ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugün hem İslam tarihi hem de fıkıh açısından İslam ceza hukuku açısından önemli olan bir olayı gündeme getiriyoruz. Resulullah’ın Mekke’yi fethi sırasında Kabe’nin örtüsüne dahi bürünmüş olsalar onları öldürün diye emrettiği rivayet edilen kişilerle ilgili olarak misafirimiz Kırıkkale Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Dç. Dr. Adem Yıldırım’ın yapmış olduğu çalışmayı hep beraber dinleyeceğiz. Bunun kurandaki hükümler açısından, hem tarih açısından, hem de İslam ceza hukuku ve kurandaki diğer hükümler açısından bunun mümkün olup olmadığı, böyle bir şey vakii olup olmadığı konusunda inşallah güzel bir toplantı olacak. Kendisine geldiği için teşekkür ediyorum. Geçende de gene gelmişti sa ğolsun. Gene güzel bir toplantı yapılmıştı. Burada tabi önce Adem Bey’i dinleyeceğiz, arkasından bir değerlendirme yapacağız Allah nasib ederse. Hepiniz biliyorsunuz yani İslam’ın ilk halinden itibaren meydana gelen değişikliklerin ve bugünkü halinin ne olduğunu hepiniz biliyorsunuz. Bu şey de oldukça önemli. Biz daha önce burada Kabb B. Eşref olayının bir uydurma olay olduğunu okumuştuk. Her ne kadar kaynaklarda sahih olarak geçiyor olsa bile. Beni Kureyza olayının uydurma olduğunu okumuştuk. Yani kuranın Allah kitabı olması sebebiyle bütün bu konularla ilgili ister Beni Kureyza ister Beni Nadir ister Kaab Bi Eşref olayı olsun onlarla ilgili çok açık hükümleri var. Sanki Resulullah kurana aykırı davranıyormuş gibi bir hava var kaynaklarda. Burada şey de oldukça önem taşıyor. Bize çocukluğumuzdan beri hep öğrettiler şu şu insanlar kabenin örtüsüne bürünmüş olsalar dahi öldürün diye Resulullah Mekke fethinde emretmiştir. Şimdi onula alakalı Yrd. Dç. Dr. Adem Yıldırım’ı dinleyeceğiz.
ADEM YILDIRIM: Konuya geçmeden önce konunun daha iyi anlaşılması adına bir alt yapı değerlendirmesi yapmamız gerekiyor. Kuranda ceza hukukuna dair birçok prensip var. Konumuzu ilgilendirdiği yönüyle o prensiplerden bir kaç tanesini burada bahsettikten sonra konuya geçeceğiz. Tabi ceza hukuku dediğimiz zaman daha önce de ifade edilmişti farklı vesilelerle. Bir özet yapacak olursak üçlü bir tasniften bahsetmiştik. Bu tasnif hakların tasnifi. Birincisi şahıs hakkı, ikincisi toplum hakkı, üçüncüsü Allah hakkı. Bu tasnif bütün kitaplarda tabi yer alıyor. Bu bazen ağırlıklı haklar olarak da ifade ediliyor. Şahıs hakkı ağırlıklı, toplum hakkı ağırlıklı veya Allah hakkı ağırlıklı haklar olarak ifade ediliyor. Olayın detayı bir tarafa ama bu şema kuranda zikredilen birçok suçta kendisini gösteriyor. Örneğin şahıs hakkı dediğimizde kısas, şahıs hakkına giriyor. Yine kişisel davalar şahıs hakkına giriyor. Şahıs hakkının bir takım kendisine has özellikleri var. Şahıs haklarını birazdan ikinci tabloda göreceğiz. Af açısından bu tasnif çok önemli. Yani hangi hakkı kim affedebiliyor. Bunun ayrımı yapılmayınca suçlar ve cezalar bu noktada sıkıntı söz konusu olabiliyor. Toplum hakkına geçtiğimizde: toplum hakkı da yine örneğin kuranda hirâbe suçu, zina suçu ve hırsızlık suçu da toplum hakkına örnek olacak konular. Allah hakkı denildiğinde örneğin irtidat suçu. Tabi bu kuran ceza hukuku ilkelerine göre yapılmış bir tasnif. İrtidat suçu klasik fıkıh külliyatımızda bu şekilde değerlendirilmiyor. Cezası dünyada infaz ediliyor. Öyle bir yapı var. Dolayısıyla burada farklı bir durum söz konusu. Şirk suçu yine Allah hakkı kapsamında değerlendirilecek bir konu. İbadetlerin terki de yine Allah hakkı kapsamında değerlendiriliyor. Peki nedir bunun özelliği? Dünyada hukuk eliyle bir cezayi müeyide söz konusu olmuyor bu haklarda. Toplum haklarında mutlaka bir ceza gerekiyor. Şahıs hakkında ise cezaya tabi olup olmama hak sahibinin insiyatifine bırakılmış bir konu olarak değerlendiriliyor. Şimdi ikinci tablomuza baktığımız zaman af yetkisi açısından bu tasnifi değerlendirdiğimizde, şahıs hakkı ihlal edilmiş ise bir durumda işte bunu ancak o şahıs affedebiliyor. Konumuzla da çok ilintili. Yani Mekke’nin fethinde haklarında ölüm emri verilen kişiler hangi suçu işlemişlerdi? Bu suçu kime karşı işlemişlerdi? Burası çok önemli. Bu tablo, bizim yapacağımız tahlilde mihenk noktamız olacak. Yine suç, toplum haklarını ihlal etmiş ise burada af olmuyor. Kuranda zina suçunda, hırsızlık suçunda olduğu gibi orada toplum haklarında asla af söz konusu olmuyor. Üçüncü tasnifde suç, Allah hakkını ihlal etmiş ise af yetkisi Allah’a aittir. Örneğin irtidat suçunda olduğu gibi. Yani ceza davasına konu teşkil etmiyor hu hususlar.
Şimdi bu tabloları geçtikten sonra konumuz olan Mekke’nin fethi sırasında Efendimiz(sav)’in bazı kişiler hakkında ölüm emri verdiğine dair rivayetler var. Bu rivayetler, ceza hukuku açısından ne şekilde tahlil edilebilir? Gerçekten bu insanlar hangi suçu işlediler ve Efendimiz hangi suçlarına binaen ölüm cezası verdi. Veya bu rivayetler doğru mu? Şimdi rivayetleri şu şekilde alacağız. Önce bir Kütübü Sitte’den bir kaç tane rivayet alacağız. Sonra siyer kaynaklarında bu kişilerin isimleri ne şekilde geçiyor onları ele alacağız. Sonr da teker teker bu şahısların rivayetlerde geçen suçlarını ele alıp sonra hukuki değerlendirmesini yapacağız.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kütübü Sitte dediği zaman-ilk defa bizi dinleyenler olabilir Resulullah’ın sözlerini, sahabenin de uygulamasını nakleden kitapların önde gelenleri. 6 kitap. Kütübü Sitte dendiği zaman o kastediliyor.
ADEM YILDIRIM: Şimdi Buhari’de bir rivayet var. Meğâzi bölümünde geçiyor. Fetih günü Efendimiz bunu söylüyor ve burada sadece bir kişinin ismi geçiyor. Abdullah İbni Hatal diye bir şahsın ismi geçiyor. Şu şekilde rivayet: Hz. Peygamber fetih günü Mekke’ye başında mifer olduğu halde girmişti. Başından miferi çıkardı. Çıkardığı zaman yanına bir adam geldi ve “Abdullah İbni Hatal kabenin örtüsüne tutunmaktadır” dedi. Hz. Peygamber “onu öldür” buyurdu. Evet Buhari, Meğazi’de geçiyor bu. Şimdi burada bir kişinin ismi var. Bu Abdullah İbni Hatal kimdir? Bunu daha sonra şahıs şahıs. 14 tane şahıs var. 14 tane şahsı tek tek inşallah işleyeceğiz.
İkinci Rivayete bakalım. Ebu Davud’da bir rivayet var. Tabi burada dikkat çekeceğimiz husus, Ebu Davud’daki rivayet başlık olarak dinden çıkan kişinin hükmü hakkında/mürted hakkndaki başlık altında geçiyor. Ve burada da ismi geçen kişi Abdullah İbni Saad İbni Sevr. Ve bununla ilgili uzunca bir rivayet var. Onu da değerlendireceğiz daha sonra.
Üçüncü, Nesai’de geçen bir rivayet var. Burada da 4 tane kişinin ismi veriliyor. İki tane de kadın bahsediliyor ama kadınların isimlerinin ne olduğu geçmiyor. İkrime İbni Cehil, Abdullah Bin Hatal, Mikkes İbni Subabe, Abdullah İbni Saad şeklinde dört tane erkek ismi geçiyor. Haklarında ölüm emri olduğu rivayet edilen kişilerin siyer kaynaklarındaki isimleri. Birazdan göreceğimiz üzere bu isimler farklı kaynaklarda farklı şekilde geçiyor. Gerek sahih rivayetlerde farklı şekilde geçiyor, gerekse isim itibarıyla farklılık arzediyor. Bu da dikkat çekilmesi gereken bir husus. İbni İshak en erken dönemde, ölümi hicri 251. Es Siyeri Nebevi isimli kitabında erkekler 5 kişi, kadınlar 3 kişi şeklinde ele alınmış. İşte Abdullah İbni Saad, Abdullah İbni Hattal, Hüverris İbni Kays, Mikkes İbni Subabe, İkrime Ehi Cehil. Erkekler bunlar. Kadınlar da İbni Hattal’ın iki tane kadın şarkıcısı ve bir de Sare isimli bir kadın. Vakidi’de sayı 9’a çıkıyor. Vahşi Bin Harf de bu isimler arasına dahil ediliyor. Vakidi’nin Kitabul Meğazi’sinde. Burada 9 kişi olarak ölüm listesinde yer alanları görüyoruz. İbni Hişam, ölümü hicri 218 Es Siyreti Nebeviye isimli eserinde sayıyı 8 olarak veriyor. Dördüncü eser, Taberi. Ölümü hicri 310. Tarihi Taberi’de yine 9 kişiye çıkıyor bu isimler. Erkeklerin sayısı 5, erkeklerin sayısı 4. Kadınlara bir de Hint Binti Hutbe ekleniyor öldürülmesi gereken kadınlar arasına. Ebu Sufyan’ın eşi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hint Binti Hutbe dersen kimse tanımaz ama Ebu Sufyan’ın eşi dersen herkes tanır.
ADEM YILDIRIM: Beşinci kaynak Beyhaki. Hicri 458 ölümü. Burada 8 kişinin ismi geçiyor. Yine 5 erkek, 3 kadın. İsimler aşağı yukarı aynı burada da. Altıncı kaynak İbnul Esir’in El Kamil Fit Tarıh. İbnul Esir’in ölümü hicri 630. Burada erkekler 8 kişi, kadınlar 4 kişi olmak üzere toplamda 12 kişiye çıkıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Demek ki tarih ilerledikçe sayı artıyor. Bugün birisi yazsa kim bilir kaç kişiye çıkaracak.
ADEM YILDIRIM: İlginçtir. Sayıyı 12 çıkartan ilk kişi benim gördüğüm kadarıyla bu. Ve ölümü 630 hicri. Burada mesela Vahşi işin içerisine giriyor. Süfyan İbni Ümeyye..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Vahşi ilk defa burada mı giriyor işin içerisine?
ADEM YILDIRIM: Yok, Vâkıdi’de geçiyor. Yine Hint Binti Umeyye, Ebu Sufyan’ın karısı da burada yer alıyor. Yedinci kaynak Muhiddin İbni Şerif En Nevevi. Ölümü 676. Teslibul Esma Vel Lugat isimli eserinde. Bu da 4 erkek ve 2 kadından bahsediyor. Ben kaynakta bu isimlere rastlamadım. Sadece sayı vermiş.
Sekizincimeser İbnül Hacer El Askalani. Askalani’nin eserinde de 8 kişinin ismi geçiyor. Bu da aşağı yukarı daha önceki ilk kaynaklarla aynı.
Dokuzuncu eser Belazuri. Ölümü 892 hicri. Ensabul Eşraf isimli eserinde toplamda 6 erkek 4 kadın olmak üsere sayı burada 10’a çıkıyor.
Onuncu ve son kaynakta da bu da günümüz kaynaklarından Mubarek Fûri. Ölümü 2006 miladi. Erkekler 6 kişi, kadınlar 3 kişi olmak üzere toplamda 9 kişi olarak listede isimler geçiyor. Şimdi toplu bir şemamız var. Şu âna kadar söylediklerimizi toplu şemada görelim. Yani bunlar neden bu kadar önemli, bu şemalar, sayılar, isimler? Bir kişi hakkında ölüm emri verildiği rivayet ediliyor ve bu sayı farklı kaynaklarda farklı şekillerde geçiyor ki olay Efendimiz’in Mekke’yi fethinde gerçekleşiyor. Mekke’nin fethinde etrafında birçok sahabenin önde gelenleri var. Olay gün yüzünde. Yani kıyıda köşede bir yerde geçmiyor. Ve konu ölüm konusu. Bir kişinin öldürülmesi söz konusu ve bir kişi öldürülmüşse bunu mutlaka birisi görecektir, duyulacaktır, daha sonra anlatılacaktır. Ama hadis kaynaklarında..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hayır birisi görmeyecek ki. Siz Mekke’yi fethetmişsiniz. 10 bin kişilik orduydu değil mi? Daha da fazla belki. E şimdi Mekke o bölgenin bir numaralı merkezi. Orada bunu herkes duyar. Duymaması mümkün değil. Herkesin duyduğu olayı bir-iki kişi mi nakledecek?
ADEM YILDIRIM: Diğer bir dikkat çekilecek husus da şudur: kaynaklarda gördük, Kütübü Sitte’de Nesai’de 4 kişinin ismi geçiyor, iki tane kadından bahsediliyor. Onların ikisinin isimleri verilmiyor. Buhari’de bir kişinin ismi geçiyor. Ama işte 100 küsür sene sonra İbni İshak’da sayı birden 8’e çıkıyor. Sonra 12’ye çıkıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tarihi kaynak sıralamasında İbni İshak 1 numara oluyor da bu üçü Kütübü Sitte olduğu için.
ADEM YILDIRIM: Buhari’de 1 kişi, Ebu Davud’da 1 kişi, Nesai’de 4 kişi. İbni İshak’da 5 artı 3 kişi. Vâkidi’de 6+3 kişi erkek kadın sayısı. İbni Hişam’da 5+3. İbni Cerri de 5+4. Beyhaki’de 5+3. İbni Şerif En Nevevi’de 4+2. İbni Esir’de 8+4. İbni Hacer’de 3+3. Belazuri’de 5+4. Mubarek Fûri’de 6+3. Görüldüğü üzere sayılar değişkenlik arzediyor.
Şimdi şahısları inceleyecek olursak birinci sırada Abdullah İbni Hatal var. Kimdir bu? A. İbni Hatal Müslüman olarak Medine’ye hicret etmiş. Hz. Peygamber Ona güvenerek zekat toplama görevlendirmesinde bulunmuştu. Ve yanına da bir yardımcı verdi. Bir yere vardıklarında İbni Hatal yardımcısından yemek pişirmesini, bir keçi kesmesini söylüyor ve böyle bir talimat veriyor. Ve kendisi yatıyor istirahat ediyor. Kalktığı zaman yardımcısının herhangi bir hazırlık yapmadığını, söylenenleri yapmadığını görüyor ve kızarak onu öldürüyor. Peygamberimiz’in yanında görevlendirdiği kişiyi öldürüyor. Sonra da şöyle diyor; “şayet Muhammed’e dönersem mutlaka beni öldürür”. Ve İslam’dan çıkarak irtidat ediyor. Kaynaklar bu şekilde söylüyor. Ve elindeki zekat malları ile birlikte Mekke’ye kaçıyor. Mekkeliler kendisine neden geldiğini sorduklarında diyor ki; “sizin dininizden başka bir dinde hayır bulmadım”. Sonra da bu şekilde Mekke’nin fethine kadar Mekke’de yaşıyor. İbni Hatal bu. Kaynaklarda altı çizilen husus aşağı-yukarı bütün kaynaklarda İbni Hatal’ın ismi geçiyor. Kaynaklardaki dikkat çekilen husus, İbni Hatal irtidat ettiği için öldürüldü deniyor. Tabi irtidat suçunun ölüm cezası olup olmadığı konusunu değerlendşrme kısmında ilgili ayetlerle birlikte okuyarak değerlendireceğiz. İkinci isim Mikkes Bin Subabe. Mikkes B. Subabe de Mekke’den Müslüman olarak geliyor ve “Ey Allah’ın resulü, Müslüman olarak sana geldim. Senden kardeşimin diyetini istiyorum” diyor. Mikkes’in kardeşi hataen öldürülmüştü ve Hz. Peygamber, Haşem İbni Subabe’nin yani kardeşinin diyetini Mikkes’e âkile fonundan ödüyor. Çok geçmeden Hz. Peygamber’in huzurunda diyet ödemesi yapılıyor. Ardından Mikkes Bin Subabe, kardeşini savaş esnasında müşriklerden zannederek yanlışlıkla öldüren kişiyi takip ediyor ve Medine’de öldürüyor. Kardeşini öldüren kişiyi takip edip öldürüyor ve Mekke’ye kaçıyor. Ve Mekke’ye kaçtığında da kardeşinin intikamını aldığına dair de birçok şiir yazıyor. Ve bunun öldürülme sebebi de yine kaynaklarda irtidat ettiği için öldürüldü şeklinde geçiyor.
Üçüncü isim Habbar Bin Esved.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İrtidat: dinden dönmek. Tekrar söyleyeyim. Bizi dünyanın her tarafında belki terimlerden hiç birisini bilmeyen insanlar da dinliyor. O bakımdan şey yapmak lazım.
ADEM YILDIRIM: Üçüncü bir isim Hebbar Bin Esved Bin Muttalib. Bu da Efendimiz’in kızı Zeyneb’i hicreti esnasında takip ediyor ve devesini ürküterek onun düşmesine sebep oluyor. Tabi o sırada Hz.Zeyneb de hamileymiş çocuğunu düşürüyor. Tabi kendisi de bir takım kırıklarla yaralanıyor ve Medine’ye dönüyorlar. Ve Hebbar kaçıyor. Mekke’nin ferhine kadar yine Mekke’de yaşıyor. Mekke’nin fethinden sonra geliyor ve Müslüman oluyor. Peygamberimiz’den özür diliyor. Peygamberimiz Onu affediyor. Hatta daha önceden Peygamberimiz’in bu kişi hakkında çok ağır ifadeleri var kaynaklarda. Sonra geliyor özür diliyor ve Peygamberimiz de onu affettiğini söylüyor. Mesela kaynakta şöyle geçiyor: “Ey Muhammed, sana sövene söv” diyor. Geliyor mescide özür dileme sadedinde diyor ki; “sana sövene söv. Ben İslamda karar kıldım”. Yani Peygamberimiz Mekke’de iken Efendimize çok eziyet eden bir kişiymiş. Onu kastederek ben sana daha önce kötü sözler söylemiştim şimdi gel benden hakkını al. Sen de bana kötü söz söyle diyor. Peygamberimiz onu affediyor ama tabi burada diğer bir suçu da kızını takip etmesi ve kızını yaralaması, doğmamış torununun ölümüne sebep olması gibi suçları da var bu kişinin. Ve diyor ki; “İslam böyledir: kendinden öncekileri siler” diyor Peygamberimiz. Hatta başkalarının da bu kişiye ilşmesini yasaklıyor.
Diğer bir isim İkrime Bin Ebu Cehil. Bu da bildiğiniz üzere Ebu Cehil’in, Peygamberimiz’in en baş düşmanlarından Ebu Cehil’in oğlu İkrime. Ama İkrime, kendisine zarar vereceği korkusuyla Mekke’nin fethi esnasında Yemen’e kaçıyor. Hanımı Ummu Hekim Binti Haris, Onu takip takip ediyor. Tabi öncesinde Peygamberimiz’den eman istiyor kocasını affetmesi için. Peygamberimiz tamam diyor gelsin ve kocasını takip ediyor. Buluyor bir yerde olanları anlatıyor ve Mekke’ye dönmesini temin ediyor. Mekke’ye dönünce Peygamberimiz diyor ki; “hoş geldin ey muhacir yolcu”. Bu da dikkat çekilecek bir husus. Yani bir tarafta ölüm emri verilmiş bir kişi, sonra Peygamberimiz “hoş geldin ey muhacir yolcu” diyor. Yani taa baştan affetmiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ölüm emri verildiği iddia edilen kişi diyelim.
ADEM YILDIRIM: İkrime, fetihten sonra 8.yılda İslam’a giriyor. Burada acaba şey mi var? Ebu Cehil’in oğlu olmasının etkisi olabilir mi Hocam bu kaynaklara girmesinde?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mümkün tabi. Yani biraz sonra işin tarihi arka planına da dokunacağız. Elbette yani bir sebep arayacaklar.
ADEM YILDIRIM: İkrime, 62 yaşındayken hicretin 13.yılında Yermük savaşında Hz. Ömer zamanında şehid oluyor ve farklı savaşlarda da şehid olduğu söyleniyor. Ecnadin seferinde, Safer seferinde de şehid olduğu söyleniyor ama önemli olan burada Müslüman oluyor ve Müslüman şehid oluyor.
Beşinci isim Abdullah Bin Saad İbni Ebi Serh. Bu kişi de Mekke’nin fethinden önce Müslüman olmuş ve Medine’ye hicret etmişti. Efendimiz’in vahiy katipliğini yapıyordu. Önemli bir görevi vardı bunun da. Tabi kaynaklarda bir çok ayrıntı var. Peygamberimiz şöyle anlatıyor; İrtidat edip dinden çıktıktan sonra Mekke’ye gittiği söyleniyor. Ve orada Müşriklere; “Peygamber bana şöyle yazmamı söylerdi ben onu değiştirerek şöyle yazardım şeklinde kaynaklarda bilgiler var teferruatlıca. Ve Mekke’nin fethine kadar orada kalıyor dinden çıkmış olarak. Mekke fethedilince bu kaçıyor saklanıyor ve Hz. Osman’ın da süt kardeşi aynı zamanda. Hz. Osman’dan şefaatçi olmasını, yardımcı olmasını istiyor. Hz. Osman Efendimiz’e Abdullah ile birlikte geliyor ve eman istiyorlar. Peygamberimiz önce eman vermek istemiyor. Bayağı bir tereddüt ediyor, bekliyor. Kaynaklarda çok ayrı teferruatlar var. Üç defa sustu diyor Peygamberimiz, baktı sustu ve sonra eman verdi deniyor. Tabi arkasından da şöyle bir rivayet var: tamam dedikten sonra sahabelerine dönüp diyor ki Peygamberimiz;;”ben ona eman vermeden önce beklerken neden içinizden biri kalkıp da onu öldürmedi” diyor. Sahabeler de diyorlar ki tabi rivayete göre; “ey Allah’ın resulü, sen bize bir işaret yapsaydın ya gözünle, biz onu hallederdik, aşağıya indirirdik” diyorlar. Peygamberimiz de şöyle dediği iddia ediliyor; “bir nebiye hain bakış yakışmaz”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kaab Bin Eşref ile ilgili rivayetleri hatırlatıyor. Hatırlarsınız Kaab Bin Eşref son derece akıllı, ahlaklı, tedbirli birisi. Haşa Resulullah da son derece saldırgan, ne yaptığını bilmeyen, tedbirsiz, düşüncesiz bir kişi. Ve bu rivayet biliyorsunuz Buhari’de, Müslim’de falan yer alıyor ve çok değerli bir rivayet gibi. Burada da öyle. Allah’ın elçisi yok böyle duracak da niye öldürmediniz diyecek de! E peki arkasından söylenen söz daha ağır değil mi? “Bir hainlik yakışmaz”. Yakışmaz da niye bu söz söyleniyor? Dolayısıyla bu rivayetlerin hepsi inşallah biraz sonra tarihi arka planını konuşurken göreceksiniz. Birileri kendi yapmış olduğu yanlışları Resulullah’a fatura etmek için böyle rivayetler uyduruyor.
ADEM YILDIRIM: Tabi sonraki süreçte Abdullah İbni Sad Müslüman oluyor ve Müslüman olarak da yaşayıp ölüyor.
Altıncı isim Sare. Amr Bin Haşim’in azadlısı Sare kadın. Sare Mekke’de ağıt yakıyor, şarkı söylüyor. Böyle bir kişiliği var. Tabi belli bir dönem ihtiyaçları olmuş Medine’ye yolu düşmüş. Ve ihtiyaçları için Peygamberimiz’den yardım istemiş. Ve artık Bedir Savaşı’ndan sonra da bu tür şiirleri Müslümanlar ve Peygamberimiz aleyhine söylediği şiir ve şarkıları, ağıtları bıraktığını da söylüyor. Ve Peygamberimiz’den yardım istiyor. Peygamberimiz Ona bir yardımda bulunuyor. Bir rivayete göre deve veriyor. Sonra Mekke’ye dönüyor. Dönerken de Hatıb İbni Ebi Belta’nın da mektubunu taşıyor Mekkeliler’e ulaştırmak üzere. Böyle bir mektubu taşırken Hz. Ali bunu yakalıyor. Fakat orada herhangi bir ceza verilmiyor kendisine Mekke’ye gidiyor, serbest bırakılıyor. Sare yine fetih günü öldürüldüğü rivayet ediliyor. Bir başka rivayette de hayır öldürülmedi Müslüman oldu şeklinde bir rivayet de var. Öldürüldüğünü söyleyenler, Onu Hz. Ali’nin öldürdüğünü söylüyorlar. Bir başka rivayette Hz. Ali değil bir başkası öldürmüştür diye rivayet var. Daha başka bir rivayette de Medine’den Mekke’ye giderken irtidat ettiği için Peygamberimiz Onu ölüm listesine aldı diye bir rivayet var. Yani Sare ile ilgili rivayetler çok çelişkili. Böyle bir durum.
Yedinci kişi Fertena diye bir kadın. Bu da İbni Hatal’ın şarkıcısı. İbni Hatal’ın iki tane şarkıcısı var. Bir tanesi Fertena. Bunlar hiciv şeyler söylüyorlar, şarkılar söylüyorlar. Peygamberimiz’i ve Müslümanları hicvediyorlar. Sonra bu kişi Müslüman oluyor. Peygamberimİz buna eman veriyor Müslüman oluyor ve Hz. Osman zamanında ölüyor.
Sekizinci kişi Hint Bin Utbe. Ebu Sufyan’ın karısı. Belazuri’nin rivayetine göre Hz.Peygamber dört kadının öldürülmesini emrediyor. Bunlardan bir tanesi de Hint Binti Utbe. Yani kaynaklarda bu kişinin ismi bir iki kaynakta geçmesine rağmen birçok kaynakta geçmiyor. Böyle bir durum da var. İsmi geçen kaynaklarda hangi suçu sebebiyle ölüm listesine alındığına dair böyle bir kayıt da yok. Böyle bir durum da var. Ve Mekke’nin fethi ile birlikte Ebu Sufyan’ın karısı Hint de Müslüman oluyor.
Dokuzuncu kişi Vahşi Bin Harb. Bu da Hz. Hamza’yı Uhud’da şehid eden kişi. Sahabe. Sonra Müslüman oluyor. Yine İbni Abbas’tan gelen rivayete göre Hz. Peygamber Vahşi’yi ölüm listesine alıyor öldürülmesini emrediyor. Fakat Mekke’nin fethinde Taif’e kaçıyor Vahşi. Belli bir süre orada yaşadıktan sonra artık dönmeye karar veriyor. Müslüman olmaya karar veriyor. Peygamberimiz’in huzuruna gelip Müslüman oluyor. Vâkıdi’nin rivayeti hariç kaynakların hemen hiç birinde onun ismi ölüm listesinde yer almıyor. Vakıdi ve bir kaynakta daha var. Diğer kaynaklarda onun ismi geçmiyor. Saffan, Vahşi gibi kişiler muhtemelen Mekke’de Müslümanların kendisine zarar vereceği endişesiyle kaçmış olsa gerektir. İsimlerin kaynaklarda geçmemesinin sebebi bu olsa gerek.
Onuncu isim Haris Bin Tulatıla. Bir kaynakta bunu bulabildik. Orada da şöyle rivayet var: Haris Bin Tulatıla Mekke’de Hz. Peygamber’e çok eziyet ederdi. Fetih günü Onu Ali öldürdü. Böyle bir rivayet var. Yine burada altı çizilen husus peygambere eziyet, peygambere hakaret suçu. Böyle bir itham var. Ve birçok suikasti infaz eden kişide olduğu gibi bunu da Hz. Ali infaz ediyor. Hz. Ali’nin böyle bir durumu da var.
Onbirinci isim Abdullah Bin Zigağa. İbnül Esir’in eserinde bu kişinin ismi geçiyor. Diğer kaynaklarda geçmiyor. Ama bunun ne hikayesi hakkında ne de suçu hakkında herhangi bir kayıt yok. Böyle bir durum var. Sadece ismi var.
Onikinci isim Huveyris Bin Nukayrıs. Vakıdi’nin aktardığına göre H. B. Nukayrıs, Hz.Peygamber’e Mekke’de iken çok eziyet ederdi ve bu sebeple ölüm listesine alındı şeklinde kayıt var. Yine İbni Hişam’ın naklettiğine göre Abbas, İbni Abdulmuttalib, Hz. Peygamber’i kızları Fatıma ve Ümmü gülsüm’ü Mekke’den Medine’ye götürürken Huveyris İbni Nukayrıs, o ikisini yere düşürmüştü. Hatırlarsınız bu rivayet bir başka kişi hakkında, Hebbar hakkında geçmişti. Ve Hebbar, Peygamberimiz’in kızı Zeyneb’i düşürmüştü. Kayıtlar çoğunlukla o şekilde ama bir kayıtta, işte İbni Hişam’ın kaydına göre o kişi Hebbar değil Huveyris idi deniyor. Düşürdüğü kişi de Zeyneb değil Ümmü gülsüm ve Fatıma idi. Öyle bir çelişki söz konusu. Ya da böyle farklı bir rivayet söz konusu. Yani ikisi de mümkün olmuş olabilir. İki olay da yaşanmış olabilir. Onu da bilmiyoruz. Ama bunun sadece bir kaynakta geçmesi, diğerinin aşağı yukarı bütün kaynaklarda geçmiş olması o rivayetin daha güçlü olduğunu gösteriyor. Mekke’nin fethi günü kendisini eve kilitliyor Huveyris Bin Nukayıs. Ve aranıyor tabi. Yine kaçarken Hz. Ali Onu yakalıyor ve öldürüyor. Rivayet bu şekilde. Burada da Hz. Ali Onu affetmiyor.
Onüçüncü kişi Erneb. Erneb, rivayete göre İbni Hatal’ın yanında bulunan diğer bir şarkıcısı. Peygamberimiz’e hiciv şiirler söylüyor, şarkılar söylüyor. Fetih günü Mekke’de öldürüldüğü rivayet ediliyor. Diğer bir ismi de bu kişinin Kureybe imiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tabi hicv dediğin zaman birçoğu bilmez yani. Onu kötüleyen, yeren türküler, şarkılar uydurmuş söylüyor. O şekilde rivayet ediliyor.
ADEM YILDIRIM: Saffan İbni Ümeyye. Saffan ai. Ümeyye hakkında ölüm kararı verilen kişilerden aslında değildi. Mekke’de Efendimize tabi düşmanlık yapanların önde gelenleridendi. Muhtemelen korktuğu için kaçıyor. Kendisine zarar verileceği korkusuyla. Ve sonradan da zaten Müslüman oluyor. Ve o şekilde yaşıyor.
Evet bu şekilde 14 tane ismi görmüş olduk. Toplu bir şekilde şemaya bakalım. Biriscisi Abdullah Bin Hatal. Şemayı görebilirsek ekrandan. Abdullah İbni Hatal. Birincisi hakkındaki suçlama. Rivayete göre akıbeti ve hukuki tahlili. Üç tane sütunumuz var. Abdullah İbni Hatal, İslamdan çıktığı için öldürüldü deniyor. Ama hukuken ceza hukuku açısından sonucuna baktığımızda irtidatın cezasının ölüm olmadığını artık biliyoruz. Kuranda bu suçun cezası ölüm değildir. İlgili ayetleri birazdan göreceğiz.
Mikkes Bin Subabe: bu da yine mürted olduğu için öldürüldü deniyor. Yine aynı tahlil bunun için de geçerli.
Üçüncü isim Hâris Bin Tulatıla. Mekke’de Hz.Peygambere eziyet yaptı deniyor ve öldürüldüğü söyleniyor. Hz.Peygambere eziyetin, hicvetmenin, kötü sözle söylemenin cezası kurana göre ölüm değildir. İlgili ayetleri birazdan yine göreceğiz.
Huveyris İbni Nukayrıs: Mekke’de Peygamber’e eziyet yaptığı için öldürüldü deniyor. Aynı durum bunun için de geçerli.
Erneb: İbni Hatal’ın şarkıcısı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Eziyet derken fiziki eziyet diye anlayabilir. Bu, hakaret ediyor. Onun canını sıkıcı, Onu rahatsız edici şeyler söylüyor. Eziyet derken fiziki eziyet değil.
ADEM YILDIRIM: Yine Erneb’in de öldürüldüğü söyleniyor ama eziyet suçunun, aleyhte şiir şarkı söyleme suçunun cezası ölüm değildir kuran ayetlerine göre.
Saffan İbni Ümeyye: Kureyş’in ileri gelenlerinden olması deniyor. Müslüman oldu. Müslüman olduğu için zaten ceza söz konusu değildir.
Abdullah Bin Zigağa: Bilgi yok, herhangi bir kayıt yok. Onun için bir şey diyemeyeceğiz.
Habbar İbni Esved: Mekke’de Hz. Peygamber’e hakaret ediyor, Hz. Zeyneb’i düşürüyor falan. Müslüman oluyor sonradan. İyi bir Müslüman oluyor. Hz. Osman zamanına kadar yaşıyor. Ve bir ceza söz konusu olmamış.
İkrime Bin Ebu Cehil: Ebu Cehil’in oğlu. Mekke’den kaçıyor. Şiddetli düşmanlığı var. Gösterile sebep bu. Sonradan Müslüman oluyor. Müslüman olduğu için bir ceza söz konusu olmamış.
Abdullah Bin Saad: Bu da Efendimiz’in vahiy katipliğini yapan kişiydi. İslam’dan çıktığı söyleniyor. Mürted olduğu için ceza verilmesi gerektiği söyleniyor. Müslüman oluyor, Peygamberimiz affediyor.
Sare: Hatıb’ın mektubunu taşıyan kişi. Hicv, şiir söylediği için öldürülmesi gerektiği söyleniyor ama bir rivayete göre Müslüman oluyor, bir rivayete göre öldürülüyor. Müslüman olduğunu kabul edersek ceza söz konusu değildir diyebiliriz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Müslüman olmasa da ceza yok zaten.
ADEM YILDIRIM: Fertena: Hz. Peygamber’i yeren şiirler söylüyor, şarkılar söylüyor. Müslüman oluyor dolayısıyla ceza yok.
Hint: Ebu Sufyan’ın karısı Hint de Müslüman oluyor. Buna da ceza söz konusu değil.
Ve son isim Vahşi Bin Harp: Hz. Hamza’yı öldüren kişi. Vahşi’nin neden bu listede ismi olduğuna dair bir kayıt yok ama muhtemelen Hz. Hamza’yı şehid ettiği için Peygamberimiz onu listeye almıştır diye düşünüyoruz. Çünkü kayıtta böyle bir şey yok.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Almıştır değil de aldığı iddia edilmiştir. Savaşta yapılan davranış suç sayılmaz ki. Sen yakalasaydın sen onu öldürecektin. O seni yakalamış öldürmüş.
ADEM YILDIRIM: Müsle’nin cezası: O da yine savaş içerisinde.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Müsle de işkence anlamına geliyor. Öldükten sonra yapılandır. Ölmeden önce yapılan değil. Hani göğsünü yarıp ciğerini çıkarma meselesi. Öldükten sonra yapılmış.
ADEM YILDIRIM: Ama yine savaş meydanında değil mi? Savaş hukuku geçerli orada.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ondan dolayı kimseye bir suç isnad edilemez.
ADEM YILDIRIM: Şu ana kadar gördüklerimize topluca bir bakacak olursak, ölüm listesinde 14 kişinin ismi yer alıyor. Tabi tekrar ifade edelim, bir kaynakta 14 kişinin ismi yer almıyor. Bu, bazen 6, bazen 8, bazen 9, bazen 12 şeklinde. Ama isimler farklı olduğu için topladığımızda 14 kişi yapıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bazen de 1 kişi. Buhari ve Ebu Davud’da birer kişi.
ADEM YILDIRIM: Şimdi iki tane isnad edilen suç var. Bu kişiler neden öldürülmüş?
1- İslam’dan çıkmışlar. Müslüman iken Müslümanlığı bırakmışlar eski dinlerine dönmüşler. Ve suçları bu olduğu için, irtidat suçu işledikleri için öldürülmüşler. Kimler bunlar? Üç kişi. Abdullah Bin Hatal, Mikkes Bin Subabe ve Abdullah Bin Sad. Abdullah Bin Zigağa hakkında bilgi yok onu geçelim. 4 kişi. Diğer sağ tarafta Hz. Peygamber’e düşmanlık, eziyet ve yerici sözler/hicv yaptıkları için. Kimler? Haris Bin Tulatıla, Huvaris Bin Nukays, Erneb, Saffan Bin Ümeyye, Habbar Bin Esved, Hebbar, İkrime Bin Ebi Cehil, Sare, Fertena, Hint, Vahşi Bin Harp. Bunlara yönelik iddia da Peygamber’e düşmanlık yapmak, eziyet etmek, hicv şeyler söylemek. Böyle genel bir tablomuz var. Peki şimdi gelelim bu suçların cezası gerçekten yani irtidat ve düşmanluk, eziyet suçunun cezası ölüm müdür?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Eziyet demeyelim çünkü insanlar hemen fiziki eziyet olarak anlar. Ne diyoruz ona? Hakaret diyelim.
ADEM YILDIRIM: Şimdi irtidat suçunun cezası ile ilgili Ali İmran suresi 85-91, Bakara suresinin 217.ayetlerine bir bakabiliriz. Ali İmran suresi 87.ayetten başlayalım. ALİ İMRAN, 87.. Ayet: Ülaike cezaühüm enne aleyhim la’netellahi vel melaiketi ven nasi ecmeın”. Yani Müslüman iken İslamı terkedip başka bir din kabul eden kişilerin cezası; Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onların üzerinedir.
ALİ İMRAN, 88.. Ayet: “Halidıne fıha”. O lanet üzere ebedi kalırlar. “La yühaffefü anhümül azab: onlardan bu lanet azabı hafifletilmez” bu ceza hafifletilmez, “ve la hüm yünzarun” onlara fırsat da verilmez.
ALİ İMRAN, 89.. Ayet: “İllellezıne tabu” tabi her suçta olduğu gibi en büyük suçun dâhi, şirk suçunun dâhi dünyadaiken bir dönüşü bir tevbesi mümkündür. Allah, irtidat eden kimse için de böyle bir fırsatı veriyor. Ve bu fırsat için de yapması gerekeni söylüyor. “İllellezine tâbu” ancak tevbe edenler “mim ba’di zalike” bu suçtan sonra tevbe edenler “ve aslehu” ve artık durumununi düzeltenler. Eski kötü durumunu, İslam ile ilgili kötü düşüncelerini bırakanlar, “fe innellahe ğafurur rahım” işte böyle davrananlara karşı Allah bağışlayan ve çokca esirgeyendir.
87.ayetten başlatmışsınız da bu 86.ayet daha önemli burada bence. Başında çok net bir şekilde “keferu bâdi imanihim” ifadesi var ya. “İnandıktan sonra kafir olanlar” ibaresi çok net bir şekilde mürtedlerden bahseriyor. Cezadan başlatılmış oldu ama önce suç. 86.ayet o açıdan önemli.
ADEM YILDIRIM: ALİ İMRAN, 90.. Ayet: “İnnellezıne keferu ba’de ımanihim sümmezdadu küfral” onlar ki inandıktan sonra inkar ettiler ve inkarlarında da aşırı gittiler, inkarları arttı. “Len tukbele tevbetühüm: onların tevbeleri kabul edilmeyecektir asla”. “Ve ülaike hümüd dallun: onlar sapıkların ta kendileridir”. Yani hem dinden çıkıyor ve asla da tekrar Müslüman olmayı düşünümyor. Aksine daha da küfürde şiddetleniyor. Böyle kimseleri de Allah sapık kabul ediyor.
ALİ İMRAN, 91.. Ayet: “İnnellezıne keferu ve matu ve hüm küffarun” inkar edip kafir olarak ölenler “fe len yukbele min ehadihim mil’ül erdı zeheben” dünya dolusu altını fidye olarak vermiş olsalar dâhi onlardan kabul edilmeyecektir. “ve levfteda bih ülaike lehüm azabün elımün” onlar için elim bir azab vardır. “ve ma lehüm min nasırın” ve onların yardımcıları da yoktur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Çok açık ve net, hiç kimsenin itiraz edemeyeceği şekilde dinden dönenin cezasını C. Hakk veriyor. Burada öldürülme diye bir şey yok. Zaten Allah “la ikrahe fid din” diyor. Biraz sonra tarihi arka planını okuduğumuz zaman göreceksiniz tamamen siyasi cezadır. Ama bütün mezhepler ittifakla kabul etmişlerdir.
ADEM YILDIRIM: BAKARA, 217.. Ayet: “ve men yertedid minküm an dınihı” sizden kim dinini değiştirirse “fe yemüt” ve bu hal üzere ölürse”, “ve hüve kafirun: kafir olarak ölürse”, “fe ülaike habitat a’malühüm fid dünya vel ahırah” dünyada da ahirette de amelleri boşa çıkmıştır, bir karşılık bulamamıştır. “Ve ülaike ashabün nar” onlar ateş ehlidirler”, “hüm fıha halidun” orada kalıcıdırlar. Yani ta başta gördüğümüz tabloyu hatırlayacak olursak üçlü bir tasnif yapmştık. Bir suç şahsa karşı işlenebilir, bir suç topluma karşı işlenebilir, bir suç Allah’a karşı işlenebilir. Tabi bazı suçlar hem topluma hem Allah’a karşı işlenir. Daha geniş bir çerçeveden baktığınız zaman aslında bir suç ister topluma karşı, ister şahsa karşı işlenmiş olsa da her halukarda Allah’a karşı işlenmiş bir yönü de vardır. Çünkü Allah bir yasak koymuştur ta baştan. Kul hakkını çiğnemeyin diye bir yasak koymuştur. Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin diye bir yasak koymuştur, bir ilke koymuştur. O ilkeyi ihlal ettiği için kişi yani fail, Allah hakkını ihlal etmiştir bir yönüyle. Ama diğer yönü ile kul hakkını da ihlal etmiştir. Şimdi o üçlü tasnifi dikkate aldığımız zaman ayetlerde de o gözüküyor, vurgu tamamen Allah hakkına yönelik irtidat suçunda. Yani ihlal edilen hak kul hakkı değil. İhlal edilen hak toplum hakkı da değil. Bir kişi Müslümanken İslam’dan çıkmış olması bir başkasına zarar vermiyor. Kendisine zarar veriyor. Topluma da zarar vermiyor. Çünkü zaten Allah insanları serbest bırakmış. Burada insanların yapacağı şey, o insanı aydınlatmaktır. Yapabiliyorsa. Ama kaste de çıkmış olabilir. Nifak sebebiyle ortalığı karıştırmak için de çıkmış olabilir. Müslüman değilken Müslüman gözükebilir ve İslam’dan çıkarak İslam’a zarar vermeye kastetmiş olabilir. Birçok sebebi olabilir ama gerçekten kafasında şüphe de olabilir. Sebep ne olursa olsun burada söz konusu hak Allah hakkıdır. Bir kişi İslam’dan çıktı diye başkası zarar görmez. O iki zarar görür hem dünyada hem de ahirette. Dolayısıyla cezası da hem dünya hem ahirettir. Dünyada Allah’ın lütfu üzerindeyken, Müslüman iken İslam’dan çıkmış olmakla o lütfu kaybeder. Bu lanete dönüşür. Ahirette de cennete gitmek varken ateşi hak eder. Zaten ayetler de bunları söylüyor. Yani Allah hakkına vurgu yapılıyor burada. Şu tabloya tekrar dönecek olursak irtidat suçuyla ilgili kuranda iki gurup ayet okuduk. Birincisi Ali İmran suresi 84’den 91’e kadar. İkinci ayet de Bakara suresi 217.ayet. Ve burada gördük ki kurana göre irtidat suçunun cezası, dünya ve ahiret lanetinin o kişinin üzerine olması.
Peki şimdi Hz. Peygamber’e hakaret suçunun cezası kurana göre ne olmalıdır. Ali İmran suresi 186’ya bakacağız. Ahzab suresi 57’ye bakacağız. Nisa suresi 140’a bakacağız. Deniyor ki Mekke’nin fethinde Efendimiz şu kadar kişiye ölüm cezası verdi. Neden ölüm cezası verdi? Çünkü bunlar Mekke’deyken Hz. Peygamber’in kendisine hakaret etmişlerdi. Ve Peygamberimiz fırsatını bulunca Mekke’de galibiyeti ele geçirince o kişileri affetmedi ve o kişileri cezalandırdı. Hem de ölümle cezalandırdı. Belki Müslüman olacaklardı, buna fırsat vermedi. Bazıları kaçtı, bazıları kaçmadı. Bazılarını Hz. Ali yakaladı, bazılarını farklı kişiler öldürdü falan böyle rivayetler yoğunlaşıyor. Peki kurana göre Efendimiz’in bu tür bir cezayı vermiş olması mümkün mü? Yani Hz. Peygamber’e hakaret’in cezası kurana göre ölüm mü? Bu rivayetler doğru mu? Ali İmran suresinin 186.ayetinden başlayalım. ALİ İMRAN, 186.. Ayet: Le tüblevünne fı emvaliküm ve enfüsiküm” mallarınız ve canlarınız hususunda sınava tâbi tutulacaksınız, deneneceksiniz. “ve le tesmeunne minellezıne utül kitabe min kabliküm: sizden önceki kendilerine kitap verilenlerden çokça incitici sözler duyacaksınız. “ve minellezıne eşraku: ve müşriklerden de bu tür sözler duyacaksınız. “ezen kesira: çokça eziyet edici sözler, “ve in tasbiru” ne yapmamız gerekiyor? Peygamberimiz’in ne yapması gerekiyor? Müslümanların ne yapması gerekiyor? “Ve in tasbiru” şayet sabırlı davranırsanız, “ve tetteku” ve kenrinisi korursanız, “fe inne zalike min azmil ümur” işte bu, yapmaya değer işlerdendir, işte bu, zor olanı başarmaktır. Bu, kararlılık gerektiren bir husustur. Yani burada ne ölüm cezası var ne bir başka cezası var. Allah, gerek müşriklerden olsun gerek ehli kitaptan olsun müslmanlara gelecek her türlü hakareti sabırla karşılamayı ve takva ile karşılamayı öğütlüyor.
İkinci ayet Ahzab suresi 57.ayet. “İnnellezıne yü’zunellahe ve rasulehu: Allah’a ve onun elçisine eziyet edenler”, “leanehümüllahü fid dünya vel ahırat: onların cezası Allah’ın laneti dünyada ve ahirette onların üzerinedir”, “ve eadde lehüm azabem mühına: onlara alçaltıcı bir azab hazırlamıştır”. Yine burada da dünyada ceza hukukuna dair Müslümanların eliyle verilmesi gereken bir ceza söz konusu edilmemiş.
Üçüncü ayet NİSA, 140.. Ayet: “Ve kad nezzele aleyküm fil kitabi en iza semı’tüm ayatillah: size kitapta şu indirilmişti”,”yükferu biha ve yüstehzeü biha: Allah’ın ayetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman onlar bu sözü bırakıp başka bir söze dalıncaya kadar onlarla beraber oturmayın”,” fe la tak’udu meahüm: Allah’ın ayetleri ile alay edenlerle oturmayın”. Ne zamana kadar: :hatta yehudu fı hadısin ğayrihı: konuyu değiştirinceye kadar”. Allah’ın ayetleriyle alay edilmeyen bir konuya geçilinceye kadar onlarla oturmayın. O ortamı terk edin. O sözleri siz işitmeyin, siz duymayın. “İnneküm izem müslühüm: yoksa siz de onlar gibi olursunuz”. Yani siz de onların kalbi nifakına, günahına ortak olmuş olursunuz. “İnnellahe camiul münafikıyne vel kafirıne fı cehenneme cemıa: şüphesiz Allah, bütün münafıkları ve kafirleri cehennemde toplayacaktır”. Evet bu ayette de yine hatta burada daha da ileri bir suç var. Hz. Peygamber’e hakaretten daha da ziyade Allah’a hakaret, Onun ayetlerine hakaret var. Yani Nisa suresi 140.ayet Allah’ın kendisine ve ayetlerine hakaretin cezasını ölüm olarak belirlemiyor. Sadece o ortamdan ayrılın diyor. Kaldı ki yani sıralama olarak Efendimiz’e hakaretin cezası daha hafif olması lazım. Zaten hukuki anlamda herhangi bir ceza tertip etmemesi gerektiğini bu okuduğumuz üç tane ayetten de görmüş olduk. Çünkü burada altı çizilecek husus şudur: yapılan suç Allah’ın dinine yani Peygamberimiz’e yapılan suç hakaret, 40 yaşına kadar herhangi bir hakaret yok. Tartif var. 40 yaşına kadar Muhammedul emin. Herhangi bir saldırı yok, eziyet yok. 40 yaşından sonra neden böyle bir hakaret geliyor? Çünkü artık Onun misyonu değişiyor. O, Allah’ın elçisi oluyor ve Onun söylediği, Onun konuştukları Allah’tan aldığı ayetler olduğu için misyon değişiyor ve Ona yapılan söz aslında Peygamberimiz’e değil Onun getirdiği kurana/vahye hatta Allah’a yönelmiş oluyor. Dolayısıyla Peygamberimiz’e hakaret de aslında kişisel bir suç kapsamında değil Allah kapsamında ele alınması gereken husus. Ayetlere baktığımız zaman Allah hakkının da dünyevi olarak cezaya konu olmayacağını görmüş olduk.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah razı olsun. Sonuç olarak ortaya şu çıkıyor ki Resulullah’ın öldürttüğü söylenen 1 kişiden 14 kişiye kadar, kaynaklarda isimleri geçen şahısların herhangi birisi Resulullah tarafından Mekke’ye girişten dolayı öldürülmüş falan değil. Zaten böyle bir şey kuran açısından da imkansızdır. Bunu da Adem Hoca güzel bir şekilde anlattı. Bu işin bir tarihi arka planı var. Geçende Salı dersinde Abdurrahman Yazıcı doktorasını özetlemişti hatırlarsanız. Sadece iktidarı ele alabilmek için kuranın çok açık hükmünü ilk Abbasi halifesi Seffah’ın nasıl değiştirdiğini hep beraber görmüştük. Ama bugün bilgilerimiz bir yenilensin diye kısaca Seffah ile ilgili Yahya’yı bir dinleyelim. Ve o konuda biraz bilgilerimiz yenilensin. Bir de orada o dönem nasıl, onunla alakalı Fatih’i de kısaca dinleyeceğiz. Hatta en başta ben sise şunu söyleyeyim de. Mesela Allah, Adem(as) ile ilgili çok sayıda bölümler yerleştirmiştir kurana. Bunların zannedersem 5 kadar yerde Adem(as)’ın ne kadar Allah tarafından yetiştirildiği, meleklere Ona secde etme emri verildiği ifade ediliyor. Bilgi itibatıyla yeryüzünün en bilgili insanı olarak dünyaya geliyor. Çünkü Allah tarafından tüm eşyanın bilgisi kendisine öğretilen bir zat. Hiç bir ekonomik problemi yok. Bir kötü komşu yok. Bir kısım medya yok. Ne bileyim ne derseniz deyin. Para problemi yok. Ne kredi kartı borcunu ödeyecek ne çeki var ne senedi var ne vergi borcu var ne yapılandırma ödeyemiyorum diye bir sıkıntıya girecek, hiç bir şey yok. Böyle bir ortamda Adem(as), insanın en zayıf noktası ile aldatılıyor. En zayıf noktası insanın, dünyanın aşkıdır, bağlılığıdır. Adem(as) gibi öğretmeni Allah olan kişiye İblis diyor ki; ” hel edulluke alâ şeceretil huldi ve
mulkin lâ yeblâ : ölümsüzlük ağacını göstereyim mi?”(TAHA 120). Edebiyatta vardır, Kaf Dağı’nın ardında hayat suyu varmış bilmem ne anlatırlar. Ve yok olmayacak saltanat deyince işte şu ağaçtan ye diyor. Allah’ın yasakladığı tek yasak o ağaçtan yemek ve Adem(as) onu yiyor, Allah tarafından da bulunduğu bahçeden çıkarılıyor. Bunu hiç bir zaman aklımızdan çıkarmayalım. Bunu şu maksatla söylüyorum: bizde genellikle şu var, bir başkasını suçlamak çok kolay gelir bize. Halbuki aynı şeyi biz de işleyebiliriz. Adem(as) gibi bir zat bu suçu işleyebiliyorsa biz d yapabiliriz. Bu da nedir? Dünyayı ahirete tercih suçudur. Zaten Allah kafirliğin asıl sebebinin bu olduğunu ifade ediyor. Yoksa insanların hepsi doğruları bilir. Yani az çok. Birisinin bilgisi şu kadardır, birisi o kadardır ama doğruları bilir. Bir de yanlışlar insanın vücuduna ters gelir. Zihninize uymaz, içinize yatmaz. Ondan dolayı bir şey size yanlış geliyorsa araştırma ihtiyacı duyarsınız. Çünkü Allah bu vücudu doğrulara göre yaratmıştır. Bu sebeple insan, kafirliği kendi tercihi olarak elde eder. Mesela İblis de Adem(as) gibi imtihana tabi olan bir varlıktır. O da Adem(as)’ı kıskandığı için Allah’ın emrini tutmamıştır. Halbuki ne Allah’ın varlığından şüphesi vardır, ne birliğinde şüphesi vardır, ne ahirette şüphesi vardır. Yani bugün bizim imanın şartları dediğimiz şeyleri İblis’e uygulayın, geleneksel anlamda bakarsanız dört dörtlük Müslüman olduğunu düşünebilirsiniz. Ve bu bizim için yanıltıcı oluyor. Böyle bir ortamda siyasetin, siyasetin derken tabi siyaset kelimesini Adem(as)’a uyarlarsanız ne aklınıza gelir? “Mulki lâ yebla” gelir değil mi? Saltanat. Adem(as) da saltanattan dolayı o yanlışı yaptı. Siyaset nedir? İktidar, saltanattır. Ve o iktidar aşkı insanlara çok rahatlıkla Allah’ın ayetlerini bir kenara ittiriyor. Şimdi İslam’ın ilk dönemlerinde Resulullah’ın yetiştirdiği sahabe tamam, güzel. Ama bir müddet sonra iktidar aşkı ile sahabenin birbirine girdiğini ve 70 bin şeklinde rivayet edilen öldürme olayını biz biliyoruz. Yani bunları inkar etmenin anlamı yok ki. Ortada bir vakıa var. Ondan sonra Ali(ra)’a karşı oynanan oyunları biliyoruz. Resulullah’ın torunlarına karşı nasıl oyunlar oynandığını biliyoruz. Bir de şu Sasani gerçeğini asla unutmamak lazım. Adamlar 1500 yıllık geçmişe sahip dünyanın en köklü devleti. Çapulcu gibi niteledikleri, ne bir yazılı edebiyatları var. Çünkü kuranın ümmi diye tanımladığı yani anasından doğduktan sonra özel bir eğitim görmemiş olan bir toplum olarak tanımladığı Mekkeliler gelecek bir savaşla Irak’ı, ikinci savaşla da İran’ı düşürecek. Bunların bunu hazmetmesi düşünülemez. Ve adamlar, Mekke’de kitap yokken orada kütüphaneleri Hindistan’a taşıyorlar. Evet orada kalanlar müslman oluyor. Bilimsel geçmişlerinden İslam ciddi manada yararlanıyor ama sonradan geliyorlar Sasani iktidarını iade etmek için elinden geleni yapıyorlar ve hala o gayret içerisindedirler. Orada iktidatı alan Emeviler arap. İktidardan indiren, görünürde yine Resulullah’ın soyundan insanları iktidara getiren İranlılar, Bermekiler, veziriazamlık makamına kendileri oturuyor. Ondan sonra da yapacaklarını yapıyorlar. İşte ilk Abbasi halifesi ile ilgili geçende Abdurrahman’ın anlattığını biraz daha farklı bir şekilde Yahya’dan dinleyeceğiz.
YAHYA ŞENOL: Abbasiler bildiğiniz gibi Emeviler’den sonra kurulmuş olan bir devlet. Emeviler iktidarının sonlarına doğru halkta çok büyük bir huzursuzluk var. Önce Emevi döneminin sonunu bilelim ki Abbasiler nasıl bir umutla başa gelmişler o açıdan önemli. Yönetimin bir defa saltanata dönüşmüş olması yani halifelerin seçimle iş başına gelir olmasından sonra bu işi saltanata çevrilmiş olmasından dolayı halk son derece rahatsız. Bunun haricinde kabilecilik, Arap milliyetçiliği oldukça zirveye çıkmış o dönemde. Halk bundan da rahatsız. Dolayısıyla Araplarla sonradan Müslüman olanlar yani mevâli denilen gurup arasında büyük bir çatışma ve huzursuzluk var. Toplum bunu çok derinden hissediyor. Bunun haricinde halk, halifelerin yaşam tarzından da son derece rahatsız. Hanedan çekişmeleri sürekli toplumu huzursuz ediyor falan. Böylesine sıkıntılı bir süreçte Abbasiler bir umut ışığı olarak görülmüş halk tarafından.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Abbasi demeyelim de ehli beyt.
YAHYA ŞENOL: Onlarla beraber zaten bu işi yapıyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ehli beyt diye başlanıyor harekete, Abbasi diye başlanmıyor. Hz.Ali ve Fatıma’nın çocuklarının da verdiği desteklerle Hocamız’ın ifade ettiği gibi böyle bir hareket başlatılıyor. Emeviler’i yıkıp Abbasiler başa geçmiş oluyorlar. Fakat hani “devrim önce kendi çocuklarını yer” şeyi ilk olarak orada mı gözüktü yoksa daha önce de varmıydı bilmiyoruz ama Abbasiler başa geçer geçmez o âna kadar beraber hareket ettikleri Hz. Ali ve Fatıma’nın çocuklarını devre dışı bırakıyorlar. İlk yaptıkları faaliyet o oluyor. Daha sonra yine başarılı bir harekat sonucu, tabi bu fitili ateşleyen Ebu Müslim El Horosani var. Çok büyük desteklerini görüyor Abbasiler bu adamın. Abbasileri getiren O, ilk gelir gelmez de başını yedikleri insan da O oluyor normal olarak. Ebu Müslim El Horosani’yi öldürtüp ortadan kaldırıyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ve Bağdat’a büyük bir törenle davet ediyorlar. Çünkü onları iktidara O getirmiş. Halife’nin odasında öldürüyorlar.
YAHYA ŞENOL: Ve bunun gibi yine kendilerine çok sıkı bir destek veren ve bizzat kendilerinin de veziriazam Muhammed yani Muhammed ailesinin veziri diye isimlendirdikleri Ebu Seleme El Hallal var, o başta olmak üzere onun gibi birçok kişiyi de öldürüyorlar ve sürüyorlar. Bütün ihtilali/devrimi beraber yaptıkları kişileri ortadan kaldırıp kendi saltanatlarını, hakimiyetlerini bu şekilde kurmuş oluyorlar. Ve daha sonra da başlıyorlar bu sefer geriye dönük olarak Emevi hanedanından sağ kalmış olanlara eziyet etmeye, işkence yapmaya, onları öldürmeye. Bununla ilgili olarak kaynaklar şu bilgileri veriyor. Deniyor ki ilk olarak hemen o anda hayatta olan ve kendilerine sığınmış bulunan Emevi komutanı Süleyman Bin Hişam var. İlk olarak onu öldürmekle işe başıyorlar. Daha sonra Ebul Abbas El Seffah var ki bu herhalde kan dökücü olduğu için bu ismi alıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kan dökücülüğü şeref vasfı olarak kullanıyor. Ben kan dökücüyüm diyor. Ben canavarım demiş oluyor.
YAHYA ŞENOL: O adı da buradan almış oluyor. Daha önce eman verdiği yani hayatlarını güvence altına aldığı Emevi hanedanından kalma birilerini bir yemeğe davet ediyor ki kaynaklarda bunların 80 kişi oldukları söyleniyor. Yemeğe çağırıp hepsine önce ikram yediriyor, ardından da hepsini öldürtmüş Seffah.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yemekten çıkanın kellesi alınıyormuş.
YAHYA ŞENOL: Emevi ailesinden ileri gelen 80 kişiyi öldürdü diyor tarihi kaynaklar. Bir kişi, Abdurrahman Bin Muaviye yemeğe katılmadığı için hayatını kurtarıyor ve Endülüs’e bugünkü İspanya’ya kaçıyor ve o şekilde hayatta kalıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Endülüs Emevileri diye bilirsiniz tarihte. Hemen orada başlarına geçiriyorlar Endülüslüler bunu. Endülüs Emevi Devletini kuruyor bu zat.
YAHYA ŞENOL: Bu şekilde Seffah, böyle Emeviler’den kim kaldıysa hepsini temizliyor. Daha sonra Ebu Cafer Mansur başa geçiyor. Bu sefer öldürecek hayatta kimse bulamadığı için ölmüşlere dönüyor. Kaynakların aktardığını aynen buradan size okuyayım. Diyor ki; ölüp gitmiş olan Emevi halifelerinin kabirlerini açtırıyor, cesetleri henüz çürümemiş olanlar, daha yakın zamanda ölmüş olanları önce astırıp sonra yaktırıyor. Öyle bir kin var geçmişe dönük. Tek Ömer Bin Abdulaziz’e dokunmuyorlar. Emevi halifelerinden Ömer Bin Abdulaziz biliyorsunuz reşit halifelerin beşincisi olarak kabul edilir. Herkesin buna bir saygısı var ama öbürlerinin daha önce ölmüş olanlarının bile diyor hepsinin kabirlerinden cesetleri çıkartılıyor, cesetleri çürümüş olanlarınki de kül haline getirip yok ediliyor. Ama daha henüz tam olarak çürümemiş olanları da önce asılıyor, ardından da yakılıyorlar. Öldürecek kimseyi bulamayınca ölmüşlere de böyle bir operasyon yapmış oluyorlar bunlar. Bunun haricinde bu Abbasiler döneminde ulemaya yapılan baskılar var. Onlar da çok net bir şekilde kaynaklarda anlatılıyor. Bunlardan birincisi Ebu Hanife. Biliyoruz ki Ebu Hanife hem Emeviler dönemini görmüş hem Abbasiler dönemini görmüş olan imamlardan bir tanesi. Emeviler’de de Abbasiler’de de kadılık teklif ediliyor. Gel bu şeyin başına geç. Bugünkü ne diyebilirim?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yargının.
YAHYA ŞENOL: Yargının başına geç. Ebu Hanife bunu kabul etmiyor ve 767 yılında, hicri 150 yılında Abbasiler tarafından hapsediliyor, eziyet ediliyor ve bu eziyetler sonucu hapiste hayatını kaybediyor. Aynı şey İmam Malik’e de uygulanıyor ve şöyle kayıtlar var. Deniyor ki; İmam Malik, ikrah altında yani zorlama ve tehdit altında yapılan biatlar geçerli değildir şeklinde bir fetva vermiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Biat da bağlılık. Bir zamanlar vardı ya bilirsiniz İnönü’nün son zamanında. Açık oy, gizli tasnif. Herkes gelir açıkça oy verirdi, oyların sayımı gizliydi. Son derece demokratik tabi! Bunlar da aynı şeyi yapıyorlar. Diyorlar ki; bize biat edin yani bağlılığınızı bildirin, bildirmezseniz kelleniz gider. İmam Malik de bu bağlılık bildiriminin geçersiz olduğunu söyleyince evet devam et.
YAHYA ŞENOL: Bu bir. İkincisi: İmam Malik’in bir fetvası daha var. Diyor ki; ikrah altında biat geçerli olmadığı gibi ikrah altında yapılan nikahlar da geçerli değildir. Bir zorlama sonucu bir kızı, bir erkeği evlendirmişlerse burada da ikrah var, tehdit var, cana kastetmek var, eziyet var, işkence var, bundan dolayı evlendirmişler, böyle bir nikah da geçersiz dediği için hapsediyorlar, hapiste işkence yapıyorlar ve bunların hepsi tarihi kaynaklarda da var. Böyle son derece demokratik, fikir hürriyeti olan bir ortam. Bunun haricinde Süfyan Es Sevri var. Bu da o dönemin son derece meşhur alimlerinden biri. Bunun da diyor ihtilale destek verdiği iddiasıyla soruşturmaya ve yakalanma emirlerine tabi tutulması üzerine adam yaşadığı şehri terk etmek zorunda kalıyor Kufe’ye. Hayatının sonuna kadar-10 yıl zaten yaşayabilmiş-sürekli yer değiştirip gizlenerek yaşamak zorunda kalmış adam bunların şerrinden emin olabilmek için. Hayatı boyunca hep böyle yaşamak zorunda kalmış. Ve o dönemin en meşhur olaylarından biri ki zaten bunu duymuşsunuzdur birçoğunuz. Mihne olayları başlıyor. Ulemaya bazı fikirleri dayatmak için yapılan işkenceler, sıkıntılı dönemler var ki bunların en başında da Ahmed Bin Hambel var. Kaynaklar bunu çok sık şekilde anlatır. Başta halkul kuran diye bir şey ortaya atılıyor. Ne kadar doğru ne kadar yanlış bilmiyoruz ama..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Büyük bir ihtimalle Ahmed Bin Hambel’e iftiradır. Nasıl Ebu Hanife’ye yapıldıysa. Ebu Hanife’nin canını verdiği olay, daha sonra Hanefi mezhebinin görüşü oluyor. Bu da kesinlikle A. Bin Hambel’in görüşü değildir bu. Niye öyle diyorum biliyor musunuz? Kuran yaratılmamıştır ezeli kelamdır. Kelamı kadim derler ya bizde. Bu çok güzel geliyor insanın kulağına. Halbuki burada İsa’nın ezeliliğinin şeyi var. Çünkü İsa Allah’ın kelamıdır. Hıristiyanlar diyor söz. “Hiçbir şey yokken söz vardı”. Kuranda da İsa Allah’ın kelimesidir diye geçtiğine göre kuran da ezeli olunca bu defa hıristiyanların İsa’yı tanrılaştırmalarına kuran kaynaklı bir fetva ortaya çıkmış olacak. Ve buna da Ahmed Bin Hambel’i alet ediyorlar. Eminim ki A. Bin Hambel’in bu işle hiç bir alakası yoktur ama nasıl Ebu Hanife asabenin savunucusu gibi gözüküyorsa o da öyledir. Yapılmıştır yani sonradan.
YAHYA ŞENOL: Burada da kendi görüşlerini kabul etmedi diye A. Bin Hambel’i hapsediyorlar, sürgüne gönderiyorlar. Cuma namazı kılmasını bile yasaklıyorlar. Cuma için kalkıp milletin arasına karışması lazım, ona da izin vermiyorlar ve hadis rivayet etmesine bile izin vermediği kaynaklarda.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Demek bizim dua etmemiz lazım. Vaaz edemiyoruz. Camiye giriyoruz ya çok şükür etmek lazım.
YAHYA ŞENOL: Böyle şeyler anlatılıyor Abbasi dönemi ile ilgili.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Evet şimdi burada tam bir tarihi belge olarak Fatih’ten şey yapacağız. Ebu Hanife’nin mezhebini bize nakleden İmam Muhammed ile ilgili olarak Hanefi mezhebinin en güvenilir kaynaklarından birisi Mebsud. 30 ciltlik bir eserdir. Serahsi’nin eseridir ve Hanefi mezhebinde ana kaynaklardan sayılır. En temel kaynak sayılır. Ve orada İmam Muhammed ile ilgili olarak geçen bir hikayeyi size Fatih anlatacak.
FATİH ORUM: Sözü edilen hikaye El Mebsud’un 24.cildinin 40.sayfasında. Yani en çok yaygın olan matbuatın 24.cildi ve 40.sayfası. Konu şununla alakalı: Kitabul İkrah diye bir bölüm var burada. Kitabul ikrah yani bir kişinin zorla herhangi bir şeye karıştırılması. Mesela zorla bir şeyin yaptırılması. Mesela zorla karısını boşuyor adam.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ya da zorla birisiyle evlendiriliyor.
FATİH ORUM: Evlendiriliyor, şunu yapacaksın veyahut zorla öldürülmesine sebebiyet veriyor. Bununla ilgili hükümlerin düzenlendiği bölüm Kitabul İkrah. Şimdi hikayeyi bize nakleden kişi İbni Semea. İmam Muhammed’in öğrencilerinden birisi. Diyor ki; İmam Muhamed, kitabul ikrahı yazdı. Bu bölümü yazdı ve burada da bir kişinin zorla devlet başkanına biat etmesinin caiz olmadığını, böyle bir biatın alınamayacağını. Bir kişiye zorla bir takım şeylerin yaptırılamayacağına dair prensipleri koydu. Ve bu haber bir şekilde dönemin halifesine iletildi. Yani denildi ki işte İmam Muhammed, senin zorla biat alamayacağını, bir konuda bir kişiye zorla herhangi bir şey yaptıramayacağına dair bir kitap yazdı ve bu kitabı dağıtıyorlar diye bir istihbarat geliyor. Ve halifenin veziri geliyor İmam Muhammed’i yanında talabesi İbni Semea da olmakla birlikte halifenin huzuruna çıkartıyorlar. Tabi daha önce İbni Semea’nın anlattığına göre devletten bir takım yetkililerin İmam Muhammed’i halifenin yanına çıkartmasına bir anlam veremiyorlar. Olayı anlayamıyorlar. Oraya gittiklerinde İbni Semea olayı anlıyor buradaki ifadelere göre. Bakıyor ki olay oldukça ciddi. Yani İmam Muhammed’in canını yakacaklar. Bu arada bir fırsat bulup İbni Semea oradan ayrılıyor ve gizlice İmam Muhammed’in evine geliyor. Yine buradaki ifadelere göre bir bakıyor ki evin etrafı çevrilmiş askerler tarafından. Eve giriş çıkışa izin vermiyorlar. Bu defa bu yan komşunun duvarından atlayarak eve gizli bir şekilde girdiğini söylüyor. Eve girdim ve hocanın o kitabını buldum. Ve dışarı da çıkarmama imkan yoktu. Bu defa evin içerisindeki bir kuyudan bahsediyor. Artık o kuyu ne kuyusu ise.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Su kuyusudur.
FATİH ORUM: Yok, su kuyusu olduğu zaten belli de artık evin içinde mi bahçede mi? O kuyuya attım kitabı diyor. Muhafaza ederek attım diyor. Sonra tekrar geri gidiyor. Bu defa tahkikatın sonucunda evde bir şey bulunamıyor. Kitap bulunamıyor. Yine buradaki ifadeler şayet doğruysa herhangi bir sonuç alınamadığından dolayı İmam Muhammed’den özür diliyorlar. Hatta Ona bir takım hediyeler verdiğini yazıyor burada. Yanlış bir istihbarat olmuş demek ki deniliyor ama kitabı bulamadıklarından dolayı özür dilemenin hiç bir anlamı yok. Demek ki kitabı bulsalar adamın başını yakacaklar. Böyle bir arama gerçekleşiyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Başını kesecekler. Yakacaklar kelimesi sanki görevden alacaklar gibi. Başını kesecekler yani.
FATİH ORUM: Sonra yine öğrencisi İbni Semea’nın buradaki ifadelerine göre İmam Muhammed uzunca bir süre bu kitabı tekrar gündeme getiremiyor. Daha sonra işte kitap kuyudan bulunuyor, şu oluyor, bu oluyor, iş birazcık daha ortam şey yaptıktan sonra. Ancak benim dikkatimi çeken bir olay oldu bu satırları okurken. İbni Semea bunları anlatıyor. Bu hikayeyi bitirdikten sonra kitap başlıyor. Kitabul İkrah başlıyor. Kitabul İkrah şöyle başlıyor: bir kişinin zorla talakı geçerlidir. Hemen bu konu başlıyor ve diyor ki; bu talak geçerlidir. Ve ondan sonra bir takım aslı astarı olmayan rivayetler ki ben baktın Hanefi kaynaklarının hepsinde bu rivayetler var. Mesela bir tanesini okuyayım. Yani bir kişinin zorla talakının geçerli olduğuna dair rivayetlerden şöyle bir şey. Mesela Kâsâni’de geçiyor, İbnul Humam’da geçiyor, Macsıli’nim El İhtiyar’ında geçiyor ki bunlar Hanefi mezhebinin temel kaynakları. Şöyle bir rivayet: sahabeden bir tanesi uyurken karısı adamın üzerine oturuyor, bıçağı boynuna dayıyor ve diyor ki beni boşa diyor. Hem de beni üç defa boşa diyor. Peygamber döneminde. Olmasına imkan yok yani böyle bir şeyin. Neyse. Adam da tamam senin üç kere boşadım diyor. Bunun üzerine adam Peygamber’in yanına gidiyor diyor ki eşim böyle yaptı ve ben de onu üç kere boşadım diyor. Peygamberimiz de bu boşama geçerlidir diyor. O kadar kurgu ki her yerinden belli. Resulullah’ın böyle bir boşamaya cevaz vermesine imkan yok. Bir kerede üç talak meselesi zaten söz konusu olamaz. Yani bu kaynaklar bile bunun daha sonra (üç talakın) Resulullah’tan sonra Hz. Ömer döneminde ilk kez gündeme alındığına dair rivayetleri naklederler. Yani her tarafından kurgu olduğu belli bir rivayet. Neyse ama bu hikayenin ardından Mebsud’da kişi zorla icbar ile karısını boşarsa bu boşama geçerlidir diyor. Bunu da şöyle temellendirmeye çalışıyor bu rivayetlerin dışında. Diyor ki; bir kişi ikrah altında kalırsa evet tamam bunun rızası yoktur, doğru ama diyor ki; herhangi bir akdin hukuki sonuç doğurabilmesi için rızasının olup olmaması yeterli değildir diyor. Ya ne lazım? İradesi var mı yok mu ona bakmak gerekir. Rızası yoktur ama iradesi vardır. Ne demek iradesi? Yani iki durumdan birisini tercih etmiştir. Tercih iradedir. Nedir o iki durum? Ya ölecek ya da yok ben ölmeyi tercih etmiyorum yaşamayı tercih ediyorum. Dolayısıyla eşimi boşuyorum dediğinde bir irade beyanıdır bu. Bir ihtiyarda bulunmuş, bir tercihte bulunmuştur. Dolayısıyla tercihte bulunması, işlemin hukuki sonuç doğurması gerektirir diyerek esasında ikrah konusunun tamamen yapısına aykırı bir şeyle konuyu delillendiriyor. Dolayısıyla İmam Muhammed gerçekten böyle bir tahkikat geçirdiyse, böyle baskıya maruz kaldıysa bu ifadeleri Ona yazdıran şey nedir o zaman? İmam Muhammed bu olayı yaşamıştır, evet ama aşağıdaki ifadeler onlara ait olamaz. Muhtemelen işte bu ifadeler daha sonra onların vefatından sonra bu kitapları tekrar yazılırken bir takım ellerin buralara girmiş olduğunu çok açıkça gösteriyor. Yani ya bu hikaye yalan ya da aşağıdakiler.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu çok açık ve net. Hala devam ediyor biliyorsunuz bu hükümler Hanefi mezhebinde. Kitabı da göster istersen.
YAHYA ŞENOL: Aynısını söyledi Fatih Hoca bire bir. Sık sık burada okuduğumuz bir kitap var. Ömer Nasuhi Bilmen’in Hukuku İslamiye Ve Islahat-i Fıkhiyye Kamusu diye. Bu, Hanefi fıkhının bir özeti ama onun haricinde diğer mezheplerin görüşlerine de yer vermesi bakımından oldukça önemli bir kitap. Burada ikrah konusu yani bir tehdit, baskı altında, bir eziyet, işkence altında yaptırılan bir hukuki muamele ki özellikle evlenme ve boşanma ile ilgili olarak geçen şeyleri bir okuyalım. Şimdi bu boşanma ile alakalı olarak diyor ki; “alel ıtlak mükrehin talakı muteberrir”. Yani bir baskıya, bir tehdide, bir işkenceye maruz kalan kişinin yaptığı boşama yani “alel ıtlak” mutlak olarak geçerlidir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Herhangi bir şarta bağlı olmaksızın. Adamın alnına tabancayı dayıyorsun ve diyelim ki ekranda milyonlarca insan seyrederken tabancayı dayıyorsun karını boşa. O da boşadım diyor. Hakimler de seyrediyor geçerlidir diyor. İmam Muhammed’in canını ortaya koyduğu bir konuda onlar bu fetvayı vermiş sayılıyorlar. Bunu unutmayın lütfen. Abbasi dönemi başı İslam’ın sonu dememiz boşuna değildir. Bu çok önemli bir husustur. Artık Müslümanlar yavaş yavaş uyansınlar.
YAHYA ŞENOL: Benzer bir şey evlilik için de geçerli. Boşanmada böyle ama evlilikte de aynı şey. Burada da bu sefer 2.cildin 23.sayfası 108.paragrafta aynen şöyle diyor: “mükrehen vâki olan nikahlar da sahih ve nâfiz olarak münakit olur”. Yani bir zorlama altında yapılan nikahlar da sahihtir, geçerlidir ve yürürlüktedir. Hiç problem yok bu nikahta. Neden? Çünkü diyor ikrah, biraz önce Fatih Hoca anlattı ya ihtiyarı izale etmez yani kişi neticede kendi iradesiyle karar vermiştir diyor. Mükreh yaptığı şey yine bir kast ve irade ile yapar, mükrehun bihi yapmakla yani kendisine tehdit altında yapması istenilen şey var ya, onu yapmakla ehveni şerreyni ihtiyar etmiş olur. Yani iki kötülükten birini seçmiş olur. Yani ya bununla evleneceksin ya öleceksin. Ölmeyi de kendi iradesiyle kabul edebilir. O adamla evlenmeyi kendi iradesiyle kabul etmeye de bilir. Dolayısıyla bir iradesi var canım! Kendi iradesiyle seçmiş. Dolayısıyla böyle yapılan evlilikler de böyle yapıla nikahlar da geçerlidir diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O ayeti de oku. İkrahla ilgili ayet var ya.
YAHYA ŞENOL: Önemli bir husus daha var onu da okuyayım. Diyor ki; bu ikrahın vukuhu zevc ile zevceden her biri tarafından tasavvur olunabileceği gibi. Mesela diyelim ki adam kadını zorluyor. Başına silahı dayamış evleneceksin benimle falan. Kadın evet diyor veya tam tersi. Böyle olabileceği gibi şahsı sâlis tarafından da tasavvur olunabilir. Üçüncü bir kişi de bunları zorlayabilir diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mesela kız da oğlanın karşısına oturmuş birbirinizle nikahlanmazsanız ikinizi de öldürürüm diyor. Gene canlı yayında da olabilir hiç önemli değil. Onlar, tamam birbirimizle nikahlandık dedi mi artık hukuken de geçerli.
YAHYA ŞENOL: Kendileri seçmişler diyor. Ölümü de seçebilirlerdi. Tabi bu sadece hatırlatmış olalım Hanefi mezhebinde bu. Yoksa diğer mezheplerde ikrah altında yapılan nikah kesinlikle geçerli kabul edilmez.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hanefi’nin en güçlü kitabında İmam Muhammed gibi mezhebi asıl nakleden zât neler yapıldığını oradan dinlediniz.
FATİH ORUM: 1:30:45 duyulmuyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah! C.Hakk diyor tercihte bulunsaydı daha ağır biriyle imtihan ederdi. Bu bir imtihandır kaybetmiş. Ne kadar kolay. Peki C.Hakk öyle mi diyor?
YAHYA ŞENOL: Nahl suresi 16.sureninn106.ayeti var. Burada kafir olmaya zorlanan, tam da ikrah kelimesinin kullanıldığı bir ayet var NAHL, 106.. Ayet: “Men kefera billahi mim ba’di ımanihı: iman ettikten sonra kim kafir olursa”, “illa: ancak şunlar hariç”, “men ükrihe” bakın “ükrihe”. Mükreh olursa/zorlanırsa “ve kalbühu mutmeinüm bil ımani: ama kalbi imanla dolu olduğu halde” Allah’ı inkar et kurtul falan diye ikrah altına alınmışsa bir kişi, tamam o başka. Ama “ve lakim men şeraha bil küfri sadran” öyke değil de kalbini tamamen küfre açmışsa kişi “fe aleyhim ğadabüm minellah” Allah’ın gazabı onların üzerine olur, “ve lehüm azabün azıym” ve ahirette de büyük bir azab bekliyor olacak onları ama kalbi imanla dolu olduğu halde zorlanmadan dolayı kişi böyle bir şey yapmış ise onlar diyor Allah bu hükmün kapsamında değil. O zaman deriz ki burada da kendi iradeleriyle tercih etmiş. Ölümü tercih etselerdi. Niye kafir oldular? Ama Allah ikrahı kabul ediyor. Zorlanmışsan tamam demek ki sende o anda bir rıza bir ihtiyar yok. Onun nikahı da talakı da olmaz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten evlilik ile ilgili, boşanma ile ilgili ayet ve hadisler dört mezhebin dördünde de evlenme eylemi ile alakalı hükümler, boşanma eylemi ile ilgili hükümler dört mezhebin dördünde de kurana ve Resulullah’ın uygulamasına yüzde yüz aykırıdır. Hani yüzde bir uygun değil. Dört mezhebin dördünde de evlenme ve boşanma ile ilgili hükümler kuran ve sünnete, Resulullah’ın uygulamasına yüzde yüz aykırıdır. Ve bugün insanlar bunu İslam zannediyorlar. Şimdi Avrupalılar ya da başkaları tenkid ediyor. Ya da bazı insanlar diyor ki İslam bu ise ben yokum diyor. İslam o değil ki kardeşim. “Efendim biz sünniyiz”. Ne kadar güzel bir kelime. Millet zannediyor ki Resulullah’ın arkasından gidiyor. Ne alakası var kardeşim. Senin sünni dediğin bu yapının oluşturduğudur. Başta Abbasiler. Abasiler nasıl geldi? Ehli beyti iktidara getirmek için ortaya çıkan kişiler. Geçende ayeti okumuştum. Şimdi tekrar edelim. Onlar diyorlar ki; efendim Fatıma’nın çocukları kızın çocuğudur. Resulullah’a kız vasıtasıyla ulaşıyorlar. Ama biz, erkek vasıtasıyla ulaşıyoruz. Neymiş? Biz Abbas’ın çocuklarıyız. Abbas ile Resulullah’ın arasında kadın akraba yok ama Fatıma kadın bir kere. Resulullah’ın kızı. Araya kız girdiği için bu geçersizdir diye bir fikir ortaya atıyorlar. Az önce ne kadar saçma bir görüşle ikraha fetva buldular ve Hanefi mezhehine mâl ettiler. İmam Muhammed ve Hanefi mezhebi uleması elbette bunlardan hesabı soracak. Aynı şekilde dört mezhebin büyük alimleri de soracak ama arkadan adamlar oluşturmuşlar. Yani kolay bir şey değil ki. Devlet ellerinde. Zaten arkasından divanı zenadika diye. Adem Hoca ayetleri okuyor, efendim dinden dönmenin cezası sadece C.Hakk tarafından verilir insanlar veremez diye. Ama mezheplerin tamamı şiisi sünnisi ayrım yapmaksızın dinden döneni öldürürler. Bunlar hangi dinin mezhepleri. Bunlar İslam kabul ediliyor bütün dünyada. Bu çok önemli bir husustur. Abbasiler, kendilerinin esasen Resulullah’ın temsilcisi yani ehli beyt olduklarını ıspatlayabilmek için yeni bir kavram sokuşturmuşlardır içerisine. O da asabe. Bundan önceki dersimizde anlatmıştık bundan sonra da devam edeceğiz. Ve orada ben herkese şey yapmıştım. Abbas mı Resulullah’ın mirasçısı yoksa Fatıma mı? Hiç Abbas’ın gidip de Resulullah’ın mirasından pay istediğine dair bir rivayet bilen var mı? Var mı öyle bir şey hiç hatırlıyor musunuz? Ben hiç duymadım şu âna kadar. Ama Fatıma validemiz babasının mirasını istiyor. Bakın kuranda Nisa suresinin 11.ayetinde “Allah, evladınız hakkında size erkeğe iki kız payı vermeniz görevini yükler”. Evladınız derken erkek de evladınız oluyor kız da değil mi? Peki Abbas’ın mirasçı olması için şart ne? Nisa 176’da diyor ki Allah “Yesteftunek: senden fetva istiyorlar”,”kulillahü yüftiküm fil kelaleh” evladı, anası vey babası olmadan ölen kişi ile ilgili soruyorlar senden. Mesela Resulullah’ın babası yoktu. Annesi de yoktu. Acaba O, bu ayete giriyor mu? Ki bakın burada diyor ki; “inimruün heleke leyse lehu veledün”. Birisi ölse ama veledi yok. 11.ayete kıza da veled dedi erkeğe de dedi. Veledi yok. Ondan sonra diyor ki erkek ya da kız kardeşi varsa diye başlıyor. Şimdi Resulullah vefat ettiği zaman veledi var mı ayete göre? Fatıma var. Öyleyse amcasının mirasçı olması söz konusu olur mu? Bakın hiç burada uzman olmaya gerek yok. Fıkıh okuduğunuz zaman en zor konu miras konusudur. Ben İstanbul Müftülüğüne 1976’da geldim, miras konusunda bir tek rahmetli Ali Fikri Yavuz’un bu işi bildiği falan söyleniyordu, biz de bu işi iyi okumuştuk. Sonra aa Abdulaziz Hoca da biliyormuş falan ben de şaşırdım. Allah Allah bunu bilmek ayrıcalık mı? Öyleymiş demek ki yani. Bu da zor bir konu ama hemen anladınız değil mi? Niye zor biliyor musunuz? Zorlaştırıyorlar ki insanların zihni karışsın, yaptıkları üçkağıtçılığı kimse görmesin. Ve fıkıhta en anlaşılmayan konu hâlâ şu az önce okuduğum ayettir. Nisa 176’dır. Öyle bir katıştırmışlardır ki okuyun işin içinden zor çıkarsın. Miras ve talak. Anlaşılmaz çünkü öyle saçmalıklarla dolurmuşlardır ki. Bakın oluşturulmuş bir dinle yüz yüzeyiz. Niye ben bu konulara girdim? Bakın Adem Hoca Buhari’de bir kişi buldu. Ebu Davud’da bir kişi buldu. Vâkıdi’de buldu. Şimdi bakın İbni İshak o dönemin en eski tarihçisi değil mi? İbni İshak’ın ölümü ne zaman? 151. 151, Abbasiler’in en güçlü olduğu dönemlerden birisi. O dönemde İmam Muhammed de hayatta. Belki o kitabı yazdığı zamandır. İmam Muhammed 131’lerde falan doğmuş 25 yaşlarında. O dönemdeki İmam Muhammed’in kitabına sokuşturulanları gördük. Dine yüzde yüz aykırı. Yani İbni İshak ne yapabilir ki. Bakın İbni İshak’ın kitabına da Yahudilerle ilgili rivayetler yerleştirilmiştir. Onları öven, Müslümanları yeren. Ve o rivayetler bugün Buhari’de, Müslim’de falan var İbni İshak’ı kaynak göstererek. Peki niye böyle diyorum? Çünkü bakın şunu lütfen iyice kafamıza yerleştirelim. İnsanlar Allah’ın dinini kendi keyiflerine uydurmak için yapmadığı çılgınlık bırakmazlar dünyalık arzusuyla. Şimdi burada Yahudilerin yaptığı bir şey var. Kuranda da var. Kuranın en anlaşılmaz ayetlerinden bir tanesi budur. Yani oyun oynayanlar o kadar ustaca oynamışlar ki. Bugün hâlâ açın Bakara suresinin 102.ayetini kaç kişi anlayabilir? Bütün tefsirleri okuyun anlayan beri gelsin. Hepsini okuyun. Öyle saçmalıklar ortaya konuyor ki sihrin varlığı, sihirbazın öldürülmesi, Harut-Marut bilmem ne.. Yani işin özünden çıkarılıyor acayip şeyler. Niye? Çünkü olayın bağlantısı kapatılıyor. Kendi yaptıkları pislikleri nasıl kapatacaklar yoksa. Dine sokuşturdukları anlaşılırsa ne olur? Onun için zihinlerin karışması lazım. Ondan dolayı size sürekli söylüyorum; medreseler Abbasiler’den beri diplomalı cahil yetiştiriyor. Bugünkü üniversiteler gibiydi tıpkı. Nadiren bilgili insanlar yetişti. Adamların Avrupa’nın, Amerika’nın sömürüsünün temsilcileri yerleştiriliyor bugünkü eğitim kurumlarında. Lütfen buna çok dikkat edelim. “Efendim Türkiye ekonomik yönden kurtulamıyor”. Tabi ki kurtulamaz. Onlar isterler mi sizin hürriyete kavuşmanızı? Sizin öyle bir kafanıza yerleştirmişler ki kredi sistemi olmadan ekonomi olmaz. Sen buna inandıktan sonra bitti. Artık daha iflah olman mümkün değil. Bakara 101 ve 102’yi açar mısınız? Bizim kitap ve hikmet dergisinin bu ayki yazısında bu. Orayı okumanızı tekrar söylüyorum. Çünkü çok önemlidir. Kelimelerle yapılan sihir Yahudileri ne hale getirmiş, Hristiyanları ne hala getirmiş, bugünkü Müslümanları ne hâle getirmiş. Kısa bir kesittir. Mesela orada geçen “ivec” kelimesi, o kelimenin de anlamı öyle bir hale getirilmiştir ki anla anlayabilirsen. Yani kuranda o kadar çok geçen kelime. İnsanları asıl kafir yapan, ulemayı asıl yoldan çıkaran kavram. Şimdi bakın. Allah razı olsun Adem Hoca vesile oldu. Resulullah’a adam niye öldürtmesin ki? Ada Seffah. Kendisi halifelik makamında, rastladığını öldürecek. Kabirdekileri bile çıkaracak. Peki bunu Resulullah yaptı mı? Yaptı diyecek. Tabi ki Mekke’ye giderken Kabe’nin örtüsüne bile sarılsa öldürülecek diyecek ki kendi pisliğini örtsün. Tabiki diyecek ki dinden dönen öldürülür. Tabi diyecek ki ikrah talak şeydir. Çünkü basku uyguluyor herkese. Hatta şöyle yapıyorlar: baskıyla talak geçerli olduğu için “bunu yaptın mı?”, “yapmadım”,” yaptıysam karım boş olsun diyor musun?”. Zavallı inandırılıyor yaptıysam boş olsun dediği zaman baskı altında karısının boş olacağına inanıyor ya. Bu defa yaptım demeye başlıyor. Bugün de birçok yerde biliyorsunuz hala vardır. Bizim sitede de var. Eğer bu yoldan dönersem karım boş olsun. Hala vardır. Bu din ne hâle getirilmiş. 101. ayette diyor ki Allah; “Onlara Allah katından ellerinde bulunan kitabı doğrulayıcı bir resul gelince kendilerine kitap verilenlerden bir kısmı sanki bilmiyorlarmış gibi Allah’ın kitabını arkalarına attılar”. Yani ellerindeki Tevrat’ı tasdik eden resul Muhammed(sav) geldi. O Tevrat hangisi. O Tevrat burada var. Bakın kitabı mukades, eski ve yeni ahit. Kitabı mukaddes şirket tarafında yayınlanmış. Yani kendilerinin şeyidir. Kuranın tasdik ettiği kitap bu. Mesela burada verilen meal de yanlış. Ben onu biraz düzelterek verdim. Çünkü onunla uğraşacak hâlim yok şu anda. Meal doğru da parantez içinde yanlış kelime koymuşlar. Kuran Tevrat’ı tasdik ediyor. Tevrat’ı tasdik eden kitap geldiği zaman Ali İmran 81’e göre Yahudiler inanmak zorundalar. Ama inanmamak için kuran ile Tevrat arasında bir problem çıkarmaya çalışıyorlar. Ondan sonra diyor ki Allah BAKARA, 102.. Ayet: Vettebeu ma tetlüş şeyatıynü ala mülki süleyman” şeytanların Süleyman’ın krallığı ile ilgili söylediklerine uymaya başladılar diyor. Şeytanların Süleyman(as)’ın krallığı ile ilgili söyledikleri ne biliyor musunuz? Bizimkiler yine dua edin ki kuranın içine sokamamışlar böyle şeylerini. Kelimelerin anlamlarını bozmuşlar ama cümleler sokuşturamamışlar. Onlar Tevrata sokuşturmuşlar. Bir okur musun Yahya tevrattan.
YAHYA ŞENOL: Bakın Süleyman(as)’a ne diyor bugünkü tevrat. O günkü tevrat da söylüyor. Birinci krallar 11.bölüm değil mi?
YAHYA ŞENOL: Tevrat’ın Birinci Krallar, 11. bölümü. Burada Süleyman(as)’ın kafir olduğundan bahsediliyor ona göre.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah’ın nebisini kafir yapıyorlar bakın. Yani siz şimdi tutup da İmam Muhammed, şuna, buna, Resulullah’a yaptıkları iftiralar. Bunlar normaldir. İktidar neler yaptırıyor.
YAHYA ŞENOL: Bunun üçüncü pasajından itibaren okuyayım ben. Daha önemli şeyler burada var. Süleyman’ın 700 karısı kral kızı olup 300 de cariyesi vardı. Ve karıları Onun yüreğini saptırdılar ve vâki oldu ki Süleyman’ın ihtiyarlığı zamanında karıları Onun yüreğini başka ilahların ardınca saptırdılar ve babası Davud’un yüreği Allah’ı rab ile bütün olduğu gibi Onun yüreği bütün değildi. Ve Süleyman, Saydalılar’ın ilahesi Astarti’nin ardınca ve Ammoniler’in mekruşeyi Milkum’un ardınca gitti.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Başka tanrılara uymuş yani.
YAHYA ŞENOL: Ve Süleyman, Rabbin gözünde kötü olanı yaptı ve tamamen Rabbin ardınca yürüyen babası Davud gibi yürümedi. O zaman Süleyman, Yaruşemin’in önünde olan dağında Moab’ın mekruşeyi Kemoşin ve Amonoğullarının mekruşeyi Molek için bir yüksek yer yaptı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onların tanrılarına mabed yapmış.
YAHYA ŞENOL: “Ve kendi ilahlarına buhur yakan ve kurbanlar kesen bütün ecnebi karıları için böyle yaptı. Ve Rab, Süleyman’a karşı öfkelendi. Çünkü Ona iki kere görünen ve başka ilahların ardınca gitme diye bunun için Ona emretmiş olan İsrail’in Rabbi, İsrail’in Allah’ı Rabb’den yüreği saptı ve Rabbin emrettiği şeyi tutmadı. Ve Rab, Süleyman’a dedi; mademki bu şey senin tarafından oldu ve sana emrettiğim ahdimi ve kanunlarımı tutmadın, mutlaka krallığı senin elinden çekip alacağım ve Onu senin kuluna vereceğim”. Öyle devam ediyor
ABDULAZİZ BAYINDIR: Asıl sebep bu, biliyor musunuz? Süleyman(as)’ı kafir ilan ediyorlar. Niye? O muhteşem saltanatını oğlunun elinden almak için. Onu da burada yazıyor. Oğlu da diye yazıyor 33’den sonra.
YAHYA ŞENOL: Süleyman’ın kullarından biri Nebatun oğlu Yerebuğan. Yerebuğan’a Allah demiş ki; kendine 10 parça al. Çünkü İsrail’in Allah’ı Rab şöyle diyor; işte ben Süleyman’ın elinden krallığı çekip alacağım ve on sıbdı sana vereceğim. Çünkü onlar beni bıraktılar ve Saydalılar’ın ilahesi Astarti’ye, Moab ilahı Kemoş’a ve Amonoğulları’nın ilahı Milkom’a tapındılar ve Onun babası Davud gibi gözümde doğru olanı yapmak ve kanunlarımı ve hükümlerimi tutmak için benim yollarımda yürümediler. Krallığı oğlunun elinden alacağım ve sana vereceğim on sıbdı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İşin tarihini bilenler daha güzel anlatırlar da tabi ben fazla bilmiyorum ama yaptığımız şudur: şeytanların bunu buraya sokuşturduğunu kuran söylüyor. O şeytanlar Tevrat’ın içine sokuşturuyorlar ise kuranın tasdik ettiği Tevrat. Tabi ki onlar tasdik edilmiş olan değil. Allah onları şeytanların sokuşturduğunu söylüyor. Bizimkiler biliyorsunuz hiç bu kitaplara.. “Bizde olmaz”. Öyle değil mi? Hiç kabul etmezler. İnsanlar değişti mi? Allah’ın imtihan için koyduğu kurallar değişti mi? Ve işte en üzücü olan da şu: bakın burada tevrata işaret ediliyor. Yahudilerin yaptıklarına işaret ediliyor. O şeytanların Süleyman’ın saltanatı konusunda okuduklarına, okudukları diyor. Okudukları demesi için nerede olması lazım? Kitapta olması gerekmez mi? Bunlar uydular diyor. Yani kuranı anladıktan sonra tuttular o Tevrat’ta şeytanların sokuşturdukları şeyi öne aldılar dediler ki; bak kuran Tevrat’ı tasdik etmiyor. Çünkü kuran, Süleyman’a Allah’ın “ni’mel abd” diyor kuran Allah’ın elçisi diyor, bu değil. İşte Süleyman kafirdir diyor. Ama esas üzücü olan şu: ya kardeşim, eyy müfessirler! Mutlaka eskiden de vardır bunu şey yapan da. Elbette buluruz. Biz bazen bunları üç dört sene sonra bulabiliyoruz ama şu âna kadar bulamadık. Ya burada Tevrat’a işaret ediliyor. Süleyman(as)’a adamların kafir dediğini söylüyor. “ve mâ kefere
suleymânu ve lâkinneş şeyâtîne keferû: o şeytanlar kafir oldu Süleyman değil”(BAKARA 102) diye Allah açıkça ifade ediyor. Siz bunun arka planını araştırmıyorsunuz. Kuran ile Tevrat arasındaki ilişkiyi araştırıp ortaya çıkarmıyorsunuz. Siz, tarihi arka planı üzerinde durmuyorsunuz. Ondan sonra saçmalık ki ne saçmalık. Okuyun hiç bir şey anlayamazsınız. Yani doğru bir şey anlayamazsınız. Yanlışları anlarsınız da. Bu Bakara 102’den. Bakın bu insanlar Süleyman(as)’dan sonra iktidarı parçalamışlardır. Kısa bir süre sonra Süleyman(as)’ın devleti parçalanmıştır. Süleyman(as)’ın iktidarına konmak için bunu Tevrat’ın içine sokuşturmuşlar. Az önce okudu Yahya orada. Peki bu kadar saçmalıkları yapan Abbasiler ne yapmış? Bütün hadis kitapları, fıkıh kitapları, bizim yazılı şeylerin tamamı Abbasiler döneminde oluşmaya başlamıştır. Ve onlar hem Buhari’ye hem Müslim’e şunu yerleştirmişler. Resulullah(sav)’in ağızından yerleştiriyorlar. “Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur”. Onunla ilgili verdikleri yazı vardı. Abdurahman söylüyordu sana. Bu ulemanın halifelere uyması gerektiğine dair Ona verilmiş bir şey var. Güya Resulullah demiş ki; “bana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Bana isyan eden Allah’a isyan etmiş olur”. Bu kısımda problem yok ama devamında var. “Emire itaat eden bana itaat etmiş olur”. Yani o Seffah’a itaat eden Resulullah’a itaar etmiş oluyormuş. Ondan sonra “emire isyan eden bana isyan etmiş olur”. Ona karşı çıktın mı Resulullah’a karşı çıkmış oluyorsunuz. “İmam (devlet başkanı) kalkandır, arkasında savaşılır ve onunla koruma sağlanır. Allah’tan çekinmeyi emreder adil olursa sevap kazanır, farklı emir verirse günahı kendinedir” siz karışmayın diyor. Buhari’de ve Müslim’de. Ve bunların her birisi tanrılaştırılmış. Yargısız infaz devreye girmiştir Abbasiler ile beraber. Osmanlı’da da bu uygulanmıştır biliyorsunuz. Bizim derginin önceki sayılarında vardır. Ömer Nasuhi Bilmen’in I.Fıkhıyye Kamusu’nda devlet başkanının yargısız infaz yetkisine dair de ifadeler vardır. Yani oluşturulmuş din. Bu oluşturulmuş din elbetteki kendisine delil olarak Resulullah’ı almak isteyecek. Kurana cümle sokuşturamamışlar. Yahudilerin yaptığı gibi Tevrat’a sokuşturdukları gibi. Ne yapabilmişler? Kaab Bin Eşrefi çok saygın, Resulullah’ı da azgın göstermişler. Ama o rivayetler Müslim’de hiç kimsenin itiraz etmeyeceği şekilde devam ediyor. Beni Kureyza’yı Resulullah şey yapıyor da 40 kişiden 900 kişiye kadar değişik rivayetler. Şehrin ortasında tavuk keser gibi kesiyorlar. Haşa. Bakın bütün rivayetlerde vardır. Bedir Savaşı’nda da var. Bedir Savaşı’ndan döndüğünde de birisini öldürmüş de. O da uydurma. Mekke girişinde bugün Adem Hoca’nın söylediği husus. Bunların hepsi, sonradan gelenlerin kendileri için bir delil olsun diye uydurdukları ve kitaplara sokuşturdukları şeydir. İşte az önce gördünüz Serahsi, Hanefi mezhebinin en temel kitaplarından birisidir ve orada da rivayeti Fatih Hoca’nın ağızından duydunuz. Ve böylece bu dersin de sonuna gelmiş olduk.
ADEM YILDIRIM: Hocam iki hususa vurgu yapmak istiyorum. Mekke dönemine bakacak olursak orada işkence var, orada zulüm var, orada sürgün var yani Habeşistan’a giden insanlar biliyoruz. Bilali Habeşi’yi biliyoruz. Kızgın kumlar üzerinde işkence ediliyor. Yasir’i biliyoruz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Annesi iki tane deveyle çekilerek öldürülüyor kadın.
ADEM YILDIRIM: Bir çok zulüm, bir çok işkence, bir çok hakaret var. Şimdi bakıyoruz Mekke fethediliyor, Peygamberimiz gücü Mekke’de her şeyiyle eline alıyor ama Yasir unutuluyor, Ammar unutuluyor, başka kendilerine hakaret edilenler unutuluyor, Habeşistan’a hicret edenler unutuluyor, sadece kendisine hakaret edenleri cezalandırdığı söyleniyor. Neden Müslümanları unutmuş da Peygamberimiz haşa sadece kendisine hakaret edenleri cezalandırmış? Bu önemli bir vurgu diye düşünüyorum. Bir de günümüz açısından bakacak olursak fıkıh açısından. Deniyor ki Peygamber’e hakaret edenler cezalandırılır. Peki kaynak ne? Kaab Bin Eşref’in rivayeti..
ABDULAZİZ BAYINDIR: O cümleyi de söyle. Öldürülür, tevbesi kabul edilir mi? Tevbesi de kabul edilmez. Ne vergisiydi o? Resulullah karikatür yapıp da falan filan ya. Okuyun kitapları, adamlar tevbe ettik deseler bile gene öldürülür. O ahiret biz öldüreceğiz her ihtimale karşı.
ADEM YILDIRIM: Biz şunu biliyoruz: Hanefi mezhebi de dahil olmak üzere mezheplerde şüphelerle hadleri düşürün diyor. Peki bugünkü konumuza baktığımız zaman 14 tane kişi var toplamda. Buhari’de 1’den başlıyor 12’ye kadar çıkıyor. Bazı rivayette bir kişi bazısında 3, 6, 9, 12 şeklinde. Bu bir şüphe değil midir? Deniyor ki işte Sare öldürüldü, hayır Müslüman oldu. Sare’yi Hz. Ali öldürdü, hayır başkası öldürdü. Bu bir şüphe değil midir? Bunlar kaynak ise, bunlar hadis ise, bunlar rivayet ise ve bunlar delil alınarak fıkhi açıdan bir hükme varılacaksa ve kaynak olarak da bunlar alınıyorsa bunda şüphe yok mudur? Çok açık bir şüphe vardır. O zaman günümüz açısından ve fıkıh açısından, ilkeler açısından baksak bile bu rivayetler hiç bir şekilde bu adamların öldürülmesi için hüküm olarak alınamaz. Çünkü içerisinde şüphe vardır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Geçen salı dersini kapatırken de söylemiştim şimdi de söylüyorum. Şu anda İslam’ı bütün dünyaya yaymanın belki tarihte bulunmaz fırsatı ile yüz yüzeyiz. Çünkü Avrupa tamamen geleceğinden umutsuz hâle geldi. Amerika’da da artık insanlar gelecekle de ilgili fikir üretemeyecek noktaya geldiler. Fıtrata ters bir yapı dünyanın her tarafını sardı. Fıtrat olan İslam’ı tüm dünyaya anlatabiliriz ama gördüğünüz gibi geleneksel İslam’a kimse evet demez ama kuranda belirtilen İslam’a kimse hayır diyemez. Artık biz Müslümanlar olarak sırtımızdaki bu yükü atmamız lazım. Allah “Vettebeû mâ tetlûş şeyâtînu alâ mulki
suleymân” diyor. Şeytanların Süleyman’ın saltanatı ile ilgili uydurduklarının arkasına düştüler, “ve mâ kefere
suleymânu ve lâkinneş şeyâtîne keferû: Süleyman kafir olmadı ama o şeytanlar kafir oldu” diyor. Şimdi biz, şeytanların bu İslam ile ilgili, Resulullah ile ilgili uydurdukları şeyin arkasından gitmeyi artık bırakalım lütfen. Şii, Sünni, bu kelimelerin arkasına bakın İslam ile bir alakası yok. Allah’ın kitabı elimizde ve Resulullah’ın kitaba uygun uygulamaları da elimizde. Hikmeti de ortaya çıkaralım ve tüm dünyaya İslam’ı bütün temizliği ile anlatalım. Bak ben burada konuşurken dünyanın her tarafından insanlar dinliyor. Bu büyük nimetten yararlanalım.