ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugün, bundan iki hafta önce 14-15 Mayıs günleri burada yoğun bir toplantı yapmıştık. Toplantının konusu Çağdaş Dünyada Allah’ın Sözü ya da Çağdaş Dünyada Kuranı Kerimin Etkisi diyebiliriz. Allah’ın indirdiği ayetler, yarattığı ayetler. Din ve fıtrat. Kitap ve hikmet. O konularda toplantı yapmıştık. Fıtratı biliyorsunuz. Kainatta geçerli kanunlar demek. Fıtratın bozulmasına da faiz örneğini vermiştik. Rusya’dan gelen San Petersburg’da tarımla ilgili bir üniversitenin rektörü olan Yefimov aynı zamanda bir ilim adamları ve düşünürler gurubunun da başkanı. O ilim adamı ve düşünürler gurubu kendi içlerinde bir düşünce gurubu oluşturmuşlar. Onların en temel hareket noktası kuran. Kuranla problemlerin çözüleceğine inanıyorlar. Hatta burada bulunan arkadaşlarımız hatırlayacaktır, Yefimov siz dedi Rusya’yı farklı bilirsiniz ama Rusya’da ciddi değişimler başladı. Mesela dedi benim üniversitemde içki içen ve sigara içen kimse yoktur dedi. Ben ve çocukların içki ve sigara içmeyiz. İçki içmememin sebebi vücuda zararlı olması değil, kötü olması değil, tamamen Allah’ın yasak etmiş olmasıdır diye bir ifade kullandı burada. Haram olduğu için yapmıyorum dedi. Bu da tabi son derece önemli. Bir de Rusya’daki içki içme oranının %30’a düştüğünü söyledi değil mi? Ben öyle hatırlıyorum. Ki bu çok ciddi bir rakam Rusya için. Bizim buraya gelmiş olmalarının tabi bir takım arka planı var. Bugünkü dersimizde anlatacağımız şeyler şunlar olacak: önce Yefimov’u kısaca tanıyacağız. Rüstem Hoca Onu tanıtacak. Sonra Rusya ile ilgili şimdiye kadar yapmış olduğumuz çalışmaları burada kısaca anlatacağız. Ondan sonra Yefimov’un yazdığı iki tane yazı var, onların özetini Vedat ile Rüstem Hoca birlikte şey yapacaklar. Sonra tabi Yefimov’un konuşmalarındaki ana satır başlarını kısaca burada göstereceğiz ve bir sonuca varacağız. O iki günlük yoğun toplantıya katılamayanlar bu vesileyle kısaca özet olarak bu konudan haberdar olmuş olacaklar. Bir de şunun üzerinde vurgu yapacağız: neden Süleymaniye Vakfı tercih ediliyor. Buranın farkı ne? Onu ve çağdaş dünyada yerimiz neresidir onun üzerinde de inşallah duracağız. Şimdi başlangıç olarak Rüstem Hoca Yefimov’u kısaca tekrar tanıtalım.
RÜSTEM VASİPOV: Hocam siz başlarken zaten anlatacağımın yarısını anlattınız. Ben de kısaca bir kaç şeyi tekrar edeyim. Viktor Aleksiyeviç Yefimov. San Petersburg, Tarım Üniversitesi’nin rektörü. 1948 doğumlu. Bu adam 3 ana bilim dalında doktora yapmış. Teknik, oltoloji ve ekonomi dallarında. Kendisi bir kaç kitap yazmış. Çok önemli kitaplar. Bunlar 2000’de yazdığı Konseptual Yönetim. 2003’de Ekonomik Alfabe ve 2004’de de Uyanış diye kitapları var. Tabi burada anlattığı konuları o kitapların içeriğinde de bulabiliriz. Ayrıntılar çoktur Hocam, ben onları anlatmaya gerek duymuyorum burada.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ne ayrıntısı?
RÜSTEM VASİPOV: Nerede çalışmış, hangi senelerde falan. Konu ile ilgili değil. Özetle bu kadar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Rusya’da son derece etkin bir kişiliği var. Bir de çalışmaları uluslar arası ilgi çeken çalışmalar. Çalışmaların kısa bir özetini gördüğünüz zaman da neden buraya yöneldiğini de anlamış olacağız. İkinci olarak da Vedat’tan Yefimov’un iki tane makalesi vardı buraya göndermiş olduğu yani burada yaptığımız ilmi toplantılar açısından önemli olan.
VEDAT YILMAZ: Burada iki tane makalesi var. Makaleler biraz uzun, özet olarak şey yapacağım. Makalelerin bir tanesi şu: Kur’an’i İslam’ın kaldırılmasından bible projesi babaları tarafından oluşturulan uzun zamanlı strateji. Buradaki bible kelimesi eski ahit ve yeni ahitten oluşan kitap anlamında. Yefimov bu konuda şöyle söylüyor; “Bible projesi babaları için kültürojik açıdan dünya çapındaki en önemli problem kuşkusuz kuran İslamıdır” .
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bunu hiç unutmayın bakın. Zaten bu zatın asıl buraya gelmesine sebep olan da bu cümledir. Bugün bütün dünyada dünyayı sömüren kişilerin asıl sıkıntısı kurandır. Çünkü kuran ortaya çıkarsa bu sömürü söner.
VEDAT YILMAZ: Kuran İslamını şöyle tanımlıyor dipnotunda: “Kur’an İslamının ve tarih boyunca oluşan geleneksel İslam’ın arasındaki fark, İsa(as)’ın getirdiği ilim ile tarih boyunca oluşan Hristiyanlık arasındaki fark gibidir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tespiti görüyor musunuz? Bu aynen şöyle de olmuştu: biliyorsunuz biz Tübingen Üniversitesi ile de ortaklaşa epeyce çalışmalar yaptık. Rusya ile yaptığımız çalışmalardan belki daha fazlasını Tübingen Üniversitesi ile yaptık. Orada 4 ana konuda çalışma kararı vermiştik. Birisi İslam tarihi ile Hristiyanlık tarihi üzerinde çalışacak ve karşılaştırmalar yapacaktık. İkincisi, tabii hukuk konusunda çalışmalar yapacaktık. Tabii hukuk dediğimiz şey ile aslında Yefimov’un söyledikleri aynı. Çünkü onlar baş Katolik Üniversite olarak İslam ve Kur’an kelimelerini telaffuz edemiyorlar kendi cemaatleri açısından. Tabii hukuk dediğiniz zaman fıtrat akla geliyor. Ona göre nasıl oluşturulur. Ondan sonra ekonomi konusunda birlikte çalışma anlaşması yapmıştık. Yeni dünyanın ekonomik felsefi arka planını birlikte oluşturma onların teklifiyle şey yapmıştık. Ondan sonra bir de din ile bilim, din ile fıtrat arasındaki irtibat üzerinde. Bunların her birisi son derece önemli şeyler. Buradaki çalışmalar da aynı. Onların organizasyonuyla Roma’ya gittiğimizde Vatikan dediğimiz küçücük bir yer. Hemen vatikanın yanı başında bir otelde kalıyorduk. Orada bana bir şey söyledi. Dedi ki; “seninle İslam ve Hristiyan tarihleri üzerinde çalışalım diye karar verdik ama bizimkiler 2.asıra kadar müsade ediyorlar, ondan sonrasına müsade etmiyorlar. İsa(as)’dan sonra 3.asrı incele ama 2.asıra inme diyorlar. Bizim Aracılık ve Şirk kitabında bizim gittiğimiz zamanki papanın yazdığı bir ifade vardı. 3.asra kadar İsa gerçek anlamda Allah’ın elçisi ve kulu kabul ediliyordu diye. O kırmızı kitaptan da getir gösterelim burada millet görsün. 3. asra kadar 2. asır da dahil Hristiyanlık tüm saflığını korumuş ama ondan sonra çok ilahlı bir din haline dönüşmüş. Dedi ki; “bizimkiler oradan aşağısına müsade etmiyorlar araştırmak için”. Dedim ki hiç üzülme bizimkiler de müsade etmezler dedim. Bu, Katolik Kilisesi Din Ve Ahlak İlkeleri. Dedi ki ; “tamam öyleyse çalışalım” dedi ama tabi maalesef yani Süleymaniye Vakfı dışarıya çıktığı zaman çok büyük bir kuruluş olarak gözüküyor dünyadan ama içeriye geldiğimiz zaman bir çok kimse buraya gelip şaşırıyor. Burası mı diyor Allah Allah diyor şaşırıp kalıyorlar. Dıştan görünüşü başka içerisi başka.
VEDAT YILMAZ: “Bu problem şu açıdan önemlidir” diyor. Problemden kasıt Kur’an. “Batı dünyasının siyasi doktrininin temeli batı siyasetince yürütülmekte olan iki iddia üzerine kuruludur. Birincisi Yahudilerin diğer insanlar üzerinde daha üstün konumda olması tezi ve diğerlerinin görevlerinin de Yahudilere hizmet etmek olması. İkincisi de Yahudi camiası tarafından uluslararası faizcilik tekeline dayanarak dünyanın ve içinde olan insanların ve eşyaların topluca satın alınması. Bu durum resmi olarak dile getirilmese de onlar bunu sûkut ile gerçekleştirerek hayata geçirmeye çalışıyorlar”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onu alacak kadar paraları. Doğru doğru. Bugün bu şekilde olduğu gerçek.
VEDAT YILMAZ: Daha sonra uranın Yahudilere ve faize bakışından biraz bahsettikten sonra şunu söylüyor; “Batı babaları şunu çok iyi biliyorlar ki kuran onların dünya çapındaki iktidar rejiminin yapılanmasına potansiyel bir tehlike oluşturuyor. Bu da kuranı tarihi geçmişe gömme arzusunu beraberinde getiriyor” diyor. Ondan önce de şunu söylüyor; “batı babalarının bu projelerine tek alternatif oluşturacak şey kurandır. Ancak Müslümanlar Kur’an’daki bu gücü şu an farkında değiller” diyor. Kendini Müslüman sayanlar bunun farkında değiller.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bakın bu tespiti görüyor musunuz? Bir daha okur musun o son cümleyi.
VEDAT YILMAZ: “Bu sömürge konseptine alternatif olarak kendi temelini oluşturmakta kuran, fakat kendini Müslüman sayanlar bunun farkında değiller” diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Farkındalar mı? Burada bir şey daha söyledi. Tabi tercümeleri ikiniz yaptınız onun için ben konuşmada hata edersem müdahale edin. Dedi ki Volga boylarında mı topladım dedi islam alimlerini?
RÜSTEM VASİPOV: Orada topladı evet.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Müslümanlar yaşıyorlar ya o bölgelerde, topladım dedi. “Kendilerine anlattım. Kuranı anlatıyorum, her defasında aaa kuranda o da var mı? O da var mı kuranda Allah Allah! Bu da mı var! Hiç birisinin kurandan haberi yok”. Peki şimdi bizim Türkiye’deki hocaların kurandan haberleri var mı? Bize karşı çıktıkları zaman niye çıkıyorlar? Yani ne oluyor? Bu din, orada bir cümlesi de var Vedat. Diyor ki; “mollalar bir ideolojik gurup haline gelmişlerdir” diyor. Tamamen şekilden ibaret, şöyle böyle. Katolik Kilisesi Din Ve Ahlak İlkeleri. Bu Katolik Kilisesi’nin resmi yayınıdır. Ben bunu buradaki konsolosluktan aldım. Bundan önceki Papa’nın başkanlığında 12 tane kardinalin birlikte hazırladıkları ve Papalığın resmi yayını. Herhangi bir kişinin sözü olsa denir ki; Papalık buna itiraz edecek falan. Öyle bir şey söyler. Şimdi bunun 123.sayfası. Tercüme edilerek İstanbul’da basılmış 2000 yılında basılmış. 123. sayfasının 465 paragraf numarası var. Paragraf paragraf yazılmış. Burada diyor ki; “başlangıçta havariler zamanından beri Hristiyanlık inancı tanrının oğlunun gerçek anlamda insan olması üzerinde durdu” diyor. Şu anda bunlar tanrının oğlu diyor ya. Başlangıçta gerçek anlamda insan olması üzerinde durdu diyor. Gerçek anlamda insan. Bunlar şimdi diyorlar ki %100 insan %100 tanrı diyorlar. %100 Allah diyorlar. O da var şeyde. Şuanda öyle diyorlar. Ama gerçek anlamda başlangıçta insan sayılıyordu. Zaten kuranda da öyle diyor. Bütün nebiler öyle söylüyorlar. Sizin gibi bir insandan başka bir şey değiliz. Ama 3. yüzyıldan sonra kilise Samusatlı Pavlus’a karşı Antakya’da toplanan bir konsilde Mesih İsa’nın evlatlıktan gelen değil de kendi doğasından dolayı tanrının oğlu olduğunu savunmak zorunda kaldı. O zaman tanrının oğlu olduğunu savunmak zorunda kalmış.
RÜSTEM VASİPOV: Yani insanı çevirdi Tanrıoğluya, Tanrıya.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Gerçek anlamda tanrı. “325’deki ilk ekümenik İznik konsilinde” hep Türkiye’de bakın. Antakya az önceki, şimdi İznik. “Kabul edilen inanç ilkelerinde tanrının oğlunun yaratılmış olmayıp babadan doğduğu ve onunla aynı özde olduğu kabul edilmiştir”. Yaratılmış değildir yani. Baba ile aynı özdendir diyor. Ne zaman? 325’de. Ama 2 asır önce tanrı olduğunu kabul etmek zorunda kalmışlar. Niye kalmışlarsa? “Zorunda kalma” kelimesi de yine bir şey ifade ediyor. Bu işi halen kabullenmediklerini ifade ediyor. “Konsil ayrıca tanrının oğlunun yoktan var edildiğini ve babadan ayrı özde olduğunu ileri süren Aryus’u da mahkum etmiştir”. Yoktu diyor, sonradan yaratıldığını söyleyen kişiyi de mahkum etmişler. Aryus’u. Tabi en son da Efes konsili derken Kadıköy’de esas kararlarını alıyorlar. “Yine 451’de Kadıköy’de toplanan 4.ekümenik konsil şöyle diyor”. En son 451. Kaç sene geçmiş oluyor İsa(as)’dan? 451 sene. 400 sene diyelim. Hadi vefatı ile düşünürsek yaklaşık olarak ki genç yaşta biliyorsunuz vefat etmişti. Şöyle diyor. Orada alınan konsil kararları neymiş. “Rabbimiz Mesih İsa’nın”. Artık rab oldu Antakya konsilinden itibaren. 2.asırdan sonra rab haline getiriyorlar. Bizimkiler de söylerler Resulullah’a. Rab demiyorlar ama seyyidul kainat ne demektir? Rabbil alemin demektir. Başka bir anlamı yok. “Seyydidena ve senedena ve mevlana”. “Seyyidul evvelin vel ahirin”. Burada kelimelerle öyle oyun oynanıyor ki karşı taraf bir şey söylüyor “ben ne dedim ki” diyor. Diyor ki bak burada; “Mesih İsa’nın tek ve ayni olduğunu, mükemel tanrılığa”. Öyle diyor bak. “Rabbimiz Mesih İsa’nın (Kadıköy’deki aldıkları karar) tek ve Allah ile aynı oğul olduğunu, mükemmel tanrılığa mükemmel insanlığa sahip”. Bakın “gerçek tanrı ve gerçek insan olduğunu”. Yani %100 tanrı % 100 insan. Tanrıysa insan değil, insansa tanrı değil. Yok. Ondan sonra da diyorlar ki; “bunu siz anlamazsınız. İnancınızı bize bırakın” diyorlar. Onu da açıkça söylüyorlar. “Akıllı bir ruhtan ve bedenden oluştuğunu, tanrılık açısından Baba ile aynı özde olduğunu, insanlık açısından da bizimle aynı özde olduğunu”. Tanrılık açısından Baba ile insanlık açısından insan ile. O zaman insana en yakın kim oluyor: Allah mı? İsa mı? İsa oluyor. İşte aracı ilah meselesi. “Günah dışında hepimize herş eyde benzer olduğunu”. Günah dışında sözü size neyi hatırlatıyor? İsmet sıfatı. Resulullah’a da ismet sıfatı yakıştırmadılar mı? İsmet sıfatını verdin mi İsa ile aynı oluyor değil mi?
RÜSTEM VASİPOV: Zelle diyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zelle melle ne ise artık. “Tanrılık açısından yüz yıllar öncesinden Baba’dan doğan, bu son günlerde de insanık açısından bizim için ve bizim esenliğimiz için tanrının annesi bakire Meryem’den olduğunu oy birliği ile kabul ettiğimizi resmen beyan ederiz”. Oy birliği ile kabul etmişler. Yani sonradan kabul etmişler. Haşa. E peki şimdi bizde de şey vardır. Ne derler? “Adem su ile çamur arasındayken o zaman ben nebiydim” diyor. Kime nebilik yapıyormuş haşa. Ondan sonra ilk nur ifadesi verilir. İlk yaratılan nur, her şey o nurdan yaratılmıştır haşa. Birçok yerde görürsünüz bunu.
KATILIMCI: Şiaların imamları gibi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onların imamları da aynıdır. Doğru. Şöyle bir şiir söylerler: “Ahed Ahmed’dür”. Ahed: hemze, Ahmed: ‘dal’. Ahmed de hemze ha-mim-dal. “Ahed Ahmeddür ki mim eder fark”. Yani arada fark bir tek mim var. Ahmed de bir tane fazla harf olarak mim var. “O mim içre olur bütün ciha gark”. Yani bütün kainat o ‘mim’in içerisindeymiş. “Her şey Ondan yaratılmış, her şey Onun için yaratılmış”. Ne farkı var? Yefimov’un o tespiti son derece yerinde. Ne diyor burada; “Kur’an, İslamın ve tarih boyunca oluşan geleneksel İslamın arasındaki fark İsa(as)’ın getirdiği kitap ile tarih boyunca oluşan Hristiyanlıktaki fark gibidir”. Yani hakiki Tevrat ve İncil ile Hristiyanlık arasındaki fark ne ise kuran ile Müslümanlar arasındaki fark da odur ki biz bunu her gün yaşıyoruz.
VEDAT YILMAZ: “Batı babaları için İslam probleminin çözüm senaryolarından bir tanesi de hiç kuşkusuz şu çok hamleli kombinasyondur.
1-Bir hilafetin oluşturulması ve ona herkes katılmasa bile birçok toplumun katılması”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Biz mesela yakın zamanda bir şey yaşadık Türkiye’de. Eğer başarılı olsalardı şu an o hilafet Türkiye’de kurulmuş olacaktı. Fethullah Gülen ve arkadaşları başarılı olsaydı o hilafet Türkiye’de şu anda kurulmuş olacaktı. Ve biz burada bu toplantıyı yapamayacaktık. Müsade etmeyeceklerdi yapmaya.
VEDAT YILMAZ:”2-Bu hilafet tarafından Allahsız batı liberalizminin ve inançsızların aklı yok etmek için savaşın başlatılması, İslam merasimlerinin ve bu bunların tüm insanlığa genel dünya dini olarak kabul ettirilmesi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugünkü gerek Yahudilerin gerek Hristiyanların en büyük sıkıntısı batıda Ateizm. En büyük sıkıntısı o. İşte İsrail’de de aynı şey söz konusu ve bugün İran’da da aynı şey söz konusu. En büyük sıkıntı ateizm. İnternet ortaya çıktı ve insanlar sorgulamaya başladılar. Siz batıdaki ateisti, İran’daki ateisti anlamak gayet kolay. Çünkü ona takdim edilen dine bakıyor diyor ki; “bu, Allah’ın dini olamaz. Din buysa ben yokum” diyor. Batıda kilise tanrıdır. İran’da da imamlar tanrıdır. Tanrı demezler ama tanrıdır. Çünkü tanrının bütün vasıflarını ona verirler. Peki Türkiye’de ne var? Türkiye’de de birçok kimseye din öylesine anlatılıyor ki adam diyor ki; “din buysa ben yokum” diyor. Gerçekten acayip bir şeyler anlatılıyor din diye. O zaman eski inancı devam ettirmek istiyorsanız, çünkü ancak onunla sömürüyorsunuz. İnsanları doğru inançla sömürmeniz mümkün değil. Şöyle söyleyeyim; insana bir bardak su verdiğiniz zaman o adamı sömürebilir misiniz? Daha güçlü hâle getirirsiniz. Peki su yerine diyelim ki üzüm şırası verdiniz. Şırayı verdiğiniz zaman daha güçlü hâle gelecek, ceplerini boşaltamazsınız adamın. Adamın ceplerini boşaltmak istiyorsanız o şırayı şaraba dönüştüreceksiniz. Zevkle içecek, başlayacak keyfinden dönmeye mevlevilerin döndüğü gibi, ondan sonra siz de ceplerini boşaltacaksınız. Önce bir zevklendireceksiniz sonra ceplerini boşaltacaksınız. Bu uluslararası çevrelerin bütün niyeti insanlığın cebini boşaltmak olduğu için onlara şarap sunmaları lazım. Herkesin de yumuşak kalbi dindir. Bugünkü Hristiyanlık ve Yahudiliğe karşı batının büyük bir antipatisi var. Kabul ettirmek mümkün değil. Ki işte bizi katolik kilisesine davet ettikleri zaman almanların organizasyonuyla orada kilisenin iç organizasyonundan sorumlu kardinalle görüştüğümüzde katolik kilisesi bitti dedi. Bitiyor demedi bitti. Ellerinde çok büyük de maddi imkanlar var. Ne yapacaklar? Ve o kilisenin başbakanı bana söylemişti; “siz kurana uyduğunuz sürece sizinle diyalog olmaz” demişti. Yefimov’un tespitinin doğru olup olmadığını anlamak için bu kelimeyi tekrarlayayım da lütfen dikkatle takip edin. J. L. Pier Turan’ın makamına giderken beraberimde Fetullah cemaatinin Roma’daki diyalog merkezinin yetkilleri vardı. Almanlar vardı. Orada aşağı yukarı 15-20 kişlik heyet olarak gittik oraya. Biz de burada bir teklif hazırladık onlara. Aynen fıtrat zemininde karşılıklı diyalog yapalım. Yani Allah’ın yarattığı kitapla onu şey yapmıştık. Mektup olarak da vardır. İsteyenler okuyabilirler. Katolik Kilisesine Mektup diye vardır bizim sitemizde. Gelin dedik Allah’ın indirdiğine, insanların inandığı bütün kitapları bir araya getirelim. Tevrat, İncil, oraya onu yazmadı da ayrıntıyı söylemedik de konuşurken Tevrat, İncil, Vedaalar, Ginzalar, Gatalar, dünyanın neresinde insanların ilahi kitap diye vasıflandırdığı kitap varsa hepsini bir araya getirelim. Kuranı da koyalım. Allah’ın tabiatta yarattığı kanunları esas alalım, ona göre bir değerlendirme yapalım. Şu anda din ve bilim dengesi bozulmuştur. Şu anda tabiatla denge bozulmuştur. Bir denge çağına insanlığı hazırlayalım diye bir teklifte bulunduk. Cevap verecekkerdi hâlâ cevap verilmiş değildir bize. İşte orada, esas sizin dikkatinizi çekmek istediğim şey şu: Fetullah Gülen’in diyalog merkezinin yetkilileri beraberimde, o yetkililerin bana söylediği şey şu: dediler ki bu adam yani Vatikan başbakanı bizim başkanımızdır dediler. Diyalog kurulu başkanı. Biliyorsunuz diyalog meselesini. Orası da diyalog merkezi Fethullah Gülen’e ait olan merkez. Oradan oraya gittik. Onlar da yanımızda ve adam tek hedef olarak beni seçti orada. Yani oradaki diğer kişilerin hiç birisi ile muhatap olup konuşmadı, beni muhatap aldı. Biliyorlar tabi biz her yerde kuranı öne alıyoruz, mutlaka kuran diyoruz. Kuran da fıtrat. Fıtrat dediğiniz zaman da kimse sesini çıkaramıyor. Son derece etkili oluyor. E şimdi bunu kırmak da istiyorlar. Adam dedi ki; siz dedi kurana uyduğunuz sürece sizinle diyalog olmaz. Bakın sözü bu. Kurana uyduğunuz sürece diyalog olmaz. Bu adam diyalog merkezinin başkanı. Onun başkanlığını kabul eden kişi neyi kabul etmiş olur? Kurana uymamayı kabul etmiş olur. Zaten yazılarına, şuna, buna bakarsanız kuran şey değil. Alıyor kuranı ağlıyor. İşte “bu kuran öksüz, bu kuran yetim” anlatıyor anlatıyor ondan sonra “ölürken sizi naime erdireceğim”. Sen kimsin yaa! Milleti ne yapacakmış? Cennete sokacakmış. Haşa Allah da kim ki ben bunu yaptım mı bitti demiş oluyor. Allah’a meydan okumak değil midir bu? Şimdi kıvranıp duruyorlar “efendim sen yanlış anlıyorsun. Ölünce sizden ayrıldığıma üzüleceğim”. Başka bir kulak getirin! İnsanlar eğer gerçekten öyle anlıyorlar ise artık C. Hakk’ın ayette belirttiği gibi “ve lehum azanun la yesmeun biha”(ARAF 179) başka bir anlamı yok. Kıvranıp duruyorlar. Şimdi burada Kur’an’sız bir İslam’ın başı yaptılar mı F. Gülen’i? Siz biliyorsunuz ben F. Gülen ile de protokol yaptım. Hatta aynı döneme rastladı. 2007. Yanlış hatırlamıyorsam tarihi. 2008. 2008 Katolik kilisesi, aynı sene Fetullah ile yaptığımın aynısını oraya mektup olarak verdik. Yine aynı sene Tübingen Üniversitesi ile aynı esaslar üzerine protokol yaptık. Hatta Tubingen dekanıyla Katolik kilisesinin verdiği mektubu müşterek imzaladık tam bir görüş birliği ile. Çok güzel bir mektuptur. Ondan sonra- 2008 burada göstereceğiz- Rusya’da da aynı protokol çerçevesinde bir sözleşme yaptık. Çalışmalar yapmıştık. Şimdi bakın kuran merkezli çalışma yaptığımız için bizi hedef aldı. Bütün konuşma benimle geçti başbakanla. Diğerlerinin hiçbirini hedef almadı. Ve orada F.Gülen’in adamları var hiç ses çıkarmadılar, bu bizim başkanımız dediler. Fetullah Gülen Türkiye’de başarılı olsaydı şu anda halifeydi. Halifelik kuracaklar. Peki halife olduğu zaman ne olacak? Ateizmi bitirecekler. Said Nursi’nin Risali Nurlar’ını okuyun, temel hedef ateizmdir. Dikkatle okuyun. Kilise ile ittifaklarının sebebi o. Çünkü ateizm onları Fransız ihtilalinden sonra oluşan akım bunları devre dışı bıraktı. Kendi başlarına ayakta durma şansları yok. O zaman müslümanlardan destek alarak ayakta duruyorlar. Şu söz Said Nursi’nindir, “Ahir zamanda İsa(as)’ın dini hakim olacak”. Müslümanlar ne yapacak? “Ona omuz verecekler”. Omuz verecek. İşte şimdi F. Gülen bu katolik kilisesine omuz verecek, hakimiyet onlarda olacak. Bazıları Said Nursi ile Fetullah arasında ayrım yapmaya çalışırlar. Ben bir ara demiştim “kardeşim, sivrisinekle mücadele edip bataklığı destekliyorsunuz”. Gene söylüyorum. İçlerinde eğer bunu tartışmaya cesaret eden bir ilim adamları, bir uzmanları varsa hodri meydan, bekliyorum. Bak burada da söylüyorum. Hodri meydan. Buyursunlar. İşte burada Yefimov’un tespiti son derece yerinde. Çünkü biz işte buradaki ekip. Burada Rasim Hoca var. Allah razı olsun bu konunun esas kahramanı O dur. 2000 yılından beri o yapıyı çok iyi tanıdığı için güzel irtibatlar kurmuştur. İşte Enes Hoca beraber gitmiştik şeyde O da bu işin şahitlerinden. Şu anda başka kimse yok değil mi? Diğer arkadaşlar şu anda burada değiller. Burada onları okuyacağız ama önce istersen özeti sen bitir de sonra ona başlayayım.
VEDAT YILMAZ: Burada kurulacak o hilafet ile ilgili Hocam zaten hilafetin özelliğinden bahsederken sizin söylediklerinizi söylüyor. “Onlar kendi yaşamlarını kuranla bir görmüyorlar ve onların yaşam tarzı ve düşünceleri onların sözünden çok uzaktır”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onlar derken müslümanları kastediyor.
VEDAT YILMAZ: Daha sonra mollalar ile alakalı tespitleri var. “Mollalar, ihtisaslaşmış ideolojik guruptur. Onlar yaşamın pratiğini kurana göre yorumlayacaklardır fakat bu yorumlar sahne arkasında duran sahiplerine göre olacaktır”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Burada dur lütfen. Şu cümleyi bir daha oku da dikkatle dinleyin. Bu da çok güzel bir tespittir. Yefimov’un tespiti. Bir daha okur musun?
VEDAT YILMAZ: Mollalar, ihtisaslaşmış ideolojik guruptur. Onlar yaşamın pratiğini kurana göre yorumlayacaklardır”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sizin karşınıza kuran diye çıkacaklardır. Bugün çıkanlar görüyorsunuz değil mi? Birisi çıkıyor kuranda namaz yoktur diyor. Birisi çıkıyor örtünme yoktur diyor. Birisi başka şekilde. Çok fazla çıkanlar var. Kuran diyorlar ama ne var? Arkadan ne diyor?
VEDAT YILMAZ: “Fakat bu yorumlar sahne arkasında duran sahiplerinin çıkarlarına göre olacaktır. Sahne arkasında duran sahipleri bunları besliyorlar çünkü. Kuran diyeceksin, şunu diyeceksin, bunu diyeceksin. Kıyısından köşesinden yavaş yavaş. Hem kuran diyorsunuz hem kuranı elinizden alıyorlar. Bu Türkiye’deki bir kısım Kur’ancıları düşünürseniz görürsünüz.
VEDAT YILMAZ: “Bu uygulama Taliban’ın Afganistan’da, Müslüman yönetimlerin diğer ülkelerde yaptığı gibidir” demiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Öyle bir İslam görüntüsü meydana getiriyorsunuz ki insanlar diyor ki İslam buysa ben aman aman kalsın diyor.
VEDAT YILMAZ: “Kur’an ve İslam 20.yy’ın ortasından bu yana ciddi iftiralar ve itibarsızlaştırmaya yönelik obje haline gelmiştir. Günümüz insanları ise hiç düşünmüyor. Onun daha önemli işleri bulunmaktadır. Eline hiç kuranı almaz, ona indirileni okumaz. Halbuki kuran onun adına bizzat indirilmiştir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İnanmayan bir adam bu kelimeyi söyler mi? “Ona indirilen”. Kimin sözü o zaman bu zâta göre? Allah’ın sözü. Kendine indirileni okumaz diyor.
VEDAT YILMAZ: “Okumuyor. Neden okumuyor? Kuranın yaşamla uyumlu olduğunu, iftiraların ve Müslümanların kuranın emirlerine ne kadar uzak olduğunu görebilmesi için”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kur’an’ı okumuyor ki kendi dininin Kur’an’da ne kadar uzak olduğunu görmesin. Onun için Osmanlı medreselerinde en az okunan şey tefsirdir. Biz de o medreselerde okuduk. En son kalan şey kısmında. Bilmiyorum Enes Hoca orada nasıl okumuş. Sen medresede okudun mu? Okumadın. Mesela burada Enes Hoca da medresede okuyanlardan. Başka var mı medresede okuyan içinizde? Tefsir okursunuz, “elhamdulillahi rabbil alemin”. Elhamdu ne kelime olur? “Elham” müpteda mı olur? “Lillahi” haber mi olur? Yok efendim “rab” muzaf, “el alemin” muzafun leyh. Yani öyle şeyler okuturlar ki hiç manayı anlamanız mümkün değil. Sizde de aynımıydı? Aynı. Ya kardeşim bırak bizim ömrümüz şu kelimenin hani etimolojik yapısı nedir? Ya her defasında bu olmaz ki. Allah’ın ne dediğini anlamaya yönelik değil. Çünkü onu anladığın an arka taraftaki yanlışlar ortaya çıkacak. Ve sorgulayacaksın. Siz aynıydınız değil mi? İmam hatip okulunun 2.sınıfında talebeydim öğretmen bize ödev verdi. Dedi ki zuhru ahır konusunda bir araştırma yapın bakalım nedir? Ben bir araştırdım baktım ki ya böyle bir namaz yokmuş. O gün bugün hiç kıldığımı hatırlamıyorum. Serbest araştırma yaptığınız zaman çocuk da olsanız sonuca ulaşabiliyorsunuz. Fark etmiyor, çünkü Allah o akılı vermiş. Allah seni mesul tutuyorsa o aklı da vermiş oluyor. Fakat işte soruşturma, sorgulama yaptığınız zaman birçok kimsenin sistemi çöküyor. Ve insanlar da o dükkanların kapatılmasını istemiyorlar.
VEDAT YILMAZ: “Şu anda bu çok hamleli kombinasyonun birinci hamlesi gerçekleşmektedir. Bu hamlede şu konular hedef alınır. İslam dünyasındaki geleneksel Müslümanlığa bağlı diğer dinde olanlara karşı saldırganlık eyleminde bulunmayan rejimler, fundamantalist radikal ve yanlış İslam muhalifleri tarafından baskı altında tutulmaktadır. Müslüman kültürü alanı dışında bulunanlara hedef gösterilecek bir düşman sureti oluşturularak ve bu role adı geçen fundamantalist radikal yanlış islamcılar koyulmaktadır. Ki onlar, geleneksel müslümanlığa bağlı olanların rejimlerini bozuyorlarlar ve rejimde olanlara karşı saldırganlık eyleminde bulunuyorlar. Bu senaryo aşağı yukarı tüm geleneksel müslüman milletlerini kapsamaktadır. Örneğin Afganistan’da bu iş için uyuşturucu trafiği istenmektedir. Pakistan’dan istenilen ise geleneksel müslüman rejimin istikrarsızlığı ve nükleer teknolojilerin başka islam ülkelerine sızdırılmasıdır. İran’dan istenen ise nükleer füze silahların yapılmasıdır. Suudi Arabistan’dan ve körfez krallıklarından da hilafeti kurmak için Müslüman Kardeşleri finanse etme şartı getirilmiştir. Irak’tan da istenilen, batıya karşı nefretin radikal hale getirilmesi ki”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ama Suudi Arabistan, Müslüman Kardeşleri desteklemiyor.
VEDAT YILMAZ: “Irak’tan istenilen de batıya karşı nefretin radikal hâle getirilmesi ki oradan NATO askerlerinin çıkışıyla Babil’in hilafetin ana kenti haline gelsin.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bağdat ve çevresi. İşid olayı var.
VEDAT YILMAZ: “Bu çok hamleli kombinasyonun bir versiyonu da Rusya’nın bölünmesinde hilafete dönüşümünde İslamı uygulayan insanların buna entegre olmalarıdır. Eğer bu yapılamaz ise senaryonun başka bir versiyonuna göre Rusya hilafetin saldırısının ilk kurbanları olarak uygar batının…
ABDULAZİZ BAYINDIR: İşin siyaset tarafını bırakalı. O bizim uzman olduğumuz bir alan değil. Yani o siyaset ne derece doğru ne derece yanlış ama bizim bildiğimiz bir şey var. Şu anda uluslararası gurupların İslamı dünyaya kötü göstermek için yapmış oldukları gayretlerdir. Bir taraftan desteklerler, ellerinden gelen bütün desteği verirler mesela bu İşid gibi örgütlere, öbür taraftan da “bak görüyor musunuz işte İslam bu” derler. Almanya’da ben bunları gördüğüm zaman bazı guruplarla oturdum konuştum. Almanya’da Selefilere katılmış. O kadar temiz çocuklar yani din o zannediyorlar. Biraz konuştuğun zaman “aa öylemi Hocam” anında hatalarını anlııyorlar falan. Fakat destek görüyorlardı. Nereden? Devletten. Çünkü bütün Avrupa’da destek görüyorlardı. Çünkü insanlığın önünde İslamdan başka bir şey kalmadı bugün. Yani inanacaksanız İslam. İslama inanırlarsa o zaman sömüremezsiniz. Öyleyse doğru İslama inanmamaları lazım. Peki ona da engel olamıyorsunuz. Yani geleneksel İslam da bunların hesaplarına gelmiyor. Kendi kontrollerinde değilse işlerine yaramıyor. O zaman kendi kontrollerinde geleneksel İslamı oluşturacaklar, dünyaya da o geleneksel İslamın ne kadar kötü olduğunu gösterecekler. Birbirine vurdurarak Yahudilerin Resulullah’ın gelişinden önce Medine’de yaptığı gibi Evs ve Hazreç kabilelerini sürekli birbiriyle savaştıracak. İkisine de silah satacak, ikisine de sömürecek, elinde avucundaki her şeyi alacak. Şu andaki şey o. Tabi burada en büyük sıkıntı da kurana yönelen insanlardır ve çare olarak ne öneriyor Vedat? Ona gelelim en son.
VEDAT YILMAZ: Şöyle söylemiş. “Geleneksel İslamın din adamları kuranla ve dînî şekillenme ile kendilerini insanların ve toplumun problemlerinden ayırmışlardır. Onlar, anlık çıkarlarına göre yaşamaktadırlar. Çünkü bu, dünya çapında siyasi analizle meşgul olmadıklarından kaynaklanıyor. Bu nedenle de onlar bu senaryoyu göremiyorlar. Halbum bu bir sistem olarak günümüzde yer almaktadır. Bunu görenler varsa da onlar için kendi çıkarları daha önemlidir. Ama çıkarlar dışında olanların gelecekte belaları önlemek için yaptıkları bu iş ilgi dışında bırakılıyor. Bu nedenle geleneksel İslamın durumu söylenilene alternatif olarak dünya çapında etkili bir siyaset senaryosu üretemiyor. Bunun nedeni de anti İslam senaryosuna uğramamak içindir. Diğer din yöneticileri de diğer din yöneticileri gibidirler. Onlar da sadece..”
ABDULAZİZ BAYINDIR: Orada kalalım istersem. Gerek yok. Diğerleri belli. Evvelki gün akşam bir yazı yayınladık bilmiyorum gördünüz mü? Batı Güdümlü Yeni Bir Dinin Doğuşu diye bir yazı yayınladık. Bizim sitemizde var. Uzun süredir rahatsız olduğumuz bir şey. Tarihe gömme çalışmaları var biliyorsunuz kuranı. Mesela işte şu vakfımızın çalışmalarını biliyorsunuz. Elimizden geldiği kadar imkanlarımız ölçüsünde her ay borçlanarak borçlar içerisine girerek burayı yürütmeye çalışıyoruz ve C. Hakk da yardım ediyor. Zaman zaman borçlar yığılıyor, Allah lütfediyor ödüyoruz falan yürüyüp gidiyoruz. Bu kadar dar yerde, herkes üst üste falan ama Allah’a hamd olsun çok etkili çalışmalar yapıyoruz. İşte bu tür şeyler başka yere gitmiyor buraya geliyorlar. Ve uluslararası çapta etkili hizmetlerimiz var, onu da görüyorsunuz. Geleneksel bir İslam, tıpkı Katolik Kilisesi Din Ve Ahlak İlkeleri kitabında okuduk: 3.asırdan itibaren nasıl kilise İsa(as)’ı tanrılaştırmaya başlamışlar biz de de malesef o tanrılaştırma bilimsel olarak yapılmıştır. Bunlar buna elbetteki (katolik kilisesi) bilim demiyor. Bizde de şey var. İnsanları kurandan uzaklaştırmak için yapılan ilk esaslı çalışma, elimizdeki kitaplara göre İmam Şafi tarafından olmuş. İmam Şafi’nin kendisi mi yazdı? Başkası yazdı Ona mı mâl etti o ancak ahirette ortaya çıkar. Bizim siteye de koyduk “Nebinin ve Ulemanın Tanrılaştırılması” yazısı var. Ne yapıyor İmam Şafi? Önce bir resul ve nebi kavramları karıştırılıyor. Resul, Allah’ın elçisi demektir. Nebi, Allah’ın vahiy indirdiği kişi demektir. Bu kavramlar karıştırılarak resul kavramı kendisine kitap indirilen oluyor. Kuranda Allah “tatemen nebiyyin” dediği halde bunlar “hatemur resul”e çeviriyorlar. Nebilerin sonuncusu, resullerin sonuncusuna dönüyor. Resul elçi olduğu için elçi kendi sözünü söylemez. Allah “ve mâ alâr resûli illâl belâg: elçiye tebliğden başkası düşmez” diyor. Sadece tebliğdir. Tebliğ ediyorsa kendi sözünü değil başkasının sözünü. Allah’ın elçisi Allah’ın sözünü tebliğ ediyor. Dolayısıyla elçiye itaat Allah’a itaattır. Çünkü kendi sözü değil. Ama nebi-resul kavramları karıştırılıp resul nebinin yerine yerleştirilince bu defa Resulullah’ın kendi sözleri Allah’ın sözüne dönüştürülmüş. Bunun için yeni bir kavram bulunmuş, sünnet demişler. Sünnet kelimesi de kuranda değişmez kanun olarak şey yapılıyor. Bu kelimelerle nasıl oynandığını şey yapmak için. Ondan sonra İmam Şafi orada hikmeti de söz konusu ediyor. Hikmeti öyle anlatıyor ki, kuran ve hikmet, kitap ve hikmet. Hikmet diyor Allah’ın sadece bu resulüne verilmiştir Muhammed(sav)’e. Nasıl olsa insanların kuranla irtibatını kesmişsiniz. Âli İmran 81’de bütün nebilere verildiği ifade edildiği halde. Bakara 269’da her insanın hikmete ulaşabileceği ifade edildiği halde, bir çok ayette Allah’ın resulünün bizlere hikmeti öğrettiği ifade edildiği halde bütün bunlar yok sayılmış. Hikmet kelimesini kullanmayı da ihmal etmemişler. Ondan sonra ne diyor; “sünnet ile kuran aynı kaynaktan gelen aynı etkide olan yani itaat açısından eşit olan şeydir” diyor. Ne oldu şimdi? Kuranın yanına bir kaynak daha koydu değil mi? Ve ayetleri kullanıyor. Resule itaati emreden ayetleri delil olarak kullanıyor, onun dışında hiç bir ayet ortaya konmuyor. Cımbızla çekerek. Ondan sonra da diyor ki mesela bir örnek olarak kuran kuranı, sünnet sünneti nesh eder. Kuran sünneti, sünnet kuranı nesh etmez diyor. Aralarında bir de saldırmazlık anlaşması da var. Sen bana karışma ben sana karışmayayım yürüyüp gidelim haşa. Ondan sonra da diyor ki; efendim diyor kuran Kur’anı nesh eder dersek recm cezası ne olacak? Faiz meselesi ne olacak? Ondan sonra tutmuş kendi Er Risalesi’nde ki bizim nebiyi tanrılaştırmada aslında görürsünüz ayrıntılarını. Tutmuş bir tane hadisle üç tane ayeti nesh etmiş. Hani sünnet kuranı nesh etmezdi? Az önce söyleyen sen değil miydin? Ne oldu şimdi? Bir kere sünnet kavramı çok yanlış o ayrı. Hadi tamam dediniz. Kuran ile sünneti aynı seviyeye çıkardı. Şimdi sünnet kuranı nesh ettiğine göre ne oldu sünnet? Sünnet kuranın üstüne çıktı. Kuranın üstüne çıktığı andan itibaren yeni ayetler uydurma şansınız yok ama istediğiniz gibi hadis uydurabilirsiniz. Biliyorsunuz şu anda birisinin sitesinde var: yeni hadislerden haberdar olmak için üye olun diyor. Senaryo çok kolay ne olacak kimse de sorgulayamıyor. Orada bir kere kuran tarihe gömüldü mü? Kuranın tarihe gömülmesiyle birlikte Sasani ve Roma etkisiyle yeni bir İslam oluşturuldu. Yeni İslam, Fransız ihtilalinden sonra insanlar fıtratlarına yönelmeye başladılar. Çünkü Fransız ihtilalini yapanlar kiliseyi reddettikleri için Tevrat ve İncille bir alakaları yok ama bir şey söylemeleri lazım insanlara, cazip bir şey. O zaman fıtrata yönelmek zorunda kaldılar. Onun için işte belgeseller şunlar bunlar hep onlar tarafından hazırlandı. Fıtrata yönelince yani Allah’ın yarattığı ayetlere yönelince ister istemez indirdiği ayetlerden de yarattığı ayetlerden de haberi olmayan İslam dünyasına hakim olmaya başladılar. Bilgi ile hakimiyet kurdular. İslam dünyası bu defa yenilmiş karşısında yeni bir yapı oluşturmaya başladı. Eskiyi savunamıyorlar. Mesela İşid’in olayını biliyorsunuz. Esirler alıyor, aldığı esirleri öldürüyor. Cariye pazarı kuruyor. Odalık olarak kullanıyor. Bir televizyoncunun bana söylediği; “Hocam gidiyoruz hocalara İşid’in yaptığı nedir? “islam’da yoktur”. Peki niye yoktur dediğimizde “İslam’da yoktur”. Peki biraz açıklama Hocam? “İslam’da yoktur”. Başı da bu sonu da bu. Peki nedir? Peki olan ne? “İslam’da yoktur”. Peki olan ne onu bir anlat diyoruz herkes kaçıyor dedi. Çünkü bu geleneksek İslamı kabullenemiyorlar, kurandaki İslam’dan da haberleri yok. Çünkü öyle bir yetişmişlik yok. Abbasiler’den beri medreseler diplomalı cahil yetiştirmiştir. Bu maalesef gerçektir. Şu anda da ilahiyat fakülteleri diplomalı cahil yetiştiriyor. İmam hatip okulları diplomalı cahil yetiştiriyor. O diplomalı cahiller milletin önüne hoca olarak geçiyorlar. O büyük sıkıntı. Bu defa şimdi ne yapıyorlar şu anda? Kuranı tarihe gömmek zorunda kalıyorlar. Çünkü ayetlere parçacı yaklaşarak ne yapacaksınız diyorlar böyle. Çok ustaca orada enstitüler kurmuşlar, araştırma yapmışlar Yefimov’un tespiti ile ilgili bunların nasıl olsa kurandan haberi yok. Böyle yarım yarım şeylerle bunlara hücum ediyorlar. Mesela şöyle düşünün: benim sırtımda bir ceket var. Birisi bu ceketin kolunu koparıp da getirse “siz buna ceket diyorsunuz giy bakayım bunu nasıl giyiyormuşsun” dediği zaman herkes şaşırıp kalacak. Adam bilmiyor ki o kolun bu ceketten koparıldığını. Bir kolu var bir kolu olmayan ceketi de gösterip giy bakalım nasıl giyiyorsun? Herkesi şoke ediyor. İşin aslını bilmeyenler bu defa ne yapıyor? Kuranı tarihe gömme ihtiyacı duyuyorlar. Gömdün ne olacak? Kur’an’sız nasıl bir din olacak? Şu anda Türkiye’de olan şu: dikkat ediyorsanız dindarlar hakim oldu falan deniyor. Evet doğru dindarlar ama hangi dinin dinarı? Allah’ın dininin mi yoksa kendi kafalarındaki dinin dindarı mı? Dikkat ediyorsanız bu dönemdeki kadar hurafe tavan yapmamıştı. Nerede hurafeciler varsa sonuna kadar desteklenir, nerede ki bunların yanlışlarını ortaya çıkaran varsa “aman bunlar bir kaybolsa da kurtulsak” denir ki bu da en başta biz geliyoruz tabi. Ne yapıyor İşid karşısında? İslam’da yok deniyor. Peki olan ne? 126 tane islam alimi denen insanlar İşid’in başkanına mektup gönderiyorlar. Burada okuduk ders yaptık onu biliyorsunuz bir gün. “Efendim bir asırdan fazladır ki müslümanlar hatta bütün dünya kölelik ve cariyeliğin kaldırılmasında icma etmiştir. Artık icmadan sonra köle ve cariye edinmek haramdır”. Ya bu ne icması? Sen batı karşısında iyice yenilmişsin, sesini çıkaramayacak hale gelmişsin. Senin siyasilerin batının baskısıyla kölelipi cariyeliği kaldırmak zorunda kalmış sen buna icma diyorsun. Böyle icma olur mu? Bu işin bir başka tarafı. Sen diyorsun ki yanş senin inancına göre kölelik ve cariyelik kuran ve sünnete uygun olan bir uygulamadır. Kurana ve sünnete aykırıdır diyemiyorsun ki. Böyle bir bilgi birikimin yok. E peki kuran ve sünnette olan bir şey icma ile ortadan kaldırılıyorsa konsil kararlarıyla Hristiyanlığı bozan kişilerden sizin ne farkınız var. Hıristiyanlar sizden çok çok çok daha iyi. Niye çok çok çok daha iyi diyorum birkaç tane çok? İstediğiniz kadar üstüne ekleyebilirsiniz. Çünkü bakın burada katolik kilisesi diyor ki; “şu tarihte Antakya’da toplandık” diyor “şu kararı aldık”. Bu tarihte “Efes’te şu kararı akdık”. “Şu tarihte İznik’te şu kararı aldık. “Şu tarihte Kadıköy’de bu kararı aldık”. Peki siz ey icmacı kişiler! Ne ise artık onu C. Hakk ahirette vasfını bildirecek onlara ben söylemeyeyim. Siz hangi tarihte nerede toplandınız ve ne kar aldınız söyler misin? Toplantıya kimler katıldı bir söyleyin bakayım. Bir tane örnek verin bakayım sizin icmanıza. Ve bunun adına din diyeceksin. Sen kendi hayalinde bir şey oluşturacaksın ona din diyeceksin, ondan sonra kurandan sünnetten dediğin şeyi onula ortadan kaldıracaksın ve bu Allah’ın dini olacak. Şimdi de Mısır’daki olaylara “efendim bu insan haklarına aykırı”. Peki insan hakları 1948’de evrensel beyanname yayınlandı, o zaman mı bu din ortaya çıktı? Niye kurandan, Resulullah’ın uygulamasından bir delil getiremiyorsun? Çünkü adına İslam uleması denen gurubun tamamının kurandan haberi yoktur. Allah’a şükür biz onların en büyükleri ile defalarca toplantılara katılmışızdır. Yefimov’un yaptığını ben çok yaptım yani. Medine’de toplantılarından birinde şunu söylemiştim; “her kafir müslüman olmak ister. Önce iman edecek ki sonra kafir olsun. Böyle bir insan kafir olamaz ki” dedim, herkes “öyle şey mi olur, ne demek”. Ya siz hiç kuran okumadınız mı? Ondan sonra Hicr suresinde ” HİCR-2: Rubemâ yeveddullezîne keferû lev kânû muslimîn “ne demektir? “Kane mu’minine” niye demiyor Allah? Kafirler keşke zaman zaman müslüman olsak diyor. Çünkü kendini mümin kabul ediyor. Hepsi. Ama teslim olamadığını düşünüyor. Sonra “Yevme tebyaddu vucûhun vetesveddu vucûh: o gün bazı yüzler ak bazı yüzler kara olacak. Yüzleri kara olana Allah şöyle diyecek; “ekefertum ba’de imanikum: inandıktan sonra kafir mi oldunuz”(Âli İmran 106). Bu ayetleri okuyunca hepsi şok oldu böyle sustular. Bir tanesinin sesi çıkmadı. Bunlar İslam ulemasının en önde gelenleri. En tepede olanları. Çünkü Kur’an’sız yetiştirilen insanlara işte İslam ulemasının başı, yok efendim “Türkiye Alimler Birliği” toplantı yapmış bilmem… Kullandıkları tamamen batılı cümleler. Şimdi yeni din, eskiden Sasani ve Yunan yapımıydı. Biraz da içerisine İslam’dan biraz şeyler katmışlardı. Şimdi yeni din de geleneksel din anlayışını ve hurafecileri rahatsız etmeyecek derecede ayetlerden alacaksınız, çünkü ayetsiz olmaz. Bir iki ayet olması lazım. Kur’an’a ihtiyaç mı var: kuran yarışmaları düzenleyin, tecvid yarışması düzenleyin. Onlar tamam, onlar olsun hiç önemli değil. Radyolarda, televizyonlarda her yerde akşama kadar da kuran okunsun hiç mühim değil içeriğini bilmedikten sonra. Peki o zaman hukuku ne olacak? İcma var ya! Batılı değerler. Bitti. Şimdi işte batı güdümünde yeni bir din oluşmuştur maalesef. Buna dikkat edelim.
VEDAT YILMAZ: Çözüm olarak söylediği şeyi söyleyeyim. “Bu çok hamleli güce karşı koymak için onun temelinde yatan ana tezden yola çıkmak gerekir. O da şudur: sosyolojik açıdan vahyin Allah tarafından insana gelen İbrahim-i denilen dinlerin özünü oluşturan ana tez, yeryüzünde Allah’ın adil toplum iddiasını Allah’ın sözü üzerine insanların kendi çabalarıyla gerçekleştirmeleri, o toplumda insanların hiç birisi bir başkasına köle olmayacak, hiç birisi kimseye baskıcı olmayacak, herkes özgür yaşam sürecek. Bu da kendi şahsi potansiyel gücüne yaraşır bir şekilde olacak. Allah’ın yeryüzünde onun sözü üzerine adil toplum oluşumu tezi tek bir alternatif olarak kalıyor. Bu tez çeşitli kültürlerde yer alarak söz konusu senaryoyu etkisiz bırakabilir ve insanları birbirine karşı koymadan karşılıklı saldırıdan kurtarabilir” diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Gayet güzel. Yani herkes sadece Allah’a kul olsun başkasına kul olmasın. Mesele bu. Zaten netice o.
RÜSTEM VASİPOV: Sayın Yefimov’un önce gösterdiği şu slayttaki gördüğünüz koyu olan yazılar ön üç yazı ön plana almıştır. Bunlar bir kuranı yok etmek için tarihi yok etmek için ve insanların dünya görüşünü değiştirmek için önemli unsurlar. Zaten onların ismini de ideoloji, tarih ve dünya görüşü. Eğer o önce baştan söyle. Sonra alttan dedi eğer ideolojisini değiştirirseniz toplumun, tarihi de değiştirmek zorundasın. Tarihi değiştirdiğinizde dünya görüşünü de mecbur değiştirirsiniz. Yani bunları parayla, silahla falan değiştirme lüzumunda görmüyor diyor. Bu noktalar da 6 madde üzerinde toplanmıştır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onlar tabi onu uzun uzun orada konuşmuştuk o konularda. Evet Vedat.
VEDAT YILMAZ: Hocam bu ikinci yazısında dünyadaki dinlerin neden barış içinde olmadıkları ile ilgili düşüncelerini söylüyor. Birinci uyuşmazlık itikadi konudaki uyuşmazlık. Onları zaten biliyoruz. Teslis vesaire. İkinci uyuşmazlık da sosyolojik açıdan uyuşmazlık. Onu da şöyle dile getiriliyor. “Yahudilik şunu vurgulamakta: Yahudiler Allah tarafından seçilmiş bir kavimdir. Misyonları da insanlar üzerinde ahirete kadar dünya hakimiyeti kurmaktır. Bütün diğer insanların var olma hakkı da sanki Allah’ın bu seçilmiş milletinin iktidarı altında olmalarıdır. Bundan dolayı seçilmiş millete boyun eğmek ve hizmet etmek istemeyenler yok olacaklardır. Bunun temeli de eski ahide göre Yahudilerin uluslararası faizcilik monopolüne bağlıdır”. Şu bölümleri veriyor eski ahidden: “Kardeşinize para, yiyecek ya da faiz getiren başka bir şey ödünç verdiğinizde ondan faiz almayacaksınız. Yabancıdan faiz alabilirsiniz ama kardeşinizden almayacaksınız. Böyle yapın ki mülk edinmek için gideceğiniz ülkede el attığınız her işte tanrınız rab sizi kutsasın”. Tesniye Bölümü 23, 19-20 pasajlar. “Rab, ülkenize yağmuru zamanında yağdırmak ve bütün emeğinizi verimli kılmak için göklerdeki zengin hazinesini açacak, birçok ulusa ödünç vereceksiniz ancak siz ödünç almayacaksınız. Rab sizi kuyruk değil baş yapacak. Eğer bugün size ilettiğim tanrınız rabbin buyruklarını dinler onlara iyice uyarsanız altta değil her zaman üstte olacaksınız. Bugün size ilettiğim buyrukların dışına çıkmayacak, başka ilahların ardınca gitmeyeceksiniz” Bu da Tesniye 28 12-14 arası.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Orası nasıl olsa bilinen şeyler. Burada faiz konusu var. Ben burada size bir şey söyleyeyim. Mesela Türkiye’de biliyorsunuz 1983’de faizsiz finans kurumları kuruldu. Ve o kurulduğu günden itibaren biz de 20 seneyi aşkın süre danışmanlık yaptık oralarda. Çok sayıda ilmi toplantı yaptık. Allah’a şükür ondan önce de çok uzun ilmi toplantılar yapmıştık. Zaten ondan dolayı bizi danışman olarak seçmişlerdi. Ama sonra şöyle bir şey olmuştu: geciken alacaklara karşı ne yapabiliriz diye problemler ortaya çıkıyor. Çünkü şöyle bir şey oluyordu: mesela diyelim ki Albara’nın bir kimsede 100 bin lira alacağı var, 100 bin lira da Yapı Kredi bankasının var. Yapı kredi bankasının borcunu ödemezse faiz işliyor, Albaraka’ya ödemezse faiz işlemiyor. Bu defa da adam Albaraka’yı bırakıp Yapı Kredi’yi ödüyordu. Bunlar da diyordu ki “yaa bize olan borçlarını ödemiyor başkasını ödüyor ne yapalım?”. Aslında burada çok da ciddi rakam değildi, oranı da hatırlıyorum. Onlara da söylemiştim uluslararası çapta zaten her işletmenin bu kadar kaybı olmaz mı alacaklardan? Evet dedi. Daha ne şey yapıyorsun. Çok ciddi de bir rakam değildi. Ama o zaman bunlarla ilgili bir çalışma yapmıştım. Tamamen Kur’an, Resulullah. Sitemizde de var. “Ticaret ve Faiz” kitabında da var. Tamamen Kur’an, Resulullah’ın uygulaması ve fıtri esaslara, hiç kimsenin faiz diyemeyeceği temelle önce bir Arapça olarak yazmıştık. İlk önce Cidde’de basılmıştı. Mekke’de ramazanda bir toplantıya davet edilmiştim İslam iktisadı ile ilgili. Bugün işte mesela Yusuf El Karadavi’nin de sürekli katıldığı toplantılardan birisiydi. Onun ismini şey yapmamın sebebi şu: Mısır’da idama mahkum edilenlerden ve bugün Dünya İslam Alimleri Birliği başkanı ve bugünlerde beyanatta bulunan kişilerden olduğu için. Bu toplantıları orada organize eden Abdussettar Ebu Gudde. Oraya gittik tabi ilk defa karşılaştık. Karşılaştık dediğim o toplantıda ilk defa karşılaşıyoruz. Her zaman her toplantıda beraberiz. Geldi sarıldı “aa hoş geldin” falan dedi “e hoş bulduk”. Dedi ki: “sen tam Hz. Süleyman çözümü yapmışsın” dedi. “Haza huvel hallu Süleymani” dedi. Ben o zamana kadar görmemiştim. Süleyman çözümü diye bir şey dilimizde kullanılmaz. Meğer Araplar kullanırlarmış böyle bir şey. Ne demek dedim yani Süleyman çözümü? “Biliyorsun işte Davud(as)’a bir soru soruldu. Süleyman(as)’a da soruldu. Cevabı Süleyman(as) verdi, işte o tercih ediliyor işte o”. Dedim beğendiniz mi? “Çok güzel, problemi kökten çözer” dedi. İyi dedim ne güzel. Türkiye’de de tercüme ettik Türkçe ilgili yerlere söyledik. “Ya Hocam bu ne muhteşem bir çözüm. Bu bizim problemi tamamen çözer”. Çünkü gecikme faizi alma istekleri var. Gecikme faizi aldılar mı bu faiz olacak. 1985 mi yok 1983 galiba çünkü bu finans kurumları daha yeni kurulma aşamasındayken Taksim’de bir toplantı olmuştu. Sheraton Oteli vardı o zaman orada. Toplantıda Mustafa Ez Zerka bilinir yani Arapların en çok bilinen en saygın ulemasından birisi. Mustafa Ez Zerka’nın bir sunumu olmuştu. Türkiye’den sadece ben katıldım onu da söyleyeyim. Tahdisi nimet için söylüyorum. Allah’a çok şükür bu işleri en iyi bilenlerden sayılıyorduk o zamanlar. Toplantıda üç gün konuşuldu. Ben ağzımı açmadım. Çünkü ilk defa bir toplantıya katılıyorum ve hiç Araplarla muhatap olmamışım. Ben zannediyorum ki konuşurken bir faili mensub okursam mef’ulu menfu okursam çok ayıp olur diye korkuyorum. Dört dörtlük bir konuşma yapmak gerekir diye düşünüyorum. Ağzımı açıp konuşmadım hiç. Neyse üçüncü gün şey oldu. Şahit olarak da söyleyeyim Emin Saraç Hoca hayata, O da oradaydı ama Mustafa Zerka’nın yanında. Yani toplantı üyesi falan değil. Sadece onunla birlikte dolaşan bir hoca olarak vardı. 7 kişilik bir heyetti. Oturduk işte fetva çıkaracağız. Gecikme faizine ceza diyor Mustafa Zerka. Ne bir ayete dayanıyor ne bir ayete dayanıyor. Şafi mezhebinin bir görüşünü çarpıtarak kendisine delil alıyor. O bizim Ticaret Ve Faiz kitabında vardır. Arzu eden görebilir. Orada herkese soruldu işte sen ne diyorsun, sen ne diyorsun falan. Orada iki kişi miydi üç kişi miydi hayır dedi, diğerleri evet dediler. Zannedersem 7’ye 5 tam geçecekken karar yani gecikme faizine gecikme cezası diyecekler, faiz olmaktan kurtulacak. Sıra bana geldi sen ne diyorsun en son bana sordular. Ben dedim bu faizdir. Mustafa Zerka dedi ki; “yaa ne demek” dedi. Yaşımız da hepsinden genç tabi orada. Kaç sene önce oluyor? 32 sene öncesi. “Ne demek yaa! Üç gündür ağzını açmıyorsun, ilk ağzını açtığın zaman olmaz diyorsun” dedi. Artık o zaman mecbur kaldık konuşmaya tabi. Mecburen cevap vereceksin. Artık doğru-yanlış düşünmeye lüzum yok. Dedim ki; “ben ilk defa Araplarla muhatap oluyorum. Ben Türkiye’de okudum tamamen. Onun için Arapça konuşma ile ilk defa yüz yüze geldim. Hiç kimseyle Arapça konuşmadım ki şimdiye kadar”. Çok az oldu. Bir toplantı vardı orada hilal konferansı sebebiyle çok az konuşma olmuştu. Konuşamam dedim niye böyle söylediğimi ama isterseniz yazılı olarak söylerim dedim. Yazayım dedim niye böyle söylediğimi. “Ben zaten yazılı isterim” dedi. Hemen bir satır mı bir buçuk satır mı yazdım gerekçesini buyurun dedim. Öyle deyince oradakilerin bir kişi yanında kaldı diğerleri vaz geçti. Mustafa Zerka küplere bindi tabi. İstedikleri çözümü de bulduk Allah’a şükür. Süleyman çözümü dediler. Bizimkiler “muhteşem Hocam”dediler. Peki toplaşalım dediler. Aradan yıllar geçti. İşte 2000’li yıllar. 3’mi 4’mü? Tarihi tam hatırlamıyorum. Beşiktaş’ta toplandık. Bunu tam olarak söyleyeceğim. İsimleri pek söylememiştim ama şu anda tam söyleyeceğim. İsimlerin hepsini açıklayacağım şimdi. Bir tanesi dışındakiler hayatta. Belki tövbe etmelerine vesile olur. Gittik orada Hayrettin Karaman var. Nurettin Can var. Nurettin Can, Kuveyt Türk’ün danışmanı. Hayrettin Karaman, yanlış hatırlamıyorsam henüz hiç bir kuruluşun danışmanı değil. Belki Asya Finans olabilir ama hatırladığım kadarıyla hiç bir kuruluşun danışmanı değil. Halil Gönenç var. Halil Gönenç, Faysal Finans’ın danışmanıydı en başta. Halil Göneç bizim vakıftan bir arabayla beni aldılar. Oraya gidiyoruz. Bu gecikme faizi ile ilgili olarak faizdir kardeşim dedi. Gecikme cezası diye bir şey olur mu dedi. Bu faizdir dedi. Gittik oraya. Orada asıl sunumu ben yapacağım. Hatta toplantıya girmeden şu anda Osman Akyüz vardır katılım bankaları birliği başkanı. O da Kuveyt Türk’ün genel müdürü. Hocam senin bu çözümün dedi bizim problemimizi tamamen ortadan kaldırır. Ahmet Ertürk de vardı. O zaman Osman Akyüz genel müdür, O da genel müdür yardımcısı. O da bu tamamen bizim problemimizi çözer dedi. Neyse girdik içeriye. Bekliyoruz ki asıl konuşmayı biz yapacağız, öbürleri değerlendirme yapacak. Baktım ki ilk konuşmayı Hayrettin Karaman yaptı. Ve dedi ki cezadır alınabilir dedi. Faiz değil gecikme faizine ceza dedi. Alınabilir dedi. Nurettin Can da alınabilir dedi. Sıra geldi Halil Hoca’ya. Halil Hoca, iki ileri bir geri. Bir öyle bir öyle. Hocam söyle nedir? Tam olarak söyle. Zorlandı, zorlandı caizdir dedi alınabilir dedi. Üç tane hoca buna caiz deyince oradakiler adeta ittifakla o zamana kadar o muhteşem çözüm ne oldu biliyor musunuz? Senin görüşün uygulanamaz, tatbik edilemez falan. Allah Allah! Bir acayip oldum gerçekten. O günden itibaren de ipler koptu. Ondan sonra da dediler ki biz sana sormak zorunda değiliz dediler. Sen de hocasın, Hayrettin Karaman da hoca. Tamam siz bilirsiniz dedim. Ondan sonra da Hayrettin Hoca onların danışmanı olmaya başladı. Ondan sonra da sukuk diye saçmalığın daniskası olan güya islami falan filan diye bir takım şeyler uydurdular. Hocaları nasıl olsa tamam, fetvalarını veriyor. Şimdi bakın o gün bugün Türkiye, tarihinin hiç bir döneminde olmadığı kadar gırtlağına kadar faize girmiştir. Dün bir imam Niğde’de camide kendisini asmış kredi borcundan dolayı. İnsanları artık bunalımın doruğuna getirdiler. Şimdi işte batı güdümlü bu yeni dinde faize fetva vermeyenlerin yeri olmadığı için biz bunlardan tamamen tecrit edildik. Eskiden dedim ya 1983, Türkiye’yi temsil eden tek kişi benim. İkinci kişi yok. Ama şimdi hiç bir ekonomik toplantıda hiç bir ekonomi ile alakalı şeyde bize asla sorulmaz. Niye sormadıklarını şey yapmıyorum, anlayışı anlatmak istiyorum. Çünkü batı tipi yeni din. Bu dinde faiz haram olmaz. Mustafa Öztürk’ün mealini getirir misiniz. Mustafa Öztürk ile Süleyman Ateş’in mealini getirin. Batıda tefecilik kabul edilir mi? Bugün Türkiye’de tefecilik caiz mi yürürlükteki kanunlara göre? Yasaktır değil mi? Çünkü batıda da yasaktır. Tefecilik yasak. Tefecilik dediğiniz zaman ne anlaşılır? Yasal olmayan faiz. Çünkü yasal olacak ki oradan bazı kuruluşlar oradan payını alsınlar. Yeni dinin hocaları bak bu kadar ağır söylüyorum cevap versinler diye söylüyorum. Hodri meydan çıksınlar bakalım karşıma. Oradan faizle ilgili ayeti aç Bakara 275’i. Ben şimdi hayret ediyorum. Ben, Süleyman Ateş’e bu meseleyi Ankara’da anlattım. İkna da oldu ama değiştirmedi görüşünü. İnanılır gibi değil yani. Hayattalar, inşallah tövbe ederler. Onu eksik bıraktım: O toplantıdan dönüyoruz aynı arabada Halil Gönenç Hoca ile. Dönerken bana ne dedi biliyor musunuz? Faizdir kardeşim dedi. Giderken faizdir kardeşim, orada caizdir kardeşim, dönerken faizdir kardeşim. Hocam bunu bana değil orada söyleyecektiniz dedim. Bakın Bakara 275. Oradan oku bakalım Vedat ne yazmış. Mustafa Öztürk kuran mealine ne yazmış.
VEDAT YILMAZ: Parantezleriyle okuyorum. “Mallarını Allah’ın rızasıyla kazanmak arzusu yerine tefecilik yapıp servetlerine servet katanlar kazanç hırsından dolayı adeta şeytan çarpmış, delirmiş gibi hareket ederler. Nitekim onlar”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mealin ayetle ne alakası var Enes Hoca? Ayeti kendine uyduruyor. Tefecilik yapanlar diyor değil mi? “Tefecilik yapanlar”. Peki bir de 279’u oku.
VEDAT YILMAZ: “Böyle yapmadığınız, tefecilikten vazgeçmediğiniz takdirde bilin ki Allah ve elçisi tarafından size savaş açılmıştır. Eğer tövbe edip tefecilikten vazgeçerseniz anaparanız sizindir. Böylece ne siz haksız yere başkasının malını, ne de başkası sizin malınızı almış olur”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Peki anapara senindir deniyorsa o ayette, tefecilik yasal faizin dışındaki faizdir değil mi? Anapara senindir dendiği zaman 1 milyon lira verip de 1 milyon artı bir kuruş aldığın zaman o 1 kuruş faiz olmuyor mu? Ancak anaparanı alırsın diyor değil mi ayette? Bak görüyor musunuz kendi kendilerini nasıl yalanlıyorlar. Öyle bir tefecilik var mı dünyada? Peki bir de şeyin dip notuna bak. Orada riba diyor Süleyman Ateş.
VEDAT YILMAZ: “Riba yiyenler ancak şeytanın dokunup çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tamam riba nedir?
VEDAT YILMAZ: Riba: tefe ve gerçek faiz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Riba tefeymiş! Gördünüz mü? Onun için dikkat ederseniz Süleyman Ateş Hoca gazetelerde banka faizlerine hep fetva verir. Ankara’da Diyanet İşleri Başkanlığı bir toplantı düzenlemişti. Bazı bankaların genel müdürleri, bir de kamu bankalarının yönetimi mi öyle bir şey vardı onlardan gelmişlerdi oraya. Ben tabi faizle ilgili söyleyeceklerimi söyledim. Orada S. Ateş Hoca yani bugünkü banka faizlerinin aslında haram olmadığını, Araplarda faizin fakirden alınıp zengine verildiğini, bugün de zenginden alınıp fakire verildiğini söyleyerek bunu savundu. Sonra hava alanına gidiyoruz beraber. Bilirsiniz Kızılcahamam ile hava alanı arası bayağı uzaktır Esenboğa arası. Dedik ki “Hocam kim fakire faizle borç verir? Böyle bir şey var mı?” dedim. “Onlar yapıyorlardı” dedi. Araplar nasıl veriyorlar dedim. Delilin var mı dedi. Tabi var dedim. Allah demiyor mu; Rum 39 “Ve mâ âteytum min riben li yerbuve fî emvâlin nâsi fe lâ yerbû indallâh: insanların malları içerisinde artsın diye faize verdiğiniz şeyler Allah katında artmaz” demiyor mu? İnsanların malı var, veriyorsunuz. Zaten dedim faizli borç veren kişi alacağını fazlasıyla garanti etmeden vermez. Teminat da alır. “E canım onların da bir evi vardı”. Tamam o zaman evine göz dikmiş adamın. Varsa var. Ondan sonra Hocam siz diyorsunuz ki; “yasal faizde bir şey yok, tefeciliktir haram olan” diyorsunuz. “Evet”. Hocam dedim faizin oranı diye bir şey söz konusu olamaz. Yani milyarda bir de olsa faizdir. “Nereden çıkarıyorsun” dedi. Ayetten çıkarıyorum dedim. İşte bu ayeti okudum. İstetsen sen kendi mealinden bir okusana Bakara 278’u bakalım nasıl meal vermiş Süleyman Ateş. Az önce Mustafa Öztürk’ten okuduk.
VEDAT YILMAZ: “Eğer böyle yapmazsanız Allah ve elçisi ile savaşa girdiğinizi bilin. Tövbe ederseniz ana malınız sizindir. Ne haksızlık edersiniz ne de haksızlığa uğratılırsınız”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Tövbe ederseniz yani faizcilikten dönerseniz ana malınız sizindir”. Ne oluyor? Adam dese ki 1 milyar lira veriyorum 1 milyar 1 kuruş alacağım diye şey yapsa, ana malın senindir dediği zaman o ilave 1 kuruşu alabilir mi? O zaman faizde oran olur mu? Yasal faiz diye bir şey olur mu? İşte kendi yaptığı meal. Ondan sonra anladı meseleyi iyi dedi. Arkasından bir hafta sonra eski şekilde baktım fetvalar yine gazetelerde şey yapılıyor. Bu sabah bir arkadaş geldi diyor ki; “faize fetva vermeyenlere millet böyle gülerek bakıyor”. Bakalım ne zamana kadar güleceksiniz. İşte bu batı güdümlü dinin en önemli şeyi faize verilen fetvadır. Çünkü siz faize fetva verdiğiniz an batılılar sizi sömürecekler. Onlar için lazım olan o. Böyle bir din istiyorlar zaten. Gelsinler sizi satın alsınlar. Çünkü ne dedi? “Kendi kardeşine borç vermeyeceksin diyor başkalarına borç vereceksin. Borç verdiğiniz zaman, ticaretin içerisinde olanlar bunu gayet iyi bilir parayı verirsiniz malı alırsınız. Çok da karlı bir iş olabilir ama borcu ödeme günü borcu ödeyecek güçte olmazsınız. Kolay bir şey değildir bu. Her zaman toparlayamazsınız bunu. Çünkü elinizdeki malı paraya çeviremezsiniz, mal da veremezsiniz borcunuzun yerine. Ondan dolayı karşı tarafa mahcup hale gelirsiniz. Dolayısıyla borç insanı köleleştirir. Ondan dolayı işte 280.ayette C. Hakk diyor ki; “bağışlamanız daha iyi olur”. Ya diyor adamın genişliğe çıkmasına kadar bekleyin ya da bağışlayın diyor. O zaman karşı tarafı köleleştirmiyorsunuz. Ama bunlar öyle değil. Falanca gün ödeyeceksin diyor. Ödemezsen teminatını alır yani seni yakarım demektir. Bir de bugünkü bankacılık sistemi var. Bugünkü bankacılık sistemi geçen de burada anlattık öyle bir hale getirmiş ki şu anda 5.aydayız değil mi? 5.ayın 5’i itibariyle BDDK’nın (bankacılık denetleme kurulunun) raporundan çıkardığım bir şey var bir kısmını size okuyayım. BDDK’nın şeyine göre bankalar, kendilerindeki paranın tam 25,5 katını faizli borç olarak vermişler. Yani bir bankada 100 lira para varsa, cebinizde olan kağıt 100 lira, devletin bastığı 100 lira. Ama banka ondan BDDK’nın yayınladığı rapora göre 2550 lirayı faizli olarak borç vermiş. Yani bu artık çılgınlığın ötesi. Artık bunlar, Yahudi sermayesi, Hristiyan sermayesi tüm insanlığı satın alacak noktaya geliyorlar bu şekilde anormal derecede. İşte 2013 sonu itibariyle yaptığım Merkez Bankası hesaplarına göre Türkiye’deki devletin bastığı bütün paraların iki katını bankalar yasal faiz olarak almışlar. Böyle bir ülke ayakta kalabilir mi? Peki 2014’de ne olmuş? 3 katını almışlar. Bundan sonra 4-5katına çıkacaklar. Tabi ki sizi köleleştirecek adamlar. Bankacılık vücuttaki kanserli hücre gibidir. Vücudunuzu kanserli hücreler sarıyor, vücudunuzun genel durumu ile ilgili raporları da kanserli hücreler veriyor. O vücutta o kanserli hücrelerin esir ettiği diğer hücreler ne hale gelir? Şu anda da ekonomi ile ilgili raporları kim veriyor? Kanser gibi dünyayı saran bankacılık sektörü vermiyor mu? Ama bizim gibi tutup da kuran perspektifiyle söylenenler hiç. “Ne dedin! He”. Onlar görmezler. Çünkü onların baktıkları alan başka senin baktığın alan başka. Onun için şu anda bizlerin iyi bir doktor gibi elimizde Allah’ın kitabı olduğundan dolayı iyi bir doktor gibi bu kanserin pençesinde çırpınan dünyayı kurtarma mecburiyetimiz var. Zor mu? Çok kolaydır. Söyledim ya işte çok zor dedikleri konularda işte bu Hz. Süleyman çözümü. Peki öyle de hangisi uyguladı? Dedim ya ilk defa Arapçasını yayınladık ki hepsinin haberi olsun tartışılsın. Hiç bir tanesi uygulamadı. Adına İslam bankası denenlerin hiç birisi uygulamadı. Çünkü bunların tamamı bu sermayenin pençesi altındalar. Raporları onlar veriyor. Yani vücudu sarmış olan kanserden vücudun genel durumu ile ilgili rapor istiyorsunuz.
RASİM OSMANZADE: Konuya dönelim yani Yefimov’a. Ve tek açıdan. Çünkü sayın hocamız her şeyi söyledi. Ben isterim Yefimov’un üzerine yoğunlaşalım ama kuran açısından. Rus basınında, internette Yefimov benzeri ve kuranı tanıtan, İslamı tanıtan, Müslümanları tanıtan ama pozitif tanıtan çoktur malzeme. Eğer siz tıklarsanız onu görürsünüz. Ben bazen şaşırıyorum. Rus din adamları, sakalı şu kadar. Gerçekten din adamları içten konuşur İslamı överler.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ama Kur’an’ı değil.
RASİM OSMANZADE: Kurana gelemiyorlar bir türlü. Ama onlar pozitif yorumluyorlar İslamı. Kur’an’a dayandırıyorlar. Onlar bilmezler ki o tüm nazikleri ama durum şu ki Yefimov’un her kesimde daha geniş, daha derin ve içten inançlı şekilde Kur’an’a da geliyor. Tam Kur’an’a geliyor. Kur’an’ın tam özüne geliyor. Kur’an’dan biz ne çıkartıyoruz? Ama bir de Yefimov kurana geliyor, o şekilde geliyor ve o kurana geliyor. O kuranı biz destekliyoruz, biz yazıyoruz o kuranı. Ben şu maddeleri hitap ederim. Önce Kur’an’ı fıtrat olarak tanıtmaktır. Bak bizim merkezimizin adı nedir: Kur’an ve Fıtrat Merkezi. O kadar derindir. İlk önce de biz bunu böyle anladık. Fıtrata gelmezsen ilk kelimesinden, ilk cümlesinden, ilk satırından, sonra fıtrata gelmezsin. Başlayacaksan fıtrattan. Bak şimdi hepiniz üniversite öğreticisiniz. Fizikte siz birinci günde neden başlıyorsunuz? Matematikte, kimyada, biyolojide, sosyolojide ve diğer ilim denen bilim dalında neden başlıyoruz? O fizikin, ilmin ortasında başında herhangi bir yerinde bir yanlış ve ilimden çıkan bir şey var mı? Hayır yoktur. Eğer o tespit olunursa hemen o çıkartılır fizikten çıkartılır, ilimlikten çıkartılır. Işık nasıl giderse öyledir, ilimdir. Bu fıtrat kuranı o türlü götürüyor baştan sonuna kadar. Hiç bir şaşmaya, sapmaya yol bırakmıyor. Fıtrat kendisi ilimdir. Çağımızın ilmidir. İlim de dünkü ilim, önceki ilim, dünkü bozbaş, önceki bozbaş yoktur. İlimde her şey günlüktür. Yani günün ucunda alınandır. Bak laboratuvardan çıktı hemen girdi topluma. Laboratuvardan çıkan yeni bilgiyi kullanmazsa başka bir şey sunsa hemen diyeceksin “ya yok olmaz. Bak daha dün yeni bir şey tespit edilmiş sen bilmiyor musun?” diye ayıplayacak seni. Bilim fıtrat denen şey kurana göreyse o ne demek? Kuranın çağdaş bilime göre anlaşılması, yorumlanması, yazılmasıdır. Budur konu. Kurana ikinci açı diyelim. Bunu nereden görüyoruz? Hocamız’ın güzel tespiti; yaratılan ve indirilen ayetlerdir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Benim tespitim değil ki kuranın emri bu.
RASİM OSMANZADE: Tamam siz doğru kullanıyorsunuz. Çünkü Kur’an’ın emirlerini çoğu zaman kullanmıyorlar. Kendi adına diyorlar. Bu açıdan çok önemli. Yani Kur’an’da fıtratı görmek için sadece varlığa göz atmak gerekir. İnsandan tut bitkiye kadar, hayvana kadar bizim yaptığımız sosyal harekete kadar götür onu, Allah’ın yarattığına götür bu gerçek ilimle hemen birebir örtüşecektir. Her alanda da bu böyledir. Bundan sonra bunu nasıl inkar edersin. Bundan sonra bazı batılılar diyor “ya bu İslam nedir? İslam Muhammed’in bilgisidir” şudur, budur. O tespitler hiç yakından uzaktan göze alınmaz. Ama Yefimov Kur’an’ı destekliyor fıtrat anlamında, elçisi anlamında. Bu da çok çok önemlidir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mesela Rasim Hoca’nın Rusçasını Ruslar çok çok beğeniyorlar. Çünkü Moskova’da büyümüş esasen. Ve oraya fıtrat ile ilgili yazdığı yazılar çok etkili oldu. Bizzat biliyorum her gün. Az önce söyledi. Rusya’da kuranın önemine dikkat çekiliyor diye son zamanlarda. Bu işin bir arka planı var. 2008’de biz Rusya’ya gittiğimiz zaman Enes Hoca da vardı, Rasim Hoca da vardı. Rusya’ya gittiğimiz zaman Putin’in baş danışmanı olduğu söylenen bir zâtı 6 gün boyunca bizden ayrılmadı Yuri Mihailov adında. Kendisi de orada bir numaralı editör dediler Rusya’da. Ve bu zat bir kitap yazmış. Kuranı Anlama Zamanı diye. Kitabının adı o. Ve tabi çok yoğun bir programımız vardı ancak onu Kazan’da otelde akşam üzeri dinleyebildik. Nedir dedik. Dedi ki adam, söylediği söz aynen şu. Yefimov ile aynı. İki türlü müslümanlık var dedi. Birisi kuranın dışındaki müslümanlık, onu biz asla istemiyoruz dedi. Her şey onun içerisinde var dedi. Ama bir de kurandaki müslümanlık var ki bu dedi Rusya’nın problemlerinin çözümünün olmazsa olmaz kaynağı. Sadece Rusya değil dedi tüm dünyanın problemlerinin kaynağı. Mesela ben geçen hafta Paris’teydim dedi. O Eyfel Kulesi’nde gencecik çocuklar çıkıyor intihar ediyorlar niye? Onların da problemini ancak kuran çözer dedi başka bir şey çözmez. Ben dedi 3 yılımı tamamen buna ayırdım. Bunun içerisinde makaleler yazdım. Kitabı yayınlamış zaten Rasim Hoca da inceledi. Adamın dediğine uygun çıkmış kitabın içeriği. Bütün bürokrasiye dağıttıklarını söylediler kitabı. Dolayısıyla bu kitap ister istemez bunları etki yapıyor yani çözüm kuranda. Hatta böyle bir dergi çıkardıklarını da söylediler. Her tarafa da dağıtıyorlardı o zaman. Dolayısıyla şimdi Rusya’da öyle bir hareket var. İşte Yefimov da o harekette tek kişi değil. İzleyicilerden bazıları zanneder ki Yefimov tek. Rasim Hoca da ona vurgu yapıyor. Rus internetinde bu çok var. Ama Rasim Hoca’nın da gene az önce vurgu yaptığı bir şey var. Ne kadar istedilerse de Rusya müftüsü gelip bizim toplantımıza getiremediler yani oradakiler. Rusya müftüsünü getiremediler. Gelmedi. Hatta biz, hatırlarsın Enes Hoca da hatırlar gittik değil mi onların camilerine. Merkezlerine gittik ve bize yanaşmadılar. Biz gittik gelmediler. Görüşemedik yani. Bu kitap Rusya’da basılmıştır. Rasim Hoca tercüme etti. Basım tarihi kaç? 2003. Tarikatçılığa Bakış kitabı. Bu kitap daha önce onların çok önemli bir dergisinde tefrika edildi. O da Nauka i Religia dergisi. O derginin genel yayın yönetmeninin bize gönderdiği yazı. 2002’de göndermiş yazıyı. Diyor ki. Hoca’nın tercümesiyle okuyorum size. ” Nauka i Religia dergisi, Kuran Işığında Tarikatçılığa Bakış kitabınızın yeni çevirisini aldığını size duyururuz” diyor. “Şu zamanda biz bu çalışmayı inceliyoruz, bu kitaptaki farklı dinlerin birbirini diyalog yöntemiyle anlama çabası bize cazip gelmektedir”. Farklı dinler derken o bizim diyalogla şey yapıyor ya. Onların henüz İslam ile ilgili bir bilgileri yok onların. Tarikatçıyla görüşmeyi farklı dinlerin görüşmesi gibi düşünüyorlar onu. Yanlışlıkla doğru söylemiş değil mi? “Bize göre diyalog anlaşma ve dini zeminde yer alan çatışmaları önleme açısından çok önemli ve belki de tek yoldur. Düşünüyoruz ki bu problemlerin Türkiye ve Rusya din bilimcilerinin katılımıyla da gerçekleşen ulusal kongrelerde tartışılması onların çözümüne atılan önemli bir adım olabilir” diyor. Dergide bölüm bölüm yayınlayacaklarını söylediler ve yayınladılar. Arkasından ve dergilerinin trajı da bayağı artmıştı hatırlarsanız. Dergi 20 bin satıyordu 25 bine çıkmış öyle hatırlıyorum. O dergi çok önemli. 1959’dan beri hâlâ yayınlanan Rusya’nın en etkili dergisi. Hem bilim çevrelerinde hem halk çevrelerine şey yapıyor. Adı da Din ve Bilim.
Nauka i Religia. Ve bu kitabı ayrıca bastılar onlar. Tarikatçılığa Bakış. Bu kitapla ilgili Moskova üniversitesinde 2008’de yok 2003’de. İlk gidişimiz 2003. O zaman Enes Hoca yoktu bizimle beraber. 2003’de bu kitapla ilgili özel bir toplantı yapıldı. Ondan sonra orada Rasim Hoca’yı birisi tenkit etti tercümede. O da burada “sekta” kelimesini kullandığı için. Neydi o zâtın adı? Ben hatırlıyorum. Burada “tarikat” yerine “sekta” kelimesini kullanmış. Bunun yerine başka bir kelime koyalım dedi. Hepsi düşündüler başka kelime de bulamadılar. Bak şimdi bir tek hata buldular Hoca’nın şeyinde ama başka kelime bulamadılar. Adamın ifadesi aynen şöyle. Bu Moskova üniversitesinde olan ve salon da öğretim üyeleriyle dolu. Talebe yok. Dedi ki; “bu kitap çok önemli bir kitap” dedi. “Ama ‘sekta’ kelimesi soğuk bir kelime” dedi. Bu dedi Rus okuyucuya cazip gelmeyebilir dedi bu kelime. “Onun için ben bir sıcak kelime bulalım diyorum ama ben teklif de edemiyorum hangi kelime olduğunu”. O derece bir şey. Sonra biz orada toplantı yaptık. 2003’deki Moskova Ünivetsitesi’nde yaptığımız toplantının konusu biraz önce baktım kuranı anlama metodunu anlatmışız orada onlara. Çok da cazip gelmişti onlara gerçekten. Daha sonra onları buraya davet ettik. Kur’an ve hürriyet diye bir toplantı yaptık. Yine Kur’an vurgusu dikkat ediyor musunuz Kur’an. Ve unuttum, Rasim Hoca tercüme etmişti birçok yazımız o dergide yayınlandı bunun dışında. Birçok yazımız yayınlandı. 2008’de, şurada sözleşme var oranın 3 numaralı ünivetsitesi olan sosyal bilimler üniversitesinde Kazan’daki. Sen onun Rusçasını söylesene.
RASİM OSMANZADE: Tatarski Gosodarsini Humatinarna Pedegoji Üniversit. Yani Tatar Devlet Humanitar Eğitim Üniversitesi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sosyal bilimler diyelim. Türkiye’de öyle anlaşılır. Biz bu üniversiteye gittik. Programımız son derece yoğun. Öyle ki onlar bizim programımızı şey yapmışlar. Orada Türkçe bölümüne gittik. Türkçe bölümünde derse girdik. Ben Türkçe talebelerle konuştum. Çok da güzel Türkçe konuşuyorlardı gerçekten. O arada dediler ki sizi aşağıda bekliyorlar. Bir de ben zannettim ki orada konuşma yapacaktık ama bir de indik ki salon ağzına kadar dolu bütün hocalar gelmişler üniversitede. Onlara bir konferans verdik: din ve fıtrat. Az önce söylüyor ya. Aslında biz Almanya’da da onu anlattık, Amerika’da da onu anlattık. Bu fıtrat kelimesine vurgu yaptığın zaman kimse sesini çıkaramıyor. Acayip bir şey gerçekten. Yani Allah’ın yarattığı ayetler ile indirdiği ayetler aynıdır diye. Ve ben hayatımda ilk defa ilk ve son törenle karşılaştım. Hatırlarsınız. Üniversiteye girdik ki üniversitenin yönetim kurulu bizi törenle karşıladı. Allah Allah şaşırdık kaldık. Neyse orada konferansı verdikten sonra yok dediler, yönetim kurulu sizi bekliyor. Neyse çıktık hep beraber yönetim kuruluna. Baktık ki şöyle bir sözleşme hazırlamışlar. Bizden önce şeye bir heyet gönderdiler bize islam ekonomi fakültesi kurun diye. Onlarla oturduk konuştuk. Tamam kuralım. Şimdi onlar da biliyorlar Allah’a şükür bu konuları bildiğimizi biliyorlar. Tamam da biz gelemeyiz. Hangi hoca gelip anlatacak? Kusura bakmayın dedik elimizde eleman yok. Buradaki sözleşmede ne istiyorlar biliyor musunuz? Rusya, islam dinini anlatan hocaları yetiştirme yetkisini bize verdi. Biz de istiyoruz ki kuranı anlatsınlar bu hocalar siz yetiştirin. Sözleşme o. Burada. Islak imzalı sözleşmeler. Esası burada işte. İsteyen okuyabilir. “Doktora yaptırın, öğrencilerimiz gelsinler oraya”. Ama Süleymaniye Vakfı’nın mantığını istiyorlar. Kuran, başka bir şey istemiyorlar. Ama maalesef biz oraya giderken yani ben bunu haşa şikayet için değil, kimse bize destek vermiyor ki. 20 bin lira borç almıştım, geldik. Geldikten sonra Allah’a şükür C. Hakk ödemeyi nasip etti. 20 bin lira borçla gittik. Başkaları gitse yolluğunu alır, yevmiyesini alır, bilmem şunu alır bunu alır. Peki geldik, her taraf bize duvar kesildi. Hiç bir tane destekçi çıkmadı ve uygulayamadık. Ne sivil kesimden ne diğer kesimden bir tek destekçi çıkmadı. Düşünebiliyor musunuz? Peki ondan sonra irtibatlar kesildi mi? Hayır devam ediyor. Hâlâ devam ediyor. Bu sadece Rusya ile değil bu Avrupa’nın birçok yerleriyle de öyle. Bizim politikamız, baştan beri şu vakfın politikası şudur: Allah’ın resulleri nasıl davrandı? Resulullah kendisine gelen kadın ile erkek arasında ayrım yaptı mı? Yok. Yaşlı genç ayrımı yaptı mı? Sen falan ırktansın, sen filan ırktansın dedi mi? Tek şey var, sen Allah’ın kulusun ben de Allah’ın elçisiyim. İşte Allah’ın kulu ile Allah’ın ayetini yüz yüze getirmek. Bizim yaptığımız şu. Din anlayışı tamamen ortadan kalkmış. Rasim Hoca onu Ruslara çok güzel yazdı Allah razı olsun. Gerçekten 1 buçuk 2 sayfalık yazıyla yazıyor ve çok ciddi etki uyandırıyor. Nedir? Allah’ın tabiata koyduğu kanunların insan hayatına uygulanmasıdır Allah’ın dini dediniz mi hiç kimse itiraz edemiyor. Zaten Allah öyle demiş. Bu bizim tarifimiz değil ki. İşte Avrupa’da gittiğimiz yerleri etkileyen de bu, Rusya’da da etkileyen bu. Onun için mesela ben Avrupa’da 3 saatten aşağı konferans verdiğimi hatırlamıyorum. Çünkü mutlaka soru sormak isteyen oluyor. Yarım saat, bir saatlik sunum arkasından sorular. Bu sebeple Allah’a şükür vakfımızın şu an bulunduğu nokta ve en son haberi de size söyleyeyim. Rasim Hoca bana hatırlattı onu. Biliyorsunuz namaz vakitleri ile ilgili çalışmalarımız var. Bu çalışmalar C. Hakka çok şükür çok güzel oldu. Kutup bölgesinde bazı kişiler şey yapıyor “ya güneşi görüyorum ben nasıl akşam namazını kılayım? Güneşi görüyorum sen diyorsun ki sabah namazı olmuştur”. Tabi kolay değil alışmak. Türkiye’de öyle olmadığı halde hâlâ insanlara imsakı öğretemedik yani. Hâlâ yatsının sonunu öğretemedik. Ben de onlara diyorum ki; “peki orada güneşi görüyorsun ya, başka zamanda gördüğün gibi mi? Önünde bir perde yok mu? İşte o perde gecedir”. Var diyorlar. Tamam işte kardeşim sen gözünle görüyorsun. Dün arkadaşlarımla görüştük. Bunun formülünü bitirmişler. İnşallah bu ay bitmeden önce o formülü de ortaya koyacağız ki ilim tarihinde çok ciddi bir olay. Ve tamamen kurandan çıkarılan. Ve inşallah bundan sonraki şeyimiz ki onu zaten yapıyoruz ilmin en tepesinde kuran, ne kadar ilim varsa hepsinin başı kuran. Allah’ın izniyle burada dünyanın en güçlü ilim merkezini oluşturacağız Allah’ın izniyle. Din ile bilim arasında bir ayrım yok. Din ile fıtrat arasında da ayrım yok. Bunu bütün enbiya zaten ortaya koymuş. Bizim yapacağımız odur. Ondan dolayı çok şükür güçlüyüz ve Yefimov onun için buraya geldi. Ruslar onun için bizimle irtibat kurmaya çalışıyorlar ve biz de hiç bir zaman şey yapmıyoruz. Allah’a çok şükürler olsun bu şeyi devam ettireceğiz. Allah razı olsun.
RASİM OSMANZADE: Sizden de Allah razı olsun. Hocam ben bilmeyene söylüyorum bunların hepsini biliyorsunuz. Sayın Hocam’ın sayesinde vakfın faaliyetlerini kabul etmeliyiz. Teşekkür.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O iki gün boyunca anlatılanları tam olarak yansıtamadık ama arzu edenler onların şeylerini izlerler.
RASİM OSMANZADE: Görüşmeler devam edince ara sıra biz de o konuya döneceğiz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İlişkiyi şey yapmış değiliz ki. Adam bizimle ortak dergi çıkarma teklifinde bulundu. Ondan sonra bir de çok daha önemli, başka ülkelerle halkı yetiştirme teklifi. Bakın halkı yetiştirme teklifi düşünebiliyor musunuz? Ülkenin adını söylemeyelim. Erken olur. Çünkü henüz sözleşmesini yapmadık. Bize teklifi onlar yapıyor biz yapmıyoruz. C. Hakka çok şükürler olsun zaten en büyük güç ilim gücüdür. Çok şükür C.Hakk onu nasip etti. İnşallah hep beraber. Nasıl Resulullah’ın etrafında kadınıyla erkeğiyle genciyle yaşlısıyla herkes kenetlendiyse biz de kuran, resul zaten risalet manasınadır yani bana çağırdım mı haşa Allah muhafaza. Allah’ın kitabı etrafında kenetleşmemiz lazım. Hep beraber. O zaman Allah’ın izniyle kısa sürede hem islam alemini bu büyük sıkıntıdan kurtarırız hem dünyayı. Yefimov’un da çok güzel tespit ettiği gibi dünyayı bu işkenceden kurtarmanın tek yolu Allah’ın kitabıdır, kurandır. Aslında o işkencecileri de kurtarmış olacağız. Çünkü onların da piskolojileri rahat değil.