ne Peygamber vardır ne de Melek. Orada imamlar vardır” diyorlar.
1.23.55dk. Kaynak veriliyor ama maalesef çok net anlayamıyorum. Anladığım kadarıyla yazıyorum.
Gani Bey: Bu bilgiler, onların muteber kaynaklar demiştim. Kuleyli’nin Usul Hadisi’nde Meclisin ? 110 ciltlik bir kitap. Yüzlerce hadis şeklinde anlatılıyor. Bir de, Şeyh Muhammed Bahauttin Amili’nin veya Çağdaş Şia Müctehidlerinden Mekaribin Şirazi’nin eserlerinde vardır bu bilgiler.
A.Bayındır: İşte delilleri bu. Şimdi bakın burada, Allah’u Teala Peygamberin Eşlerine hitap ediyor. “Ehli Beyt” de dediği, zaten çok açık ve net “Peygamber Ailesi” demektir.
“Allah, sizin temiz olmanızı istiyor” diyor.
“ve yutahhirakum tathirâ – sizi tertemiz hale getirmek istiyor.”
Şimdi bak, bu temiz olmayan birisi için, yani tertemiz olmak, insansın bir sürü eksiğin, hatan, kusurun olur. Ama bunu da değiştirerek, bu kelimeyi de değiştirerek; “zaten temiz, hiçbir zaman kirlenmeyen” manası veriliyor. Hiçbir zaman kirlenmeyene, bu ifade kullanılır mı?
Gani Bey: İşte, “Kur’an Ayeti’ni istediği gibi yorumlamanın” bir örneği de budur.
A.Bayındır: Evet, Ayeti istedikleri gibi yorumluyorlar. ondan sonra burdan da diyor ki;
Şu mana veriyorlar;
“kul lâ es’elukum aleyhi ecran illel meveddete fil kurbâ – Ben sizden hiçbir karşılık istemiyorum. Ben sadece, bana en yakın olan ehli beytimi sevin yeter.” (Şûra Suresi 42:23)
Şimdi burada ehli beyt diyor. “El Kurbâ” mastar değil, ismi tafdil “ehli beytim – bana en yakın olanları sevin yeter”, onlar da ehli beyti olmuş oluyor haşa. Tabi bunlar hepsi “saptırma ifadeler”dir. Yani o zaman, Peygamberi Tanrılaştırmış oluyorsun. Halbuki Peygamber (s.a.v.) diyor ki; Allah (c.c.), Ona emir veriyor Cin Suresinde;
Cin Suresi 72:21. Ayet; “Kul inni lâ emliku lekum darrav ve lâ raşedâ”
“De ki, benim size ne bir zarar vermeye, ne de sizi olgunlaştırmaya gücüm yeter.”
Cin Suresi 72:23. Ayet; “İllâ belâğam minellâhi ve risâlâtih, ve mey ya’sıllâhe ve rasûlehu fe inne lehû nâra cehenneme hâlidine fihâ ebedâ”
“İllâ belâğam minellâhi ve risâlâtih – Ben sadece, Allah’tan gelenleri size tebliğ ederim. Allah’ın elçilik görevi gereği bana verdiklerini tebliğ ederim”.
“ve mey ya’sıllâhe ve rasûlehu fe inne lehû nâra cehenneme – Kim Allah ve Rasulune isyan ederse, cehennem ateşi ona aittir.”
Yani, çok açık ayetler var. Ve işte bunlardan bakın, değişik mezhepler, değişik gruplar, değişik şeyler. O zaman bu hafta biz, bir yazı yayınladık sitemizde. Bize sık sık soruyorlar; “Siz nesiniz?” Biz de, “Müslümanız” diyorlar. Bu defa diyorlar ki; “Biz değil miyiz?” Ben sana birşey sormadım ki, sen bana sordun kardeşim! Ben ne biliyim senin ne olduğunu. Ben sana, “Sen nesin?” diye sormuyorum. Sen bana dedin ki; “Sen nesin?” Ben de, “Müslümanım” diyorum. Ben sadece, müslümanım diyorum. Sen, ben değil miyim diyorsun. Onun cevabını sen vereceksin, ben senin yerine cevap veremem ki! Ondan sonra, “Yok yok, hangi mezheptensiniz?” Ona da şu cevabı veriyoruz; “Allah’u Teala, Ayeti Kerime’sinde diyor ki; En’Âm Suresi
En’Âm Suresi 6:159. Ayet; “İnnellezine ferrekû dinehum ve kânû şiyeal leste minhum fi şey, innemâ emruhum illellâhi summe yunebbiuhum bimâ kânû yef’alûn”
“İnnellezine ferrekû dinehum ve kânû şiyeal – Dinlerini böyle parça parça yapan ve şialar haline gelen”
Yani her biri, birbirinin taraftarı haline gelmiş olanlar.
“Şia” derken, bugün kü “Şii”liği anlamıyalım. “Şia-taraftar” demek. Mesela, şiilere şia denmiş olması, onlar şia yani Ali taraftarı olduğu için.
Gani Bey: “Tarafgir” diyebilir miyiz?
A.Bayındır: “Taraf tutan” denebilir tabi, taraf tutuyor. “gir-tutmak” manasında.
Gani Bey: Ben de onu kasdediyorum, bilimsel bir soru sorarak.
A.Bayındır: Şimdi “Tarafgir” kelimesi fazlaca kullanılmıyor. Yani herbirisi, birinin etrafında toplanmış olanlar var ya, dinlerini grup grup ediyorlar. İşte orada bir tek, iki kelimeden hareketle, yeni bir din oluşumu ortaya çıkarılıyor. Öbür taraflarda da hepsi de oluyor. Allah’u Teala diyor ki;
“leste minhum fi şey – hiçbir konuda onlardan değilsin”.
Şimdi Allah, bana böyle dedikten sonra, ben nasıl “falancı filancı olurum?” Mümkün mü? “Falancı filancı olamayız kardeşim, biz sadece Müslümanız”. Ve bu da fena halde rahatsız ediyor bazı kimseleri. Ne yapıyım sen rahatsız oluyorsan. Benden değil, bu Allah’ın ayeti. Sen gel Cenabı Hakk’ın başka bir ayetini oku, ben de ona göre hareket ediyim.
Bugün mesela, sormuş birisi; “Peki niye, Ensar ve Muhacir diye vasıflandırılmış şeyler?”. Yav kardeşim, yani sen şimdi, “Ben müslümanım” dedikten sonra, aşçı değilim demiyorsun ki, ben talebe değilim demiyorsun ki, ben bir falan yerde hoca değilim, filan yerde şu. O başka bir şey. “Ensar, Mekke’den gelen müslümanlara yardım eden müslümanlara verilen bir isim. Muhacir de, Mekke’den dininden dolayı hicret edenlere verilen bir vasıfdır”. Müslümanlık kelimesiyle, sen bunu nasıl kıyaslıyorsun? Ve o da herhangi bir kişinin etrafında toplanma meselesi değil ki!
Bakın mesela bizde, Muhammediye’lik diye bir kavram yoktur. Bu Muhammediyeliği, Batılılar söyler. Çünkü onların kafasındaki din, birisinin etrafında oluşandır. Yani Allah’ın dini kavramı yok. Mutlaka gruplaşacaklar. Onun için Muhammediyelik diyorlar, İslam kelimesi kullanılmıyor.
“Dinlerini parça parça eden ve değişik grupların etrafında toplaşanlardan hiçbirisinden değilsin”
Diyor Allah;
“innemâ emruhum illellâhi – onların işleri Allah’a kalmıştır.”
“summe yunebbiuhum bimâ kânû yef’alûn – Yapmakta olduklarını Allah, onlara bildirecektir.”
Allah’u Teala, 30. Surede diyor ki;
Rum Suresi 30:30. Ayet; “Fe ekım vecheke lid dini hanifâ, fıtratellâhilleti fetaran nâse aleyhâ, lâ tebdile li halkıllâh, zâlike dinul kayyimu ve lâkinne ekseran nâsi lâ ya’lemûn”
“Fe ekım vecheke lid dini hanifâ – Yüzünü dosdoğru bu dine çevir,”
“fıtratellâhilleti fetaran nâse aleyhâ – Allah’ın fıtratı ne ki, Allah insanları da ona göre yaratmış”
Sen bu dine uyduğun zaman, tüm kainatta geçerli kanunlara da uymuş olacaksın.
“lâ tebdile li halkıllâh – Allah’ın yarattığının yerine geçecek birşey yoktur,”
“zâlike dinul kayyim – sağlam, din bu dindir.”
“ve lâkinne ekseran nâsi lâ ya’lemûn – Ama insanların çoğu bunu bilmezler.”
Rum Suresi 30:31. Ayet; “Munibine ileyhi vettekûhu ve ekıymuş salâte ve lâ tekûnû minel muşrikin”
“Munibine ileyhi – Tamamen Cenabı Hakk’a yönelmiş, dönmüş olarak”
Yani Allah’a kilitlenmiş olacaksınız.
“vettekûhu – Ondan sakının, Ondan çekinin”
Öbürleri çekinmez, “Allah bana niye böyle yapsın ki?” derler. Çekinin diyor Cenabı Hakk!
“ve ekıymuş salâh – Namazı tam kılın, dosdoğru kılın”
“ve lâ tekûnû minel muşrikin – müşriklerden olmayın.”
1.33.15dk. salonda konuşma var ama duyulmuyor.
A.Bayındır: Yok, şart ceza değil. Bunlar ayrı ayrı cümlelerdir, biri diğerine bağlı cümle değil. Bu yanlış olur; Namaz kılmayana, müşrik dediğin zaman, bu olmaz. Yani, evet büyük günahdır ama bu Ayetten o çıkmaz. Namaz kılmamak, büyük günahdır.
Rum Suresi 30:32 Ayet; “Minellezine ferrakû dinehum ve kânû şiyeâ, kullu hızbim bimâ ledeyhim ferihûn”
Bak onu açıklıyor, bedel olarak. Müşriklerden bedel, bak kimi müşrik sayıyor Allah? Müşriklerden yani;
dinlerini fırkalar, parça parça haline getirip,
“Minellezine ferrakû dinehum – Dinlerini fırkalar, parça parça haline getirip”
“ve kânû şiyeâ – birilerinin şiası”
Etrafında toplaşan kişiler haline gelmiş olanlara ne diyor burada Allah? Müşrik dedi.
“ve kânû şiyeâ – birilerinin şiası, onlardan olmayın”
“kullu hızbim bimâ ledeyhim ferihûn – bunların herbirisi kendilerinde olanla övünürler.”
Biz böyleyiz. Tıpkı, o en başta okuduğumuz ayet gibi;
“Allah ile kendi aralarına, evliya’yı koyanlar kendilerini doğru yolda kabul ederler.” (A’râf Suresi 7:30)
Bunların hepsi de;
“kullu hızbim bimâ ledeyhim ferihûn – Her bir grup böbürlenir kendi yanlarında olan ile. Onlardan olmayın.”
Diyor. Cenabı Hakk bizi doğru yoldan ayırmasın. Şimdi gelen sorulara bakalım.
SORU: Fatih Tellioğlu, İstanbul’dan soruyor. “Mehdi” inancı, Kur’an’da geçen İsa için geçen “Mehdi Sabiyya” sözünden türetilen ve şiilerin beşikte kaybolan, 12. imamlarıyla ilgili kurguların sonucu olan bir inanç mıdır? İbni Mace’de geçen; “Lâ mehdi illâ isa” bu ayete bir atıf mıdır?
CEVAP: Bizim şimdi “Mehdilikle” ilgili, hem burda ders yaptık, hem Ensar Vakfı’ndaki derslerimizde şey yaptık. Bu konuda çok sayıda şey var. Bunun esası, Mehdi-İsa, aslında hepsine “Mehdilik” diye özetleyebiliriz. Mesele, İsa meselesi de değil. Allah’u Teala bütün Peygamberlerden; “Sonradan gelen Peygambere inanma” sözü almıştır. Muhammed Aleyhisselam’a Yahudilerin de Hristiyanların da yeryüzünde yaşayan bütün insanların inanma görevleri var. Kendi kitaplarında bu var, hepsinde var. O gelen peygambere inanmamak için uydurulmuş olan bir kelimedir “Mehdi”. Hristiyanlar da onun yerine, Mesih’i uydurmuşlardır. Yahudiler de mesihi uydurmuşlardır. Yahudiler diyor ki; “O peygamber gelmedi ama beklerim.” Çok beklerler.
Şimdi Muhammed Aleyhisselam olmasın diye hristiyanlar da Mesihi uydurmuşlardır. Zerdüştler, yine Muhammed Aleyhisselam olmasın diye Sabiiler, diğerleri de Mehdi inancını uydurmuşlardır. Bu tamamen Muhammed Aleyhisselam’a inanmamak için uydurulmuş bir şeydir. Maalesef, bu tür uydurma şeyler, bir çok kitapta bize hadis olarak da geliyor. Çünkü hadis kitaplarına butür şeyler sokmak hiç de zor değil! Kur’an’ı Kerim gibi değil ki, açıyorsunuz falanca kitabı, bir de senet uydurdunuz mu gayet kolaylaşıyor. Bunlar uydurma şeylerdir, bunlarla ilgili çok detaylı, delilli konuşmalarımız var, Fatih bey onları dinleyebilir.
SORU: Şener Nusret Er İstanbul’dan soruyor. “Aracılık ve Şirk” kitabında; “Allah, olağandışı yollarla yardım yapar” diyorsunuz. Peygamberimizin oğlu, vefaat ettiğinde güneş tutulmuş, insanlar; güneş bile üzüldü demiş. Bunun üzerine Peygamberimiz de; “Allah hiç bir ölümlü için kanunun bozmaz” demiştir.
Aynı şekilde Norveç gezisinde havanın hiç olmadığı kadar açık olduğunu ve onun Allah’ın yardımı olduğunu söylediniz. Bir Ayette de
“Allah’ın kanununda değişme olmaz” (Fetih Suresi 48:23) buyuruluyor.
Olağandışı yardım, Allah’ın kanununu bozması olmuyor mu? Açıklarsanız sevinirim. Allah razı olsun.
CEVAP: Yardımı da Cenabı Hakk
1.37.55 dk. okunan ayetleri bilmiyorum.
? – Müminleri sıkıntılardan kurtarırız, müminlere yardım ederiz.”
Ondan sonra daha önemlisi, Cenabı Hakk diyor ki;
? “in tavsurullahu yansurukum – Siz Allah’a yardım ederseniz yani Allah’ın dinine yardım ederseniz, Allah da size yardım eder. Ve ayaklarınızı sabit kılar.”
Bu Cenabı Hakk’ın kanunudur. Bu kanun dışı birşey değildir, Allah’ın kanunudur bu.
Bir kere burada olağandışılık diye bir durum yok. Cenabı Hakk, biz Norveç’e Tromsa ya gittiğim vakit dua ettik. Biz burda, ilk defa bir müslüman grup ki, sırf Allah rızası için buradan kalkıyor, o beraber olan arkadaşlarımız da gayet iyi biliyor yani orada. Birkaç kere heykelimiz kalacak diye korktuk o soğukta, aletler çalışmadı bırakın şeyi. Bakın orada kanun işledi, o soğukta o kanun işledi.
konuşmalar var ama duyulmuyor.
A.Bayındır: Niye olağanüstü durum olsun. Ama onu Allah’u Teala yardım etmek istedi mi, o günler açar o havayı. Onda hiç problem yok. Bedir Savaşı’nda, diğer yerlerle ilgili. Mesela Huneyn’de rüzgarın esmesi falan, bunlar hep Allah’ın yardımları olur. Bu, olağandır, olağandışı değil.
1.39.30dk.
A.Bayındır: Onu biz demedik. Adnan bey dedi ki; “30 yıldır hava açık değilken, şans” deyince, biz de; “Allah’ın yardımı” dedik.
Tabi ki, Allah’u Teala’nın yardımı elbetteki olur. Çünkü, Allah’u Teala bu konuda;
? “in tansurullah yansurkum – Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder.”
Biz de o yardımı, El hamdulillah, şu Vakıf da her an görüyoruz.
Gani Bey: Bir inanç ve bakış açısı meselesi. O öyle dedi, siz de öyle dediniz.
A.Bayındır: O bir “keramet”tir ama yanlış anlaşılmasın, “Allah’ın ikramı” manasında keramettir. Bizimle ilgisi var, nasıl yok! Biz Allah’ın istediği gibi olmaya gayret edince, Cenabı Hakk’ın yardımı gelir. O kadar. Keramet değil, Allah’ın ikramı. Keramet’i biz yanlış değerlendiriyoruz. Mucize gibi değerlendiriliyor. Hayır. Allah’ın ikramıdır, her insana Cenabı Hakk’ın ikramı olur. Mesela şimdi, alışılmamış bir şekilde, Bedir Savaşı’nda Cenabı Hakk, müslümanlara meleklerle yardım etmiştir. Bunu da yapacağını söylüyor yani. Tekrar ani baskınlara uğrarsanız, yine yardım ederim diye de. O da, Allah’ın bir kanunu işte.
SORU: Yasin Selçuk, Erzurum’dan soruyor. Sitede, sohbetlerinizin birçoğunu izledim de, izlemeye devam ediyorum. Ve de yazmış olduğunuz 3 kitabı da okudum. Yalnız bir kaç yerde, kitaplarınızdan, paylaştığınız sohbetlerinizden örnek yerler gösterdiğimde, bana sizin hakkınızda “Hadis İnkarcısı” dediler. Tabi ki buna inanmıyorum ama bu itham beni rahatsız etti. Sizden, Hadis hakkında görüşleriniz
CEVAP: Şimdi, bize herhalde başka şekilde laf söyleyemiyorlar da, bunu bu şekilde söylüyorlar. Ben de şunu söylüyorum; Yazdığımız yazıları bir bakın ve o yazıları, aynı konuda yazılmış diğer yazılarla karşılaştırın. Bakın ki, bizim kadar hadis kullanan bir başka eski-yeni bir alim bulabiliyor musunuz? Yani şimdi bakın şimdiki değil, çok saygın olan, çok geçmişe gidin, mezheplere gidin, nereye gidiyorsanız gidin. işte bundan daha açık konuşma olur mu?
İkincisi; Cenabı Hakk’a sonsuz şükürler olsun, Allah’ın yardımı bu, çok büyük yardımı olarak, Cenabı Hakk bize; şu elimizde olan kitaplarda görmediğimiz bir nimeti de nasip etti; “Kitap ile Sünnet arasında tam bir uyum sağlama” nimetini nasip etti. Bizim kitaplarımızda, yine hiçbir kitap da olmayan, Kitap-Sünnet’in %100 uyumu vardır. Hadi buyrun; Buna “Hadis İnkarcılığı” deniyorsa, bunu söyleyenlerin zihnindeki Hadis, başka birşeydir. Yani Peygamberimiz (s.a.v.)’in sözü değildir.
SORU: Orkan Koç, İstanbul’dan soruyor. Mahrem yerlerini örtmemiş erkek ve bayanın fotoğrafdaki veya videolardaki görüntülerine bakmak, canlısına bakmak gibi midir?
CEVAP: Aynı olmaz. Yani fotoğrafdaki ile canlısı aynı olmaz. Sadece size etkisi nedir, ona göre değerlendirilir. Yani o, sizi yanlışa yönlendiriyorsa o zaman günah olur. Yasak olur yani.
SORU: Bünyamin Yıldız, Hatay’dan soruyor. İnternette yer alan videoda, birileri şöyle diyor; Meâric Suresi 70:4. Ayetinde Cebrail Aleyhisselam, Allah’a bizim hesabımızla Ellibin Yıl olan bir günde ulaşılabiliyor. Öyleyse, Kur’an’ı Kerim’i indirmek için Cebrail Aleyhisselam 50000 X 1400 = 46 600 yıl önce yola çıktı. Bu arada nasıl İncil veya Tevrat indirdi?
CEVAP: Meâric Suresi’nin Ayetlerini, biz bu şekilde hiçbir zaman şey yapmadık. Burada, kıyamet günüyle alakalı şeyler var. Burada diyor ki Allah’u Teala;
Meâric Suresi 70:1. Ayet; “Seele sâilum bi azâbiv vâkı'”
“Bir kişi geldi, olacak azabı sordu”
Meâric Suresi 70:2. Ayet; “Lil kâfirine leyse lehû dâfı'”
“Kafirler için engelleyecek herhangi bir şey yok.”
Meâric Suresi 70:3. Ayet; “Minellâhi zil meâric”
“Minellâhi – Allah’dan başka hiç kimse gelip de bu azabı engelleyemez.”
“zil meâric – Allah, miraçlar sahibidir.”
Yani, yerden göğün tepelerine kadar çıkan asansörler vardır.
Meâric Suresi 70:4. Ayet; “Ta’rucul melâiketu ver rûhu ileyhi fi yevmin kâne mıkdâruhû hamsine elfe seneh”
“Mikdarı Ellibin Yıl olan günde, melekler ve ruh Allah’ın belirlediği bir yere çıkacak”
Yani o gün, kıyamet kopmuş. Demek ki, yeni oluşumun Ellibin yıl olacağı belirtiliyor, vücudlar yani cesetler kabirlerde, ruhlar da kabirde olduğu anlaşıldığı için Cenabı Hakk,
1.46.10dk ?. “İnnekel lâ tusmeu, ve mâ ente bi – Kabirlerde olanlara sen birşey işittiremezsin” dediğine göre, demek ki ruhlar da kabirlerde şuanda. O kıyamet günü ruhlar ve melekler, yeryüzünden çekilecek. O günün süresi Ellibin yıl. Ellibin yıl içerisinde yeniden oluşum, vücudların yaratılması, ondan sonra ruhların tekrar gelip vücuda girmesi olayı. Bu tamamen kıyametle alakalı bir olay. Dolayısıyla, bu arkadaşımızın hesabı tutmadı.
SORU: İsmail Baş, İstanbul’dan soruyor. Bakara Suresi’nin 180. Ayetinin Türkçe meallerinde, sıkıntıyı sizden dinlemiştim. Maide Suresi’nin 106. Ayetini nasıl anlamak lazım?
CEVAP: Mâide 106. bu çok fazla vakit alır. Bizim sitemizde, “Kadınların Şahitliği” konusunda yazılarımız var. Lütfen orayı okursanız, orada görürsünüz çünkü bu, başlıbaşına bir ders konusu.
SORU: Eray Eren, Bursa’dan soruyor. “Cizye” kavramını kısaca açıklarmısınız.
CEVAP: “Cizye, ehli kitaptan alınan bir vergidir.” Kısaca bu kadardır. Tabi daha detayı, bu dersin kapsamı dışına çıkıyor.
SORU: Alay Afiyer, İsveç’den soruyor. Kur’an’da “Ruh”, hem Marif’e, hem Nekr’e, hem Ruhu’l Kudus ismiyle geçiyor. Bunların birbirinden farkı var mıdır?
CEVAP: Evet, Kur’an’da “Ruh” konusu, gerçekten, yani bu Alay bey şey yapıyor. O, esasen “Ruh, Allah’u Teala’nın yeryüzüne indirmiş olduğu bilgi” anlamına geliyor. Ruhu’l Kudus de Cebrail Aleyhisselam anlamında kullanılıyor ve o Elif Lam’lı olan-olmayan onlar birbirleriyle bağlantılı olmasını gösterir. Onun dışında, çok bu konuda üzerinde ayrıca durulması gereken bir konu. Bu konuda herhangi bir ders yapmadık. Şundan dolayı yapmadık. Henüz bu hususdaki bilgilerimizin tam olgunlaştığı kanaatinde değiliz henüz.
SORU: Bazı Peygamberlere çocukken doğru karar verme kabiliyeti verilmiş. Allah, Peygamberleri önceden belirlemiş midir?
CEVAP: Tabi Süleyman Aleyhisselam da olduğu gibi. Belirlemiş olduğunu anlıyoruz Kur’an’dan. Mesela, Peygamberimiz (s.a.v.), Peygamber olmadan da saygın bir noktadaydı. Zekeriya Aleyhisselam da var, Yahya Aleyhisselam ile ilgili var. İsa Aleyhisselam ile ilgili de var. Yani çocukken belirlediğine dair Ayetler var.
SORU: Yecuc ve Mecuc sadece bir kavim midir?
CEVAP: İyi Alay bey o konuya kadar gelmiş, biz de o konuyu aşağı-yukarı halletmek üzereyiz. İnşaallah bu konuda ayrı bir ders yapacağız Yecuc ve Mecuc konusunda. Ben şahsen, sonuca vardığımız kanaatindeyim ama ufak-tefek detay bilgilere ihtiyaç var. Onu da Haşim hazırlamaya gayret ediyor. Tamamlandığı zaman, inşaallah burada ayrıca bir ders yapacağız. Yani o meseleyi çözdüğümüz kanaatindeyiz. Dün, Enes Hoca, ben, Haşim burada güzel bir şey yaptık. Hamdolsun çok güzel bir şey ortaya çıktı. Onu inşaallah en yakın zamanda ders olarak burada yaparız.
SORU: Celal Ceyhan, Norveç-Oslo’dan soruyor. Az önce rasat yaptım, Allah’a şükür hava açık 13 derece. Güzel fotoğraf-videolar çektim ve birazdan öğlen rasatına gideceğim. İkindi namazı için, güneşin ufuktaki hangi özelliğini dikkate almam gerektiğini söyleyebilir misiniz?
CEVAP: Çok güzel, Allah başarılar nasip etsin. Çektiğiniz fotoğrafları-videoları biz de bekleriz Celal Bey. İkindi Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in tarifinde, “Eşyanın gölgesinin kendi boyunda ya da iki katı boyunda” şeklinde tarifler var. Kendi boyunda olduğu vakit esas şeydir, birinci gün namaz kıldırdığı vakit. İki katı boyu olduğu vakit de, ikindi kıldığı vakit de vardır Peygamber Efendimizin. Dolayısıyla gölge boylarına göre. Tabi bu gölge boyu, (O bölgelerde, gölge boyu çok uzun olur) onu tam öğlen vaktinde ki gölgeden çıkarıldıktan sonraki boy olarak hesap ediyoruz. O zaman İkindiği olduğu anlaşılır ki, zaten bunun işareti de güneşin aydınlığının zayıflamaya başladığı vakittir.
SORU: Meridyenden geçişi, öğlen namazı için kullanılırsa,
CEVAP: Meridyenden geçmiş olacak öğlen namazında. Yoksa, 90 derecede iken değil de, oradan Batıya kaydığı vakit. 90 derece olmuyor ya. Yani bulunduğunuz meridyenden Batıya doğru kaydığı andan itibaren öğlen namazı vakti oluyor.
İkindi namazı için, bu iki vaktin ortasını aşağı-yukarı kullanabilirsiniz. Yani Batış ile Öğle vaktinin arasını.
SORU: Özkan Özdemir, İstanbul’dan soruyor. Namazın yerine semahı koyan, Ramazan Ayı’nda oruç tutmayan, duvara karşı secde etmek bize ne hacet, bizim namazımız da Allah imamımızdır diyen Alevilere nasıl müslüman diyebiliriz. Alevilerin inançları hakkında ne düşünüyorsunuz?
CEVAP: Bir kere, yani bizim, ben gerçekten şahşen alevilere, “Sizde müslümansınız” denmesinin, onlara karşı hiçbir şekilde saygı olduğu kanaatinde değilim. Yani onlara, ciddi manada bir inanç baskısı. Yani o kişilere adeta zorla “Ben de müslümanım” dedirtmeye çalışması olarak değerlendiriyorum.
Şimdi benim Aleviler, tabi bu sözleri söyleyen kimselerin müslüman olması söz konusu olamaz. İslam, Allah’ın dinidir. Ben öyledir dediğim zaman, bu defa ben o dinden çıkmış olurum. Enteresan, yani insanlar müslümanlığı, kendi babalarının malı olarak düşünüp istedikleri değişikliği yapacaklarını zannediyorlar. Ben alevilerle karşılaştığım zaman onlara şunu söylüyorum; “Kardeşim, sizin inancınız ne? Siz, kendi inancınızı kendiniz tanımlayın.” Benim şuana kadar gördüğüm de şu; Ne kadar alevi varsa, o kadar Alevilik var. Otursunlar, inançlarını tanımlasınlar. Değişik gruplar mı var? Tamam, 20 tane alevilik tanımı ortaya koysunlar ama onu biz tanımlamayalım, kendileri tanımlasınlar. Ha buna müslümanlık denir mi denmez mi? O kararı da Kur’an’ı Kerim verir. Kur’an’ı Kerim’e göre, şu inanca sahip olan kişilerin müslüman olması sözkonusu olamaz. Çünkü Din’i kendilerine uydurmuş oluyorlar, Din’e uymuş olmuyorlar. Zaten onların da böyle bir iddiası olduğunu da zannetmiyorum.
Çok teşekkür ederiz.