ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugün, tağut konusu ile ilgili olarak ders yapacağız. Kur’an’da biliyorsunuz tağutla ilgili ayetler var. İnsanlar ayerleri kendi anlayışlarına göre açıklıyorlar. Ve kendi açıklamalarını ayetin hükmünü yapıştırarak tağutluk yapıyor ve müslümanları, bilhassa gençleri suçluyorlar. Mesela gayrımüslim ülkelerde yaşayanlar için bulundukları ülke yönetimlerine karşı itaatsizliğe, onları problem çıkarmaya yönelterek onlardan uzaklaştırılmalarını sağlıyorlar. Kendi eş dostları, anne-babalarıyla, kardeşleriyle aralarını bozuyorlar. Bilhassa mesela seçim zamanlarında-yarın Türkiye’de seçim var biliyorsunu-”oy verirseniz kafir olursunuz” gibi bir takım hükümlere varıyorlar. Bugün bu konuyu ele alacağız. Bu konuda, yanımda bulunan Aydın Mülayim, bizim Azeri sitesinin yöneticisi olan arkadaşımız Kur’an’da din adamları konusunda bir master yaptı yakında. Konuyu esasen o sunacak Allah nasib ederse. Ama bu tağut bağlamında sunacak. Konu başlığı olarak “Tağut Doğru Yolun Üstünde Oturur” dedik. Hepinizin bildiği bir Yasin suresi var. Orada Allah diyor ki; “ya sin, YASİN, 2.. Ayet: “Vel kur’anil hakiym”, YASİN, 3.. Ayet: “İnneke le minel murseliyn”, YASİN, 4.. Ayet: “Ala sıratım müstekıym”. Hakim olan, içinde hükmet bulunduran Kur’an’a yemin ederim diyor. Hakikatleri barındıran Kur’an çok önemlidir. hiç şüphe etme, Allah’ın elçi olarak gönderdiklerindensin ve doğru yolun üzerindesin. Şimdi şu masayı doğru yol olarak düşünün. Demek ki Resulullah neredeymiş? Doğru yolun üstündeymiş. Biliyorsunuz İblis de Allah’a isyan ettikten sonra Allah’tan kıyamete kadar yaşama izni istedi. Demek ki onlar da bizim gibi ölümlü varlıklar ki kıyamete kadar yaşama izni istedi. Allah da “inneke minel munzarin” dedi. O belli güne kadar sana süre verildi dedi Allah, Araf suresinde. Allah Ona bu süreyi verince Allah’a dedi ki; “fe bi ma ağveyteni: beni bir takım hayallere kaptırdın ya” kendisine göre bir takım kurgular kurdu, düşündü: kıyamete kadar bana yaşama süresi verirse ben bunu saptırırım sonra tevbe ederim ondan sonra yine cennete giderim diye kendi kafasına göre bir takım kurgular kuruyor. “Fe bi ma ağveyteni” beni bu kurgulara sen zorladın ya diyor. Kendi suçlu değil,Allah suçlu oluyor. ARAF, 16.. Ayet:”…le ak’udenne lehüm sıratakel müstekıym: ben de onlar için doğru yolun üstünde oturacağım”. Şimdi, Resulullah doğru yolun üstünde, değil mi? İblis de diyor; “ben o yolun üstünde oturacağım”. O zaman demek ki doğru yol konusu çok önemli. Mesela yolda bir trafik polisi oluyor, o polisin görevi nedir? Yolu trafiğe açmak ve insanların rahat gitmesini sağlamaktır. Ama bir de anarşistler geliyor yada bir kişi trafik polisi kılığına giriyor, insanları saptırmak için bir yerde duruyor diyor ki; “şuradan gideceksiniz” ve o insanlar oraya gidiyor, bir daha hedeflerine ulaşamayacak hale geliyorlar. Ne yapmış oluyor? Yanlış yola sürüklemiş oluyor. Resulullah doğru yolun üzerinde ve insanları doğru yola yönlendiriyor. Diyor kş; “gelin buraya, şöyle şöyle yapın”. Ama İblis doğru yolun üzerinde. Ondan sonra ne diyor: ARAF 17: “…ve la tecidu ekserahum şakirin: çoğu sana şükretmeyecek”. Ne demek yani? Çoğu sana karşı olan görevini yerine getirmeyecek. Nankörlük edecektir. İşte şimdi burada, az önce söyledik: ikisi de trafik polisi kılığında, birisi gerçek polis birisi sahte polis. Ama vatandaşın onu ayırması kolay değil. Şuradan gideceksin dendiği zaman o kişi düşünmeli: “ya burası yol olduğu halde niye buradan gideceksin diyor ki?”. Onu düşünmeli oradan gitmeli mi gitmemeli mi diye. İşte burada doğru yolun üstünde oturan Resulullah’ın yolunda olan insanlar vardır. Hakikaten insanları doğruya yönlendirir. Bir de o insanların kılığında olan insanlar vardır. Dışarıdan baktığın zaman ikisi de aynı gözükür. Hatta öbürleri çok daha şatafatlı olurlar ama sizi alırlar başka yola. İşte o ikincisine tağiler denir. Taşkınlık yapan insanlar denir. Ve onlar insanları yanlış yola yönlendirirler. İşte, tağut onlardır. Mesela Resulullah’a Allah Hakka suresinde diyor ki HAKKA, 44.. Ayet: Velev tekavvele ‘aleyna ba’dal’ekaviyli. HAKKA, 45.. Ayet: Leehazna minhu bilyemiyni. HAKKA, 46.. Ayet: Summe lekata’na minhulvetiyne: O, bize bazı sözler uyduracak olsaydı yani doğru yol üstünde olan Muhammed(sav), Allah’ın elçisi, Allah’ın ayetlerine herhangi bir ekleme yada çıkarma yapacak olsaydı, Allah’ın ayetlerini Allah’ın anlattığı şeklin dışında insanlara tebliğ etseydi yada bir kelime ilave etseydi yada çıkarsaydı HAKKA, 45.. Ayet: “Leehazna minhu bilyemiyni: Onu sıkı bir şekilde yakalar”, HAKKA, 46.. Ayet: Summe lekata’na minhulvetiyne: sonra Onun şah damarını koparırdık”. Diyorlar ki en acılı ölüm,.şah damarının koparılmasıyla olan ölümmüş. Demek ki ölür giderdi demek istiyor. Yani cezası bu kadar ağır. Çünkü sen doğru yolun üstündesin ama öyle serbest değilsin. Allah ne diyorsa onu yapacaksın. Peki ayeti tebliğde böyle. Peki ayetlerden hüküm çıkarma konusunda? Hata yapabilir. Yemek tarifinde hata olmaz ama yemek pişirirken insan hata yapabilir. Orada hata yaparsa? Müminlere diyor ki mesela müminlerin en cahil kesimine. En cahil kesimi kim? Mümtahine suresinde, Mekke’den hicret etmiş kadınlar. Mekke’den hicret etmiş ne demek? Resulullah’ın meclisinde çokça bulunmamış. Ve bunlar da kadın oldukları için ev işlerinde meşgul olurlar, zaten fazlaca gidemezler. Bilgileri erkekler kadar da fazla olmaz. Onlara “siz anlamazsınız size itaat düşer” demiyor. Mumtahine 12.ayetinde diyor ki; “…ve la ya’sıneke fi ma’ruf: onlar marufta sana karşı çıkmayacak”. Ne demek? Ya Muhammed, sen ayeti tebliğ ederken kesin kabul edeceklerdir, çünkü Allah’ın sözüdür, kimsenin itiraz hakkı yoktur. Onun için orada diyor ki: AHZAB, 36.. Ayet: “Ve ma kane li mü’miniv ve la mü’minetin iza kadallahü ve rasulühu emran ey yekune lehümül hıyeratü min emrihim” yani bir mümin erkek ve bir mümin kadının Allah ve resulü bir konuda karar verdiyse kararında tercih hakkı yoktur. Yani şöyle olsun böyle olsun diyemez. Kesin uyacak. Çünkü resul dediği zaman kendi görüşü değil, Allah’ın sözü. Allah’ın sözüne karşı kimsenin tercih hakkı yoktur. Resulullah’ın kendisi de dahil. O ayet Resulullah’a hitaben inmiştir. Mesela Zeynep ile evlenmek istemiyordu. Evlenmeyi C.Hakk kararlaştırdığı için senin hiç itiraz hakkın yoktur dedi. Dolayısoyla hepimize de verilen bir emir. Ama Kur’an’dan hüküm çıkarırken Resulullah hata edebilir. O zaman, müslümanların en zayıf kesimi de olsa Allah ona itiraz hakkı veriyor diyor ki; “ve la ya’sıneke fi ma’ruf”. Bir marufra o kadınlar sana isyan etmemek şartıyla diyor. Demek ki o da bir şeyin maruf olup olmayacağını anlayacak durumdadır. Neden? Çünkü Allah bize öyle bir vücut vermiş ki, yani dini fıtrat olarak tanımlamış Rum suresinin 30.ayetinde. Tabiatta geçerli kanunların insan hayatına uygulanması. Dolayısıyla yanlış bir hüküm ortaya çıkarsa sizi rahatsız eder. Tıpkı bozuk bir yemeği birisine sunduğunuz zaman herkes ondan rahatsız olur. Ondan rahatsız olmak için aşçı olmak gerekmez değil mi? Usta olmaya gerek yok. “Ya ben pek bir şey anlamadım bunun tadından”, “sus sus, günahkar olursun ye” diyemezsin. Bugün ne diyor: “sen kimsin ki itiraz ediyorsun ya! Senin etin ne budun ne? Sen ne biliyorsun, bak ben ilahiyatçıyım”. Ama orada “ben nebiyim” diyemezsiz demiş oluyor. O zaman bunun doğru olduğunu ona ıspatla, ondan sonra yürüsün. İşte bak bu derece, Allah’ın nebisi bu derece. Körü körüne taklit edilmez. İşte din adamları körü körüne taklit edilir hale gelmişlerdir. Siz çok iyi bilirsiniz eskiden hele bir hocaya itiraz edilemezdi. Şimdi yavaş yavaş millet itiraz etmeye başlandı. En büyük edepsizlik sayılırdı itiraz etmek. Ondan dolayı bu din bu hale geldi. Doğru yolun üstünde oturan Allah’ın nebisi olmasına rağmen son derece kontrol altında olması lazım. Niye? C.Hakk enbiyasına da diyor ki Zümer 65.ayette ZÜMER, 65.. Ayet: “le yahbetanne amelüke ve le tekunenne minel hasirın” hele bir şirke düş, bütün yaptığın yok olur gider ve kaybedersin. O zaman her mümin, nebinin bile şirke düşme ihtimali var ise o giderse ben de giderim diyemez. Allah’ın verdiği aklı, fıtratı sonuna kadar kullanmak zorundadır. Peki doğru yolun üstünde Allah’ın resulü varken, doğru yolun üstüne İblis de gelmişken elbetteki İblis de kendisini çok iyi çok dindar tanıtacaktır. O zaman bizim karşımıza din adına çıkan insanlar konusunda son derece uyanık olmamız lazım. İşte orada taği, bilerek insanları Allah’ın yolundan uzaklaştıran kişilerdir. Mesela bu hafta çıkan dergimizde görmüşsünüzdür kölelik ve cariyelik yazısını koyduk oraya. Kölelerin öldürülmesi için delil aldıkları ayet Enfal suresinin 12.ayeti. Orada müslümanlar düşman karşısında biraz zayıf kaldıkları için C.Hakk meleklerle onlara yardım ediyor. Meleklere diyor ki; “fadribu fevkal a’naki” yani bunların boyunlarını vurun. Onların boyunlarını vurdukları zaman onlar ölecek olsalardı zaten dünya kadar melek gelmiş bir tanesi sağ kalmazdı orada. Ne demek? Onları sarsın demek, onların morallerini bozun demektir. “Fadribu fevkal a’nakı” melekler için inmiş ayeti almışlar. Mesela İmam Maturidi’nin tefsirinde var bu. Siz İmam Maturidi dediğiniz zaman susarsınız değil mi? Koskoca imam. Yada Kasani’nin Bedaus Senai’de var. Esirlerin öldürülmesi için bunu delil olarak getiriyorlar. Efendim “boyunlarının üstüne vurun”. Diyor ki bu savaş esnasında değil. Çünkü savaş sırasında vurunca nereye geleceğini bilmezsin, esir aldıktan sonra olur. Eğersin boynunu kılıçla öldürürsün. İşte bu tağut. Ne yapıyor? Allah’ın ayetini kendi keyfi için kullanıyor ve melekler için inmiş olan ayetin başını da okusa sonunu da okusa herkes anlayacakki bu melekler için inmiş. İnsanlar Ona güvendiriliyor, güven pompalaması yapılıyor bunlar büyük ulemadır diye. Oradan iki kelime çekiyor ve insanı öldürüyor insanı. Esirleri öldürüyor. İlk seçenek diyor. Bugün şii-sünni bütün mezhepler kölelik ve cariyeliği ittifakla kabul etmişlerdir. Ama nasıl? Tağutluk yaparak. Çünkü ilgili bütün ayetlerin anlamını bozmuşlardır. Şu andakğ tefsir ve meallerde o bozukluk devam ediyor. Yani insanlar o tağutun peşinde olduklarının farkında değiller. Şimdi bugün birisi çıkıp da esiri öldürdüğü zaman “öldürmeyin kardeşğm caiz değildir” diyen tağuta uymuş oluyor. Onun için konu son derece önemlidir. Aydın Hoca’dan onu dinleyeceğiz ve inşallah düzgün bir netice elde etmiş oluruz.
AYDIN MÜLAYİM: Özellikle teşekkür ediyorum hem size hem dinleyicilere. Ben, Sakarya Üniversitesi’nde okurken daha tez dönemine başlamadan sağolsun Fatih Hocamız’ın da tavsiyesiyle Kur’an’da din adamları diye tezime başlamış oldum. Tabi bu tez ismi çok büyük bir konuyu ihtiva etse de biz bu işi bitirmeye çalıştık. Allah’ın izniyle bitirmiş sayıldık da henüz buranın süzgecinden geçmedi tam olarak. Çünkü önemli olan buranın süzgecinden geçmesi. Çünkü Kur’an’da din adamlar ile ilgili konuyu gerçekten benim açımdan çok önemlidir.
Eğer bu konuyu iyi anlarsak kötü din adamlarının tuzağına düşmeyiz. Kur’an’da din adamlarıyla ilgili çok bahseder Allah. Muhatabı da en çok Kur’an’da Allah resulü ve ondan sonra din adamları geliyor. Kur’an’da aynı zamanda hem iyi din adamlarından bahseder. Örneklerini veriyor yani iyiliği emreden, yardım edenler, ibadet edenler, gözyaşı dökenler. Bir de kötü din adamlarına vurgu yapar. En çok da muhatap olduğu Allah’ın yani Kur’an’da bize de örneklerini verdiği kötü din adamlarıdır. Kötü din adamlarıyla ilgili aslında bugün konuşacağız ve örneklerini vereceğiz. İyi din adamları da vardır. Bunlarla ilgili bir şey şimdilik söylemeyeceğiz. Kötü din adamları kimlerdir? Allah’ın hükmü olduğu halde kendilerinden hüküm koyan, Allah ile insanlar arasında kendilerini bir aracı olarak görenler, yeni bir din oluşturanlar vs. bu gibi insanlardır. Biz bu din adamlarından bahsederken vasıflarıyla ilgili her dini oluşturanların kendilerine göre din adamlarının farklı vasıfları var. Bazılarına göre din adamı sadece bir hükümkoyandır. Bazılarına göre ise Allah’ın yakınları. Bazılarına göre ise Allah’ın evladı olarak. Bazılarını da Allah ile güreşen, savaşan. Bazılarında ise bizzat Allah’ın kendisi gibi gösterilebilir. Bu oluşturulan dinlere göre farklılık arzediyor. Nasıl oluşmuş? Bu oluşma sebepleri farklıdır. Sosyal ve şahsi/ferdi sebepler de oluyor. Bu din adamlarının oluşumunda en önemli oluşum sebep, Allah’ın kitabını kendilerinin işlerine gelmediği için. Allah’ın gönderdiği kitaplar kendi işlerine gelmedikleri için. Mesela kitaplarında olan Allah tanımı kendi işlerine gelmediği için peygamber tanımı kendi işlerine gelmediği için. Mesela bugün Kur’an’da da öyle. Kendilerine göre bir Allah tanımı veriliyor Kur’an’ın dışında. Peygamberimizi Kur’an’ın anlattığı bir peygamber tasavvuru onların işine gelmiyor. Kendileri bir peygamber algısı oluşturuyorlar,ilah algısı oluşturuyorlar. Bu gibi şeylerle din adamları bu oluşumlarda öncülük yaparlar. Rivayetler uydururlar, farklı olaylar ve hem kendileri hem de kendilerinden öncekilerle ilgili şu adam şu özelliğe sahipti şu vasfa sahipti diyerekten toplumun bir çok kesimi Allah’ın dini yerine kendi din adamlarının oluşturdukları bir dini vardı. Yani onların öğretilerinden beslenmektedir şu anda da. Her toplulun da farklı din adamları olduğu için aralarında anlaşmazlık da düşmanlık da bu sebepten yer alıyor. Yani her toplumun farklı din adamları ve farklı kutsalları var. Kendi kutsallığı ve kendi din adamını korumak için de başkalarının kutsalının yokluğuna çalışıyorlar. Yani onlar doğru yolda değil, onlar dalalettedir, onlar cehennemdedir, kurtulacak olan aslında bizim oluşturduğumuz dinin din adamlarına uymakla olur: bu gibi şeylerle çok karşılaşırsınız. Böylece farklı fırkalara, mezheplere dönmüş oluyorlar. Günümüze kadar insanların yüzde 90’dan çoğu, din adamlarının oluşturdukları bir dinin bataklığında yüzüyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Konumuz tağut olduğu için önce tağuttan başlayalım da. Tağut kelimesinin manası nedir? Bu kadar çalışma yapmışsın bir başlarsan kaç hafta sürer.
AYDIN MÜLAYİM: Önce biz de bu bataklıkta yüzüyorduk. Allah’ın temiz kalan kitabıyla bundan kurtulduğumuzu düşünüyoruz ancak bu kitapla yıkanacak daha çok şeylerimiz de vardır. Bununla ilgili daha bir çok çalışmalar yapmamız gerekiyor. Biliyorsunuz biz bu din adamları tuzaklarını Kur’an bize bildiriyor. Zaten çok örnekler de veriyor eskilerin hatalarından, eskilerin yanlışlarından, tahriflerinden. Biz aynı yolun yolcusu olduğumuz için eskilerin yürüdüğü yoldan yürüyeceğiz. Onların hatalarını tekrarlamamak için Allah bize örnekler veriyor Kur’an’da. Bir çok ayerler veriyor. Bu ayetlerden en önemlisi Fatiha suresidir. En başta gelen sure bize tam olarak indirilen ilk sure. “iyyake na’budu ve iyyake nestain” diyor Allah: ancak sana ibadet eder ve senden yardım isteriz. Ondan sonra son ayetinde de FATİHA, 7.. Ayet: “..ğayril mağdubi aleyhim ve lad dallin” yani bizi o bizi o azanların, eskilerin azdığı yoldan veya sapkınlardan eyleme diye . Bu konuda hadis de vardır. Hadis de bu şeyi tasdikliyor. Yani ya rabbi bizi eskilerin hatalarına tekrar düşürme diye. İşte bu eskilerin hatalarını oluşturanlar konumuzla ilgili olan din adamları tağutlardır. Bu konu ile ilgili misal vereceğiz. Allah ile kendileri arasında oluşan tağutlar kimler olabilir? Kimlerdir bunlar örnekler vereceğiz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tağut ne demek?
AYDIN MÜLAYİM: Tağut: azan, haddi aşan. Bir örneğini verelim. Allah önceki kavimlere kitap gönderdi. Şöyle temiz su şeklinde Allah kitapları gönderiyor. Ancak din adamları, bizim tağut diyeceğimiz bu insanlar ya bunu yeterli görmüyor yada bu iyi anlaşılmadı diye üzerine farklı kendi görüşlerini fikirlerini buraya ekliyorlar. Yani bu suyu bulandırıyorlar. Veya kendilerine farklı kaynaklar oluşturuyor. Ancak Kur’an, Allah’ın kitabı üzeri açık değil yani kimsenin sokunması da tahrif edilmesi de kıyamete kadar engellenmiştir. Buraya dokunamazlar ama haddi aşanlar, bu kitap anlaşılmaz diye bir kenara koyarak üzerine farklı kaynaklar yani bu din adamları kendilerini hüküm koyucu oluyor ve farklı kaynaklar oluşturuyorlar. Ancak Kur’an dokunulmazdır, temizdir. Tağut, bu dokunulmazlığı yani haddin aşan diyoruz ya Hocam..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tağut kelimesinin sözlük anlamı nedir? Sınırı aşan demektir. Yani yapmaması gerek bir şeyi yapan. Taşkınlık diyoruz ya türkçede. Nuh(as)’ın şeyinde “İnnâ lemmâ tagal mâu: ne zaman ki su taştı”. İşte bunu doldurursun. Su gayet iyi hiç problem yok, ne oldu şimdi? Tağutlul yaptı. Sınırı aştı. Bu suyu zayi ettik. Bunu içmek istesem üstüme başıma dökecem. Yani esas olması gerekenin dışına çıktı. İşte, olması gerekenin dışına çıktığınız zaman bunun adına tuğyan deniyor. Türkçede de vardır, tuğyan kelimesi vardır. Taşmak, sınırları aşmak. Dolayısıyla buradan buraya kadar suda hiç bir problem yok. Ama ondan sonrasında sıkıntı var. Olmaması gereken bir şeyler söylüyorsunuz itiraz ediyor. “Bu suyun neyine itiraz ediyorsun?”. “Ben suya itiraz etmiyorum, senin bir şeyi yerinde kullanmamana itiraz ediyorum. Yetkini aşıyorsun”. Tuğyan bu. Tağutluk bu. Tabi yetkiyi aşmak sadece böyle suyla da olmuyor. Adam tutuyor az önce şeyin söylediği gibi bu suyun içine bir damla zehir damlatıyor, sen alıp içiyorsun. Diyorsun “bunu tadı acayip geldi bana”, “iç iç sakın itiraz etme günaha girersin”. Adam içiyor oluyor baygın, adam onu istediği gibi sömürüyor. Tağutların da böyle bir şeyleri vardır. Allah’ın dinini kullanarak insanları sömürmek istiyorsanız tağutluktan başka yolunuz yok.
AYDIN MÜLAYİM: Zümer suresi 17.ayette Allah bize bir öğüt veriyor. ZÜMER, 17.. Ayet: “Vellezınectenebüt tağute ey ya’büduha: o kimseler ki tağuta ibadet etmekten uzaklaşır”, “ve enabu ilillahi: Allah’a yaklaşırlarsa müjdeler olsun”. Allah bize tağutluk yapan insanların nasıl olduklarını zaten Kur’an’da bildiriyor. Diyor ki; “sizin muhatap alacağınız şey Kur’an’dır ve Allah’ın resulüdür. Sizin örnek alacağınız şahıs budur”. Ancak bize kadar gelen dinlerde şöyle bir şey var: Kur’an’ı sen anlamazsın. Kendilerini yetkili gördükleri şahıslar vardır ki bunların öğretilerini size sunmakla diyorlar ki; “işte gerçek din budur. Bunun dışına çıkmak asıl tağutluktur” diyerek size karşı gelirler.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hepinizin bildiği bir şeyle örnek verelim. Zaten sürekli tekrar ediyoruz burada. Hud suresini hep tekrar ediyoruz. Çünkü çok çok önemli bu. Orada Allah diyor ki; HUD, 1.. Ayet: Elif lam ra kitabün uhkimet ayatühu sümme füssılet” bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmış yani açık ve net kısa özlü hükümler ifade eder. “Summe fussilet: sonra ayrıntılı olarak açıklanmıştır”. Açıklaya kim? “mil ledün hakımin habır” hakim ve habir tarafından açıklanmıştır. Yani Allah tarafından açıklanmıştır. Peki neden böyle yaptın ya Rabbi? HUD, 2.. Ayet: “Ella ta’büdu illellah: Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye”. Yani Allah, açıklamayı da Resulullah’a bırakmamış kendi açıklamıştır. “innenı leküm minhü nezıruv ve beşır” Resulullah’a da söyletiliyor; “ben de sizin için o kitapta olanla sizi uyaran ve müjdeleyen kişiyim”. O kitapta olan ile. Ona ilave, çıkarma yapmam. Kitabı açıklamayı Allah kendi üzerine almış, nebimize de vermemiştir. Şimdi ilk tağutluğa gelelim. Bugün mesela senin okuduğun ya da Yahya’nın, hepinizin okuduğu kitaplarda Kur’an’ı açıklama yetkisi kimindir? Resulullah’ın. Bakın, Allah’ın vermediği o yetkiyi verirler. Peki bunu verirken ne yaparlar? Ayeti delil getirirler: NAHL, 44.. Ayet: “ve enzelna ileykez zikra li tübeyyine linnasi ma nüzzile ileyhim: bu kitabı sana indirdik ki bu insanlara ne indirildiğini onlara gösteresin” yani tebliğ edesin. “Tubeyyine”: tabi kelime “açıklama” manasına da gelebilir fakat orada şüphelenebileceksin. Beyan etmek, ortaya çıkarmakır bir şeyi. Mesela vergi beyannamesi şey yapılır. Türkçede de vardır. Peki acabu bu bir açıklama yetkisi mi? Bakıyorsunuz ki Allah diyor ki; ALİ İMRAN, 187.. Ayet: “Ve iz ehazellahü mısakallezıne utül kitabe: Allah kendilerine kitap verilenlerden söz aldı”. Biz de ondayız değil mi? Bize kitap verilmiştir. Ne diyor burada? “le tübeyyinünnehu lin nasi”, bak “le tubeyyine” arapça bilmeyen bile sesten anlar. Tekildir o, kişiye açıklaman için. Burada da “le tubeyyinunne” çoğul ve te’kid zamiri gelmiş. Kesinlikle onlara açıklayacaksınız”. Peki açıklamanın anlamı ne? Hemen arkasından “ve la tektümuneh: onu gizlemeyeceksiniz” diyor. Öyleyse Resulullah’a verilen “le tubeyyine lin nasi” emri nedir? Gizlememektir. Her şeyi açıkça anlatmaktır. Ama şimdi siz tutar da bunu Kur’an’ı açıklama yetkisi Allah tarafından Resulullah’a verilmiştir derseniz bu bir tağutluk olmaz mı? Ama bu da bütün usül kitapları ittifak halindedir. Hiç aksini düşünen yoktur. Bize de çocuklukta öyle öğrettiler. Ama Allah ne diyor; “ben açıklıyorum ki Allah’tan başkasını ilah edinmeyesiniz diye” diyor. Burada esas tağutluk şu: diyor ki bunu Resulullah açıklar. Peki ne ile açıklar? Hadisleriyle açıklar. O zaman Ebu Bekir(ra) 500 kadar hadis topluyor, Ömer(ra) 500 kadar hadis topluyor. İlk dönemde hadis sayısı işte Mustafa Karataş’ın doktorası vardı 700 falan diyordu galiba, yanlış hatırlıyor olabilirim. Sonra milyonları buluyor. Çünkü madem siz onu kabul ettirdiniz, hadis uydurmak kolay. Uydurarark kendi kafanızdakini Resulullah’a söylettiriyorsunuz ve onu da Allah’ın sözü olarak şey yapıyorsunuz ve hadis ayetin yerini tutuyor. Az önce söylediğimiz şey de bir de bakıyorsunuz ki bu defa kendilerini de bu konuda açıklamaya yetkili görüyorlar. Tefsirlere bakın bütün müfessirler Kur’an’ı açıklama yetkisine sahiptir. İşte açıyoruz, C. Hakk diyor ki; “esirleri ya karşılıklı yada karşılıksız serbest bırakacaksınız. Ama açıyorsunuz Cessas’ı, açıyorsunuz Maturidi’nin tefsirini ki ilk dönemde yazılanlar bu ikisi. En eski ve en güvenilir kitaplar. Allah’ın söylemediğini Allah’ın emri gibi, söylediğini de yok sayabiliyorlar. E peki kardeşim bu, ondan da daha öteye bir tağutluk. Ondan sonra bir din oluşmuş bugün. Mesela biliyorsunuz İşid esir aldıklarını öldürüyor. Geçende Fatih diyordu, arabanın arkasına takmışlar adamı, arabanın arkasında çekerek paramparça etmişler. Ve bu islamın hükmü gibi oluyor. Bu defa ne oldu? Tüm insanlar dinden nefret etmeye başladılar. İşte tağutluk bu. Bu konuda şey çok güzel bir hatırasını anlatmıştı. Onu da dinleyelim Aydın Hoca. Bir kere tağutluk meselesi anlaşılsın sonrası çorap söküğü gibi gelir. Zaten ayetlerle C.Hakk meseleyi anlatıyor.
AYDIN MÜLAYİM: Allah’ın indirdiğiyle razılaşmayanlar, kendileriyle ilgili bazı vasıflar belirtiyor. Toplum da böyle yapıyor ve kendileriyle Allah arasına bazı din adamlarını sokuyorlar. Özel görevler ve sorumluluklar görüyor. Biz biliyoruz ki her birimiz Allah’ın kitabına muhatabız ve Allah’ın kitabı da açıktır. Biz Allah’ın kitabından öğreniyoruz dinimizi. Allah, Zümer suresi 3.ayetinde zaten ZÜMER, 3.. Ayet: “Ela lillahid dınül halıs: dininizi halis olarak Allah’a has kılın” yani temiz tutun. Dine birşeyler bulaştırmayın, ilave etmeyin. “Vellezınettehazu min dunihı evliy”
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah ile kendi aralarına yani hem kendilerine yakın hem Allah’a yakın bir takım dostlar ediniyorlar, Allah ile kendi aralarına koyuyorlar.
AYDIN MÜLAYİM: “ma na’büdühüm illa li yükarribuna ilellahi zülfa: biz onlara ibadet etmiyoruz ki” diyorlar. Onlar sadece bizimle Allah arasındaki yaklaştırıcı, yakın varlıklardır diyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye onlara boyun eğiyoruz. Yani bunlar ne diyor; “biz anlamayız kardeşim”. Bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar ne demek? Allah’ın emirlerini ancak bunlardan öğreniriz, niye bize şey yapıyorsunuz ki diyorlar. Kardeşim, bir sorgulasanıza! Ben anlamam diyor. Baştan ben anlamam dediğin an ben insan değilim, koyunum demiş oluyorsun. Sen koyunsan seni köpekler bile güder. Sen bir kere insan olduğunu unutma.
AYDIN MÜLAYİM: Aslında Allah’a yaklaşmak böyle olmaz. Aslında bu sunumu yapmamda asıl amacım Maide suresi 93: “Allah’ın hükmüyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir” diye ayetler var biliyorsunuz. Çok kullanılan ve çok istismara açık ayetlerdir. Bu ayetlerin nasıl istismar edildiği ile ilgili sunum yapmak istiyorum. Yani amacım budur. Bu konuda nasıl insanları, gençlerimizi nasıl saptırıyorlar yoldan çıkarıyorlar ve tağutla şeriatla Allah’ın değil de kendi oluşturdukları şeriatla, yüce kelimelerle onları istismar ederek gençlerimizi yoldan çıkarıyorlar. Tabi bu gençler de saf ve adalete düşkün, zulme karşı dinamik insanlar olduğu için, tecrübesiz olduğu için böyle kelimelereçabuk aldanıyorlar yani. Bu gibi ayetlerin sonunu alıyorlar, ne başını okuyorlar, irtibatını koparıp “evet Allah’tan başka hükmeden yoktur, hükmeden de tağuttur kafirdir yıkmak lazım” diyor. Bu gibi şiarlarla girişiyorlar. Israr ediyorsanız anlatayım ama konumuz…
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bizim de söylediğimiz başka bir şey değil kardeşim. Sen konuyu geniş şey yaptığın için, bırakırsak bugün yetmez. Hafta da yetmez, ondan sonraki hafta da yetmez. Sen onuk için biraz şey yap.
AYDIN MÜLAYİM: Ben, Selçuk Üniversitesini Konya’da 98’de bitirdim. Ondan sonra tebliğ için büyük aşk ve şevkle Azerbaycan’a gittim. Memlekette 15 seneye yakın tebliğde bulundum. Yani insanlara Allah’ın kitabını, dinini anlatmaya çalıştık. Bu yönde bir cemaat da oluşturduk. Bir köyümüz var, büyük değil 1500-200 kişi olan bir köy. Bu köyde bir cami inşa edildi. Sağolsunlar bu Türkiye’den Altınoluk cemaatinin yaptığı. O camide faliyetimizi sürdürdük. Bir camaat oluştu burada. İyi bir cemaat oluştu. Hatta bu köyün bütçesi de yok. İnsanlar bir çoğu gençler katıldılar müslüman oldular. Birbirlerine karşı sevgi ve muhabbet de oluştu. Bir topluluk oluştu Allah’ı ve resulünü seven, iyilik eden, kötülükten nehyeden bir topluluk oluşturmaya çalıştık. Ve bizi örnek alıp da gelen yerlerde bize imrenmeye başladı. Hatta bizden utanıyorlardı. Keşke biz de sizin gibi olsak diyorlar. Olamayanlar da bu düşüncede. Bir öğrencimiz vardı, yaşlı bir öğrenci. Bir de bunun oğlu var. Genç oğlu. Askerden gelmiş bir tane oğlu var. Bu oğlunun da müslüman olmasını, kendisine katılmasını istedi. Elhamdulillah Allah nasip etti. Bu da camiye gitti geldi. Sonra bunlardan bir kaçı ve bu çocuk da şehirde bir guryp oluştu o zamanlarda. Yeni bir gurup oluştu. Bu gurup çok aşırı. Bu gurup, az önce söylediğim ayetleri, tağut gibi kavramları alarak, bir yerlerden de beslenerek, heralde istihbarattan bir yerlerden beslenerek, “hutbe verenler, camide vaaz verenler aslında tağuta kulluk ediyor” cumaya gelmemeye başladı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kulluk ettiklerini iddia ettikleri tağut kim oluyor?
AYDIN MÜLAYİM: Tağut işte devletin kendisi oluyor, o imamlar oluyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Devleti kabul ettiği için, orada yaşadığı için tağut olmuş oluyor. Peki o nerede yaşıyor?
AYDIN MÜLAYİM: Hicret etmenin şart olduğunu sonradan gündeme getirdiler. Yapmayın etmeyin, bunlarla konuşmalar yaptık. Hatta bunlar benim makalelerimi paylıyorlardı. İslam ile ilgili makaleler yayınlıyordum. Bu insanların kendileri paylıyordu bu makaleleri. Abdullah Gül cumhurbaşkanı oldu, onunla ilgili Türkiye halkına tebrik olarak bir makale yazdım. Bu makaleyi görenler, “Sen nasıl olur da tağut devletini tağut başkanını sen tebrik etmişsin, sen de tağutsun”. İşte böyle bir kavga yaşandı. Sonra bizim köye geldiler aynı bizim köye geldiler. Bu köye kendileri gelirken zaten hayran oluyor: böyle birlik, böyle anlaşma var, yardımlaşma var. En çok da ihtiyaç sahiplerine bile biz bütçemiz sayesinde yardım ederiz. Kendi aramızda da böyle zekat memuru oluşmuştu. Gelen, müslüman olsun gayrı müslim olsun kendi hayranlıklarını bildiriyordu iyi bir topluluk oluşmuş diye. Neyse, bunlar geldiler bizim köye dediler ki; “Aydın sen bu tağutu ya reddedersin ya senin arkanda artık duramayız”. Diğer liderleri görmez de illa buradaki. O kadar oyuncak liderler var ki illa bunu alıyorlar. Sen şunu tekfir et de ondan sonra senin aruanda uyalım. Kimlere artık hicret ettikleri Allah bilir. Neyse, artık uymadılar ve birçokları hemen o çocuk, o ihtiyar amcanın(ikisi de benim öğrencim)o genç çocuk cumalara gelmemeye başladı. Ondan sonra bir gün babası geldi dedi ki; “benimle aynı sofrada oturup yemek yiyemiyor artık. Benim kestiğimi beğenmiyor. Haramdır diyor, necistir diyor. Artık müslüman görmüyor, farklı sofrada oturuyor”. Neyse bir kaç ay geçti artık köyde de bir kaç kişi oluştu bunlar gibi. Babası geldi dedi ki; “ya bu çocuğum benden ayrıldı şehre geçti. Artık benimle yaşamıyor”. Torunları da var. Neyse, “gel de bir gidelim, benim çocukları torunları görmek istiyorum. Çok seviyorum bir göreyim”. Tamam gidelim dedik. Gittik kapıyı açtı ki bu manzarayı hiç unutmam yani çok ağır bir manzaradır. Gittik. Kirada oturuyormuş. Kapıyı açtı. O babanın torunları babasına düşman nazarıyla baktı. Kucaklayamadı dedelerini. Her zaman sevip kucaklayan, kendi torunlarını nasıl. Daha torunlar 5 yaşında 6 yaşında çocuklar. Babası da onları kucaklayamadı yani. Çok acayip bir manzara. Soruyorum, gelmişiz dedisi diyor ki tembih et, bir şeyler söyle. Ben Kur’an’dan ayetler getirdim. Diyor ki; “sen bizim emirimize biat etmedikçe sana uymayız”. Ya diyorum “sen emiri tanıyormusun?”, “yok tanımıyorum”. Bana tanıt, ben tanıyayım sonra biat edeyim. Belki ben de edeceğim, iyi bir insandır? Belki ben de işine yararım? “Yok, önemli değil,tanımasan da olur” diyor. Ve böylece döndük. Az kalsın orada dedesi oğlunu öldürecekti. Yani öyle bir duruma geldi ben zor aldım elinden. Böyle bir zor durum. Ve dönüşümüzde artık bizim köyde de belli bir gurup, tekfirci guruplar oluştu. Şuanda bir kısmı İşid’in terkinde müslümanlara karşı savaşıyor. Burada savaşıp bazıları da ölmüş. Yani şimdi bu kötü örnek. Şimdi artık bizim köyümüzde manzara değişti. Korkmaya başladılar. Hatta müslüman olmayanlar müslüman olanlardan çekindi. Önce olanları istiyordu şimdi olmayan. Çünkü bakıyorsun birisi yeni kurmuş ailesini,eşi çocukları yanlız kalmış gitmiş. Babasını kafir olarak görüyor, annesini kafir olarak görüyor. Tam olumlu atmosferden olumsuz bir korkunç bir vahim bir olaya çevrildi. Nasıl getiriliyor bunlar nasıl oluyor bu çok önemli.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bundan sonra artık onları şey yaparsın. Tevbe suresinin ayetlerine geçersin. Bak sen ayet okuyorsun dinlemiyor. Resullah’ın sözlerini okuyorsun dinlemiyor, diyor ki ; “benim emirime itaat edeceksin”. Peki emirin kim? Tanıyormusun? Tanımıyorum diyor. Ama başta ne dedik? Allah’ın nebisinin bile sözlerini kontrolden geçireceksiniz diyor. Ayet konusunda en küçük bir tercih hakkınız olmaz diyor. O zaman bu kişi kendisini mümin kabul ediyor, kendisini tağuta itaat ediyor kabul ediyor. Asıl tağut olan bunlardır. Ve ondan sonra ortaya dini bir yapı çıkıyor bugün. Mesela sahabe zamanında din hızla yayılırken, sahabeden sonra din bozulduğu için yani şöyle söyleyeyim: su tertemiz kaynağından çıkan su olduğu için herkes bu suyu almak istiyordu. Çok güzel yemekler pişirilirdi, herkes o yemekten yemek istiyordu. Sonra yemekler ekşitilince bu defa hiç kimse şey yapmadı. O ekşi yemeği yiyen müslümanlar da hep sarhoş dolaşmaya başladı. Çünkü ekşiyen yemek alkol üretir. Bu sarhoş dolaşan müslümanlar, bu defa kendi içlerinde de bir ile yaramaz hale geldiler. “Din bu ise ben yokum diyenler” bu defa yeryüzünü sardılar. Şimdi, Aydın Hoca’nın söylediği gibi daha önce müslümanlara hayran olanlar, bu defa müslümanlar “aman aman kalsın” diyecek noktaya gelmişlerdir. İşte şimdi sen burada “ittehazu ahbarahum ve ruhbanahum erbanen min dunillah” şimdi iyi oturur.
AYDIN MÜLAYİM: Nereden bildiniz bunu anlatacağımı?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tam yeri geldi çünkü. Şimdi anlatabilirsin onu.
AYDIN MÜLAYİM: Hocamın söylediği ayet TEVBE, 31.. Ayet: “İttehazu ahbarahüm ve ruhbanehüm erbabem min dunillahi vel mesıhabne meryem ve ma ümiru illa li ya’büdu ilahev vahıda: o kimseler ki Allah’ın dununda” yani Allah’ın dışında..
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Dışında” değil Allah ile kendi aralarına. Mesela bu adam düşünüyor ki; “benim emirim ne söylüyorsa Allah’ın emrine uygundur” diyor, Allah ile kendi arasına koymuş oluyor.
AYDIN MÜLAYİM: Tabloda gözüktüğü gibi Meryem oğlu İsa’yı da o şekilde rabler edinenler. Halbuki onlara “ümiru illa li ya’büdu ilahev vahıda” halbuli onlara bir olan Allah’a ibadet etmelerini Allah emretmişti. Şimdi bu “ibadet etmelerini Allah emretmişti”. Rivayeti de söyleyeyim Hocamm: Adiy Bin Hatim biliyorsunuz bu rivayet çok kullanılıyor. Bu yüzden biz de söyleyelğm. Adiy Bin Hatem, önceden hıristiyandı. Bunu duyan Adiy Bin Hatem diyor ki; “Ey Allah’ın resulü, ben de bir hıristiyanım fakat biz ahbar ve ruhbanlarımızı rab edinmiyor ve onlara ibadet etmiyoruz” demişti o zaman. Bunun üzerine Resulullah da şöyle demişti; “Allah’ın haram kıldığını helal, helal kıldığını da haram kıldıklarında onların dediklerini kabul etmiyormuydunuz?”. Adiy de şöyle cevap veriyor; “kabul ediyoruz. Çünkü onlar dini konularda yetkili kişilerdir” dedi. Bunun üzerine Resulullah da; “işte bu, onları rab edinme değil de nedir?”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tekrar söyle tam anlaşılsın.
AYDIN MÜLAYİM: Adiy diyor ki; “evet kabul ediyoruz”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Adiy İbni Hatem dediğimiz, Tay kabilesinin reisinin oğlu. Resulullah orayı fethedince adam kaçmış hıristiyanların içerisine Şam tarafına kaçmış. Ona mektup yazıyor diyor ki; “gelburaya burada kimse sana bir şey yapmaz”. Adiy şehre gelince Hatimi Tayi diye onun babası araplarda çok meşhur bir kişidir. Cömertliği ile tanınan bir insandır. Gel diyor burada sana hiç bir şey yapmazlar. O gelince Medine’de herkes “Hatim gelmiş”, “Hatim gelmiş” falan. Gidiyor Resulullah’ın huzuruna. O sırada Resulullah konuşuyor, işte bu ayeti okuyor o zaman. Oradaki o söz çok önemli. Onun kaynağını da söyle.
AYDIN MÜLAYİM: İbni Kesir’de var, Taberi’de var. Tefsir kaynaklarının hepsinde var. Adiy’in söylediği cümle şu.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ayet okuyor Resulullah, ondan sonra o da diyor ki “ahbar ve ruhbanlarını”. Ahbar dedikleri, onların ilim adamları. Ruhban dedikleri de rahipler yani din adamları onların. Bunları Allah ile kendi aralarında ilahlar edindiler, Meryem oğlu Mesih’i de edindiler. Ayeti okurken O içeri giriyor ve itiraz ediyor Adiy.
AYDIN MÜLAYİM: “Ben bir Hristiyan’ım fakat biz ne ahbarlarımızı, ne ruhbanlarımızı ilah edinmiyoruz” yani ibadet etmiyoruz. Şimdiki tasavvuf erbabları “biz onlara ibadet etmiyoruz” diye karşı çıkıyor, aynı. Bu karşılığı veriyor. Bunun üzerine Resulullah da diyor ki; “Allah’ın haram kıldığını helal, helal kıldığını da haram kıldıklarında onların dediklerini kabul etmiyormusunuz?”. Adiy de şöyle cevap veriyor; “evet kabul ediyoruz. Çünkü onlar dini konularda yetkili kişilerdir” dedi. Bunun üzerine Resulullah; “işte bu onları rab edinme değil de nedir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mesela demin anlattığımız konu. Esirlerle ilgili Allah diyor ki; “ya karşılıklı yada karşılıksız serbest bırakacaksınız”. İmam Maturidi de diyor ki tefsirinde; “işte bak Allah nebisini ve müminleri esirler konusunda serbest bıraktı”. Ee? “İsterlerse öldürürler”. Hani ayette var mı? “İsterlerse köle yada cariye yaparlar”. Nerede var? “İsterlerse fidye alırlar”. Orada bitiyor. Karşılıksız serbest bırakma var ayette, o yok. Ve bu ulemanın söyledikleri bugün islam aleminde Allah’ın dini, az önce Adem Hoca’nın söylediği gibi siz deseniz ki İşid’e; “o esirleri niye alıyorsunuz?”,siz tağut olursunuz. Çünkü bunca ulema bilmiyor da siz mi biliyorsunuz. “Ee bu ayetler var?”, dinlemezler. Aynı şeyi hıristiyanlar yapıyormuş. Aynısı. Değişen bir şey yok.
AYDIN MÜLAYİM: Şu cümleyi de ekleyeyim. Din adamları üzerine çalıştığım zaman şunları gördü: Allah’ın kitabını bırakıp, bilginlerinin kişisel görüşlerine sarıldılar. Yani onlara inandılar. Allah’ın emirleriyle onların görüşleri çatıştığı zaman da bilginlerinin görüşlerini tercih etmişler. Razi de bu tefsirinde onların nasıl ahbar ve ruhbanlarını ilah edindiklerini yani onları rab edindiklerini şöyle söylüyor. Razi, tefsirinde bu konu ile ilgili şöyle söylüyor; “Beni İsrail’in bu rab edinme işi nasıl oldu diye Ebu Ali’ye sordum, şöyle cevap verdi: “Allah’ın kitabında ahbar ve ruhbanın sözlerine aykırı nice hükümler buluyorlar ama yine de onların sözlerini kabul ediyorlardı. Yani Allah’ın kitabına ne kadar ters görseler de yine de kendi ahbarlarının sözlerini kabul ediyor, Allah’ın kitabındakini kabul etmiyorlardı demektir”.
Bir de Maide 43’e, en çok istismar edilen ayete gelmek istiyorum Hocam.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ona en son geliriz. Sen şimdi burada şeyi anlat. Ahbar, ruhban nedir? O konuda söylenenler? Maide 43 ile en son kapatırız. Çünkü meseleyi bağlamından kopararak şey yapıyorlar orada. Mesela ahbar konusunda neler yapılıyor? İstersen bu konuda şeyin yazdıklarını söyle. Elmalılı Hamdi Yazır çok güzel tespitlerde bulunmuş. Razi de. Onları söyle, millet bilsin. Bunu söyleyen ulemamız var gerçekten. Bunu bi anlayalım.
AYDIN MÜLAYİM: Razi, ehli kitaba bulaşan bu hastalığın aynısının müslümanlara nasıl bulaştığını şöyle aktarıyor bize. Örneğini veriyor kendi hocasından müslümanlarla ilgili şu sözünü naklediyor tefsirinde. “Fakihleri taklid eden bir topluluğu gördüm. Bazı konularla ilgili olarak pek çok ayet okudum onlara. Mezhep görüşleri bu ayetlere tersti. Bu ayerleri kabul etmediler ve hiç bir iltifat da göstermediler. Şaşkın vaziyette bakakaldılar baş kaldırdılar. Ecdadımız şöyle dediği halde bu ayetlerin zahiriyle nasıl amel edilir? Dediler”. Ve şöyle tamamlıyor; “artık bu hastalığın pek çok dünya ehlinin damarlarına sirayet ettiğini görürsünüz”. Fahreddin Razi’nin kendi hocası. Elmalılı ahbar ve ruhbanı nasıl anlatıyor, nasıl değerlendirmiş ona da bir değinelim. Tefsirinde söylüyor. “Herhangi birinin rab edilmiş olmak için behenemal yani ona rab adını vermiş olmak değildir”. İlla ona bu benim rabbimdir, bu benim ilahımdır demek şart değildir. Yahudi ve hıristiyanlar, kendi ahbar ve ruhbanlarına rab dememişlerse de rab yerine koymuşlardır. Dinde hüküm koyabilme haklarının olduğuna inanmışlardır. Şu halde yahudi ve hıristiyanları muaheze ettiğimiz gibi/sorguladığımız gibi kendi din alimlerimize, ululemr denilen devlet başkanlarımıza itaati de Allah’a itaat ölçüsünde yapmalıyız” diyor. “Dolayısıyla bir kimsenin Allah’ın emrine uygun olup olmadığını hesaba katmayarak onun emrine uymak ve özellikle dinin hükümlerine ait olan hususlarda onu kural koymaya yetkili sanıp ne söylerse, ne emrederse doğru farzetmek, Allah’ın emrine ters düşeceğini düşünmeden onun emirlerini taparcasına yerine getirmek onu rab edinmek ve ona tapmak demektir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ne kadar açık söylemiş değil mi? Şimdi anlatabilirsin artık herşeyi.
AYDIN MÜLAYİM: Günümüzde, ayetin bir parçasını, son bölümünü alarak kullananların, işte Maide suresi 43’ten başlayan istismar edilen ayete gelelim. 43’te şöyle söylüyor Allah; “içinde Allah’ın hükmünün bulundupu tevrat yanlarındayken onlar nasıl oluyor da senin hakemliğine başvuruyorlar. Ve ondan sonra da senin tevrattan verdiğin hükümlerden yüz çevirirler. Bunlar inanmış kimseler değildir”. Bu ayetten sonra işte bu istismar edilen ve islamda da ilk din adamı oluşumuna sebebiyet veren ayet bu ayettir. Yani Allah’ın hükmüyle hükmetme. Öyle kanaatteyiz. Öyle düşünüyoruz. 44.ayet şöyledir: “içinde hidayet ve nur bulunan tevratı elbette biz indirdik. Teslim olmuş nebiler yahudilere hükmederler. Kendilerini tanrıya adamış din adamları alimler de Allah’ın kitabını korumakla görevlendirildiklerinden, onunla hüküm verirlerdi ve ona şahit olurlardı. Ey Allah’ın kitabına tanık olanlar! İnsanlardan korkmayınız, benden korkun. Ayetlerimi geçici bir bedele değişmeyin. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir”. Bundan sonra, “kimler Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse zalimlerin ta kendileridir”, ondan sonra incil ehli elinde olan incil ile hükmetmezse sapkınların ta kendileridir diyerek Allah uyarmaktadır. Şimdi bu ayetlerde kastedilen, sonra, bu ayetleri nasıl istismar ettiklerini söyleyeceğiz. Allah bu ayetlerde ehli kitabın, Allah’ın kitabı yanlarında olduğu halde kendi din adamları olan haham be rahiplere uydukları ve itaat ettikleri için tekfir etmiştir. Kendilerine indirilmiş olan kitaplarına uymamaları, onu biz anlamayız ve bize hitap etmiyor deyip sadece din adamlarının ellerine bırakarak oradan ayetleri gizlemek ve yorumlamak suretiyle kendi isteklerine göre hüküm çıkarmaları sonucu ehli kitabın Allah’ın isimlendirdiği kafirler, fasıklar ve zalimler zümresine girdikleri ifade edilmektedir. Her ne kadar bu ayetlerle ehli kitap örnek verilmişse de aslında bu ayetler genele hitab ediyor. Çünkü “kimler” diyor ayette. “Kimler Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse kafirlerin ta kendileridir” diyor. Allah bu ayetlerde, aynı suçu işleyenlere farklı tabirler kullanıyor. Mesela kafirler, fasıklar, zalimler diyor. Farklı tabirler kullanıyor ancak bu ayetleri bir bütün olarak değerlendirdiğimiz zaman her üç tabirin de böyle bir suçu işleyen yani Allah’ın hükmü olduğu halde başka insanların dediklerine bakan, gizleyenler bu suçu işleyenlere şamil ediliyor her üçü de. Çünkü Allah’ın kitabı ve hükmü varken farklı kaynaklar ediniyorlar. Müslğmanların içerisinde de şimdi buraya gelelim.. Ayetlerin son bölümünü alarak kimler Allah’ın hükmüyle hükmetmezse kafirlerin ta kendileridir diyerek bunu sadece siyasete, devlete indirgemeleri ve kendilerinin kurduğu bir şeriatla hükmetmeyenlerin bu kurala gireceklerini söylüyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İstersen o 44. ayetin mealini baştan sona ver. Onlarla alakası var.
AYDIN MÜLAYİM: Okudum Hocam. O yüzden açıklama yapıyorum.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tevrat ehlinin Tevrat’a uymasını istiyor.
AYDIN MÜLAYİM: Aynı ayetleri diğer konularda da mesela savaş konusunda da bir ayet alarak ya da ayetin bir kısmını alarak savaşmak gerekiyor, kafirleri nerede bulursanız öldürmek gerekiyor. Esirlerle ilgili de sadece bir ayeti alıp bütün bağlamlarını başından sonundan kopararak hüküm verirler. Yani kendilerinin oluşturduğu bir ideoloji var, bir din anlayışı var. Bu ayetleri alarak şöyle bir sonuca varıyorlar: Allah bize yeryüzünde Allah’ın hükmünü hakim kılmak için bizi görevlendirmiş. Ve biz de yeryüzünde Allah’ın hükmünü hakim kılana kadar son kafirine kadar öldürmek zorundayız. Böyle bir inançları var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Biliyorsunuz bir hadis ortaya atmışlar. Resulullah’a Allah bir emir vermiş imiş! Herkes la ilahe illlallah diyene kadar savaşacakmış! Ya hangi ayette bu? Halbuki Allah çok sayıda ayette diyor ki; GASİYE, 21.. Ayet: “Fezekkir innema ente müzekkirün”. GASİYE, 22.. Ayet: “Leste’aleyhim bimusaytırin”. Sen zikri bildir yani Kur’an’ı anlat, senin görevin budur. Üzerlerine baskı yapacak değilsin. Ondan sonra “la ikrahe fiddin” diyır. Dinde baskı olmaz diyor. Peki Kur’an’ın hangi ayetinde bu var? Baskıyla bir insanın mümin olması mümkün mü? İman, içten kabul edilmesi gereken bir şeydir. İşte en başta söylediğim gibi Kur’an’ı nebimiz açıklar dersiniz. Resul kelimesini kullanırlar orada nebi kelimesini kullanmazlar. Ondan sonra resule itaat Allah’a itaatır derler. Dolayısıyla Kur’an’ın birçok ayetleri yok sayılır. Onun için resul ve nebi kavramları tamamen tahrib edilmiştir malesef. Ondan sonra da bir hadis rahatlıkla uydururlar, ilgili bütün ayetler devre dışı bırakılır. Orada da işte tam bir tağutluk yapmış olurlar. Ve ondan sonra doğru yolda olanlara tağut derler.
AYDIN MÜLAYİM: Bir de Allah’ın dinini sadece devlet ve siyasetle sınırlıyorlar. Allah’ın hükmüyle hükmetmeden bir devlet olacak, eğer değilse bu tağut olmuş oluyor. Tağuta da karşı artık savaşılması gerektiği söyleniyor. Yani Allah’ın emretmediği bir amacı kendi üzerlerine yüklüyor, bütün dünyada Allah’ın hükmünü hakim kılmak için bir ideoloji oluşturuluyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah’ın hükmünün hakim kılındığı hangi devlet var ki bugün? Nereye gidecekler bu adamlar? Musa(as) kimin kontrolü altında yaşadı yıllarca? Firavun’un. Yani yıllarca Firavun’a karşı Allah’ın dinini tebliğ etti, fiili herhangi bir şey yaptı mı? Firavun ki bunların oğlanlarını kesiyor kızlarını serbest bırakıyor. Resmen kesiyor. Artık bunun daha ötesi düşünülebilir mi? Ama ne zaman C. Hakk’tan emir geldiyse o zaman gitti. Resulullah Mekke’de son ana kadar, artık onunla ilgili ölüm kararı çıkana kadar orada kaldı. Hiç orada herhangi bir kişiyle kişisel tartışmaya, sürtüşmeye girmiş bileniniz var mı? Öyle bir amaç olmaz. Ya da herhangi bir nebinin “ben islam devleti kuracağım” diye bir kelimeyle ortaya çıktığını gördünüz mü Kur’an’da? Bunlar ne yapıyor: “biz islamı hakim kılacağız”. Aslında islamı falan değil, islamı kullanarak kendinizi hakim kılacaksınız. Siz belli noktalara gelmek istiyorsunuz, oraya gelmek için de islamı alet ediyorsunuz kendinize. Eğer Allah’ın dinine uymaksa işte MAİDE, 43.. Ayet: “Ve keyfe yühakkimunee ve ındehümüt tevratü” dedi tevratla ilgili. Peki tevratı getiren Musa(as), tevratın emirlerine uymak durumunda olan Musa(as) böyle bir şey yaptı mı? Ondan sonra MAİDE, 47.. Ayet: Vel yahküm ehlül incıli bima enzelellahü fıh ve mel lem yahküm bima enzelellahü fe ülaike hümül fasikun”. Ehli incil de Allah’ın indirdiğine uysun diyor. İncili getiren İsa(as)kiminle kişisel sürtüşmeye girdi? Onlar Onu öldürmek için gayret gösterdi. Herhangi bir şey yapmadı. Etrafında da o gittiği yerlerde yüzbinler dökülüyordu yani. Karşı çıkanlar sadece devrin tağutlarıydı. Yani İsa(as)’ın tebliğinden hoşlanmayanlar o dönemin tağutlarıydı yani din adamlarıydı. Çünkü onların hesapları bozuluyordu. Yahudi din adamları. Az önce ayette okudu ya.
AYDIN MÜLAYİM: Bu ayet indiği zaman da zaten yahudiler şeriat ile hükmettiklerini iddia ediyorlardı. “Biz şeriatka hükmediyoruz”, halbuki Allah ayet indiriyor. O zaman ne ilgisi olur ki. Şuanda kurulan şeriatların da bir çoğu Allah adına kurulsa bile yine Allah’ın bu ayetine muhatabtır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hangi şeriat kardeşim? Baştan örnek verdik, Ezidi kızlarını esir alıyorsunuz, pazarda satıyorsunuz, bu şeriat oluyor. Tamam, bu bütün mezheplerin ortaya koyduğu şeriattır tıpkı yahudi din adamlarının ortaya koyduğu gibi. Hadi Allah’ın kitabına gelin, Resulullah’ın uygulamasına gelin? Resulullah o savaşların hiç birinde insanları köleleştirmemiş. Bunun karşılığında ne diyor mezhepler? Diyorlar ki; “arapları köleleştirmek caiz değildir”. Peki bu ayetlerin muhatabı araplar değilmiydi? Bu ayetler türklere mi indi o zaman? Niye peki siz köleleştiriyorsunuz da diyenlere cevap olsun diye bir hüküm ortaya koyuyorlar. E peki arapların şeyi ne? “Ya müslüman olurlar ya öldürülürler”. Böyle bir hüküm var mı? Nereden çıkarıyorsunuz? İşte bütün bu tağutluklar bugün islam alemini bu hale getirmiştir.
AYDIN MÜLAYİM: Bu din evrensel bir din olduğu için ne bir devletle sınırlıdır, ne herhangi bir şahısla, ne din adamıyla. Yani aslında islamda böyle bir amaçla herhangi bir nebi de yok. Herhangi bir peygamberin böyle bir amaçla gönderildiği gözükmelektedir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten Allah diyor ki; “ve katilu fi sebilillah elledine yukatilunehu: kim sizinle savaşırsa onlarla savaşın”. O zaman sen adam nasıl dinini tebliğ edeceksin? Adama nasıl örnek olacaksın? Böyle saçmalık mı olur? Dikkat ediyormusunuz müslümanları yaşadıkları ülkede yaşayamaz hale getiriyorlar bu tağut gibi kelimelerle. Peki nerede yaşayacağız? “Göç”. Nereye? Göç eden adam da orada biraz sıkıntıyı görünce “ya bu ne biçim din” demeye başlıyor. Ondan sonra da birileri alıyor onları organize ediyor. Önce bu gençlerin kafaları karıştırılıyor, ”hadi gidin falan yerde savaşın”. Geçende İsrail’den açıklama yapıldı, “bizim İşid ile bir derdimiz yok” dendi. Olmaz zaten olmaz. Çünkü bu gençlerin aslında kötü niyeti yok. Ama asıl yanlışlıkları, sorgulamamalarıdır. Sorgulamak zorundalar. Tekrar ediyorum. Mumtahine 12.ayette toplumun en zayıf kesini sayılan Mekke’den göç etmiş kadınlara bile maruf olmayan konularda ittat etmeyeceksin diyor. Maruf ne? Maruf olan konularda itaat edeceksin , maruf olmayan konularda itaat etmeyeceksin diyor. “Ve la ya’sıneke fi ma’ruf” diyor. Ondan sonra, Bedir savaşında Resulullah, Muhammed suresinin 4.ayetine tamamen uymadığı için Allah Onu açıkça suçladıktan sonra müminleri de onun kapsamına katıyor. Peki niye uydunuz demiş oluyor. O bir yanlış yaptı, siz niye arkasından gittiniz diyor. Arkasından da diyor ki; ENFAL, 68.. Ayet: Lev la kitabüm minellahi sebeka lemesseküm fıma ehaztüm azabün azıym” ben size daha önceden söz vermiş olmasaydım. Mekke’deyken size bir zafer sözü vermiştim. O sözü vermeseydim, aldığınız bu esirlerden dolayı büyük bir azap sizi yakalayacaktı. Yani o müslümanların tamamı o cezayı çekeceklerdi. Peki Allah’ın nebisi oradayken, Allah’ın ayetleri burada varken siz nasıl tutarsınız da siz hocalarınızı ilahlaştırırsınız? Ve kendinizi doğru yolda, sizin dışınızdakilere tağut dersiniz.
AYDIN MÜLAYİM: Şu önemli hususu da kaydedelim. Zannediyorlar ki şeriat devleti olması yani Allah’ın hükmüyle hükmeden bir devletin olması elbette evladır. Herkes bunu ister ancak amaç sadece bu değil bunun daha ötesindedir. İslam, sınırları aşan, devleti aşan, her nerede olursanız olun Allah’ın hükmüne muhatab olacak şekilde yaşamanız gereken bir dindir bu din. Nerede olursanız olun. İster Amerika’da, ister İngiltere, Türkiye’de olun Allah’ın bu ayetlerini yani Maide 43-44’e muhatabız. Kendimizde bir şeriat kurmamız gerekiyor. Daha öte bir şey yapmamız gerek.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten hüküm dediğiniz zaman mesela size okulda öğretildi. Ne denir? Allah’ın iman ile ilgili hükümleri var değil mi? İnanacaklarınız şeyler şunlar şunlardır. Peki ben bunlardan birisine inanmam diyen adam, kendi kendiyle ilgili hükümde Allah’a göre hükmetmemiş olur. Bunlar Allah’a göre hükmetmeyi, hükmetme kelimesinden devleti düşünüyorlar, emirleri düşünüyorlar. Ya Kardeşim, hükmetmek demek bir konuda karar vermek demektir. Her insanı ilgilendiren bir hudustur. Her an. Allah’ın inanmanı emrettiği şeylere inanmazsam kafir olurum. Bitti. Peki ibadet konusunda? İbadet ile ilgili hükümler var? Ben onları kabul etmezsem kafir olurum. Muameleler ile ilgili hükümler var? Mesela faizdir, hırsızlık falan. Kabul etmezsem kafir olurum. Nedir bu? Kendimle ilgili hükümdür. Peki Musa(as), Allah’ın yazmış olduğu beldeye girmelerini söylüyor. Mukaddes beldeye girin demişti. Onlar da orada zorba bir topluluk var biz girmeyiz dedi. Ondan sonra sen rabbinle beraber git savaş dediler. Peki şimdi bunların hepsi Allah’ın nebisine karşı çıkan, tuğyan ettiği açık olan insanlar. Peki Musa(as)’ın onları öldürmesi gerekirdi bu mantığa göre, öyle değil mi? Maide 44 tamamen Musa(as)’ın şeyiyle alakalı. Musa(as) orada ne diyor? MAİDE, 25.. Ayet: Kale rabbi innı la emlikü illa nefsı ve ehıy: ya Rabbi benim sadece kendime ve kardeşime sözüm geçer” diyor. Yani ben kendime hükmederim demiş oluyor. Bir de kardeşine. Kardeşi de Allah’ın resulü olduğu için. Harun(as). Karıma demiyor, çocuklarıma demiyor. Peki biz ne diyeceğiz? Ya Rabbi sadece kendimize sözümüz geçer. Dolayısıyla Allah’ın hükmüyle hükmetme konusunda benim lafımı dinlemiyorlarsa dinlemezler. İşte Allah’ın resulü de. Sen tebliğ et, dinlemiyorsa dinlemiyor kardeşim. Bunlar illa zorla insanları müslüman edecekler. Müslüman oldum dediği zaman müslüman olmuş oluyor mu?
AYDIN MÜLAYİM: Bir de bu önemli hususlardan birisi de şudur: emire itaat, kayıtsız şartsız teslimiyet. Yani bildiğimiz gibi, Allah’ın dini konusunda Allah’ın kitabı ve Resulullah’tır bizim dinimizi temsil eden. Bunların dışında kimse Allah’ın dinini temsil edemez. Örnek olurlar ancak temsil edemez. Çünkü herkesin bir hatası olur ve yanlış yapma ihtimali vardır. Ancak bunların oluşturdukları din ve şeriatta, kendilerini Allah ile arasına koyanlar mesela emir konusunda itaat edersen kayıtsız şartsız itaat vardır tanıdın, tanımadın. Eğer etmezsen ihanettesin ve sen müslüman bile sayılmıyorsun. Ölüm hükmü bile veriliyor. Kayıtsız şartsız itaat vardır emire. Emir de bir tağut olmuş oluyor. Allah yerine konulmuş olur o zaman. Çünkü bu insan Allah’ı temsil etmiş oluyor yeryüzünde. Bu anlayışa göre, tekfirci, harici zihniyete göre şu anda olan yani bizim karşılaştığımız memleketimizde. Bunlara itaat etmek şarttır ve bunlarla şeriat getiriyorlar. Yani şeriat gerirdikleri aslında o tağutu getirmektir. Kendilerinin kayıtsız şartsız itaat ettikleri tağutu başa getirmek. Aslında hizmet ettikleri şey, o tağuttur. Kendileri de bilmiyorlar. Allah’ın kitabıdır, Resulullah’tır bu şey değil. Onlar için önemli olan, ne kadar ayet okursanız okuyun, Resulullah’tan örnek verirseniz verin düşünce yapıları şudur: ilk önce emire itaat. Biat etmen gerekiyor. Biat ettikten sonra artık sen onlardan birisi oluyorsun.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir de burada şunu yaparlar: görmüşsündür mutlaka çalışmaların sırasında. Nisa suresinin 58.ayeti var orada Allah diyor ki; “Yâ eyyuhâllezîne âmenû atîûllâhe: ey iman edenler,,Allah’a itaat edin”, “ve atîûr resûle: resule itaat edin”, ondan sonra “ve ulil emri minkum: sizden olan yetkili kişiye”. Ayeti orada bırakırlar. Ayetin devamını okumazlar. İlgili diğer ayetleri hiç okumazlar. Dersin başında söylediğim gibi, zaten bizde Kur’an’ın Kur’an ile açıklanması meselesi yoktur. Zaten Kur’an kavramı yoktur. Kur’an’ı Allah açıklar derler ama örneği yoktur. Ondan sonra, orada zaten tağutluk yapılmış, yoldan çıkılmıştır. Onun için bugün islam diye ortaya çıkanların büyük bir bölümünün islamla ilgisi yoktur. İki gün önce Cezayir’den iki tane ilahiyat hocası geldi buraya. Onlarla yaptığımız sohbetleri bir dinleseydiniz ne hale geldiklerini görürdünüz. Geleneksel İslam’ın insanları Kur’an’dan nasıl uzaklaştırdıklarını Arap olduğu için onlara anlatmak daha kolay. Dil açısından bir sıkıntı olmuyor. Bugün halimiz bu. Sorgulamak yok. Allah’ın resulünü sorgulayacaksın. Ayetin devamında Allah şunu söylüyor. Ben mesela hiç, o ayetin devamını yazana rastlamadım. Hatırlamıyorum. Yani bu konularda yazılar yazan insanlar için. Allah diyor ki devamında; “fe in tenâza’tum fî şey’in: herhangi bir konuda nizaya düşerseniz”. Bir insan Allah ile nizaya düşer mi? İşte az önce Ahzab 36.ayetten okumuştuk. Bir mümin kadın ve erkeğin Allah ve Resulü bir konuda karar verdimi tercih hakkı yoktur diyor. Öyleyse onunla nizaya girilir mi? Kiminle nizaya girebilirsin? Emirle, yetkili kişiyle. Nizaya girdiğin bir kişi için kayıtsız şartsız ittat kelimesi kullanılır mı? “Herhangi bir konuda nizaya girerseniz”, “fe ruddûhu ilâllâhi ver resûli: Allah ve Resulüne onu götürün”. Yani bakın ki Kur’an’daki açık hüküm nedir? Ve Kur’an’daki hikmet: ayetler arası C. Hakkın yaptığı açıklama nedir oraya götürün, oradan probleminizi çözün. Falanca alime gidin sorun demiyor, dikkat edin. Filan mezhebin fetvası falan değil. Bugün ne oluyor? İşte bizim emirin lafı hiç tartışılmıyor da. Evet gelenek öyle oluşmuştur. Bizim “hilafet makamı ve teokrasi” isimli yazımızı okuduysanız orada görürsünüz. Öyle bir hale getirmişler ki işi mesela resule itaat Allah’a itaattır, çünkü Allah’ın emrini tebliğ eder. Nebi konusunda da, yapmış olduğu çıkarımlarda hata edebilir diyor. Zaten Maide 49.ayette de orada çok açıkça ifade ediliyor. Ee? Orada hata edebilir, Allah ve resulüne itaat konusunda bir şey söz konusu değildir. Onu bile C.Hakk bize açıkça gösterdiği halde bizim hadis olarak mesela Buhari’de vardır. “Men ata’ani fetaataallah”artık nebilik yok, resulluk yok:kişi. “Bana itaat eden Allah’a itaat eder”. Bütün şeyler uydurulmuş ya. İlla o emir Allah yerine konacak. “Ve men ata’aemir fe kad ata’ani: benim emirime itaat eden bana itaat etmiş olur”. “Vemen asaeni fe kad asallah: bana isyan eden Allah’a isyan etmiş olur”, “ve men asaemiri fe kad asani” demek ki emire isyan eden Allah’a isyan etmiş oluyor. Ona isyan eden de cehennemi boylar. Diyor ki iyi yaparsa sevabı kendine, kötü yaparsa günahı kendine, sen karışma diyor. Ondan sonra da “sai bil fesad” kelimesi kullanılır, siyaseten katil kelimesi. Adam işaretle hiç yargıya gerek kalmadan bu dini kullanarak insanları öldürmeye başlamıştır. Bugün işte emirler öyle yapıyor. Herhangi bir yargı kararı diye bir şey söz konusu yok, hemen öldürüyorlar.
AYDIN MÜLAYİM: Zaten bu tekfirci guruplar da böyle yapıyor. Ayeti oraya kadar okuyor. “ve ululemri minkum”. Ondan sonra “fe in tenâza’tum” değil. Ondan sonra diyorlar ki; “Allah’a, resulüne ve şu emire itaatin dışında kalırsan delalette olmuş olursun”. Bize de öyle söyledi; “ya Aydın sizi delalete götürüyor”. Aslında sizin daha büyük amaçkarınız var. Dünyaya Allah’ın dinini hakim etmek için başka şeylerle uğraşmanız gerekiyor, bu yüzden şu emire itaat edeceksiniz. Kendileri de tanımıyor, bilmiyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tanısa ne olur ki.
AYDIN MÜLAYİM: Siz dalalettesiniz diyor. Ve emiri tağut yerine koymuş oluyor. Aslında bu işte en çok gençler istismar ediliyor. Gençler dünyada olan haksızlıkları,zulümleri, insanlar üzerinde oynanan oyunları, işkenceleri gördükleri için gerçekten de çok duygusal oluyorlar. Tecrübeleri de az olduğu için atılgan delikanlı diyoruz Türkiye’de de. Bunlar bakıyor ki gerçekten de çok haksızlık var. Bu haksızlıklara karşı gelmesi gereliyor. İşte bu emir, onlara karşı geliyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Duyguları istismar edilmiş oluyor.
AYDIN MÜLAYİM: İyi niyetli ve gerçekten de dinde samimi ve daha çok benim nasıl sevdiğim güzel gençler vardı, öğrencilerim vardı gitti elimden. Nereye gitti? Müslümanlara karşı savaşa gitti. Kullanıldı yani. Bir tağuta uyarak bir tağutun uğruna şehid oldu yani. Bundan sonra bir önemli husus daha var. Seçimler geldi diye demiyorum, aslında şöyle bir amaçları da var. Yani tağut okan bir ülkede ister iyi yönetici olsun ister kötü yönetici olsun ister müslümanlara karşı olsun ister olmasın. Emire itaat etmeyen birisi ise kendi ideolojilerinde olmayan birisi ise ona oy vermek küfürdür. Müslüman oy vermez gibi kelimelerle tağuta itaat ettiklerini ve onların gelmesine sebebiyet..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mesela enteresandır, seçim zamanı hep bana sorulur. Sormuyorlar son senelerde geeçi cevaplarını aldılar. “Efendim oy vermek caiz mi?”. Bunu soranlar genellikle kafalarında bir parti var, biz caiz değildir dediğimiz zaman bizi dinleyecek kesimi tahmin ediyorlar diyorlar ki “şu kesim dinler, onlar oy vermezler biz kazanırız”. Kendisi de zihnindeki parti için gece gündüz çalışıyor. Oy vermenin herhangi bir alakası yoktur dediğimiz zaman bizim dersi terkedenler oldu. Dersi niye terk ettiler? Kendi partileri kazanamaz korkusuyla, partilerinden vazgeçtikleri için değil. Ya kardeşim güzel de bizim partiyle hiç bir alakamız olmaz, hiç bir zaman da olmamıştır. Eğer öyle olsa bugün heralde size bu küçücük kiralık bir yerde hitab etmezdik yani. Bugün bir sürü bomboş duran salonlar var. Onlar bize rahatlıkla açılabilirdi. Ama ne diyor C.Hakk; MAİDE 8”…ve lâ yecrimennekum şeneânu kavmin alâ ellâ ta’dilû: bir toplulul yanlış yaptı diye siz adaletten vazgeçecek değilsiniz” sizi o günaha sevketmesin. Doğruları söylemek zorundayız. Şimdi bu öyle bir hale getiriyor ki, efendim, dünyaya hakim olacaklarmış! Dünya hakimi olacak kişiler, Aydın Hoca’nın dediği gibi kendin köyünden bile itaat edilmeye başlanıyor, en yakın kişileri bile “müslümanlık bu ise aman aman uzak olsun!” diyor. Ne oluyor? Tamamen müthiş bir şeytani operasyon dikkat ediyormusunuz. Bugün dünyaya islam diye tanıtılan İşid’in eylemleri var. Biliyorsunuz derslerde sürekli söylüyoruz; beyler, İşid’e karşı çıkanlar samimi olun lütfen. Sizin inancınız da aynı. Sizin mezhepleriniz onunla birebir aynı. Bu islamda yok diyorsunuz, gerçekten islamda o yok ama sen o yok olan şeyi islam zannediyorsun. Öyle inanıyorsun. Millete öyle fetva veriyorsun. Gel bakalım şöyle bir Allah’ın kitabına? Tamamen siyasi fetvalar, günü kurtarma konuşmaları falan. Ben gerçekten bu olayların, hani bir musibet bin nasihattan hayırlıdır esasına göre büyük bir hayra vesile olacağını düşünüyorum ama iyi çalışıp doğruları anlatırsak. Anlatamazsak işte Aydın Hoca’nın dediği gibi bir zamanlar islama hayran olanlar, bu defa islamdan nefret etmeye başlarlar.
AYDIN MÜLAYİM: Bunu sunmaktan amacımız, bu temiz yürekli gençleri, dini yaşamak isteyen gençlerin istismar edilmesi üzerineydi. Bunlar en çok Sovyet cumhuriyetinden kurtulan orta asya cumhuriyetinde islam ile tanışan gençlerin bu konularda Rusya’da olsun, Azerbaycan’da olsun, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Dağıstan gibi bölgelerde daha çok İşid’e katıldıklarını görüyoruz. Ve bunların ne kadar çok istismar edildiklerinin tanığı olduk bizzat bunların içinde bulunarak her zanan nakişada bulunan bir insan olarak bunların nereden, nasıl beslendiğini de çok iyi biliyoruz. Konumuz uzar diye bunlara girmiyoruz. Zaten bizim anlatmak istediğimiz, ayetleri gerçek yöntemle açıklamaktı. Zannediyorlar ki bizden bazıları yeni islama geliyor ve tağut, şeriat, la ilahe illallah’ın ne olduğunu biliyormusun, tağutun ne olduğunu biliyormusun. Bir gün olmuş adam islama gelmiş ve onun kafasını öyle bir bozmuşlar öyle jir kaynatmışlar ki sen 20 sene ona ders vermişsin, o gelmiş sana tağutu öğretiyor ve sana tevhidi öğretmeye kalkıyor. Sanki biz şeriatı, Allah’ın hükümlerini istemiyormuşuz gibi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bizim için Allah’ın hükümleri olmazsa olmazdır. Ama kendimizden başkasına hükmümüz de geçmez, onu da biliyoruz.
AYDIN MÜLAYİM: Gücümüzün üstünde bir yükle zaten Allah bizi sorumlu tutmaz. Biz başaracağımız işleri yapmamız gerekiyor. Bizi aşan işleri de zamana..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bizim yapacağımız: Allah’ın ayetlerini tebliğ etmek, doğru yaşamak ve örnek olmak. Başka yapabilecepimiz bir şey yok ki. Gücümüz bu kadara yeter.
VEDAT YILMAZ: Nebilerin örnekliklerine baktığımız zaman devlet kurma gibi bir dertleri yoktu dedik ya. İsa(as) ile alakalı bir rivayet var Matta incilinde geçen. Direk bu konu ile alakalı. Ben direk metinden okuyorum. “İsa’yı kendi söyleyeceği sözlerle tuzağa düşürmek amacıyla düzen kurdular. Hirodes yanlılarıyla birlikte gönderdikleri kendş öğrencileri İsa’ya gelip “öğretmenimiz” dediler, “senin dürüst biri olduğunu, Tanrı’nın yolunu dürüstçe öğrettiğini, kimseyi kayırmadığını biliyoruz. Çünkü insanlar arasında ayrım yapmazsın. Peki söyle bize; sence Sezar’a vergi veemek kutsal yasaya uygun mu değil mi? İsa, onların kötü niyetlerini bildiğinden “ey iki yüzlüler” dedi. “Beni neden deniyorsunuz? Vergi öderken kullandığınız parayı bana gösterin” dedi. Onlar da 1 dinar getirdiler. İsa, parayı gösterip; “bu paranın üzerindeki resim, bu yazı kimin” diye sordu. Onlar da Sezar’ın dediler. O zaman İsa; “öyleyse Sezar’ın hakkını Sezar’a, Allag’ın hakkını Allah’a verin” dedi. Bu sözleri duyunca şaşırdılar, İsa’yı bırakıp gittiler”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bırakır giderler, doğrudur. Mesela Kur’an’da Mümtahine suresi var. Bakın burada da Allah diyor ki. Surenin 1.ayetine bakın dikkat edin. Hatta şu mealden okuyayım. “Ey iman edenler. Eğer benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, benim de düşmanım sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin”. Savaşa çıkılmış, adamlar sizi öldürmeye gelmiş. “Oysa onlar size gelen gerçeği inkar etmişlerdir. Rabbiniz Allah’a inandığınızdan dolayı peygamberi de sizi de yurdunuzdan çıkardılar”. Resulullah’ı çıkarmışlar, müslümanları çıkarmışlar. Mekke’den hepsi çıkmış, değil mi? Yurtlarından çıkarmaları yetmiyor, savaş için de geliyorlar. “Ben sizin saklı tuttuğunuzu da açığa vurduğunuzu da iyi bilirim. Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur”. Sizi oradan çıkarmış, savaş yapmış kişilere sevgi gösterirseniz yanlış yapmış olursunuz. Diyor ki; “şayet onlar sizi ele geçirecek olurlarsa” siz onlara sevgi besliyorsunuz ama burada çok tehlikeli bir durum var. Sizi ele geçirecek olurlarsa size düşman kesilecekler. Ne yaparlar o zaman? Öldürürler sizi. “Size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklar”. Yani size hakaret edecekler ve gereğini yapacaklar. “Çünkü Allah aranızı ayırır, Allah yaptıklarınızı görendir. Şimdi burada bak, bunları dost edinmeyin dediği kafirler hangi kafirler? Müslümanları Mekke’den çıkaran ve savaş etmek için gelen. Peki şimdi 8.ve 9.ayetlere bakıyoruz. Allah burada yasakladı ya. “Benim ve sizin düşmanınız olanları veliler edinmeyin”. MUMTEHİNE, 1.. Ayet: “la tettehızu ‘aduvviy ve ‘aduvvekum evliyae” dedi. Bak “mindunillah” değil bu, dost edinmeyin. Allah ile aralarına koydukları yok. İyi geçinme meselesi var. Dostluk. Yukarıda yasak koydu ya ayette. 8.ayette diyor ki; MUMTEHİNE, 8.. Ayet: “La yenhakumullahu: Allah size yasak koymaz”, “anilleziyne lem yukatilukum fiyddiyni: inancınızdan dolayı sizinle savaşmayanlara”. Sizi öldürmeye kalkmıyor. Mekke’den gelenler niye geldiler? Öldürmeye geldiler. Bir de öldürmeye gelmeyenler var. Ben bu işe katılmam diyenler var. Onlara karşı size yasak koymaz. Mesela Medine’de kafir olanlar var. Onlara karşı yasak koymaz diyor. “ve lem yuhricukum min diyarikum: bir de sizi ülkenizden çıkarmamış olanlara”. Mekkeliler ne yapmışlardı? Hem müslümanları oradan çıkarmışlar, hem çıkarmak yetmiyor, Bedir’dir, Uhud’dur, Hendek’tir: orada da öldürmek için geliyorlar. Sizi öldürmeye kalkmayan yada savaşmayan ve sizi ülkenizden çıkarmayanlar konusunda Allah yasak koymuyor. Peki şimdi biz Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşıyoruz ve şurada bir vakfımız var, yıllardır burada hizmet ediyoruz. Siz niye islama hizmet ediyorsunuz diye bunu gerekçe göstererek bizi engelleyen hiç duydunuz mu? Üstelik bak ben İstanbul Üniversitesi’nde prefosörüm. Bu dine hizmet ettiğim için devlet bana para da veriyor değil mi? Diyor ki yıllarca İstanbul Müftülüğü’nde fetva verdik. Şimdi bu ayetteki yasakla bir şey var mı? Yada Azerbaycan’da. Aydın diyor ki; “ben orada namaz kıldırıp dini anlatıyordum”. Azerbaycan hükümeti, “sen namaz kıldırdın, gel bakayım buraya sen nasıl namaz kıldırırsın” dedi mi sana? Öyle bir şey yok. Ondan sonra “hadi bakalım seni sürgün ettim, namaz kıldırıyorsun,.sen müslümansın” diye inancından dolayı sürgün etti mi seni? Öyle bir şey yok. Yada işte Avrupa’nın bir kenti. Allah bu konuda sizi yasaklamaz diyor. “en teberruhum: onlara iyilik yapmanızda”. İyilik yapacaksın, iyi davranacaksın. Şu anda Türkiye’deyiz. Bizi buradan sırf inancımızdan dolayı, başka suçtan dolayı sürgün ederlerse o değil. Başka suçtan dolayı cezalandırırlarsa o değil. Ama sırf inancımızdan dolayı yaparlarsa. C. Hakkın söylediği o. Onlara karşı iyilik yapmanız “ve tuksitu ileyhim: onların kıstını yapmanız”. Kıst nedir? Taksit kelimesini bilirsiniz, aynı kökten. Yani onların payını vermeniz. Pay ne? Adam diyor ki; “bak kardeşim, ben senin güvenliğini sağlıyorum, sana elektrik kullanıyorsun, işte bugün internet yayını yapıyorsun. Ben bugün bunların hepsini senin hizmetine getirmek için bir sürü çalışmalar yapıyorum. Buna karşılık da ben senden şunu istiyorum” diyor. Onun taksitini ödeyeceksin. Allah bunu yasaklamaz diyor. Peki İsa(as) ne dedi incilde?Aynı şeyi söyledi. Sen ondan hizmet alıyorsan karşılığını tabi vereceksin. Onun için “Sezar’ın hakkını Sezar’a ver” diyor. Sezar sana bir takım hizmetler getiriyor. Aynı değil mi ikisi? Ondan sonra “innallahe yuhıbbulmuksitıyne: Allah, her hak sahibine hakkını verenleri sever”. Üstelik de severim diyor. Gördünüz mü? Yukarıda koyduğum yasak bununla ilgili değil diyor. Ondan sonra ne diyor? MUMTEHİNE, 9.. Ayet: “İnnema yenhakumullahu” Allah’ın yasağı sadece, bak hasır derler arapçada yani bir sınır çiziyor. Yasak şu sınırlarla sınırlıdır, başkasını oraya katmayın diyor. ‘anilleziyne katelukum fiydiyni: din konusunda sizinle savaşan”, Mekkeliler Muhammed(sav)’e kişisel olarak bir kin besliyorlarmıydı Muhammed olduğu için? Saygı duyuyorlardı ve güvendikleri bir insandı. Yada oradaki müslümanlardan herhangi birisiyle kişisel problemden dolayı mı gelmişlerdi, çıkarmışlardı Mekke’den? Yada savaşı onun için mi yapmışlardı? Değil. Sadece inançlarından dolayı yapmışlardı. Diyor ki MUMTEHİNE, 9.. Ayet: “İnnema yenhakumullahu: Allah’ın koyduğu yasak şudur”: “anilleziyne katelukum fiydiyni: inanç konusunda sizinle savaşan” “ve ahrecukum min duyarikum: ülkenizden çıkaran”. Mekkeliler bu ikisini de yaptılar. “ve zaheru ‘ala ıhracikum: bir de çıkarılmanıza destek veren”. Orada bir gurup da vardır; “onları çıkarın arkanızdayız”. Onlar da. O konuda yasakladığı nedir? Yukarıda ne dedi? Dedi ki; “benim ve sizin düşmanlarınızı veliler edinmeyin” dedi yukarda. Burada ne diyor; “en tevellevhum” onları veli edinmenizi yasaklamıştır. Veli edinmek vali edinmektir, yönetici yapmaktır, hakimiyetini kabul etmektir, dostluktur: hepsi girer. Mesela yarın seçim olacak, diyor ki; “bunlardan hangisini istersin?”. Sana istediğini seçme hakkı vermiş, daha ne istiyorsun? O hakkı da vermeyebilirdi. Vermeyen bir yerde de yine bu emre göre davranmak zorundaydın. Şunlardan hangisini istersin denmiş, diyor ki; “olmaz bu seçimi yaparsam, tağut”. Nerden çıkarıyorsun? İşte bu sözü söylemektir tağutluk. Nereden çıjarıyorsun bunu? “Efendim, O, Allah’tan başkası adına hükmediyor”. Sana ne? Senin hükmün önemli. Senin o sözün, Allah’tan başkası adına hükmetmektir. Şunun sözünü Allah’ın sözünün yerine koyuyorsun işte burada ayetler açıkça varken sen tağutluk ediyorsun. Bir de milleti tağutlukla suçluyorsun. “ve men yetevellehum: kim bunları kendisine veli edinirse” yani ülkesinden çıkaran, çıkaranlara destek veren ve sadece inancından dolayı öldürmeye kaljan: bu üçü. İnancından dolayı öldürmeye kalkan, inancından dolayı ülkesinden çıkaran, çıkarana destek veren: kim bunları veli edinirse. Veli edinemezsin. “Beyefendi başımıza geç de bizi daha kolay öldür!”. Öyle şey olur mu? “ İşte onlar yapmış olurlar: feulaike humuzzalimune”. Mesele son derece açık. Bence aslında çok da güzel oldu olay. Ben demokratik hakkımı kullanıyorum! Neydi demokratik hak? “Ben ne dersem o olur”.
KATILIMCI: Belki siz karşılaşmadınız ama biz 84’lerde bu insanlarla girdik. Yani o zamandan beri ders yaparız haftalık, düşüncelerimiz bundan 3-4 yıl önce anca değişti. 3-4 senedir ancak oy verdik. Tabi burada bu işi sırf siyasi olarak alıyorlar bu düşünce. Bu işin fıkhi boyutu, İmam Teymiye’nin fıkıh görüşleri nedir, ne değildir. Fakat siyasi olarak alıyorlar ama benim gördüğüm, daha sonra anladık yani bunlar devlette çok iyi bildiğimiz insanlara bağlı insanlar. Hücrede kanser olarak bir yere konulan, sağcılardan olsun solculardan olsun müslümanlar olsun guruplar, istedikleri zaman bunları sürüyorlar. Tabi gençsiniz yani öyle bir şey yapıyorlar ki yani parti de değil yani. Biz hiç oy vermedik o zamana kadar. Babamızla kavga ettik. Rahmetli vefat etti hala derdi ki; “sen bana böyle dedin”. Dedim bana bir şey derseniz evden çeker giderim yani bugün hala çocuklarını okula göndermeyenler, kendileri bir takım şeyler yapanlar: bunların sayısı az değil Hocam. Cidden çok önemli bir konu.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Anlatılanlarda cevaplanmamış bir soru kaldı mı?
KATILIMCI: Tağutun alanını çok açıyorlar. Mesela ne: Millet meclisi ne yapıyor? Allah’ın hükmü varken başka hüküm çıkarıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kim çıkarırsa çıkarsın bizi ilgilendirmiyor ki. Bizi müslümanlar ilgilendiriyor.
KATILIMCI: Buradaki problem işte Hocam onların bu algısını kırmak. Gerçekten çok iyi işliyorlar. Yani çok iyi zerk ediyorlar ve 17-18 yaşındaki gençleri çok iyi..
ABDULAZİZ BAYINDIR: O zaman biz soruları alalım da çok iyi açıklansın.
KATILIMCI: Şu an 19-20 yaşındayım da 16 yaşındayken bir din kültürü hocamız vardı onun evine gitmiştim. Orada sakallı bir adam bana taktı, gözüne kestirdi. Bana uluhiyet diye bir şey sordu. Bilmiyorum tabi. Uluhiyet nedir dedi. İnternete baktım farklı bir manasını öğrendim. O da dedi ki; “uluhiyet, Allah’tan başka hiç bir şeyin şeyini kabul etmemektir” dedi. Öncelikle “kredi kartı kullanıyor mu baban” dedi, “baban kafirdir” dedi. Ondan sonra “polislik yapan biri kafirdir” dedi. “İstiklal marşında ayağa kalkıyoruz ya işte onu yapıyorsan sen de kafirsin” dedi. Hepimizi kafir etti. Tabi Hocam din bilgisi falan bilmiyorum ama ortadoğu araştırmalarına meraklıyım. Bernard Luiz olsun, Robert Fisk falan. Ondan sonra, bir tane hoca vardı Uludağ Üniversitesi’nde Ortadoğu araştırmacısı Ferhat Birinci diye. Saddam diye bir kitabı vardı. Bunlar tabi Saddam’ı seviyorlar. Aldı o kitabı, bunlara onunla ilgili sorular sordum. Sizin Amerika ile ilişkileriniz falan filan dedim. Adam, dini bilgim olmadı ama o tür pozitif bilimle adamı kendimden uzaklaştırmayı başardım.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şimdi soruları alalım, vakit bitiyor.
SORU: Bu İşid, herkes yeryüzünde La ilahe illallah diyene kadar savaşın fikrinin moral ayeti olarak Enfal 39’u sunuyor. Bu ayeti nasıl anlamamız gerekiyor? ENFAL, 39.. Ayet: “Ve katiluhüm hatta la tekune fitnetüv” diyor ki; “onlarla savaşın fitne ortadan kalksın”. Fitne ne demektir? Fitne: savaşmaktır. Fitne kelimesinin çeşitli anlamları var. “Vel fitnetu minel ekberi katl” katl, adam öldürmek demektir. Savaş fitnesi yani savaş ataşi manasınadır buradaki fitne. Savaş olmasın yani savaş ortamı ortadan kalksın. Onun için savaşacaksınız. Kiminle savaşacaksınız? Siz savaş açmayacaksınız. Baştan beri söylediğimiz ayetleri Allah açıklar ya. Allah bir yerde bir şey söylemilse onu bir başka yerde açıklamıştır. Savaşın ki “katilu”, “katele” kelimesi karşılıklıdır. Türkçede işteşrik denen bir fiil vardır: karşılıklı yapmak. Katiluhum: onlar size savaş açtığı zaman siz de ona savaş açın. Onun için Bakara 190’da diyor ki Allah; “ve katilu fi sebilillah ellezine yukatilunekum: Allah yolunda sizinle savaşanlarla savaşın”. Önce onlar bize savaş açacak, o zaman savaşacaksın. Onun için az önce Mumtahine 8 ve 9.ayetletde “sizinle savaşmayanlara karşı Allah yasak koymaz” dedi. Yani ayetleri birlikte almak mecburiyetindeyiz. Hud suresinin 2.ayetine göre, Allah şuraya bir ayet koymuş, buraya bir ayet koymuş, işte onları birleştirip de Allah’ın açıklamalarını almadığımız zaman bu defa başkasını ilah yapmış oluyorsunuz. O da tağutluk oluyor.
SORU: Hocam bir ayeti daha delil gösteriyorlar genelde bu zihniyette olanlar. Ayet numarasını hatırlayamayacağım ama “cizye verinceye kadar kafirlerle savaşın” gibi. Genelde bunu önümüze getiriyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tevbe 28.ayet. Onlar da savaşanlarla. Savaşmayana bir şey yok. Bir de ehli kitap ile ilgili olarak diyor ki Allah o ayeti bulsana. Tevbe 28.ayet ehli kitap ile ilgili. “Katilu” diye başlıyor: savaşın. Katele, az önce söylediğim gibi kelime anlamı: o sana vurmak için gelecek ki sen de ona. İsteşrik denir ya. İşte, “görüştük”. Görüşme kelimesi. Tek başına görüşürmüsün birisiyle? Karşında birisi olacak. Onun için “kâtele”de de karşında bşr ordu olacak ki sen de ona vurasın, savaşma meydana gelsin. İşte onlar, Bakara 190’da ne diyor: “ve kâtele fi sebilillahi ellezine yukatilunukum” sizinle savaşanlarla savaşın diyor. “Ve la ta’tedu: sınırı da aşmayın” diyor. Bu koyduğum kuralı aşmayın diyor. “İnnallahe la yuhibbul mu’tedin: Allah sınırı aşanları sevmez”. Siz kendiliğinizden savaş açamazsınız karşı tarafa. Savaş açarsan sınırı aşmış olursun. İşte o da tuğyan, tağutluk olur. Çünkü o zaman karşı tarafa Allah’ın dinini anlatamazsın. Onlar sana savaş açarlarsa o zaman açarsın. Cizye de onun doğal sonucudur. Yani ne zamana kadar vergi verecekler. Çünkü siz onların güvenliğini sağlayacaksınız daha sonra. Ama ehli kitapla ilgili olarak, bakın ayet ne diyor ANKEBUT, 46.. Ayet: “Ve la tücadilu ehlel kitabi illa billetı hiye ahsenü: ehli kitapla da en güzel yöntemle mücadele edin” diyor. En güzel yöntemle. En güzel yöntem nedir? ALİ İMRAN 64“…tealev ila kelimetin sevaim beynena ve beyneküm: aramızda ortak bir kelimeye gelin”, “ella na’büde ilellahe: Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim” “ve la yettehıze ba’duna ba’dan erbabem min dunillah: birimiz, birisini Allah ile arasına koyup da rab edinmeyelim”. Peki ondan sonra? “fe in tevellev fe kulüşhedu bi enna müslimun: dinlemezler ise, siz şahid olun biz Allah’a teslim olduk” . Tamam bitti bu kadar. Savaşmadıkları zaman bu kadar. Diyor ki bu ayetin devamında ANKEBUT 46: “..illellezıne zalemu: yanlış yapanlar başka”. Yanlış yapa kimdir? Size savaş açanlardır. Tevbe 28, o savaş açanlarla ilgilidir. Yanlış yapanlarla ilgilidir. Ondan sonra “illellezeine zalemu minhüm” güzel mücadeleyi nasıl yapacağız ya Rabbi? “ve kulu amenna billezı ünzile ileyna ve ünzile ileyküm” onlara diyeceksiniz ki: biz size inene inandık, bize inene de inandık. Tevratsa tevrat, incilse incil. “ve ilahüna ve ilahüküm vahıdüv: bizim ilahımız da sizin ilahınız da aynı”. Bazıları çıkar; “ben senin tanrına tapmıyorum”. Öyle şey olur mu? Herkesin ilahı aynı. Tek bir ilahtır. “ve nahnü lehu müslimun: biz Ona teslim olduk”. Bitti. Söyleyeceğimiz budur. Sadece zalimlik yapanlardır Tevbe 28.
KATILILCI: Yani Hocam, bize savaş açmadan biz açamıyoruz. Hocam o zaman fetihler nereye oturacak?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sonradan bu sistem ortadan kaldırılmıştır. Dikkat ederseniz Resulullah’a Bedir’e kadar geldiler Bedir’de savaştı değil mi? Uhud’a kadar geldiler Uhud’da savaştı. Hendek’e kadar geldiler Hendek’te savaştı. Peki Mekke’nin fethi? Mekke’ye de gitti onlarla sözleşme yaptı, anlaşmayı bozdular. Mekkeliler müslümanları çıkarmıştı. Bir de Allah’ın bir kanunu var. O kanuna göre İsra suresinin 76.ayetine göre bir nebi ülkeden çıkarılırda onlar da orada kalamazlar. Yani onlar Allah’ın nebisini Mekke’den çıkarma suçu işledikleri için Allah da Bakara 191’de diyor ki; “ahricuhum min haysu ahricukum: onlar sizi nereden çıkardılarsa siz de onları oradan çıkarın”. Çünkü onları çıkardılar buradan. Malınızı mülkünüzü aldılar. “Ahricuhum min haysu ahricukum: sizi çıkardıkları yerden çıkarın”. Mekke’den çıkardılar, Mekke. Cidde, Taif dahil değil bu işe. Ondan sonra diyor ki; “..ve la tükatiluhüm ındel mescidil harami hatta yükatiluküm fıh: mescidi haramda da onlarla savaşmayın, onlar sizinle savaşmadıkça”. İşte onları çıkarmak için Resulullah Mekke’ye giderken onlardan bir hareket olmadıkça dokunmayın diye emir vermişti değil mi? İşte bu ayetin gereğidir.
KATILIMCI: Sonrasında Hocam?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sonrasında işte bu yoldan çıkma olduğu için islam yayılmamıştır. Osmanlı 4 asır balkanlarda kaldı ne oldu? Buradan götürdükleri müslümanları sonradan geri getirmek zorunda kaldı.
KATILIMCI: Gayrımeşru idi diyebilirmiyiz?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Elbette gayrı meşrudur. Yanlış yapmışlardır. İşte biz onu anlatıyoruz. Böyle bir şeye hakkınız yok. Ondan sonra ayetleri hedefinden saptırarak, “efendim, yeryüzüne islam hakim olasıya kadar savaşacağız”. Savaşla islam hakim olur mu? Nerde görülmüş savaşla dinin hakim olduğu?
AYDIN MÜLAYİM: Sasaniler ile Bizans’ı örnek vermek istiyorum. Sınırları Arabistan sınırına yaklaştığı için onlar savaştığı için onlar da savaşmak zorunda kalmış.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Siz İslam’ı değil, kendi hakimiyetinizi düşünmüş olursunuz.
SADETTİN BEY: Kasımpaşa vergi dairesine gidiyoruz Uğur Mumcu’nun öldürüldüğü gün. Beyanname vereceğiz. Köprünün altından bir gurup geçiyor, “kahrolsun şeriat” diye bağırdılar. Arkadaş yanımda dedi ki; “bir makineli tüfek olacak, şimdi bunları tarıyacaksın”. Dedim “hayır taramayacaksın. Bunlar doğru söylüyor”. “Nasıl doğru söylüyorlar!”.”Bir kere, kahrolsun şeriatbdiyenler dinen öldürülmez. İkincisi: bunlar hangi şeriata kahrolsun diyorlar. İktidarın yapmış oldukları pisliklere kahrolsun diyorlar. Yoksa Allah’ın şeriatına kahrolsun demiyorlar”. Arkadaş dedi; “hiç böyle düşünmemiştim”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kur’an’ın yasakladığı, bugün şeriat diye mezhepler tarafından anlatılıyor. O da insanları nefret ettiriyor. Ama islam öyle bir şeydir ki yeryüzünde hiç kimse ona karşı çıkamaz. Hiç bir fert buna yanlış diyemez. Mekkeli seninle savaşmaya gelmiş sen de onunla savaşmışsın. Mekkeli sana diyebilir mi ki; “Muhammed bana savaş açtı”. Diyebilir mi haşa. Uhud’a kadar gelmişsin bizi öldür diyebilirmisin? Tabiki öldürülürsün. Mekke’ye girdiği zaman birisinin burnu kanamadı ve herkese de tam bir hürriyet verdi. Dolayısıyla öyle bir yapı oluşur ki islamın şeyinde, adam kendini müslüman olmaya mecbur hisseder. Burada Mikail Bayram Hoca anlatmıştı: Saad Bin Ebi Vakkas İran’ı feth ediyor. Müthiş bir hazine geliyor. Ama erkekler hep savaşa katıldıkları için kadın ve çocuklar esir değil de.. Esir etmelerine gerek yok. Kadınlar kocasız, çocuklar babasız kalmış. “Ben ne yapayım” diyor. Bugünkü anlayışta olsa onların hepsi köle-cariyedir. Ama Ömer(ra) diyor ki; “o aldığın ganimetleri onlara dağıt” diyor. Niye? Kendi kafasından mı? Allah diyor ki ENFAL, 41.. Ayet: “Va’lemu ennema ğanimtüm min şey’in fe enne lillahi humüsehu ve lir rasuli ve lizil kurba vel yetama vel mesakıni: aldığınız beşte biri Allah için, resulü için, en yakınlar için, yetimler için” o çocuklar yetim kalmış “ve çaresiz kalmışlar için” o kadınlar çaresiz kalmış. Yani o kadınlara harca diyor. Müslüman olma şartı yok. Onlara dağıtıyor. Ve diyor ki; “askerlerle o kadınların gençlerini evlendir” diyor. Onlarla evlenince ne oluyor? En alta düştüğünü düşünen kadın bu defa hakim konuma geliyor. Bu defa tamamı müslüman oluyor. Bu defa ne oluyor? Hala Sasaniler bu hakimiyeti nasış elde ederiz diye düşünüp duruyorlar. Mesele bu.
SADETTİN BEY: Tağutla ilgili bir kelime söyleyeyim. Annem ile babam münakaşa ediyorlar, annem diyor ki; “bu evde benim sözüm geçecek”. Ben o zaman 40’lı yaşlardayım. Babam da diyor ki; “yok, benim sözüm geçecek”. Biz de tağutçu cemaatındaydık. Malum hocaları. Ben de dedim ki; “bu evde ne senin sözün geçecek ne de annemin sözü geçecek. Bu evde Allah ve resulünün sözü geçecek”. O zaman tağut biter.
SORU: Günümüz ve ülkemiz şartlarında Allah’a karşı takvalı olan insanlar, seçimlerinde hangi kriterleri göz önüne almalıdır?
ABDULAZİZ BAYINDIR: İşte okuduk ya. Siz bakacaksınız, sizin inancınız için en uygun olan gördüğünüz kim. Bu ülkede sizin huzur içinde yaşamanız için kim daha uygunsa. Şu adam dört dörtlük müslüman falan filan. Tamam, yani adam gerçekten dört dörtlük müslüman olabilir ama bu işi yapabilir mi? Adamın abdesti namazı değil, ülkenin huzuru ve güvenliği sana lazım. Şimdi düşün: şurada çok takvalı bir adam var yemek pişiriyor ama yemeği yenmiyor. Şurada bir adam var 5 para etmez,şahane yemek pişiriyor: hangisinin yemeğini yersin? İşte burada kim bu ülkeyi huzur ve güvenlik içerisinde tutar yani bu ülkede bizim huzurumuza, ülkeden çıkarılmamamıza, anarşiye, teröre engel olabilecek olan kim, huzur içinde yaşayacak olan kim, dinimizi tebliğ etme konusunda rahat rahat hareket etmemizi sağlayacak olan kim. “O adamın inancı bana uymaz”: uyması gerekmiyor zaten. O zaman onu desteklersin.