Abdulaziz Bayındır: Bugün, ramazanlardaki itikaf ile ilgili olarak dersimizi yapacağız Allah nasip ederse. Resulullah(sav)’in ramazanın son 10 gününde devamlı itikafta bulunduğunu rivayetlerden biliyoruz. Onunla ilgili hadisleri Enes Hoca’dan dinlryeceğiz. İtikafta bulunmadığı belki sadece Bedir savaşı sırasındadır. Değil mi Enes Hoca? Çünkü o zaman savaşa rastgelmişti son on gün ramazanın. Önceki 10 günü onunla telafi etmiş olabilir. Çünkü ayetlere baktığımız zaman Bedir zaferinin kadir gününe rastladığı anlaşılıyor. Yani kadir gecesinin gününe rastladığı anlaşılıyor. Öyle olunca da tabi o zamanı zaten gündüzün de oruçlu geçiremediler savaş olduğu için. Gündüzü oruçlu olmayınca gecesi de itikafla olamaz. O mümkün değil. Orada zaten mescid yok. Bedir’de. İtikaf da mescidlerde olur. Şimdi itikaf, ibadet için bir mescide kapanma anlamına geliyor. Yada bir yere kapanma manasına da kullanılıyor. “Yevmel furkani yevmettekal cem’âni”(ENFAL 41) diyor ayeti kerimed. Yani iki topluluğun karşılaştığı gün ki o iki toplukuk, aslında hem Rumlar ve Persler hem de Resulullah(sav)’in ordusu ile Mekke ordusu. İşte o gün, ‘yevmel furkân” oluyor. ‘Yevmel furkân’ da “fihâ yufreku kullu emrin hakim”(DUHAN 4) ayetinde olduğu gibi. Duhan suresindeki. Doğru işler, karara bağlanmış işler o gün ayırt edilir. Şimdi bunlar tabi çok hızlı soylüyoruz: sadece anlayanların anlayacağı şekilde şifre gibi konuşmuş olduk. Daha önceki derslerde bunu özel olarak yapmıştık. Belki kadir gecesi dersi bir daha yapma gerekir ise orada u konuda ayrıntılı konuşuruz. Çünkü ona bir girdimi, bu defa diğerleri kalacak. Ama zihinde kalsın. İnşallah kadir gecesiyle ilgili bir ders yaparsak bu konulara ayrıntıyla gireriz Allah nasib ederse. Şimdi burada, şunu söylemek istiyorum: hani zaman zaman okuduğumuz bir ayet var. 42.surenin 13.ayeti. AllahTeala orada diyor ki; “şerea lekm mined dini mâ vassâ bihi nûhan: Sizin için bu dinde şeriat kıldı”. Neyi? Nuh’a neyi tavsiye etmişse. Yani hangi görevi Nuh’a yüklemiş ise sizin için de meşru kıldığı odur. Peki güzel. “Vellezi evhaynâ ileyke: sana yaptığımız vahiy”. Yani bu, bu kitap değil mi? Başkası değil. Bu kur’an. “Ve mâ vassaynâ bihi ibrâhim: İbrahim’e verdiğimiz görev” yani verdiğimiz emir ve yasaklar. Şimdi İbrahim(as)’a-bu ayerlerden de anlaşılıyor-verilen kitap var. “Suhufu İbrahim” diye İbrahime verilen sahifeler. “Ve Mûsâ: Musa’ya verilen sahifeler”. Peki o sahifeler bizim kelam kitaplarındaki sahifeler değil. Bildiğimiz kitap. Çünkü kelam kitaplarında hiç kimse, Musa’ya kitap verilmiş demez. Onların suhuf dedikleri başka bir şey. Ama kur’andaki suhuf, Allah’ın verdiği kitaptır. Şimdi İbrahim(as)’a verilen kitap, Musa(as)’a verilen kitap. Ondan sonra “ve îsâ: İsa’ya verilen kitap”, verilen emirler. Bütün bunlar, bak şimdi ne oldu? Nuh(as)’ı saydı, Resulullah(sav)’i saydı. İbrahim, Musa, İsa. 5 tane büyük nebiyi saydı. Aslında bunlar sadece böyle dikkat çeken isimlerdir. Yoksa onlarla sınırlı değil. Hepsi giriyor o nebilerin. “en ekîmûd dîne: bu dini ayakta tutun”,”ve lâ teteferraku fihi: ve bu dinde tefrikaya düşmeyin”. Hep din, aynı din. Din, aynı din. Şeriat, aynı şeriat ise o zaman bir müslümanın yaptığı ile kendi dinini doğru yaşayan bir Hıristiyan’ın yaptığı arasında bir fark olmaz. Bir Müslüman’ın yaptıgı ile dinini doğru yaşayan bir Yahudi’nin arasında da bir fark olmaz. Aynı şekilde bir Müslüman’ın yaptığı ile dinini doğru yaşayan bir Mekkeli’nin hayatında da bir fark olmaz. Mekkeli niye diyoruz? Çünkü Mekkeliler’de İbrahim(as)’ın dinine mensup olduğunu kabul ediyorlar. AllahTeala, Maide 68’de, 5.sure 68.ayette Yahudi ve Hıristiyanlar’a hitaben ne diyor? Diyor ki; “kul ya ehlel kitâb lestum alâ şey’in hatta tutimud tevrâte vel incil: de ki; ey ehli kitab. Tevrat ve incili ayakta tutmadıkça(yani ona tam uymadıkça) hiç bir temeliniz olmaz”,”ve mâ unzile ileykum min rabbikum: Rabbiniz’den indirilmiş bu kitab”. Tevrat ve incil bunu haber veriyor. Şimdi Yahudiler’e böyle diyor. Hıristiyanlar’a böyle diyor. Peki Mekkeliler’e ne diyor? Ne diyor Enes Hoca Mekkeliler’e? Mekkeliler için diyor ki; “millete ebikum İbrahim” diyor. Babanız İbrahim’in dinine uyun diyor onlara da Hac suresinin 78.ayetinde. Babanız, İbrahim’in dinine uyun diyor. Ne yapıyor? Bak, hepsinin geçmişine vurgu yapıyor. O’na uyun diyor. Şimdi bunlar, daha sonra dinden bir çok yeni şeyler ortaya çıkarmışlar. Ama eskiden gelen şeyler de var. O zaman demiş oluyor ki Resululah(sav). Mesela Hıristiyanlar, bugün diyoruz ki; tevrat ve incil, sizin için ne ifade eder? Diyorlar ki; kutsal metinlerdir. Peki dininizi ona göre mi yaparsınız? Hayır diyorlar. Konsillerde aldığımız kararlara göre. Ne demiş oluyorlar? Biz, tevratı-incili bir kenara bıraktık. Konsillerde aldığımız kararlara göre hareket ederiz. Pekii. Allah, konsillerde alınan kararı kabul ediyor mu? Ne diyor? “Lestum alâ şey’in hattâ tukimut tevrate vel incil” diyor değil mi? Yani tevrata-incile uymazsanız hiç bir temeliniz yoktur diyor. O zaman bütün o konsilleri silip atıyor. Hepsini silip atıyor. Peki şimdi bugün mesela üzerinde bulunduğumuz günde, dün de Diyanet İşleri Başkanı açıklama yapmış bu imsak vakti ile ilgili olarak. Biz güvenin diyor. E sen kendine güvenmiyorsun, biz sana nasıl güveneceğiz? Kendine güvensen değil mi, çıkarsın. Yıllardır söylüyoruz; hadi beraber gelelim, bir bakalım. Bizim bir toplantımıza gelirsin yada yaptığın bir toplantıya bizi çağırırsın. Biz şimdi güvendiğimiz için hepsini çağırıyoruz değil mi? Peki tamam güzel. Şimdi bunlara, gelin ayete göre hareket edelüm dediğimiz zaman yok. Hadislere göre yok. Bir tane uydurma hadis söyleyin bari diyorum, siz hadis profesörüsünüz. O da yok. Bu işin uydurması da yok. Çünkü bu konuda hadis uyduramazsın ki. Adam, çıkar bakar ufka. Tamam görür şeyi. Ama çıkmış diyor ki; bize güvenin diyor. Yani ne demek? Bırakın kur’anı, bırakın sünneti, bırakın mezhepleri, bırakın şunu bunu, biz ne diyorsak onu yapın. O zaman ne oluyor o? İşte AllahTeala’nın tıpkı Yahudi ve Hıristiyanlar’a emrettiği gibi “lestum alâ şey’in hattâ tukimut tevrate vel incil” dediği gibi bugün bir nebi gelecek olsa diyecek ki bize; “lestum alâ şey’in hatta tukimu el kitabe” yada “el kur’ane” diyecek. Kur’anı kerimi tam yerine getirmedikçe hiç bir temeliniz olmaz diyecektir.
Şimdi bütün bunları şunun için anlattım: bu din, Nuh(as)’dan beri gelen dindir. Nuh(as)’dan önce, bazı farklı hükümler varmış demek ki. Demek ki bazı temel faklılıklar varmış ama Nuh(as)’dan sonra bu din, aynı şekilde geliyor. Çok küçük değişiklikler yani nesih dediğimiz çok küçük değişiklikler var. Şimdi burada bu din, Nuh(as)’dan beri geliyor ise ramazandaki itikafın da Nuh(as)’dan beri geliyor olması lazım. Bir kere ramazanda tuttuğumuz oruç, o zamandan beri tutulan bir oruçtur. O konuda yaptığımız dersi hatırlarsınız. Ama tekrar hatırlatayım size. Bakara 183’de AllahTeala diyor ki; “ya eyyuhellezine âmenû kutibe aleykumus sıyame kemâ kutibe alellezine min kablikum”. Diyor ki; müminler, bu oruç size farz kılındı, yazıldı. Tıpkı sizden öncekilere yazıldığı gibi. Şimdi, tıpkı bizden öncekilere yazıldığı gibi dedikten sonra Bakara 187’de C. Hakk, bir ufak tefek değişiklikler yapıyor bu ümmet için. Daha önceki ümmetlerde, oruçlu bulunan günlerin gecesinde insanlar, eşleriyle ilişkiye giremiyorlardı. Yasaktı. Ondan sonra, yatsı bitinceye kadar yani hava iyice kararıncaya kadar ki yatsı bitmesi mantığı da ortadan kalktı biliyorsunuz. Yani bugün, yatsıyı sabah namazına kadar uzatıyorlar. Kur’âna, sünnete, büyük mezhep imamlarının ittifakına rağmen uzatıyorlar. Neyse yani kur’ânı kerimi kendileri için bir referans saymayan yani kaynak saymayan bir topluma yapılacak bir şey yok. Verdikleri cevapta ne diyorlardı Yahya? Senin aklındadır. Enes Hoca, sen söylüyordun. Bu dini metinlere indirgemek yanlıştır diyor Diyanet’in açıklamasında. Ne olacak? 15 asırlık kültürmüş. Bak şimdi ne oluyor bakın. Tecrübe ve kültür. Metinlere indirgemek yanlıştır. Yani Allah’ın bir yanlışını çıkarmış oluyorlar değil mi? Allah ne diyor? “Lestum alâ şey’in hattâ tukimut tevrate vel incil” diyor şeylere. Tevrat ve incil, birer metin değil mi? Metin. Allah, böyle emrediyor ama onlar diyor ki; 15 yıllık gelenek. İyi peki. Hesabını nasıl olsa Allah’a vereceksiniz önemli değil. Bu kadar insana verdiğiniz zararın da hesabını Allah’a vereceksiniz. Ama yani mantık aynı mantık. Bu kafanın, bu ayetleri, kur’anı kerim’i anlaması diye bir şey olmaz. Zaten öyle bir problemleri olduğunu da zannetmiyorum ben şahsen. Yani bir kere, bir kur’ânsız ve sünnetsiz din vardır bugün. Ondan dolayı bugün İslam alemi paramparçadır. Lanet altındadır. Ve öyle bir şey ki geçmişi olmayan da bir din anlayışı vardır. Kur’ânı kerimin tasdik için geldiğine dair, evet sadece bazı ayetlerde geçer: tasdik eden diye ama uygulamaya geçtiğiniz zaman, şimdi ben mesela size sorayım aklıma geldi. Şimdi usulu fıkıh, usulu hadis okudunuz değil mi? Buralarda hiç önceki ümmetlerin tasdiki diye bir başlık gördünüz mü? “Şer’u men kablena” diyor ama orada ne anlatıyor? “Şer’u men kablena” derken yanlış anlatıyor. Şimdi şeyi delil gösteriyorlar. “El aynu bil aynu vel uzuni”, “ve ketebna aleyhim fi ha ennen nefse bil nefsi ayni vel ayni”. Şimdi orada halbuki bir nesih var, o nesihi kapatmış oluyorlar. Kendi verdikleri yanlış hükümlere yanlış bir yoldan delil getirmeye çalışıyorlar. Şer’u men kablena” dedikleri de kur’ânı kerimin tasdiki değil yani. Öyle bir şey yok. Şimdi bu mantıkla yaklaştığınız zaman öncesi olmayan bir din mantığıyla yaklaşırsın, işin içinden çıkamazsınız. Hiç bir şey de anlayamazsınız. İşte burada bugün üzerinde bulunduğumuz itikaf meselesi var. Şimdi Bakara 187.ayeti açalım. İtikaf ile ilgili hükümler orada var. İtikafı ben size soracağım, ona göre not da vereceğim. İsimlerinizi buraya yazıyorum, notlatı da buraya koyacağım, ona göre cevaplarınızı doğru verin. Şimdi burada tekrar baştan alayım. Bakara 183’de dedi ki AllahTeala; sizden öncekilere nasıl farz kılındıysa oruç siz de farz kılındı. Tamam güzel. Bakara 187’de değişiklikler yaptı. Bakara 187’de diyor ki; sizin için oruçlu bulunduğunuz günlerin gecelerinde eşlerinizle ilşkide bulunmanız helal kılınmıştır. O zaman bizden öncekiler için nedir? Helal değil. Yemeyi içmeyi fecre kadar sürdürebilirsiniz diyor. Bu da bize verilen bir rusat. Burada bir şey daha söylüyor. Diyor ki; “ve lâ tubâşiruhunne ve entum âkifune fil mesâcid”. Şimdi burada ramazana ait hükümleri anlatıyor değil mi? Bak şimdi ramazana ait hükümlerden öncekilere nasıl farz kılındıysa size de öyle. O zaman bu ayette anlatılanlar, öncekilerde de olan bizde bir takım değişiklikler olması lazım değil mi? Bakara 187’de anlatılan. Soru gelecek haa, ona göre dikkatle dinleyin. Şimdi notlarınızı ilan ederiz, ona göre! Şimdi, öncekiler yemeyi içmeyi ve cinsel ilişkiyi gün boyu yapmıyorlardı. Bir ay boyunca cinsel ilişki yasaktı. Bu ayetten anlıyoruz. Müslmanlar’a da baştan yasaktı. Ramazan geceleri cinsel ilişkiye müsade etti AllahTeala. Yeme içmeyi de iftardan fecre kadar uzattı. Bir şey kalıyor. Bak bir husus var, onda değişiklik yapmadım mı diyor, yaptım mı diyor? Ne diyor şimdi. Diyor ki; “ve lâ tubâşirûhunne ve entum âkifûne fil mesacid”. Bundan ne anlarsınız? Buradan, daha önce de hani eşlerinizle mescidlerde itikafta bulunduğunuz sırada eşlerinizle ilşkiye girmeyin. Bu itikafın ramazan ile bir ilgisi olur mu? Soruyu bir daha sorayım. Önce dedi ki; sizden öncekilere nasıl farz kılındıysa size de öyle farz kılındı. Şimdi bir takım değişiklikler yapıyor. Değişiklikler bir: oruçlu bulunduğunuz gecelerde eşlerinizle siz ilişkide bulunabilirsiniz dedi. Tamam müsade etti. Demek ki öncekilerde yok. İki: yeme içmeyi fecre kadar uzatırsınız dedi. Bunun da önceden olmadığı belli. Uzattırdık,tamam. Peki burada diyor ki; itikafta iken eşlerinizle ilşkide bulunmayın. Peki itikaf, ramazana mahsus bir şey mi? Buradan çıkar mı?
Katılımcı: Belirli günler olduğu için o günlere has.
Abdulaziz Bayındır: Yok, burada belirli günler ifadesi geçmiyor. Tabi ramazan ayından bahsediyor. Ramazan ayı için. Belli günlerden: siz, ramazanı kastediyorsunuz. Doğru. O manada doğru. Ramazan kastediliyor. Evet şimdi siz ne anlarsınız? Yani “ve lâ tubâşirûhunne ve entum âkifine fil mesacid”.
Enes Alimoğlu: 19:51-19:53 duyulmuyor.
Abdulaziz Bayındır: Yani öncekilerde de bu vardı, bunu kaldırmadım diyor Allah. İstisna. Diyor ki; “Uhille lekum dedikten sonra bir takım istisnalar bize saydı mı? Bize istisnalar demiyelim, bizim için bir takım kolaylaştırmalar koyduğunu anlatıyor değil mi? Ama bir şey daha söylüyor. Diyor ki; itikafta bulunduğunuz günlerin gecesinde eşlerinizle ilşkiye girmeyin. Ne demek olur? Bu değişmedi. Bu, eskiden nasıl ise öyle devam ediyor demiş oluyor. O zaman biz buradan ne anlarız Enes Hoca? Ramazanda itikafta bulunulduğunu anlarız.
Enes Alimoğlu: Onların yapageldikleri bir şeyi anlatıyor.
Abdulaziz Bayındır: Yapılagelen bir şeyden bahsediyor şimdi bu ayet. Buradaki metodu da biliyorsunuz ama tekrar edelim. Çünkü konu, çok mühim bir konu. Şu manada mühim: yani mesela itikafın diğer dinlerle bir ilşkisi ortaya konmuyor. İtikaf, çok önemli bir şey olması lazım. Önemli olmasa Resulullah(sav), her ramazanda bunu yapar mı? Diğerlerine emretmemiş başka. Ama yapanlar var. Fakat bu çok mühim ki kendisi yapmış. İşte Bedir savaşındaki ramazanda yapmış olması mümkün değil. Onu inşallah kadir gecesi ile ilgili derste anlatırız ama son yıl 20 gün itikafta bulunduğu da ifade ediliyor. O da bir çeşit kaza gibi değil mi? Sizden önckilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Onlara nasılsa siz de aynı. Orada bir takım hükümlerde değişiklik var. Ama dikkat diyor. Haa! Bak, bir tanesini değiştirmiyorum. O da ne “ve lâ tubâşirûhunne ve entum âkifûne fil mesacid: mescidlerde itikafta bulunduğunuz zaman ramazan geceleri eşlerinizle ilşkide bulunmayın”. O zaman buradan anlıyoruz ki yani metodu biliyorsunuz: yani iki ayeti birleştirmeden bu anlaşılmıyor. Yani bu ayetleri tümüyle birlikte okumadan bunu anlama imkanı yok. Birlikte okuduğunuz zaman ancak anlaşılıyor. Zaten AllahTeala da buna kur’ân diyor, ayetler kümesi diyor. Bunu da kur’ân olarak açıkladığını defalarca ifade ediyor. Peki şimdi biz, buradan bunu anladığımız zaman acaba doğru mu anlamışız? Acaba doğru mu anlamışızı, hemen dersin başına dönelim: Nuh’a neyi emrettiysek size de onu emrettik. Öyleyse acaba İbrahim(as)’ın dininde itikaf varmıydı? Hemen dönüyoruz şeye. Resulullah(sav), kendisine indirilen kur’ânı kerimi ne zaman aldı? Ramazanın son on gününde değil mi? Nerede aldı? İtikaftayken. İbadet için Hira mağarasına çekildiği zaman aldı. Resulullah(sav)’in o zamanki bilgisi, kendi toplumunda olan bilgi dışında değildi. Peki bunun delili var mı kur’ânı kerimde? Hangi ayet? Bakara 125. Ama mikrofonsuz konuşmak caiz değil. Al mikrofonu önüne öyle konuş. Bakara 125’de ne diyor AllahTeala?
Yahya Şenol: Bakara 125.ayette, İbrahim ve İsmail(as)’dan bir söz alındığından bahsediliyor. “Ve ahidinâ ilâ ibrâhime ve ismâile: İbrahim ve İsmail’den şöyle bir taahhüd aldık”,”en tahhirâ beytiye lit tâifine: benim bu evimi (yani kabeyi) tavaf edenler için temizleyin”,”vel âkifine: ve itikafa kapananlar için”. İbrahim ve İsmail(as) döneminde de itikafa kapananlar var. Ve onlar için kabenin temizlenmesi emrediliyor. “Ver rukkais sucûd” ve namaz kılanlar diyelim biz buna. Resulullah’a bulabilecekmiyiz bilmiyorum ama en azından İbrahim(as)’ın delili var.
Abdulaziz Bayındır: Hepsi için delil bulmamıza gerek yok. Sonra araştıracağız tabi.
Enes Alimoğlu: Burada o âdeti sayıyor zaten. “Vel âkifine” itikaf edenler diyor.
Abdulaziz Bayındır: Eliflamlı zaten. Zaten bu var. Subut ifade ediyor.
Enes Alimoğlu: Geçmişi olan bir ibadet.
Abdulaziz Bayındır: Geçmişi olan bir ibadet. Çünkü niye? ‘Cümle-i ismiye’ ne ifade eder? Subut ifade eder. Yani “vel âkifine fil mesacid”. Yani “âkifu fil mesacid” dese o hudus olur. Yani yeni ortaya çıkarılmış bir şeydir. Zaten herkesin bildiği bir ibadet yani bu itikaf.
Enes Alimoğlu: Hatta ‘savm’ın ifadesi olabilir bu. Bu da bir imsak yani.
Abdulaziz Bayındır: Evet kendini tutmuş oluyor. Resulullah(sav)’in kendisine vahiy gelmesinden önce din konusunda diğer kitapları yani tevratı incili bildiğine dair bir işaret var mı? “Mâ kunte tedri mel kitâbu ve lel imân”(ŞURA 52) sen, bu dini kitapları da bilmezdin, orada anlatılan şekildeki imanı da bilmezdin diyor. Peki öyleyse Resulullah(sav)’e kendisine daha vahiy oradayken geldiğine göre o uyguladığı ne olur? İbrahim(as)’dan gelen uygulamayı şey yapmış. O da işte az önce Yahya okudu. İbrahim(as)’a verilen emir. O emrin içeridinde “vel âkifine” diyerek, bu itikafı sen emret demiyor. İbrahim(as)’dan da önce bu işin olduğunu ifade etmiş oluyor. Kur’anı delil alırsan Nuh(as)’a kadar gitmesi lazım. Öyleyse Resulullah(sav)’in itikaftayken, mescidde itikaf etmiyor. Başka yerde itikaf etmeyin diye bir hüküm yok. Mescidde itikaf ederken bunu yapmayın diyor. Dolayısıyla Resulullah, mescidde değil de gitmiş uzakta Hira mağarasında itikafta bulunmuş ve O, itikafta iken kadir gecesi geliyor emir. Ve kadir gecesini de son 10 günda arayın meslesi var biliyorsunuz. Peki bu 10 gün mü? 10 gece mi? Burada bir 10 gece söz konusu. Gün değil de gece. Niye gün değil de gece? Bu da çok mühim. Mesela şimdi size gene bir soru soracağım. Az önceki sorunun cevabı fena değilei. Yani sınıfta kalmazsınız! Zaten ramazan günü burada kalmanızı da istemem. Akşam iftara gidin. Ramazan ayı kaç gün sürüyor? 29-30 değil mi? 29-30. Peki 10 gece ne demek oluyor? O zaman ramazan 29 çektiği zaman 9 gece mi olacak? Mesela sen bu konudaki hadislerde 9 geceye rastladın mı? 9 gece hiç yok, 10 gece. Peki 10 gece kur’anı kerimde nerede geçiyor? “Vel fecr, ve leyalin aşr”(FECR 1-2). Fecre yemin olsun diyor. Niye yemin ediyor? Çünkü önemine dikkat çekiyor C. Hakk. Fecre dikkat edin. Fecr çok önemli. İşte yani tan yerinin ağarması, işte bir şeyin yarılması, ortaya çıkarması. Çeşitli anlamları var. “Ve leyalin aşrin: ve on geceye”. Burada nekira, nekira ama bu bir önem ifade etmek için “ve leyalin aşrin” diyor. Adamı meth etmek için arap ne der? “Hâzâ recul” der değil mi? Nekiradır ama manası nedir? Türkçe’de de deriz; adam gibi adam yaa! Adam gibi adam deriz. Adam kelimesi evet marife ifade etmiyor ama böyle bir yerde marifenin ifade etmeyeceği bir anlam ifade ediyor. Marifenin üstünde bir anlam ifade ediyor. Yani çok büyük bir öneme sahip olduğunu gösteriyor. O zaman “ve leyalin aşrin” 10 gece. 10 geceye dikkat edin diyor. 10 gece. O zaman 10 gece, ramazan 29-30 çekiğine göre, o zaman ramazanın sonuna bunu nasıl sokuşturmuş oluyor Resulullah? 29 çektiği zaman 10 gece olmayacak öyleyse. Bu 10 geceyi nasıl oluşturuyoruz? Enes Hoca, o konudaki rivayetleri bana söylermisin.
Enes Alimoğlu: Birincisinden itibaren okuyayım.
Abdulaziz Bayındır: Şöyle diyeyim: Resulullah ne zaman itikafa giriyordu? Yani şimdi geceyi bilyorsunuz, güneş battıktan sonra başlar. Ne zamana kadar sürer? Güneş doğana kadar sürer. Ama burada bir yanlışa da dikkat çemeyim, ondan sonra konuşurum. Çünkü insanların zihni, malesef o yanlışla dolu. Yani malesef tefsirlerde böyle bizim işte islami dediğimiz gelenekte, kur’ânı kerime açıkça aykırı olarak günü, güneşin batması ile başlatırlar. Önce gece, sonra gün. Ondan dolayı kadir gecesini ne zaman kutlarlar? 26.günün gecesi olarak kutlarlar. 26.gün. Çünkü niye? Çünkü önce gec sonra gün. Ondan dolayı teravih namazı bir gün önce başlatırlar. Niye? Çünkü o zaman ramazanın başladığına inanırlar. Teravih namazının olmadığını oradan da anlayabilirsiniz. Çünkü geçmişi olmayan bir şey. Peki kur’ânı kerimde AllahTeala ne diyor Yasin suresinin 40. ayetiydi galiba yanlış hatırlamıyorsam. Diyor ki AllahTeala: “lel şemsu yenbegi lehâ en tudrikel kamere ve lel leylu sâdıkun nehar” Yasin 40. Güneş diyor, aya yetişemez. Yani güneş ve ay, bir araya gelmez. Herbirisi kendi yörüngesinde döner. Gece de gündüzü geçemez. Peki önce gece derseniz ne yapmış olur? Gece, gündüzü geçmiş olmuyor mu? Yani günü, gece ile başlattığınız zaman gece, günü geçmiş olmuyor mu? Onun için “ve lel leylu sadıkûn nehar: gece, gündüzü geçemez” diyor. Önce gündüz. Mesela sorsanız ki günün ilk namazı nedir? Kitaplarda ne yazıyor? Sabah namazı. Peki kur’ânı kerimde ne yazıyor? Öğlen namazı. Çünkü sabah namazı, bir önceki güne ait olan bir namazdır. Öğlen namazı, bugünün ilk namazıdır. Şimdi bunu niye şey yaptık? Çünkü arkasından gelecek olana dikkat çekmek için. Şimdi Resulullah(sav), itikafa ne zaman giriyordu.
Enes Alimoğlu: Sabah namazını kılıyor, ondan sonra itikaf için gidiyor çadıra.
Abdulaziz Bayındır: Sabah namazına giderken de itikafa niyet etmiş oluyor.
Enes Alimoğlu: Evet evet. Sabah namazına çıkıyor, namaz bittikten sonra çadıra giriyor.
Abdulaziz Bayındır: Çadıra giriyor başka. Çadıra girmek itikaf değil, mesciddir itikaf. Çadır, sadece insanlar görmesin diye. Yoksa çadır şart değil. Şimdi Resulullah(sav),(şimdi bu ön bilgi ile) ne zaman sabah namazına gidiyor? Ayın 20’sinin, 20.günün sabah namazı. Peki 20.günün sabah namazı, bir önceki gece olmuyor mu? İlk gece. İlk gece girmiş oluyor itikafa. Tamam. Sabah namazından itibaren o bir gece. Ondan sonra gelin sayalım bakın. Onu, bir sayın. Sayarsın da saymazsın da ama tam gece değil ama geceden girmiş. Çünkü güneş doğana kadar gecedir. Şimdi bizde bir de şu mantık var: gece karanlık araştırılır. AllahTeala, geceyi karanlık araştırmayın diyor. Ben, gecenin işaretini kaldırdım. Dolayısıyla güneş doğana kadar ortalık aydınlandı, ben buna nasıl gece diyeceğim? Allah öyle diyor kardeşim. Güneş doğana kadar gecedir. Onu bir kabul edelim bir kenarda dursun o. Bir kenarda dursun. Ne zaman itikaftan çıkıyordu Resulullah?
Enes Alimoğlu: Bayram namazından sonra.
Abdulaziz Bayındır: Bayram namazından sonra. Peki bayram namazı ne zaman kılınıyor? Güneş doğduktan sonra. Çünkü o bayram namazından sonra denmesi şu: bayram namazını zaten musalla da kılıyor Resulullah. Sabah namazını kılar, ondan sonra zaten o arada evine gitmesi falan filan da kolay bir şey değil yani. Dolayısıyla o telaşla bayram namazını kılıyor. Peki “leyalin aşrin” on gece diyor. O bayram namazından önceki gece neyin gecesi olur? Ramazanın son gününün gecesi olur değil mi? Eğer geceyi öne alırsanız o zaten ramazanın gecesi değildir. Bayramın gecesidir. Resulullah da öyle çıktığı için şimdi sayalım bakın. On gün ise yani 30 gün çektiğini düşünün. Tamam o şeyi saymadığınız zaman sabah namazından itibaren girdiğini saymazsınız, on geceyi tamamlamış olur. “Ve leyalin aşrin” tamam, on geceyi tamamlamış oldu. Peki 29 çekerse? O zaman sabah namazından itibaren girdiği için onunla 10 geceye tamamlamış oluyor. Yani bir önceki gecenin sabah namazından itibaren itikafa girdiği için. Çünkü gece, güneş doğana kadardır. O zaman 29 çekse bile gene 10 geceye tamamlamış oluyor Resulullah. O zaman “leyalin aşrin” on gece meselesi, her halükarda ihtiyatını baştan alıyor.
Peki şimdi biz bütün bunları şey yaptıktan sonra gelelim bak İbrahim(as)’ın dininde de bunun olduğunu anladık mı Resulullah’ın ifadesiyle? Şimdi bu konuda inşallah, biraz önce konuştum Mehmet Azimli Bey, bir araştırma yapacak. Bize bildirecek. O’nun araştırması sonucunu daha sonra inşallah size burada anlatırız. Peki acaba Yahudilik’de bu 10 gece var mı? Evet Vedat, konuş bakalı. Var mı? Yok mu? Vedat şimdi araştırdı. Yahudiler’de itikaf var mı yok mu? Hem de 10 gece itikaf. “Ve leyalin aşrin” dedi ya. 10 gecelik itikaf var mı yok mu? Olması gerekmiyor mu ayetlere baktığımız zaman? Geçmişi olmayan bir din diye anlarsan hiç bir şey olmaz da. Ama öncekini tasdik eden din. Söyle.
Vedat Yılmaz: Yahudiler zaten, Müslmanlara itikaf konusunu bizden aldılar diye kızıyorlar.
Abdulaziz Bayındır: İtiraz mı ediyorlar!
Vedat Yılmaz: Çünkü itikaf konusu yahudilere özel, yahudileri diğer ümmetlerden özel kılan bir şey. Dolayısıyla bununla gurur duyuyorlar. Biz de uygulayınca bunu, onlar biraz kızıyorlar. Onlarda “aşerete 37:57 bir kaç kelime anlaşılmadı” diye bir ifade ile ifade ediliyor bu . Yani 10 tevbe günü diye ifade ediliyor. Bu Tişri ayı vardır. Senenin ilk ayı. Yani aşure ayı da diyebiliriz buna. Bunun ilk günü yani Tişri’nin ilk günü Tişri’nin 1’i Roş Aşana denen bir bayram ile başlar, iki gündür. Sonuncusu da 10.günde Yom Kipur yani bizim kadir gecesi dediğimiz gecedir onlarda. 10. günün gecesi. Bu 10 günlük periyor içerisinde işte bu aşerete yemai” olayı gerçekleştirirler. Bu 10 gün içerisinde Yahudiler mesela şöyle söyleyelim: Talmut’ta bir bölüm var.
Abdulaziz Bayındır: Gündüz oruç tutuyorlar mı?
Vedat Yılmaz: Oruç tutyorlar, namazlarını cemaat ile kılmaya dikkat ediyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Cami dolduğu zaman cemaat ile kılmış olursun. “Vel âkifûne fil mesacid”e uyuyor yani.
Vedat Yılmaz: Şu var Talmut’ta. Şöyle bir ifade geçiyor, diyor ki; senenin her günü tevbe etmek, Allah’a yalvarmak önemlidir. Ancak Roş Aşana ile Yom Kipur arasındaki 10 gün, diğer bütün günlerden daha önemli ve daha makbuldur diyor.
Abdulaziz Bayındır: Kadir gecesi oluyor yani. Kadir günü.
Vedat Yılmaz: Kitabı mukaddesteki bir ayet bize göre, onlara göre pasajı delil getiriyor. Orada da şunu söylüyor: işte Allah’ın yakın olduğu zamanda ona çokça yalvarın diye bir ifade var. İşte bu Allah’ın yakın olduğu zaman da 10 gün.
Abdulaziz Bayındır: “Tenezzelul melâiketi ver ruhu” olsa gerek. Melekler, o ruh ile iner de iner deniyor ya.
Vedat Yılmaz: Bu süre içerisinde Yahudiler kendilerini şöyle ifade ediyorlar: biz, bu on gün içerisinde kendimizi Allah’ın huzurunda hesaba çekiliyormuş gibi görürüz. Yani bir nevi yevmid din. Onların, hesap günü dedikleri bir hesap günü temsîli görürler ve en ufak bir günahtan dahi uzak durmaya çalışırlar, sanki o büyük bir günahmış gibi kaçarlar ondan. Dediğim gibi cemaat ile namazlarına çok özen gösterirler.
Abdulaziz Bayındır: Eşleriyle ilşkiye girmeleri söz konusu değil değil mi?
Vedat Yılmaz: Eşler ile ilgili tam net bir bilgi bulamadım. Çünkü fazla araştırma imkanım olmadı. Dünden beri araştırıyorum. Oruçlarını tutarlar, çokça istiğfar ederler. Özllikle çünkü tevbe günü demektir bu. Çokça istiğfar ederler. Bunu yapmalarının sebebi de şu: çünkü 10.gün Yom Kipur olduğu için bu hesap gününden sonra/10 günden sonra kurtuluşa erdiklerini Yom Kipur ile beraber inanırlar. Aslında bu 10 günün merkezinde tamamen Yom Kipur’un yani bizim kadir gecesi dediğimiz Yom Kipur’un ihyası vardır. Yani o Yom Kipur’a daha takvalı bir şekilde, işte daha böyle âkıkifin bir şekilde girmeye çalışıyolar. Dolayısıyla bunlardan kaçınıyorlar. Hatta bazı mezhepleri şöyle diyorlar; bu Aşana ile Yom Kipur arasında evlenmek bile caiz değildir diyorlar. Evlilik yapmak.
Abdulaziz Bayındır: İki bayram arası evlenmek yasak.
Vedat Yılmaz: Evet, büyük ihtimalle buradan geliyor. Çünkü o ikisinin arasında evlilik yapmayı caiz görmüyorlar. Ama bazı mezhepler de demiş ki; bu bidattır demişler.
Abdulaziz Bayındır: Evlilikle bir alâkası yok tabi. Ama sadece gerdek olmaz ama evlenmek yasaktır meselesi, gerdek olmadığının delili olabilir.
Vedat Yılmaz: Cinsel ilişkiye girmek hani uygun değil ya.
Abdulaziz Bayındır: O manada.
Vedat Yılmaz: Öyle bir dönemde evlilik yapmak..
Abdulaziz Bayındır: Öyle bir yorum getirmiş oluyorlar.
Vedat Yılmaz: Olabilir. Dolayısıyla burada Yahudiler’in uygulamış olduğu bu 10 günlük periyot aslında Yom Kipur’u ihya etmek için işte Allah’a daha yakın olduklarını düşündükleri bu dönemde daha çok takvalı olmaları, bütün günahlardan en ufak dahi olsa uzak durmaları, işte Allah’a bolca ibadet etmeleri, oruç tutmaları, dünya işlerinden uzaklaşmalarını ifade eden bir dönemdir bu on günlük dönem. Dolayısıyla bizdeki itikafa bire bir uyan bir yapısı var. Zaten onlar da bu dönemde olabildiğince tapınakta vakit geçiriyorlar. Çünkü siz madem dünya işlerinden uzaklaşıyorsunuz, ibadet etmeniz gerekiyor, günahtan da uzak durmanız gerekiyor. Bunun en iyi yolu, tapınakta bir yerde inzivaya çekilip ibadete ayırmaktır zamanımızı. Yahudiler’de bu şekilde.
Abdulaziz Bayındır: Kaynak ne? Okuduğun kaynağı söyle.
Vedat Yılmaz: Ansiklopediya var. Talmut kaynakları var. Pek çok Talmut kaynağı var ama ben sadece birisşni okudum. Talmud’un Teşuva bölümün okuduğumuz zaman genelde bundan bahsediyor. Tevrattan bir ayeti delil getiriyorlar. Bir de bu konu ile alakalı Teşuva diye google a yazılırsa pek çok makale var. Bu on günün önemini anlatan, bu on gündeki emir ve yasakları anlatan pek çok makale var. Çünkü Yahudilik’te en önemli ongündür.
Abdulaziz Bayındır: Tamam peki teşekkür. Evet Emin, sen neler buldun diğer dinlerde? Var mı böyle 10 gün.
Fehmi Çeçen: Öncelikle şunları söyleyelim. Müslümanlar, dinler tarihini araştırma konusunda sınıfta kalmışlar değil okula kayıtlarını bile yaptıramamışlar. Bu daha mantıklı olur. Çünkü bahsettiğimiz konu ile alakalı araştırma yaptığınızda bir kere, araştırmalarımızın temel kaynakları Yahudiler ve Hıristiyanlar. Yani canları nasıl istiyorsa öyle yansıtıyorlar. Bu bir. İkincisi, biz müslümanlar, İslam dininin sadece Hz. Muhammed ile başlayan bir din olarak anlattıklarından nevzuhur bir din olarak görürüz. Biz, Bahailik’e nasıl bakıyorsak, Sihizm’e nasıl bakıyırsak, batı toplumu da doğu toplumu da İslam dinine öyle bakıyorlar. Siz, öbürüne uydurdu diyorsunuz, e bunu da siz uydurdunuz. Bir kaç alıntı, kopyala yapıştır yaparak diğer din geleneğini dürdürerek insanlık içerisinde bir yer edinmeye çalışıyorsunuz. Olay bu. Bu yüzden, şimdi vereceğim bilgiler açıkçası beni ikna etmiyor. Çünkü Müslüman gözüyle bakmıyorlar olaylara. Batılılar, Müslüman gözüyle bakmıyorlar. Kur’ânı kerim ile irtibatlandırma gereği duymuyorlar. Dolayısıyla dinler tarihi ile ilgili çalışmayı kendimiz yürütmemiz lazım. Merkezinde kur’ânın olduğu, yöneiminde Müslümanlar’ın olduğu bir çalışma ekibi ile bunlar yürütülür ise ancak somut neticeler elde edilebilir. Allah, kur’ânda buyuruyor ki; yeryüzünde gezin dolaşın, yalanlayanların sonu nasıl olduğunu görün. Onlar neyi yalanladılar? Mutlaka o ilgili araştırmalar, kazılar falan yapıldığı zaman bunlar da ortaya çıkar. Ben bu gecelerle alakalı araştırma yaptığımda, doğrudan ramazan ayı ile irtibatlandırılıp ramazanın son 10 günü ile irtibatlandırılıp gündeme getirilen bir şeye rastlamayamadım açıkçası. Ancak yeme içmeden uzak durmak, cinsel ilşkiden uzak durmak manasına gelen inziva yaşantısı, ruhban yaşantısı iç içe girmiş, incelendiği zaman bir parçası burada, bir parçası burada bir tür yaşantı var. Bu, benim aklıma şunu getiriyor: aslında itikafa çekilmek, Allah rızası için kendini bir takım şeylerden mahrum bırakmak, farklı adlar altında bozulmuş bir şekilde bütün dinsl geleneklerde mevcut. Uzak Doğu dinlerinden Amerika dinlerine kadar, Güney Amerika dinlerine kadar, Afrika dinlerine kadar pek çok yerde Allah rızası için kendisini bir şeylerden mahrum etmek, kendilerini tanrılara sunmak, bir yerlere çekilip ibadet etmek çok yaygın bir gelenek. Bu, her yerde var. Şimdi önce Amerika kıtasında yaygın olan toplumlardan başlayalım. Şu anda bunların esamesi bile okunmuyor ama tarih kitaplarına baktığınız zaman İnkalar: İnkalar’da din adamları sınıfı, kendilerini mâbedlere kapatıp yemekten, içmekten uzak durup keneilerini arındırıp eğittiklerini düşünüyorlar. Onlarda inziva yaşantısı bu şekild ve toplumun bir kesimine hitap ediyor. Yine aynı şekilde, aynı bölgede mevcut bulunan Mayalar. Mayalar, keneilerini benzeri şekild arındırarak Allah’a yaklaşma arzusu içindeler. Bu, o coğrafyanın yaygın olan kültürü bu. Astekler, kendilerinin tapınmış oldukları savaş tanrısına kurbanlar sunmak için başkalarını da itikaf dediğimiz şekilde ayırıyorlar. Genç, güzel kızları güzel odalarda toplayıp tek tek biriktirip, onları savaş, deprem gibi durumlarda kuyulara atıp o belanın defi için Allah’a kurban olarak sunuyorlar. Onları ayırıyorlar bu sefer tanrı için kalsınlar diye. Bu, benim aklıma şeyi geiriyor: Meryem(as)’ın mabede adanması türü bir şey. O, öyle değil ama nasıl ki Meryem(as) kendisi, ailesi tararından adandı, bunlar da toplum içerisindeki bayanları seçip yarın öbür gün başımıza bela geldiği zaman onları kurban edelim, Allah da bizi affetsin manığına sahipler. Bu şekilde o coğrafyada Astekler, Mayalar, İnkalar, kendilerini Allah’a adama, inziva yaşantısı, ruhban yaşantısını sürdürüyor. Bu, bir tür itikaf gibi geliyor bana. Bunu, buradan çıkartabiliyoruz. Şimdi uzak doğu dinlerine gittiğimiz zaman Hinduizm’de ruhbanlık anlayışı ve inziva yaşantısı: aslında Hinduizm, bizim anladığımız manada amentusu olan bir din değil. Felsefi bir görüştür desek herhalde yerinde olur. Çünkü kabileden kabileye, eyaletten eyalete Hindistan’da bölgeden bölgeye durum değiştikçe Hindular’ın din anlayışı da değişiyor. Hindular, başka dinlerin tanrılarına da saygı duymayı benimsediklerinden, bizim anladığımız tağutu reddetmiyorlar. Diğer putları da kabul ediyorlar. Dolayısıyla ibadetler iç içe girmiş durumda. Yani ciddi bir araştırma olmadığı müddetçe onların hangi gelenekten geldiği, neyi yaşatmaya çalıştıkları ortaya çıkmıyor. Hindular’da da yine ibadet önemli. Kendini, yemekten içmekten alıkoyup, bir yerlere kapanıp Allah’a ibadet etmek. Hatta cinsel ilşkiden de öte kendilerini hadım etmek söz konusu. Erkekliklerini, bayan olma özelliklerini öldürüp, katledip kendilerini olduğu gibi Allah’a adıyorlar. Bakın Amerika’da bir eyalet var: Virginia. Bakireler, bekarlar. O eyalete, o ismin verilmesinin anlamı şu: Hıristiyanlık’da Meryoloji diye bir bilim dalı vardır. Meryem üzerine çalışmalar. Meryem nasıl ki bakiredir, işte Hıristiyan ruhban sınıfındaki rahibeler de aynı o şekilde bakire olmalıdır ki kıyamet günü damat dedikleri Hz.İsa ile yani onların İsa’sı ile bunlar birleşme sağlayacaklar. Bu yüzden Hıristiyanlık için kıyamet günü bir anlamda düğün günüdür. Hz.İsa’yı damat olarak nitelendirirler. Kendileri de o damatın gelinleri olmaktadırlar. Aynı şekilde Hinduizm’de de riyazet, işte kendini Allah’a adama, ibadethanelerde kurban sunma, o ibadethanede yatıp kalkma vesair kendilerini oraya kapama söz konusu. Yine kast sistemi de buradan oluşmuştur aslında. Kast sisteminde, dört sınıfa ayrılır insanlar: dokunulmazlar falan, halktan kesim, üstten kesim, bölünmüşler. Bu bölünme neticesinde de insanlar, ruhban sınıfı oluşturmuşlar. Biz, buna bu adı veriyoruz ama bu sınıflandırma, diğer dinlerde de var. Din adamları sınıfı, ibadeti sadece kendilerine özgü görüyorlar. Halk da ibadet ediyor ama onlarınki gibi değil.
Budizm’de yine inziva yaşantısı çok baskın ve bir mantığı var. Budist öğretiye göre insan, pis bir varlıktır. Ve işkence metodu ile ruhsal arınma metodu ile kendisini geliştirmek zorundadır. Böyle olacak ki nirvanaya ulaşsın. Bizdeki fenafillaha ulaşsın. Kendisi tanrılaşsın. Bu manaya geliyor. Budist rahipleri, kendilerini ibadethanelerde karanlık odalara, az yemeklere, bazen hiç yemek yememeye, bazen de yarı çıplak yaşamaya mahkum ederek, aslında kendilerine işkence ederek arındırıp tanrı ile birleşmek istiyorlar. Onların itikaftan anladıkları bu. Dolayısıyla bu şekilde onları sürdürüyorlar. Dediğimiz gibi bu dinlerin asıl kitaplarından uzaklaşıldığı için belli bir amentuları olmadığından, belli bir ibadet saatleri olmadığından hani gelişi güzel uygulabdığı için Budizm şudur, Hinduizm şudur diyemiyoruz.
Abdulaziz Bayındır: Neyse onlar denir de sen esas itikafa şey et. Konuyu değiştirme. Genel konuşmaları yapma. Budizm, o kadar şey değil. Onlar, İslam’a çok yönüyle benzeyen dinlerdir.
Fehmi Çeçen: Doğru Hocam, benzeyen dinlerdir de bu din adamlarının kendi ibadethanelerindeki ibadetlerini itikaf ile irtibatlandırdığımız zaman bizim anladığımız manada ibadete çıkmıyor. Kısaca geçeyim. Mecusilik’te..
Abdulaziz Bayındır: Kur’anı kerime baktığımızda Mecusiler de ehli kitaptandır. Hac suresinin 17.ayetinde, onlar da ehli kitaptır.
Fehmi Çeçen: Mecusilik’de, eski Yunan dinlerinde, Eski Afrika dinlerinde kendini tanrılarına hasretmek, onlar için kenara çekilip yemek yememe, sadece kendini ibadete adama gibi şeyler vardır. Doğrudan kur’ânı kerimde bahsedildiği manasıyla itikaf ile ilgili sözlere malesef ulaşamadım. Ulaşamamamızın nedeni de bununla ilgili daha önce bir araştırma yapılmamış. E biz, o dinlere hakim değiliz. Dolayısıyla ortaya net bir şey koyamıyoruz. Bu yüzden diğer dinlerdeki din adamlarının inziva yaşantısı herhalde büyük bir ihtimalle Allah’ın emretmiş olduğu bu itikafın bozulmuş hali olarak düşünüyorum.
Abdulaziz Bayındır: Tamam mı? Peki teşekkür ediyorum, sağolun. Geçmişi olmayan bir din şeklinde sanki yeni, işte onun için Muhammedilik diyorlar batılılar. Allah’ın dini olarak saymıyorlar. Kur’ânı da Muhammed’in yazdığı kitap olarak kabul ediyor. Ama üzücü olan da batıya gidip doktora yapan bazı kimselerin de üstü kapalı olarak aynı şeyi savunuyor olması. Ama geçmişi olmayan bir din mantığı son derece yaygın. Geçende, Ankara’dan birisi bana telefon açtı. Emekli müftü. Sık sık telefon açar ve yarım saatten fazla sorular sorar. Hocam bu nedir, işte hangi ayete dayanır, şu nedir, bu nedir? Ankara’da bir radyoda da program yaptığı için de ben, ne yapalım. Ben, ondan telefon geldiğini göreüğüm zaman, eyvah gitti yarım saat derim yani. En son açtığı telefonda şöyle söyledi; geçende, D.İ.Başkanlığı’nda bir toplantıdaydım. Senden bahsedildi. Sen demişsin ki; namaz, Yahudiler’de de, Hıristiyanlar’da da Mekke toplumunda da vardı. İşte Resulullah’ın devam ettirdiği o namazı devam ettirmiştir demişsin. Ben, onların yanında hiç sesimi çıkarmadım. Yani kıymetini bil diyor. Sesimi çıkarmadım ama böyle saçmalık olur mu dedi. Şimdi orada söylerken beni suçlayıcı mahiyette söylemişler. Hani fırsat arıyorlar ya. Bu da hani suçlayanlara katılmamak için sesini çıkarmamış. Neyse ben de ona dedim ki; bir kaç tane ayet okudum, sen şu şu ayetleri okudun mu? Şöyle yaptın mı? Ooov başladı artık. Halbuki bana çok saygılı davranan adam, belli çok dolmuş, böyle bir şey yaptı. Tamam tamam dedim, hadi. Kapattım telefonu. Sen, belli ki dinlemek istemiyorsun. Uğraşmamıza gerek yok. İşte bu Kitap Ve Hikmet dergisi biliyorsunuz. Vedat’ın gayretleri ile ortaya çıkan bir husus var. O yazıyı da Vedat yazmıştı zaten. Neydi o yazının adı? Herkesin Bildiği Namaz. Bu resimleri de Vedat, nereden almıştın bunları? Bir hahamın makalesinden almış. Kudüste neşredilmişti değil mi? Kudüste yayınlanmış olan, bir hahamın makalesinden. Resimde görürsünüz yani. İsterse biraz zumlarmısın bunu. İnternetten takip edenler için. Şimdi mesela tekbiri var, kıyamı var, rükûsu var, secdesi var. Ondan sonra da burada selam da veriyorlar. Namaz hocasındaki resimlerin aynısı değil mi baktığınız zaman. Peki burada ne diyor bak; sabah namazına iki rekat diye yazmış. Biz de kaç rekat? İki. Çünkü farz esastır. Öğlen namazına dört rekat demiş. İkindi namazına dört rekat demiş. Akşam namazına üç rekat demiş. Sadece yatsıya bir rekat demiş. Orada mutlaka bir yanlışlık var. O da bir olamaz, o da dört rekattır. Şimdi bu açıkça ortada ve ayetlerde. Mesema ben, o hocaya dedim ki; ya AllahTeala, Musa(as)’a Taha suresinin 14 ayetinde emrediyor. “Ve ekımis salâte li zikri” diyor. O namazı ikame et. İşte İbrahim(as). Baktım hiç dinlemiyor. Öyle bir tepesi atmış ki. Şimdi orada konuşmamış ya artık patlayacak. Yani kur’ânı kerimde hatta bütün nebiler için C. Hakk Beyyine suresinde “ve ma umiru illa li yâ’budullâhe muhlisine lehud dine hunefâe ve yukımus salate ve yu’tuz zekate ve zalike dinul kayyimeh”(BEYYİNE 5). Yani verilen emir sadece şudur: samimi olarak C. Hakka ibadet etmeleri, dini sadece ona hasretmeleri. Yani kendi kafalarından bir şey katmamaları dine. Bugün, katıldığı zaman neler olduğunu görüyoruz. Bu emri aldılar. Namazı kılmaları ve zekatı vermeleri emredildi. İşte o sağlam din, bu dindir diyor. Bütün nebilere emredilmiş oluyor. Bakın bütün nebilere emredilen namazı biz, kur’anda olduğu şekli ile söylediğimiz için bizi toplantıda suçlanıyor, adam kendini zor zapdetmiş. İşte bizdeki dini anlayış bu. Bu kafa yapısı ile hiç bir şey yapılmaz. Birisi de gidip diyecek ki: bu Abdulaziz Hoca, itikaf için de aynı şeyi söyledi. Vaay, zaten ondan ne beklenir diyecek. Böyle bir din anlayışını derhal terketmek zorundayız. İnşallah yavaş yavaş terkederiz. Gelelim şeye.
Yahya Şenol: Şimdi hani diyorlar ya; 14 asırlık geleneği yok sayarak, siz dini metinlere indirgeyemezsiniz diyorlar ya. Nuh(as)’a kadar giden bir geleneği sen inkar ediyorsun işine gelince de 14 asırlık bir geleneğe gelince niye şey yapıyorsun?
Abdulaziz Bayındır: Bak bu soru da güzel bir soru yani.
Yahya Şenol: O gelenek gelenek değil de sadece bizimkisi mi gelenek. Namaz öncekilerde var. Görüyoruz değil mi İbrahim(as), Nuh(as), hepsinde var. Taa Adem(as)’a kadar gidiyor. Çok kuvvetli bir gelenek. Bunu niye yok sayıyorsun?
Abdulaziz Bayındır: Allah’ın açık emri.
Yahya Şenol: Onları metinlere indergemekten bahsettiğiğ kur’anı kerime gitmeyin.
Abdulaziz Bayındır: Kur’ana gittiğiniz zaman dükkanları kapanıyor ne yapsınlar!
Yahya Şenol: Mesele gelenekçi olmak ise çok daha geriye gitmek lazım. Öyle değil mi?
Abdulaziz Bayındır: Aslında bu karşımızdakiler gelenkçi de değil. Gelenekle de bir alakaları yok. Ama orada ne yapsınlar, kendi yanlış fetvalarını doğru göstermek için bir kere en büyük güçleri, ellerinde bulunan itibar. Efendim biz, devletin falan.. Zaten insanlar doğrulardan değil de güçten yanadırlar. Ama neticede doğrular hakim olur, güç değil. Çünkü o güç sürekli olmaz, biraz sonra kaybolur. Ama doğruların hakimiyeti süreklidir. Ben şu imsak vakti konusunda gerçekten hayret ediyorum. D.İ.Başkanı, bize güvenin diyor. Ya sen, kendine güveniyorsan gel kaç senedir çağırıyoruz. Geleceğiz dediniz gelsenize. Sen kendine güvenmiyorsun, ben sana nasıl güveneceğim? Bize güvenin niye diyorsun o zaman? Niye? Elindeki iktidarı kaybetmemek için. Senin söylediğin kur’ana aykırı. Senin söylediğin sünnete aykırı. Senin söylediğin bilime aykırı. Mesela bir de astronomları çıkıyor, astronomi bilgisine yüzde yüz zıt bir görüş ortaya koyuyor. Yüzde yüz zıt. Ondan sonra da diyor ki; uzman olmayan konuşmasın. Hayret edilecek bir şey. Bahçelerde muşmula gel bize bazı bazı, madem yüzme bilmiyordun niye çıktın minareye. Şey bu yani.
Mustafa Bey: Bir açıklamasını dinlemiştim. Diyor ki; namaz kılınan saatte imsakın atmadığını, karanlık olduğunu ben de biliyorum, ben de görüyorum. Ama diyor öyle cihazlar var ki diyor, onlar, aydınlık olduğunu biliyorlar.
Abdulaziz Bayındır: O cihazlar mı orucu tutacak? O cihazlar oruç tutuyorsa olur. Ama gene olmaz çünkü o cihazların gördüğü ışık, uzaydaki ışıktır. Bize ufuktaki ışık lazım. Yani bunlar, yanlış yaptıklarını, yaptıklarının yanlış olduğunu kendi adları gibi biliyorlar. En küçük şüpheleri yok bu konuda. Tıpku şeye benziyor. “Ellezine âteynâhumul kitâbe: kendilerine o kitap verdiklerimiz”,”yâ’rifunehu: bu kıble konusunu biliyorlar”,”Bakara 146. “Kemâ yâ’rifune ebnâehum: kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanıyorlardı”. Hiç şüpheleri yok ama “ve inne ferikan minhum le yektumunel hakka ve hum yâ’lemun: onlardan bir gurup, bile bile gerçeği gizliyor”. Bunlar da onlara tamı tamına benziyorlar. “Karanlık ama”. Ya orucu o cihaz mı tutacak bir. Sizin o cihazlarla yapmış olduğunuz gözlem, uzayın üst tabakalarında meydana gelen ışıklardır. Yani o ışıklar niye? Çünkü astronomide, yıldız ile gözlemci arasına giren ışık önemlidir. O da uzayın çok derinliklerine bilmem kaç ışık yılı uzaklıkta bilmem ne falan diyecekler yada demiyecekler. Işık yılı demiyelim çünkü güneş ışınları şey yaşıyor. Işık yılı yanlış oldu. Yani çok uzaktaki yıldızlar ile bizim aramıza giren güneş ışınlarına göre şey yapar. Halbuki bizde oruç tutacak olan kişi, ufka inmiş olan kızıl ışığı esas alır. O konuyu da ufuktaki ışıklarla ilgilenenler de seyir hidrografi dediğimiz gemicilerdir. Benim odadaki notik almanağı getirirmisin. Bu işe girdiğimize göre. Ben çünkü dün tekrar şey yapmışlar, biraz canım sıkıldı doğrusu. Ben bunlara cevap vemek istemiyorum. Diyanet’e cevap vermenin hiç bir anlamı yok çünkü dinlemiyorlar. Ama vatandaşı uyarmak için söylüyorum onları değil. Onlar biliyor çünkü yanlışlarını. Yanlış olduklarını kendi adları gibi biliyorlar. Ey kendilerine kitap verilenler! Niye hakkı batıl ile karıştırıyor, bile bile hakkı gizliyorsunuz? Bildiklerini ben çok iyi biliyorum. Çünkü onların, eskiden beri çalışmalarına katılmış bir kişiyim yani. Birisinden duymuş olan insan değilim yani. İşin içinden biliyorum. Biliyorsunuz gemiler denize açılıyor. Uzak yol kaptanlarına bakın, bir çıkarlar üç ayda geri dönerler. Aylarca denizde giderler. Şimdi bu insanların orada kendi ellerindeki aletler ile dürbünler ile karayı görmeleri lazım. Aksi takdirde karaya oturur gemileri. Rotayı çizerken gerçi yıldızlara göre çiziyorlar da ama karayı görmeleri lazım. Peki karayı görmeleri ne zaman olur? İşte ufuk ile ilgili bir de rotalarını çizerken yıldız ve ufuk. O ikisini de net görmeleri lazım ki gözlem yaparken (gemilerin gözlemi farklı) ona göre bir hesaplarını yapsınlar. Bak şimdi Diyanet İşleri Başkanlığı demiyelim de eskiden de öyleydi. Eskiden Harita Albay Halit Çöplü, uzman olarak kabul edilirdi, diğerleri hiç bir şey bilmezdi bu konuda. Halit Albay’ın bildiği zannedilirdi. Allah günahlarını affetsin, yaşıyor mu öldü mü haberim yok. Gider Türkiye gazetesinin takvimini o yapardı. Efendim, Fazilet takvimini o yapardı, Diyanet’in takvimini o yapardı. Oraya gelir, mesla sabah namazını 20dk sonra başlatır, öbür tarafa gider 20dk önce başlatır aynı adam. Peki adamın uzmanlığı ne? Harita Albay Arif Çöklü. Onunla da beraber uzun gözlemlere gittik yani. Ben ona sormuştum toplantıda 1989’du galiba yada 88. Bana feci kazibi bir tarif et dedim. Yani oradaki bütün, Diyanetin eski yeni din işleri yüksek kurulu üyeleri ve Diyanet İşleri Başkanı’nın huzurunda tarif edemedi. Sen fecri kazibi bilmiyorsun. Hangisine sorarsan bunun cevabı yoktur, sıfır. Dolayısıyla Sacit Bey’in de feci kazibi bilmesi imkansızdır. İmkansız olduğu için tutuyor diyor ki; zodyak ışınlarıdır. Ya bırak Allah’ını seversen! Zodyak ışınları, senenin belli zamanlarında çok nadir bazı yerlerde gözüken ışıklardır ki bir çok yerde hiç gözükmez ama fecri kazib her sabah gözüken, her sabah doğan bir ışıktır. Şimdi bakın bu elimdeki notik almanak. Notik almanak dedikleri, denizcilerin kullandığı almanaktır bu. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Seyir ve Hidrografi Dairesi Başkanlığı tarafından neşredilmiş. Burada ne diyor? “Alacakaranlığın başlama ve bitiş anlatına tan denir” diyor. “Güneş, baş ucu uzaklığı”, yani benim başımdan ne kadar uzak. Ben baktığım zaman ufku görüyorum ya. “Ufuktan uzaklığı yani. Uzaklığının sivil alacakaranlık için 96”. 96 ne, biliyormusunuz? 96 derece şöyle. Ben bulunuyorum, tam tepe noktadan ufka kadar kaç derece eder? 90 derece eder. 96 dediği zaman, ufkun 6 derece altı demektir. “96 derece sivil alacakaranlık için”, yani en parlak yıldızların gözüktüğü son an 96 derece. 95 dereceye düştümü hiç bir şeyi göremezsiniz gök yüzünde, artık tamamen aydınlık olmuş olur. Bizde buna ısfar zamanı derler fıkıhta. Ondan sonra “notik alacakaranlığı için 102”. 90’ı 102’den çıkarın, 12 derece. Ufkun 12 derece altında notik alaca karanlık diyor “olduğu anlardır. Sivil alacakaranlık için verilen vakitlerde gökyüzünün aydınlanma derecesi, en parlak yıldızların görülebileceği ve ‘çevren’in açık olarak seçilebileceği kadardır. Çevren dediği, ufuk demektir çevren. Çevren, yeni sözlüklerde ufuk anlamında kullanılıyor. Yani güneş, ufkun 6 derece altındayken ufuk çizgisi çok net bir şekilde gözükür hiç şüpheye yer kalmayacak şekilde. “Notik alacakaranlık için verilen (yani güneş, ufkun -12 derece altında olduğu zaman) vakitlerde ise genel olarak çevren çizgisi gözükmez”. Çevren çizgisi ne idi? Ufuk görünmez diyor. Bunu kim söylüyor? Deniz kuvvetleri. Gemiciler. Gemici bunu görmek zorunda ki şeyini ona göre alsın, hesabını ona göre yapsın. Gözükmez diyor. -12 derecede gözükmeyen çevren çizgisi, -18 derecede nasıl gözüküyor? Hiç mümkün mü? Gözükmez diyor. Bak şunu da diyor; “hava, gözlem yapılamayacak kadar karanlıktır”. Hava, gözlem yapılamayacak kadar karanlıktır -12 derecede. Sen, -18 derecede başlatıyorsun imsakı, ondan sonra millete diyorsun bize güvenin. Ya ben sana nasıl güveneceğim? Senin bir tek şeyin var: taşıdığın makam. Onun dışında hiç bir tarafın yok. Sana nasıl güveneceğim? Sen, kendine güvenmiyorsun ki ben sana güveneyim. Eğer kendine güveniyorsan, yıllardır sizi davet ediyoruz buyurun gelin. Siz nereye istiyorsanız orada gözlem yapalım. Dün Habertürk’ün bir muhabiri bana diyor ki; Hocam diyor, kendimi zor tuttum başkanın basın toplantısında. Düzce’de bir dağa çıktık, orada gözlem yaptık diyor. Düzce’de böyle gözlem yapılacak dağ var mı diye. Zaten adına Düzce demişler düz olduğu için. O Bolu, Düzce değil ki. Jolu başka Düzce başka. Sonra dağa çıkmaya gerek var mı kardeşim ya? Ben, orucumu tuttuğum yerde görmem lazım bunu. İşte bak yapılamayacak kadar karanlıktır diyor. E peki senin takviminde -18 diyorsun, bu devletin resmi şeyi. Bu, gemicilerin her gün kullandığı. -12 derecede gözlem yapılamaz diyor. Ufuk gözükmez diyor. E şimdi burada 6 derecelik bir fark var. -12’de gözkmez, o zaman nerede gözükür? Demek ki 12’den sonra gözükür. Mesela -10 dereceye rasat tanı derler gemiciler. Yani 10 dereceye kadar net görürler ufku sırdan. 10 dereceden sonra gözükmez. Ama bizde ufkun gözükmesi şartı yok oruca başlamak için. Diyor ki; o ufuk çizgisindeli o kızıllık, beyazlıktan net olarak ayrılıncaya kadar diyor. İşte o zaman da 8 buçuk 9 derece arasında oluyor. Böylece şimdi seni dinleyelim Enes Hoca. İtikaf ile ilgili hadisleri dinleyeceğiz.
Enes Alimoğlu: Hadislere geçmeden önce bir ayet var da. Bakara 125’de “en tahhira beytiye lit tâifine vel âkifine ver rukkais sucud” diyor. Hac 26’da “ve tahhir beytiye lit tâifine vel kâiminine ver rukkais sucûd”. “âkifine” yarine “kâimin” diyor.
Abdulaziz Bayındır: Orada duran manasına geliyor. Belki o kâimin, namazda ayakta duran manasına da kıyam manasına da kullanıyor. Bir tek sadece o manaya hasretmek şart değil.
Enes Alimoğlu: Hadislerde, bu hadisler çoğunlukla Aişe validemizden geliyor. Ebu Hureyre’den gelen hadisler de var. Abdullah İbni Ömer, bu sahabelerden geliyor. Aişe validemizden gelen hadiste şöyle diyor Peygamber(as); “ramazanın son on gününde itikafa girerdi”.”Hatta tevaffahullahu: hatta vefat edene kadar”. “Summe ettekefe ezvacehum ibadihi: sonra eşleri,ondan sonra bu şekilde itikafa girdi” diyor.
Abdulaziz Bayındır: Eşleri de mescidde itikafa giriyorlar.
Enes Alimoğlu: Çünkü “entum âkifune fil mesacid”de kadın erkek ayrımı yok.
Abdulaziz Bayındır: Geçende bir toplantıdaydım Enes Hoca. Yani ben hayret ettim. Yani öyle bir İslam tarif ediyorlar ki kur’an yok, sünnet yok, kendileri olmuş Allah, din icad ediyorlar, off ya Rabbi. Yani sabretmek çok zor. Birisi kalkmış diyor ki, adları bilinen kişiler, söylemek istemiyorum. Kur’an diyor, erkek söylemli bir kitap. Niye öyle? O da diyor ki, cevap veren hoca da diyor ki; tabi çünkü erkekler savaşa gidecek. Onun için pohpohlanmış. Ya kardeşim, arap dilinde şimdi ben sana söyleyeyim; eğer bir ifadede kadın erkek ikisi de birlikte kastediliyorsa erkek için kullanılan cümle mi kullanılır kadın için mi? Mecburen erkek için. Yani erkeklere hitab eden cümlelerin tamamı kadınları içerir. Peki kadınlara hitab eden cümleler erkekleri içerir mi? İçermez. O zaman kadınlara özel hitab ettiğine göre bu, kadınlar için bir ayrıcalık değil mi? Erkekler için ayrıcalık var mı kur’anı kerimde? Yani bunlar, böyle Allah’ın dinine bir taraftan bir şey yapmak için yani kur’anı bir taraftan etkisiz hale getirmek için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlar.
Enes Alimoğlu: İkinci hadiste biraz önce okuduğumuz, Peygamber(as) itikafa girmeye niyetlendiğinde sabah namazını kılardı, sonra itikafhanesine girerdi. Hasır ile çeviriyor ya köşe bir yeri mescid içerisde.
Abdulaziz Bayındır: Hasır evet. Çünkü bir hasır olacak ki orada rahat etsin. Aksi takdirde orada uyurken birisi gelecek başına dikilecek, ya Resulallah sana bir şey soracağım diyecek.
Enes Alimoğlu: Sonra itikaftayken mesciddn çıkamaz. “İlla li hacetin” diyor. İnsani ihtiyacını..
Abdulaziz Bayındır: Tuvalet ihtiyacı için sadece çıkıyor.
Enes Alimoğlu: Sonra hastaların ziyaretine gitmez, cenazeye gitmez başka yerde olursa. Mescide getirilmezse. İlşkiye girmez eşiyle. “İlla yahrucu bi hacetin illa li ma yabudnu minhu” diyor.
Abdulaziz Bayındır: Çok zorunlu olmadıkça dışarı çıkmaz.
Enes Alimoğlu: Ondan sonra “itikafi bi savmin” diyor.
Abdulaziz Bayındır: Gündüzü oruçlu olmak gerekiyor itikafta. Genel hükümleri söylüyor.
Enes Alimoğlu: “Ve la itikafi illa mescidi camin” diyor.
Abdulaziz Bayındır: Mescid, camide itikaf olur. Mescid cami ne demek?
Enes Alimoğlu: Cuma namazı kılınan mı?
Abdulaziz Bayındır: Cuma namazı kılınan yani herkese açık bir yer anlamına geliyor. Çünkü evlerimizde de mescid var. Bir köşesi mescid olur. Ama herkese açık olması lazım.
Enes Alimoğlu: Şimdi burada bir hadis var. Bu, Vedat’ın okuduğu şeylere biraz benziyor. Diyor ki Peygamber(as); “men kane itikafe la idrake en aşru nevafil”.
Abdulaziz Bayındır: Benimle beraber itikafa giren son on günde girsin.
Enes Alimoğlu: Çünkü bu on gün içinde kadir gecesi var. O, kadir gecesini idrak etmiş olabilir.
Abdulaziz Bayındır: Sorular varsa sorulara geçelim.
Hanım Katılımcı: Bayanlar için nasıl olacak itikaf? Erkekler mescidde, camide..
Abdulaziz Bayındır: Bayanlar da mescidde yapıyorlar. Çünkü orası herkese açık olan bir yer. Mesela bugünkü gibi öyle kapısı belli saatlerde kapaşı değil. 24 saat açık. Mescidlerin öyle olması gerekiyor. Şimdi ben yıllarca söyledim, her tarafa yazılar yazdım. Ya şu mescidleri kapatmayın. Hiç olmazsa her bölgede bir tanesi açık olsun. Gece yolcudur, şudur, budur gelir gider orada kalır. Yatar, uyur, dinlenir. Bir arkadaşıyla gelip orada sohbet eder. Niye böyle yapıyorsunuz? Mescid dediğimiz 24 saat açıktır ve herkese açıktır. Öyle olunca da bayanların orada itikaf yapmasında hiç bir mani kalmıyor. Bayanlar da orada yapıyor.
Hanım Katılımcı: Peki itikaf sırasında ilimle de uğraşılabilir mi?
Abdulaziz Bayındır: Elbette tabi. İlimle tabi uğraşılır. Tabi. Esas odur. Bir şeyler öğrenmek lazım o sırada.
Yahya Şenol: Mezheplerde çoğunluk zaten kadının da mescidde itikafa girmesinin gerekli olduğunu savunuyorlar. Şafi mezhebi, Hambeli mezhebi hepsi diyorlar ki; erkek nası ise kadın da aynıdır.
Abdulaziz Bayındır: Uygulama da öyle zaten.
Yahya Şenol: Bir Hanefilerde diyor ki; kadın için mescid değil evi daha önemli. Onun için evinin bir köşesinde itikafa çekilsin. Büyük ihtimalle şey mantığından..
Enes Alimoğlu: Efdal var ya.
Yahya Şenol: Evleri mescidlerinden daha hayırlıdır onlar için diye zayıf bir rivayet var ya. Cemaate katılmasını da kadının biliyorsunuz fitne gerekçesiyle hoş görmüyorlar. Yanlış bir gerekçe.
Abdulaziz Bayındır: Halbuki Resulullah’ın mescidine beş vakit giderlerdi hanımlar. Daha sonra yasaklanıyor biliyorsunuz.
Yahya Şenol: İlgili bütün hadislerde, Peygamberimiz’in eşlerinin de mescidde O’nunla beraber itikafa girdiklerini hatta yine Enes Hoca okudu az önce. Peygamberimiz’in vefatından sonra yine vefat etmiş olmasına rağmen hanımları, mescidde itikafa giriyorlardı. Onlar için ayrılmış özel bir bölüm var. Erkeklerin bölümü ayrı ama yine mescidde. Evlerinde falan değil yani.
Enes Alimoğlu: Aslında mescidler Peygamberimiz zamanında kararlar alınıyor, ilim, talim yapılıyordu. Şu anda sadece namaz için kullanılıyor.
Abdulaziz Bayındır: Ya zeten şimdi öyle bir şey ki cami görevlileri var. Cami görevlisi de namazdan önce açıyor, namazdan sonra kapatıyor. Mesela ben sabah namazından önce yıllarca yürüyüş yapıyordum, şimdi artık yürüyemiyorum. Çünkü millet önümü kesiyor falan, çok sıkıntılı oluyor. Şimdi bir gün nasılsa camiye yetişememiştim. Yani yürüyüşte. Dedim ki; gidip bir mescidde namaz kılayım. Bir tane açık mescid bulamadım. Hepsini namaz kılmış kapatmışlar, namaz kılmış kapatmışlar. Neyse artık bir bahçenin bir kenarındaç ancak kıldım. Yoksa namaz geçiyor. Yani bu çok kötü bir şey. Cami görevliliği zaten çok sonradan ihdas edilmiş bir şeydir. Cami, herkese açıktır. İmamlık diye bir görev olmaz. Gidersiniz birisi geçer namazını kıldırır. Diğerinde bir başkası kıldırır. Ezan okundu mu? Yok. Biriniz okuyun. Atar elini kulağına okur ezanı. Şimdi 24 saat açık olması gereken yerlerdir. Mescidde Resulullah(sav), hem ilmi çalışma yapmıştır ki Osmanlı’da öyleydi mesela. Diyelim Süleymaniye Camisi’ne gidin bir bakın, o köşelerin yapılmış olmalarının her birisinin özel bir maksadı vardır. Her birinde bir hoca ders verir. Camide dersi verirler, şundan dolayı dersi verirler: bu, Resulullah’tan gelen bir gelenektir yani. O camiye girerken herkes girebilsin. Bak şimdi biz, bu kapalı mekanda ders yapıyoruz. Herkes buraya girmeye çekinir değil mi? Ama camide herkes gelebilir. Ben mesela burada ders yapmaktan hoşnut değilim ama başka imkanımız yok. Şimdi bize camileri kapattılar biliyorsunuz yani. Sadece gidip cemaat olarak namaz kıldığımız zaman sağolsunlar bir şey demiyorlar. Mescidde ders verilirse oraya yaşlısı gelir, genci gelir, inançlısı gelir, inançsızı gelir, herkes gelir. Ama mesela buraya, dışarıda bana muhalif olarak tanınan bir adam gelip burada oturup bizi dinleyebilir mi? Ama mescid olsa gelir bir direğin arkasına gider oturur dinler. Mesela ben, Fatih Camisi’nden hatırlıyorum, orada uzunca bir süre ikindi vaazları verdim. Vaazda bakarım önümde fazla kimse yok. İmam odasına çekildiğim zaman bakarım ki cemaat boşalıyor direklerin arkasında dinliyorlar. Bakıyorum ki haa, ortada gözükmek istemeyen adamlar. Şimdi bu çok güzel bir şey ama. Çok güzel bir şey. İçeri girerken kimse kimlik sormaz, niye geldin demez, kim olursa olsun girer. Onun için bu mescidler, bu yönüyle son derece önemlidir. Resulullah, mescidi hapishane olarak da kullanmıştır, savaş kararlarını da orada almıştır, istişareleri de orada yapmıştır. Orada hatta mescidin içerisinde eğlence de düzenlenmiştir. Mescidin içerisinde kılıç kalka ekibi oyun oynuyor, Aişe validemiz göremiyor. Resulullah, O’nu, eşini omuzuna alıyor ve seyrertiriyor. Şimdi birisi bırak omuzuna almayı da eşini önüne alsa ne yaparlar? Hem de Resulullah olacak yani. Adam önüne alsa sa hadi sen şuradan bak dese, şuna bak Allahunı seversen derler falan, bir sürü şeyler. Ama Resulullah, omuzuna alıyor seyrettiriyor. Ve mescidin içinde bu il oluyor. Şimdi nedir? Aman mescidde konuşmayın. Peki nerede konuşacağım mescidde konuşamayacağım da? Bir de hadisler uyduruyorlar, yaptıkları amel yanıp gidiyormuş diye. Onun için mescidleri eski haline gerirmek mecburiyetindeyiz.
Yayha Şenol: Şeyi belki söyleyebiliriz. Niye bizde bu algı var? Mescidler kapatılıyor. Tabi birincisi, güvenlik gerekçesiyle. Hırsızlık oluyor falan. Camide çalınacak ne var? Sadece elektronik malzemeler haricinde çalınacak bir şey yok. Şimdi bütün camilerde bizim, artıl kamera var değil mi? Hırsızlık ne zaman oluyor? Tam da millet oradayken değil mi? İçeride 200-300 kişi namaz kılarken hırsız geliyor arkayı toparlıyor. O kamera da bugün işe yarıyor, gidip seyrediyorsun nasıl çaldığını. Bunu engellemek mümkün değil ki. Bu gerekçe ile cami kapatılması bir defa kesinlikle doğru değil. Ama daha da önemlisi bence, bizim, başta cami dernekleri olmak üzere insanlarımız camiyi sahipleniyorlar kendi malları gibi. Dükkan kapatır gibi kapatıyor adam. Anahtar, dernek görevlisinde niye olur ki? Onun da bir mantığı var mı? Cami kapalı: soruyorsunuz ki dernek başkanında. İstediği zaman açıyor istediği zaman kapatıyor. İmamlar da zaten onların kontrolünde. İmamı, her yanlışından dolayı şikayet edebiliyorlar. Bütün cemaatde müftülüğün telefonu var. İmanın bir hatasını gördükleri an müftülüğe hemen telefon. Bir şeyi sadece aktarayım. Her yerde bunu anlatmaya çalışıyorum. Bizim bir camide, benim kur’an kursundan bir hocam bir dönem imam olarak tayin edilimişti. Adamı, neden dolayı şikayet ettiler biliyormusunuz? Caminin içinde imam odası var ya. Ezan okunuyor, namazın sünneti kılınacak. Diyor ki; sünneti imam odasında kılıp farza öyle çıkıyor. O yüzden şikayet ettiler. Niye? İçeride sünnet kılıyor mu kılmıyor mu bilmiyoruz ki. Çıksın bizim önümüzde kılsın.
Abdulaziz Bayındır: Haa! Sevabı onlar yazacak.
Yahya Şenol: Böyle bir şey olabilir mi ya. Sen kimsin? Neyin kontrolünü yapıyorsun? Sünnet kılıyor mu kılmıyor mu içeride biz göremiyoruz, o yüzden müftülüğe telefon etmişler. Müftülük de murakıp gönderiyor gerçektende. Tersleyemiyor bunları. Murakıp gönderip hocayı sorgulattırıyor. Gerçekten böyle mi? Niye milletin önünde namaz kılmıyorsun?
Abdulaziz Bayındır: Yani çivisi çıkmış.
Yahya Şenol: Çıkmış tabi. Ondan sonra açık bulmak da mümkün değil tabi.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi 10 gün Resulullah(sav)’in yaptığı itikaf ama öyle bir şart yok yani ayerlerde. Ama on günün önemini ifade eden şeyler var. Ondan dolayı yani çok kısa bir süre de olabilir. Evin bir odasını itikafa ayırmak demek evin bir odasını çalışma odası yapmak demektir. Onu yapabilirsin. İtikaf değil de çalışma odası. Halka açık mescidlerde itikaf. Tamam şimdi mikrofonsuz konuşmayalım da. Buradan bir arkadaşımızın sorusu var. Onu alalım, ondan sonra.
Katılımcı: İtikafta mukabele okumanın şey var mı? İtikaf içinde yapılan bir şey mi oluyor?
Abdulaziz Bayındır: Mukabele, karşılıklı bir il yapma manasına geliyor. Birisi kur’an okuyor, öbürü dinliyor. Resulullah(sav) ile Cebrail(as), işte o yıl inen ayetleri karşılıklı olarak bir gözden geçirdikleri için öyle rivayetler var. Ondan dolayı ona mukabele denmiş oluyor. Gerçi burada öyle bir olay yok. Şimdi insanlar ne okuyan anlamını biliyor ne dinmeyen biliyor. Ama bunun için okuyanın da dinleyenin de anlamını bileceği bir kur’an okuma şekline şey yapmak lazım.
Katılımcı: İtikafta, kişi tek başına mı oluyor?
Abdulaziz Bayındır: Tek başına da olursunuz, çok sayıda kişi de olabilir.
Katılımcı: Çok kişi varsa kur’anı karşılıklı..
Abdulaziz Bayındır: Oturursunuz müzakere edersiniz, her şeyi yaşarsınız her şey. İlmi toplantı, her şey yaparsınız itikaf sırasında ama nedir işte, gece karı koca ilşkisi yok, gündüz de oruçlu olacaksın o kadar.
SORU: İtikafın fıkhi hükmü: farz mı, sünnet mi, mendup mu?
Abdulaziz Bayındır: Resulullah sürekli yaptığı için, bize de emredilmediği için sünnettir. Yani Bakara 125’de de bunun bir gelenek olduğu anlaşılıyor. “Ve entum âkıfune fil mesacid”. Haa, “vel âkifine” Bakara 125’de. “Vel âkıfın” ifadesi.
SORU: Oruç yiyenlerin, orucunu bozanların 61 gün keffaret cezası aldıkları o meşhur hadisteki şahıs, acaba itikafta ilişkiye girmiş olabilir mi? İtikafta ilşkinin cezası nedir?
Abdulaziz Bayındır: İtikafta ilşkiye girmenin cezası ne olur? C. Hakka karşı, Allah’ın emrini yerine getirmemek olur. O zama yapacağı şey, tevbe ve istiğfar etmesidir. Şimdi eşiyle ilşkiye girdiği için işte 61 gün, 60 gün keffaret olduğu şeklinde, bir gün de kaza diyorlar. Onun tutulmasına delil olarak alınan hadiste, o zat, ramazan geceleri eşi ile ilşkide bulunmamak için zıharda bulunmuş. Zıhar şu: yani sen annemin sırtı gibisin. İşte bu ramazan boyunca sen, annemin sırtı gibisin demiş. Yani ben, seninle ilişkiye girmeyeceğim demiş. Çünkü adam, cinsel ilşkiye çok düşkün birisiymiş. Bu ramazanda tamamen ibadet ile geçireyim diye kendi kendini bağlamış. Sonra da bu şeyi bozmuş. Bir gece, dayanamamış eşiyle ilşkiye girmiş gece. Gündüz değil. Sonra da eyvah diyor, ben C. Hakka karşı verdiğim sözden caymış oldum yani zıhardan. O da Mücadile suresinde anlatılıyor zıhar keffareti. Resulullah(sav)’e geliyor. Resulullah da bu kişiye diyor ki Mücadile suresinde olduğu gibi bir köle azad edersin diyor. Eşiyle ilşkiye girmede önce tekrar. Ondan sonra diyor ki; şu boynumdan başka sahip olduğum bir şey yok. E tamam o zaman 60 tane fakiri doyur birer günlük. Valla diyor, yani bu gece kalktık sahura. İşte bizim yiyeceğimizin dışında bir şet yoktu diyor. Öyleyse diyır, 60 gün oruç tut. Ayette var. Yok, ikincisinde 60 gün oruç tut diyor, yanlış söyledim. İki ay diyor, 60 gün kelimesi de yanlış. İki ay oruç tut diyor Mücadile suresinde. Zaten başıma gelen oruçtan dolayı geldi diyor. Öyleyse diyor, 60 tane fakire birer günlük yiyecek ver. Yok diyor. O zaman, yok dediği zaman Resulullah onu şeye gönderiyor. Rivayet var işte bir sepet hurma vermiş de deniyor. Zekat ile meşgul olan kişiye de gönderdiği söyleniyor. Bunu dağıt diyor. Yani 60 tane fakire dağıt, artanını da sen yersin diyor ve dağıtıyor. Şimdi bu şeye delil alanlar,bunun değişik rivayetleri var bunu oruç keffaretine delil alanlar diyorlar ki; bu sepetteki hurmaları dağıt dediği zaman dedi ki; benden fakir kişiye mi? Evet. Valla ya Resulallah, şu Medine’nin dağları arasında benden daha fakiri yok dedi. O zaman Resulullah gülmüş, al da götür sen ye demiş. Adam kârlı çıktı. E peki siz, bu adama dayanarak nasıl 60 gün oruç tutturuyorsunuz bu insanlara? Ramazan günü ilşkiye girdi diyorsunuz ki gece olmuş. Peki ramazan günü olsa bunun karısı yok mu? Kadın da müslüman değil mi? Niye onunla ilgili bir rivayette bulunmuyorsunuz? Yani hakikaten böyle bütüncül olarak bakmıyorlar işlere. Sadece cımbızlamasına bir tane hesaplarına gelen bir rivayet çekip onun üzerine hüküm bina ediyorlar. Yani ramazanda bir insan, bile bile orucunu bozar ise ister cinsel ilişki ile ister yeme içme ile ister ne ile olursa olsun onun ne kazası var ne keffareti, hiç bir şeyi yok. Çünkü o, C. Hakka isyandır. Yapacağı tek şey tevbekâr olup bir daha böyle bir şey yapmamaktır. Rüstem Hoca bir şey söylüyor.
Rüstem Hoca: Sözler şunu gösteriyor: hadislerden hüküm çıkaranlar, her zaman yanılmışlardır.
Abdulaziz Bayındır: Yok. Hadislerden hüküm çıkaranlar her zaman yanılmazlar. Bütüncül bakmak lazım. Kur’an sünnet bütünlüğü içerisinde baktın mı problem çıkmaz. Hadislerin hepsini alsalar hiç bir problem çıkmaz. Mesela Ebu Davud’da çok ayrıntılı gayet güzel bir şekilde anlatılıyor. Hadislerde bu ilişkiyi gece yaptığı açıkça ifade ediliyor. Zıhar yaptığı ifade ediliyor. Yani hadislere bütüncül olarak bakmıyorlar.
SORU: İtikafa sadece gece mi giriliyor? Sabahları da itikafa dahil mi?
Abdulaziz Bayındır: İtikaf dediğin zaman tümüyle yani. Gecesi gündüzü yok. Tam gün giriliyor.
SORU: Kur’andaki mâruf kavramı örf, gelenek manasında mı? Böyle olursa, gelenek kendisi için bunu delil olarak kullanabilir mi?
Abdulaziz Bayındır: Şimdi gelebeklerde mesela bazı toplumlarda içki gelenektir değil mi yani. Hatta mesela Fransızlar, çocuklarına bile bazı içki çeşitlerinden içirirler diye biliyorum. Fransa’da çok yaygındır içki. Şimdi AllahTeala, “Ye’murune bil mâ’rufi”(ALİ İMRAN 104) diyor değil mi? Yani mârufu emrederler diyor. Örfü emret diyor. “ve yenhevne anil munker: munkeri de yasaklarlar” diyor. Şimdi o zamam mâ’ruf, münkerin karşılığı. Peki neye munker diyor? Allah’ın munkeri yani Allah’ın çirkin saydığı şeylerin dışındaki şeylerdir. Allah’ın güzel saydığı şeylerdir mâ’ruf. Haa, Allah’ın dini, fıtrat olduğu için insanların güzel saydığı ama Allah’ın da güzel saydığı şeyler varsa yani Allah’ın kötü saymadığı şeyler varsa o zaman o da emredilir. Yani burada esas olan, AllahTeala’nın hükümleridir. Yoksa örf, bizim bildiğimiz manada örf değil. Bizim bildiğimiz manada örf, bazen işte şu tüccarların örfü olur, hocaların örfü olur, şu köyün örfü olur, şu levrin örfü olur, o değil. Emredilecek olan örf, kur’anı kerime uygun olan örftür. Onlar da kur’ana uygunsa emredilir.
SORU: Bir tane, kadınların camiye gitmesi ile ilgili şöyle bir bilgi var Hocam. Cuma günü Bursa Ulu Cami’de kadınlara namaz kılacak yer verilmediği için kadınlar dışarıda güneşin altında namaz kılmak zorunda kalıyorlar. Namaz öncesi konuşma yapa müftünün yanına kadar vaaz esnasında gittim ve durumu söyledim. Kendisi, bu makamın bir ağırlığı vardır, bu soru burada sorulacak soru değil diyerek vaazda beni azarladı. Camilerin cuma günü kadınlara kapatılması doğrumudur? Diyanet’in bu konuda bir vebali varmıdır?
Abdulaziz Bayındır: Yani şimdi demek ki vatandaşlar, bak dikkat edin buralarda her soruyu sormayın haa! Adam orada sormayacak da nerde soracak o soruyu? Mesela Resulullah hiç bir zaman kadınları caminin dışına atmamıştır ve Allah’ın kızlarını Allah’ın mescidlerinden engellemeyin diye de emretmiştir. Verilen emirler kadın için de erkek için de geçerlidir. Onun için “izâ nûdiye lis salati min yevmil cumuati fes’av ilâ zikrillah”, (CUMA 9)”ya eyyuhallezine âmenû” diye başlıyor: ey müminler! Şimdi kadınlar mümin kapsamına giriyor mu? Bitti, o kadar. O zaman “izâ nudiye lis salatil min yevmil cumua: cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman”,”fes’av ilâ zikrillah: Allah’ın zikrine koşun”. O zaman orada kadınlar için Resulullah’ın yaptığı gibi bir bölüm ayırmak gerekir. Fazla kadın geliyorsa tabi o bölümün arkasına da taşarlar. Ama erkeklere tahsis edin orayı, ondan sonra kadınları bir de çıkın etrafta deyin ki işte; kadınlara camilerimizi açtık deyin ama kadınları dışlayın, bu kabul edilebilir bir şey değil.
Yahya Şenol: İnternette bir kaç şeyde gördüm. Şöyle yazmışlar. Diyorlar ki; cuma günü kadınlara yer yok gerekçesini sürekli öne sürüyorlar. Ama ramazanda teravih ve mukabele için müstakil bir kat ayırıyorlar kadınlara değil mi teravihe gelsin diye. O zaman yer bulunuyor ama cuma günü yer yok. Yer var, aşağıki katı aç işte.
Abdulaziz Bayındır: Resulullah kime teravih kıldırmış dediğin zaman, efendim metinlere gitmeyin, geleneğimiz..
Yahya Şenol: İstenince bulunuyor demek ki. Yer yok değil.
Abdulaziz Bayındır: İstedikleri zaman yapıyorlar.
Katılımcı: Hüküm olarak baktığımızda kadınlara da farzdır denilebilir mi cuma namazı?
Abdulaziz Bayındır: Elbette, elbette. Cuma namazı erkeklere nasıl farz ise kadına da öylece farzdır. Cuma namazı öyle bir namazdır ki diğer farz namazlar gibi değil. Dikkat ederseniz bak ayette diyor ki; “izâ nûdiye lis salâti min yevmil cumuati”. Nidâ edildiği zaman cuma günü namaz için. Yani demek ki öyle bir yerde olacaksınız ki o sesi duyacaksınız. O sesi duymadığınız bir yerdeyseniz yani uzak bir yerdeyseniz. İşte köydeyseniz, sahradaysanız, şurada buradaysanız kadın da olsanız erkek de olsanız onu kılmazsınız, bir. İkincisi de bazı kimseler gelmeyebilirler. Resulullah(sav) zamanında mesela çiftçilikle meşgul olanlar bilirler, bazı mevsimlerde tarla boş bırakılamaz. Yani onun başında bulunmak gerekir. Bir de sulama zamanı vardır, şu vardır, bu vardır. Onun için mesela Avali denen bir bölge vardır Medine’de. Kıble tarafının ilerisinde kalır. Orada tarım yapan kişiler, nöbetleşe gelirlermiş. Bir hafta biri geliyor, bir hafta öbürü geliyor. Yani diyor ki; sen benim tarlaya bak ben camiye gidiyorum. Öbür hafta da sen bak ben gidiyorum diyor. Bunu, şunun için anlatıyorum: yani cuma namazı beş vakit namaz gibi değil. Beş vakit namaz, olmazsa olmaz. Kılmadan yapamazsınız. Beş vakit namazı mutlaka kılacaksınız. Cuma olmazsa olur. Ondan dolayı AllahTeala, ayetin sonunda ne diyor? “Zalikum hayrun lekum” diyor: bu, sizin için daha hayırlıdır diyor. Mesela diğer namazların hiç birisinde “hayrun lekum” ifadesi kullanılmamıştır. Oraya gittiği zaman kadın olsun erkek olsun artık öğlen namazını kılmasına gerek yok. O vaktin farzını kılmış olur. Cuma namazına normal şartlarda gitmeyen kişi, eğer bir mazereti yok ise sorumlu olur. Eğer mazereti var ise bu da kabul ediliyor. Mesela İbni Abbas’tan bir rivayet olması lazım. Yağmur yağmış çamur olmuş. Bu insanlar burada bu çamurun içinde camiye gelirlerse sıkıntılı olur. Ezan okuyan kişiye diyor ki; namazlarınızı kendi evlerinizde kılın. Çünkü Resulullah da böyle yapmıştı diyor. Yani cuma namazı olmazsa olmaz değil ama öğlen namazı olmazsa olmazdır.
SORU: Ramazan ayında restorant, lokantaların ticarete açması yasakmıdır?
Abdulaziz Bayındır; Ramazanda şimdi lokanta ne yapıyor? Yemek satıyor. Sen de gidip ekmek alıyorsun. Yasaksa yandın. Bunlar yasak olmaz. Efendim bu adamlar oruçlarını yiyorlar. Yesin sana ne? Sen de ye. Sen de ye eğer kıskanıyorsan kardeşim. Sen bu ibadeti Allah rızası için yapıyorsan yap. Öyle birilerine hava atmak için yapıyorsan hiç yapma.
Yahya Şenol: Hasta olabilir, yolcu olabilir, yaşlı olabilir.
Abdulaziz Bayındır: Hastası var, yolcusu var, yaşlısı var. Ya adam inanmayabilir. Günah işlemek isteyebilir. Allah’ın verdiği günah işleme hürriyeini sen mi engelleyeceksin? Böyle şey olmaz yani. Adam tutyorsa tutuyor, tutmuyorsa tutmuyor. Sonra oruç öyle bir şeydir ki zorla tutturulamaz. Şimdi birisi anlatıyır diyor ki; ramazanda oruç tutmayan kişileri gittik dövdük diyor. Amcam diyor ki; oğlum ramazan günü bu kuvveti nerede buldunuz? Amcam bilmiyor ki gittik et pişirdik yedik, ondan sonra dövdük. Kimsenin görmediği yerde et pişirip yiyorlar, çıkıyorlar meydanda oruç tutmayanları dövüyorlar. Böyle olunca benim hep aklıma gelir. Erzurum’da bizim ev Erzurum kalesine yakındı. Oraya gittim baktım ki çocuklar bir adamı taşlıyorlar. Zavallı adam gelmiş kalenin bir köşesinden içeri girmiş elinde korka korka bir şeyleri yiyor. Çocuklar da taşlıyorlar onu. O da hiç kimseye bir şey diyemiyor böyle utancından falan. Ne yapsın yani, adam hastadır, yolcudur, şudur, budur. Yada isyan ediyor. Hesabı Allah’a verecek sana ne? Onun için açık olabilir.
SORU: Üç yıldır vakfın takvimini takip ediyorum. Kuzey kutbunda bu aralar güneş, ufkun devamlı üsütünde. Yani devamlı aydınlık. Sizin araştırmalarınıza göre Tromso’da 69 derece enlemde şu anda 19:29’da iftar oluyor. Biz ise 51 derece enlemdeyiz. Yani Almanya’dayız. İftar saati 21:01. Anlayamadığım, etrafımdaki arkadaşlara anlatamadığım iftar oluyor. Sorum şu: güneşin devamlı tepede olan batmayan bir yerde daha erken iftar olması. Yani Tromso’da Almanya’dan daha geç olması gerekmiyor mu?
Abdulaziz Bayındır: Tromso, Almanya’dan daha kısa oruç tutar. Svalbard’a gitsinler daha da kısa olur. Kutup noktasına gitsinler 12 saate düşer. AllahTeala’nın koyduğu hesap bu. Bu arkadaşlarımız ona bakmasınlar. Aslında şu anda sitede yayınlanmış olan yazıda bunun gerekçeleri var ama daha ayrıntısını inşallah yakında yayınlarız. Onlar şuna baksınlar. Nereden? Berlin’den mi? 51 derece. Berlin 52 derecedir. Bunlar şuna baksınlar: 45 dereceden itibaren beyaz geceler başlar. Bizim takvimde güneş battı dediğimiz saatte çıksın gözlem yapsınlar. O saatte güneş ışınlarının gelişi, insanı rahatsız etmeyecek noktaya gelir bir. Tam o saatte etrafı bir sakinlik basar. “Vel leyli izâ seca” dediği C. Hakk’ın. Gece sakinleştiği zaman. Bu tıpkı dalgalı bir denizin durgunlaşması gibi olur. Tam o saatte de sanki bir klima üflemesi gibi tatlı bir rüzgar göreceklerdir. Güneş yukarıda duruyor. Buna baksınlar onlar. Bunu gördükleri an iftar olmuştur. Ondan sonra da yatsı sonu dediğimiz vakitte tabiata çıksınlar. Tüm tabiatın uyumaya başladığını göreceklerdir. Görüyorlarsa takvimimiz doğrudur ki şu âna kadar aksi olmadı. Herkes bu gözlemleri yaptı. En uzun oruç, 45 derece enlemde tutulur. 45 derece enlemden önce de sonra sonra da süre kısalır ve ekvatora gittiğiniz zaman en kısa oruçtur. Kutup noktasına gittiğinizde de en kısa oruçtur. Orada tam bir simetri vardır, muazere vardır, bir denge vardır. AllahTeala onu kur’anda bütün ayrıntılarıyla anlatmış. Onu inşallah yazılarımız bittiği zaman şey yaparız. Yani bizzat gözlemleyebilir bu arkadaşlarımız. Dediğim gibi iftarın olduğunu çıksınlar orada güneşe baksınlar. O güneşin görüntüsündeki değişikliği zamanla kavrayacaklardır ama hemen kavrayacakları şu: bizim o iftar saati dediğimiz saatte, kaç diyordu bugün? 21:01’de çıksınlar baksınlar. Etrafı bir sakinlik sarıyor mu ve hafif tarlı bir rüzgar var mı? Ve şuna da baksınlar: kuşlar, yuvalarına dönmeye başlıyor mu? Hayvanlar yuvalara dönmeye başlıyor. O kadar çok işareti var ki bu işin.
SORU: 45 ile 90 derece enlemler arasında şimdi astronomik namaz vakitleri ile ilgili mizana uygun namaz vakitleri çıkıyor ya. Hangisine baksınlar?
Abdulaziz Bayındır: Astronomiye bakmayacaklar. Astronomik namaz vakitleri olmuyor. Biz orada kıyaslama yapsınlar diye onu yayınladık. Astronomiye göre yapmasınlar. Astronomi dediğimiz, güneşin gözlemciden uzaklığına göre yaptığımız şeydir. Bizim gene farklıdır ama 45 derece enlemin ötesinde yazın astronomik namaz vakitlerine bakmayacaklar. Biz sadece kıyas yapsınlar diye koyduk onu. Yani millet alışıncaya kadar. Millet alıştıktan sonra yayınlamayacağız.
SORU: Bizi takvime göre kaç derecede imsak oluyor? Eksi kaç derecede. Ufkun, güneş kaç derece altındayken?
Abdulaziz Bayındır: Bizde 8 buçık 9 arası ama biz hesabı tam 9 dereceye göre yapıyoruz. AllahTeala’nın dünyaya koyduğu denge üzerinde çalıştığımız zaman da bu doğru çıkıyor. Yani bu 9’u kendi kafamızdan bulmuş değiliz. İnşallah yayınladığımız zaman matematik hesaplarını yaptıkları zaman kur’anın koyduğu hesabın bunu gerektirdiğini göreceklerdir. Bu 9 derece, kuzey kutba gittiğimiz zaman bilenler için söyleyeyim, bazen yay derecedine dönüşüyor. Yani urka uzaklıktan yay derecesine dönüşüyor. Yay derecesine dönüştükçe o orucun süresi kısalıyor. Bu çok karmaşık bir hesaptır. Yani kolay bir hesap değil. Onun için hesabın ölçülerini ortaya çıkarmamız bayağa uzun bir zamanımızı aldı. Ama işte onlar uygulamada sadece şeye baksınlar yani kendi gözlemlerine baksınlar. Dediğim gibi güneş batarkenki duruma baksınlar, yatsı sonu dediğimiz vakitte baksınlar, seher vakti dediğimiz vakitte çıksın baksınlar ki tabiat uyanmaya başlamış mı başlamamış mı.
SORU: Gelen resimler ekleniyor zaten.
Abdulaziz Bayındır: Sürekli ekleniyor evet.
SORU: Bir öğretmenin ders dolayısıyla cuma namazına gitmemesi mazeret sayılır mı?
Abdulaziz Bayındır: Olabilir.