ABDULAZİZ BAYINDIR: Değerli izleyiciler bugün yeni bir konuyla karşınuzdayız. Konumuzun ana başlığı ‘Sünnetin Delil Değeri Yeri’. Sünnet derken bugün islam aleminin her yerinde Resulullah’ın söz ve uygulamaları anlaşılıyor. Aslında sünnet kelimesi Resulullah’ın hiç bir hadisinde o anlamda kullanılmaz. Sünnet Allah’ın elçi gönderdiği toplumlarda uyguladığı kanundur, değişmez. Ama bugün sünnet yeni bir anlam kazanmış. Kuranda ve Resulullah’ın sözlerinde olmayan, sözlük anlamında da olmayan yeni bir anlam kazanmış. Ve MuhammedSav’in söz ve uygulamaları diye biliniyor. Bu konuya bugün yer vermemizin sebebi, biliyorsunuz geçtiğimiz günlerde islam ülkelerinin devlet başkanları İstanbul’da toplandı ve cumhurbaşkanımız R. Tayyip Erdoğan orada bir konuşma yaptı. Şii ve sünni olmadığını, sadece müslüman olduğunu söyledi ki bu zaten Hac suresinin 78.ayetinin gereğidir. Mezheplerin sıkıntı meydana getirdiğini, müslümanların bundan kurtulması gerektiğini söyledi. Bu bizim yıllardır üzerinde durduğumuz bir konu olması açısından son derece önemlidir. Zaten biliyorsunuz sahabe zamanında mezhep yoktu. Tabiin zamanında birazcık bir takım hareketler başladı. Sonra mezhepler oluştu. Allah Ali İmran suresinin 102. ayetinde diyor ki; ALİ İMRAN, 102.. Ayet: Ya eyyühellezıne amenüttekullahe hakka tükatihı ve la temutünne illa ve entüm müslimun”. Diyor ki; “Allah’a karşı gerektiği gibi saygı gösterin, Allah’tan çekinin, müslimler olarak canınızı verin”. Bu müslüm kelimesini lütfen zihninizde tutun. Müslimler yani Allah’a teslim olmuş kimseler. Bakalım müslim ne demek? Biz türkçede müslüman deriz. Arapçada müslüman diye bir kelime yoktur. Müslim kelimesinin arkasına farsçadan alınan ‘an’ takısı eklenmiş, bizim dilimizde müslüman diye kullanılmış. Diyor ki; ALİ İMRAN, 103.. Ayet: Va’tesumu bi hablillahi cemıa: hepbirlikte Allah’ın ipine sarılın”. Allah’ım ipi bu: kuran. “ve la teferraku: kurandan uzak durmayın” diyor ayrılmayın. Kur’an ile aranıza bir şey girmesin. “vezküru nı’metellahi aleyküm: Allah’ın size olan niğmetini aklınızdan çıkarmayın”, “iz küntüm a’daen fe ellefe beyne kulubiküm: birbirinize düşmandınız Allah kalplerinizi ısındırdı uyuşturdu”, “fe asbahtüm bi nı’metihı ıhvana: Allah’ın mimeti sayesinde kardeşler oldunuz”, “ve küntüm ala şefahufratim minen nari fe enkazeküm minha: ateş çukurunun kıyısındaydınız Allah sizi oradan kurtardı”, “kezalike yübeyyinüllahü le küm ayatihı lealleküm tehtedun: işte Allah ayetlerini açıklıyor belki doğru yolu bulursunuz”. Şimdi burada Allah’ın ipine sıkıca sarılın yani bu kitaba sarılıp başka bir şey yapmadığımız zaman ayrılığa düşme imkanımız yok. Yani mezhep diye bir şey oluşmaz o zaman. Ama Allah’ın kitabını ikinci sıraya koyar, başka şeyleri birinci sıraya koyarsak o zaman parçalanma kaçınılmazdır. Fırkalara, mezheplere bölünürüz ve bu bölünme bitmez tükenmez bir hal alır. Hemen her dersimizde tekrarladığımız şirk olayı var. Allah’a ortak koşmak. Allah’a ortak koşan kişilere müşrik deniyor. Allah’a ortak bakın. Allah var, ona birisini ortak. Ne demek? Allah ile ortak özellikte bir başka şey düşünüyorlar. Araya bir aracı koyuyorlar Allah ile kendi aralarına. Halbuki Allah bize şah damarımızdan daha yakındır. Şah damarı da kalbin içindeki damarlardır. Oradan çıkan ana damardır. O damarla aranıza koyacağınız her şey sizin hayatınızı bitirir. Dolayısıyla Allah ile kulun arasına konacak her şey kişinin Allah ile ilişkisini keser ve Allah’ı ikinci plana atmaktan dolayı kişiyi kafir yapar ve onun olması gereken yere başka şet koydukları için de müşrik yapar. Allah ile ilişki kesilince, tabi orada artık C.Hakkın asla istemediği bir durum ortaya çıkar. Bu kitaba sıkı sarılın dendikten sonra bu kitabın özelliklerini sahip ikinci bir şey ortaya koyarsanız bu defa bu kitapla ilişkileriniz kesilir ve yepyeni bir din ortaya çıkar. Burada şunu hiç unutmayalım: Zümer suresinde yani 39.sure. O surenin 3.ayetinde Allah şöyle diyor; ZÜMER, 3.. Ayet: Ela lillahid dınül halıs: çok dikkat edin, katıksız din Allah’ın dinidir”. Araya bir şey katamazsınız. Saf, arı, duru. “Vellezınettehazu min dunihı evliya: Allah ile kendi aralarına koydukları evliyaya yapışanlar”. Veli yani araya koyduklarını Allah’a kendilerinden daha yakın görüyorlar, onu kendilerine Allah’tan daha yakın görüyorlar araya koyuyorlar. “ma na’büdühüm illa li yükarribuna ilellahi zülfa: derler ki; biz bunlara bizi Allah’a daha çok yaklaştırsın diye kulluk ediyoruz” niyetimiz o. Yani müşrikler kendilerinin daha dindar olduklarını söylerler. Allah da bunu asla affedilmez bir günah olarak kabul eder. Bizim geleneğimizde Allah ile kulun arasına konan aracıları gayet iyi biliyorsunuz. Bugün kendilerini daha dindar kabuş eden, Allah ile kendi aralarına şeyhleri, evliyaları yada işte İsaAs’ı koyanlar, MuhammedAs’ı koyanlar, bilmem şu efendiyi k bu efendiyi koyanları biliyorsunuz. Allah ile araya girdikleri zaman bu insanların din ile alakası yok ama dışarıya çıktınızmı bunlardan daha dindarı görüntü olarak yoktur. Niye görüntü? Çünkü onlar gerçek dindar olmadıkları için bâri görüntüleri dindar olsun. Gerçekten dindar olanların görüntüye ihtiyacı yoktur. Resulullah’ın giydiği elbiseler, yürümesi sıradan bir insandan farklı değildi. Özel bir elbise giyinmiyordu. Ne sarığı ne cübbesi ne şalvarı ne şusu ne busu hiç bir şeyi yoktu yani. İhtiyaç yok. Allah 4 tane ayette kuranda her şeyin örneğini verdiğini ifade ediyor. Şimdi konumuz sünnet. Şu anda kısa bir özet yapacak olursak, kurana denk bir kaynak haline getirilmiştir gelenekte sünnet. Kuran Allah’ım indirdiği kitaptır. Öyle indirildiğine göre sünnete de indirilmiş anlamı vermek için vahiy gayrı metluv yani kuran gibi namazda okunmayan ama arada hiç bir fark olmayam Allah’ın bir vahyidir denmiş. Bunun için de bazı ayetler kullanışmış. Kuranı ikinci sıraya koyduğunuz an parçalanma kaçınılmazdır. Tıpkı Allah’ı ikinci sıraya koyduğunuz zaman doğru yolda olma ihtimalinizin ortadan kalkması gibi. İşte o parçalanmalar mezhepleri meydana getirmiş. Ve mezhepler de artık nerde böyle aslı astarı olmayan şeyler varsa almışlar, bir iki tane ayet sosuyla, hadis sosuyla islam diye ortaya koymuşlardır ve bugün biraz sonra bazı örnekler vereceğiz göreceksiniz içler acısı bir durum ortada. Allah her şeyin örneğini veriyor kuranda. Allah’ın kitabını ikinci sıraya koymanın da örneğini veriyor. Allah’ın kitabını ikinci sıraya koyanlar kuran indiği zaman ehli kitaptı. Yahudiler ve hıristiyanlardı. Resulullah bir hadisinde şöyle buyuruyor. Buhari’de var. Başlığı da Sünnete Sarılma. Hadis doğru. Diyor ki; “sizden öncekilerin izlerini kuşkusuz karış karış arşın arşın takip edeceksiniz. Onlar bir kertenkele deliğine girmiş olsalar siz de gireceksiniz”. Dedik ki yahudi ve hıristiyanlar mı ya Resulallah? “Ya kim olabilir dedi”. Ali İmran suresinin 78.ayetinde yahudi ve hıristiyanların kitaplarına karşı tavırlarını anlatıyor Allah. Uzun uzun anlatıyor da tabi vaktimiz tamamını okumaya el vermez. 78.ayetten itibaren okuyacağım.
ALİ İMRAN, 78.. Ayet: Ve inne minhüm le ferıtkay yelvune elsinetehüm bil kitabi: onlardan bir gurup o kitabı dillerine dolarlar” yani tevrattan incilden ayetler okurlar. “li tahsebuhü minel kitabi: ayet okurlar ki onların söyledikleri sözü tevratın ve incilin hükmü kabul edesiniz”. Zannedesiniz ki tevratı okuyor. Okuyor gerçekten tevrattan ifade yada incilden, siz zannedesiniz ki onun arkadan söyleyeceği söz o ayetin hükmüdür. “ve ma hüve minel kitab: ama aslında o, kitabın hükmü değildir”. “ve yekulune: derler ki”; “hüve min ındillahi: Allah böyle diyor”, “ve ma hüve min ındillah: ama o, Allah’ın sözü değildir”. “ve yekulune alellahil kezibe ve hüm ya’lemun: bile bile Allah’a karşı o yalanı söylerler”. Bile bile yalan söylerler. Yalan söyleyerek “bu Allah’ın hükmüdür” derler.
ALİ İMRAN, 79.. Ayet: Ma kane li beşerin: hiç bir beşerin hakkı yoktur ki”. Mesela bunlar İsa’yı ilahlaştırmışlardır. İsa’ya mâlettikleri sözü Allah’ın sözü saymışlarıdır ve Allah’ın yerine koymuşlardır. “Ma kane li beşerin ey yü’tiyehüllahül kitabe vel hukme ven nübüvve: hiç bir beşerin hakkı yoktur ki Allah kendisine kitap versin”. İsa As’ı düşünün yada Musa As’ı düşünün. “Hikmet versin ve nebilik versin”. Kitap, hikmet ve nebilik. Üçü mutlaka bir aradadır. “sümme yekule lin nasi kun ıbadel lı min dunillahi: sonra kalksın insanlara desin ki; Allah’tan önce bana kul olun/ben ne diyorsam onu yerine getirin”. Önce bana kul olun. Geçtiğimiz salı günü okuduk Buhari hadisi. Güya Resulullah demiş ki; “men atai kataallah: bana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur”, “ve men asa katalaah: bana isyan eden Allah’a isyan etmiş olur”, “ve men atai emiri fe kad ataeni: benim görevlendirdiğim kişiye itaat eden bana itaat etmiş olur”, “ve men asa emiri fe kad asani: benim görevlendirdiğim kişiye isyan eden bana isyan etmiş olur”. Şimdi burada kendini tamamen Allah’ın yerine koymuş oluyor değil mi? Bununla oluşmuş bugün fıkıh vardır mezhepler vardır. Ondan dolayı devlet başkanları birer tanrı yerine konmuştur bizim geleneğimizde. Onlar birisini öldürmek istedikleri zaman el işaretleri yeter. Yargıya gerek yok. Hiç Resulullah böyle bir adam öldürmüş mü? Hayır ama ona da bir takım uydurma şeyler vardır. Güya Beni Kureyza esirlerini öldürmüş. O çok büyük bir iftiradır. Bizim sitrmizde onunla ilgili derslerimiz var. Bütün delilleri ile ortaya koyduk. Güya yahudilerin önde gelenlerinden Kaab Bin El Eşref’i öldürtmüş! Minareye kılıf hazırlamak gibi bu da tamamen yalan ve iftiradır. Diyor ki; “hiç bir beşerin böyle bir şeye hakkı yoktur”. “ve lakin kunu rabbaniyyıne: söyleyeceği şudur; rabden yana olun”. Allah’tan yana olun. “bi ma küntüm tüallimunel kitabe: siz bu kitabı öğretiyorsunuz ya”. Kitap nedir? Öğretilmiş olan değil mi? Millete öğretiyorsunuz. “Gelin beyler size kuran okutayım” diyorsunuz. Ayet okuyorsunuz o insanlara. Kitap öğretiyorsunuz. “ve bima küntüm tedrusun: siz de okuyorsunuz”. Hem okuyorsunuz hem okutuyorsunuz. Madem bunu yapıyorsunuz yanlız Allah’a kul olun. Bak görüyorsunuz ayetlerdeki hükümlerin neler olduğunu.
ALİ İMRAN, 80.. Ayet: Ve la ye’müraküm en tettehızül melaikete ve nebiyyıne erbaba: melekleri ve nebileri rabler edinmenizi de emretmesi söz konusu değildir”. Ben şimdi burada melekler konusuna girmeyeceğim çünkü o zaman konu değişir. Zihinleri karıştırmadan “nebileri rabler edinmenizi size emretmez”. Böyle bir şey söz konusu değildir. Camilerde son derece rahat bir şekilde söylenir: “seyyidul kainat”. Kainat ne demektir? Varlıklar. Varlıkların seyyidi, efendisi. Ne oluyor bu? Rabbil alemin demektir. “Seyyidul kevneyn: dünyanın ve ahiretin efendisi”. Allah ne diyor; “ve ma muhammedun illa resul kad haled min kablihi rusul; Muhammed sadece bir elçidir. İlk elçi değil ki, ondan önce de elçiler geldi geçti” Ali İmran144.ayette. “e fe im mate ev kutilenkalebtüm ala a’kabiküm: ölür yada öldürülürse gerisin geriye mi döneceksiniz”. Tıpkı hıristiyanlar gibi yani. Abdurahman okuyayım dedi de müsade etmedim. Mesela İslam Ansiklopedisi’nde bir Hakikati Muhammediye maddesi vardır. Kitap Ve Hikmet dergisinde varmış. Diyor ki; :Allah ile Muhammed diyor orada. Şimdi şu para ya, yazı-tura derler. Bir tarafta tuğra var bir tarafta yazı var, tuğraya tura deriz biz. Diyor efendim bir şeyin önüyle arkası gibidir, aradaki tek fark o. Bunu nerde söylüyor? Diyanet İşleri İslam Ansikloğedisi. Tenkit mi ediyor? Hayır. Karşı çıkanları tenkid ediyor. Bunu kabul ederek yazıyor. Yani böyle bir islam alemine Allah hiç merhamet eder mi? Diyor ki; “e ye’müruküm bil küfri ba’de iz entüm müslimun: siz Allah’a teslim olduktan sonra size kafirliği mi emredecek?”. Peki Resulullah’ın sözleri ne acaba? Bazıları bize diyor ki mesela Diyanet bir bildiri yayınlamış, baştan aşağı bizim söylediğimiz söylemediğimiz karşı çıktığımız karşı çıkmadığımız ayrımı yapılmaksızın bir sürü şeyler yazmışlar. Yazsınlar çok güzel, tebrik ederim. Hiç olmazsa bir hareket olur. Susmaktan iyidir. Diyor ki burada. Lütfen şunu dikkatle dinleyin. ALİ İMRAN, 81.. Ayet: Ve iz ehazellahü mısakan nebiyyıne: Allah tüm nebilerden misak aldığı zaman/söz aldığı zaman onlara şöyle dedi”, “lema ateytüküm min kitabiv ve hıkmetin: size kitap ve hikmet veririm de”. Size derken tüm nebiler. Hepsine bir kitap ve hepsine hikmet vermiştir.“sümme caeküm rasulüm müsaddikul lima meaküm: sonra sizinle beraber olanı tasdik eden bir elçi gelirse”. Sizinle beraber olan ne demek? Kitabı ve hikmeti tasdik edecek demektir. Demek ki yahudilerden gelen kitap-hikmet, hıristiyanlardan geln kitap-hikmet. Onu tasdik edecek.MuhammedSav de insanlara kitabı ve hikmeti öğretmek için gelmiştir. Çünkü BAKARA 151: “..yuallimukumul kitabe vel hikmete” MuhammedAs kitabı ve hikmeti öğretmiştir. Yani kitap ve hikmet. Hikmet, kitabın kullanma kılavuzudur. Bazıları çıkıp diyorlar ki; “efendim kuranda her şey var” güzel, “biz anlarız” tamam, Allah yerlerde ve göklerde olan her şeyi bizim hizmetimize verdiğini de bildiriyor mu? Denizdeki balıklar da hizmetimizde mi? Tamam atla denize o balıklar seni kurtarsın. Nasıl olsa senin hizmetinde. Hadi atla. Git dağda yat, o yiyecekler gelsin senin ağzına girsin. Yani öyle bir acayip ki. Birisi diyor ki ben anlarım. Sapıtan sapıtır. Hangi taraftan yoldan çıkarsan çık esas olan doğru gitmektir. Çünkü hikmet bir ilimdir. Allah kuranda o ilmin bütün ayrıntılarını indirmiştir. Allah’ın bütün elçileri o ilim ile ümmetlerine problem çözme yolunu göstermişlerdir. Resulullah’ın söz ve uygulamaları da o ilim gereğidir. Çıkarımlarda yanlış yaptığı zaman da Allah gereken uyarıları yapmıştır. Bu, MuhammedSav’e has bir şey değil, öğretilen bir şey olduğu için kıyamete kadar bilinmesi gereken bir ilimdir. “kale e akrartüm ve ehaztüm ala zaliküm ısrı”. Allah söz aldığı zaman dedi ki; kabul ettiniz mi?” Size kitap ve hikmet veririm de sizdekini tasdik eden bir resul gelirse inanacaksınız. “kalu akrarna* kale feşhedu ve ene meaküm mineş şahidın” kabul ettik dediler, Allah da dedi ki şahid olun. Bununla ilgili sağlam sözümü aldınız mı? Sağlam bir şeydir dönüş yok. Aldık dedi. Allah dedi kü şahid olun, ben de sizinle beraber şahid olanlardanım.
ALİ İMRAN, 82.. Ayet: Fe men tevella ba’de zalike fe ülaike hümül fasikun: bundan sonra yoldan çıkan fasık olur”. Demek ki Allah bütün nebilere kitap vermiş ve hikmet vermiş kullanma klavuzu olarak. Yani tabiatı Allah yarattı, AdemAs’ı yarattığı zaman ilk önce tabiatın hikmetini öğretti. Yani tabiattan nasıl yararlanacağını bütün ayrıntıları ile öğretti. Kullanma klavuzunuz olmassa hiç bir şey yapamazsınız. Aç kalırsınız. Yok efendim işte şunu yapmışlar da. Bir arkadaş diyor; “insanlara birisi öğretmeseydi buğdaydan ekmek yapmayı asla bilemezdik. Nerde buğdayı ezeceksiniz, onları birleştireceksiniz de bilmem ne de mümkün değil”. Allah o hikmeti, tabiatı kullanma klavuzunu Adem’e öğretti. Tabiat da Allah’ın ayetlerindendir. Aynı zamanda Adem’e verdiği kitabı ve onun hikmetini de öğretti. Kuranda kitabı ve hikmeti birlikte okuduğunuz zaman Allah’ın indirdiği ayetler ile yarattığı ayetler tamamen uyuşur, din-bilim ayrımı olmaz, o zaman kuran tabiatı kullanma klavuzuna dönüşür. Nitekim SüleymanAs’ın zamanında kitaptan bilgisi olan kişi Yemen’den tahtı göz açıp kapayıncaya kadar getirmişti. O bilgi kuranda var. Ama müslümanlar kuranla alakayı çoktan kestikleri için. Hoclara bakın her yerde kurandan ilim olmaz der durular. Şimdi çıkmışlar işte kurandan ayetler ayıklamaya başlamışlar. E tamam olur! Hiç kimsenin cehenneme gitme hakknı engelleme şansmız yok. Biz, cennete gitmek isteyenlere: önce biz gitmek için gayret göstereceğiz diğerlerine de yol göstermeye çalışacağız.
ABDURRAHMAN YAZICI: İslam Ansiklopedisi 15.cildinde Mehmet Demirci tarafından Hakikati Muhammediye diye bir madde yazılmış.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Mehmet Demirci, 19 Mayıs Üniversitesi’nde hoca idi şimdi emekli oldu.
ABDURRAHMAN YAZICI: Burada açıklaması olarak ilk başlıkta şöyle bir ifade var: “Hz. Peygamber’in manevi şahsiyetini ifade etmek için kullanılan tasavvufi bir terim. Şöyle bir ifade var açıklmasında: “Hakikati Muhammediye hakikatin ön ve arka yüzleri olmaktadır”. Yani şöyle açıklıyor: “Peygamberin 63 senelik sınırlı maddi hayatından manevi varlığı daha çok mevcuttur”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani Muhammed Sav şu zaman doğdu şu zaman öldü. Allah bunu bilmiyor! “ve ma muhammedun illa resul kad halet”, bilse bunu dermiydi! Boş bulunmuş haşa!
ABDURRAHMAN YAZICI: “Allah’tan başka hiçbir şey yokken ilk defa Hakikati Muhammediye var olmuş”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Aynı söz Hristiyanlarda var. “Hiç bir şey yokken söz vardı” İsa ile alakalı.
ABDURRAHMAN YAZICI: “Bütün yaratıklar bu hakikatten ounun için halk edilmiştir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tüm yaratıklar ondan ve onun için yartılmıştır.
ABDURRAHMAN YAZICI: “Alemin var olma sebebi maddesi ve gayesi bu hakikattir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Sen olmasaydın kainatı yaratmazdım” diye hadis uydurmuşlar. Sanki dindarlık gibi biliyorsunuz, Allah’tan son zamanlarda camilerde söylenmemeye başladı. Bu iyi bir gelişme.
ABDURRAHMAN YAZICI: “Resulu Ekrem’in ruhu ve nuru bütün insanlardan, peygamberlerden hatta meleklerden önce var olduğundan, peygamber insanların manevi babasıdır”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah ne diyor; “ve ma muhammedun illa resul kad halet min kablihum rusul; Muhammed sadece elçidir, ondan önce de elçiler geldi”. Bak hiç bir şey yokken O vardı diyorlar, var olmaya devam edecek diyorlar.
ABDURRAHMAN YAZICI: Adem As insanların maddeten babası sayılmasına rağmen ruhların babasıdır. Ebul Ervah yani.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İkinci paragrafta geçiyordu paranın ön ve arkası gibi. Allah ile Hakikati Muhammediye arasımdaki fark şudur diyor. Öyle bir ifadesi vardı.
ABDURRAHMAN YAZICI: Şöyle var;;”la tayun ve Hakikati Mujammediye aynı hakikatin ön ve arka yüzleri olmaktadır”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: La tayun dediği yani mekandan münezzeh anlamına. Kimdir bu? Allah değil mi? Allah dememiş. La tayun diyerek anlayan anlasın demiş.
ABDURRAHMAN YAZICI: Parantez içinde “ahadiyet” var Hocam.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ahadiyet: birlik. Birlik kimindir? Allah’ın özelliüi değil mi?
ABDURRAHMAN YAZICI: “La tayum ve Hakikati Muhammediye aynı hakikatin ön ve arka yüzleri olmaktadır”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani Allah ile Hakikati Muhammediye işte bu paranın ön ve arka yüzü gibidir diyor. Şimdi burada elimde kaç tane par var? 1 tane değil mi? Bunun ön ve arka yüzü paradan ayrı mıdır? O zaman bunlara göre Muhammed Allah’tan ayrı bir şey mi? Tamam bu tasavvuf, şu, bu falan ama bakın sonuna doğru oku, bunu tenkid edenler tenkid ediliyor.
ABDURRAHMAN YAZICI; İbni Arabi’den şöyle bir ifade var Hocam; İbni Arabi, insanla ilgisini dikkate alarak Hakikati Muhammediye’ye insanı kamil adını verir. Çünkü insanı kamil, varlığın bütün hakikatlerini kendinde toplar ve bu özelliği ile Allah’ın isminim mazharıdır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah’ın isminin ortaya çıkışıdır! Allah’ı ne ile tanırız? İsmi ile değil mi? Allah’ın isimleri olmasa nereden tanıyacağız? Birinize Ahmet-Mehmet diyorsak Ahmet dediğimiz zaman zihnimizde çağrışan o şekil ve şemail ile tanıyoruz.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bütün peygamberlerin ve velilerin ledünni ve batıni bilgileri aldığı kaynaktır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bütün peygamberler bilgileri nerden almış? Ondan. Onun için biliyorsunuz bu günlerde pek popüler olan bir şirkte herhalde hiç kimsenin pabucuna yetişemeyeceği bir kişi, müşriklere rahmet okutur şirkinde ama siyasilerin pek sevdiği kişi ne diyor; ya Muhammed senden sana. Neydi olayın tamamı hatırlıyor musun? Cebrail As vahiy alıyor, Muhammed sav diyor ki git bak nerden alıyorsun perdeyi kaldır bak. Kaldırıp bakıyor ki arkada da Muhammed. Geri geliyor. Demesi lazım ki senin eşeğin mi var madem senden sana niye oraya geliyorum. Diyor; ya Muhammed senden sana. Bu ne demek? Ben müslimim diyen bir kişinin önce bu müşriklere karşı savaş açması gerekir. Dişe diş savaş veriyoruz ama yıllardır veriyoruz görüyorsunuz işte. Şu vakıı birlikte kurduklarımız 30-40 kişiydik, 39 tanesi yok.
ABDURRAHMAN YAZICI: Burada şöyle bir şekilde meth etmiş dediğiniz gibi. “Tasavvuf edebiyatının gelişmesinde önemli katkılar sağlamış ve bir çok şaire ilham kaynağı olmuştur bu fikir. Sonradan da zahir uleması özellikle hadis alimleri ve Hambeliler Hz.Peygamber’in bu şekilde anlaşılmasının Onu ilahlaştırmak anlamına geleceğini söyleyerek bu inancı küfür ve şirk saymışlar”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Küfür ve şirk değişmiş de birileri saymış!
ABDURRAHMAN YAZICI: Daha önceki ümmetlerin de peygamberleri konusundaki aşırılıkları sebebiyle sapıklığa düştüklerini iddia etmişlerdir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tamam yeter bu kadar. Şimdi bakın bunu dinlediniz. Peki bakalım ki bizim mezheplerin oluşmasının temelinde neler yatıyor. Sünnete nasıl bir yer verdiler? Kuranda Allah diyor ki; kitap ve hikmet diyor. MuhammedSav de bize kitabı ve hikmeti öğretmiş. Bütün nebilere kitap ve hikmet verilmiş. Peki o zaman sünnet ne? Sünnet, hikmet kelimesi ile ifade edilmiyor. Resulullah’ın sözlerinde sünnet bugünkü manasında geçmiyor. Sünnet kelimesinin anlamı da bu değil. Yani yeni bir terim uydurdular kuranın dışında olan. Tamam önemli değil. Bakalım bu terimin içine hangi manaları koydular. Anlat bakalım özetle mezheplerim sünnet konusundaki görüşleri ne. Fatih Orum’dan dinliyoruz.
FATİH ORUM: Bugün bizim geleneğimizde özellikle de hadis ve fıkıh geleneğinde sünnet denildiğinde akla gelen şey bir hüküm kaynağı bir delil. Yani ne demek? Bir müslümanın karşılaştığı herhangi bir problem karşısında bir kaynak ihtiyacı ortaya çıkacaktır. Ben neye göre hareket edeceğim? Bu bağlamda işte tıpkı kitap gibi sünnet de bir delildir. Bir hüküm kaynağıdır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu konuda ihtilaf yok. Mezhebler arasında tam bir ittifak var.
FATİH ORUM: Buraya kadar bir nebze olsun belki insan bunu zihninde oturtabilir. Tamam doğuru, Resulullah’ın bir takım sözleri vardır, uygulamaları vardır. Zaten O, bizim için bir örneklik teşkil etmektedir. Dolayısıyla Onun yapıp ettikleri bizim için bir anlam ifade eder. Doğru. Buraya kadar herhangi bir sıkıntı yok.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Örnek alabilmek için tabi ki bir şeyler olması lazım.
FATİH ORUM: Gerçi burada da şöyle bir oyun oynanıyor. Mesla işte hepimizin aşina olduğu çeşitli vesilelerle duyduğumuz bir rivayete sürekli atıfta bulunulur. Rivayet odur ki MuhammedAs bir gün Muaz Bin Cebel’i Yemen tarafına vali olarak gönderirken onunla arasında bir diyalog geçer. Ona MuhammedAs sorar der ki; “orada karşılaştığın bir takım sorunları neye göre çözümleyeceksin?”. O da der ki; “Allah’ın kitabına göre”. Bu defa Resulullah ikinci bir soru sorar: “peki Allah’ın kitabında onun çözümünü bulamazsan ne yapacaksın?”. Bakınız Allah’ın kitabında bulamazsan ifadesi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bulamazsan olmaz. Allah kitabında ne diyor: “ve enzelna aleykel kitabe tibyanen li kulli şey: sana bu kitabı her şeyi açıklasın diye indirdik ve bir bilgi ile açıkladık” diyor ve “bulamazsan” kelimesi. Resulullah’ım yetiştirdiği sahabe için bu söylenir mi?
FATİH ORUM: “Eğer Allah’ın kitabında bulamazsam bu defa Resulullah’ın sünnetinde ararım” diyor. Bakınız Resulullah’ın sünneti! Yani MuhammedAs dönemine gidelim, orada sünnet ifadesi geçiyor metinde. Oysa tarihen bir vakıadır ki sünnet ifadesinin bugün bizim bildiğimiz anlamda yani MuhammedAs’ın sözlerinin fillilerinin onaylarının ifade biçimi olarak terim olarak kullanılması, MuhammedAs’ın vefatından çok uzun seneler sonra gerçekleşmiştir. Oysa bakınız MuhammedAs döneminde gerçekleştiği söylenen bir diyalogda Resulullah’ın sünnetine göre hüküm veririm diyor. “Peki onda da bulamazsan?”. “Bu defa onda da bulamazsam içtihad ederim” diyor. Yani işte kendim bir fikir yürütür çözerim. En nihayetinde de diyalog şöyle biter: MuhammedAs Allah’a hamd eder der ki; “ne kadar güzel, bu tür insanlar yetişti” bundan dolayı Allah’a şükreder. Şimdi bakınız bu esasında böyle çok masum ve hatta güzel görünebilir ama bir hiyerarşi var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Okuduğumuz ayetle bağdaştıralım. Bütün nebilere C.Hakk ne demiş Aliİmran 81’de: “size bir kitap ve hikmet veririm de sizde olanı tasdik esen bir resul gelirse”. Şimdi biz bugün tevratı incili ve bundan çıkarılmış olan hikmetleri tasdik etme noktasındayız. Öyle olacağız ki onlar da bizim kitabımıza inanmak zorunda olsun. Parantez içerisinde söyleyelim : bizim kitaplarda bize öğretilen tasdik değil tahriftir. Onlara, kitaplarınız tahrif olmuştur diyr gittiğiniz an onlar bayram ederler ve cemmatlerine döner derler ki; “bak işte bizim beklediğimiz resul hala gelmedi bekliyorlar. Burada kitap ve hikmet diyor. O zaman o hikmetin metodunu ben bilmem lazım ve evrensel olması lazım. Zaten evrensel. Onun için Allah’ın elçileri resul sıfatıyla öğretirler onu. Bütün kurallarını Allah koymuştur. Ve tamamen kurandan çıkarılmış hükümlerdir. Bunda bir yanlış olursa her insan bunu hisseder. Bu tıpkı: birisi bir yemek yapar yemek bozuksa çocuğun ağzına bile verseniz hemen tükürür bozuk yemeği. Onun için siz yanlış hüküm çıkardığınız zaman Allah’ın ayet olarak yarattığo kişinin fıtratına uymaz karşı çıkar. O zaman bunu bana ıspatlayın, belki benim fıtratım bozulmuştur düzeltirim der ve ilgili ayetlerle ıspatı gerektirir ki sık sık tekrarladığımız bir şey var biliyorsunuz: Mumtahine suresinin 12. ayetinde Allah Resulullah’ın beyat aldığı/kadınlardan bağlılık sözleşmesi aldığını ifade eden ayette “ve la yâ’sıneke fi maruf” diyor; “marufta sana isyan etmeyecekler”. Yani vereceğin doğru kararlarda karşı çıkmayacaklar. Ne demek? Demek ki vereceği yanlış kararlar da olabilir. Ayetten bu net bir şekilde anlaşılıyor.
FATİH ORUM: İddia edilen rivayette esasında bir hiyerarşi var. Bu ne demek? Yani satır aralarını okuduğumuz zaman esasında bı geleneksel yapının nasıl kurgulandığını çok iyi görürüz. Zihinlere esasında şu algı pompalanıyor: “her şey kitapta olmaz. Nitekim Resulullah’a adam demiş ki; onda bulamazsam şöyle yaparım”. Peki bir takım şeyler sünnettedir..
ABDULAZİZ BAYINDIR: İstersen bunu rivayet edenlerle ilgili bir iki cümle şey yap da yani onlar kendi usullerine uyuyorlar mı?
FATİH ORUM: Teknik şeylere tabi girmedim. Orada senedinde, burada bir takım belirsiz isimler, o ondan, o ondan, bir gurup şundan gibi yani rivayet tekniği açısından da bunun MuhammedAs dönemine nispetinde çok ciddi sıkıntılar var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mesela Medine’de deniyor ki; “Resulullah görevlendirdiği zaman oldu”. Birisi Yemen valisi olarak görevlendirilecek de Resulullah ona önemli tembihde bulunacak da yanında kimse olmayacak! Bir tane Medine’den rivayet eden yok. Peki bu kişi Yemen’e gitti ise bir tane Yemenli rivayet eden yok. Şam çok önemlidir: Romalılar’ın, Romalı bürokrasisinin çok hakim olduğu bir yerdir Şam. Hatta bir ara resmi dil rumca olmuştur. Orada bazı kişiler diyor. İsim de yok. “An ünasin min ehli EşŞam” diyor galiba. Neyse. “Bazı kişiler” diyor. İsim de yok. Yani geleneksel hadis ölçüleri açısından da kabul edilebilir tarafı yok.
FATİH ORUM: O halde insanlarda şöyle algı oluşturuluyor: bir takım şeyler kitapta olmaz, sünnette olur. Sünnette de olmaz, bu defa ne olur: insanlara bırakılmıştır. Bir takım hocalarımızın “bilinçli boşluk” yani Allah çok fazla müdahale etmemiş, insanlara bir alan bırakmış, orada siz artık bir takım teşri faaliyetleri bulunduracaksınız. Aslında bunun için kurgulanmış bir rivayet. Şimdi bu olduğu gibi geleneksel fıkhımızı ve hadis anlayışımızı şekillendirmiştir. Mesela şöyle bir tasnif yapabiliriz hepsini içine alacak bir şekilde: kitap ile sünnet arasında nasıl bir ilişki vardır denildiğinde diyorlar ki; “birincisi:kitap ile sünnet arasında birinci ilişki teyit ilişkisidir. Yani ne demek? Allah’ın kitabında bir hüküm vardır, Resulullah da söz ve fiilleri ile bunu teyit etmiş desteklemiştir, dolayısıyla birinci ilişki bu. İkinci ilişki; Allah’ın kitabında bir takım hükümler genel çerçevesi ile belirtilmiş ayrıntıya girilmemiş ve bu konuda MuhammedAs yetkilendirilmiştir. Bu ne demek? Yani öyle şeyler vardır ki onları açıklama onları insanlara öğretme uygulama görevi onundur. Eğer o açıklamasaydı öğretmeseydi biz o konuda herhangi bir amelde bulunamazdık. İşte tebyin görevi dediğimiz açıklar. Hatta bir takım hükümler vardır, o hükümlerin kapsamını daraltır bir takım hükümler vardır o hükümlerin geçerliliğini ortadan kaldırır(nesih dediğimiz). Tüm bunlar tebyin görevi altında gelenekseş fıkhımızda bizim ele alınır. Yani Resulullah kuranda geçen bir takım hükümleri açıklar bir takım hükümlerin anlamlarını daraltır bir takım hükümlerin de artık yürürlüğünün geçtiğini, dolayısıyla artık ayetlere göre amel edilemeyeceğini söyler.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Ama Allah ne diyor? Bakın Hud suresinin ilk ayetlerinde diyor ki Allah; HUD, 1.. Ayet: Elif lam ra kitabün uhkimet ayatühu sümme füssılet mil ledün hakımin habır: bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmış, sonra hakim ve habir tarafından ayrıntılı olarak açıklanmıştır”. Ayrıntı verilmemiştir deniyor değil mi? Allah ayrıntılı olarak açıklamıştır diyor. Açıklamayı Allah yapıyor. Niye sen yapıyorsun ya Rabbi? HUD, 2.. Ayet: Ella ta’büdu illellah: Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye”. Allah’tan başkasına Muhammed Sav de girer. Nebileri erbab edinmenizi emredemez diyor. Okuduk az önce Ali İmran suresinde. Ondan sonra da Resulullah’a diyor ki şöyşe de; “innenı leküm minhü: ben de sizin için bu kitapta olandan” yani Allah’ın bu kitaptaki indirdiği ayetleri ve o kitapların içinden Allah’ın yaptığı açıklamaları ki o bir bilile yapılıyor. O bilimi bir kere öğretiyor, o bilimi uyguluyor. Oradaki kitabı ve hikmeti alarak sizi onunla uyaran ve müjdeleyen bir kişiyim. “inneni lekum minhu minel kitabi nezirun ve beşir”. O kitapta olan! O kitapta olan nedir? Ayetler ve ayetlerden çıkarılacak olan hikmetler. Onlarla sizi uyarıyorum. Elbette ki Resulullah’ın sözlerinde bu kurandan çıkarılmış doğru hükümler var ve bize kadar ulaşmıştır. Dersin başında “sizden öncekilere uyacaksınız” hadisinde o hikmetlerden birisi olarak burada okuduk.
FATİH ORUM: Esasında hani çok fazla böyle kötü niyetle bakmazsak burada da tamam olabilir, Resulullah bir takım konularda açıklama getirmiştir..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Diyemezsin bu ayet müsade etmez.
FATİH ORUM: Diyelim ki birazcık ordan burdan törpüleyerek bir şekle sokalım ama bu esasında o kadar tehlikeli bir algı oluşturuyor ki. Bakınız biraz sonra göreceğiz. Ne demek? Size diyorlar ki. Esası da şu söyleniyor hepimize: “sen Allah’ın kitabındaki herhangi bir ayeti okuyup anlama iddiasında bulunamazsın. Niçin? Çünkü o ayet ile ilgili bir açıklamaya ihtiyaç duyulmuş olabilir ve o açıklamayı Resulullah yapmış olabilir. Dolayısıyla sen asıl o açıklamaya gitmelisin. 2-O ayetle ilgili Resulullah bir takım kayıtlar koymuş olabilir. Yani ne demek? Sınırlandırmıştır onu. Bak bu böyle diyor ama hayır Resulullah şunları şunları bu ayetin kapsamından çıkartmış istisna etmiştir. Dolayısıyla sen bu ayeti anlamak için o kaynaklara gitmelisin. Peki başka ne olabilir? Sen bu ayeti burada okuyorsun ama belki de Resulullah bu ayetin hükmünü nesh etmiş olabilir. Çünkü bizim geleneğimizde sünnet bir ayetin hükmünü ortadan kaldırabiliyor. Dolayısıyla sen buradaki bir ayetten hareketle ben bunu okudum anladım uyguluyorum diyrmezsin. Böyle bir cesaret gösteremezsin”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Halbuki Allah tam tersini söylüyor. Bunu, kendini Allah’ın yerine koymak olarak değerlendiriyor.
FATİH ORUM: Şimdi bakınız esasında bu, hiç çaktırmadan bir makas değişimi ile hani kitap sünnet icma kıyas diye bir sıralama vardır ya, birden bakın sünnet kitabım üzerine geçti. Zaten bu algı şöyle ifade edilmiş bizim geleneğimizde:”essunnetu kadiyetun allel kitab”. Yani bu ne demek? Aslolan sünnettir. “Sünnet kitabın üzerinde hükümü koyan, son sözü söyleyen odur”. Son noktayı o koyar. Bakınız bu bize yahudiler ile ne kadar bu konuda benzer olduğumuzu gösteriyor. Yahudilerde de mesela yahudi geleneğinde, geleneksel yahudilikte bir dindar yahudi “tevratı açıp ben bunu okuyacağım anlayacağım ve uygulayacağım” dediğinde bu adam usulsüzlükle suçlanır. Niçin? Çünkü derler ki; “bu metni sen okuyup anlayamazsın. Bu metnin anlaşılması için mutlaka Hz. Musa’ya bunun gibi ama bunun yanı sıra gayrı metluv vahiy şeklinde indirişmiş vahiyler vardır o vahiyler bu metni açıklar. O vahiyler bunu nasıl anlamamız gerektiğini bize öğretir. Dolayısıyla sen o mişnaya dönmelisin. Önce oradan hareket etmelisin” denilir ve doğrudan tevrat okuyan kişi bir usul hatası yaptığı söylenir. Bakınız ne kadar benzer ilişki. İkincisi beyan, tebyin dedik. Peki üçüncü ilişki ne? Üçüncü ilişki de sünnet müstakil bir delildir yani teşri yapar yani bu helaldir bu haramdır diye hükümler koyar. O zaman şunu da öğrenmemiz gerekiyor bizim: kuranda ne varsa budur, bunun dışında ben başka bir kaynakta bu helaldir bu haramdır şeklinde bir ifade bulursam bunu kabul etmiyorum diyen kişi esasında dinini hiç bir zaman tam olarak anlayamaycak uygulayamayacaktır. Çünkü bir takım hükümler vardır ki onlar sünnettedir kuranda değildir. Yani üçüncü ilişki; müstakil bir hüküm koyucu ilişkisidir. Bizim geleneğimizde kitap ve sünnet arasındaki ilişki bu şekilde özetlenebilir. Burada, biraz önce Hocam bir takım ayetler okudu, hikmet kelimesi geçiyordu. Esasında orada geçen hikmet kelimesini İmam Şafi bunalardan biridir bizim geleneğimizde zaman zaman sünnete tekabül ettiğini söyleyen alimler olmuştur. Yani demişlerdir ki; “bakınız bu kuranda kitabın yanı sıra geçen hikmet kelimesi ile kastedilen , işte sünnet. Yani MuhammedAs’dan bize rivyet edilen söz, uygulama ve takrirlerdir, onaylardır”. Tamam ama bu bir adım sonra öyle bozulmuştur ki sadece MuhammedAs’a hasredilmiştir. Mesela İmam Şafi bunu açıkça söyler. Er Risale isimli kitabı vardır onun ki bizim fıkıh usulünde en erken usül kitabı metodoloji kitabı olarak tanınır. Bu kitabın elimizdeki baskının 78.sayfasında İmam Şafi şu ifadeti kullanır; “çok güvendiğim bir zattan şunu işittim: hikmet Allah’ın elçisinin sünnetidir. Hikmet kurana tâbi kılınmış, kitap ve hikmet öğrenimi Allah’ın kullarına ikramı sayılmış iken doğrusunu Allah bilir ama buradaki hikmeti Allah’ın elçisinin sünneti dışında bir şey denemez ve bunu yarattıkları içinde bu elçiden başkası için de yapmamıştır”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu çok önemli. Değerli izleyiciler şu cümleye dikkat edin. İmam Şafi’nin Er Risale’nin orjinalini de göster istersen. Arapça okumadık zamandan tasarruf için.
FATİH ORUM: 78 ve 79.sayfaları. Diyor ki, “bunu yarattıkları içinde bu elçiden başkası için yapmamıştır”.
ABDULLAZİZ BAYINDIR: Neyi?
FATİH ORUM: Hikmeti.
ABDULAZİZBAYINDIR: Yarattıkları içinde derken Adem’den son nebiye kadar Muhammed Sav’den başkasına hikmeti vermemiştir diyor değil mi? Peki İmam Şafi kuranı hiç okumamış olabilir mi? Allah ne dedi bakım az önce okuduğum ayette? Önce şunu söyledi 79. ayette; “Allah bir nebiyr kitap-hikmet ve nebilir versin de kaşksın şöyle şöyle söylesin”. Ondan sonra dedi ki: ALİ İMRAN, 81.. Ayet: Ve iz ehazellahü mısakan nebiyyıne: Allah nebilerden kesin söz aldı”. Bütün nebiler değil mi? AdemAs’dan son nebiye kadar ne kadar nebi varsa. “lema ateytüküm min kitabiv ve hıkmetin: size bir kitap ve hikmet veririm de”. Değerli izleyiciler size sorsak ki kaç tane kitap indi, diyeceksiniz ki 4 tane. Kuran, tevrat, incil, zebur diyeceksimiz. Halbuki kuran ne diyor? Bütün nebilere kitap verildiğini söylüyor. İşte ayet! Yani bu mezhepçiliğin bu müslümanları ne hale getirdiğini görelim. Çok önemli bir çıkış yapıldı. Bunun içerisini doldurmak lazım. Bugün şunu söyleyeyim: Sayın Cumhur Başkanı dedi ki; “islam alemini parçalayan mezhepçiliktir” ki son derece doğru. Yüzde yüz doğru fakat bugün ne kadar ilahiyat fakültesi varsa, ne kadar islam üniversitesi varsa, ne kadar islam alimi varsa bunların elinden mezhebi çekin tıpkı elniseleri soyulmuş kimseler gibi kalırlar. Çırılçıplak kalır saklanacak yer ararlar. İçlerinde belki bir kaç kişi istisna olabilir. Dolayısıyla o çok doğru olan cümlenin içini dolduracak kimse yoktur. Bakın bir ara bu İşid olayı çıktı şimdi de devam ediyor. Siz de biliyorsunuz defalarca söyledim ben bu İşid konusunu çok büyük bir fırsay olarak düşünüyorum. Çünkü müslümanlar resimi görme fırsatı buldular. Burada defslarca ders yaptık: İşid’in yaptığı mezheplere yüzde yüz uyar. Bu tenkit edilen kısımlar şey yapıyorum. İite, köleliktir kafirleri öldürmektir ama kurana ve Resulullah’ın uygulamalarına yüzde yüz aykırıdır. Tamam, siyasiler bu konuda çok güzel beyanatlar verdiler. Peki bu ulema içerisini doldurabildi mi? Çünkü bu mezheplerdeki bilgilerden başka bilgileri olmayan kişilerin bunun içerisinden çıkaracakları bir tek kelime yoktur. Söyleyebildikleri tek şey şu oldu; “Birleşmiş Milletler kaldırmıştır, artık bundan sonra kölelik cariyelik haramdır”. Demek ki yeni bir din. Artıl şâri bu defs Resulullah olmaktan çıktı Birleşmiş Milletler oldu. Evet şimdi bakın burada diyor ki; “her nebiye kitap ve hikmet verilmiştir”. Güzel de sadece her nebi mi? Mesela nebi olmayan LokmanAs’a hikmet verildiğini C. Hakk bize bildiriyor. Sadece o da değil Bakara suresi 269.ayette C.Hakk şöyle diyor; “yu’til hikmete men yeş’a”. Yeş’a kelimesi, gerkli gayreti gösteren herkese hikmeti Allah verir. Ben eğer 21.asırda yaşayan bir kişi olarak kuranın kullanma kılavuzunu elde edemeyeceksem ondan yararlanamayacağım demektir. Gerekli çalışmaları yaptığınız zaman verir ki tabi bu uzun bir çalışmadır. Bu konuda Fatih Orum’un yazığı bir kitap da var. Kuranda bunun bütün ayrıntıları vardır. Her geçen gün yeni şeyşer ortaya çıkıyor. Bakın şimdi gördünüz mü hikmet sadece Resulullah’a mı verilmiş? MuhammedSav’e mi verilmiş? Yani bunu İmam Şafi nasıl söyler? İmam Şafi ki arapçası çok iyi olan bir insandır. Çok güzel arapçası vardır. Mesela üniversitede talebe iken kitaplarını okumuştum. Gerçekten o kadar temiz o kadar duru bir arapçası var ki insanın hoşuna gidiyor onu okuduğu zaman. Kuranı da bilmemesi mümkün değil. Hadi diyelim O bilmiyor, asırlardır siz bunu ey ulema: bu cümleleri baş tâcı yaparak bir kural koyuyorsunuz, sizin hiç biriniz bilmiyor musunuz bu hikmetin herkese verilebileceğini ve bütün nebilerde olduğunu bilmiyor musunuz?
FATİH ORUM: Esasında İmam Şafi bunu MuhammedAs’a hasrederken bunun da bir temeli var. O da bu sünnetin yani hikmetin esasında kurandan ayrı bir şey olduğu ve kuranın dışında Ona vahyedildiği düşüncesi. Nerden çıkartıyoruz bunu? Çünkü İmam Şafi’nin dışında hikmetin sünnet olduğuna atıfta bulunan bütün ulema hikmeti kuranım dışında MuhammedAs’ın ikinci bir vahiy alması bağlamında zikrederler. Derler ki; “MuhammedAs kuranın dışında da bir vahiy almıştır. Kuranda ona kitabın ve hikmetin verildiği, indirildiği, vahyedildiği hatta bunun tilavet edildiği söylenir. Derler ki hakikaten öyledir ayetler. E peki kitap tamam, hikmet ne? O halde işte hikmet denilen şey MuhammedAs’ın sünnetidir. Demek ki o da Ona vahyedilmiştir” diyerek gayrı metluv vahyin delili olarak kullanılır ve dolayısıyla İmam Şafi’nin onu sadece MuhammedAs’a hasresilöesi bu yönüyle esasen gelenekseş sistemle örtüşmektedir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Doğru bir söz söylüyorlar fakat yanlış bilgi kullanıyorlar. Evet gerçekten C.Hakk, MuhammedSav’e ve bütün nebilere de hikmet indirmiştir. Mesela Bakara 231.ayette diyor ki; “ve ma enzele aleykum minel kitabe vel hikmeti yaizikum bih:size indirdiği kitap ve hikmetle size öğüt veriyor”. Tamam ama kitap da hikmet de öğretilebilen bir şeydir. “Yuallimuhumul kitabe ve hikme”. Peki hikmet öğretilebilen bir şey ise hikmet de vahiyse o zaman Resulullah ümmetine Allah’tan nasıl vahiy alınacağını mı öğretiyor? Evet o hikmetin kendisi tıpkı Allah’ın yeryüzüne demir indirmesi gibi. Kuranın içinde var. Efendim işte falanca yerde demir yatakları var! Divriği’de. Ne güzel! Ev yapacağız, gidelim bir kamyon alıp gelelim. Bir kamyon almaya gidem kişi gidip oradan ne getirir? Eli boş döner. Uğraşır uğraşır boş döner. Tamam orası demir yatağı ama o demiri oradan çıkarmanın bir hikmeti var, bir ilmi var. İşte kuranda her şeyin çözümü var ama o çözümü herkes bulamaz. Onu bir ilimle bir ekip bulur. Onu da kuranda Allah uzun uzun anlatıyor. Doğru sözü yanlış yerde kullanıyorlar.
FATİH ORUM: Son olarak, biraz önce dedik ki sünnet esasında bir şekilde kitaba öncelenmiş ve bu “essünnetu kadiyetun alel kitab” sünnet kitaptan öncedir, son hükmü o koyar şeklinde prensip haline getirilmişti. Bu son onay ile ilgili de yani sünnetin MuhammedAs’a kuran gibi vahyedildiğine dair düşünce de prensip haline getirilmiş ve şöyle denilmiş; “Cibril kuranı indirdiği gibi sünneti de peygambere getiriyordu”. Bu da kaideleştirilmiş. Darimi’ye kadar girmiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Melekleri de işin içine kattılar yani. CebrailAs’ı da işin içine kattılar. Bu çok ciddi bir makas değişimidir. Makas değişimi dendiği zaman, eskiden ben İstanbul’dan Erzurum’a giderken Erzurum’dan gelirken trenle gider gelirdik. Eskişehir’de Fatih’in şehrinde makas değişir. Orada birisi makası değiştirse de bizim trenin çünkü bizim h haberimiz olmuyor. İçeride nerden bileceksin. O zaman belki İzmir tarafına gidiyor olacaktık ama Erzurum’a hiç bir zaman gidemeyecektik. O makas değişimi dediğin nedir ki; küçücük bir şeydir başlangıçta. Ama sonu? Hiç bir zaman o trenle Erzurum’a gidemezsiniz. Tekrar geri döneceksiniz, o noktadan devam edeceksiniz. Bu basit bir olay değil. Bu son zamanlarda en çok tartışılan yada tartışmayı alevlendiren: kölelik ve cariyelik konusu var. Biliyorsunuz bu konuda bizim bu vakıfta yapılan çalışmalar Allah’a şükür islam aleminde ilktir. AliRıza Hoca bunu bir kitap olarak yayınladı. Sonra biz, kölelik ve cariyelik konusunda bir makale yayınladık şu anda sitemizde var. Bu konu ile ilgili ayetlerin tamamının saptırıldığını tespit ettik. Şimdi bu İşid ve onaların arkasımdaki şeyler Selefilik olarak kabul edilir biliyorsunuz. Selefiler’in en çok dayandıkları kişi İbni Teymiye’dir. Size Muhammed suresinin 4.ayetini hatırlatayım. Bu ayeti okuyalım siz görürsünüz. Belki ilk defa dinleyenler olabilir dinleyicilerimiz arasında. Muhammed suresi kuranın 47.suresidir. Benim elimdeki mealde 508.sayfa. Bu, Bedir Savaşı’ndan önce indirilen ayettir. MUHAMMED, 4.. Ayet: Fe iza lekıytümüllezıne keferu fe darber rikab: kafirlerle savaşta yüzyüze geldiğiniz zaman boyunlarını vurun”, “hatta iza eshantümuhüm: onları etkisiz hale getirinceye kadar buna devam edin”, :fe şüddül vesaka: ondan sonra bağı sıkı tutun esir alın”. Etkisiz hale geldikleri zaman esir alın. Tümüyle değil gurup gurup da esir alınabilir. Bölük bölük de olabilir. “fe imma mennem ba’dü ve imma fidaen: esir aldıktan sonra ya karşılıklı yada karşılıksız esirleri serbest bırakırsınız”. Bir üçüncü şey yok. Sadece bu. “hatta tedaal harbü evzaraha: harb, böyle yapın ki ağırlıklarını bıraksın”. Yani karşı tarafın düşmanlığı dostluğa dönüşsün. Çünkü oradan esirleri alıyorsunuz götürüyorsunuz ki İnsan suresinde var İNSAN, 8.. Ayet: Ve yut’ımunetta’ame ‘ala hubbihi miskiynen ve yetiymen ve esiyren: kendilerinin ihtiyacı olmasına rağmen çaresiz kaşmış, yetim ve esire yiyecek yedirirler” ayeti var. Bedir esirlerini müslümanlar Medine’ye götürürken kendileri hurma yiyor onlara ekmek veriyorlar. Türkiye’de yaşayan için ekmek basit gelir. Onlarda ekmek çok önemli hurma basit gıdadır. “Ya bunlar ne biçim insanlar! Bizi kendilerine tercih ediyor”. Hepsi serbest bırakılınca o zaman bu insanların müslümanlara düşman olması düşünülebilir mi? Resulullah hep öyle yaptığı için kısa sürede işte hayatının sonunda vefat ettiği zaman Türkiye’nin 4 katı bölgeye islam hakim olmuştu. Şimdi burada Allah bunu söylüyor. Aynı şeyi mesela İbni Teymiye Mecmul Fetevası’nda bir anlat bakalım.
YAHYA ŞENOL; İbni Teymiye, Selefiler’in ve Hambeliler’in özellikle çok önem verdikleri bir alimdir. Onum fetvalarının derlendiği 30 küsür cilt kitabı var. Tam son cildi bilmiyorum. Elimde 34.cildi var. 34.cildinin 117. sayfasında Muhammed suresinin 4.ayetine yer veriliyor. Pek nadirdir bir fıkıh kitabında mesele temellendirilirken bir ayete yer verilmesi. O nadirliklerden biriyle karşılaşıyoruz burada. Meseleyi anlatırken İbni Teymiye diyor ki..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Esir konusunu anlatmıyor.
YAHYA ŞENOL: Bir imamın muhayyerliğini bir seçim hakkı olduğunu anlatırken diyor ki: “fe kavluhu fil kuran: C.Hakkın şöyle bir sözü vardır kuranda”; “fe imma mennen badu ve imma fidaen”. Ayetin tabi başı sonu yok. Sadece ilgili bir cümlesi. Buyuruyor ki diyor Allah..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir cümle de değil cümlenin bir parçası.
YAHYA ŞENOL: “Bundan sonra ya karşılıksız salıverme vardır veya fidye karşılığı salıverme vardır”. Biraz önce okunduğu için ayetin bağlamını artık biliyoruz. Savaş meydanında düşmanı tamamen etkisiz hale getitdikten sonra alınan esirlere C.Hakkın yapılmasını istediği muamele. Onları ya karşılıksız salıverirsiniz diyor Allah yada bir bedel bir fidye alır öyle salıveririsiniz. Dolayısıyla bu ayeti koyup diyor ki; “yaktazi fiile ahadil emreyni: bu ayet, anlaşıldığı gibi iki işten birini gerektiriyor” diyor. Yani alınan esiri ya karşılıksız salıverirsiniz yada bir karşılık alarak salıverirsiniz. Bu ayeti burada söylüyor ama aynı fetvaların 31. cildinde bu sefer hem de bizzat esirlerin-o mantıkla okursak-kölelerin azad edilmesi ile ilgili bölümde bakıyoruz ki aynı ayet var mı?
ABDULAZİZ BAYINDIR: İstersen önce şunu söyleyelim; mesela bu karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakmada kölelik var mı? Bu insanlar hadis diyorlar, Resulullah’ın hayatında herhangi bir kişiyi köleleştirdiğine dair bir rivayet var mı? Yok. Hadis yok. Ayet de yok. Bugün mezhepler kuranın da Resulullah’ın söz ve uygulamalarının tamamen dışında oluşmuştur. Ve orada köleliği sabit bir şey haline getirmişlerdir. Hiç kimsenin buna itirazı yoktur. Kölelik tamam.
YAHYA ŞENOL: Bu kitabın(biraz önce de söylediğimiz gibi) 31.cildinin 376.sayfasında kendisine bir soru soruluyor. Soru aynen şu. Kendi ifadesiyle okuyayım önce ki kendi kastettiği ile bizim düşüncemiz aynı olmadı onu bir söyleyelim. Adam sormuş: “tezevvice bi cariyetin memluketin fe evledeha veleden fel yekunu hurren ev yekunu abden memluken: bir adam köle bir kızla evlenirse ve ondan bir çocuğu doğarsa o doğan çocuk hür mü olur köle mi olur?”. Soru bu. Bu mantıkla okuduğumuz zaman soru bu. Bir adam cariye ile evlenirse ondan bir çocuğu dünyaya gelirse doğan çocuk hür mü olur köle mi olur soruldu. İbni Teymiye de cevap veriyor: “fe cevabe elhamdulilahi rabbil alemin” girişini yapıyor ve şu cümleleri aynen söylüyor: “iza tezevvece raculül mer’ete ve alime enneha memluketun: bir adam bir kadınla evlenir ve o kadının da cariye olduğunu bilirse” yani cariye olduğunu bile bile onunla evlenirse “fe inne veledeha minhu memlukun li seyyidiha bi ittifakil immeti: ondan da bir çocuğu dünyaya gelirse imamların(yani fıkıh imamlarının, mezhep imamlarının ittifakı ile) ondan dünyaya gelecek çocuk o cariyenin sahibine aittir”. Kocasına değil.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu çocuk köledir.
YAHYA ŞENOL: “Çünkü”, “fe innel velede yetbeu ebahu fin mesebi vel velai ve yetbeu ummehu fil hurriyeti ver rıkki: çünkü çocuk neseb ve vela açısından babasına aittir”. Evet bunun babası kimse bellidir. Babasına isnad edilir bu çocuk ama hürlük veya kölelik konusunda annesine tâbidir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Orada ibareye itiraz edelim, “vel velâu”.
YAHYA ŞENOL: Yok! “Fin nesebi vel velai ve yetbeu ummehu fil hurriyeti vel rıkki”. Yani hürlük ve kölelik konusunda annesine tabidir. Annesi hür ise kendisi hür olur, annesi köle ise kendisi de köle olur. Bütün fıkıh imamlarının fıkıh mezheplerinin önde gelen alimlerinin ittifakı ile böyledir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Devamını okuma da şeye geç. Diyor ki Ayrıca İbni Teymiye; “esirliğin tek kaynağı savaştır” diyor. Onu da oku kendi kitabından. Aynı ciltte.
YAHYA ŞENOL; O da 380.sayfasında aynı cildin. Orada da diyor ki; “fe sebebul istirkaki huvel kufru bi şartil harbi; köleliğin sebebi küfürdür ama harb şartı ile”. Yani bizimle savaşmaları şartı ile bir kimse kafir ise o köleleştirilebilir. Türkçesi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak bu ayete uygun ama ayeti buraya yazmamış. Çünkü ayeti yazacak olsa ondan sonraki söyleyeceği cümleleri kimsenin kabul etmesi mümkün değil.
YAHYA ŞENOL: Ayette kendisinin de dediği gibi iki şeyden biri: ya karşılıksız salıverme ya da fidye alarak salıverme var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kendisi de söyledi bu ikisinden başkası olmaz dedi. Ayeti okuyayım da “fe iza lekitumulezine keferu fe darber rikab: kafirlerle savaşta karşılaştığınız zaman”. Ama ondan sonra kölelik yok. Esir almak be esirleri serbest bırakmak var. Bu ayeti alacak olsa burada nerde kölelik var diye sorulacak. Almamış ayeti oraya. Gördünüz mü? Bize diyorlar ki; “efendim siz Resulullah’ı sevmiyorsunuz” çok hakaret ediyorlar. Resulullah’ın sözlerini önemsemiyormuşuz! Postacı falan. Ben de bu insanlara bu ekranlardan tekrar sesleniyorum: Beyler! Açın bakalım konumuz kölelik ve cariyelik konusu. Siz bakın ayeti de kullanamıyorsunuz Resulullah’ın sözlerini de kullanamıyorsunuz. Açın bizim bu konu ile ilgili internete girin bakın ki Resulullah’ın bütün bu konu ile ilgili sözlerini kullanmış mıyız kullanmamışmıyız? İlgili bütün ayetleri kullanmışmıyız kullanmamışmıyız? Ama ne yapsınlar iftiradan başka ellerindem gelen bir şey yok. Allah; “bırak iftiralarını yapsınlar” diyor.
YAHYA ŞENOL: Yani bizimle harp etmeleri şartı ile bizzat birisinin kafir olması köleleştirilmesi için yeterli bir sebeptir diyor. “Fel hürrul muslimu la yusteraku bi hâlin; ama hür ve müslüman bir kişi asla köleleştirilemez”, “vel muahidul ve la yusteraku: bizimle anlaşma yapılan gayrımüslimler de köleleştirilemez” ama “vel kufru ma muharebeti mevcudun li kafirin”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu çok acayip bir şey. Bu artık sözün bittiği yer.
YAHYA ŞENOL: Bir önceki kelimeyle çelişiyor. Önce diyor ki bizimle anlaşma yapmış olan gayrımüslimler köleleştirilemez ama bir sonraki cümle “bizimle harb yapsın yapmasın her kafir zaten bizimle harb halindedir, dolayısıyla harb halinde ise köleleştirilmesi caizdir”, “fe câze istirkakuhu: o kişinin köleleştirilmesi caizdir”, “kema yecuzu kıtalihu; nasıl ona bizim savaş açmamız caiz ise onu köleleştirmemiz de caizdir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Savaş esirlerinden vazgeçtik! Gideceksiniz Avrupa’ya Amerika”ya..
YAHYA ŞENOL: Bizatihi birisinin kafir olması bizim için onu köleleştirmek için yeterli sebeptir diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir kadını alacaklar, tamam bu benim cariyem. Bitti. Savaşa gerek yok. Bu benim cariyem! Tamam ondan sonra da.. neyse gerisini söylemeyeyim.
YAHYA ŞENOL: Son cümlesi de şöyle: “fe kullü ma ebahe katlel mukateleti ebahe seb’i zürriyeti: düşman saflarında bize savaşan bir kişiyi öldürmemiz nasıl mubah ise onu da onun zürriyetini de hepsini birden köleleştirmek de o şekilde mubahtır”, “ve haza hukmun arabun fil harbi vel acem: ister arab olsun ister yabancı olsun herkes hakkında genel hüküm budur” diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu insanlar gidiyorlar bir hava alanında kendilerini patlatıyorlar, çok sayıda kafiri öldürdükleri için büyük bir cihad yaptıklarını söylüyorlar. Ama Allah ne diyor Bakara 190’da; “fe katilu fi sebilillahillezine yukatilunekum; Allah yolunda sizinle savaşanlarla savaşın”, “ve la tâtedu: ama aşırı gitmeyin” diyor. Savaşta bile aşırılığı yasaklıyor. O bizimle savaşacak ki savaşalım. Yani savaştığınız kişi de diycek ki valla ben haketmiştim kardeşim ben kaşındım yani demesi lazım. Çünkü biz insanları öldürmekle değil insanların içindeki şirki öldürmekle görevliyiz. Şirki öldürdüğün zaman o insan da kendini kurtarmış olacak. Bir de bakalım cariye yapıyorlar ya, cariyenin delili neymiş onu da Mebsud’dan okusana. Hanefi mezhebinin en temel en meşhur kitabı.
YAHYA ŞENOL: El Mebsud, Şemsuttin El Serahsi. Bu da 30 ciltlik bir kitaptır. Onun 10.cildinin 6.sayfasında bir rivayet yer alıyor hemen sayfanın başında. Resulullah’a şöyle bir söz isnad edilmiş: “ukdulu şuyuhel müşrikine vestehyuşuruhehum” devamındaki şerhlerde kendisi ifade ediyor zaten. Tercümesi şu: “müşriklerin buluğa ermiş erkeklerini öldürün ama çocuklarını ve kadınlarını”, “istehyu: sağ bırakın” demesi lazım. Diyor ki; “vel istihyau” bu hadiste geçen istihya ne demek? Sağ bırakacağı. Bu ne anlama gelir? “El istirkaku: onları köleleştirmek demektir”. Köleleştirmek suretiyle sağ bırakacaksınız. Serbest kalsınlar değil. Niye? Çünkü “kalellahu teala: çünkü Allah buyurmuştur ki”; “vestahyu nisaehum: onların kadınlarını sağ bırakın”. Bu ayet mi? Evet ayet. Nerde geçiyor? Ğafir suresi yani kuranın 40.suresi Mümin suresi olarak da geçiyor. 40.surenin 25.ayetinde. MusaAs’ın kıssası anlatılıyor bu ayetin öncesinde ve sonrasında. İşte 23.ayette AllahMUMİN, 23.. Ayet: Ve le kad erselna musa bi ayatina ve sültanim mübın: Musa’yı ayetlerimizle ve açık belgelerle gönderdik”. Kime? MUMİN, 24.. Ayet: İla fir’avne ve hamane ve karune; Firavun’a, Haman’a ve Karun’a gönderdik”, “fe kalu: onlar da dediler ki”, “sahırun kezzab: Musa dediğiniz sihirbazın yalancının teki”.MUMİN, 25.. Ayet: Fe lemma caehüm bil hakkı min ındina: bütün gerçekliği ile hak onlara geldiğinde”, “kalu: onlar dediler ki”. Kimler? Firavun. Aslında baş aktör Firavum burada “uktülu ebnaellezıne amenu meahu: Musa ve beraber iman edenlerin çocuklarını öldürün”, “vestahyu nisaehüm: kadınlarını da sağ bırakın”. Firavun’un sözünü aktarıyor Allah, bunlar diyorlar ki; Allah demedi mi bak kadınlarını sağ bırakım, biz de bu yüzden işte onların kadınlarını. Firavun meğerse hüküm kaynağıymış. Velev ki öyle kabul et, burada kadınlarını sağ bırakın dedi köleleştirin nerden çıkıyor?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Köleleştirmenin delili alıyorlar Firavun’un sözünü.
YAHYA ŞENOL: Çocukların da öldürülmesi gerektiği yazıyor burada? Niye öldürmüyorsun da çocuk da kadın da köleleştiriliyor? “uktulu ebnaellezine amenu meahu: onunla beraber iman etmiş olanların çocuklarını öldürün” diyor Firavun? O zaman çocukları da öldür? “vestahyu nisaehüm” bu cümleyi alıyor diyor ki; “Allah böyle dediği için biz kadınları sağ bırakıyoruz ama cariyeleştirerek”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Peki ben size bir şey okuyayım. Ahkamul Kuran, Cessas’ın. Bu da çok meşhurdur Hanefi mezhebinde. Burada ayette az önce İbni Teymiye dedi ya; “imma mennen ve imma fidaen” ayette geçen iki tane tercih. Ama o kısmı söylemiyor. İki tercih. Bunlardan üçüncüsü olmaz dedi. Bir başka münasebetle söyledi ama o ayeti bir başka yerde zikretmedi. Çünkü sistemi çökertir. Ayette esirlerin ya karşılıklı yada karşılıksız serbest bırakılması emredilmiştir. Bu ayeti Cessas nasıl tercüme etmiş: diyor ki; “fe imma mennen badu ve imma fidaen” Allah dedi ki savaş bittikten sonra esirleri ya karşılıklı yada karşılıksız serbest bırakın” ayeti. Şimdi ayeti açıklıyor; “fe ceallahu nebiyye vel muminine vel usara biş hıyar; Allah nebisini ve müminleri esirler konusunda serbest bıraktı”, “inşau kateluhum: isterlerse esirleri öldürürler”. Nerde var? Ne okuduk en başta? “Ve innemin hum” ehli kitap ile ilgili “onlardan” “le ferikan: bir gurup vardır”, “yelvune el sinetehum bil kitab: dillerine dolarlar o kitabı” ayet okurlar, az önce okudu ayeti. Burada da ayeti okudu ve arkasından bir hüküm veriyor. Ayeti koyuyor ki “li tahsebuhum minel kitab” kendi söylediğini kitabın hükmü olarak zannedilsin. O da Ahkamul Kuran; Kuranın Hükümleri. “Ve ma hüve minel kitab: o, kitaptan değildir”, “ve yekulune huve min indillah: Bu Allah katındandır derler” zaten öyle hüküm veriyorlar. “Ve ma huve min indillah: Allah katından değildir”. Bak ne dedi. Gideceksiniz Avrupa’nın herhangi bir yerine adamı öldüreceksiniz sevap kazanacaksınız! Halbuki Allah öyle bir şey demiyor ki. Delil ne? Hiç alakası olmayan şeyler. Öldürme diyor. Ondam sonra diyor ki; “ve enşau istirkau: isterlerse köleleştirirler”. Var mı ayette? Ayetin tefsiri görüyor musunuz? Ondan sonra “ve inşau faduhum; isterlerse fidye alırlar” ama karşılıksız serbest bırakma yok. “Ve imma mennen” ayetin birinci tercihi yok. Ya bu ne kardeşim! Bu ne! Bak diyor ki; “ve yekulune Alellahi lezibe vehum yalemun: bile bile Allah’a karşı yalan söylerler” diyor. Bu yalanlar ne oldu? Mezhep oldu işte bugün. Onun için ben buradan tekrar Sayın Cumhurbaşkanımız’a sesleniyorum: çok güzel bir şey başlattınız ama bunun içini dolduralım. Kölelik ve cariyelik ile ilgili konunun içi doldurulamadı.
YAHYA ŞENOL: Ama kölelik ve cariyelik kaldırılmış Hocam! Birleşmiş Milletler’in kararı ile.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Aksini söylemek de haramdır diyorlar bir de. Biliyorsunuz ben burada İmam Maturidi’nin kitaplarını da getirdim ama vakit kalmadı. Burada da çok acayip şeyler var. Ona gerek yok. Cariyelerin cinselliğinden yararlanılacağı konusunda hiç kimsenin ihtilafı yok. Hiç bir mezhebin. Şimdi ben size bugün Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınladığı bir çok konuda diğer meallere fark atan bir mealden iki ayeti okuyacağım. Ayetler arasındaki zıtlığı lütfen şey yapın. Niye zıtlık var? Ayetlerin birine doğru meal verilmiş, ikincisine ilaveli meal verilmiş. İkincisinde anlam ciddi manada çarpıtılmış. Evet bi oku bakalım. Önce Nur suresinin 32 ve 33.ayetleri. 33.ayetin tamamını okuma çünkü o birkaç ders alır. Sadece başını oku.
FATİH ORUM: Okuyacağımız meal Türkiye Diyanet Vakfı’nın değil Diyanet İşleri Başkanlığı’nın meali. İkisi karıştırılabilir. Bu, Başkanlığa ait meal. Nur suresi 24.surenin 32 ve 33. ayetlerine şöyle meal verilmiş: “sizden bekar olanları kölelerinizden ve cariyelerinizden durumu uygun olanları evlendirin”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kölelik cariyeliği var kabul edelim. Diyelim ki var. Olmadığını gördük zaten. “Onları evlendirin”. Evlendirin diyor, ona dikkatinizi çekmek istiyorum.
FATİH ORUM: “Eğer bunlar yoksul iseler Allah onları lütfu ile zenginleştirir, Allah lutfu geniş olandır hakkıyla bilendir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ya Rabbi bu köleyi bu cariyeyi nasıl evlendireceğim? Zaten bir şeyleri yok. Sen evlendir diyor ben onun ihtiyacını karşılarım.
FATİH ORUM: “Evlenmeye güçleri yetmeyenler de Allah kendilerini lütfu ile zengin edinceye kadar iffetlerini korusunlar”.
ABDULAZİZ BAYINDIR; İffetlerini korusunlar emri sadece hürlere mi? Burada köle ve cariye denen kişiler dahil mi? Evleninceye kadar iffetlerini korusunlar. Demek ki evlenme dışında cinselliklerinden yararlanma diye bir şey yok ayette. Çok açık ve ner. Ve meal de onların meali. Şimdi de Nisa suresinin 3.ayetinin son bölümünü oku.
FATİH ORUM; “Eğer o kadınlar arasında da adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız o takdirde bir tane alın ya da sahip olduğunuz cariyeler ile yetinin”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ya bir taneyi nikahlayın ya da sahip olduğunuz cariyelerle yetinin. Ne demek yetinin? Yetinin kelimesi ilavedir. Ayette yok. Ya cariyelerle nikahlanın yada hür kadınla nikahlanın diyor. Şimdi buyurun hadi! Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayını. Sadece ona mahsus değil ki. Hangi tefsiri alırsanız hepsi böyle. Bütün mezhepler böyle. Ben buradan Sayın Cumhurbaşkanımız’a sesleniyorum: bakın namaz vakitleri konusunda bir çalışma yaptık. Tarihte ilk defa kutup bölgesi gerçek anlamda incelenmiş ve hükme bağlanmıştır ki ilim alemi bundan ciddi anlamda etkilendi. Bu bütün müslümanların her gün 5 vakit ihtiyacı olan bir şeydir. D. İşleri Başkanlığı yatsı ve sabah namazlarında yılın tamamında yanlışlık yapıyor. Sadece o değil Osmanlılar’ın hatası sebebiyle tüm islam alemi bunu yapıyor. Bu bizim yaptığımız çalışma kurana, Resulullah’ın uygulamasına ve mezhep imamlarının tamamının görüşlerine de uygundur. Ve bilim alemine de yüzde yüz uygundur. Fıtrata uygundur. Bunu bir an önce uygulamaya koymasını ben bekliyorum. Bu her müslümanın birinci görevidir. Çünkü namaz Allah’ın asla ihmaline müsade etmediği bir şeydir. 2-Kuranın en ağır yasaklarından faiz var. Kitap Ve Hikmet dergimizin yeni sayısı çıktı. Bunu faize ayırdık tamamen. Faizsiz olarak 12 Eylül iktidarı tarafından kurulan finasn kurumlarının bu dönemde nasıl faizli hale getirildiğini bugün insanların nasıl faizin içine batırıldığını buradan göreceksiniz. Çünkü ben bu işin kurulmadan önce içerisinde en tepedeki adamlardan birisiydim. Bu işi heralde bizden daha iyi bilen çok az insan vardır bugün Türkiye’de. Burada onu bulacaksınız. Geçen hafta şey yaptık Albaraka kira sertifikası diye faizli sertifikaları sattı, vatandaş faizsiz olduğunu zannediyor. Bir kere bu, Allah’a ve Resulüne karşı açılmış bir savaştır. Bundan derhal vazgeçelim. Evet yeniden dirilme zamanıdır ama bizim asıl hedefimiz insanların gönlünü fethetmektir. Resulullah’ın yaptığı gibi yapmak zorundayız. Nebevi siyaset uygulamak mecburiyetindeyiz. O yola girdiğimiz zaman bütün dünya bütün insanlık rahat edecektir. Evet İmamiye’ye vakit kalmadı süre bitti. Çünkü bu konuda şiiler de imamlarının sözünü Allah sözü sayarlar. Kendi kaynaklarından Abdurahman okuyacaktı ama vakit kalmadı. Son olarak gerçekten çok önemli bir adım atılmıştır. Bunu mutlaka devam ettirmemiz lazım. Hikmet, hikmet, hikmet… İslam aleminin sahabeden sonra tamamen unuttuğu ve biz ondan dolayı Kitap ve Hikmet dedik. Bu şeyin ortaya konulması lazım. Ve İstanbul’da büyük bir ilim merkezi kurmak mecburiyetindeyiz. Benim niyetim. C. Hakk’tan da niyaz ediyorum; ya Rabbi bize yardım eyle. Şu âna kadar çok yardımını gördük C. Hakkın. Hep de görüyoruz. İnanılmaz yardımlarını görüyoruz. Burada kitap ve hikmet merkezi kurmamız lazım. Dünyanın bütün ilim adamlarını buraya getirip kuranın ilmin bütün dallarına nasıl yol gösterdiğini tüm insanlara göstermemiz lazım. O şekilde de kuranın Allah’ın kitabı olduğunu bütün insanlara bildirmemiz lazım. En son cümlemde şu; lütfen müşriklere yüz göstermeyin. Allah buna asla müsade etmez. Size şirk koşanlarla mücadele ederken Allah’a şirk koşanlarla birlikte olmayın. Tekrar ediyorum; size şirk koşanlarla mücadele ederken Allah’a şirk koşanlarla birlikte olmayın. Sonra C. Hakkın yardımı kesilir. Zaten bu günler geçer hiç bir zaman devan etmez. Allah’ın huzurunda hesabını veremezsiniz. C. Hakk cümlemizi rızasından ayırmasın. İnşallah bu adım çok hayra vesile olur. İnşallah mezhepler konusı ciddi anlamda tartışılır. Diyanet İşleri Başkanlığı’na da sesleniyorum; lütfen Cuma günleri toplanan insanları boş sözlerle meşgul etmeyin. Defalarca söyledim. Söylüyorlar söylüyorlar bomboş sözler. Allah aşkına bir tane ayet okuyun inin aşağıya.