ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugün Süleymaniye Vakfımız’da benim şahsen çok önem verdiğim bir konuyu, çok önemli bir konuğumuzdan inşallah dinleyeceğiz. Bugün sürekli uydurulmuş dinden şikayet ediyoruz. İndirilmiş din yerine uydurulmuş din. Bu konuda siyasetin çok ciddi müdahalesi var. Mustafa İslamoğlu Hocamız’ın da bu konuda yazmış olduğu ve benim elimde 40.baskısı olan İmamlar Ve Sultanlar adlı bir kitabı var. Dinin nasıl istismar edildiği, nasıl insanların dünyevi menfaatlerine alet edildiği temeli üzerinde inşallah konuşulacak. Kur’an’da Allah Nisa suresinin 59.ayetinde NİSA, 59.. Ayet: “Ya eyyühellezıne amenu etıy’ullahe ve etıy’ur rasule” diyor. “Müminler, Allah’a itaat edin, bu elçiye itaat edin”, “ve ülil emri minküm: ve sizden olan yetki sahiplerine de itaat edin” diyor. Sonra devavında diyor ki; “fe in tenaze’tüm fı şey’in fe rudduhü ilellahi ves rasuli”: herhangi bir şeyde aranızda anlaşmazlık çıkarsa onu Allah’a ve resulüne götürün”. Resule itaat: resul ne yapar? Resul sadece tebliğde bulunur. Allah diyor ki; “ve ma aler resuli illel belağ”. Tebliğde bulunduğu için kendi sözünü söylemiyor. Ama bir de nebi var. Kur’an’da resule itaat emredildiği halde nebiye itaati emreden bir tek ayet yoktur. Hatta bunun tersi vardır. Mumtahine suresinin 12.ayetinde nebimizin kadınlarla beyaten bağlılık sözleşmesi yaptığı sırada ayete koşulan bir şart var. “Ve la ya’sıneke fi ma’ruf: marufta sana isyan etmeyecekler”diyor. Resul sıfatıyla kesin itaat varken, mesela AHZAB, 36.. Ayette: “Ve ma kane li mü’miniv ve la mü’minetin iza kadallahü ve rasulühu emran ey yekune lehümül hıyeratü min emrihim” diyor. “Bir mümin kadın ve mümin erkek, Allah ve resulü bir konuda karar verdiği zaman herhangi bir tercih hakları yoktur işlerinde” diyor. Nebi sıfatıyla kadınlara ki toplumun en zayıf halkası kabul edilen geleneksel olarak ve Allah onu kadınlara özel olarak zikrediyor Mumtahine 12.ayette “ve la ya’sineke fi ma’ruf: marufta sana isyan etmeyecekler” yani yanlış yaparsan bu kadınlar sana karşı çıkarlar. O zaman öbür ayetteki ulul emr vasfı nebimiz için de geçerli olmuş oluyor nebi sıfatıyla resul sıfatıyla değil de. Daha sonra durum böyleyken, Kur’an’da bunun çok sayıda örneği olmasına rağmen-ki inşallah Hocamız’dan dinleyeceğiz-bakıyorsunuz ki daha sonra bu siyasetin dinehakim olmaya başladığı dönemlerde hadisler uyduruluyor. Mesela Buhari’de geçen bir hadis: resul ve nebi sıfatları kaldırılıyor, ikisi de kayboluyor. Ondan sonra şeye geliyor “men atı’yni fekad atı’ullah”a geliyor. “men atı’ur resule fekad atı’ulah” yerine yerine “men atı’ani” bana kim itaat ederse Allah’a itaat etmişe dönüşüyor”. Ne nebi sıfatı var ne resul sıfatı var, ikiside kaldırılıyor. Esas buradan ulaşılan noktaya bakarsanız Buhari rivayetidir, “bana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur, bana isyan eden Allah’a isyan etmiş olur”. Asıl sebep o değil, emiri de deniyor. “Yetkili kişiye itaat eden bana itaat etmiş olur, emire isyan eden bana isyan etmiş olur”. Bana isyan eden Allah’a isyan etmiş olur dedi, emire isyan eden kime isyan ermiş olur? Allah’a. Sonra da diyor ki; “imam kalkandır”. Devlet başkanı demek buradaki imam. “Kalkandır, arkasında savaşılır ve onunla korunma sağlanır. Allah’tan çekinmeyi emrederse sevap kazanır. Farklı emir verirse günahı kendinedir, siz yine itaat edeceksiniz”. Nereden nereye geliniyor. Ondan sonra da bakıyorsunuz ki artık tanrı haline geliyor devlet adamları, yargıya gerek kalmadan bir işaretiyle insanların kelleleri uçuruluyor ve bakıyorsunuz Osmanlılar’da kundaktaki çocuklar bile öldürülüyor bu geleneğin sonnucu olarak. Evet tabi bu kadarını biliyoruz ama ben şahsen gerçekten yani işin tarihi arka planını bilmiyorum. O konuda çok güzel bir çalışması var Hocamız’ın. Biraz uzattım kusura bakmayın.
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Zevkle dinliyorduk. Bismillahirrahmanirrahim. Allah’ın rahmeti bereketi hepimizin üzerine olsun. Değerli kardeşlerim, Süleymaniye Vakfımız’da olmaktan dolayı onur duyuyorum. Abdulaziz Hocamız ile beraber olmaktan dolayı onur duyuyorum. Elhamdulillah sizlerle buluşmuş olmaktan da rabbime hamd ediyorum. Gerçi burada gördüğüm birçok yüz hem Akabe’nin hem Süleymaniye’nin ortak yüzü. Bu da beni ayrıca sevindiriyor, memnun ediyor elhamdulillah. Abdulaziz Hocamızla ara sıra öyle konuşuyoruz, ortak projeler olsa iki müessese arasında diye niyet teaddisi yapıyoruz. Bu bir dua. İnşallah bu duamızın tuttuğunu da görürüz.
Konu mühim gerçekten. Konunun önemi nereden kaynaklanıyor derseniz eğer, 1436 yılık hicretten bu tarafa, ondan öncesinde de 13 yıl ekleyin 1449 yıllık nüzul/Kur’an’ tarihimizde bu bahsettiğimiz dönem belirleyici olmuştur. Malesef. 1436 yıllık, hicretten sonrasından alırsak eğer bu güne kadar hicretin ilk 150 yılı belirleyici olmuştur. İlk 150 yıl. Bu şu demektir aslında: ilk 150 yıllık ritueller ümmetin hafızasını, ümmetin geleceğini, ümmetin beynini rehin almıştır. Hala ilk 150 yılda olup bitenlerin etkisi altında yaşıyoruz. Hala bugünkü kavgalar ilk 150 yılda olup biten kavgaların bir uzantısı, devamı. Bugünkü kindarlıklar, mezheplerin ve taraftarlarının karşılıklı birbirlerine kinleri ve bu kinlerin ürettiği savaşlar, ihtilaflar, tefrikalar, bunun arkasında yatan koca bir kitabiyat, koca bir kütüphane, bütün 150 yılın bir uzantısı, iz düşümü. Buna ben ‘büyük kopuş’ diyorum. Büyük kopuş dönemidir. Büyük kopuş neden kopuş derseniz: Kur’an’dan kopuş. Bunu kastediyorum. Kur’an’dan koptuk. Kur’an’ın düşünce tarzından koptuk. Kur’an’ın hayat tarzından koptuk. Kur’an’ın tasavvurundan koptuk. Kur’an’ın aklından koptuk. Kur’an’ın siyasetinden koptuk doğal olarak. Kur’an’ın ticaretinden koptuk. Kur’an’ın medeniyetinden koptuk. Bütün bunların yerine başka şeyler koyduk. İşte buna büyük kopuş diyorum bendeniz ve nasıl ki150 yıl 1400 yılın belirleyicisi olmuşsa, 150 yılın belirleyicisi de ilk 30 yıldır. Yani sevgili Resulümüz’ün vefatını takip eden 30 yıl. Dolayısıyla bütün bir islam tarihini, 14 asırlık islam tarihini eğer anlamak istiyorsak ilk 150 yılı çok iyi anlayacağız. 150 yılı anlamak istiyorsak irtihal-i nebiden sonraki 30 yılı çok iyi anlayacağız. O 30 yılı da anlamak istiyorsak, sevgili Peygamberimiz’den hemen sonraki ilk 5-10 yılı çok iyi anlayacağız. Dolayısıyla bendeniz, oradan alıp meseleyi getirebildiğimiz yere kadar getirmeyi düşünüyorum. İnşallah, 2 saat olduğu söylendi bana bu programların, yaklaşık 1 saatini eğer uygunsa 1 saatini bir sunum yapayım. 1 saatini de sizlere şey yapayım ama Abdulaziz Hocamız ile verkaç yapabiliriz, öyle bir usul varmış. Benim de hoşuma gider. Önce bir usul sorununa değinmek istiyorum. Tarihi anlamada usül. Tarihte usül. Her bilimin bir usulü vardır. Her disiplinin usulü vardır. Tarih de bir bilimdir be tarihin de hatta bilimlerin anası der bazıları. Efendim, tarihin de usulü var. Unutmayalım tarih akidemizdir aynı zamanda. Asla tarihakide olur mu? Olmaz tabi ki ama Kur’an’daki tarihe bakarsanız Kur’an’ın 3’te 2’si tarihtir. Peygamberler tarihini alın, helak okan kavimler tarihini alın, israiloğulları tarihini alın. Bu aynı zamanda disiplin olarak tarihe girer. Yani akidemize girmiştir bu anlamda. Kur’an’ın 3’te 2’si tarihtir. Usül sorunu olarak bendeniz tabi İmanlar Ve Sultanlar’da değindiğim için İmamlar Ve Sultanlar’daki sıralamayı takip edeceğim. Aynı zamanda kitaba bir tür bağlı olarak da devam edelim istiyorum. Referansı da olsun istiyorum. Yani daha ayrıntılı karşılığını isteyen kardeşlerimiz oraya bakabilirler. Burada her şeyi konuşamayacağız malesef. Sadece atıf yapacağız bazı şeylere. Usül meselesinde 3 tip tavır görüyorum tarihe yaklaşımda. Gizleyenler, horlayanlar, kutsayanlar. Yani önsözde dile getirdiğim bir usül problemidir bu. Tarihe yaklaşımda 3 tavır var. Gizleyenler, horlayanlar, kutsayanlar. Bir tarihi gizleyenler var. Bunu görüyorsunuz değil mi? Müthiş bir hokkabazlık vardır bizde. Ne olacak yani deve kuşuna da iftira etmişler. Gerçi deve kuşu öyle yapmazmış ama efendim, o deve kuşu üzerinden verilen misali biliyorsunuz: kafayı kuma gömmek. Kafayı kuma gömünce gerisini saklıyamıyorsunuz. Yani gizlediğinizde aslında gizleöiş olmuyorsunuz. Çok ilginçtir, bizde rötuşkamak çok sevilir. Yani yüzümüzü kızartacak sayfalar gizlenir. Hoşumuza gitmeyen dayfalar. Peki bunu Kur’an’a arz edelim, Kur’an’ onay verir mi? Hayır. Peygamberlerin hayatından görmyormusunuz? Adem’in hayatını anlatan Kur’an’ ne diyor: “Ve asa Adem rabbehu fe gava” Asi oldu diyor Adem, Rabbine asi oldu ve yoldan çıktı diyor. Buyurun. Hz. Musa örneğinden gördünüz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Birisi “ne biçim adam yeriştirmişsin” diyebilir. “Onun öğretmeni sendin ya Rabbi?”.
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Peygamberindi. Hz.Musa üzerinden: bir yumrukta adam öldürdü ve “inni zalemtu nefsi” dedi ve bunu da bize rabbimiz naklediyor. Rabbimiz bunu bize nakletmese, biz Hz. Musa’nın hayat sayfaları arasındaki böyle bir sayfadan haberimiz olmayacaktı. Çok ilginç. Ya Rabbi niye haber veriyorsun, bu senin peygamberin? Ama haber verecek ki bir yumrukta haksız yere adam öldüren bir eliniz olabilir ama öyle bir tevbe edersiniz ki o el yed-i beyza olur. Beyaz el olur,pırıl pırıl olur. Onu anlatmak için onu vermesi lazım. Onu söylemesi lazım. Dolayısıyla hadi o dediniz ki peygamber olmadan evveldi. Hadi öyle bir yorum yapalım. İyi de efendim Hz.Davud’un tevbesini ne yapacağız? Hadi Hz.Yunus’un görevden kaçmasını ne yapacağız? Peygamberken üstelik. Yani gördüğünüz gibi gizlemek iş değil. Siz gizlersiniz, oryantalistin biri kalkar hem de en gizlenmesi gereken sayfalarıbile yüzünüze çarpar. Çocuğunuz sizden okuyamaz, duymaz çünkü siz sakladınız. Ama çocuğunuz biryerden duyar. Artık bir tık kadar yakın. “Baba, bunu niye söylemediniz? Böyle bir şey olmuş. Niye bizden sakladınız?”. Mahcup olursunuz. Hık mık edersiniz kekeme olursunuz. Ve hakikat daima yüzünü açar. Dolayısıyla sonuna kadar gizleyemezsiniz. İşte tarihi gizleyenler var. Yani tarihin hoşlanmadığı sayfalarını öyle üstünü örtüp kimse görmesin diyenler, böyle bir yaklaşım. Bu yaklaşım doğru değil. Bir de horlayanlar var. Tarihin kötü sayfalarına bakıp tümden tarihini atan, horlayan ve benim o tarihle işim yoktur diyenler. Bu da yanlış bir tavır. Bu, iyi veya kötü sizin tarihiniz. Osmanlı’nın tarihindeki kötü sayfalara bakarak Osmanlı tarihinin bizim olmadığını söyleyebilirmiyiz? Bu ne kadar gerçekçi? Hiç doğru bir şey değil. Hiç de gerçekçi bir şey değil. Hakkaniyetli bir şey de değil. Bizim tarihimiz. Alın, Osmanlı’nın İstanbul’unda oturuyorsunuz. Osmanlı’nın Süleymaniyesi’ndeyiz. Osmanlı’nın yaptığı Süleymaniye Camii’nin yanındayız, çevresindeyiz, mücaviriyiz. Öyle değil mi? Nereye bassak Osmanlı. Peki ne yapacağız? Mümeyyiz bir akılla davranacağız efendim. Yani özellikle bu topraklarda rejim değiştikten sonra yapıldığı gibi kesip atma yok. Öyle bir şey yok. Zaten sosyal bilimlerde kesip atamazsınız da. Yani toplumlar baklava tepsisi değil ki öyle dilimleyip dilimleyip dağıtasınız. Böyle bir şey yok. Yani süreklidir. Hayat süreklidir,tarih süreklidir,toplum süreklidir. Yani horlamak da dopru değil. Zaten Kur’an’a baktığımızda da Kur’an’ peygamberlerin hayatından nahoş sayfaları bize naklediyor da peygamberleri atıyor mu? Hayır. Öyle bir şey yapmıyor. Ne yapıyor? Bize mümeyyiz bir akıl kazandırıyor. Yani “huzma saza da’ma keder” yani iyi olanı al, hoşa gideni al, hoşa gitmeyeni, iyi olmayanı alma. Budur bize verdiği şey. Bir de üçüncü tavır var: kutsayanlar. Bu en beteri. Neden en beteri? Şimdi bir şeyi kutsal ilan etmek dokunulmaz ilan etmektir. Dokunulmaz ilan ettiğinizde dokunamıyorsunuz. “Oraya dokunma Fatih var. Oraya dokunma Yavuz var. Oraya dokunma Kanuni var. Oraya dokunma Emeviler var. Oraya dokunma Abbasiler var. Oraya dokunma Sahabe var”. Şimdi bakınız: “oraya dokunma sahabe var”. Nasıl bir şey bu? Kur’an’ın 5’te biri sahabe eleştirisiyle doludur. Evet. Kur’an’ın 5’te biri sahabe eleştirisidir. Açın okuyun. Bakara suresini açın okuyun. Hatta Bakara suresinde gördüğünüz 100 küsür ayetlik yahudilerden söz eden ayetler, Peygamberimiz ile muasır olan Medine’deki bire bir muhataplarla alakalıdır. Yani yoksa eskilerin masallarını anlatıyor değil. Yahudiden bana ne ama yahudinin üzerinden yahudileşmeye bir atıf var. “Ey ümmeti Muhammed! Ümmeti Musa gibi yahudileşmeyin”. Dolayısıyla bakın Nur suresi. Müthiş bir eleştiridir. Bakın Talak suresi müthiş bir eleştiridir. Bakın Mumtahine suresi müthiş bir eleştiridir. Yani hangisine baksak hangisini görsek hangisini okusak sahabeyi eleştiriden bahsediyor. Dolayısıyla Kur’an’ın 5’te biri sahabeyi eleştiridir. Kutsamak: Allah’ın zatından başka bizde kutsal bir şey yoktur. Kur’an’da mukaddes kelimesi bir yerde geçer, o da mukaddes ismi mef’ul. Fail olarak Allah’tan başka kutsal yoktur. İsmi mef’uldür yani Allah’ın bereketlendirdiği, Allah’ın kutsal kıldığı. Kendiliğinden kutsal yoktur Allah dışında. El Kuddus olan Allah’tır. Kutsal dokunulmazdır. Dokunulmaz olan rabbimizdir. Rabbimiz dışında herkes dokunulabilir. Onun için bilirmisiniz eski Mısır’da firavunlar dokunulmazdı. Dokunan öldürülürdü. Cezası buydu. Onun için görünmezlerdi. Görünmedikleri için halkın içerisinde yaptıkları heykeller devasa idi. Mısıra gidenler, Kahire’ye gidenler bilirler. 5 metrelik, 10 metrelik, 15 metrelik, 25 metrelik firavun heykelleri vardır. Halk da bunları 25 metre zannederdi. Ama inanın ufak tefek adamlar. 1,50’lik 1.40 metrelik admlar. Ben mumyalarını da gördüm. Dolayısıyla ilginçtir, dokunulmaz kıldığınızda eşyanın hakikatıyla oynarsınız. Onun için tarih dokunulmaz değil. Usül konusunda böyle üç tavrı zikredeyim istedim. Tabi bu noktada konuşacağımız özellikle zaman dilimi ve olayların büyük oranda kahramanı sahabe. Yine, İmamlar Ve Sultanlar kitabının ön sözünde sahabe meselesini ele aldım. Hatta hatta çok ilginçtir, gördüğüm kadarıyla-bu kitap yazılalı 26 yıl oldu. 89 yılında yazdım ben bu kitabı. Kahire’de yazdım. Bu kitabı yazdığımda inanın bu memlekette sahabe meselesini farklı bir bakış açısıyla ele alan bir kaynağı görmedim. Yani şimdi elhamdulillah fazla miktarda var. Çok güzel ilim adamlarımız çok güzel şeyler ortaya koyuyorlar. Başta Mehmet Azimli kardeşim olmak üzere. Yani ama o gün yoktu. Sahabe, mümin olarak peygamberi görendir. Bu mu yani? Böyle mi gerçekten? Bu doğru mu gerçekten? Mesela bunu Kur’an’a arz etsek Kur’an’ ne der? Yani sahabe kimdir? Muaşir olanmıdır muasır olanmıdır? Peygamberimiz’e muasır olanmıdır, çağdaş olanmıdır, Peygamberimizle muaşır olanmıdır? Yani Peygamberimiz’in hayatına ortak olan, derdine ortak olan, kederine, acısına ortak olan. Peygamberimiz’in terbiyesine muhatab olanmıdır? Buyurun bir soru size. Hadi gelin Hucurat suresinden girelim mi? HUCURAT, 6 “..in caeküm fazikum bi nebein fe tebeyyenu”. Kimdi o fasık? Hadi buyurun! Nereden yakacaksınız şimdi? İster oradan yakın ister buradan. Nasıl oluyor bu iş? Peki Bakara suresine girelim. Bakınız orada bir yığın olaylar anlatılır. Özellikle 6.ayetten tutun 19.ayete kadar alın. “Ve minnen nasi en yekulu” diye başlayan. Kimdi bunlar? İman ettiklerini söylüyorlar. Bunlar Medine’de birileri efendim. Uhud’a 300 kişi mümin gitti, Uhud’dan münafık döndü. Analarından münafık doğmadı kimse. Kimdi bunlar? Ortada! Dolayısıyla işte bakınız BAKARA, 13.. Ayet: “Ve iza kıyle lehüm aminu kema amenen nasü kalu e nü’minü kema amenes süfeha” kimdi bunlar?
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Şu kuş beyinliler gibi mi inanacağız”.
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Eyvallah. Düşünebiliyor musunuz? Bu ve bir çok ayetin muhatabı klasik tanıma göre sahabe. Said Bin Cubeyr,.”hayır” diyor “peygamberi gören herkes sahabe değildir. Peygamberin terbiyesinden en az 3 sene geçirmiş olan”. O 3 seneyi de, bence Ebu Hureyre’yi dahil etmek için söylüyor bence. Ama Ebu Hureyre, Peygamberimiz ile 3 sene geçirmedi onu söyleyeyim. 19 ay geçirdi. Bir önceki yıldan 2 ay alıp, en sonki yıldan da 3 ay koyunca 3 sene olmuyor yani. Doğrusunu söyleyelim canım doğrusunu söyleyelim. Bu böyle. Peki sahabe kim? Kur’an’a arzettik tutmadı gördüğünüz gibi klasik sahabe tanımı. Sünniler’in sahabe tanımında “kullihum udul” prensibi vardır. Hepsi adildir. Cerh ve tadile sokmazlar. Ama Kur’an’, cerh ve tadile sokuyor mu Hocam? Hem de nasıl. Deminki okuduğum ayetler ne ki Allah aşkına. Öyle şey olur mu? Daha Peygamberimiz’in hayatında Peygamberimiz’e hadis uyduruyorlar. Yaşarken ki Peygamberimiz ne diyor; “men kezebe aleyye” mutemadiyyen de oraya uydurulmuş/konmuş. “Men kezebe aleyye fel yetebezze ma kadehu minen nar: kim, benim adıma yalan uydurursa cehennemdeki yerini hazırlansın/koltuğuna hazırlansın”. Nedir? Bunun sebebi vurudu var. Adam geliyor Kuba’ya, Kuba’da bir eve misafir oluyor. Misafir olduğu evin kızını da gözü tutuyor. Bakıyor ki parlak bir kız. Ben şu kıza dünür olayım. “Peygamberimiz beni buraya gönderdi diyor dünür olarak. Bu kızın bana verilmesini arzu etti”. Buyur! Sebebi vürudu bu. Daha Peygamberimiz hayatta. Hayattayken bunu yapanlar, vefatından sonra ne yapmazlar. Onu yaptılar zaten. Yani Allah resulüne vurduğumuzda sahabe tanımını “Allah Allah fi ashabi”. Birgün Peygamberimiz karşısına topluyor, ashabım hakkında “Allah’tan korkun Allah’tan”. Şimdi bakınız bize bunu nakledenler,.zannedersiniz ki Peygamberimiz Uludağ’ın bakacak tepesine çıkmıştı, kafasını semaya kaldırdı, taa ileriki nesillere konuşuyor. Yahu önünde sahabe var. Toplum var. Birilerine parmağını uzatmış diyor ki; “sahabem hakkında Allah’tan korkun Allah’tan”. Biz onların kimler olduğunu da biliyoruz. Hz. Bilal’e “kara karının oğlu” diyor. Hadi ismini vermeyeyim, seçkin sahabelerden bir tanesi ve çağırıyor Resulullah. Karşısındakini sahabesi görmüyor mu acaba? Peygamberimiz’in o gün için baktığı bakış açısıyla ötekini sahabesi görmüyor. Ondan sonra O da yiğitlik yapıyor, hadi adını da vereyim Abdurahman Bin Avf. Mescidin eşiğine kafasını koyuyor, “o kara karının oğlu kara ayaklarıyla gelip de şu yanağıma basmadıkça bu kafa buradan kalkmayacak” diyor. Bu da tevbesi işte. Böyle sahabe olunuyor demek ki. Bence O, orada sahabe oluyor işte. Halid Bin Velid’e bir gün “sahabem hakkında Allah’tan kork” diyor bir şeyler oluyor da. Havs hadisi diyebir hadis vardır bilirmisiniz? Kur’an’a vurduğumuzda bu, yüzde yüz doğru çıkar. Kur’an’a arz ettiğimizde. Nedir? “Bana ashabım arz edilecek” yani Allah resulü okuyor. Bir tür, sahabenin haline bakıyor, kendisinden sonra olacakları bir tür tahmin ediyor okuyor. “Arz edilecekler. Ben diyeceğim ki ya Rabbi dahabem sahabem. Allah buyuracak ki onlar sonra neler yaptılar”. Bu bir gelecekten bilme, kehanet falan değil. Böyle değil. Biz de tahminlerde bulunmuyormuyuz?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kur’an’da da var.
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Aynen öyle. Sahabeye bakışı da böyle. Peki sahabenin sahabeye bakışı? O da bugünkü “kullehum udul” sünni tezi desteklemiyor. Sünni tezin karşısına Şiiler hangi tezi oturtuyor? “İmamlar masumdur”. O daha felaket bir şey. Dolayısıyla sahabenin tarifi de bu değil. HzAli, birgün ben diyor “sahabeyi tanırım, onların arasında sizlerden çok daha bulundum” Hitab ettiği kitlenin yüzde sekseni sahabe. Çok ilginç. Soruyorlar Enes B. Malik’e ; “sahabeden kaç kişi kaldı?”. O, uzun yaşadı biliyorsunuz. Peygamberimiz’in yanında 10 yıl hizmet etti. “Peygamberimiz’i gören çok bedevi yaşıyor ama sahabeden az kişi kaldı” diyor. Sahabe tarifine bakın. Ayırıyor. Ayrım yapıyor yani. Klasik bir sahabe tarifi yok. Sahabede de yok yani sahabenin zihninde de yok. Dolayısıyla sahabe tanımına ilişkin o klasik kafanızdaki o şeyi lütfen bir kenara koyun. Ne Kur’an’a arz ettik geçer not aldı, Peygamberimiz’e arz ettik ne ondan geçer not aldı, sahabeye arz ettik ondan da geçer not almadı. O da öyle. Cabir’in üçlü tarifini arzetmek isterim. Olayları anlamamız açısından çok önemli. Rahmetli Cabiri şöyle bir tasnif yapar. İlk olayları yani Peygamberimiz’in vefatından sonraki yıllardaki olayları anlamak için şu üç anahtar kelimeye dikkat etmek lazım.
1- Kabile.
2-Ganime
3-Akide.
Üç taraf vardı der.
1-Kabileciler: zaten unutmayalım, o toplumu harekete geçiren bir numaralı muharrik kabile asabiyeti. Asabiye. Yani kabile baskın bir unsurdu. Kabile üzerinden her şey gidiyordu. Düşmanlıklar da dostluklar da, anlaşmalar da anlaşma bozmalar da, savaşlar da barışlar da hatta dinler de dindarlıklar da kabile üzerinden gidiyordu. Onun için mesela diyorlardı ki; “gelecekse şu iki kişiden: şu iki şehrin, şu iki kabilenin iki büyüğünden birine gelmeli değilmiydi?”. Biri Sakif’in büyüğü, biri de Kureyş’in büyüğü. Yani öyle görüyorlardı. Kabile üzerinden okuyorlar. Peygamberimiz’in gelişini bile kabile üzerinden okuyorlar.
2-Ganime: Ganimeyi biliyorsunuz. Ganimet yani. Kabileden sonra geliyordu ama yani insanoğlunun dünya malına olan düşkünlüğünün de bir göstergesi olarak savaşların, mücadelelerin, siyasi çekişmelerin arka planında daima hemen bir adım gerisinde ganimet olmuştur. Güç ve iktidar paylaşımının hemen arkasında servet paylaşımını görürsünüz.
3-Akide: Biliyorsunuz, Hz. Hüseyin örneğinden yola çıkacak olursak bu üçüne üç kişiyi yerleştirebiliriz. Yezid ne ile hareket etti? Kabile ile. Ömer Bin Saad ne ile hareket etti? Ömer Bin Saad kim? Saad Bin Ebi Vakkas’ın oğlu. Hz. Hüseyin’i öldüren ordunun komutanı. Bu adam ne yapıyordu biliyormusunuz? Hz. Hüseyin ile savaşmak için, 70 kişi orada, yarısı kadınçocuk yani. Bir şeyleri de yok ellerinde. Savaşmak için falan da gelmemişler. Savaşmak için gelen, çoluk çocuğu alır da gelir mi? Namaz vakitlerinde Hüseyin’in arkasında namaza duruyor bu adam. Onu öldürmeye gelmiş. Namazdan sonra da Hüseyin’in etrafını sarıp Onun su içmesine mani oluyor. Garip bir durumla karşı karşıyayız. Yezid’in derdi kabile idi. Vefatul Vefeyat’ta nakledilir. Hatta onu Alusi de almış tefsirine. Yezid, Hz. Hüseyin’in şehadetini duyunca şöyle bir beyit okuyor. Şiirin içinde geçiyor: “Ben işte şimdi öcümü aldım”. Neyin öcü bu? Bedir’in öcü. Bedir’de unutmayın Muaviye’nin kardeşi gitti, dayısı gitti, dedesi gitti. Dolayısıyla durum bu. Bedrin öcünü aldığını söylüyor yani. Hiç de garip kaçmıyor, tam bir kabileci manzarası. Devam ediyor yani. İşte Ömer Bin Saad’ınki ganimet. Yani bul karayıl parayı. Yani kılıcı Yezid ile kalbi Hüseyin ile. Böyle bir tip. Hüseyin’in arkasında namaz kılıyor, Yezid’in arkasında savaşıyor. Yezid için Hüseyin’i öldürüyor. Aslında ganimet için. Hüzeyin de akidenin savaşçısıydı. Böyle bir ayrım yapılabilir.
Şimdi geçebiliriz konumuza. İlk ihtilafların tamamının arka planında siyaset yatar dostlar. Abdulaziz Hoca’nın da ifade ettiği gibi. Görünürde ne olursa olsun,nasıl görülürse görülsün ilk ihtilafların arka planında siyaset yatar. Allah Resulü vefat etmiş. Şimdi o günden alalım. Resulullah’ın vefatı sırasında baş ucunda akrabalarından bir kaç tanesi vardı. Yine Resulullah’ın vefatı sırasında ordu hazırdı, Medine dışında bekletilmişti. Peygamberimiz’in hastalığı görülünce, aslında ordunun gitmesini ısrarla istiyordu Peygamberimiz. Bir kaç kere haber göndermişti. Bir kaç kere de ordu komutanı Usame de gelmişti. Usame ordu komutanı. Kaç yaşında? 18 ila 21. İhtilaflı. 18 yaşında bir delikanlıyı siz, Ebu Bekir’in, Ömer’in, Ali’nin olduğu orduya komutan atayacaksınız. Bunun altını çiziyorum. Çok çok önemli bir şey. Bu niye acaba? Allah Resulü bunu niye yaptı? Buna tırnak içinde ne demeli? Bu çok önemli bir hadiseydi. Bir kaç kere Usame geldi-gitti hastalığı sırasında ama Allah Resulü ısrarla ordunun yola çıkmasını istiyordu. Neden? Benim bir tahminim var. Allah Resulu kendisinden sonra kopacak fırtınayı farketmişti. Bu fırtınada iktidara en yakın aday olanları ordu ile birlikte Medine’nin dışına gönderiyordu. Yani Medine’nin içinde kalıp orada bir karmaşa ve kargaşa çıkmaktansa Medine’nin dışına çıksınlar, hiç olmazsa ortam bir parça yatışsın, vefatı nebi ile ortam o siyasi dalgalanmadan bir parça kurtulsun. Ama olmadı. Olmadı. Ne oldu? Allah Resulü’nün defniyle uğraşan Hz. Ali ve yanında bir kaç kişi, öbür tarafta ise Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer. Onlar, islam toplumunun içine düşeceği bir kaos ve bunalımdan çok korkuyorlardı. Onlar, tabiri caizse reel politikten hareket ettiler. Tabiri caizse diyorum. Onlar kendilerince haklılardı. Hakikaten de kaos yükseliyor, acayip bir biçimde tırmanıyordu. Yani şeytan cirit atıyordu tabiri caizse. Özellikle muhacir ve ensar arasında. Ensar kendi adayını çıkarmıştı bile. Hatta ensar içerisinde biatlaşma olduğu bile rivayetleri vardır. Saad Bin Ubade şimdiden aday olmuştu. Dolayısıyla ensarın adayı. Beni Saide sakifesinde ensar ile muhacirler arasında önce bir şey oldu. Biliyorsunuz, Saad Bin Ubade sonuna kadar Hz. Ebu Bekir’e biat etmedi. Hz. Ebu Bekir halife seçilince Medine’yi terk etti. “Sana ölünceye kadar biat etmeyeceğim” diyerek Şam’a gitti ve Şam’da vefat etti. Hani şu “biatsız ölen cahiliye ölümüyle ölür” hadisi var ya, onların nasıl vaz edildiğini anlayın yani. Sadece bu değil. Hz. Fatıma ölünceye kadar da Haşmiler biat etmediler Hz. Ali başta olmak üzere 6 ay Hz. Ebu Bekir’e biat etmediler. İbni Abbas da dahil. Dolayısıyla 600 kişi falan olduğu söylenir bunların. Bilemiyoruz. Olabilir, münkündür. Ama o ortam da öyle bir ortam ki bir tarafta kaos ve kargaşa önlensin diye Beni Saide sakifesinde yani çardak, sakife çardak demek. Bugün mescidi nebevinin içinde kaldı ora. Bilmiyorum. Daha yakın zamana kadar mescidi nebevi genişletilinceye kadar bir özel evin bahçesiydi. Bizler biliriz yani. Ama şimdi mescidi nebevinin avlusunun içinde kaldı. O kadar yakın bir yerde hilafet görüşmeleri yapılıyor. Öbür taraftan Peygamberimiz’in cenazesi 3 gün bekledi. Defnedilemedi. Sıcaktı ve çok ilginç bir de anektod anlatayım. Tabiin ulemasının en büyüklerinden biri olan Atà, Peygamberimiz’in 3 gün bekletildiği için cesedinin karnının şiştiğini ve serçe parmağının eğrildiğini söylediği için öldürülecekti kaçtı. Canını zor kurtardı. Doğru söylüyordu. Vay nasıl sen bunu nakledersin! “Nasıl olur bu” değil, “yapanlar nasıl yaptı” değil de “sen nasıl nakledersin”. Bugün de öyle değil mi? Yani bir şey olmuş bitmiş siz onu söylüyorsunuz, onun kahramanlarına onun faillerine onun roldaşlarına hiç bir şey yok. Söyleyene. Küfür söyleyene. Yaşayanlar yaşamış bitirmiş bunu? Biz de bir öğüt, ibret alınsın diye söylüyoruz. Bunu yaşayan mı suçlu eğer suç varsa: Bunu yaşayan mı suçlu, söyleyen mi? Yani diyorsunuz ki; “ya Fatih iktidara geldiğinde kundaktaki 6 aylık kardeşi Ahmet’i boğdurttu”. Siyaseten katil. Niye? Ahmed büyür, hani Nasreddin Hoca’nın borç ödeme hikayesi var ya. Bizim koyunlar büyüyecek, çoğalacak, o da çift kuzulayacak, ben çalı ektim çalılar büyüyecek, çalıklar büyüyünce koyun olunca o çalıların yanından geçerken çalılara takılacak, bizim hanım o çalılara takılan yünleri toplayacak, onlar belli bir ağırlığa erişince ip eyirecek, onlarla kazak örecek, ben de satacağım ve senin borcunu ödeyeceğim. Adam da başlamış gülmeye. Hoca da diyormuş ki; “peşin parayı gördün ya gülersin”. 6 aylık çocuk büyüyecek, tabi yaşama garantisi de aldı. Kim biliyorsa ne kadar yaşayacağını. Büyüyecek, bana rakip olacak,kendisi de ölmeyecek. Onun da bir garantisi olması lazım. Aman Allah’ım. Ondan sonra rakip sultan adayı olarak çıkacak, ondan sonra savaş açar: en iyisi, baştan halledelim. 18 şehzade 1 günde öldürüldü. Başka bir padişah 18 şehzadesini 1 günde öldürdü. Bu nasıl bir şeydir? Bunun savunulacak neresi var? Ama kalkıyor adam, düşünebiliyormusunuz adalet duygusu ne kadar zedelenmişse, insana bakışı ne kadar zedelenmişse sen kim adına neyi savunuyorsun? Bir tek masum varsa 99 cani olan gemi batırılamaz. Evet böyle. Söylerseniz siz suçlu olursunuz, yapanlara bir şey olmaz. Gene biz suçlu olacağız ha! Onu bilin yani. İlk ihtilaflar siyasidir. Güç ve iktidar mücadelesi üzerinde yükselir. Yani Peygamberimizin bakınız cenazesinde farklı rivayetler var. 12 ila 17 kişi olduğu söylenir Peygamberimiz’in cenazesinde. Gerisi tek tek geldiler. Cenaze namazı kılınmadı dese biri çok haksız sayılmaz yani. Ama ne yaptı Hz.Ömer ve EbuBekir? Geldiler, ümmeti büyük bir badireden kurtardıklarına ben şahsen şahsi kanaatim olarak kurtardılar. O gün onlar öyle yapmasalardı iş nereye varırdı o da ayrı bir mesele. Gerçekten de çok bıçak sırtı bir durum. Orada ensar ile muhacir arasında ama çok ilginçtir tabi bu noktada tam da bu noktada Kur’an’i ilkeleri hatırlamak lazım değil mi? Kur’an’ın siyasete dair ilkeleri var mı? Onların en başında ne geliyor?
1- Şura
2- Ehliyet.
Öyle değil mi? NİSA, 58.. Ayet: “İnnellahe ye’müruküm en tüeddül emanati ila ehliha: Allah size emanetleri ehline vermenizi emreder”. ŞURA 38..“Ve emruhum şura beynehum” üstelik de şura yani isim şeklinde gelmiş ayette. Şuradan kurum olarak bahsediyor. Aynı zamanda da “ve şavirhum fil emr..”(ALİ İMRAN 159) yani devlet yönetim işlerinde onlarla istişare et diye Peygamberimize doğrudan emir var. Oysa Peygamberimiz bir peygamber yani tabiri caizse vahiy almakla zaten Allah ile istişare ediyor. Tırnak içinde kullanıyorum. Ama bu anlamda Peyfamberimize bir model, bir örnek bırakması için “işlerinde onlarla istişare et” diyor. Hubab Bin Munzir ne diyor Bedir savaşında; “ya Resulallah, sen ordugah için burayı gösterdin ama bura uygun değil. Bu sana gelen bir vahiymidir yoksa kendiliğinden mi?”. “Yok. Bana bir vahiy gelmedi” diyor. “O zaman bura yanlış ya Resulallah” diyor. Çok ilginç. Aynı şey Hendek savaşında oluyor. Saad Bin Muaz’a işte Medine’nin hurmalıklarının yarısını verelim, bu savaşı durduralım. Biz onlarla cahiliyede böyle yapmadık, islamda mı böyle yapalım diyor. Ama önce soruyor; “ya Resulallah, bu sana gelen bir vahiy sonucu mu söylüyorsun bunu yoksa kendi görüşün mü?”. O zaman hayır Ya Resulallah. Böyle bir çok olay var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir şey var onu da hatırlatalım unutulmasın. Mesela bizde şöyle bir anlayış vardır: yetkili makamda olan kişi şura meclisini toplar, herkes konuşur, istediğini tercih ederek hareket eder. O insanlar da diyecek ki ne işimiz var. Şurada bile Kur’an’ın koyduğu kural yok. 99 kişi aynı şeyi söyleyecek, bir tanesi emirin hoşuna gidecek onu tercih edip uygulayacak. Şu andaki meşveret anlayışı o. Her şey bozulduğu gibi bu da bozulmuş malesef.
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Resulullah’ın uygulaması o değil. Ben sizi teyit için söylüyorum; Uhud’da peygamberimiz savunma savaşı vermek taraflısıydı. Yani peygamberimizin tercihi değil Uhud meydan savaşı. Ne oldu? Savaş konseyindeki genç sahabeler sayıca ağır bastılar ve bastırdılar; “dışarıda savaşalım”. Yani meydan savaşı yapalım. Peygamberimiz bunun üzerine kendi görüşüne rağmen onların görüşünü tercih etti zırhını giydi. Ondan sonra baktılar ki yanlış yapıyorlar, tekrar ikinci bir haber Ömer kanalıyla: “bir peygamber giydiği zırhı çıkarmaz”. Çıktılar ve malum. İlginç olan da saldırı savaşı/meydan savaşı yapalım diyenler…evet öyle oldu!
Beni Saide’den sonra bakıyoruz orada ilk işaret fişeğini gördük. Ama çok ilginç, bu ilkeler olmasına rağmen Buhari’de bir hadis görüyorsunuz değil mi? “El imameti min Kureyş: imamlar Kureyş’tendir”. Nereden çıktı bu? Bu nasıl bir hadis? Üstelik de en sahih kitaba nasıl girmiş. “İmamlar Kureyş’tendir”. NİSA, 58.. Ayet: İnnellahe ye’müruküm en tüeddül emanati ila ehliha” ayeti burada, “el imameti kureyş” burada. Bu ikisini telif edebiliyormusunuz siz? Mümkün olabilir mi? Yani ehliyetli daima Kureyş’ten çıkacağının garantisi ne? Kur’an’a arz edelim. Ne demişti Hz.İbrahim duasında? “Benim neslimden imamlar çıkar”. Peki Rabbimiz Ona ne cevap vermişti? “Zalimler ahdime nail olamaz”. Yani senin neslinden, soyundan da gelse imam olamaz demişti değil mi? Yani nereden bakarsanız bakın aslında vahyin koyduğu ilkeleri sevgili resulümüz uyguluyor yani. Vahyin koyduğu ilkelerin dışına çıkması mümkün değil. Vahyin koyduğu ilkelerin dışına çıkması mümkün olmayan bir peygambere bu nasıl söyletilir? Bir peygamberin ağzına böyle bir laf nasıl konur?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kaldı ki zaten Kureyş de İbrahim(as)’ın soyundan. O ayet de bu hadisin olamayacağını söylüyor.
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Doğrudur. Zaten Hz. İbrahim ile ilgili tüm anlatımlar üzerinden Kureyş’e ders verilir. Kureyş çünkü kendisini İbrahim’e nisbet ediyor. Dolayısıyla burada gördüğümüz gibi peygamberimizin ağzına konulan binlerce, onbinlerce , yüzbinlerce sözden bir tanesini daha görüyoruz. Üstelik en sahih hadis kitabına girmiş. Tabi bir yiğit çıktı Mehmet Sait Hatiboğlu Hocamız da bunun sahih olamayacağını müdellel bir biçimde bir tez ile ortaya koydu. Her yalan hadis için bir doktora tezi mi yapacağız? Tamam, doktora tezi yaptık da her yalan hadis için biz bir Mehmet Sait Hatipoğlu gibi cins bir kafayı nerede bulalım? Adil bir kafayı nerede bulalım? Kaç tane gelir? Daha Türkiye’de kaç tane? Orada tabi bir eleştirim de var. Sahabeyi eleştirdiğin zaman tekfir ediliyorsun. Oysa ben ellerindrn öpüyorum sonra eleştiriyorum. Yahu, eleştirmezsek, elemezsek nasıl ibret ve örnek alırız? Rabbimiz’den öğeniyoruz biz bunu. Hakaret haramdır, iftira haramdır, bühtan haramdır eleştiri değil. Burada bir eleştirim var. İlk terkedilen sünnet nedir diye bana sorsanız, kadınlardan beyat almak sünnetidir derim. Peygamberimiz kadınlardan beyat aldı mı? “Allah’ın eli onların eli üzerindedir”. Peygamberimiz Akabe’de kadınlardan beyat aldı. Birde de aldı ikide de aldı. Peygamberimiz Hudeybiye’de kadınlarda beyat aldı, Peygamberimiz fetihte.. Öyle mi? Peki nerede kadınlar Beni Saide sakifesinde? Yok. Hiç yok. Sıfır. Yani bu bir aslında geriye dönüş. Dolayısıyla ondan sonra elhamdulillah ümmetin erken bir bozulmasının önüne geçildi. Hz.Ebu Bekir’in hilafeti gerçekten de hikmete uygun oldu. Yani muhtemelen Hz.Ali seçilseydi eğer o gün Hz.Ali döneminde olan hadiseler o gün başlayabilirdi. Yani muhtemelen diyorum. Bilmiyorum. Allah bilir ama benim tecrübelerimden yola çıkarak, bilgilerimden yola çıkarak böyle bir kanaatim var. Hz.EbuBekir’in o gün için, işte Hz.Ömer “bir oldu bitti yaptım” diyor. Kendisi itiraf ediyor zaten HzÖmer. Bir oldu bittiydi diyor yani. O olağan üstü ortam içinde bakıyor ki ortalık kızışıyor, ensar ile muhacir arasında kavga çıkmak üzere. Orada Useyid Bin Hudeyr kılıcına davranıyor hatta. Yani bazıları harekete bile geçiyorlar. O anda Hz.Ömer bakıyor ki durum elektrikli çok kritik, hemen Hz.EbuBekir’in eline kapanıyor ve beyat ediyor. Orada geri sahabe de geliyor ve ensar da beyat ediyorlar. Yani beyat etmeyen bir Saad Bin Ubade, belki bir kaç kişi daha var ensardan ve bir de Haşmğulları: Hz.Ali ve beraberindekiler. Hz.Ali’nin kırgınlığı da, peygamberimizin cesedi daha kalkmadan siz iktidar mücadelesine girdiniz diye bakıyor. Zaten Nechül Belağa’da bu sitemlerini açıkça söylemiş. Oradan okunabilir. Dolayısıyla durum bu ilk dönemde. Ondan sonra ne oluyor? Ama burada yine bir ihtilafın tohumları da ekişmiş oluyor daha bu ilk dönemde. Siyasi ihtilaflar. Fakat sahabenin siyasi ihtilafları dostlar, gerçekten de sahabeye yakışır bir biçimde. En sivri bir örnek vereyim. Çok ilginç. Hz.Osman ile Hz.Ali aynı zamanda damat ve kayınbabadır. Hz.Osman, Hz.Ali’nin zaten bacanağı olur o ayrı bir mesele ama Hz. Osman aynı zamanda Hz. Ali’nin damadı olur. 18 tane çocuğu vardır Hz. Ali’nin. Bilmem anlatabildim mi. Hatta Hz.Ali’nin çocuklarının ismini saymayayım, ben 3 çocuğunun ismini vereyim Osman, Ebu Bekir,Ömer. EbuBekir deyince tüyleri diken diken olan,.Ömer deyince tüyleri diken diken olan Şia’ya duyurulur. Hz. Ali’nin 18 çocuğu var farklı hanımlarından. 3 tanesinin ismi Ebu Bekir, Ömer, Osman. Buyurun. Çok ilginç bir şeydir. Sahabenin ihtilafı nasıl? İhtikaf adabını bilirlerdi. Onu söylemeye çalışıyorum. Hz.Osman’ın evi kuşatılmış malum, Mısır’dan gelen ekip tarafından. Medine’de de Ona muhalif olanlar var. En baş muhalif de Hz. Aişe. Hz. Aişe’nin Hz. Osman hakkında söylediklerini ben burada söylemeyeyim. Önceleri tabi. Daha sonra iş değişiyor. Ve o dönemde Hz.Osman’ın evi muhasara altına alınmış, niyetleri kötü yani bulurlarsa öldürecekler. Hz. Ali oğullarını çağırıyor üç tane. Hasan, Hüseyin, Muhammed. Muhammed Bin Ali’yi bilmem biliyor musunuz? Muhammed Bin Ali demezler ama Ona. Muhammed Bin Hanefiyye derler. İlginç bir ırkçılıktır. Niye Hanefiyye derler? Annesi köle,.cariye. Annesi tabiri cais ise kölelerden doğmuş: Hanefiyye. Muhammed Bin Ali diyen ilk kişinim Kadı Abdulcabbar olduğunu tesbit ettim. Helal olsun demekten de kendimi alamadım. En alim oğlu da O idi. Gerçekten bir düşünür ve allameydi Muhammed Bin Hanefiyye. Bu anlamda üçünü de çağırıyor diyor ki; “kılıçlarınızı kuşanın ve benim Osmanı savunmaya gidin. Kılıçlarını kuşanıyorlar, Hz.Osman’ı savunmaya gidiyorlar. Düşünün bugün bize anlatılan bu 1350 yıllık kavganın kökeninde yatan olay hakkında bir anektod bu. Hemen kısa kısa olayları nakledelim. Tabi bunlar iz bırakıyor. Beni Saide sakifesinden sonra Hz. Ali içine kapanıyor. Hz. Ali ile beraber bir kitle de içine kapanıyor. Yani tabiri caizse Hz.Ali ondan sonraki 25 yıl kuyulara konuştum diyor. Ama doğrusu, Hz.Ali kışkırtmalara gelmiyor. Oysa ki o durumda Hz.Ali’yi halife seçmek isteyenlerden biri de kim biliyormusunuz? Ebu Sufyan. Ümeyyeoğulları Hz. Ali’yi kışkırtıyorlar. Hz.Ali’nin Ebu Sufyan’a dediği şu; “senin hiç hayrına işini görmedim ki”. Evet aynen bu. Dolayısıyla Hz.Ali kışkırtmalara meydan da vermiyor. Ne yapıyor? Danışman oluyor. Hatta hatta kendisine Hz.Osman’ın şehadetinden sonra hilafet teklifi gelince getiren ekibe söylediği ne biliyormusunuz? “Benim vezirliğim, emirliğimden daha hayırlıdır”. İmamlar Ve Sultanlar’da var bunların hepsi. “Benim vezirliğim, emirliğimden daha hayırlıdır. Siz beni benimle başbaşa bırakın”. Ama onlar ısrar edince o zaman bu iş kapalı kapılar arkasında olmaz diyor milletin önünde olur. Eğer beni emir seçeceklerse millet emir seçecek. Hz. Ebu Bekir halife seçildikten sonra biliyorsunuz ciddi bir ayaklanma oluyor. Gatafan, Süleym, Fezare, Halife: bunlar hep kabile. Kabileler ayaklanıyor. Çok ilginç. Necid taraflarından Yemen, aşağı güneye kadar büyük bir kitle ayaklanıyor. Bu, gerçekten de islam tarihinde çok ciddi bir hadisedir. Bu hadisenin yansımaları daha sonraları da rehin almıştır. Bu, Ridde olayları diye tarihe geçiyor. Ne demek Ridde olayları? İrtidat olayları. Peki bildiğimiz manada bir irtidat var mı? Dinden dönme var mı? Yok. Peki ne yapıyorlar bu kabileler? Biz, Ebu Bekir’e zekat vermeyiz diyor. Yani vergi vermeyiz diyorlar. Doğrusu bu. Onlar öyle algılıyorlar: “vergi vermeyiz”. Ya onun gerisinde? Namaz devam, oruç devam, tüm dini vecibeler devam. Peygamberimizi inkar yok, Allah’ı inkar yok,tevhidde bir geri adım yok ama Hz.Ebu Bekir ne diyor? “Vallahi Allah resulüne verdikleri bir deve yularını vermeseler, benden esirgeseler dahi yine de onlarla savaşacağım”. Aslında Hz. Ebu Bekir’in burada onları mürted sayıp saymadığını nereden çıkarıyorlar ben merak ediyorum. Yani daha sonrakiler işgüzarlık icabı bunu Ridde koymuşlar adını. Bu doğru bir isim mi? Ciddi bir problem var ortada.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mümkün değil.
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Nasıl olur da Ridde koyarsınız. Yani kim koydu bu ismi? Aslında ben araştırmadım ama biri araştırmalı bunu. Kim koydu? İlk defa kim ridde dedi, irtidat dedi buna?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Dinden döneni öldürmek isteyenler kendilerine destek aramışlar.
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Hay dilinize sağlık. Kendilerine buradan bir destek aramış olmalılar. Peki Hz.Ömer buna evet diyor mu? Hayır. Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir’in bu kabilelere savaş açmasına başından beri karşı çıkıyor. Hiç evet demedi. Hep muhalif oldu. Peki ne oldu? 2 sene biliyorsunuz Hz. Ebu Bekir’in hilafeti, 2 sene sonra bir hastalığa yakalanıyor, 3gün yatıyor ve vefat ediyor. Vefat ettikten sonra Hz. Ömer’i vasiyet ediyor. Hz.Ömer geldikten sonra ne yapıyorbiliyormusunuz? Hz. Ebu Bekir’in savaştığı tüm kabilelere-İran ile savaşıyor o ara islam ordusu-İran ile savaşan islam ordusuna iltihak için davetiye gönderiyor. Süleym’e, Fezare’ye, Gatafan kabilelerine, hatta Beni Halife’ye, hatta Hz. EbuBekir döneminde yalancı peygamberlik iddiası ile çıkan birkaç kişi ordu komutanı olarak geri dönüyor, Hz. Ömer’in ordusunda İran ile savaşıyor. Tuleyha El Esedi bunlardan biri. İlginç durumlar var yani burad. Tabi bu dönemde bakıyoruz yavaş yavaş hadis uydurma faaliyetleri gündeme girmeye başlıyor. Aslında hadis uydurma faaliyetlerinin gündeme girmeye başlaması cazibe merkezi oluyor, fütuhat devam ediyor. Para da merkeze akıyor, unutmayalım. Her futuhat büyük miktarda para demek ganimet demek. Hele hele İran Sasani imparatorluk merkezinin hazineleri Medine’ye aktıkça Medine’de yeni zenginler zuhur ediyor. Medine cazibe merkezi haline geliyor. Medine sadece bal arılarının yurdu değil sineklerin yurdu da olmaya başlıyor. Sinekleri de cezbediyor. Yemen tarafından sinekler geliyor. Bu sineklerin başında Kaab Ul Ahbar geliyor. Siz ehlihadise sorun Kaab Bin Ahbar’ı, nasıl büyük olduğunu anlatsınlar size. Ne bulunmaz bir hint kumaşıdır anlatsınlar size. Mahmed Ebu Reyye’nin dediği gibi ilk siyonist. Üç sonra öldürüleceksin diyor,üç gün sonra öldürülüyor. Ve ehli hadis de bize Kaab Ul Ahbar’ın kerameti olarak anlatıyor. Bir tane adam da çıkıp sormuyor ki acaba Ömer’in kanında Kaab Ül Ahbar’ın eli var mı? Bir tanesi sormuyor. Bize de sordurmuyor. Sorarsan da günah olur diyorlar. Ve geliyor. Tabi sadece bunlarla gwlmiyor, kültürleri geliyor. Yahudi kültürü geliyor, hıristiyan kültürü geliyor. Hermetik kültür geliyor. Dahası inostik yani batıni kültür geliyor. Zaten bölge hıristiyanluğı batıni. Hıristiyanlık batıni zaten. Pavlus’un kendisi gınostik. Dolayısıyla batıni kültür her türlü çöpüyle merkeze akın ediyor. Ve tabi gelsin hadisler ondan sonra. Aklınıza hayalinize gemedik şeyler uydurulmaya başlıyor. Hz.Ebu Bekir vefat ettiği sabah, kızı Aişe anlatıyor yaptığı tek ve ilk iş şu olmuştur: Kur’an’ dışında yazılı olan ne varsa getir kızım dedi. Getirdim, gözünün önüne koydum. Yak kızım dedi. Hz.Ebu Bekir’den bahsediyorum, Ömer’den değil. Ömer bilinir. Ondan sonra ne oluyor? Hz.Ömer dönemi başlıyor. Hz. Ömer döneminde rivayet kültürü biraz daha azmanlaşıyor. Hz. Ömer görüyor, “nee” diyor “yahudilerin mişnası gibi mişna haa! “Mesnat” olarak geçiyor hadiste. Mişna, mesnat olarak geçiyor. Mesna, sünne, sünnet aynı köktendir. Sami dil ailesindendir çünkü. Dolayısıyla oradan Ömer’in, bazı kaynaklar Kur’an’ dışında diğer kitapları okumayı yasakladığını söylerler. Yine kaynaklarımız, Hz.Ömer’in “kim rivayet ederse ona sopa çektirirdi”. Ebu Hureyre diyor ki; “eğer bu rivayetleri Ömer döneminde rivayet etseydim, Ömer beni döve döve öldürürdü” diyor. Ben, bize Kur’an’ yeter cümlesini hiç kullanmadım. Hiç kullanmam da. Ben böyle bir cümle kurmaya ihtiyaç duymadım. Çünkü yanlış anlaşılmaya müsait bir cümle. İstismara da müsait bir cümle. Ama bu cümleyi ilk kullanan kişi Hz.Ömer. Sünni kaynaklardan görebilirsiniz bunu. Dedim ya, ben böyle bir cümleyi yanlış anlaşılacağı için kullanmam. Kullanılmasını da doğru bulmam. Kaldı ki Peygamberimiz’in beyan görevi yani üsveyi hasene olma görevi Kur’an’ın fiili kaynağı yani Kur’an’ı insana çevirin resulümüz olsun. Resulümüzü kitaba çevirin Kur’an’ olsun. Peygamberimiz’in örnekliği, fiili kaynak olma şeyini kim reddedebilir. Kim inkar edebilir. Hocam, edenler var diyorsanız eğer onu onlardan sorun. O ben değilim. Yani bu anlamda hadis uydurma meselesi siyasetin bir paravanı oluyor. Ve Hz.Ömer bunu yasaklıyor. Hz. Ömer’den sonra Hz.Osman’ın hilafete gelmesi var. Hz. Osman’ın hilafete gelmesi gerçekten bir problem oluşturuyor o dönemde. Yani Hz. Osman döneminde ekilen tohumlar daha sonra biçiliyor. Nedir bu? Cennetin anahtarlarını Allah bana verse onları da Ümeyye oğullarına dağıtırdım diyor Hz.Osman. Bu meşhurdur. Yani “niye beytulmalden Ümeyyeoğulları’na saçıp savuruyorsun, çok çok veriyorsun” diyenlere cevabı bu; “cennetin anahtarlarını Allah bana verseydi onları da verirdim Ümeyyeoğulları’na”. Bu adalet değil. Yani böyle bir çok şey. Dolayısıyla Hz. Osman dönemindeki… Bir Şam valimiz var, Muaviyemiz! Şam valisi. Hz. Ömer onu oraya koydu. Fakat Hz. Ömer onu oraya getirdi diyen birine diyor ki; “Ömer’den Muaviye’nin korktuğu kadar Ömer’in kölesi Ömer’den korkmazdı”. Yani Ömer onu oraya getirdi ama çekip Mekke’de kırbaç vurmayı da bildi. Gönderip adam, evini de sarayını da yıktırabildi. Muaviye’nin sarayını yıktırabiliyorsan gerir Muaviye’yi. İlginçtir kim bu Muaviye? Ebu Sufyan’ın oğlu. Dahası muellefeyi kulubtan. Muellefeyi kuluptan ne zamana kadar maaş almış? Müellefeyi kulub nedir? Hz. Ebu Bekir zamanında almış iki sene, Hz. Ömer’in hilafetinin ilk bir buçuk senesinde de almış. Yani müellefeyi kulub bahsinden zekattan pay alıyor. Ve böyle bir adamla karşı karşıyayız.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ben olsaydım devam ederdim vermeye.
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Harikasınız. Çok güzel. Bu da günün espirisi olsun. Ben imanına bir şey demiyoru . Çünkü imanı hakkında kişilerin hiç kimsenin ben karar verme mercii değilim. Hiç kimse kimsenin Allah’ı olmamalıdır. Böyle bir yetkimiz yok, böyle bir görevimiz yok. Ama Allah amellere bakıyor değil mi? Ameller üzerinden not veriyor, bizim de oraya bakmamız lazım. Dolayısıyla amellere bakıyoruz. Amelleri ortada. Said Bin Cübeyr gibi bir sahabeyi öldürdü 10 küsür arkadaşıyla birlikte. Gözünü kırpmadan. Nedir? Sadece muhalifler. Yanlışları dile getiriyorlar. Sadece muhalifler. Ziyad Bin Ebihi’yi kardeşi ilan ediyor. Yani bunun ne demek olduğunu şimdi burada uzun uzun anlatamam vakit yok çünkü. Hz.Aişe bunu o kadar ağır bir muğbigat olarak görüyor ki Allah diyor onu üç şeyinden dolayı affetmez diyor. İkisi bu. Said Bin Cübeyr gibi bir sahabeyi 10 küsür arkadaşıyla birlikte idam ediyor. Kellesini kestiriyor. Peki ne oluyor daha sonra? Malumunuz, peygamberimizden hemen sonra Hz. Ebu Bekir halife olduğunda Hz. Ebu Bekir’e diyorlar ki; “halifetullah”. Hz.Ebu Bekir ilk itirazda “hayır” diyor, “halifetu resulullah”. Hz.Ömer de “emirul muminin” diyorlar, “halifetu halifeti resulullah: Resulullah’ın halifesinin halifesi”. Allah’ın halifesi yok. Haşa. Yani halife, kendisi gidip yerine vekil bırakan demek. Allah gitmedi ki yerine vekil bıraksın. Allah’ın halifesi diye bir ibare yoktur Kur’an’da. Kur’an’da halife kelimeleri daima yeryüzüne nisbet edilir. “Hulefaekum fil ard” vekil bile yok. Kur’an’da Allah’ın vekilliğini kesin reddeden bir yığın ayet var. “Ve ma ene aleykum bi vekil: ben size vekil değilim”. Dolayısıyla bu kadar hassa yürüyor o dönemde işler. Ama daha sonra Muaviye döneminde Osman döneminden de kalan miras gereği ve ilk kaynayan şey şura ve imamet oluyor. Nedir? Muaviye oğlunu hilafete atıyor. Ve mecbur tutuyor. İmamlar Ve Sultanlar’da acıklı hikayesini anlattım. Medine’de güzide insanlarından Hz. Hüseyin’den, İbni Abbas’tan, İbni Ömer’den ve İbni Zubeyr’den nasıl beyat alındığına dair. Yezid, 5 sene hilafette kalıyor. Çok ilginç. Gerçekten de bazı sahabeleri Yezid ordusunda buralara kadar getirilmesi sebebi üzerinde durmak lazım. Yani altında bir hinlik aramak lazım. Anlatabiliyormuyum? Yani 80 yaşında insanın buraya gelişiyle biz seviniyoruz da şu soruyu sormak lazım: gerçekten orada Ebu Eyyub El Ensari yatıyor mu? Bu soruyu sorun. Cevabını vermeyeceğim, benden beklemeyin. Kusura bakmayın. Değilse bu ne? Bu neyi örtüyor? Birileri bir yerde bir şeyler yapıyorsa hilafı hakikat, mutlaka bir gerçeğin üstüne bir şeyler örtüyorlar. Örttükleri gerçek ne diye sormuyorsanız siz tahkik eri olamazsınız. Karartmayı neye yapıyorlar. Tahkik budur. Yani bir yalan boşa söylenmez. Bir yalan mutlaka bir başka gerçeğin üstünü örtüyordur da onun için. Nedir, onu araştırmak lazım. Dolayısıyla tarihte de böyle. Yani bu çok ilginç. Mesela bu tirend böyle devam ediyor. Yezid döneminde bir Hare Vakası var. Çok ilginç. Berberi askerleri Medine’nin üzerine sürüyorlar. Çünkü Medine beyat etmiyor. Medine’de 3 gün izin veriyorlar, istediğinizi yapabilirsiniz. Bu askerlerin sahabe kadını, kızı, torunlarıyla tecavüzleri sonucunda 1000 çocuğun harre evladı olarak doğduğunu söylerler. Bu, tarihte ilginç bir olaydır. Bu, fıkhi de bir problem olmuştur. Yani bu çocuklar ne olacak? Hükmü nedir, ne olacak? Nasıl buldunuz? Bir olay daha, bir sıçrama dahs yapayım. Uydurmalar nasıl geldi bize kadar? Emevi halifeleri kaderciliği din ediyorlar. Cemel var, Cemel’de 10 bin tane insan gidiyor , çoğunluğu sahabe. Cemel’in bir tarafında komutan Hz.Aişe. Sevgili Peygamberimiz’in sevgili eşi annemiz. Öbür tarafında ordunun komutanı Hz.Ali.. Sevgili Peygamberimiz’in sevgili evladı makamında yeğeni Hz.Ali. Bir tarafta Hz.Aişe bir tarafta Hz.Ali, iki ordu savaşıyor 10 jin kişi ölüyor. Bunların çoğu da sahabe. Şimdi ne olacak? Ölen ne oldu? Öldüren ne oldu? Hükümleri nedir? Kim kurtuldu? Kim battı işin içinden çıkamıyor insanlar. Emeviler de cebircilik ideolojisini yani kaderciliği devlet dini olarak kabul edince herkes bir derin oh çekiyor. Yenilenler de yenenler de, ölenler de, öldürenler de. Çünkü yenenler ne desinler şimdi? Yenilenler ne desinler? Öldüren, ben şu sahabeyi öldürdüm nasıl desin? Ölenin yakınları da bizim ki Cemel’de öldü nasıl desin? Ne desin şimdi? Allah’a ne desin? Yani altı üstü şey bir değnek. İşte bu noktada Emevi ideolojisi olarak kadercilik can simidi gibi yetişiyor. Ohh bee! Yenilen için de yenen için de. Suçluyu bulduk: kader.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah yaptı haşa.
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Kahpe felek sana ne ettim ne eyledim durumları. “Allah yaptı” tabi, Allah’a iftira. Çünkü kaderin de katibi Allah ya, Allah’a iftira. At Allah’ın üstüne. Adem yaratılmadan 50 sene evvel yazıldı zaten: bittii! Mesele bitti. Tamam, hesapkaştık, mahsuplaştıl bitti. Yenilen de yenen de böyle kendini teskin etti. Ama burada kalmadı ki. Tabi bunun üzerine hadis uydurma faaliyeti gündeme geliyor kader hakkında. Hadi gırla, böyle, fabrikasyon. Ve hicretin 70’li yıllarında Abdulmelik Bin Mervan diye biri İşte Emevi Mervan’ın oğlu. Mervan kim? Hz.Peygamber’in Medine’den sürdüğü Hakem’in oğlu. Hakem’i niye sürmüş Peygamber? Peygamberimiz’in yatak odasını duvarın deliğinden gözetlermiş. Bazı yerleri eksik bıraksam ben de gizleyenlerden olacağım, bırakmayayım da görün. Sürmüş onu. Onunla beraber oğlunu da sürmüş Taif’e. Bu oğlan, gel zaman git zaman Osman bunu getiriyor baş danışmanlık özel kalem müdürlüğü. Hz.Osman adına yazmadığı mektupları yazan adam budur. Yani fitnenin ateşini körükleyen adam da budur. Dolayısıyla işte böyle bir adam. Ondan sonra halife oluyor. Ondan sonra bunun oğlu oluyor. İlginçtir, Abdullah Bin Zübeyr, hilafet iddiası ile çıkıyor, kazanıyor da. Hicaz bölgesini, Yemen bölgesini tamamen feth ediyor, Mekke’de bir Zübeyri devleti kuruyor. Şam’da Emeviler, Mekke’de Zübeyriler. Orada Abdullah Bin Zübeyr. Emeviler ile karşılaştıramayacağımız kadar da ilim sahibi bir zat. Unutmayın, cem ve tertip heyetindeki ilk 5 kişiden biri Kur’an’ı cem eden heyetteki. Dolayısıyla bu ortamda ne olur? 8 sene Abdullah Bin Zübeyr orada hüküm sürüyor, bu süre zarfında Abdulmelik Bin Mervan, diğer bölgelerden hacca gelinmesini istemiyor. Çünkü gelenler beyat edecekler. Ne yapalım, ne yapalım… Hemen aklına bir şeytanlık geliyor. Gidiyor Kudüs’e. Kudüs, Kudüs değil daha. Kudüs’ün adı o dönemde hiç Kudüs değil. Peygamberimiz’in, sahabenin isminde Kudüs diye bir isim yok. İlya, Eliya. İlya derler arapça teleffuzunda Eliya sami lehçesinde. Eliya’dır, Kudüs diye bir isim yok. Kudüs çok sonraları. Abdulmelik Bin Mervan gidiyor Kudüs’e bir kubbe yapıyor. Kubbe bugün ayakta. Sahra var ya kaya kubbesi: o. Hem de kubbeyi yaptığı yer neresi biliyormusunuz? Tam da kubbeyi yapacağı yeri gösteren rivayet Kaab Ul Ahbar’dan geliyor. Sahra. Kaya maya yok. Giden görür zaten. Bir mağara var ne kayası! Kudüs hep kaya zaten. Kayanın üstüne.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Muallak taş oluyor işte. Askıdaki taş oluyor.
MUSTAFA İSLAMOĞLU: İnanmazsan internete bak! İnternette yapmışlar, gördünüz mü? Haceri muallak yazıyorsunuz, havada bir taş karşılıyor sizi. Yani hadis uydurma işlemi devam ediyor dostum. İnternet yoluyla devam ediyor. İnsanlar eğer dinlerini uydurmadan ü inanmayacaklarsa, uydurmaya devam edin.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir sitede vardı bundan bir iki sene evvel, “yeni hadisleri duymak için lütfen üye olun” diyor.
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Ben bunu yeni duydum. Dolayısıyla kubbetus sahra yapıyor oraya. Kaya kubbesi. Ondan sonra insanların hac etmesini yasaklıyor, “hacca gidecekler Kudüs’e gitsin”. Kudüs, Mekke yerine ikame, Kubbetus Sahra, kabe yerine. Kubbe-kabe yerine ikame, orayı tavaf etsin. Ediyorlar mı? Ediyorlar. Binlerce insan kubbeyi tavaf ediyor yani böyle mecazen falan değil. Tavaf ediyor. Dolayısıyla durum bu. Ve tabi o şeyde muhalif sesler mesel devletin kaderciliğine muhalif kim varsa acayip yöntemlerle öldürülüyor. İşte Mabed El Cühemi, Gaylan Ebdi Meşki, Hasan El Basri öldürülmüyor ama kızının cenazesine gelemeyecek kadar sürgün hayatı yaşıyor, kaçıyor yani. Ve kader risalesini o dönemde Abdulmelik Bin Mervan’a yazıyor gönderiyor. Bu, adamın kellesini götürür. Nitekim kellesi de ucundan dönüyor. Mabed El Cühemi zaten Emevi kaderciliğine karşı geldiği için öldürülüyor. Önce eli kesiliyor, sonra ayağı kesiliyor, sonra kulakları kesiliyor, sonra burnu kesiliyor, sonra gözleri oyuluyor, en sonunda dili kesiliyor. Öldürme biçimine bak! Ondan evvel bir başka zâtı da öldürüyorlar: diri diri gömyorlar onu. Ve İmam Azam’a geldiğinde: Kaab Bin Dirhem’in öldürülüşü, Abdullah Bin Ziyad el Kasri: bu, Basra valisidir. Zındıklar içinde geçer ismi çok ilginçtir bu adamın. Bir kurban bayramını kıldırıyor, hutbeyi veriyor, ondan sonra millete diyor ki; “kurbanlarınız mubarek olsun. Siz kurbanlarınızı kesmeye gidiyorsunuz, benim de kurbanım burada. Getirin kurbanımı” diyor. Kaab bin; Dirhem, eli ayağı zincirle bağlanmış. Ne diyor? Emeviler diyorlar ki; “Kur’an’ kadimdir”. Kelamı kadim safsatası var ya, “Kur’an’ kadimdir”. Oysa taattüdü kudema akaid olarak yanlıştır. Kadim olan Allah.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yaratılmaklık değildir.
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Peki buradan nereye varmak istiyorlar? Emeviler’in nesine dokunuyor? Şuna dokunuyor: Muaviye’nin Amcası, dayısı, dedesi Bedir’de peygamber ile savaşırken ölmüş mü? Bu adamlar hilafete nasıl geliyor, böyle bir adamın soyu? Bunun üzerine ayetler inmiş mi? Bedir üzerine ayetler inmiş mi? İnmiş. Kur’an’da duruyor mu? Duruyor. O ayetler taa ezelden var. “Tebbet yeda ebi lehebin” ezelden var olduğu için Ebu Leheb’in hiç suçu yok. Ne yapsın. Yani Allah senaryoyu yazmıştı zaten, yazmıştı değil yaratılmamış bile. Düşünün. Yaratma konusunda varlık ikiye ayrılır: yaratan, yaratılan. Üçüncü bir şey yoktur ki. Yaratılmamışsa bir şey yaratandır. Kur’an’ da yaratan olmuş oluyor. Çok ilginçtir. Felsefi arka planına bakınız. Yani düz mantıkla baktığınızda korkunç bir yere gidiyorsunuz zaten.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hiç tartışmasız olarak imanın şartlarından birisi.
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Aynen. Abbasiler’in nesine dokunuyor. Abbasiler’in de Abbas Bedir’de esir oldu. Şimdi Abbasiler’in yüzüne kakıyorlar bunu. Yani “sizin atanız Bedir’de peygamberle savaşırken esir oldu”. Biliyorsunuz Abbas kendi kurtulma akçesini verdi kurtuldu. İşte onlarında onuna dokunuyor. Yani Haşimiler, Alioğullar da onların yüzüne bunu vuruyorlar. Yani özetle İmam Azam bu yüzden kelamı kadim demediği için, Kur’an’ yaratılmamış demediği için öldürülüyor. Ehli hadisten bazıları bunu itiraf ederler. Bazıları ise saklarlar. İmam Azam, o ehli reyin o büyük imamı İmam Azam öldürüldüğünde/katledildiğinde ehli hadis bayram yapıyor. Neredeyse kına yakacak ellerine. Bu bayramı nasıl yaptıklarını eğer merak edenler var ise Hatib El Bağdadi’nin Tarihinden 13.cilt bendeki 100 sayfa okuyabilirler. Burada noktalayayım. Buradan sonrası soru cevaplarla yürüsün inşallah. Teşekkür ediyorum dinleme zahmetinde bulunuğunuz için.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah razı olsun. Tabi Kur’an’ın kadim olması, hristiyanların da çok işine geliyor. Çünkü “hiç birşey yokken söz vardı” diyorlar ya.
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Yahudilerin itikatıdır bu. Tevrat kadimdir yahudilere göre.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten bugünkü kader akidesine göre her insan kadimdir. Çünkü ezelden her şeyimizle ilgili şeyler var. Olmayanla ilgili hüküm olur mu? Onlara göre şu anda sizi konuşmalarınız zaten ezelden belliydi, siz de geldiniz burada yaptınız. Bu mantığa göre imtihana giren biz değil Allah oluyor haşa.
MUSTAFA İSLAMOĞLU: O zaman bize niye itiraz ediyorlar? Çelişkiye düşüyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Birisi söylüyordu; “kader konusunda itiraz edene önce bi dayak atın” diyordu. Niye atıyorsun dediği zaman “kusura bakma ben ne yapayım, elimden bir şey gelmez ki. Ezelden varmış, niye bana itiraz ediyorsun ki”. Allah razı olsun gerçekten çok güzel bir… Ama bu başlangıç olarak. Bunu burada bitmiş kabul etmeyelim. Allah razı olsun çok istifade ettik. Çok sağolun ama burada dediğim gibi gerçekten bir başlangıç olmalı ama asıl bunun yansımaları var bugün. Öyle enteresan bir yapı var ki, bir de şeyi bir tespit edebilsek. Belki siz tespit etmişsinizdir. Bu mezhepler, az önce Ebu Hanife’den bahsettiniz; Ebu Hanife’nin canını verdiği olaylar bir kaç tane var, bakıyorsunuz daha sonra Onun fetvasını vermiş oluyor.
MUSTAFA İSLAMOĞLU: O da yamultulmuş zamanla.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yamultuluyor. Eminim ki bu mezhep imamlarının çoğuyla ilgili yanıltma olmuştur. Geçende mantıkçı bir arkadaşa dedim ki; “yanlışlarda şu şu mezhepler ittifak etmiş. Mantıken yanlışta ittifak edilir mi?”. Olmaz dedi. Doğruda ittifak edilir ama yanlışta edilmez. İki kere iki kaç eder? Dört. Dünyanın her tarafında insanlar bu ittifakı yapar ama kaç etmez derseniz, ömür biter etmezler bitmez. E şimdi yanlışta ittifak ediliyor. Bakıyorsunuz ki sünni ve şii bütün mezhepler müslümanlığı dışa karşı kötü gösterecek, içe karşı da insanları bıktıracak noktalarda tam ittifak etmiş vaziyetteler . Öyleyse bunun arkasında da büyük bir siyasi irade var. İnşallah onu da tesbşt nasib olur. Yani ilmi olarak tesbit çok kolay ama tarih olarak da onu tesbite ihtiyaç var.
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Özür dilerim ben bir ilave yapabilirmiyim? Bu çok mühim. Özellikle Ebu Hanife üzerinden. Ebu Hanife üzerinden gelen Hanefilik yok. Yani bu, araştırılmaya muhtaç bir hadisedir. Şu andaki Hanefilik, aslında Ebu Hanife’yi savunamayacak, savunmamış talebeleri üzerinden gelen Hanefilik bu. Onun talebesi olmaları da hayli meşkuktue. Çünkü kendilerine sorsaydık “ben hala Ebu Hanife’nin talebesiyim diyebilirlermiydi ben çok tereddütlüyüm. Bunlardan biri Ebu Yusuf, biri İmam Muhammed. Bunlar,Ebu Hanife’nin yolunun geldiği insanlar. Peki bunlar hocalarına kaç meselede ihtilaf etmişler, karşı aykırı durmuşlar? 6000 meselede. Bize Hanefilerin verdiği rakam bu. 6000 meselede. Peki bu 6000 meselede Hanefi mezhebinin görüşü İmam Ebu Hanife’nin görüşü üzerinden mi gelmiş yoksa ona muhalif olan iki talebesinin görüşü üzerinden mi? Muhalif olan yani ameli meselelerde imameynin görüşü imamın görüşüne müreccah kabul edilmiş. Mezhep usulü de budur. Çok ilginç, kim koymuşsa. Çok ilginç bir durumla karşı karşıya değilmiyiz? İmam Ebu Hanife, devlet görevini kabul etmediği için can vermiş, ona nisbet ediken bir numaralı talebe Onun can verme pahasına kabul etmediği göreve gelmiş. Şimdi burada bir problem görmüyormusunuz? Bu bir. İkincisi: Onun ilk 10’a giren talebelerinden Nuh Bin Meryem ve Onun adına eser yazan, Onun yazmadığı eseri yazıp İmam yazdı diye rivayet eden bir adam. Ve cerh ve tadil ulemasına göre Nuh Bin Meryem, uyduran bir adam. Şimdi, Nuh Bin Meryem uyduran bir adam diye cerh ve tadil uleması bunu fişleyecek, ama öbür taraftan Nuh Bin Meryem’e nisbet edilen bir risaleyi İmam Ebu Hanife’nin risalesi diye piyasaya süreceksiniz. Özür dilerim, daha söyleyecek çok şey var da yani şu anda Hanefiyim diyene hangi Hanefilik diye sormak lazım. Kaç tane Hanefilik var diye sormak lazım.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah’a çok şükür ki elimizde Kur’an’ var. Ama bu mezhepler, ayetlerin anlamlarını ciddi manada saptırmışlar, tahrif etmişlerdir. Tahrif demek anlam kaydırması yapmak demektir. Yoksa, kelime değişikliği yapmak değil. Onun için gene C. Hakka çok şükretmek lazım ki elimizde metni bozulmamış bir kitap var ve hamdolsun çok ciddi de birhareket başkadı. Allah razı olsun İslamoğlu Hocamız’dan, heğinizden. Ve Allah’ın izniyle bu hareketin karşısında kimsenin durabileceğini de zannetmiyorum. Çünkü doğrulardan daha güçlü bir şey yoktur. Hiç bir sikah doğrular kadar güçlü değildir. İnşallh bu konuda çok ciddi başarılar elde edeceğiz. Bu güzel sohbetten dolayı size çok teşekkür ediyorum Allah razı olsun. Ve burayı, ekranlarını da şenlendiren bütün izleyicilerimize ve sizlere çok teşekkür ediyorum. Ankara’daki elim olaydan dolayı ben de çok üzüldüm. Ben salona girmeden önce duymuştum, siz burada duydunuz. Ama bunlar olacak. Bunlar çok normaldir. Çünkü şu anda bütün dünyada ciddi bir sıkıntı var. Ve bütün dünyanın en büyük sıkıntısı islam tehlikesidir. Çünkü bütün dinler artık bu internetin geliştiği dönemde biz ne kadar tenkit edersek edelim bizim tenkit ettiğimiz şekilde bir din bile yok. Ama bir de insanlara doğru islamı takdim ettiğiniz zaman kimsenin bunun karşısında durması mümkün değil. Tabi bu işin dünyadaki merkezi her şeye rağmen Türkiye’dir. Türkiye’yi karıştırmak için içte dışta herkes seferber olmuş vaziyettedir ama Allah’ın izniyle bunu başaramayacaklarına inanıyoruz. Allah, vefat etmiş olanlara rahmet eylesin, yakınlarına sabırlar eylesin ve onlara karşı da ciddi bir mücadeleyi tüm insanlığa Kur’an’ı doğru bir şekilde anlatmayı da bizlere nasib eylesin.