ABDULAZİZ BAYINDIR: Değerli izleyiciler, uzun süredir Türkiye’de Fetö olayı var biliyorsunuz. İnsanların kimliklerini gizlemeleri, başka kimlikle ortaya çıkmaları, namaz kılmamaları-yani gerekirse-içki içmeleri şeklinde verilmiş fetvalar var. Tabi bunlar ister istemez insanların zihinlerini karıştırıyor. Buna şia takiyye der yani kendi gerçek kimliğini şeklinde ifade eder. Acaba bu takiye caizmidir değilmidir, ne ölçüde caizdir, bu yapılan eylemlerin dini hükmü nedir? Yada bir müslüman olarak herhangi bir ülkede yaşarken kendi işimizi nasıl göreceğiz? Bazı doğru hedeflere ulaşmak için bir takım işler yapmamız uygun olur mu olmaz mı şeklinde ister istemez insanların zihnine takılan şey var. Mesela kuranda bir ‘nekr’ kelimesi var. Nekr, kişiyi hedefinden çevirmek için yapılan eylemler oluyor. Bakıyorsunuz ki “Vemekerû vemekera(A)llâh(u)(s) va(A)llâhu ḣayru-lmâkirîn: onlar bir nekr yaptı Allah da bir nekr yaptı. En iyi nekr yapan Allah’tır”(ALİ İMRAN 54) diyor. Peki nekr ne demek? Yani şunlar insanları hedeflerinden çevirdi, Allah da çevirdi. Tabi ki Allah hedefinden çevirdiği için doğru hedefe çevirir, başkaları yanlış hedefe çevirir. Ondan dolayı “ḣayru-lmâkirîn” yani hedef belirleyenlerin en hayırlısı Allah’tır diye ifade ediliyor. Keyd kelimesi türkçemize hile olarak geçer. “Halbuki onlar da keyd yaparlar biz de keyd yaparız” diye Allah da keyd yapar yani keyd de bir probleme çare bulma anlamına geliyor. Tabi ki insanlar kendilerine göre bir takım çareler üretirler. Bir de Allah’ın ürettiği çareler vardır. Elbette ki Allah’ın ürettiği çareler en doğrudur. Mesela şimdi bazı ayetler de var. Bakıyorsunuz ki işte kendi inancını gizleyen bir kişiye Allah bir şey demiyor. Mumin suresi 28.ayetinde Ammar Bin Yasir ile alakalı olarak ifade ediliyor. Bakıyorsunuz ki orada şöyle bir şey var. MUMİN, 28.. Ayet: Ve kale racülüm mü’minüm min ali fir’avne yektümü ımanehu: firavun ailesinden imanını gizleyen mümin bir kişi şöyle dedi” diye bir ifade var. Firavun ailesinden imanını gizliyor. Kuranda d a bir Mumin suresi var, bu surede bu şahsın sözleri uzun uzun anlatılıyor. Bu sebeple yani bir müslüman dünyanın her yerinde yani Firavun ailesinden de bir müslüman olabilir, ne bileyim başka yerde de olabilir, işte Mekke’de de yaşayabilir, dünyanın en fazla islam düşmnlığının bulunduğu yerde de yaşayabilir mümim olabilir. İşte bütün buralarda acaba kimliğimizi ne kadar ne ölçüde gizleyebiliriz? Ne ölçüde ortaya koyabiliriz? Bugünkü dersimizin konusu bu. Mesela kuranda görüyoruz: MUMİN, 28.. Ayet: Ve kale racülüm mü’minüm min ali fir’avne yektümü ımanehu: Firavun ailesinden imanını gizleyen mümin bir kişi şöyle dedi”, “etaktülune racülen ey yekule rabbiyellahü: siz bir kişiyi (MusaAs ile ilgili olarak) benim rabbim Allah’tır dediği için mi öldüreceksiniz?” diyor. “ve kad caeküm bil beyyinati mir rabbiküm: sizin rabbinizden açık belgelerle gelmiştir”. “ve iy yekü sadikay yüsıbküm ba’dullezı yeıdüküm: eğer doğru söylüyorsa o zaman sizi tehdit ettiği bazı şeyler başınıza gelebilir” diyor. “ innellahe la yehdı men hüve müsrifün kezzab: Allah, aşırı giden yalancılardan hiç birisini doğruya yöneltmez”. Şimdi bakın buradaki ifadelerin tamamı tam inançlı bir insanın söyleyebileceği ifadeler ama bu adama niye Allah imanını gizleyen mümin bir insan demiş? Şimdi şurada evrensel doğrularla konuşuyor dikkat ederseniz. Yani bu bizde fazlaca bilinen şeyler değildir. Yani kuranın koyduğu hukuk evrensel hukuktur. Yada bunun bir başka ifadesi tabii hukuktur. Tabii hukuk ne demek? İnsanların ve varlıkların yaratılışına uygun hukuki yapı. Çünkü Allah dini nasıl tanımlıyordu? 30.surenin 30.ayetinde ne diyordu dini? Fıtrat diyordu değil mi? “Ve ekım vecheke lid dini hanifa: yüzünü dosdoğru bu dine çevir”, “fıtratallahılleti fataran nase aleyha; Allah’ın fıtratına ki insanları ona göre yaratmıştır”, “la tebdile li halkıllah: Allah’ın yarattığının yerine geçecek hiç bir şey yoktur”. Fıtrat dediğiniz zaman kişinin yaratılışına uygun bir din yani işte şimdi şurda kaynağından alınmış taze bir su var. Bu suya yeryüzünde itiraz edecek hiç kimse yoktur. Buna kafir de muhtaçtır müslüman da muhtaçtır, hayvan da muhtaçtır ağaç da muhtaçtır. İşte Allah’ın dini de böyle herkesin ihtiyacı olduğu şeydir. Siz Allah’ın dinini doğru bir şekilde anlatırsanız hiç kimse buna itiraz etmez. Yani insanlara verirkem su veriyorsunuz. İşte tabii hukuk da insanların hukuki ihtiyaçlarını ihtiyaç duyduklarını karşılamak. Yani öyle bir şeyle karşılıyorsunuz ki hiç kimse size hayır diyemez. İşte burda da bu mümin zat o şekilde konuşuyor. Yani öyle bir şekilde konuşuyor ki mesela bizim geleneksel anlayışımıza göre hareket etsek Firavun Allah’a inanır mı? Geleneksel? Yani geleneksel anlayışta? Geleneksel din anlayışında Firavun Allah’a inanır mı? İnanmaz. Öyle dediğin zaman her şey yıkılır. Halbuki Allah’a inanmayan bir tek insan yeryüzünde yoktur. İnanmadığını söyleyen vardır. O başka bir şey öbürü başka bir şey. O zaman problem hiç bir an. Mesela ben Fransız ataistlerle konuştuğum zaman ki en önde gelenleriydi. Küçük bir kelime söyledim dedim ki; “Allah’ın varlığına ve birliğine inanmayan bir tek insan yoktur”. Bak var ve bir. Hiç kimse iki tane Allah vardır demez yeryüzünde. Mümkün değil. Öyle deyince birbirlerine baktılar, bir tanesi dedi ki; “Budistler de mi öyle?”. Bakın kendilerini hemen atladı dikkat ediyormusunuz? Kendilerinden hiç bahsetmedi. “Budistler de mi öyle?”. Dedim “Budistler’de bir nirvana var biliyorsunuz. Ne ile birleşecekler? İşte birleşmek istedikleri şey Allah’tır”. Budislerin nirvanası tarikatlara fenafillah diye geçmiştir işte Allah ile birleşme şeklinde. Yoksa tabi islamda böyle bir şey olması imkansızdır. Şimdi bakın orda da şunu söylemiştim onlara; “mesele Allah’a inanıp inanmama değil”. Dikkat ederseniz Allah’ın en önemli kafir olarak, kafirlikte zirve anlamında gösterdiği İblis Allah’a inanç konusunda herhangi bir problem yaşamaz. Aynı şey bütün ateistler için gereklidir. Siz bakın ateist arkadaşlarınızla biraz konuşun, Allah’ın varlığı ve birliği konusunda en küçük şüphelerinin olmadığını görürsünüz. Neden? Çünkü Allah’ı öğrenmek için kimseden ders almanıza gerek yok ki. Siz çocukluğunuzdan itibaren tabiatı okuyorsunuz, ölene kadar okuyorsunuz. Tabiat Allah’ın yarattığı ayetlerden ibarettir. O Allah’ın indirdiği ayet öbürü de yarattığı ayettir. “Efendim benim elime kitap geçmedi!”. Geçmesin kardeşim. Sen bir kere Allah’ın kitabısın. Sen kendin öylesin bi kere. Sen bi kere Allah’ın ayetisin. Senin içinde de sayısız ayetler var. Tabiat da Allah’ın ayeti. Dolayısıyla her yanlış seni rahatsız eder. Yaşadığın toprak neresi olursa olsun. İşte burda Firavun ailesinden o mümin zat kimliğini gizliyor. Konuşurken dört dörtlük müslüman gibi konuşuyor nasıl oluyor? Evrensel kelimelerle konuşuyor. Onlara ne diyor? Diyor ki; “yani bir kişi ‘rabbim Allah’tır dedi diye onu nasıl öldüreceksiniz?”. Firavun “Allah bizim rabbimiz değil” demez ki. Asıl problem Allah hayatınızda kaçıncı sırada yer alıyor. İstersen 5 vakit namaz kıl. İstersen ne yaparsan yap. Allah’ı hayatında ikinci sıraya koyduğunda ister kendi arzularını ister başka şeyi birinci sıraya aldın mı işte orda Allah ile ilişkini kesmiş olursun. Siz şöyle çevrenize bakın sizin çok yakın dostlarınız olur ama bir baksanız ki bir başkasıyla beraber gidiyor, selam veriyorsun “selamun aleykum”, “aleykum selam” yürüyor böyle. “Hayırdır yaa, başka dostlar buldun beni unuttun”. İşte şirk budur. Sen yoksun diyor mu? Senin gibi bir adam yoktur diyor mu? İşte Allah’ı ikinci sıraya koymaktır. Bitti. Allah’ı ikinci sıraya koyan kişi hem müşrik hem de kafir olur. Başka herhangi bir şeyi birinci sıraya alırsa bitti. İşte burda Firavun da pekala Allah’ı biliyor. Zaten kuranda bu konuda çok sayıda ayer var. Üzerinde şey yapmayacağım. Diyor ki; “firavun ailesinden inancını gizleyen kişi şöyle dedi; rabbim Allah’tır dedi diye bir adamı öldürecekmisiniz? İşte size belgelerle de gelmiş üstelik. Bak belge de getirmiş”. “Rabbinizden” bakın “rabbinizden”. O bizim rabbimiz değildir demiyorlar dikkat edin. Allah benim rabbim değildir demez. Firavun da demez hiç birisi de demez. “ve in yeku kâziben fe aleyhi kezibuh: yalan söylüyorsa yalanın sıkıntısını kendisi çeker”. Neden? Yalan insanın vücudunu da rahatsız eder. Çünkü kişinin fıtratına terstir. Allah insanları yalan söylememek üzere yaratmıştır. “in yeku sâdikan yusibkum ba’dullezî yeidukum: ya doğru söylüyorsa? Size yaptığı tehditlerin bazısı başınıza gelir” diyor . “innallâhe lâ yehdî men huve musrifun kezzâb: Allah aşırı giden yalancı hiç kimseyi doğru yoluna kabul etmez”. Buna da kimse ses çıkarmaz. Efendim israf. Hiç yeryüzünde israfı savunan biri duydunuz mu? Yalancılık! Hiç yalancılık lehinde konuşan duydunuz mu? Yani insanlar şöyle: kendi yalan söyler ama kendine yalan söylenmesini kabul etmez. Kendi herkesi kandırır ama kimse beni kandırmasın der. İşte insanlar en çok Allah ile aldatılırlar. Bunu hiç unutmayalım. Niye en çok Allah ile aldatılırlar? Çünkü herksin inandığı ve güvendiği tek zat Allah’tır. Yeryüzğndeki bütün insanların inandığı ve güvendiği tek zat Allah’tır. Öyle olunca Allah ile aldatma yapılır. Allah ile aldatmak için doğru yolun üstüne oturacaksınız. Bunun asıl olmazsa olmaz şartı odur. Olmazsa olmaz şartı doğru yolun üstünde oturmaktır. Doğru yolda oturmanım da olmazsa olmaz şartı o yolu bilmektir. O yolu bilmeyen bir insan aldatamaz ki. Hiç bir zaman adam sana namaz kılma demez. “Namazı kıl ama” der hemen yanında. Oruç tutma demez. “Oruç tut ama”. Efendim işte şunu yapma bunu yapma demez. Allah’tan başkasına kulluk et asla demez. “Elbette ki Allah’tan başkasına kulluk edilir mi? Onun için şunlara öncelik vermemiz lazım” der o kadar. Bütün mesele o. İblis de der ki; ben Allah’tan korkarım” der kuranda. Yeryüzünde ben Allah’tan korkarım demeyen bir adam bulamazsınız. Size karşı demeyebilir ama onu dikkatle takip edin dediğini duyarsınız. 12 Eylül dönemini yaşayanlarınız varsa bilirler. O zaman gazetelerde sık sok şöyle haberler çıkardı: “ben ateistim, ben hiç bir dini kabul etmiyorum, ben ölürsem benim cenaze namazım kılınmasın” işte şöyle yapın böyle yapın falan filan. Bu tür fikirlerin üretildiği bir merkez var idi o zaman. Ben de oraya gitmiştim. Daha fazla isim vermeyeyim de televizyon ekranından. Oraya haftada bir kere gidiyordum. Bir ansiklopedi çıkarıyorlardı. Ben de o ansiklopedinin yazarlarındandım. Oranın başkanı ki kendi bana açıkça “ben ateistim Allah’a inanmam” diyen bir adam. Bana bir gün geldi şunu söyledi; Hoca dedi “eğer ahiret varsa” açıkça “ben Allah’a inanmam” diyen adam. Hem de dediği zaman da o gurubun tamamı da oradaydı ki ekipteki şahısların tamamına yakını Türkiye’de tanınan insanlardı. Şimdi çoğunuz bilmeyebilirsimiz. Ben de hatırlamıyorum bir çoğunun ismini şimdi. Çünkü bu dediğim 81, 82 falan, o dönemler. Dedi ki “Hoca” dedi “düşünüyorum da eğer ahiret varsa her şeyi bırakıp ömrümüzü ibadetle geçirmeye değer”. Bakın kendisini ateist diye anlatan kişi bunu bana söyledi. Ve o ateistlerin ana merkezinde bunu söylüyor. Tabi dedim, şurada ne kadar ömrümüz var 50-60 sene bilemedin 100 sene. “Ya Hoca, bırak Allah’ını seversen” dedi “100 milyon sene olsa ne yazar, bir gün bitmeyecek mi” dedi. “Bak matematikte bir kural vardır. Sonsuz karşısında bilinen rakamların değeri sıfırdır. Orası sonsuz. Orada bildiğimiz hangi rakam kadar yaşarsak yaşayalım ahiretin sonsuzluğu karşısında hiç önemli değil. Dolayısıyla bütün ömrü ibadet ile geçirmeye değer” dedi. Bir de şunu söyledi; “bu öyle bir kumardır ki yeryüzünde bunun kadar kazanç sağlayacak kumar yoktur”. Şimdi düşünün bakın kumara dikkat edin. Kumarla bugün üzerinde duracağımız takiye arasına bakın. Kumar kazanma amacıyla oynanır değil mi? Ama kaybetme riski her zaman vardır. Şimdi bu kişi etrafındaki arkadaşlarına göre kendisini inançsız tanıdığını düşünüyor ama kendine göre inançsız değil o. Ne diyor; “bu bir kumar olsa bile oynamaya değer” diyor. Çünkü yeryüzünde bunun kadar kazançlı bir kumar yoktur diyor. Bi kazandın mı sonsuza kadar gideceksin. Ben de dedim; “şu kumarı oyna da göreyim” dedim hemen kalktı gitti yanımdan. Ben ateistim diyen kişi de bile din bu kadar etkili olduğu için insanları aldatmak isteyenler din üzerinden aldatırlar. Ondan dolayı Allah Tevbe suresinin 35.ayetinde bize şöyle söylüyor: TEVBE, 34.. Ayet: Ya eyyühellezıne amenu: müminler”, “inne kesıram minel ahbari ver ruhbani le ye’külune emvalen nasi bil batıli ve yesuddune an sebılillah”. Ahbar ve ruhban! Ahbar, ilim adamı demek. Ruhban da din adamı demektir. “Ahbar, ruhbanın çoğu insanların mallarını batıl yolla yerler”. Mesela bir mal satmak ister hemen bakarsınız ki bir ilim adamı çıkmış o malım vücuda şu şu faydalarındam falan bahsediyor. Herkes alır. Önemli değil. Ruhban da din adamları. Bir din adamı çıkar size cennet satar. Cennet satmanın da olmazsa olmazı korku pompalamaktır. Korku pompalar. “Bu Allah’a güven olmaz” demez tabi hiç birisi haşa! Güven konusunda son derece şeydir de ama insanları öyle bir hâle getirir ki “bu Allah’a güven olmaz. Bize gel biz seni kurtarırız”. Dünyada imanını kurtaracak, ölürken imanını kurtaracak, mahşerde şey yapacak. Bir de sırat köprüsü diye bir şey uydurmuşlardır biliyorsunuz. Sırat köprüsü kuranda yoktur. Bazı hadislere koymuşlardır. Sanki ahiret imtihan yeri de adam giderken düşecekmiş! Orada bir daha imtihan yok ki. Bu, Zerdüşler’den gelmedir. Zerdüş kaynaklıdır. Orada da kurtaracaklar. Mesela Mahmud Efendi’nin Sohbetler kitabında şöyle bir şey var. Diyor ki; “Şahı Naklibendi Hazretleri öldüğü zaman kabirde ona bir koltuk getirildi” tabi kürsü oluyor, taht. Neyse.. “Dedi ki; ben rabbim ile anlaşmışım, bütün müridlerimi yerine yerleştirmeden hiç bir şey ile meşgul olmayacağım”. Yani siz kimsiniz ki bana sorasınız! İşte böyle şeyler hep Allah ile şey yapılır. Burada en çok söylenen de yalandır. Çünkü siz doğru din ile hiç kimseyi kandıramazsınız. Tıpkı bir insana şıra verirseniz o insanı hasta edemezsiniz daha güçlü hale gelir. Parasını alamazsın. Ama adamın cebini boşaltıp da istediğin tarafa çevirmek istiyorsan şırayı sarhoş edici hale getireceksiniz. Onu ekşiteceksiniz alkollü içecek haline gelecek ve ona içireceksiniz. Ondan sonra ceplerini boşaltmaya başlayacaksınız. İşte bugün takiye de aynen öyledir. Ve biz bunu tarih boyunca gördük. Yani en büyük takiyeci İblis’tir. İnsana böyle sağdan girer soldan girer önden gelir arkadan gelir. AdemAs’a ne demişti İblis hatırlıyormusunuz? Bakın Allah dedi ki; “şu ağaca yaklaşma” dedi. Yeme demedi yaklaşma dedi. Adem ile Havva’ya dedi. İblis de öyle bir yerden girdi ki insanın en zayıf yeri. Diyor ki; “yok olmayacak bir saltanat” var Taha suresinde ifade. “Ve ölümsüzlük ağacı”. Bak şu ağaçtan bir defa yersen ölmezsin. Muhteşem bir şey. O ağaç ahiretteki cennette olmaz. Onunla da aldatıyorlar sürekli. Efendim cennetten yeryüzüne inmiş imiş AdemAs. Yeryüzünde yaratıldı burdan cennete gitti! Cennet ebedi yaşama yeridir orada ölüm yok ki AdemA ölümden korksun orda. Orda zaten herkes sultan gibi yaşayacak orada saltanat olur mu? Diyor ki; “ölümsüzlük ağacını ve yok olmayacak saltanatı sana göstereyim”. Ne kadar güzel şeyler görüyormusunuz? Nedir? Ana hedefinden çevirmek içim söyşediği yalanlardır. Ana hedef nedir? Allah’ın emrinden çıkaracak. İşte kötü mekr, kötü keyd budur. AdemAs da öğretmeni Allah olan, bulunduğu yerde hiç bir problem yok, ne kötü komşu var, ne bir kısım medya var hiç bir şey yok. O zatı iyi eğitilmiş olan o zâtı eşi ile beraber aldatabiliyor. Arkasından da yemin ediyor. “Ve kâsemehuma inni lekuma le minel nasırin” Araf suresinde var ikinci sayfada. Yemin etti o ikisine; ben sizin iyiliğinizden başka bir şey istemiyorum. Dolayısıyla işte dost gibi gözüken, size doğru yolu gösteriyormuş gibi gösteren, insanları aldatanlarım büyük bir bölümü dini kullanır. Bu konuda çok dikkatli olmak lazım. Dünya işlerinde aklınızı bir kullanıyorsanız din konusunda bin kullanöanjz lazım. Ama siz çok iyi biliyorsunuz ne derler din konusunda? Mesela kuran okuyalım. Ne derler? Sen kurandan anlamazsın. Anlamadığım şeyden nasıl sorumlu olacağım ya? Efendim din akılla anlaşılmaz! İyi güzel de bu din koyunlara mı gelmiş? İnsanlar akıllı. Allah da pisliği aklını kullanmayanlara yığarım diyor. Ama bu din konusunda şeytanlar o kadar çoktur ki. Doğru yolum üzerindeki şeytanlar. Bunların çoğu İblis gibi AdemAs’ın karşısına çıkıp da AdemAs’ı İblis nasıl aldattı. Sonra AdemAs hemen aklını başına topladı tevbe etti. Aldattı ise hepimizin önünde de İblisler sayısızdır. Ama bunların en tehlikelisi de din adamı olarak karşımıza çıkanlardır. Onun için Allah Tevbe suresinde bu konuda çok ciddi bir şekilde bizi uyarıyor. TEVBE, 34.. Ayet: Ya eyyühellezıne amenu inne kesıram minel ahbari ver ruhbani le ye’külune emvalen nasi bil batıli: Müminler! Ahbar(hıbr yani mürekkep yalamış olan kişiler. Türkçede öyle denir karşılığında) ve e ruhbanlar(yani Allah’tam korktuğunu söyleyen din adamları): onların çoğu insanlarım mallarını batıl yolla yerler”. Haksızlıkla yerler. Çünkü hedefleri o: dünyalık. “ve yesuddune an sebılillah: insanları Allah’ın yolundan uzaklaştırarak”. Çünkü başka şekilde yapamazsınki. Doğru şeyleri yap dediğin zaman adamın malını yiyemezsin ki. Şu elimdeki meal Diyanet İşleri Başkanlığı’nın meali. Şu anda Türkiye’de mevcut meallerin en iyilerindendir. Bak burada nasıl mana vermiş. Hemen az önceki söylediğimin tasdiki olarak. “Ey iman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden bir çoğu insanların mallarını haksız yollarla yiyorlar ve Allah’ın yolundan alıkoyuyorlar”. Peki içinizde hahamlarla-rahiplerle muhatap olup da ona mal yedireniniz oldu mu? Böyle bir şey olabilir mi? Hayalinşzden geçebilir mi? E bu ne? “Ya eyyuhellezine amenu: ey müminler” diyor? Bu ne kardeşim? Millete meal okuyun diyoruz. Bu ne? Böyle bir meal olur mu? Hangi müslümanın hahamla rahiple işi olur? Hiç hayatınızda böyle bir şey oldu mu? Sonra hahama rahibe hiç mal yediren oldu mu? Hadi görüşürsün, komşun olabilir onda bir problem yok. Görüşmede hiç bir sakınca yok. Seni Allah’ın yolundan çıkaracak. Peki bir müslümanı bir haham Allah’ın yolundan çıkaracak diye bir şey insanın aklına gelir mi? Bir rahip Allah’ın yolundan çıkaracak diye bir şey akla gelir mi? Sen zaten onların yolunu kesmişsin kardeşim. Senin yolun başka benim yolum başka demişsin zaten. Bakın bu ayete bu meal nasıl verilir Allah aşkına ya! E ne oldu şimdi? Bakın bu kadar anlattıklarımın hiç bir anlamı kalmadı verilen mealle değil mi? İşte din sahası gerçekten sömürmek isteyenlerin en çok üzerinde durduğu sahadır. İşte şu anda Türkiye, Fethullah olayını yaşıyor. Feto olayını yaşıyor. İnsanlar bunu gördü ama bir müddet sonra hemen unutur insanlar. Halbuki sadece o mu? Dolu. Etraf dolu. Yani insanların mallarını yiyip insanları din ile anlatanlar bunlar mı? Ama neyse biz bugün biraz olayı iki ayrı açıdan ele alacağız. Önce şia konusunu işleyeceğiz: Şiiler nasıl yapıyorlar. Bir de Ferullah’ı işleyeceğiz. Müslümanlar Mekke’de ortaya çıktı. Çıkmış işte nolacak! Birisi Allah’ın elçisiyim demiş. Mekke ve Medine. Fazla bir şey yok. Öbür tarafta o günün en büyük 2 tane devleti var. Birisi Sasani devleti biri Roma imparatorluğu. Bu Mekke’de hiç değer vermedikleri, öteden beri hafife aldıkları bu insanlar kalkıyorlar kısa sürede bu iki devleti bitiriyorlar yani. Ve dikkat ederseniz iki devlet de asla yani Roma ve Sasani tarafı asla bunu hazmedememiştir. Şimdiye kadar çoktan hazmederdi biz müslümanca davransaydık. Kurana göre davransaydık. Mesela ÖmerRa kurana göre davranarak kısa sürede İran’ı müslüman yapmıştır. Saad Bin Ebi Vakkas orayı alıyor diyor “ya Ömer müthiş zenginlik, hayal edilemeyecek hazineye konduk. Şah gitti fakat erkekler çekilmiş burdan kadınlar ve çocuklar kalmış, bunlar perişan vaziyette. Ne yapacağız?”. ÖmerRa da kuranın ganimetlerle ilgili emre göre hareket ediyor. Mesela Enfal suresi 41.ayette. Kuranın 8.suresi. Diyor ki burda; ENFAL, 41.. Ayet: Va’lemu ennema ğanimtüm min şey’in: şunu bilin ki aldığınız bir ganimet”, “fe enne lillahi humüsehu: 5’te biri Allah için ayrılır”, “ve lir rasuli ve lizil kurba vel yetama: resul için” yani bu kitabın hükümlerini hakim kılmak için harcanacak. “Ve lizil kurba: resulullah’ın en yakunları”. Çünkü bu tür şeylerde en çok sıkıntı çeken o baştakinin en yakınlarıdır. Herkes onlara yüklenir. “Ve yetimler için” diyor. Saad B.E.Vakkas ne dedi; “yetim kalmış çocuklar var”. Bak müslüman yetimlere demiyor. Yetim kim olırsa olsun. “vel mesakıni: çaresiz kalmış kimseler”. Ordaki kadınlar çaresiz değil mi? O kadınları düşünün: kocası savaşa gitmiş, savaştıkları düşman ülkeye hakim olmuş her şeyi ellerine geçirmiş. Elinde çocuk var, ev var, bir gelir yok, eşi yok, her şeyi tarumar olmuş. O kadından daha çaresiz kişi olur mu? Bak çaresizlere verin diyor. “vebnis sebıli: yolda kalanlara”. Şimdi bu ayet gereği ÖmerRa diyor ki; “o ganimetten o çocuklara ve orada sıkıntı içerisinde olanlara dağıt” diyor. Asker içerisinde de uygun olanlar oradaki uygun hanımlarla evlensinler diyor. Aa! Şimdi bakıyor o kadın çoluk çocuk: bu adamlar bize para dağıtıyor. Ya siz kafayı yemediniz değil mi? Bunlar ne biçim insan. Memleketimizi aldılar bize para dağıtıyorlar. Bakıyorsunuz ki senin hakim kişi dediğin evlilik teklif ediyor. Zorla değil. İstersen evlenirsin istersen evlenmezsin. Ya bunlar ne biçim insanlarmış, ne iyi olmuş da gelmiş almışlar memleketi. Ya bu ne biçim bir dinmiş. Kısa sürede bütün İran müslüman oluyor. Olmaz mı? Muhteşem bir şey. Ama arkdan, tabi ÖmerRa’dn sonra sistemde çok ciddi çökmeler olmuştur. Sık sık söylüyoruz. Daha sonra Hindistan’a kaçanlar tekrar geri geliyor. Çok usta manevralarla İranlı’nın kafasını bozuyorlar. Şöyle dikkat edin İran’daki 1500 yıllık edebiyat geçmişinden dolayı bir çok ilim adamı İranlı’dır. Mesela biz burda size anlatırken Rağıb El Isfahani’nin Müfredat’ından şey yapıyoruz kuran sözlüğünden. İranlıdır. Çok sayıda. Ebu Hanife İranlı’dır. Fahreddin Razi’dir Taberi’dir çok sayıda alim İranlı’dır. Arap dilini ortaya çıkaranlar onlardır. Yani ilim olarak ortaya çıkaranlar onlardır. Çok büyük hizmetler yapmışlar. Ama arkalarından gelenler takiye ile tekrar bugün hala İran’da Sasani devletini hakim kılma sıkıntısı vardır. Batıda da hala eski Roma’nın intikamını alma arzusu vardır. Ondan dolayı dikkat ederseniz Roma ile İran müslümanları ezme konusunda bir pres görevi yaparlar. Eskiden beri yaparlar. Ama İran’ın işi biraz zor. Neden zor? Çünkü arkadan gelenler müslüman bir toplumla karşılaştılar. Siz müslümanlıktan uzaklaşın diyemezler. Gene bugün de diyemiyorlar. O zaman yapacakları şey nedir? Takiye! Yani gerçek kimliğini gizlemenin yollarını öğretme. İşte Fetullah da mesela Türkiye gibi dünyada bir islam kimliği ile hareket ediyor. Mecburen takiye yapacal başka çare yok. Ben burada defalarca size anlattım. Roma’da diyalog kurulu başkanı ki Vatikan başbakanı idi. Vatikan’da Roma demeyeyim de. Roma’da ama ayrı bir yer. Vatikan başbakanı yani Papa’dan sonra gelen kişi. Bizim büyükelçinin bana ifadesi şuydu: “bu şahıs her ne kadar protokolde ikinci sırada otursa da etki açısından birinci sıradadır” demişti Katolik dünyasında. Onunla görüşme ayarlamışlar. Görüşürken adam sırf benimle konuştu uzun bir süre. Ve bana söylediği ilk cümle şu olmuştu ki benimle beraber orada Roma’da Fetullah Gülen hareketinin diyalog merkezi de vardı orada. O merkezin yöneticileri de benimle beraber oraya gelmişlerdi. Onların yanında bana aynen şunu söyledi; “siz kurana uyduğunuz sürece sizinle diyalog olmaz”. O zaman, diyaloğun birinci şartı neymiş? Kurana uymamak. Fetullah bunu kabul etmiş mi? Etmiş. Ettiği için ne diyordu; “kuran müslümanlığı sapıklığı”. Tabi ki diyecek gayet normal. O bunu dediği için biliyorsunuz işte Aracılık Ve Şirk kitabını onun için yazmıştık. Yanlış yolda olduklarını taa 90’lı yıllarda hatta ben 80’li yıllarda başlamıştım da yazılı olarak o zamandan beri anlatıyoruz. Şimdi burda her iki tarafta da büyük bir sıkıntı var. Batılılar Fetullah’ı kullanarak , işte İranlılar da oradaki müslümanları kullanarak islam dünyasını çökertmenin peşindeler. Normal, yapacaklar tabi. Herkesin cehenneme gitme hürriyeti var. Ben mesela şu şeyden çok rahatsız olurum: çıkarlar televizyona başka yerlere düşmanı kötülerler. Ya kardeşim, düşmanın iyisi hiç oldu mu tarih boyunca? Düşman tabi her şeyi yapacak. Sen ne yapıyorsun? Yani sen şimdi düşmnı kötülediğin zaman kendin iyi mi olmuş oluyorsun? Bu ne demek? Tabi ki hile yapacak tabi ki her şey yapacak kardeşim. Aklı başında ol yaa. Aydın Hoca’dan Şia’yı bi dinleyelim. Takiyeyi nasıl dinin bir parçası haline getirmişler.
AYDIN MÜLAYİM: Tabi insanım can tehlikesi dolayısıyla takiye yapması yani şahsiyetini gizlemesi kuranda da ve yaşanmış ResulullahSav’in döneminde yaşanmış olaylarda da bu görülmektedir. Ki bu konuda hem şii heö sünni ittifak içindedir. En çok da hepsinin dayandığı bir olay daha vardır ki bu olay Ammar Bin Yasir olayıdır. Bu olayda Mekke müşrikleri Ammar Bin Yasir ailesini tutukluyorlar. İşkence görüyor bayağa onlar. Ammar’ın annesi babası Yasir gözünün önünde Ammar’ın şehid edilir. Ve Ammar’ı da zorla yani MuhammedAs’ın aleyhine bazı kelimeleri söylemesini mecbur ediyorlar ki bu konuda bundan sonra 106.ayet iniyor. Bu ayette kalbi iman yani güven doluyken ağır baskı altında olan dışında her kim inanıp güvendikten sonra ayetleri görmezlikten gelir ve görmezliği/kafirliği içine sindirirse Allah’ın öfkesi onların üstünde olur. Onların hakettiği büyük bir azap vardır. Şimdi bu olay tabi ki bir ölüm tehkilesi karşısında bir insanın inancını kalbi mutmain iken gizliyor ve onlarım isteğini yapıyor. Bu hem sünniler açısından hem de şia tarafından kabul edilir. Hatta kuranda da desteklenir bir mahiyettedir ama PeygamberAs da geldiği zaman bu olay olurken, sabretmelerini daha çok tavsiye ediyor. Ve bir ruhsattır bu. Bunu ehli sünnet de kabul ediyor. Allah’ın verdiği bir ruhsattır.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Zaten kuranda var.
AYDIN MÜLAYİM: Ve bu olay malesef şia, hayatının her alanında olacağını bu takiyenin yani bir insanın şahsiyetini gizlemesini ve hatta takiyesi olmayanın dininin olmadığını, iki şey dışında hayatının her alanında takiye yapılacağını iddia ediyorlar. Bu iki şey birisi içki içmektir diğeri de mesh üzerine mesh yapmaktır. Diyorlar ki bu da Kuleyni’de geçer.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Aydın Hoca istersen mesh üzerine mesh dedin ya buna bir kısa açıklama yapayım ondan sonra sen unutma da devam et. Ayaklara mesh konusunda tamamen siyasi bir baskı yapılmıştır. Haccac zamanında sünniler ayaklarını yıkamaya mecbur edilmişlerdir. Resulullah’ın yanında bulunan Enes B. Malik vardır. Çocukluğundan beri onun yanında büyümüş olan bir zattır. Bunu duyunca “Allah doğru söyler Haccac yalan söyler. Allah meshi emretmiştir bu ayakları yıkamayı emrediyor” şeklinde şey yapmıştır. Ayaklar baştan yıkanıyordu. Çünkü çok dikkatle bakarsanız Nisa suresi 43.ayetten bunu çok dikkatle bakan anlayabilir. Ki bizde bu konuda yayınlanmış çok güzel bir çalışma da var ayakları mesh konusunda. Ayaklara mesh etmeyi şia da kabul eder sünniler de kabul ederler. Ama doğruda ittifak ettiler. Peki. İkisi de doğru. Çünkü Allah baştan ayakları yıkama vardı, en son inen Maide suresi dolayısıyla ayakları yıkama kaldırıldı, meshin kolaylığı getirildi. Bu konuda Buhari’de de çok sahih hadisler de vardır. Resulullah’ın ondan sonra hatta terliğine mesh ettiğine dair de sahih rivayetler vardır. Mesh etmeye müsade ediyorlar fakat mesh konusunda bu defa ikiye ayrılıyorlar. Tamamen bir siyasi tercih. Efendim birisi çıplak ayağına mesh ediyor birisi çorap yada ayakkabı üzerine mesh ediyor. Ama ayakkabıya da şart koşuyor işte bileğini kapatacak, şöyle olacak böyle olacak falan diye. Bu arada şunu da söyleyeyim: çoraba mesh etme konusunda mezhepler arasında ihtilaf yoktur. Çoraba mesh edilebilir. Sünni mezhepler arasında ihtilaf yoktur. Hanefiler çorabın bir takım özelliklerini söylerler. Ayakta durması derler. Kişinin ayağında durması. Yürürken çorap seni terk etmemeli manasına. Birisi çoraba mesh etmeye fetva verir sünniler, öbürleri de çıplak ayağa mesh etmeye fetva verir. Ama çıplak ayakta da bir şart vardır. Öyle başını mesh ettiğin elin ıslaklığı ile ayağını mesh edecsksin. Yeni bir su alırsan olmaz. Elini yeniden suya sürer de mesh edersen o olmaz. Geçersizdir. Şimdi ne oluyor? Bu bir siyasi tercih. İkiniz de mesh edersiniz ama ehli sünnet çıplak ayağına mesh edersen olmaz. İlla ya çorap giymiş olacak yada işte mest dediğimiz onu giymiş olacak. E peki kardeşim, ayetler çok açık bir kere yani. İlgili hadisler son derece açık. En küçük şüphe yok. Dediğim gibi bizde yapılan çalışmayı okursanız net bir şekilde görürsünüz onu. Eğer ayaklar yıkanacak ise mesh nasıl yıkanmanın yerine geçer? Eğer mesh yıkamanın yerine geçiyorsa işte bak kolum kapalı, ellerimde de eldiven varsa böyle yaparım olur biter yani. Bunu da böyle yaparım. Niye buna cevaz vermiyorsunuz? Nerden çıkarıyorsunuz bunu? Peki ayaklarınıza mesh edin dendiği zaman mesela siz izleyicilere söyleyeyim. Burdakilere de. Mesh etmek ne demek? Ayağa dokunmaktır. Bi ayaklarınıza dokunun bakalım. Hadi dokunun. İzleyiciler de dokunsun. Hiç ayakkabısını çıkarma ihtiyacı olan oldu mu? Yada çorabını çıkarma ihtiyacı olan oldu mu? Bitti. O anda ayağın ne durumdaysa o şekilde dokunursun. Birisi efendim illa çıkaracaksın demiş, öbürü şu şartlarda olacak demiş ikisi de meshi kabul etmiş. Ama sünniler diyor ki; ayağı yıkamak farzdır. Peki delilin ne? İşte bu bir çeşit akide olmuştur. Yani iki gurubun bir çeşit alâmeti farikası yani simgesi olmuştur. Bu simgeyi kaybetmeyin diyor Şia değil mi?
AYDIN MÜLAYİM: Söylediğiniz gibi ehli sünnet de şia da takiyeyi kabul ediyor ancak burada bir ruhsat olduğunu Allah beyan ediyor. Hem de Resulullah’ın hadislerinde böyle bir şey var. Bir ruhsattır. Ölüm tehlikesi olduğu zaman herhangi bir can tehlikesi, tecavüz dolayısıyla bir insan şahsiyetini kimliğini gizleyebilir. Bu bir ruhsattır. Özürdür. Ancak malesef buradaki bu ruhsatı şia azimet olarak almıştır. Yani vacip hatta imanının gereği olarak kabul etmişlerdir. Yani Allah’ın her bir insana dürüstlük,kimlik, şahsiyet kazandırmayı amaçlayan bu dinimizi bazı şia din adamları çoğunlukla böyle bir amacı yok etmek ile uğraşıyorlar adeta. Kimliğini gizleme aslında iki yüzlülük olarak da geçiyor ki bunu şia şöyle savunuyor. Münafık ile takiyeyi ayırırken diyor ki; “bir müslümanın kafire yaptığı yani şahsiyetini gizlemesi: bu takiyedir” diyor. Bir müslüman kafire yaparsa takiyedir. Ancak bir kafirin müslümana yaptığı ise münafıklıktır diyor. Yani ikiyüzlülüğü birine yaparsanız buradaki cevap: kafire yaptığınız zaman takiye oluyor, kafirler müslümana yaptığı zaman ise bu münafıklık oluyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şiaya göre kendilerinden başka müslüman var mı?
AYDIN MÜLAYİM: Hayır öyle bir şey yok zaten. Söyleyeceğiz. Rivayetlerinde söylüyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kendilerinden başka müslüman yok. Dolayısıyla onalara göre biz müslüman değiliz yani.
AYDIN MÜLAYİM: Kendi hadislerinde vardır bu. En büyük iftira nerede atılıyor iddialarını savunmaları için? ResulullahSav tabi ki de. ResulullahSav şimdi, Ubey Bin Selul var bildiğiniz gibi hepinizin. Münafıkların reisi. Öldüğü zaman ResulullahAs onun cenaze namazını kılmaya gidiyor. Tabi şia burada ayetin iniş sebebini de kendisine yoruyorlar. Diyorlar ki; münafıklar üzerine namaz kılma ayeti aslında inmişti, o indikten sonra Resulullah buna bakmayarak..
ABDULAZİZ BAYINDIR: O ayeti oku. İzleyici o ayeti bilmiyor ki. Sen onu oku, ondan sonra.
AYDIN MÜLAYİM: Ayeti almadım buraya.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ben ayeti bulurum sen konuşmana devam et.
AYDIN MÜLAYİM: Şia burada bu ayetin nuzûlünün daha Resulullah Sav bildiği halde gidip o insanın cenaze namazını kılması ve kılındıktan sonra ÖmerRa’ın Onun önüne çıkarak Allah sana bunu yasaklamadı mı diyor. Resulullah’a soruyor. Resulullah susmuş. Ömer tekrar “ya Resullallah, Allah sana bunu yasaklamadı mı?” diye sorması üzerine Ömer’e şöyle diyor; “yazık sana! Benim ne dediğimi biliyormusun? Ben, Allah’ım onun karnını ve kabrini ateş doldur,Onu cehenneme gönder dedim”. Bunu Kuleyni’de söylüyor. El Kafi 3.cild sayfa 174’de.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak burada Tevbe suresinin 84.ayetinde. Bu ayet Aydın Hoca’nın bahsetmiş olduğu Abdullah Bin Ubey Bin Selul’un vefatından sonra indiği rivayet edilmiş. Zaten öyle olması gerekir. Çünkü Resullah’ın Allah’ın emrinin dışında bir şekilde hareket etme yetkisine sahip değildir. Diyor ki burada Allah; TEVBE, 84.. Ayet: Ve la tüsalli ala ehadim minhüm mate ebeden: onlardan herhangi birisi öldüğü zaman asla onlara dua etme”. Biz cenaza namazı diyoruz: “cenaze namazını kılma”. “ve la tekum ala kabrih: kabrinde de bulunma” diyor. “innehüm keferu billahi ve rasulihı: çünkü onlara Allah’a ve resulüne karşı kafir olmuş”. Yani Allah’ı ve Allah’ın kitabını ikinci sıraya atmışlar. “ve matu ve hüm fasikun: yoldan çıkmış olarak ölmüşlerdir”. Artık onlarla ilgili herhangi bir şey yapma diyor. Şia ne diyor?
AYDIN MÜLAYİM: Diyor ki Resulullah orada takiye yapıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Şia diyor ki; bu ayet indikten sonra Resulullah gitmiş orada namaz kıldırmış! Bu asla olamaz.
AYDIN MÜLAYİM: Bildiği halde bu ayete ters davranmıştır, takiye yapmıştır diyorlar. Ve gizlemiş. Gitmiş orada beddua etmiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bedduasında ne demiş?
AYDIN MÜLAYİM: “Ya Rabbi onun kabrini ateş doldur”. “Benim ne dediğimi biliyormusun? Ben; Allah’ım onun karnını ve kabrini ateş doldur. Onu cehenneme gönder” dedim.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah’ın bir nebisi gidecek birisinin cenazesine ve orada dua edecek diyecek ki; “ya Rabbi onum kabrini ateş doldur ve onu cehenneme gönder”. Yani şimdi bir insan öldükten sonra artık zaten her şey biter. Onun amel defteri kapanır. Her şey biter. Ondan sonra sen ne dersen de. Bu, her şeye aykırı. Allah’ın resulü gidecek ve böyle bir dua edecek! Bak dikkat ediyormusunuz din sahasında kafalarına göre yeni bir şey uyduruyorlar, arkasından kendi yalanlarını Allah’ın elçisine atfediyorlar.
AYDIN; şimdi bu Allah’ın resulüne söylenen ayetlerle de ters. Hud suresi 112.ayette Allah resulüne şöyle diyor; “öyleyse emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindekiler de tevbe edenler dost doğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini de aşmayın”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten mümkün değil öyle bir şey olması.
AYDIN MÜLAYİM: Ondan sonra tabi geliyor en büyük ilk imamları olan İmam Ali. Ali’ye şöyle bir iddiada bulunuyorlar. Tabi Ali’nin imameti diyor kendi nas ile olduğu halde ki böyle iddia ediyorlar. Nas olunduğu halde kendinden önceki 3 halifeye ses çıkarmaması da takiye ile ilgilidir diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Bence en önemli konu bu burada. Bunlar diyorlar ki; Ali, MuhammedSav’den sonra halifedir. Zaten ezan okunurken ne derler şeyler? Eşhedü enne Aliyyen veliyullah. Eşhedu en la ilahe illallah deriz ya. Eşhedu enne Muhammeden resulullah deriz. Onlar bir tane daha ilave ederler eşhedu enne aliyyen veliyyullah derler. Yani ben şahidim ki Ali Allah’ın velisidir. Öyle bir kelime kullanıyorlar ki bunda da takiye var. Allah’ın velisi=Allah’ın dostu yani her müslüman öyledir diye kendilerini savunabilecekleri bir kelime kullanıyorlar ama bunu imanım bir şartı haline getiriyorlar. Dolayısıyla birisi derse ki birinci halife Ebu Bekir’dir, o zaman o kişi onlara göre mümin olabilir mi? Olamaz. Peki o zaman Ali bunu nasıl kabul etti? Ömer’i nasıl kabul etti? Osman’ı nasıl kabul etti? Takiyye! İşte kendi inançlarını oturtabilmek için başvurmak zorunda kaldıkları şey. Kendi kimliğini gizledi demiş oluyorlar.
AYDIN MÜLAYİM: Tabi işte bu da kafir olarak görmelerine delilidir. Şu rivayet var. Diyor ki; hatta peygamber bile ve imamlar da takiye yoluyla diyor küfre rıza gösterip fıska müracat edebileceğini söylüyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İşte bu küfre rıza çok önemli. Çünkü Ebu Bekir’in halifeliğini kabul etmek kafirliktir. Ömer’in halifeliğini kabul etmek kafirliktir. Osman’ı kabul etmek kafirliktir onlara göre. Peki Ali nasıl küfüre rıza gösterdi? Ondan dolayı mecburen böyle bir organizasyonun içine giriyorlar.
AYDIN MÜLAYİM: Burada çok önemli bir husus var. Nasıl olur da Ali, Resulullah’ın arslanı olan kişi onu gizliyor ve nas olduğu halde bir korkak müslümanın bile nassı her..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Nas dediği, ayet var. Ali hangi ayette Resulullah’ın velisiymiş?
AYDIN MÜLAYİM: Kendilerine göre bazı ayetleri koyuyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onlara göre ayet kolay! Ne farkeder. Yeter ki bir kelime bulsunlar tamam. Başını sonunu atarlar.
AYDIN MÜLAYİM: Bundan sonra sorulan şey, hem kitaplarında hem diğer makalelerinde şunu söylerler. Derler ki; “bu ayetler olsa bile Ali’nin susması takiye ile değil ve diğer bütün sahabelerin çoğu onun velayetini kabul etmediği için küfre düşmüşlerdir ve kafir olmuşlardır. Bu sebeple söylüyorlar. Yani sahabenin çoğunun kafir olduğunu, dinden döndüğünü hadislerinde en çok sahih kabul ettiği Kuleyni’de ki ehli sünnetinde muhalifi olan Kuleyni’de bu konu ile ilgili de rivayet edilir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Buhari gibi saydıkları Kuleyni.
AYDIN MÜLAYİM Resulullah vefat ettikten sonra sahbenim çoğu kafir oldu. Bunların içinde Ebu Bekir de var diğerleri de vardır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak şimdi izleyicilerimiz bunu çok iyi anlasın da. Mesela Şia’da işin esası şudur: bunlar baştan kendi şahşarını, içinde Allah’ın ruhunu barındıran kişi olarak kabul ediyorlar. Yani bir hulul. İlah kabul ediyorlar. Ölen şahım kızı Şehruba Hüseyin ile evlendiği için o ruh Şahruba’ya geçmiş, Şehruba’dan da çocuklarına geçmiş. Fakat bu işi Hüseyin’den başlatırsanız insanları kandıramazsınız. Ali’ye kadar götüreceksiniz, Fatıma’ya kadar götüreceksiniz. Başka çareniz yok. Ondan dolayı bu yanlışları uydurmak zorunda kalıyorlar. İşte bunlar Allah’ın bir parçası oldukları için resullerin burda bir anlamı yok. Nebilerin bir anlamı yok. Meleklerin bir anlamı yok. Fetullah için de aynı şeydir. Cebrail gelip parti kursa… Sana kim tenezzül eder? Sen kim ki? Yani yapı aynı yapıdır. Humeyni İran’a gitmiş, eski İran şahı görevinden uzaklaştırılmıştı. O sırada ondan kaç sene sonra olduğunu hatırlamıyorum İstanbul’da bir toplantı organize ettik. 5 tane ayetullah çağırdık İran’dan. Onlardan bir tanesi Ayetullah Cenneti. Meşhurdur. Diğerlerinin adı aklımda kalmamış çünkü çok zaman geçmiş aradan. Onlarla beraber boğazda Tarabya Oteli’nde toplantı yaptık. Suriye’den de Said Ramadan El Buti’yi çağırmıştık. O da camideyken bir bomba atıldı öldürüldü. Allah rahmet eylesin. Suriye olaylarından dolayı. Said R.E.Buti o toplantıda bu gelen ayetullahlara soru sordu. Dedi ki; “ben Humeyni’nin kitabımda şunu okudum: 《Allah katında imamların öyle bir mertebesi vardır ki oraya ne Allah’ın bir nebisi ne de bir melek ulaşabilir》”. Bunlar Allah’ın özelliği olduğu için onlara göre Ali’nin davranışları falan olduğu zaman kurana bakılmaz. Öyle değil mi?
AYDIN MÜLAYİM: Diğer imamlar da öyle. Söyledimi artık bitti. Şia’nın Ali Ra’a..
ABDULAZİZ BAYINDIR; Orada sordu cevap vermediler. Tam karşıda. Öyle şey değil. Dar çerçeve. Dili türkçe olmadığı için fazla katılım da yok toplantının ama kalite çok yüksek. Orada bir daha sordu cevap vermediler. Bir daha sordu hiç duymadılar. İşte o da takiyenin gereği değil mi?
AYDIN MÜLAYİM: Tabi ki. Malesef bu tabi Emeviler idareye geçtiği zaman bunlara bayağa zulüm baskı olmuştur. Ortaya çıkması, böyle bir takiyenin savunulması tabi tarihi bir süreç içerisinde tahrif edilmiş. O başka. Ölüm tehlikesi dolayısıyla imamlar takip edilmiş ve onlar takiye yapmışlardır. Bu ölüm tehlikesi. Başka bir şey. Kurandan ileri sürdükleri bütün deliller de aslında tehlike be ölüm tehlikesi olduğu zaman, can tehlikesi olduğu zamanki ayetlerdir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten bir tane. İkincisi var mı? Bir tane ayet var. Haa bir de en başta okuduğun.
AYDIN MÜLAYİM: 76.ayet.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O farklı.
AYDIN MÜLAYİM: Kendinizi tehlikeye atmayın gibi bir kaç ayetleri. AliRa’dan naklettikleri Kuleyni’de 2.cilt yine. Burada da şöyle bir şey isnad ediyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ama bakın “kendinizi kendi elinizle tehlikeye atmayın” ayeti, tamamen hayır hasenat yapmakla ilgili. “Ve enfiku fi sebilillah” onun da ne kadar yanlış olduğunu şey yapmak lazım. Bakara 195.ayet değil mi?BAKARA, 195.. Ayet: Ve enfiku fı sebılillahi ve la tülku bi eydıküm ilet tehlüketi ve ahsinu”. Allah yolunda harcama yapın. Burada “Allah yolu”, askeri harcamalar birinci derecede anlaşılır. Gerekli askeri harcamaları yapmazsanız kendinizi kendi elinizle tehlikeyen atmış olursunuz. Çünkü ondan önce savaşla ilgili ayetler var. Ama diğer bütün yardımlar da öyledir. İnsanlara gereken yardımı vermezseniz adam artık daha dayanamaz, sana hücum eder. Burada anlatılan bu. Bunun takiye ile bir alakası yok ama önemli değil. Onlar için önemli olan bir iki kelimeyi çekip kullanmaktır.
AYDIN MÜLAYİM: Kehf suresi 19-20.ayette de gizlenenler şehre gönderiyor ya; yakalanırsan öldürülürsünüz…
ABDULAZİZ BAYINDIR: Vakit iyice daraldı, istersen onların görüşlerini söyle. Zaten yanlış olduğu ortada. Bundan kimsenin şüphesi olmaz.
AYDIN MÜLAYİM: Ali’ye isnad ettikleri şu: “takiye müminin en faziletli amelidir. Takiyesi olmayanın dini de yoktur” diyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kimliğini gizlemeyen.
AYDIN MÜLAYİM: Kimliği, şahsiyetini. Şimdi bu iddiaları Nechul Belağa’da biliyorsunuz Şia’nın en muteber kaynaklarında AliRa. Mısır valisine gönderdiği yazılı emirnamesinde şöyle bir açıklama var. Şöyle diyor; “verdiğin sözü tutmak için gerekirse hayatını bile feda et. Çünkü arzularının çeşitli görüşlerinin ayrı olmasına rağmen insanların Allah’ın farzları arasında ahitlere vefa göstermek kadar üzerinde birleştikleri bir şey yoktur”. Şundan sonrası çok önemli: “hatta müşrikler de hainlerin vahim sonuçlarını gördükleri için müslümanlara karşı ahde vefayı gözetiyorlardı”. Yani dürüst, doğru olmak, şahsiyetli olmak: müşrikler bile kabullenmiş ve bu takiyye, iki yüzlülüğü yediremezler. Böyle bir tabiatları var. “Sakın verdiğin sözden dönme. Sakın ahdine ihanet etme. Sakın düşmanı aldatma”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak bu Ali Ra’ın yazdığı mektup ve hangi kaynakta geçiyor?
AYDIN MÜLAYİM: Nechul Belağa’da sayfa 534.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Daha başka şeye gerek yok yani. Nasıl insanlar yanlışlarla bir din oluşturuyor. Ahbar ve ruhban/din adamları ve bilim adamları konusunda dikkat edin denen diye bizim dikkatlerimizi çeken Tevbe 34.ayeti unutmamak lazım.
AYDIN MÜLAYİM: Bundan sonra diğer imamları Hüseyin, biliyorsunuz yani hayatını gördüğü halde ölümle yüzyüze geldiği halde bile takiye yapmadan yani hayatını, ailesini bile dönmeden şehid olan bir şahsa böyle bir isnad yapıyorlar. “Takiye olmasaydı dostumuz kim düşmanımız kim bilinmezdi”. Tam insanın fıtratına ters bir şey diyorlar. Halbuki bu uydurmalar Araf 123’de Firavun sihirbazlar..
ABDULAZİZ BAYINDIR; Neyse onları anlatırız. Vakit daraldı. Sen özetle, Vedat’ı da dinleyelim. Vakit daraldı çünkü.
AYDIN MÜLAYİM: O zaman bu gibi bir kaç tane rivayetleri söyleyelim.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onların takiyelerine örnek falan varsa.
AYDIN MÜLAYİM: Cafer Bâkır’da böyle bir rivayet var: “takiye benim ve atalarımın dinidir” diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kimliği nerde gizleyemiyorlardı? Sadece mestler üzerine mesh edemiyorlardı. Bir de içki içemiyorlar. Onun dışında her şey serbest. Ne yaparsan yap yani. Hiç bir haram kalmıyor.
AYDIN MÜLAYİM: Bu takiyeler de ne zamana kadar onu da diyor. “Allah’a yemin olsun ki benim için yer yüzünde takiyeden daha değerli bir şey yoktur”. Bunu Cafer Bin Bâkır demiş. 6.imamları şianın. Dedirtilmiştir. Tabi böyle bir şey demesi mümkün değil. Biz imamlara böyle bir şahsiyetsizliği böyle bir şeyi reva görmeyiz. “Takiye yapanı Allah yüceltir. Takiye yapmayanı ise alçaltır”. Mehdi ortaya çıkıncaya kadar takiye yapmak vaciptir ve asla terki caiz değildir. Şimdi bu rivayeti söylemem gerekiyor. Şimdi günümüzde en son dönemde Humeyni’nin söylediği bir söz var ki onu ehli sünnetle, diğer müslümanlarla kardeş olduğunu söylüyorlar. Halbuki hiç de öyle değildi. Mesela Humeyni diyor ki. Şia alemini şöyle takdim ediyor: “sünnilerin bulunduğu yerde kişinin mal, can ve namusunu koruması için takiye yapması vaciptir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir daha oku.
AYDIN MÜLAYİM: “sünnilerin bulunduğu yerde kişinin mal, can ve namusunu koruması için takiye yapması vaciptir. Bu, akılla çelişmez”. Şimdi takiye yapmayı var ya? Kafirlere karşı diyorlar yapılması takiye oluyor, diğerlerine karşı yapılması münafıklık oluyor diyorsunuz, demek ki sünniler olmuş oluyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sünnileri müslüman saymadıkları kesindir. Onda şüphe yok.
AYDIN MÜLAYİM: Tabi vakit az olduğu için şianın kendi alimlerinin bu takiyeye karşı çok güçlü eleştirileri var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Herkesin fıtratı reddeder. Böyle bir şey mi olur yani?
AYDIN MÜLAYİM: Rivayetler çok.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Evet Vedat, bir de sen anlat bakalım.
VEDAT YILMAZ: 15 Temmuz girişiminden sonra gerçekleşen gözaltılardan ve tanık ifadelerinden anlaşılıyot ki bu örgüt mensuplarının TSK gibi, istihbarat kurumu gibi bulunulması son derece zor olan kurumların içerisine nasıl sızdıklarına dair bilgiler ele geçti. İtirafçı görüşleri ele geçti. Örneğin bizzat Fetullah Gülen tarafından takiyenin nasıl yapılacağı ve bunun cevazı ile ilgili bir metnin kaleme alındığı ve bu metnin yanlızca cemaat içinde belli kademelere gelmiş, imamlara dağıtıldığına dair bilgiler çıktı. Bu netne “kevser” ismini vermişler. Bu metnin içerisinde şöyle ifadeler var: “Abdestin kimsenin görmediği tuvaletlerde alınması, namazın kimsenin anlamayacağı şekilde gözle imâ yolu ile kılınması, namazların cem edilmesi, ayakta imâ yolu ile 5 vakit namazın topluca kılınması, zorda kalınması halinde içki içilmesi, diğer insanlarla birlikte cinsel içerikli filmlerin izlenebileceği, abiden cevaz alınırsa cinsel ilişkiye girilebileceği yani zina edilebileceği. Deşifre olmamak için hiçbir sınır tanumadan her şeyin yapılbilmesinin mümkün olduğu şeklinde dini fetvalar ve bunların cevazlığı ile ilgili bu kitabın içerisinde bilgilerin olduğu söyleniyor. Yine Hüseyin Gülerce de bir açıklama yapmıştı bu konu ile alakalı. Fetö ile alakalı. O da şöyle bir ifade kullanıyor; “Fetö mensupları kendilerini takiyenin kralını yaparak gizliyorlar. İçki içmek, eşlerini bikini ile denize sokmak, her türlü ahlaksızlık meşru ilan edilmiş. Bu adam, haramları helale çevirerek kendisine tapanlardan insanlık dışı bir yapı kurmuş” şeklinde bir ifadesi var. Yine bu konuların içerisine sızan özellikle mesela iki hakim ifadesinde şöyle söylüyor; “Ramazan ayında mesela oruç tuttuğumuz anlaşılmasın diye oruçlu olduğumuz halde katıldığımız seminer veya eğitimlerde yemek yeniyorsa deşifre olmamak için siz de yemek yiyin denirdi bize. Buradan ayrıldıktan sonra da orucunuzu tutmaya devam edebilirsiniz şeklinde takiye yapabileceklerine dair kendilerinin deşifre olmaması için üst kademedeki imamlardan kendilerine cevazlar geldiğini ve bunu bizzat Fetullah Gülen’in emri ile onayı ile olduğun dair ifadeler var bu 15 Temmuz olayından sonra.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şimdi burada aslında rahatsız edici olan dinin kullanılmasıdır. Eğer o şekilde bir takiye dinde olacak olsaydı Allah’ın hiç bir elçi göndermemesi gerekirdi. Hiç bir nebi göndermemesi gerekirdi. Hiç bir kitap göndermemesi gerekirdi. Ve kafirleri çok güçlü görmektir bu. Halbuki Allah onların kalplerine korku salacağını da ifade ediyor. Bu kalbe korku salması meselesi de şudur yani yanlış yaptığını bilen bir kişi kadar zayıf bir insan yoktur. Siz bir yerde bir yalan söyleyin, onun yalan olduğunu bilen bir kişiyle beraber yürümek istemezsiniz. Onunla beraber bir toplantıda bulunmak istemezsiniz. Çünkü her an sizin yalan söylediğinizi ortaya çıkarır ve siz orada çok kötü bir duruma düşersiniz. Şimdi biz kurandan öğreniyoruz ki bütün kafirler yalan söylüyorlar. Niye yalan söylüyorlar? Çünkü tabi Allah’ın dinini doğru bir şekilde tebliğ etmek şartıyla. Allah’ın dini, dersin başında da söyledik kaynağından alınmış saf su gibidir. Buna herkesin ihtiyacı var. Ama şimdi saf su aleyhinde konuşmak mümkün olmadığı için o şekilde konuşan kişi yalan söylediğini bilir. Yalan söylediğini bildiği için de bi kere kendi iç çatışmasını yaşar. Ondan dolayı siz onları birlik zannedersiniz ama onlar paramparçadır. Niye paramparçadır? Çünkü herkes kendine göre bir kurgu kurar o kurgu ile hareket eder. Ama siz müslümanlar iseniz kurguyu siz kurmazsınız Allah kurar. Allah’ın kurgusuna göre hareket edersiniz. Yani Allah’ın emrine göre. Yalan kurduğu kurguya kuranda keyd de deniyor, insanların kurduğu kurguya da keyd deniyor. İnsanın kurduğu kurgu yani kötü niyetli kişilerin kurduğu kurgu hem kendilerini hem toplumlarını felakete sürükler hem dünyada hem ahirette. Çünkü yanlış yapıyorlar. Allah’ın kurduğu kurgu güzel kurgudur, insanları doğru yola yönlendirir. İşte buna mekr de denir kurgu da denir. Ama işte bizim kuran meallerinde bir hile, bir düzen gibi ifade ediliyor. Bu yanlış. Buna belki türkçe karşılığı oyun denebilir, belki kurgu denebilir. Yani doğru kurgu da vardır yanlış kurgu da vardır. İşte yanlış kurgu burada kendi yanlış inançlarını ayakta tutabilmek ve karşı tarafı sömürebilmek için girdikleri yollar. İşte Fetullah’ın yaptığı. Türkiye’ye hakimiyet kuracak. Peki kurduktan sonra ne yapacak? Kuransız bir müslüman. Kuransız müslümanlık olur mu? Olmayacağına göre orada artık kendi, belki şimdi ortaya çıktı ama eskiden belki kimseye açıklamadığı şeyler ortaya çıkmış olur. Ben burada size doğru kurgu ile ilgili bir kaç ayet okuyacağım.
Enbiya suresi. İbrahimAs ile alakalı. 51.ayetten itibaren okuyorum. Diyor ki Allah; ENBİYA, 51.. Ayet: Ve lekad ateyna ibrahıme ruşdehu: olgun bir duruma gelmişti İbrahim”, “min kablü ve künna bihı alimın: daha önce” yani insanlarla mücadeleye girmeden olgunlaşmıştı, kendi kişisel gelişimini sağlamıştı. Biz bu durumunu biliyoruz. ENBİYA, 52.. Ayet: İz kale li ebıhi ve kavmihı: birgün babasına ve toplumuna şöyle dedi”, “ma hazihit teemasılülletı entüm leha akifun: şu heykeller.. Bunlar ne ki karşısında gidip duruyorsunuz, dikiliyorsunuz bunlardan ne bekliyorsunuz?”. Bunlar ne? Karşısında duranlar da onlardan bir şey beklenemeyeceğini gayet iyi bilirler. Böyle evrensel, hiç kimsenin hayır diyemeyeceği kelimeler kullanıyor. ENBİYA, 53.. Ayet: “Kau” bak savunamıyorlar kendilerini. “vecedna abaena leha abidın”: biz kalktık, babalarımız bunlara kulluk ediyor tapıyorlar. Öyle gördük öyle yaşıyoruz. ENBİYA, 54.. Ayet: Kale le kad küntüm entüm ve abaüküm fı dalalim mübın: siz ve babalarınız apaçık yanlış yoldasınız”. Bunu söyleyebilmek kolay mı? Bakın burda İbrahimAs’ın kurgusuna geliyoruz ama kurgu öncesine bakın gayet düzgün şeyler söylüyor. Siz de babalarınız da yanlış yolda. Bunlardan ne bekliyorsunuz? Bu zaten taş. Kendi elinizle yapmışsınız. ENBİYA, 55.. Ayet: Kalu ec’tena bil hakkı em ente minel laıbın”: “sen iyimisin” deriz ya türkçede. Doğru mu söylüyorsun yoksa bizimle eğleniyor musun? “Sen iyimisin ya bu ne biçim laf!”. ENBİYA, 56.. Ayet: Kale ber rabbüküm rabbüs semavati vel erdıllezı fetarahünne: sizin rabbiniz göklerin ve yerin rabbidir, onları yaratandır”. Bunu hepsi biliyor zaten. Bunda hiç kimsenin şüphesi yok ki. Göklerin yerin rabbi onları yaratan. Tamam. ENBİYA, 56.. Ayet: Kale ber rabbüküm rabbüs semavati vel erdıllezı fetarahünne ve ene ala zaliküm mineş şahidın: ben sizin bu durumunuza da şahidim”. Siz de biliyorsunuz yani. Bunları, gökleri ve yeri yaratanı biliyorsunuz, rabbil alemini biliyorsunuz. Sizin rabbiniz odur. Şimdi bakın ENBİYA, 57.. Ayet: Ve tellahi le ekıdenne asnameküm: Allah’a yemin ederim sizin putlarınıza bir oyun oynayacağım”. İşte keyd kelimesi geçiyor burada. Sizin putlarınıza bir oyun oynaycağım. Nasıl meal vermişler burada? “Allah’a yemin ederim ki siz arkanızı dönüp gittikten sonra ben putlarınıza muhakkak bir tuzak kuracağım”. Puta tuzak kurulur mu? Put gelecek yanlışlıkla oraya düşecek! Ya bu hakikaten kelimelere nasıl anlamlar veriyorlar anlamak mümkün değil. Bir oyun oynayacağım diyor. “ba’de en tüvlelu müdbirın: siz buradan dönüp gittikten sonra” bir oyun oynayacağım! Bak dikkat edin. Bunlar dokunulmaz kabul ediyorlar ya. “Ben putlarınıza oyun oynayacağım”. ENBİYA, 58.. Ayet: Fe cealehüm cüzazen” İbrahimAs onları parçaladı. Putları parçaladı. “illa kebıral lehüm” ama puta tapanlar için büyük sayılan çünkü hepsi aynı değil ya. Büyük gördüklerini tuttu. “Bu bizim büyük putumuz, bunlar küçük putlar”. Ona dokunmadı. “leallehüm ileyhi yarciun: onu bıraktı ki gitsin ona müracat etsinler”. Şikayet etsinler ona ne oldu falan diye bize bir anlat.ENBİYA, 59.. Ayet: Kalu men feale haza bi alihetina” millet geldi böyle “bizim tanrılarımıza bunu kim yapmış? Tanrılarımızı paramparça etmiş”. “innehu le minez zalimın: o gerçekten zalimin teki”. “Yanlış yapmış. Böyle şey mi olur!”. ENBİYA, 60.. Ayet: Kalu semı’na fetey: genç bir delikanlı var, onu duyduk”, “ yezküruhüm : bunları diline doluyordu” “bunlar ne? Ne yapıyorsunuz” falan diyordu. “yükalü lehu ibrahım: adına İbrahim deniyor, böyle birisi var/İbrahim adında bir genç var”.ENBİYA, 61.. Ayet: Kalu fe’tu bihı ala a’yünin nas: onu alın getirin herkesin önüne”, “leallehüm yeşhedun: belki birisi şahit olur” yani birisi yaptıklarına şahit olur bu yaptı diye. Oyunu nasıl yaptığına bakın. Şimdi burada bir mekr, bir keyd var. Bu insanları doğruya yöneltmek için bir kurgu. Kötü niyet falan değil. Yanlışlarını göstermek için bir kurgu yapmış. Mesela siyasetçiler bu tür kurgulardan çok istifade edebilirler. ENBİYA, 62.. Ayet: Kalu e ente fealte haza bialihetina ya ibrahım: bizim ilahlarımıza bunu sen mi yaptın İbrahim dediler”. ENBİYA, 63.. Ayet: Kale bel fealehu kebiruhüm: yoo! Büyükleri yapmıştır” baksana o duruyor diğerleri parçalanmış. Belki büyükleri yapmıştır. Ben yapmadım demiyor. “haza: işte şu”, “fes’eluhüm: onlara sorun”, “in kanu yentıkun: konuşuyorlarsa”. Hani siz gidip bir şeyler istiyorsunuz ya, sorun onlara. ENBİYA, 64.. Ayet: Fe raceu ila enfüsihim: bu defa kendi kendilerine döndüler”, “fe kalu inneküm entümüz zalimun: asıl zalim/asıl yanlış yolda olan biziz yaa!dediler. Bu doğru söylüyor”. İşte be yaptı? Onları uyarmak için yapılan bir şey. Bu tür kurgular olur. YusufAs’ın yaptığı kurgu. C.Hakk da bizim haytımızla ilgili doğru kurgular yapmıştır. Onlara uyduğumuz zaman bizi rahatlatır. Yanlışlara uyduğumuz zaman da içimize sıkıntı verir ve doğrulara yönelmemizi sağlar.
Vaktimiz bitti. Ben burada bugün dünkü günün konusuyla ilgili olarak bir şey söylemek istiyorum. Biliyorsunuz meclise bir kanun tasarısı getirildi. Küçük çocuklarla evlenmeler var. Günaydoğu’da çok yaygın. İşte bundan dolayı hapse atılan: evlenmiş, çocuk istismarı diye hapise atılıyor. Şimdi bakın bu problemler kanunlarla çözülmez. Batman valisine bir mektup yazdım şey yapmadılar, Batman’a gittim. Oradaki vali yoktu ama onun dışındaki üst yetkililerle konuşmuştum yıllar önce. Dedim ki buradaki hocaları toplayın. O zaman Suriye’nin de çok etkisi vardı, Suriye’dekileri de çağırın bizi de çağırın şu küçüklerle evlenilemeyeceğini, bunların evlendirilemeyeceğini onlara anlatalım. Bakın bugün ordaki insana siz diyorsunuz ki çocukla evlenebilirsiniz. Ordaki insana diyorsunuz ki baba kızına sormadan onu evlendirebilir diyorsunuz. Küçük oğlan da olsa kız da olsa ikisini de evlendirebilir diyor. Din bunu söylüyor. Burada çok dikkatli olalım. Yani devleti yönetenler kimi yönettiklerini bilmek zorundadırlar. Böyle kendi kafalarına göre yönetemezler kusura bakmasınlar. Öyle şey olmaz. Bi kere Hanefi mezhebinde çocuklar evlendirilebilir. Şafi mezhebinde evlendirilebilir. Şia ‘da evlendirilebilir. Sünni ve Şii tamamı evlendirir. Kurana göre asla olmaz. Reşit olacak. Maliki, Şafi ve Hambeli mezheplerinde baba kıza sormadan evlendirebilir. Ama kurana göre asla olmaz. Kız kabul ederse olur yoksa olmaz. Mümkün değil. Oradaki vatandaş, bu benim dinimin emridir dinimin verdiği salahiyettir diye evlenmiş. Siz buna geleceksiniz adamı hapse atacaksınız. Bu olmaz. Önce bu insanlara yanlışları anlatılmalıdır. Bak Fetö konusunda da öyle yapılıyor. Çıkılıyor televizyona sadece siyasi konuşmalar. Ya buna uyan insanların yolunun yanlışlığını niye anlatmıyorsunuz Allah aşkına! Daha önce bu ekranlarda söylemiştim; Abdullah Gül Bey cumhurbaşkanı, onun yakın arkadaşlarından Sami Kılınç Bey vardır. Geldi bana dedi ki Sami Bey; “Abdullah Bey, Fetullah’ın ciddi problem olmaya başladığını söylüyor. Ne yapabiliriz?”. Dedim ki; “bana iki sene müsade edin. Bir televizyon kanalında arkamda durun, iki sene sonra bir tane Fetullahçı Türkiye’de bulabilirseniz onun gelin bana hesabını sorun”. Çünkü bu insanlar bunu din adına yapıyorlar. Ama yapamadılar. Bak bugün bile bizi çıkaramıyorlar televizyonlara. Hiç bir televizyondan şu âna kadar en küçük bir şey yok. 81’den beri bununla mücadele eden Türkiye’de sadece biz. O zaman herkes bize karşıydı şimdi de karşılar. Ne oluyor? Bu insanlara yanlışlarını öğretmedikten sonra bu defa o hapse attığınız kişinin gözünde en büyük düşman haline gelirsin. Önemli olan o insanların gönlünü kazanmaktır. Dolayısıyla bu çocukların evlendirilmesi “efendim dinimizde yoktur”. Çıkarlar; “dinimizde yok”. Aç bakalım Diyanet İşleri Başkanlığı, yayınladığın kitaplarda var mı yok mu? Aç bakayım hadi. Diyanet siyasi davranmaya yetkili değildir. Ciddi olalım. Bu, islam aleminin çok büyük bir problemidir. Her tarafta vardır. Kuranda asla yoktur. Yıllardır bunu söylüyoruz ya, bir televizyonda bu konuda konuşmamıza müsade ettiniz mi beyler? HilalTv hariç. Bir televizyon kanalı bizi çağırdığı zaman duyarsanız derhal yasaklıyorsunuz. Ne oluyor bu? Olmaz bu. Eğitimsiz olmaz. Kanunla olmaz bu işler. Önce bu insanların kafalarındaki probleö ortaya konur, onlar da anlarla, ondan sonra kanunen yasaklarınızı koyarsınız. Çok dikkatli olmak lazım.