Abdulaziz Bayındır: Şimdi biliyorsunuz ramazanı şerif yakın. Allah nasib ederse ramazanda bütün müslmanlar oruç tutacaklar. İnşallah huzur ve güven içerisinde ramazana girmemiz nasib olur. AllahTeala, Bakara suresinin 183.ayetinde şöyle buyuruyor; “ya eyyuhellezine amenu kutibe aleykumus siyamu kema kutibe alellezine min kablikum: size oruç farz kılındı, sizden öncekilere farz kılındığı gibi”. Daha öncekilere nasıl farz kılındıysa size de o şelilde farz kılındı. Daha öncekiler derken, Adem(as)’a kadar gider. O zaman daha öncekilere İbrahim(as)’ın soyundan olan Mekkeliler’de girer. Dünyanın her yerine Allah’ın nebi gönderdiğini bildiğimiz için o zaman her nebinin ümmetine orucu emretmiş olması gerekir. Çünkü sizden öncekilere farz kılındığı gibi dediğinden dolayı AllahTeala. Yani orucu şöyle tutun demiyor. Size de farz kılındı. Peki öncekiler ne? Görüyorsun işte, yahudi nasıl tutuyorsa sen de öyle tut. Tarife lüzum yok. Yada Mekke’deki kişiler nasıl tutuyorlardıysa siz de öyle tutun. “Leallekum tettekun: belki kendinizi korursunuz”. Şimdi Mekkeliler, müşrik toplumdu kardeşim, müşrik toplulukta ibadet mi olur dediğiniz zaman, valla siz gayret edin de kendinizi şirkten kurtarın. Şirkten kurtulmak o kadar kolay bir şey değil. Herkes kendisini dindar sayar da ama nasıl bir dindar? Mekkeliler, o topluluğun en dindar kesimiydi. Ve o insanlar oraya geldiği zaman Mekkeliler’e saygı gösteriyor, Mekkeliler dışarı gittikleri zaman büyük saygı görüyorlardı. Li ilafi suresi, Mekkeliler için inmiş bir suredir. Kureyş suresi. Onların ne kadar saygın olduğunu anlatan özel bir sure var. Böyle başka bir insan gurubu var mı? E biz ne yapıyoruz? Biz, bir Mekke anlatıyoruz ki ne kadar akla hayale gelmedik pislik var ise oraya yığıyoruz. Bir devri sabık dedikleri şey oluşturuluyor. Hani eskiden vardı son zamanlarda pek gözükmüyor, yeni bir hükümet geldimi hemen şu sözü söylerdi; enkaz devraldık. Bizden öncesi yok yani, bizden sonrası. Bizde de sanki Allah’ın resulünün bir ihtiyacı varmış gibi islamı güzel göstermek için her şeyi yok saymak gibi. Böyle bir olay yok. Onun için Allah, Mekkeliler’e ne diyor; “millete ebikum ibrahim” babanız İbrahim’in dinine şey yapın diyor. O dine çağırıyor. Babanız İbrahim. Hepsi, İbrahim(as)’ın soyundan. Aynı şekilde Medine’de yahudi, hıristiyanlar var. Peki güzel, güzel de C.Hakk, İbrahim(as)’a kabeyi yaptırıyor. Yeryüzünün ilk mabedi. Onu da Allah söylüyor. İnsanlar için yapılan ilk bina, elbetteki Mekke’de olandır diyor. Ama Nuh tufanında yıkılıyor. İbrahim(as) geliyor, ilk mabedin temellerini yükseltiyor. Sonra da diyor ki; ya Rabbi, bizim menasikimizi yani hac ibadeti yapacağımız yerleri göster. Hac ibadeti ihdas et demiyor, göster diyor. Zaten var ama yapılamamış. Yani şöyle düşünün: bir cami var bulnduğunuz şehirde, yıkılmış. Camiyi yapıyorsunuz, ayağa kaldırıyorsunuz. O zaman diyor ki AllahTeala; “ve ezzin fin nasi bil hac: insanlar arasında haccı ilan et” diyor. Ezan oku demektir. Minare yapıldı, bina yapıldı. Hadi çık bir ezan oku. Ezan okunduğu zaman çevrede yaşayanlar ne diyeceklerdir? Cami ibadete açılmış diyecekler değil mi? İşte “ezzin” ile ezan aynı. Arapça bilmeyenler de anlar. “Ezzin”. Ezan oku demiş oluyor İbrahim(as)’a AllahTeala. “Fin nasi: insanlar içerisinde”,”bil hacc”. Ey insanlar, kabe bulundu. Artık hac yapılabilecek hale gelindi de gelin hac yapın deme. Ezan oku. Ezan okunduğu zaman siz anlıyorsunuz ki namaz vakti gelmiş değil mi? Acaba hangi vakit? Haa, öğlen namazıymış tamam. Abdestin varmıydı yok mu, alırsın. Sesin geldiği yere gider namaz kılarsın. İşte İbrahim(as)’a da öyle diyor. Ezan oku. Peki okuduk. E ne olacak? “Ye’tuke” sana gelirler diyor. “Ricalen: yürüyerek”. Tamam. Yürüyerek kim gelir? Yakında olanlar değil mi? “Ve ala kulle dâmir: yorgun binekler üzerinde de gelirler”. Bitkin binekler üzerinde de gelirler. O da uzaktan gelenler olur değil mi? “Ye’tine min kulli feccin amîk: bütün dein vadilerden”(HAC 27). Mekke, dünyanın merkezi. Anakent. Ümmül kura. Bütün derin vadilerden gelirler derken dünyanın hangi bölgesinden gelirler anlarsınız? Her yerden değil mi? Dört bir yanından akar gelirler. İbrahim(as), sadece Filistin tarafından geldi. Demek ki İran’dan da gelecekler, Çin’den de gelecekler, Japonya’dan da gelecekler, efendim Hindistan’dan da gelecekler, Yemen’den de gelecekler, Afrika’dan da gelecekler, her taraftan gelecekler. Niye? Duydunuz mu, hac yapılabiliyormuş! Peki ne zaman gelecekler? “Li yeşhedu menâfia lehum” önce menfaatlerine şahit olsunlar. Çünkü orası aynı zamanda büyük bir panayır, pazar yeri. Dünya kurulduğu günden beri dört tane haram ay var. Büyük bir huzur ve güven içerisinde insanlar getirip mallarını satıp geri dönüyorlar. Gelsin ticaretlerini yapsınlar. Başka? Önce ticarete gelecekler. “Ve yezkurusmallâhi fi eyyamin ma’lumâtin ala ma razakahum min beyimetil en’âm”, malum günlerde. Malum gün ne demek? Malum, biliniyor. Kim biliyor? Bunların hepsi biliyor. Bu günü de biliyorlar. Allah’ın adını ansınlar “ma razakahum behimetil en’âm: Allah’ın onlara rızık olarak verdiği behimetil en’am üzerine”(HAC 28)yani koyun, keçi, sığır, deve üzerine Allah’ın adını gelsin burada ansınlar. Kurban bayramı kurbanını burada kessinler. Ondan sonra da diyor ki hac ibadetlerini yapsınlar diyor. Hac, o zaman da kurban bayramına denk geliyormuş değil mi! Bunu, şunun için anlattım. Kur’andan biz bir örnek. AllahTeala sadece haccın yapılabileceğinin ilanını emrediyor o kadar. Hac ile ilgili bir ayrıntı yok. Hac ile ilgili ayrıntı Resulullah(sav)’e de verilmiyor. İşte herkesin aktığı yerden siz de akın diyor. Bilinen aylardır diyor. Sayılı günlerdir diyor.
Tıpkı onun gibi diyor ki; “kutibe aleykumus siyam”. “Es siyam”. O da “el hacc”. “Bil hacci” diyor ya. Yani bu elif-lam, bilinen demek, malum demek. Tamam mı? “Kutibe akeykum: size de farz kılındı”. Ne? “Es siyamu: o oruç”. Peki o oruç size farz kılındı. Müslümanların bir kısmı, bu ayet inerken Medine’de idi bir kısmı Mekke’de idi. Mekke’den Medine’ye hicret etmemiş müslümanların olduğunu biz, kur’anı kerimden de biliyoruz. Medine’dekiler diyecek ki; haa, o oruç. Acaba oruç ne? Eğer oruç ne diye soruyorlarsa “o oruç” olur mu? Hepsi yahudiyi tanıyor değil ki. O zaman Mekke’de tuttuğunuz oruç var ya. Babalarınızdan, atalarınızdan kalma. İşte o oruç, İbrahim ümmetine farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Peki nasıl tutacağız ya Rabbi? “Kema kutibe alellezine min kablu” sizden öncekilere farz kılındığı gibi. Çünkü Mekkeliler, biz, İbrahim’in soyundanız. Asıl biz, hanif dinindeniz diyorlar. Doğru dine mensup kişi. İşte oruç size de farz kılındı. Öyleyse tıpkı hacda nasıl ifade ediliyorsa burada da bu orucun hem Mekke’de tutuluyor olması gerekir, hem Budistler tarafından, Hem Brahmanistler tarafından, hem Yahudiler, hem Hıristiyanlar, Hem Mecusiler, Hem Sabiiler, hem de adını bimediğimiz çeşitli dini guruplar tarafından tutuluyor olması lazım. Çünkü dünyanın her yerine bir nebi gitmiş..o nebinin dini de iyi kötü devam ediyor. Bugün de işte İslamiyet devam ediyor bir sürü hurafeler karışmış olmasına rağmen. Ama mesela oruç hala oruç. Hac hala hac. Bir takım böyle simgesel ibadetler devam ediyor. İşte burada C. Hakk bize “kema kutibe alellezine min kablikum” diyerek, önce kuranı kerimin önceki kitapları tasdik ettiğini bir kere gösteriyor. Yani niye? Kur’an, onu tasdik edecek ki onların inanma görevi doğsun. Öyleyse biz de 21.asırda yaşayan müslümanlar olarak, bu orucu bir kere böyle öğrenmemiz lazım. Önceki kitaplardaki oruç ne? Şimdi Fehmi, ulaşabildiği kaynaklardan Hıristiyanlık öncesi dönemlerle yani eski dönemlerle ilgili kayıtları bize bildirdi. Bu arada şunu da size peşinen hatırlatayım. Bugün de hep öyle yapıyorlar, görüşmelerimizde kitaplarında olanı gizliyorlar. Maide suresinin 15.ayetinde Allah söylüyor. “Ya ehlel kitab” deki ey ehli kitap, elinde kitap olanlar. “Kad caekum resûlunâ: size, bizim elçimiz geldi”.”Yubeyyine lekum kesiran mimmâ tukfûne minel kitab: sizin, o kitaptan gizlediğiniz bir çok şeyi sizin için ortaya çıkarıyor”. Gizlediğiniz bir çok şeyi. “Ve yâ’fu an kesir: bir kısmını da affediyor”. Yani bir çoğunu ortaya çıkarıyor, o kitapta olanı bu kitapta da yazıyor. Buna, misliyle nesh deniyor. Bir çoğunu da affediyor. O kitapta var ama bu kitapta hafifleterek geliyor. O da hayırlısıyla nesh edilmiş oluyor. Yani mesela öbür kitapkarda recm varken bu bu kitapta sadece kırbaç cezası var. Onun gibi. Şunun için dikkatinizi çektim: biz, elimize ulaşabilen bilgilerle yetineceğiz. Ama bu bilgilerin doğru olmadığına da inanarak. Fakat burada niye yapıyoruz? Hiç olmazsa orucun onlarda da varlığını görmek için yapıyoruz. Ve ne hale geldiğini görmek için yapıyoruz. Evet söyle bakalım Fehmi. Anlat.
Fehmi Çeçen: Hocamın da daha önce söylemiş olduğu gibi. Daha doğrusu Allah’ın kur’anda söylemiş olduğu gibi “kema kutibe alellezine min kablikum” buyuruyor AllahTeala, Bakara suresinde. Oruç sadece bizlere değil, bizden önce yaşayan ümmetlere de farzdı. O zaman niteliği, niceliği ne idi? Diğer ümmetlere oruç nasıl farzdı ki AllahTeala aynı orucu tutun diyor ve kimse bunu sormuyor. Ben, size bir kaç uzak doğu dininden bahsedeceğim. Öncelikle Manihizim’den bahsetmek istiyorum. Maniheizim’in kurucusu Mani, Hıristiyanlık ile Mecusiliği sentezledikten sonra Manihizim adı altında bir din geleneği ortaya koymuştur. Manihistler, büyük oranda Hıristiyanlık’tan ve Mecusilik’ten etkilenmişler. Yani ciddi bir sentezleme yapmışlar. Kendileri, namaz kılarlar, namazdan önce abdest alırlar. Yine, namaz vakitleri vardır. Namaz vakitlerinde namaz rekatları bizden çok fazladır. Çok uzun süre namaz kılarlar. Bununla birlikte asıl konumuzla alakalı olan oruç kısmına gelince. Mani dini mensupları iki çeşit oruç tutarlar. Bir dinleyicilerin oruçları ve seçkinlerin oruçları.
Abdulaziz Bayındır: Yani avam ve havas da derler ya. Avam, halk kesimi. Havas, seçkinler.
Fehmi Çeçen: Dinleyiciler, 30 gün oruç tutarlar. Seçkin kesim 80 gün.
Abdulaziz Bayındır: Bak 30 gün. Bunu unutmayın. Bize ne diyor Allah? Ramazan ayı..o ayı oruçlu geçirin. Bu çok önemli yani.
Fehmi Çeçen: Mani dini iki mezhebe bölünmüştür. Mikrasiye ve Mihriye diye iki mezhebe bölünmüşlerdir. Bunların oruçları kendi içerisinde farklı farklıdır. Yani sabit yoktur ama genel olarak yıl sonunda Maniheistler 30 gün oruç tutarlar. Manihesitler, tutmuş oldukları orucun sonunda vema bayramı yaparlar. Vema aynı zamanda Maniheizim dininin kurucusunun öldüğü gündür. Yani yas ile bayramı bir arada yaparlar. Mani dinine mensup olanlar, orucu kendilerini manevi açıdan güçlendirmek, kendilerini çeşitli dünyevi zevklere karşı frenlemek olarak tanımlarlar. Maniler’in tutmuş olduğu oruç, eski türkçe metinlerde de vardır. Günde 4 vakit namaz kılıyorlar. Yaptıkları dua esnasında yüce ışık tanrısına tesbih içerikli ilahiler okurlar.
Abdulaziz Bayındır: Işık tanrısı, nur manasına geliyor tabi.
Fehmi Çeçen: Bu arada Maniheistler, pazar günleri haftalık oruç tutarlar. Oruç ibadeti, onlarda güçlü bir şekilde vardır. Bisim konumud ile ilgili olan tararfı Maniheizm ile ilgili söyleyebileceğimiz bunlar.
Yine uzak doğuda yaygın bir din, Budizm. Malumunuz Budizm, Buda tarafından kurulmuştur. Buda, ilham alıp aydınlanan kimse demektir. 14 yaşına kadar kraliyette kendi hanedanında kalan Buda, 14 yaşında, gerçeği arama adına terk ediyor. Terk edince işte bir takım kenedince feyizlenmelere maruz kalıyor. Bir yaban inciri ağacı altında kendidine vahiy geldiği kabul ediliyor. Bu hadiseyi kur’anı kerimin Tin suresiyle irtibatlandıranlar da vardır.
Abdulaziz Bayındır: Burada ben şu bilgiyi de ilave edeyim. Fehmi’nin söylediğine. Kur’anı kerimde Budizme işaret eden mutlaka bir çok ayetler vardır. AllahTeala, tek kelimeyle kalmaz ama bizde malesef dinler tarihi çalışması son derece zayıf. Eskilere indiğin zaman yok. Ki en iyi dinler tarihi çalışması yapmamız gerekirken şu anda çok zayıf. O zayıf bilgilerimizle kısa bir ifade edelim. Mesla “vettini” sure var ya. “Vettini” incire yemin olsun. Tamam incir. Güzel. Peki “vezzeytun”? Zeytun ne demek? Ona da zeytin dersiniz. Diyebilirsiniz. Ama arkasından da “turi sinin” Sina Dağı. “Ve hazel beledil emin: şu güvenli belde”. Sina dağı ve güvenli belde ile incir ve zeytinin ne ilgisi olabilir. Ona baktığın zaman zeytun, Kudüs’teki İsa(as)’ın vahiy aldığı ve onlar için çok önemli olan dağın adı. Turu Sina’yı da biliyorsunuz Musa(as)’ın 40 gün kalıp levhalarla geri döndüğü yer. Peki beledi emin? Mekke? Mekke ne? Resulullah(sav)’elk vahyin geldiği ve ömrünün büyük bir bölümünü geçirdiği yer. Peki o zaman bu üç tanesi vahiy alınan yer isr tin ne demek? O da işte Buda’nın vahiy almış olduğu incir ağacı olabilir. Büyük bir ihtimaldir. Ve zaten şimdi dinleyip göreceksiniz.
Fehmi Çeçen: Oruç tutmak, Budizim de şu manaya gelir: yeminini yenilemek. İnsanın kendi nefsi arzularını frenleyip hakim olması. Zaten bu, bütün dinlerde böyledir.
Abdulaziz Bayındır: “Leallekum tettekûn”un karşılığı zaten.
Fehmi Çeçen: Evet Hocam. Bütün dinlerde bu böyledir. İnsanların kendilerini frenlemeleri, dünya nimetlerinden kaçınmalarını sembolize eder. Oruç ibadeti, Budist rahipler arasında daha katı bir şekilde uygulanır. Budist rahipleri, dolunay olan ayda büyük ahlaki değere sahip olmak için yada Budizim kurallarına ne kadar uyup uymadıklarını, kendilerini denetlemek için bir araya gelir ama o gün yine oruçlu olurlar. Budizim de ister din adamı olsun ister olmasın herkes ve herşeyden önce kendi eline, gözüne, diline. Hani Alevilik’te vardır ya. Eline, diline, beline sahip olmak. Aynı algılar orada da mevcuttur. Ama bunu, oruç ile kontrol altına alırlar. En kemale ermiş hali oruç tutarak yapmaktır. Çok kayı liyakat kuralları vardır. Hiç bir şekilde, hiç bir canlıya zarar vermemek adına hayvan eti yemeyi haram kbul ederler. Budistler, kendileri sadece günde zeval vaktinden önce yemek yerler, ondan başka yemek yemezler. Bu da muhtemelen orucun bozulmuş hali. Hıristiyanlık’da dünya nimetlerinden kendini geri çekmek, aslında bütün dinlerde dünya nimetlerinden kendini arındırıp uzaklaştırmak, benim tahminim orucun değişmiş, şekil değiştirmiş hali. Buna istinaden hiç bir şekilde hiç bir nimetten faydalanmamaya döndürdüler. AllahTeala Hadis suresinde diyor ki; onlara ruhbanlığı biz yazmadık, zaten ona da uymadılar. Bir tür böyle bir şey olabilir. Budist mezheplerinde, Tibetli budistler arasında yaygın olan oruç çeşidi mungas diye bilinen oruçtur. 4 gün süren bu oruçta ilk iki gün, tamamen dua ve günah itirafında bulunurlar. İkinci gece yarısından dördüncü gün güneş batıncaya kadar oruçlu kimsenin orucunu bile yutması veya dilini oynatmasına asla izin verilmez. Bu yüzden ibadetler içten yakarış olarak yapılır. Bugün bazı tarikatlarda batıni zikir vardır. Bu batıni zikirin tarifinde, hiç bir şekilde tükürüğünü yutmayacaksın, dilini bile oynatmayacaksın. Allah doğrusunu bilir, belki orada kalıntı olabilir. Kökenleri bize orayı hatırlatıyor. Yine okuduklarımızdan öğrendiğimiz kadarıyla Budizim de güçlü bir şekilde oruç ibadeti vardır. Fakat dediğim gibi farklı farklı muvtelif günlere bölünmüş. Mezheplerde farklı anlayışlara göre farklı oruç çeşitleri geliştirmiş. Ama Maniheizm de olsun Budizm de olsun biraz sonra diğer dinlerde göreceğimiz şekilde olsun oruç ibadeti, güneşin doğması ile başlar, genel olarak güneşin batmasıyla biter.
Bir başka dine geçelim. Hinduizm’e. Hinduizim din adamları sınıfı olan Bırahmiler, yıl boyunca sık sık, çok defa uzun süreli oruçlar tutmakla mükelleftirler.
Abdulaziz Bayındır: Bak, Brahmi. Rahman kelimesini de hatırlayın. Ciddi bir benzerlik vardır.
Fehmi Çeçen: Günün belli bir vaktinden sonra yemek yemezler. Öğlenden sonra yaklaşık 1-3 civarında, diğeri de akşam yatmadan az önce, günde iki öğün yemek yerler. Yanlız Hinduizim de iki türlü oruç vardır. Adak orucu ve yıllık periyodik oruçlar. Adak oruçları, kastlara mensup ola kişiler arasında yoğun ilgi gören bir oruç. Malumunuz Budizim dininde insanlar kast sınıfı ile sınıflandırılmıştır. Dokunulmazlar, faryalar falan diye. Her kast, kendi sınıfına özgü orucunu tutmakta. Yine ay takvimine bağlı olarak birinci ve onbeşinci günleri oruç tutarlar. Bizim ilmihal kitaplatımızda eyyamı biz orucu vardır Hocam. Budistler, her ayın ilk günü ve onbeşinci günü oruç tutuyor. Her ayın üç günü oruç tutmak diye bir oruç vardır.
Abdulaziz Bayındır: Eyyamı biz, 13, 14, 15’dir.
Fehmi Çeçen: Hocam, o günlerde, ayın 14.günleri oruç tutyorlar. Bir ilgisi var mı diye insanı düşündürüyor.
Abdulaziz Bayındır: Benzelik olabilir tabi. Olması gerekir yani. Olabilir değil, olması gerekir benzerlik.
Fehmi Çeçen: Şimdi şunu söyleyelim; Hinduizim eini, İslam yada Yahudilik gibi değil. Mesela biz, başka inançların tanrılaştırdığı kişilerin tanrılığını kabul etmeyiz. Ama Hinduizim’de diğer dini inanışların ilahlarına da saygı duyma vardır. Tağutu reddetmezler. Tersine, kabul ederler. Bu yüzden Hinduizim, şehirden şehire, ilden ile hatta bir Hindistan başbakanının-adı aklıma gelmiyor-söylediğine göre evden eve bile değişir. Değişik algıya sahiptir. Bu yüzden tam bir genel karakter ortaya koymamakla birlikte detaylara indiğiniz zaman çok muhtelif şeyler ortaya çıkıyor. Hinduizm adına milyonlarca tanrı üretilebiliyor. Bu yüzdn oruç ile ilgili görüşleri, kanaatleri de birbirinden fatklı farklı. Kimisi 5 gün oruç tutyor ayda. Kimisi 4 gün oruç tutyor. Kimisi oruç tutarken şunları, şunları yememeye dikkat ediyor. Bu yüzden Hinduizm’de bunları söylemekle yetinelim.
Cainizm vardır, yine uzakdoğuya ait. Güney Asya’ya ait bir din. Cainizm, cani kelimesinden gelir. Kurtuluşa ermek, kurtuluş sahibi olmak demektir. Cainizm’de oruç, diğerlerinden daha katı bir şekilde icra edilir. 40 gün hiç bir şey yemeden dururlar. Yine oruç vakitleri, güneşin doğuşu ile ve gecenin kararmasıyla başlar. Ama oruç ibadeti, genellikle onlarda din adamlarını ilgilendiren bir durumdur. Bir kısım cainist, bunlara hava giyinenler denilir. Bunlar sadece çıplak gezerler. Mümkün olduğunca hiç bir şey yememeye dikkat ederler. Cainistler, ağızlarına giren her şeye dikkat etmek zorunda olduklarından içecekleri suyu ve havayı süzmek zorundadırlar. Bu yüzden ağızlarında bir kısmı, aşırı fanatikleri, beyaz bez barındırırlar. Bunun aracılığıyla yeme içme ihtiyaçlarını gidermeye çalşırlar. Daha sonra müslümanların bir takım dayatmalarıyla elbise giymeye ikna olmuşlar. Cainist rahipleri oruç tuttuğu zaman üç günde bir kez yemek yerler. Yine bu dinde de güçlü bir şekilde oruç ibadetinin varlığını görüyoruz.
Bir başka din: Sihizm. Sihizm, 16.yy’da Guru Nanak tarafından kurulan bir dindir. İslam ile Hinduizm’in sentezlenmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Guru Nanak şöyle diyor; ben ne Hindular gibi oruç tutarım, ne de Müslümanlar gibi ramazan ayını ihya ederim. Sadece O’na hizmet ederim. Benim yegane sığınağım budur. Sihiler, oruç tutmayı biz müslümanlar gibi değil de biraz da insanın kendi kişisel nefsani duygularını frenlemesi, biraz daha kendini kontrol altına alması olarak algılıyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Bugün de öyle diyenler var ya. Kendini müslüman zanneden bazı kimseler öyle diyor.
Fehmi Çeçen: Şimdi Hocam, bir arkadaşım bana şöyle demişti; savm kelimesi, kendini tutmak demektir. Kendini frenlemek demektir. Bu, Muhammed zamanında yemeyerek, içmeyerek yapılıyordu. Şimdi buna gerek yok. İnsanlar kendilerini gpnahlara karşı frenledikleri sürec bütün bir ömrü ramazan ayı olarak geçirebilirler.
Zerdüştlük, her ne kadar kaynaklarımızda verilen bilgi oruç karşıtıymış gibi görünsede bu bilgi ne kadar sağlıklı tartışılır. Zerdüştlük’de oruç, tamamen insanın kendisini haramlardan uzak tutması, yine nefsani şeylerden uzak tutması: böyle algılanmıştır. Zaten doğu dinlerinin temelinde bu vardır. İnsan, kişisl gelişimini sağlayabilmesi için yada nirvanaya, fenafillaha ulaşabilmesi için kendini nefsani şeylerden arındırması, işte nefsinin istek ve arzularına uymaması hatta helal olanlardan bile kaçınması gerekir. Bu ifrat doğurur. Budizim de olduğu gibi evlenme yasağı, et yeme yasağı vs. şeyler ortaya çıkarmışlar. Zerdüştlük’de oruç, kişinin mevcut durumunu daha iyi hale getirmesi için daha fazla çaba sarfetmesi. Oruç deyince bunu anlıyorlar. Bizim elimizdeki kaynaklar bunu söylüyor. Yani orucu gerçek anlamda yeme içmeyi terketmek değil de ruhsal anlamda..
Abdulaziz Bayındır: Bugünkü Hıristiyanlar’a benzer bir şey işte.
Fehmi Çeçen: Konfiçyuzim ve Taoizim gibi din oldukları bile tartışmalı bunların. Felsefi akım olarak görülüyorlar. Konfüçyus tarafından, biliyorsunuz kurulmuş bir düşünce sistemidir. Ancak bu kişilerin gerçek hayatları incelendiğinde bir başka ortak nokta daha karşımıza çıkıyor. Gerek Buda olsun gerek Zerdüşt olsun gerek Konfiçyus olsun gerek se Te (Taoizm’in kurucusu), bunlar, tek tanrı inancını yaymak ile uğraşmışlardır. Mesela Buda, kendisi hayatta iken tek tanı inancını yaymak için adeta şirk ile mücadele etmiş ama şu anda Hindistan’da falan o coğrafyaya gittiğiniz zaman her yer O’nun heykelleri ile dolu. Tıpkı Hıristiyanlık’ın şimdi Hz. İsa’nın kontrolünden çıktığı gibi Budizm de Buda’nın kontrolünden çıkmıştır: bunu diyebiliriz.
Yine bir başka yakın coğrafyamızdaki dine değinelim. Yezidilik. Malmunuz Yezidiler, AllahTeala’nın yanı sıra şeytanı da kutsamaktadırlar. Şeytan (Melek Tavus), aslında AllahTeala’nın en sevdiği kuludur. Çünkü onun misyonunu yerine getirmek için uğraşmıştır. Eğer şeytan orada isyan etmeseydi insan özgürlüğünü farkedemeyecekti. Günahlarından tevbe edemeyecekti. Dolayısıyla şeytan, kutsal bir görevi yerine getirmiştir. AllahTeala, Bakara suresinde buyuruyor ki; Meleklere, “Adem’e secde edin” dedik. Hepsi secd etti ancak İblis secde etmedi. Bir kısım mutasavvuf bunu şöyle yorumluyor: Allah, şeytana dedi ki; neden secde etmedin? Şeytan da “sana olan ilahi aşkımı bir başkasıyla paylaşmak istemiyorum. Ben, senden başkasına secde edemem dedi. Dolayısıyla ne kadar muvahhid olduğunu da ıspat etti.
Abdulaziz Bayındır: Yaa, sorma! Allah’a isyan ediyor. Senin dediğini yapmıyorum diyor. Ondan sonra da.. Tam Şener Şen’e benziyor: “Yaptım, yaptım ama bi sor ki niye yaptım?”
Fehmi Çeçen: Tabi daha garip detaylar da var Hocam. Mesela AllahTeala diyor ki; “çık buradan dışarıya”. Soruyorsunuz muhatabınıza; “ama Allah, onu kovdu oradan?” Hayır kovmadı. “Melekler anlamadı ama sen anladın. Onların arasında durma, çekil oradan. Çık dışarı”. O maksatla bir şey söyledi. Ayetin devamında diyorsunuz ki; “ama Allah, kafir olduğunu söylüyor?”. “Eba vestekberâ kane minel kafirin”. “Evet” diyor, “tevhidi koruma adına kafir olmayı bile göze aldı”. Böyle tuhaf detaylar da vardır.
Abdulaziz Bayındır: İbni Arabi’nin Fusus’unda bu tür şeyler çoktur.
Enes Alimoğlu: Cehennemde yanmaya razıydı diyenler var ya.
Abdulaziz Bayındır: İmanınızı kurtarmak için cehennemde yanmaya da razıymış. Allah’a meydan okumaktır, başka bir şey değil.
Fehmi Çeçen: Şeytanın aslında AllahTeala’nın misyonunu yerine getiren mübarek görevli varlık olduğunu ifade ediyorlar. Yezidiler, Sultan Abdulhamid zamanında bir savaş esnasında Abdulhamid onları asker istiyor, ordumuza dahil olun diye. Yezidiler de şöyle bir cevap yolluyorlar: biz, müslümanlarla beraber aynı orduda savaşamayız. Nedenini de açıklıyor: çünkü siz, kuran okurken, bir işe başlarken euzu billahi mineş şeytanir racim diyorsunuz. Şeytana lanet ediyorsunuz. Halbuki şeytan, bizim efendimizdir. Bu ortamda sizinle birlikte olamayız. Biz, size maddi destek sağlayalım ama bizi ordunuza almayın. Böylelikle orduya katılmayı reddediyorlar. Yezidiler, halkın tuttuğu oruç, Aralık ayının ilk Çarşamba günleri başlar, Perşembe günü olmak üzere 3 gün arka arkaya tutulan oruçtur. Kutsal kitaplarda kapalı olarak geçtiği söylenen orucu Yezidiler, nassa uygun olarak tefsir ederek şöyle demektedirler; Allah, kutsal kitapta 3 gün oruç tutmasını emretmiştir. Buna göre kürtçe “se”, üç kelimesini müslümanlar yanlış olarak yani “sin” 30 olarak anlamışlardır.
Abdulaziz Bayındır: Kur’an, kürtçemiymiş?
Fehmi Çeçen: Öyle söylüyorlar Hocam. Kur’anı kerim aslen kürtçe olarak indirilmiştir. Fakat Muhammed bunu arapçaya çevirmiştir. Dolayısıyla bu açıdan hani Allah’ın peygamberi olsa da aslında bir kısım peygamberleri iyi yada kötü diye ayırıyorlar zaten.
Abdulaziz Bayındır: Kürtçeyi nerede öğrenmiş?
Fehmi Çeçen: Hocam onu da onlara sormak lazım. Detaylı bilgi vermiyorlar. Mesela malumunuz Hz.İsa’nın kur’anda anlatılan bir takım mucizeleri var. Ölüleri diriltmesi, körlerin gözünü açması. Bir gurup sahabe diyor ki; aslında İsa, bir peygamber. Ama Yahya’dan öğrenmiş oldukları bu bilgileri kötüye kullanarak kötü bir peygamber oldu. Bir kısım peygamberlerin görevlerini istismar ettikleri, çaldığını falan. Yahya’nın hak etmiş olduğu övgüyü kendi üzerinde topladığını falan söylüyorlar. Benzeri bir şeyi Peygamberimiz için de söylüyorlar. Aslında kur’anı kerim vurmanca, eski kürtçeydi fakat Muhammed bunu arapçaya çevirdi. Arapçaya çevirince de işte müslümanların kitabı oldu. İşin aslı budur. Müslümanlar işte, yanlış bir şekilde “se”yi yani “üç” kelimesini “30” anlayıp orucu 30 güne çıkardıklarını iddia ediyorlar. Buna rağmen Türkiye’de yaşayan Yezidiler, farklı bir şekilde oruç tutuyorlar. Aralık ayının ilk Pazartesi gününden itibaren üç gün süreyle oruç tutup üçüncü gün şems bayramı yaparlar. Haftanın birinci, altıncı ve yedinci günleri oruç tutulmaz. Hafta başı Pazartesi’den itibaren üç gün daha oruç tutarlar. Böylelikle özel oruçlarını 80 gün olup din adamları tutar. Bu oruç 20 gün Aralık ayında, 20 gün de Temmuz ayında. Yani hem kısa hem de uzun günlerde tutulur. Şeyh Adil’in mezarı ziyarete gidilir. Orada üç gün daha oruç tutulduktan sonra geri dönüşte bu 43 günlük oruç 37 gün daha tutularak 80 güne tamamlanır.
Güney Amerika dinlerinde İnkalar, Mayalar ve Astekler vardır. Malumunuz 1600’lü yıllara kadar onlar bilinmiyorlardı. Tahsin Mayatekin 1923 yılında olması lazım. Atatürk’e sunmuş olduğu Güney Amerika ile ilgili belgelerde İslam dininin oruç, namaz, hac gibi ibadetlerinin aslında Maya dinlerine ait olduğu, oradan alıntılandığı, oranın metinlerinde de Hocam yanılmıyorsam orada da Mayalar’ın elindeki metinlerde de şöyle bir ifade geçiyor: “sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı”.
Abdulaziz Bayındır: Öyle olmak zorunda zaten.
Fehmi Çeçen: Tam hatırlamıyorum, yanlış bir şey olmasın. Şu anda hafızamda değil. Onlar da kendilerine tarif edilen bir başka orucu tutuyorlar.
Abdulaziz Bayındır: İşte bunlar üzerinde ana metinlere ulaşabilsek, bir araştırma yapabilsek ne muhteşem bir tebliğ fırsatı ortaya çıkmış olacak. Aslında Adem(as)’dan beri anlatılan dinin aynı din olduğu ortaya çıkınca da öbürlerinin inanma mecburiyeti de doğacak.
Fehmi Çeçen: İnkalar ile ilgili bir yer okuduğumda, kur’anda geçen metinler ile orucun farz kılındığını görmüştüm. Yanlış hatırlamıyorsam şimdi C. Hakk hakkında yanlış bilgi vermeyeyim. Onun sözleri hakkında. Tam hatırlayamadım orasını fakat İnkalar’da oruç tutmak, Mayalar’da oruç tutmak cinsellikten ve yemek içmekten uzak durmaktır. Böyle oruç tutuyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Zaten öyle.
Fehmi Çeçen: Yine Astekler, malmunuz Astekler Güney Amerika’da Guetamala’da varlıkları 1600’lü yıllarda tespit edildi. İspanyollar’ın orayı sömürge haline getirdiği zamanda tespit edildiler. Terkedilmiş yerler de hâlâ durmaktadır. Onlar da zalim bir savaş tanrısına inanırlar. Dünyanın savaş üzere kurulduğunu söylerler. Farklı inanışları vardır. Bir takım mitolojik ögeler bulaşmıştır. Yine onların da oruçları, bizim bildiğimiz gibi yemekten, içmekten kendini sakındırmak ve çeşitli nefsani duygulardan kendilerini arındırmaktan müteşekkildir.
Bununla birlikte kayıp Mu kıtası vardır. Hindistan’ın altında. Alt kıtada. Kaybolduğu iddia edilir. Ne kadar tarihi gerçekliği var tartışılır. Antartika’da eskimolar. Mançurya’da, Çin’in öbür tarafında, başka bizim adını bilmediğimiz yerler, daha varlıkları bu yüzyıl tespit edilen Avusturalya’daki yerlilere baktığımız zaman, şuradan bağlayacağım: Nuh kavmi ile ilgili bir araştırma yapılmıştı. AllahTeala buyuruyor ki; biz, Nuh tufanını insanlık için bir belge olarak bıraktık. Hiç bir toplum yoktur ki geçmişe dönük metinlerinde Nuh kavmine bir atıf bulunmuş olmasın. Mutlaka farklı şekillerde, farklı adlarda, farklı oluşum şekillerinde bahsedilmiştir. AllahTeala, Şura suresinde buyuruyor ki; Nuh’a neyi emrettiyse size de onu emrettik. Kur’anı kerimde peygamberliği, risaleti başlatan ayerlere bakın, Nuh’a vahyettiğini size vahyetti. Nisa suresinde böyle geçer, İsra suresinde böyle geçer. Kur’anı kerime göre risalet Nuh peygamber ile başlatılır. Bu yüzden aynı ibadetlerin..
Abdulaziz Bayındır: Nuh peygamber ile başlatılmaz da ondan önceki Nuh tufanı ile gittiği için. Bir de Nuh(as)’a kadar başka bir bizim görmediğimiz hükümler olabilir. Yoksa ondan önceki nebilerin de varlığını biz biliyoruz. İşte İdris(as) var. Adem(as) var. Onların her birisine de kitap indirilmiştir. Hepsi de nebi ve resuldür. Ama Nuh(as) ile başlayan, bugünkü şekli ile şeriattır.
Fehmi Çeçen: Dolayısıyla AllaTeala, Nuh’a neyi emrettiyse bize de misliyle onu emrettiğine göre şu anda adını bilmediğimiz, varlığından haberimizin olmadığı, üzeinde araştırma yapmadığımız kabilelerde de Afrika’daki yerel dinlerde de mutlaka oruç ibadeti ve diğer ibadetler bir şekilde olmalıdır. Mesela geçen yıl tartışması olmuştu. Bu yıl yine olacak imsak vakitleri ile alakalı. Maliki mezhebine mensup bir alim, yanılmıyorsam Bengal’den. Orucun Suudi Arabistan’ın başlattığı vakitte değil kur’anı kerime göre, bu fecri sadık doğduktan sonra başlaması gerektiği..
Abdulaziz Bayındır: Süleymaniye Vakfı takvimine göre olması gerektiğini söylemiştir.
Fehmi Çeçen: Aynı şeyi söyledi. Şimdi Hocam, eğer kalıntılar buraya gitmişse mutlaka Afrika’daki diğer insanların da mitolojik öğeleri çıkarttığımız zaman diğer eski şeriatlardan, Allah’ın indirdiği diğer kitaplardan mutlaka haberlerinin olması lazım. Çünkü National Geographic mesela yapmış olduğu belgesellerde oraya geziler düzenliyor. Yapılan o gezilerde onların konuşmalarına bakarsanız, her ne kadar yapımcılar buna dikkat etmiyorlar, kur’anı kerim ile örtüşen şeyler söylüyorlar. Yani oralarda mutlaka Allah’ın dini ulaşmış olmalı. Bu yüzden toparlayacak olursak, bu vermiş olduğumuz bilgiler kesinlik ifade etmez. Çünkü müslümanlar, malesef dinler tarihi konusunda son derece geri. Bizim elde etmiş olduğumuz bilgiler, batılıların, oryantalistlerin bize anlattıkları kadarıyla sınırlıdır. Mesela 1954 yılında yanılmıyorsam, Abdulrezzak (soyadını hatırlsyamadım) isimli bir İslam alimi, sâbiler üzerine araştırma yapıyor. Sâbilerin, yıldızlara tapındıklarını, gezegenlere secde ettiklerini söylüyor. Aynı bizim meallerde Sabiler kelimesine bakarsanız orada dip not vardır: yıldızlara tapanlardır. Hıristiyanlık’ın bir kolu olduğu söyleniyor. Yahya(as)’ın ümmetidir diye. Sâbiler, bu kitabı elde ediyorlar okuyorlar. Bu kitabın yazarını mahkemeye veriyorlar. Sen, neden bizim hakkımızda yalan yanlış bilgi veriyorsun diyor. Mahkeme de bunların müracatını kabul ediyor. Mahkemeye gittiklerinde kendi kitapları ginzayı da götürüyorlar. Malumunuz ginza, mandencedir. Sâbiler’in asıl şeyi. Bu arada o ginza ile kur’anı kerimdeki “kenz” kelimesi akrabalığı var mı bakmak lazım.
Abdulaziz Bayındır: Aynı, aynı kelime.
Fehmi Çeçen: Mahkemede kendi dini metinlerini okuyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Şinasi Gündüz, o konuda doktora yaptı ve kitabının adı ne idi?
Fehim: Son Gınostikler: Sâbiiler. Oradan alıntı yapacağım. Kaynağı odur zaten. Sâbiiler üzerine Türkiye’de en ciddi çalışmayı yapan, Şinasi Gündüz Hocadır. Mahkemede, güneşi, ayı, düşmanı oldukları, muhatab olmanın yanlış olduğunu tıpkı Hz.İbrahim’in nasıl ki onlara tapmak yanlış ise tabi biz de bunlara tapamayız, bizim için de yanlıştır. Yani oraya getiriyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Bak, ben şimdi, bir toplantıda konuşmacı olarak yan yana oturduk bir Sâbii alim ile. Onları hocaları ile. Adı aklımda değil ama. O gin bizimle yemeğe gelmedi. Dedi, ben bugün orucum dedi. Aynen bizim oruç gibi oruç tutyorlar ve bembeyaz elbise, tertemiz. Beş vakit namaz kılıyorlar. Her gün banyo yapıyorlar. Boy abdesti de alıyorlar, normal abdest de alıyorlar. Haramları, büyük ölçüde aynı. Dolayısıyla onlara, islam doğru tebliğ edilip de bak işte biz, sizi tasdik eden bu din geldi dememiz gerekiyor ki onların da inanmaları gereksin.
Fehmi Çeçen: Mahkeme, Abdurrezzak’ı da çağırıyor tabi. Cevap ver diye. Cevap veremiyor iddialarına mahkum ediyor ve Sabiiler’den özür dilemek zorunda kalıyor. Malesef tefsirlerimize baktığımız zaman, diğer dinler ile alakalı hep mitolojik anlatımlar: falan, falandan duydu. Falanğ falandan böyle dedi diye anlatımlar yüzünden öbür dinleri tanıyamıyoruz. Dolayısıyla burada vermiş olduğumuz bilgiler yüzde yüz kesinlik ifade etmez. Her bir din, aslında ayrı bir doktora konusudur. Kur’anı kerimde Allah’ın bahsetmiş olduğu her bir peygamber her bir insan, aslında ayrı bir pisikanaliz yapılması gereken, üzerine çalışılması gereken konudur. Ama biz müslümanlar, bunlardan geri kaldığımızdan belki verdiğimiz bilgiler âfâki kalıyor. Sadece yüzeysel bir takım bilgiler verebiliyoruz. Burada ortaya çıkan şu ki AllahTeala bize emrettiğş şekilde, belki bir takım değişikliklerle bütün insanlığa orucu farz kılmıştır. Bütün insanlığa ibadetleri farz kılmıştır. Bugün hangi dinin altını kazırsanız kazıyın mutlaka kur’an ile örtüşen, yüzde şu kadar yada yüzde bu kadar yer görürsünüz. İşte o kavme gönderilmiş olan peygamberin hâlâ izlerini taşıdığı ilahi kalıntıları taşıdığını gösterir. Bu yüzden Peygamber efendimiz, Buhari’nin nakletmiş olduğu bir hadiste; İsrailoğulları’nın kıssalatını anlatmayı bize yasaklamıyor. Tam tersi, şöyle diyor; onların kıssalarını anlatabilirsiniz, bunda bir sakınca yok. Ama bu, üzeri örtülmüştür yada bu çok abartılmıştır. Peygamber efendimizin hiç kastetmediği şeyler gündeme gelmiştir. Bu yüzden bizi dinleyenlerden ricamız, googledaki bilgileri kesinmiş gibi algılamayıp üzerine çalışmaşmları yoğunlaştırmak olacaktır. Benim söyleyeceklerim bu kadar. Teşekkür ederim.
Abdulaziz Bayındır: Yarışmacılara başarılar dilerim! Şimdi bir de biliyorsunuz bu Türkiye’de bazı Sümerler ile ilgili araştırma yapanlar var. Sümer tabletlerinde, Nuh(as) ile ilgili bilgiler görüyorlar. İnsanların yaptıkları ibadetlerle ilgili, namaz, oruç, hac, zekat. Diyorlar ki; işte İslam aslında Sümerler’den alınmıştır diyorlar. Tabi elbette öyle olmak zorundadır. Oradan alınmış değildir de onu tasdik etmek zorundadır. Allah’tan alınmış. C. Hakk niye bir nebi indiriyor? Onun yerine dinler tarihinde güzel bir araştırma yapan birisini de ortaya çıkarırdı. Çünkü o aradaki ilaveler, çıkarmalar yeniden gözden geçirilmil bir metin. Son metin olarak kur’an gelmiş oluyor. C. Hakk tarafından onaylanmış olan metin. Ve o metin de olduğu gibi korunmuş, günümüze kadar gelmiştir. Eveet, sana teşekkür edelim. Sen, istersen Abdurahman ile yer değiş.
Fehmi Çeçen: Hocam, şunu da ekleyeyim. Sümerler deyince şimdi aklıma geldi. Malumunuz Hocam, Sümerler üzerine Sümerolog var Türkiye’de. Muazzez İlmiye Çığ Hanım. Kur’anı kerimin, tevratın ve incilin Sümerler’deki kökenleri diye bir kitap yazdı. Kitabında, kur’anı kerimin, tevratın, incilin bahsetmiş olduğu emir ve yasakların iskeletinin Sümerler’de olduğundan bahsediyor. Herhalde Hocam, araştırmacımız şeyi görmemiş olmalı: “Nuh’a verdiğini size de verdi”.
Abdulaziz Bayındır: Bırak onu da ilahiyatçıların bu konuda bilgisi var mı da O’nun bilgisi olsun. Bizim görevimiz, bu aradaki, biz de ne yapılır? Tevrat ve incil: onlar tahrif olmuş. Halbuki sen, tasdik ile gitmek zorundasın. Tahrik ile değil. Senin görevin o. Tahrif ile gidersen, adamın inanma görevi doğmaz ki.
Fehmi Çeçen: Yine Anadolu’da bulunan Firigyalılar, Hititler, Sümerler, eski uygarlıklar, bunların da temellerine indiğiniz zaman yine kurban ve oruç ibadetini çok net bir şekilde görebiliyorsunuz.
Abdulaziz Bayındır: Tabi dersin başında söylediğimiz gibi kurban öteden beri kurban bayramı günleri, aynı hayvanlar kesiliyor. Bir kısmını kesen yiyor, bir kısmını eşe dosta yediriyor, bir kısmını da dağıtıyor. Bunların hepsi kur’anı kerimde sabit. Ama işte bizde öyle bir yapı oluşmuş ki bakarsınız şunu söylerler, eski kitaplara bakın derler ki; kur’anı kerimde kurban ile ilgili bir hüküm yoktur. Sünnet ile sabit olmuştur. Öyle deyince de sünnet dediğiniz zaman, biri o tarafa çekiyor, biri bu tarafa çekiyor. İşte bu hadis sahihtir, bu değildir. Kur’ansız bir sünnet. Ondan dolayı bakarsınız ki Hanefi mezhebi dışındakiler, kur’anı kerimin farz dediği kurban görevine sünnet derler. Sünnet deyince de o bir görev olmaktan çıkar. Bakarsınız ki çok az insan kesiyor. Yani kurban bayramı olduğu anlaşılmaz. Hanefi bölgelerinin dışına gittiğiniz zaman anlayamazsınız kurban bayramı olduğunu. Bu, kur’ansız müslümanlığın ortaya koyduğu sıkıntılar. İşte böyle olunca da önceki dinlerle yani kendi kitabıyla ilişkşsini koparmış olan bir İslam toplumunun önceki kitaplarla ilşkisini devam ettirmiş olmasını beklemek boşunadır. Bundan sonra bunu yapmamız lazım. Hep beraber.
Evet şimdi de Dr. Abdurahman Yazıcı’yı dinliyoruz.
Abdurrahman Yazıcı: Kısaca Mekkeliler’de, müşriklerde oruç ibadetinin olup olmadığından bahsedeceğim. Dersin başında da zaten söylediniz Hocam. Hiç bir sahabe, bu “siyam” kelimesini gelip Peygamberimiz’e sormuyor. Ayet nazil olduktan sonra “siyam” nedir, nasıl tutulur?
Abdulaziz Bayındır: İşte bak bu çok önemli. Sen bunu bir kere daha vurgulu olarak söyle, yerleşsin.
Abdurrahman Yazıcı: Yani ilgili ayet nazil olduktan sonra (BAKARA 183 ve diğer ayetler) oruç ile ilgili, hiç bir sahabe, Peygamberimiz’e gelerek bu “siyam” nedir? Nasıl tutulur? Ne yapmamız lazım gibi şeyleri sormuyor. Bu durum da gerek Hıristiyanlar da ve Yahudiler’de oruç ibadeti açık bir şekilde bilindiği gibi müşrikler tarafından da bilindiğini açıkça gösteriyor. Nitekim bir takım rivayetler bunu da detaylı bir şekilde gösteriyor. İkincisi, bu ramazan kelimesi. Bildiğimiz gibi oruç tuttuğumuz bir ay. Bu ramazan kelimesinin kökeni olan “er ra-ma-da” fiili susuzluktan içi yandı anlamına geliyor. Demek ki bu ramazan ayında daha öncesinde de oruç tutuluyordu. Bunu anlıyoruz.
Abdulaziz Bayındır: Zaten neden Resulullah İslam öncesi ramazanda hatta ramazanın son 10 günü gidip de Cebeli Nur’da, Hira dağında itikafta bulunuyor? Demek ki itikaf ibadeti de vardır.
Abdurrahman Yazıcı: Yine Muhammed Hamidullah Hoca’nın verdiği bilgilerden hareketle de hem hanif olan müslümanların, arapların bu ramazana önem verdiklerini biliyoruz. Peygamberimiz, zaten Hira dağına çıkıp ramazan günlerini ihya etmesi de zaten özel önem verildiğini gösteriyor. Abdulmuttalip’in dedesinin özel önem verdiğine ilişkin rivayetler var ramazana dair. Ancak bir başka rivayet de Mehmet Soysal Hoca’nın tebliği var. İslam Öncesi Mekke Toplumlarında Namaz, Zekat Ve Hac Uygulamaları diye. Recep ayında da oruç tutulduğuna ilşkin bilgiler veriyor Suyuti’den naklen. Bu da ilginç. Bazıları keffaret olarak oruç tuttuklarını bir takım günahlarına. Atiye denen bir kurban kestikleri bu recep ayında. Farklı maksatlatla oruç..
Abdulaziz Bayındır: Recebiye dedikleri bir kurban vardır zaten.
Abdurrahman Yazıcı: Bilgiler var. Yine Cevat Ali denen, İslam öncesi tarihi araştırmalarıyla ünlü olan.
Abdulaziz Bayındır: Tarihul Arab Kablel İslam mı idi?
Abdurrahman Yazıcı: Fassa Fi Tarihi İslam şeklinde olması lazım. O da bu konularda bilgiler veriyor. Ama bunların ayrıntılı bir şkilde şey yaşılması lazım. Belki cahiliye dönemi şiirleriyle birlikte değerlendirerek farklı bir bakış açısıyla okunmasıyla farklı şeyler çıkarılabilir.
Abdulaziz Bayındır: Bunların her birisinin üzerinde uzyn uzun çalışmalar yapmak lazım.
Abdurrahman Yazıcı: Yine, aşure orucu tuttuklarını biliyoruz. Yine hadislerden hareketle bu Mekke müşriklerinin ve Yahudiler’in de zaten. Bir rivayet var Hz.Aişe’den rivayetle. Kureyş cahiliye devrinde aşure günü oruç tutardı. Bu ne kadardı, nasıldı, ne zaman tutuyorlardı? Tabi buna bakmak lazım. Yine sükût orucu/konuşmama orucu dedikleri bir oruç tuttuklarını biliyoruz müşriklerin o dönemde. Hz. Ebu Bekr’in de Zeynep isimli bir hanımı sükût orucu tuttuğu. Onun da bu cahiliye döneminden kalma bir adettir, bunu bırak şeklinde söylediğine dair rivayetler de var yine.
Katılımcı: 00:51-00:53 arası duyulmuyor.
Abdulaziz Bayındır: Kalıntı değil. Yani İbrahim(as)’ın soyundan gelen kişiler bunlar. Yahudi ve Hıristiyanlar ne kadar İbrahim(as)’ın torunu ise Mekkeliler de o kadar torunu.
Abdurrahman Yazıcı: Hadis var bu konuda evet Peygamber efendimizden. Bir gün, bir geceye kadar sükût etmek yoktur şeklinde. Kaldırıyor bu ayeti. Kısaca söyleyeceklerim bunlar Hocam.
Abdulaziz Bayındır: Peki şimdi de Vedat’tan Yahudi ve Hıristiyanlar’daki orucu dinleyelim.
Vedat Yılmaz: Hocam öncelikle ben, bu Tin suresindeki konuyla alakalı bir şey söylemek istiyorum. Bir süredir ben, Sina Dağı ile alakalı bir araştırma yapıyorum. Biliyorsunuz bu Sina Dağı ile alakalı bugün söylenen şey, Sina yarınadasındaki bir dağdır. Yani Zeytin Dağı denilen bir dağ. Ancak bazı araştırmacılar son yıllarda bu dağın, zaten bu dağın orada bulunması kitabı mukaddesteki anlayıma uymuyor bir türlü. Uyduramıyorlar. Ama mecburen bir dağ göstermeleri gerektiği için o dağı gösteriyorlar. Araştırmacılar, yaptıkları bir araştırmada Medyen bölgesinin doğusunda bir dağ buluyorlar, tespit ediyorlar. Ve bu dağ üzerinde yaptıkları araştırmada, çevrede yaptıkları araştırmada bu dağın, kitabı mukaddesteki anlatımlara bire bir uyduğunu tespit ediyorlar. Ben de bayağadır onunla alakalı araştırma yapıyorum. İnşallah bu ekim ayındaki derginin sayısında da Sina Dağı ile alakalı yazı yazmak istiyorum. Bu dağın adı, Cebeli Lavze diye bir ismi var. Badem dağı manasına geliyor. Ben bu araştırmayı yaptıktan sonra tabi kur’anı kerimde bir ayet varmış. Ben o ayeti de bilmiyordum. O ayeti görünce, bu yaptığım araştırma sanki tam böyle netleşti gibi oldu kafamda. Ayette şöyle söylüyor; “şecereten tahrucu min turi seynae: Sina dağından bir ağaç çıkardık” diyor AllahTeala. “tenbutu bidduhni: ondan bir yağ çıkar”,”ve sıbgın lilakılin: yiyenler için de bir katık vardır”(MU’MİNUN 20) diyor. Bu da zaten şeyi karşılıyor, yani badem olma ihtimalini de destekleyen bir anlatım buradaki şey. Dolayısıyla “vet tini”,”zeytun” devamındaki “turu sinin” de incir, zeytin ve badem şeklinde bir sonuca çıkıyor.
Abdulaziz Bayındır: O zaman birisi de diyecek ki; peki “beledil emin” de ne var?
Vedat Yılmaz: Bu da hurma demek ki.
Abdulaziz Bayındır: Mekke’de hurma yok.
Vedat Yılmaz: Yahudilerdeki oruca gelirsek eğer. Yahudiler, oruca “sovm” diyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Bak,”savm”, “sovm”.
Vedat Yılmaz: Bu arapçadaki savm kelimesi, ibranicedeki telaffuzlardan “sovm”. Yani yevm olduğu zaman ibraniced “yovm” oluyor.
Abdulaziz Bayındır: Gene “vav” var da.
Vedat Yılmaz: Mastarı, “sad”, “vav” ve “mim”. Mesela “tevrat” diyoruz biz, onlar “tev” demiyorlar “tora”.
Abdulaziz Bayındır: Mesela biz, “et tevrah” deriz. Türkçed de tevrat. Tevrat kelimesi türkçe. Tevrah. Onlarda “vav”ı şey yapmıyorlar. “Vav”dan dolayı “ta” yı ötreli okuyorlar, “tora” diyorlar.
Vedat Yılmaz: Dolayısıyla literatür aynı literatür. Terminoloji, aynı terminoloji o zamanki şeyle. Ama Hocam’ın da dediği gibi yani bizim, dinler tarihinde bir sıkıntımız olduğu için sanki kur’andan önce Allah, insanlara nasıl ibadet edecklerini öğretmemiş, sanki kur’an da insanlığa indirilen ilk kitapmış. Yani Muhammed(as), insanlara gönderilen ilk peygambermiş gibi bir algı var bizim zihnimizde. Böyle olduğu için de 1400 yıllık süreç içerisinde alimlerimiz şey yapma gereği duymamışlar. Yani dinler tarihi konusunda araştırma yapma gereği duymamışlar. Çünkü her şeyi Muhammed(as) ile başlattıkları için öncesine bakma gereği duymamışlar. Biz de bugün, bu konularda araştırma yapınca bu yüzden çok büyük sıkıntılar yaşıyoruz. Çünkü büyük bir açık söz konusu. Yahudiler, bu orucu tutarken büyük oruç ve küçük oruç diye ikiye ayırıyorlar bunu. Büyük oruçlarını, tışri günü denen bir ay var onlarda. Bu, senenin ilk ayıdır. Bizde hicri takvimde muharrem ayına denk geliyor. Tışrinin 10.günü tutulan oruçtur. Yani yonkipur.
Abdulaziz Bayındır: Yani muharrem orucu.
Vedat Yılmaz: Evet. Bizde aşure orucu yani muharrem ayının 10 günü, onlarda tışri ayının 10. günü. İkisi aynı şeydir. Ama şöyle bir sıkıntı var: yahudiler takvimlerini sabitledikleri için bizdeki gibi dolaşan bir takvim değil. Onlar, güneş ay takvimi diyorlar. Takvim, güneş ay takvimi. Üç yılda bir 13 ay oluyor. Diğer iki yılda 12 ay oluyor.
Abdulaziz Bayındır: Kendilerinin yaptığı gibi nesi dedikleri şeyi yapıyorlar. Kameri aylar biliyorsunuz mesela geçen seneden 11 gün önce bu sene oruca başlayacağız. Mekkeliler, bu şey olmasın diye, zaman farkı olmasın diye üç yılda bir, bir ay ilave ederek kameri yıl ile güneş yılını birleştiriyorlar. Aynı şey. Bugün, yahudilerde sürekli yapılıyor.
Vedat Yılmaz: Oysaki Allah’ın dediğine göre, gökler ve yer yaratıldığından beri ayların sayısı 12’dir. Hiç bir zaman 13 olmaz. Ama onlar, 13’e çıkartıyorlar belli zamanlarda.
Abdulaziz Bayındır: “İnnemân nesiu ziyadetun bil kufri”(TEVBE 37) diyor. Bu nesi, küfür içerisinde yapılan bir ilave. Allah’ın emirlerini görmeyerek yaşılan bir ilavedir.
Vedat Yılmaz: Bu takvimi bozmaları yüzünden zaten bazı sıkıntılar yaşıyoruz. Mesela ramazanı onlarda tespit etmek zor oluyor. Muharremi vs. şey yapmamız zor oluyor. İşte bu zaman tutulan bir oruçtur. Bunlar, bu oruca şu şeyde başlıyorlar: güneşin batmasından hemen evvel. Yani güneş neredeye batmak üzere olduğu bir anda oruca başlıyorlar. Hatta bazıları güneş battıktan sonra başlıyor. Işık henüz kaybolmadan başlıyorlar. Tâ ki ertesi akşam gök yüzünde en az üç tane küçük yoldızın görünmesine kadar bunu tutuyorlar. Bu orucu tuttukları süre içerisinde cinsel ilişkiye girmiyorlar, yeme içme olmuyor. Vücutlarına bir şey, krem, yağ vs. sürmüyorlar. Deri ayakkabı giymiyorlar. Onun dışında da dişlerini fırçalamıyorlar. Duş almuyorlar, banyo yapmıyorlar. Bu tür şeyler yapmıyorlar. Bu, onların büyük orucu oluyor. Bu orucu tutamayacakları zaman da onların rabbi dedikleri tevrat öğretmenleri vardır. Onlara giderler, durumlarını anlatırlar. Böyle böyle bir hastalığım var benim, tutmayabilirmiyim diye sorarlar. Eğer bu adam, tamam sen tutmayabilirsin derse tutmazlar.
Abdulaziz Bayındır: Bizde de fetva alıyorlar ya. Aynı şey.
Vedat Yılmaz: Ama kaynaklarda şeyi bulamadım. Onlarda seferilikte tutma ile alakalı bir şey bulamadım. Genelde, hastalığa şey yapıyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Aynı olması gerekir. Çünkü orada fark sadece Bakara 187 ile ortaya konuyor. Oraya kadar aynı oruç. Ama işte senin dediğin gibi, bir ana kaynaklara inilerek yapılan araştırma yok. Onların gizledikleri mesela onlardan müslüman olan hahamlardan, gizledikleri hükümleri öğrenme imkanı olabilir.
Vedat Yılmaz: Bu, yonkipurda tutlan oruçtur. Aynı oruç, bir de taşaber denilen bir günde tutuluyor. Temmuz ile ağustos arasında tutulan bir gündür. Yani yılda iki kere tutulan bir oruçtur bu büyük oruç. Bunun dışınza küçük oruçları vardır. Küçük oruçlar da güneşin doğmasıyla başlar. Yine küçük yıldızların görünmesine kadar devam eder. Sadece yeme, içme, cinsel ilişki yoktur bu oruçta. Diğer, duş alabilirler vs. Bunlar serbesttir.
Hristiyanlığa gelince. Hıristiyanlar’a biz, orucun tarifini sorduğumuz zaman şunu diyorlar: güneşin batması ile beraber ertesi akşam yıldızların görünmesine kadar yeme, içime, cinsel ilşki olmayan ibadettir tarifini bize veriyorlar. Fakat bu ibadeti yaptıkları belli bir gün yok onlarda. Yani istedikleri zaman yapıyorlar. Bir de onların kitaplarında, papazlarının tavsiye ettiği zamanlar vardır. O zamanlarda tutuyorlar. Onların genelde oruç tuttukları zaman, paskalya dedikleri dönemdir. Bu paskalya dedikleri dönem de bizim Ortadokslar’ın Anadolu’daki Hristiyanlar’ın tabirine göre, ekinoks tarihi. Yani gece ile gü düzün eşit olduğu tarihten sonraki ilk dolunaydan sonraki pazar günü Paskalya bayramı onlarda. Anlatılan rivayetlere göre bu, İsa(as)’ın dirilişi Yahudiler’in fısıh bayramına denk gelmiştir. Mayasız bayramı.
Abdulaziz Bayındır: Tabi bu diriliş de hikaye. İsa(as)’ı C. Hakk, biliyorsunuz vefat ettiriyor. Ve onlar, O’nu yenidn getirtiyorlar. Peki yeniden geldiği zaman: bu vahiy kime geldi yani? Bunlar, tabi sonradan ilave yapılmış olan şeylerdir.
Vedat Yılmaz: Fısıh bayramı olsun diye kutlamıyorlar. Onlar diyorlar ki; biz, bunu İsa’nın dirilişi adına kutluyoruz diyorlar. Ama buna denk gelmiştir diyorlar. Ortadoks Yahudileri de bugün kutlarken, bunu Yahudiler’in fısıh bayramı ile aynı zamana denk gelmemesi için çaba harcıyorlar. Çünkü Hıristiyanlar ile Yahudiler’in aynı bayramı tuttuğu zannedilmesin diye bunu şey yapıyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Aslında bunların fısıh, paskalya dedikleri bayram, ramazan bayramıdır. Orada biliyorsunuz özel yiyecekler falan var. Yumurta yapıyorlar, bir takım şeyler var.
Vedat Yılmaz: Mesela hayvansal gıdaları yemiyorlar.
Abdulaziz Bayındır: 40 gün ya da 50 gün. Bu şeyde dikkat ederseniz işte bu mart ayı, arkasından nisan ayı. Bu günlerin en kısa olduğu aydır. Yani yılda en kısa günler olan aydır. Kuzeyde de güneyde de yani dünyanın tam dik olup gece-gündüzün birbirine eşit olduğu vakitlerdir bunlar. Dolayısıyla yılın en kısa, güneyde de kuzeyde de ortak olan günlerdir. Bunu, bu hale getirdikleri, ben çok eskiden okumuştum. Hangi kaynakta derseniz? Aklıma gelmez. 30 gün oruçlarına 10 gün ilave ederek sabitlemişler. Yani böyle yılın içerisinde dönmesini engellemişler. Bize de geçen seneler bazı hocalar diyordu ki; canım işte ramazan niye dolaşıyor? Takvim, takvimdir. Her zaman nisan ayında tutsak olmaz mı diyenler hatırlıyorum. Bu tür söylemlerin arkasına bir de siyasi iradeyi alırlar ise hemen, anında din haline dönüşüyor. Biliyorsunuz mesela biz burada yıllarca doğruları söyleyip duruyoruz ama arkasında bir siyasi irade, bir siyasi güç olmadığı için yanlışları söyleyenlerin doğruluğu herkes tarafından tasdik ediliyor. İnsanlar, doğrulardan değil güçten yana. Bu yanlışların arkasında bir siyasi irade geçtimi o hak’a dönüşüyor. Maide suresinde Allah, biz bildiriyor. “İz kâlel havâriyyune yâ isâbne meryeme hel yestetîu rabbuke en yunezzile aleyna mâideten mines semâi”. Havariler diyorlar ki; ey Meryemoğlu İsa. Rabbin, bize gökten bir sofra indirebilir mi? Şimdi bunu, bir ay boyunca oruç tutup, artık epeyce yemek yemeye hasret kalmış olan kişiler söylemiş olabilirler. Biraz sonra göreceğiz ifadelerden. “Kâlettekullahe in kuntum mu’minîn”(MAİDE 112). İnanıyorsanız Allah’tan korkun. Ne demek indirebilir mi? Siz, Allah’ı imtihan mı ediyorsunuz? Haşa. “Kalu nurîdu ne’kule minhâ”. İstiyoruz ki biz, yiyelim ondan. “Ve tetmainne kulûbunâ”. Kalplerimiz mutmain olsun. “Ve na’leme en kad sadaktenâ: bilirim ki sen bize karşı da sadık oldun”. Bak havariler: o kadar insanların içerisinde onlar inanmış, onlar da hala (toplam 12 kişi) sen bize doğru söyledin diye de inanmak istiyorlar. “Ve nekûne aleyhâ mineş şâhidîn: bu konuda şahitler olalım istedik”(MAİDE 113) diyorlar. Ondan sonra da gerçekten bu olay son derece düşündürücü. Topu topu 12 kişisiniz zaten ya. Yani “men ensari ilâllâh” dediği zaman “kâlel hâvariyyûne nahnu ensârullah”(ALİ İMRAN 52). İsa(as), Allah yolunda bana kim yardımcı olacak dedi. Biz yardımcı oluruz dediler. Onlar da gelmişler Rabbin bunu yapabilir mi diyorlar. Yani insanlar enteresan. Ondan sonra bak AllahTeala ne diyor: “kâle isâbnu meryemellâhumme rabbenâ enzil aleynâ mâîdeten mines semai: Allah’a dua etti; “Ya Rabbi, gökten bize bir sofra indir” dedi”. “Tekunu lenâ îden: bizim için bayram olsun”. Ne bayramı bu? İşte paskalya bayramını burada yapıyorlar. Bu, ramazan bayramıdır. Göreceksiniz. Bizim için “li evvelinâ ve âhirenâ: bizim için ve bizden sonrakiler için bayram olsun”. Şimdi Allah bu isteği kabul etti mi? İsa(as)’ın isteğini? “Verzuknâ ve ente hayrun râzikîn: bize rızık ver, sen rızık verenlerin en hayırlısısın”(MAİDE 114). “Kâlellâhu inni munezziluhâ”, ben indireceğim diyor. “Aleykum: size”. Size indireceğim. Peki onlara bayram olacak da onlardan sonrakilere olmayacak mı? Sadece size olacak, sonrakilere olmayacak demedi. Peki onlardan sonrakiler biz değilmiyiz? Bir sofra, sofra indirildi. Bir sofra en fazla kaç gün yenir? Bir gün yenir değil mi? İkinci güne kalmaz. Ama kurban bayramına “eyyamin malumat” dedi Hac suresinin 28.ayetinde. Bilinen günlerde dedi. Günler dedi. Bu, gün. O zaman bir gün nerede yapılan bayram var? O kurban bayramı ve bir gün yapılan bayram var. O da ramazan bayramı. Ramazan bayramı bir gündür biliyorsunuz. Kurban bayramı dört gündür. İşte bunların kuran kaynağı var mı? Var işte bak. Bizden sonrakilere de bayram olsun diyor. Demek ki bizim için de bu bir bayram. Dolayısıyla onların bu gün paskalya dedikleri şeydir. Ramazan bayramıdır. Bir de paskalya, 30 gün, 40 gün, 50 gün değişik guruplara göre. Mesela Rusya’da kaç gün demiştiniz? Rusya’da 40 gün. 40 gün tutmuyor, 30 gün tutmuş oluyor. Günü sabitledikleri için 10 gün de ilave yapmış oluyor 40 gün. İsa(as), 40 gün sahrada oruç tutmuştur. Öyle diyorlar. İncilde geçiyor mu? Tamam neyse. Paskalya, işte Maide suresinde geçen bayram günüdür. O da ramazan bayramıdır. Ve bunu nisanda yapan var. 50 gün diyenler mesela geçen sene ben gitmiştim. 20 Mayıs’ta ya yapıyorlardı Hollanda’da. Değişik Hıristiyan mezheplerine göre değişik vakitlerde yapılıyor.
Katılımcı: 4 onluktur. 3 Mart’ tan başlıyor, 19 Mart’a kadar. 20 Nisan’da bayram.
Abdulaziz Bayındır: 3 Mart’tan 20 Nisan’a kadar. Yanlız eskilerin mart ayı bugünkü mart değil tabi. Değil mi? Takvimde de çok oynamalar olmuştur.
Vedat Yılmaz: Zaten hiç bir mezhep ile hiç bir konuda anlaşamadığı gibi, bu paskalya tarihinde de anlaşamamışlar. Genel olarak batı kiliseleri 22 Mart ile 25 Nisan arası yapıyorlar. Ama doğuda daha farklı günlerde yapıyorlar. Bu günlerde perhiz diye tutuyorlar bu orucu. Yanlızca hayvansal gıdalar yemiyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Orucu perhiz haline getirmişler.
Vedat Yılmaz: Zaten Hocam, şöyle bir şey var. Bunlara orucun tarifini yapın dediğiniz zaman, yeme, içme, cinsel ilşki olmayan, belli zamanlarda tutulan şeydir diyorlar. Arkasından da diyorlar ki; ama adam çok zorlandıysa diyorlar, işte abartmayacak kadar içebilir, abartmayacak kadar yiyebilir diyorlar. Ne anladım o zaman bu işten oluyor.
Abdulaziz Bayındır: Herkes kendisini zorlanmış kabul eder.
Vedat Yılmaz: Demek ki zamanla bunlar, bu orucu perhiz işine dönüştürmüşler.
Abdulaziz Bayındır: Aynı şey bizde de var. Mesela AllahTeala, ramazanda sadece hasta ve yolculara ruhsat vermiştir. Şimdi bizimkiler, ramazanda adetli kadınlara oruç tutmayı haram sayarlar. Peki delil ne? Peki madem ramazanda haram, daha sonra niye farz sayıyorsun. Neye dayanarak sayıyorsun? Ondan sonra tutarlar, keyfi olarak oruç bozan kişiler keffaret tutacak derler. Ondan sonra ne yaparlar? Efendim çok ağır ise tutmayabilir. O zaman daha sonra tutacak derler. Mesela okuyabiliriz bu arada. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çıkardığı bir tefsir var ya. 4 ciltlik tefsir. Orada acayip acayip bilgiler koymuşlar. Bilgi de değil de yanlışlıklar koymuşlar. Bunlar bir müddet sonra din haline geliyor. İşte Hıristiyanlık da öyle olmuş. Fidye de verdiriyorlar. Sen, onu bir getirsene.
Vedat Yılmaz: Bu paskalya kelimesi şeyden geliyor zaten. Aslında Yunanca “fısık” kelimesinden geliyor da bu Yunanca kelime de İbranice’den gelmiş, “pısk”dan gelmiş. Aslında bu “fısık” kelimesi de şey manasına geliyor. Bunu tartışmışlar ne manaya geldiğini bu kelimenin. Vardıkları ortak kanı şu: birincisi, kurban demişler yani kurban edilen hayvanın ismidir demişler. İkincisi de demişler ki; onuncu mucize olduğu zaman. Yani Musa(as)’ın onuncu mucizesi olduğu zaman ki o İsrailoğulları’nın kapılarının işaretli olduğu evler dışında bütün çocukların öldürülmesi diyorlar. Zaten o kapıları işaretlemek için AllahTeala, onlara diyor ki; bir kurban kesin, kurbanın kanıyla kapılarınızı işaretleyin diyor. Zaten o yüzden kurban kestiklerini söylüyorlar. O cezanın, evlerin üzerinden geçip gitmesi manasına geldiğini söymeyenler oluyor bu “fısık” kelimesinin. Onlar da İsa(as)’ın dirilişinin o güne denk geldikleri için demişler ki; bu da paskalya. Yani o “fısık”tan geliyor. Ama Hıristiyanlar’a göre kesinlikle fısık bayramı ile paskalya tamamen onlara göre ayrıdır. Onlar İsa(as)’ın dirilişini kutlarlar ve orucu da bir nevi perhize dönüştürüp ki doğrusunun ne olduğunu bilmelerine rağmen perhize dönüştürüp o şekilde tutarlar. Hıristiyanlar’da da bu şekildedir.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi ben size çok ibret verici bir şey okuyayım da. Bu dinlerin nasıl tahrif edildiğinin bir örneği olsun. İşte bu, Kuran Yolu, Türkçe meal ve tefsiri. Altında yazıyor: Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları. Bunu hazırlayanlar kimlermiş? Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağırıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş. Şimdi burada ne yazılı. Ayeti kerimeye nasıl mana vermişler bakın. Bu anlatılmış olan eski dinler hangi noktaya gelmişler. Elimizd kur’an olmasına rağmen neler var, onu göresiniz diye. Diyor ki ayeti kerimede; “fe men kane minkum meridan ev ala seferin” Bakara 184’de. İçinizden kim, hasta yada yolculuk halinde olursa. “Ve iddetum min ehyamin uhar: başka günlerde oruç tutar. “Ve alellezine yutikûnehu” oruca takati yeten, oruç tutabilecek durumda olan insanlar, o sayılı günlerin tamamında oruç tutabilecek olan insanlar için gerekir “taamun miskin: bir fakiri doyurmak da gerekir”. O da bir görevdir. Dolayısıyla Resulullah(sav)’in hadisinde de vardır. Oruç tutan, fakir de olsa zengin de olsa bir miskin doyuracak kadar yani çaresiz kalmış bir kişiyi doyuracak kadar bir fidye vermesi lazım. Oruca gücümüzün yettiği de ramazanın son akşamında anlaşılır. Bu da ramazan bayramında verilmesi gereken fitredir. Oruç tutan herkese farzdır. Oruç tutmayanlara değil. Mesela işte Hanefiler’de, bazı mezheplerde şu var: küçük çocuklar için de verecekler, ne bileyim işte köleleri için de, şunun için, bunun için de verecekler denir. Halbuki hiç kimse, hiç kimseden sorumlu değildir ibadette. Bu böyle. Neden bunu söylüyorlar? Bunu söyleyenler, Resulullah’ın o sözü ile hatta o şeyi bir bulsana: Allah farz kıldı diye. Doğru Bildiğimiz Yanlışlar’ı aç. Oruç fidyesi diye. İlgili hadisi bulursunuz, onu okuruz. Oruç fidyesi diye aç, görürsün. Yada Doğru Bildiğimiz Yanlışlar kitabını bir getir. Bir yanlışlık olmasın. Şimdi burada ayete nasıl yanlış mana verildiğine bir bakın ki gelenek hep öyle oluşmuştur. Ayet, “ve alellezine yutikûnehu”: “oruca gücü yetenler” diyor. Oruca gücü yeten kim? Hasta da olur, yolcu da olur. Ona, oruca gücü yettiği için “ve entesûmû hayrun lekum” demiştir: oruç tutmanız daha hayırlıdır demiştir. Onlar için de gerekiyor yani. Bir fidye. Ama ne mana veriliyor: “oruç tutmakta zorlananlar”. Peki “oruç tutmakta zorlananlar” ne demek? “Yutikûnehu”. Zorlanan demek mi? Mesela “tâkat” kelimesi. “Benim tâkatım bu işe vardır”, Türkçemiz’de kullanılır. Zorla yaparım manasına mı gelir? Mesela “rabbena, ve la tahamil aleyna ma la takate lena: tâkatımız olmayan şeyi bize yükleme”. Tâkatımız olan nedir? Zorlanmadan yaptığımız şeydir. Niye “zorlanmadan” diye tercüme ediyoruz? Çünkü AllahTeala diyor ki; “ve ma ceale aleykum fid dini min harac” Hac suresinin son ayetinde. “Size, bu dinde herhangi bir güçlük yüklememiştir” diyor. Hatta burada da söylüyor. “Yuridu bi kumul yusra” Bakara 185’de. “Ve la yurîdu bi kumul usra”, Allah, size kolaylık ister, zorluk istemez. Öyleyse “ve alellezine yutikûnehu”yu “zorlanma”yı nereden çıkarıyorsun? Tâkatın içesinde. Bak, “oruç tutabilenler”e, “oruç tutmakta zorlananlar” anlamı verilmiştir. Bazı meallerde de mesela diğer meallerde ne yazılı? Diyanetin mealini bir okusana, bakalım orada ne yazılı. “Zorlananlar” mı diyor orada? “Güç yetiremeyenler” çok derler. Oruç tutmakta zorlananlar için bir yoksulun günlük yiyeceği kadar fidye yeterilidir diyor. Ondan sonra burada ne demişler bakalım. Nasıl anlam vermiş.
Katılımcı: “Sayılı günlerde sizden kim hasta ve yolcu olursa, o günler sayısınca başka günlerde oruç tutsun. Ona güç yetiremeyenler de bir fakir doyumu fidye versinler”.
Abdulaziz Bayındır: Burada zorlananlar dedi, orada güç yetiremeyenler. Bak, güç yetiren ifadesini güç yetiremeyen diye anlam verdiriyorlar. Böyle şey olur mu?
Sonya: “Yutikûnehu” sadece Türkçe’de değil..
Abdulaziz Bayındır: Size her zaman söylüyorum ya. Ayeti hatırlatıyorum, benim sözüm değil haşa. AllahTeala diyor ki; “kitabun uhkimet âyâtuhu summe fussilet min ledun hakımin habir”(HUD 1)açıklamayı Allah’ın kendisi yapacak. Siz, Allah’ın kelamına nasıl şey yaparsınız. Yani ben seni seviyorum dedi birisi, aslında sevmiyorum demek istedi. Ya kardeşim, yani ne biliyorsun. Demek istediyse kendisi söylesin, sana ne! Burada ne yapıyor? “Yutikûnehu” ya “la yutikûnehu” diye bir mana veriyorlar. Buna kimin hakkı var? Peki o manayı verdikten sonra ne diyor? Bakın işte tekrar Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, Vakıfın değil. Bu şeyde 182. sayfada ne demişler bak. Evet İbni Aşur’dan naklen demiş. Önemli değil ki. Bunlar, bunu kabul etmeselerdi bundan sonra tenkid ederlerdi değil mi? Bak diyor ki; “günümüzde, dökümcü, maden, beton, yol işçisi, tellak, hamal gibi ağır işlerde çalışan kimselerin de”.. Gibi ağır işler! Herkes, kendi işini ağır iş kabul eder. “Ağır işte çalışan kimselerin de orucu tutmakda zorlananlar sınıfına dahil edilebileceği hükmü bir çok fıkıhçı tarafından benimsenmiştir. Bunlar da zarar gördükleri takdirde oruç tutmak yerine fidye verebileceklerdir”, bu hüküm! Buna inandığını düşünün, bir kaç sene sonra oruç tutan kalır mı? Herkes zorlanıyorum der. Dayanamıyorum der. Piskolojik olarak insan, eğer kendine bu ruhsatı verdiğin an herkes der ki ben de zorlanıyorum, tutamıyorum ve neymiş? Bir fakir doyumu fidye. Kaç lira ediyor? Bir fakir, üç ekmekle doyar. Tamam, üç ekmek parası al. Üç ekmek de çoktur dersiniz. Olsun üç ekmek parası. Üç ekmek parası kaç lira ediyor? Belediye ekmeği 150 kuruş. Tamam. Otuz ile yüzelliyi çarp, 45 lira. Hadi ben verdim 50 lira. Bak, 5 lira sa sadakam olsun. Oruçtan yırttık. İşte buralarda gördükleriniz, işte 40 güne çıkarmalar, perhize dönüştürülmeler, bilmem neler hep, aynen böyledir. Elimizde kur’anı kerim olmasına rağmen. Ayete arapça kurallarına yüzde yüz aykırı bir anlam veriliyor. Kur’anın diğer ayetlerine yüzde yüz ters bir anlam verilip böyle yapıyor. Böyle olduğu için mesela Hanefiler ne der? Nisaba malik olan kişiler için vaciptir derler fitre. Bunu nereden çıkardın Allah aşkına ya? Nereden çıkarıyorsun? Hani siz demiyormusunuz ibadet konularında içtihat olmaz. Nereden çıkarıyorsunuz ya? Bu konuda Allah’tan ki Şafiiler hadisleri esas almışlar da onlar doğru fetva vermiş. Ama onlarda da zannedersen küçük çocuklara var herhalde yanlış hatırlamıyorsam. Bakın, şu ifadeye bakın. Buhari’nin ifadesi. “Abdullah Bin Ömer demiştir ki; Allah’ın elçisi, resul”. Resul kelimesi. Kime resul deniyordu? Allah’ın emrini tebliğ sırasında değil mi? Bu, bir görüş değil. Emiri söylüyor. “Allah’ın elçisi (sav), fıtır veya ramazan sadakasını erkeğe, kadına, hüre, köleye” zengini şeyi yok dikkat ediyormusunuz? Köle de dahil, hepsi dahil. Mümin ise oruç tutuyor ise verecek. “..köleye, hurmadan bir sa veya arpadan bir sa (Sa, 3 kg yaklaşık) olarak farz kıldı”. 3920 gram, 4 kg. kadar. “Farz kıldı”, farz kıldı! Allah’ın elçisi diyor ise nedir? Kur’anın bir hükmü demektir değil mi? “Ve alellezine yutîkûne fidyetun taamun miskin” farz gösteren bir ibare değil mi? “Savmu eyyamin madudat” demektir. O sayılı günlerin orucuna gücü yetenler. Onlar, işte oruca gücü yeten. Paraya gücü yeten değil. O zaman işte bu hadis ile bu ayet arasında yüzde yüz bir mutabakat var mı? E peki ne oluyor da siz o ayete, o manayı veriyorsunuz? “İnsanlar bunu yarım sa buğday ile denkleştirdi” demiş. Neyse.
Bu sebeple “tekunu lema iden li evvelinâ ve âhirina” meselesi bununla gerçekleşiyor. Maide suresindeki. Çünkü o ramazan bayramı günü, herkes fitre verecek. Ben nereden bulayım diyemez birisi. 10 kişiden, 20 kişiden alır, bir kişiye de verir. Hem de bunu vermenin de zevkini yaşamış olur. Gerçrkten bayram olur değil mi? Müthiş bir hareket başlar. Mal hareketi başlar. İşte olayı görüyorsunuz. Devam edebilirsin. Bizim Rusça bölümünden. İstersen gel burada yap, seni de görsünler. Endamını bir görsünler.
Katılımcı: Şimdi, Şafiler’de denildi ya. Çocuklar için de fidye verilir.
Abdulaziz Bayındır: Şafiler’i tam hatırlamadım. Yanlış olabilir diye.
Katılımcı: Rusya’daki Hıristiyanlar’da 3 yaşından itibaren oruç tutar çocuklar. Öyle bir kural vardır. 3 yaşına kadar tutmazlar. 3 yaşından sonra tutarlar. Hatta 3 yaşındaki çocukları anneleri, nineleri, dedeleri, kiliseye götürürler. Sabah erkenden orada beklerler bayram günü. Bu bir. Yani eğer o, Şafiler’de o görüş var ise sanki oradan bir şey gibi geliyor.
Abdulaziz Bayındır: Hanefiler’de var da. Üç yaş değil. Ramazan bayramı günü namaza çıkmadan önce doğanlar. Yani fecirden önce derler de aslında güneşin doğmasından önce manasındadır.
Katılımcı: Başka bir önemli şey, oruç tutanlar ayrı, tutamayanları ayırdılar. Kimler tutamaz: hasta olanlar tutamaz, ağır işte çalışanlar tutamaz. Onlarda da geçiyor. Hamile ve emzikli kadınlar tutamaz. Yolcular da vardır ama burada yazmamışlar. Başka bir kaynakta yolcular da vardı.
Abdulaziz Bayındır: Rusya’daki şeyler. Rusya’da ben, belki sen de görmüşsündür bazı kiliseler var ki tam bize uygun. Beş vakit namaz kılıyor, abdestini alıyor yani ibadetlerini yapıyor. Kiliselere rastlarsanız irtibat kurun da.
Katılımcı: Merkezlerde olan şu andaki, günümüzdeki kiliselerde öyle bir ibadet yoktur. Ama eski dinlere tabi olanlarda vardır mutlaka.
Abdulaziz Bayındır: Enes Hoca’yı dinliyoruz.
Enes Alimoğlu: Vakit çok geçti.
Abdulaziz Bayındır: İstersen haftaya bırakalım.
Enes Alimoğlu: İki tane okuyayım. Bir tanesi şöyle. Abdullah İbni Ömer’den geliyor. Diyor ki; Peygamber(sav) şöyle demiştir. “Siyamu ramadan ketebe allahu umumi kablekum”.
Abdulaziz Bayındır: Resulullah demiş ki; ramaza orucunu, Allah sizden önceki ümmetlere farz kılmıştır. Zaten ayetten çıkıyor.
Enes Alimoğlu: Bundan önce söylenenleri tasdik ediyor. İkincisi de..
Abdulaziz Bayındır: Bundan, şunu da görün bak: bizim burada yaptığımız bu çalışmayı da Resulullah, bir cümle ile ümmetine anlatmış sizden öncekilere de farz kılınmıştır diye.
Enes Alimoğlu: Ramazan orucu diyor. Başka bir hadiste: “innallahe ketebe ala kavmu musa ve isa savme ramadan”.
Abdulaziz Bayındır: Allah, Musa ve İsa toplumuna ramazan orucunu farz kıldı. Ramazan orucu. Bak, bu ramazan kelimesini unutmayın. Çok çok mühim bir olaydır bu. İnşallah önümüzdeki zamanlarda tekrar bunun üzerine dikkatleri çekeriz. Yani diğerlerinde de aynı gün. İşte Enes Hoca hatırlayacaktır, burada zannedersem Enes Hoca’dan başka kimse yoktu o toplantıda. Öyle zannediyorum. Buraya 30 kadar Katolik papaz gelmişti. Akademisyen gelmişti. Hepberaber gitmiştik iftar etmiştik. Davet etmiştim onları. Buraya geldik. Geldikten sonra onlara dedim ki, onların başkanlarına; bu oruç, sizde de var dedim. Siz neden tutmuyorsunuz deyince, hatırlıyormusun ne cevap verdiğini? Sen çok derin sorular soruyorsun dedi. Şimdi doğruyu söylese olmayacak yanlış söylese olmayacak, sen çok derin sorular soruyorsun dedi. Sonra, Hamdi Fıfat vardır, o zaman doktora yapıyordu. Hamdi de buradaydı. Sen varmıydın Abdurahman o sıra? Yoktun. Hamdi burada onlara sordu, dedi ki; sizin açınızdan tevrat ve incilin delil değeri nedir dedi. Başkan da dedi ki; valla bizim için bir delil değe yoktur dedi. Tevrat ve incil, kutsal metinlerdir saygı duyarız ama biz, onlara göre hareket etmeyiz. Konsillerde alınan kararlar bizim için esastır. Bugün onun yerine ne diyorlar? İcma esastır diyorlar. Din, kitapta sünnette olan değildir. Şu anda ilahiyat fakültelerine hakim olan görüş budur. Kitapsız, sünnetsiz bir din anlayışı vardır. Bu da tamamen Hıristiyanlar’ın etkisi ile ortaya çıkandır. İşte onların, aynen o ifadeyi bugün ilahiyat fakültelerine yerleştirmeye çalışıyorlar. Toplumun zihninde oluşan ne ise o dur. Onların zihninde oluşan da işte burada anlatılanlar. Çünkü dese ki (burada diyemiyor); biz de tevrata ve incile uyarız dese, hemen açacağız peki buna niye uymuyorsunuz diyeceğiz biliyor onu, onun için uymayız diyor. İşi kökten hallediyor. Evet sen devam et.
Enes Alimoğlu: Hadisin devamı “innallahe ketebe ala kavmu musa ve isa savmu ramadan ve (01:34:09 bir kaç kelime anlaşılmadı) zade ahbarahu aşereten yevm”.
Abdulaziz Bayındır: Demek ben, bu hadisi hatırlıyormuşum. Kaynağın sağlam olduğunu biliyordum da. Diyor ki işte Resulullah. Hadisin kaynağı neresi?
Enes Alimoğlu: Kurtubi’den almış da Cemal Hoca, ama bulacağım ben.
Abdulaziz Bayındır: Onlar 30 gün oruç tutuyorlardı. Adamları, 10 gün daha ilave etti 40’a çıkardılar. Az önce Rüstem Hoca dedi ya Rusya’da 40 gün diye.
Enes Alimoğlu: Niye çıkardığını şöyle söylüyor: “summe marada babu ahbarihim fe nezele şefaullahu yezidi fi savmu yezidi aşereti eyyam fe feale.”
Abdulaziz Bayındır: Bazı din adamları hastalanmış. İyi olursam 10 gün daha ilave ederim diye adakta bulunmuş. İyileşince 10 gün ilave etmiş.
Enes Alimoğlu: “Fe (01:34:59 bir kaç kelime anlaşılmadı) savmun hamsun yevmen”.
Abdulaziz Bayındır: Bir on gün daha ilave edilmiş. Ayrıca 10 gün daha, 50 gün olmuş.
Enes Alimoğlu: (01:35:06-01:35:09 arası anlaşılmadı).
Abdulaziz Bayındır: Onu hep söylüyordum, bu hadismiş demek ki kaynak Kurtubi’de. Çok eskiden okumuştum, kaynağı aklıma gelmedi. Onlar, sıcakta oruç tutmamak için de nisan ayına aldılar diyor. İşte martta başlanıyor, nisan ayında da bayram yapıyorlar. 24 Nisan’ı hatırlarsanız paskalya olarak kutlandı. Peki tamam teşekkür ediyorum. Bu da tam bütünlemiş oldu. Çok iyi oldu. Benim de zihnimde nerede hatırlıyorum meselesi halledilmiş oldu.
Enes Alimoğlu: 01:35:57-01:36:00 dıyulmuyor).
Abdulaziz Bayındır: Tabi tabi. Daha önceki ümmetlerin tamamı, dünyanın her yerinde bu oruç var. Ama işte biraz araştırma yaparsak ortaya çıkar. Bugünkü Yahudi, Hıristiyanlar gibi kabul etmeyecekler. Etmesinler. En azından biz, onlara hitap ederken mesela ben hep yaşıyorum bunu. Onlara kendi kitaplarını referans alıp hitap ettiğiniz zaman eziliyorlar orada. Zaten bizim için de esas olan da bu, başka bir şey değil. Peki sorular? Sen mi okuyacaksın?
SORU: Malatya’dan soru. Siyam kelimesi, isteşlik kalıbından gelmesi ne anlam ifade ediyor?
Abdulaziz Bayındır: Kim demiş isteşlik diye? Savme ve sıvamen değil. O siyam, o şekilde bir şeydir. Savmen de gelir siyamen de gelir. Bu mastarlar semaidir. İşitmeye göredir. İstersen sözlüğe bir bak. Ben siyamı müşareke değil “savm”ın mastarı olarak biliyorum. Savm ile aynı manada biliyorum, yani ilk defa böyle bir şey duydum. Yani herhalde yarım bilgi bu olsa gerektir.
SORU: İstanbul’dan ve Almanya’dan aynı soru gelmiş. Demişler ki; önceki dinlerde ulemanın önceki din kaynaklarında adetli kadının oruç tutamayacağına dair bir bilgi var mı demişler.
Abdulaziz Bayındır: Öyle bir şey çıkmadı.
Katılımcı: Yahudilik’te adetli bayanlar kirli, necis kabul edildiğini biliyoruz. Ama işte onlarla cinsel ilşkide bulunma yasağını..
Abdulaziz Bayındır: Cinsel ilişki değil, eli dokunsa dokundukları şeyler yenmiyor.
Katılımcı: Ama diğer kavimlerle ilgili yaptığımız incelemelerde bu konu ile ilgili bir bilgiye rastlayamadık. Belki Hocam, tevrata kadar bir sorun yoktu.
Abdulaziz Bayındır: Resulullah zamanında zaten böyle bir olay yok. Yani adetli kadının oruç tutmamadı diye bir şey yok. Oruç tutması var. Sonradan bunu şey yapıyorlar.
Katılımcı: Diğer dinlerde, bayanlara karşı negatif ayrımcılık yaptığını biliyoruz. Mesela bir Budist bayan, kendini Budist ibadethanesine/mabedine adamış Budist bir bayan, hiç bir şekilde erkeklere isyan edemez, erkeklerin hiç bir yanlışını söyleyemez. Kendi hemcinsinin yapmış olduğu yanlışı derhal deşifre etmek zorundadır. Böyle bir negatif katı bir ayrımcılık olduğunu biliyoruz.
Abdulaziz Bayındır: Kurandaki İslam’da da pozitif ayrımcılık vardır.
Katılımcı: Şimdi Hocam, Yahudiler’de..
Abdulaziz Bayındır: Efendim? Adetli kadın oruç tutar Hıristiyanlık’ta. Ruslar’da adetli kadının orucuna hiç bir engel yok diyor. Öyle olması gerekiyor zaten.
Katılımcı: Yahudiler’de bu adetli kadın kirli kabul ediliyor ama zaten doğru olan da o. Ancak, onlarda şu vardır: bir kadın, ancak hamile ise ve emzirme döneminde ise oruç tutamaz. Onun dışında o kadın, oruç tutmak zorundadır onlarda.
Abdulaziz Bayındır: Hadisi şerifte bu da var. Yani Resulullah’ın hadisinde var.
Katılımcı: Onlarda hiç bir şey yok.
Abdulaziz Bayındır: Onun için “ve alellezine yutikûnehu”nun kapsamına girer. Onu ayrıca gündeme getireceğiz ilgili hadisleri ortaya koyarak.
SORU: İsa’nın son yemek isteği ile ilgili bir bilgi vermişler. Demişler ki; bu son yemeğin yenildiği güne “iyi cuma” deniliyormuş onların tabirlerinde.
Abdulaziz Bayındır: Ne?
SORU: İyi cuma, good frıday deniliyormuş. Dolayısıyla yani o, bizim de mi bayramımız olmuş oluyor?
Abdulaziz Bayındır: Cuma diye. Yok. Bir tek gün. Cuma, her hafta tekrarlanan gündür.
SORU: Türkiye’de ateizm derneği kuruldu. İşte insanları, Allah’ın varlığını inkar etme vs. çalışmalar yapıyorlar. Siz ne düşünüyorsunuz demişler.
Abdulaziz Bayındır: Valla iyiki kurmuşlar. Bu tür şeylerden dolayı ben şahsen hiç bir zaman rahatsız olmam. Onlar, kendi inançlarını çok açık ve net bir şekilde ortaya koymalılar, anlatmalılar ki konu tartışılsın. Bir kere müslümanların, inandıklarını sorgulayacak bir noktaya gelmeleri gerekir. Bu sorgulama olmadığı için, bugün anlattıklatımız ortaya çıkıyor. “Ve alellezine yutikûnehu”ya, siz nasıl “la yutikûnehu” diye mana verirsiniz demek lazım. Şimdi bu ateistler, kendi kimliklerini esasen ortaya koymuşlar. Asıl problem bunlar değil. Asıl problem, Allah’ın açık ayetlerini görmezlikten gelip dindarlık taslayan insanlardır. Onlar problem değil. Ve AllahTeala bize, onlar için de şunu söylüyor Ali İmran 186.ayette; “le tublevunne fi emvâlikum ve enfusikum: mallarınız ve canlarınızla ilgili olarak kesin bir biçimde yıpratıcı bir imtihandan geçirileceksini”,”ve le tesmeunne minellezine ûtûl kitabe min kablikum: sizden önce kendisine kitap verilenlerden de işiteceksiniz”,”ve minellezine eşrakû: ve müşriklerden de kesinlikle işiteceksiniz”,”ezen kesirâ”: çok canınızı sıkacak şeyler söyleyecekler. Söylesinler. Bak bu çok şey yapar. Zihinden yönden bizi uyanık tutar. Uyanık tutar sürekli, onlara cevap hazırlama, onların bir çoğunun da şüphesi ortadan kalkar. İşte geçen sene şeyde. Ayeti tamamlayalım. “Ve in tasbiru ve tetteku: tedbirinizi alır, kendinizi korur, sabırlı olursanız”, böyle şey yapmaya lüzum yok, şey yapsınlar. “Zalike min azmil umur: bu işlerin kararlılık gerektiren kısımlarındandır”. Demek ki bizim, bunlara karşı yapacağımız: kendimizi gevşetmeyeceğiz. Kendimizi koruyacağız ve sabırlı da olacağız. Mesele bu. Geçen sene mayısın 20’sinde Roterdam’da yani Hollanda’da, orada bir ateistlerin başı olan bir zat ile oturduk beş buçuk saat civarında konuştuk. Önceden zaten randevulaşmıştık. Orada, bunların bir vakıfları varmış. Şimdi adı aklıma gelmedi o şahsın. Von diye aklıma geldi de ondan sonrası gelmedi. Çok meşhur bir adam. 80’in üzerinde de yaşı var. Her ay toplantı yapıyorlarmış ateistlerin vakfı. O toplantıya gelirken tevratı, incili, kur’anı işte Budistler’e ait bir takım bir çok şeyi almış masasına koymuş. Türk ateistler de vardı orada. Orada işte bir takım şeyler söylediler. İslam ile ilgili bazı şüphelerini ortaya koydular. Be de dedim ki; İslam ile ilgili size en ters gelen ne varsa onunla başlayın. Siz, en güçlü hissettiğiniz hangi konu varsa onunla başlayalım dedim. Onlar da kölelik, cariyeliği koydular. Tamam, önünüzdeki kitabın şurasını açın, burasını açın falan filan. Onların önüne tercümeyi ben koymadım. Kendileri getirmiş. Bakınca meseleyi anladılar. Haa, yokmuş falan. Ne yapalım, sonradan oluşmuş şeyi tutup da kur’ana nasıl mâlediyorsunuz? Neyse o beş buçuk saat sonra Türk ateistlerden birisi geldi. Hepsi de geldi de o birisi şunu söyledi; Hocam dedi, bu kadar mükemmel bir dinimiz var. “Dinimiz” diyor dikkat edin. Bu kadar mükemmel bir dinimiz var da müslümanlar niye sürünüyorlar? Onun için şimdi bu insanları ateist olmaya zorlayan kim? Bir de onu sormak lazım. Adam kafasını çalıştırıyor, soru sorduğunuz zaman: sus, sorma, anlamazsın, inanacaksın! Adam, kendini hayvan yerine koymaz. Ben koyunmuyum ki şey yapıyorsun? Bu defa kafasını çalıştırınca, cevap da alamayınca hemen öbür tarafa geçiyor. Olsunlar, bunlardan korkmaya gerem yok.
SORU: Maide 124’de, “bizi rızıklandır, sen rızıklandıranların en hayırlısısın” derken, Allah’ta başka rızıklandıranlar mı var?
Abdulaziz Bayındır: Rızık veriyorsunuz. Yani se kimseye bir şey vermedin mi şimdiye kadar? Ya şimdi bazı husular, mesela Allah basirdir. Ben de basirim diyormusun? Yani Allah görür. Bak şimdi Enes Hoca’nın soyadı Alimoğlu. Alim, kimin sıfatı Enes Hoca? Allah’ın sıfatı. E şimdi birisi gelip dese ki sen Allah’ın oğlumusun? Ne diyeceksin? Se kafayı mı yedin diyeceksin. Bazı kelimeler, Allah için de kullanılır insanlar için de. Ama Allah için kullanıldığı zaman, Allah görür dediğn zaman sen de görürsün dersen adama, dünyanın hiç bir zındığı, hiç bir kafiri, hiç bir ateisti, Allah’ın görmesi ile insanın görmesini aynı kabul etmez. Bunu söylemeye gerek yok yani.
SORU: Eskişehir’den. Dizimden ameliyat oldum. Her yarım saatte bir su içmem gerekiyor. Oruç tutmasam olur mu? Boğazında kuruluk oluyormuş.
Abdulaziz Bayındır: Tamam olur tabi. Allah, hasta olanlara müsade etmiş. Daha sonra iyileşince tutar.
SORU: Bir başka soru İzmir’den. Bir bayanın annesinin dayısı veya babasının amcası ona mahremmidir?
Abdulaziz Bayındır: Annesinin dayısı, babasının amcası, ona mahremdir tabi. Onunla evlenmesi ebediyen haramdır.
SORU: Bu konsiller, Allah Resulü’nden önce olduğu için acaba AllahResulü zamanındaki tevrat ve incil ne kadar sahihti?
Abdulaziz Bayındır: Resulullah(sav)’in zamanındaki tevrat ve incil ne kadar sahihti sorusuna önce şu ayetle cevap vermek gerekir. Maide suresinin 15.ayetinde Allah diyor ki; “ya ehlel kitab: de ki; ey ehli kitab”,”kad câekum resulunâ: size, bizim elçimiz geldi”,”yubeyyinu lekum: sizin için ortaya çıkarıyor”,”kesiran mimmâ kuntum tuhfune minel kitab: o kitaptan, gizlediğiniz çok şeyi ortaya çıkarıyor”. Bu ne demektir? Resulullah zamanındaki ehli kitabın elindeki tevrat ve incil bütün meseleleri anlatıyormuymuş? Gizliyorlarmış demek ki. Ama varmış ki gizliyorlar. Olmayan şey gizlenir mi? “Ve ya’fu an kesir: bir kısmını da affediyor” diyor. Bazı hükümleri de olmuyor. Mesela onlarda recm vardı, biz de yok. Şimdi bu dersimizle ilgili söyleyelim. Bu arkadaşlarımızın hepsi, önceki inançlardaki orucu anlattılar. Hanginiz tevratta, incilde size oruç farz kılınmıştır, ramazan ayında oruç tutun diye bir ibare bulabildiniz mi? Yok. İşte kur’an ne yaptı? Onların gizlediği o hükmü ortaya çıkardı. Ortaya çıkardı yani. Tamam. Çünkü “kema kutibe aleykum min kablikum” dedi. Bu ne demektir? Resulullah(sav) zamanındaki tevrat ve incilde bir çok şeyi gizlemişlerdi. Onun için mesela Allah diyor ki; “felyahkum ehlul incili bi ma enzelallahu fih”(MAİDE 47). İncil ehli, Allah’ın onda indirdiği ile hükmetsin diyor. Bak, onda olan ile demiyor. Allah’ın onda indirdiği ile hükmetsin. Çünkü incilin içerisine falanın mektubu, filanın mektubu diye bir çok şeylerin konduğunu kendileri de biliyorlar zaten. Allah’ın onda indirdiği ile hükmetsin diyor. Aynı şekilde tevrat da öyle. O zaman bu ne demektir? Bugünkü tevratta ve incilde de Allah’ın indirdiği hükümler var. Ondan dolayı AllahTeala onlara diyor ki Maide suresi 68’de; “kul yâ ehlel kitâb: onmara söyle: ey ehli kitap”,”lestum alâ şey’in: hiç bir temeliniz olmaz”,”hatta tukimut tevrâte vel incil: tevratı ve incili ayakta tutmazsanız”. Elinizdeki şekli yeter yani. “Ve ma unzile ileykum min rabbikum: ve rabbinizden size indirilmiş olan bu kur’an”. İşte ondan dolayı da size anlattım. Ben, onlarla çok birlikte oldum. Getirin şu kitabınızı okuyalım dediğimiz zaman getirmiyorlar.
SORU: Bir de şöyle denmiş Hocam, Konya’dan. Hıristiyanlar, kendi oruçları ile alakalı nasıl konsilde ulemasıyla yeni prensipler ortaya koymuş ise ve bu şirk ise inandıkları tabakayı cehenneme sürükmemişlerse müslümanlar içerisind de işte adetli kadın oruç tutamaz gibi yeni hükümler ortaya koyanlar da aynı suçu işlemiş olmuyor mu?
Abdulaziz Bayındır: Bir kere biz de çok büyük bir hata var. Yani temel kavramlar kaybedilmiştir. Kafir dediğiniz zaman, kitapları açın bakın ne derler? Allah’a inanmayan. Böyle bir insan yok ki. İşte en baş kafir İblis. İnanmıyor mu? Şimdi burada AllahTeala, Bakara 159 ki onu sık sık okuyoruz. Her Müslüman’ın sıkça Okuması gerekir. Diyor ki; “innellezine yektûmûne mâ enzelnâ minel beyyinâti vel hudâ: bu indirdiğimiz açıklayıcı ayetler ve ana ayet” yani muhkem ve muteşabih âyetleri. İkisini birlikte okuması gerekirken birini alıp diğerini almayan, gizleyenler. “Min ba’di ma beyyennâhu fil kitab: bu kitapta onu, insanlara biz açıkladıktan sonra gizleyenler”. Kur’anda varken görmüyor. Mesela oruç ile ilgili diyor ki; “ve tilke hudûdullhi fe la takrabûhâ” diyor: bu, Allah’ın çizdiği.. “Fa”mıydı? “Vav”mıydı. “Ve la takrabuha: bu, Allah’ın çizdiği sınırlardır ona yaklaşmayın” diyor, peki bu sınırlara yaklaşmayını bırakın sınırlar aşılmış mı aşılmamış mı? Aşılmış. Peki “bu, sınırlardır” derken Allah orada, orucu kimlerin tutmayabileceğini açıklamış mı?
Enes Alimoğlu: “Fe la” imiş. “Fe” ile.
Abdulaziz Bayındır: “Fe la” hah! “Tilke hudûdullhi fe lâ takrabuha” ben de öyle hatırladım da onun için. “Tilke hudûdullâh: bu, Allah’ın koyduğu sınırlardır”(BAKARA 187). Zaten cümle de öyle olması gerekiyor Arapça bakımından. Hani ayette hata yapmayayım diye. Bu, Allah’ın koyduğu sınırlardır, onu aşmayın. Peki Allah’ın koyduğu sınırlarda ne var? Hasta ve yolcuların tutamayabileceği var. Sadece o ikisine müsade edilmiştir. Üçüncüsü yok. Onlara niye müsade edildiğini de Allah diyor ki; ” ve li tukmilul iddet: sayıyı tamamlayasınız diye”(BAKARA 185). Bu, hasta ve yolculara yapılan bir iyiliktir. Nedir iyilik? Orucu tutmaları bir iyiliktir. Sonradan kaza etmek, onlara yapılan bir ikramdır. Bir ceza değildir. Çünkü sen gideceksin 30 gün oruç ile Allah’ın huzuruna, öbürü 20 gün ile gidecek. Sen 30 günlük sevap alacaksın o, 20 günlük alacak. Peki onun şeyi ne? Allah’ın ruhsatına uyarak 20 gün tutmuş, 10 gün tutmamış. Allah, buna bir 10 gün daha tutma hakkı tanıyarak onu da 30 güne çıkartıyor. Allah’ın bir ikramı bu. E peki siz diyorsunuz ki; oruç tutmayan kişi yada kasten tutmayan, bozan, ne yapacakmış? İşte bir gün kaza, 60 gün keffaret, 61 gün tutacak 1 güne karşılık. Ondan sonra da bir kere keffaret tutup kaç tane eksiği var ise onu yapacak. Nereden çıkatıyorsun bu hükmü ya? Ama Allah’ın Resulü sahih hadisinde ne diyor? Diyor ki; orucunu kasten tutmayan kişi, bütün ömrünü oruç ile geçirse onun yerine geçmez diyor. Ayetten de o çıkıyor. Yani sadece o değil ki. Ayetlerde o kadar gizlemeler ama Allah ne diyor; kim gizlerse Allah’ın ayetini diyor orada, “ulaike yenahumullah: Allah, onları lanet eder”. Yani Allah, onları dışlar. “Yel’anuhumullâhu lâinun: dışlayanlar da dışlarlar”(BAKARA 159). Bu gün İslsm alemi, tam bir dışlanmışlık içinde değil mi? Yani bakın dünyanın en problemli bölgeleri nereler? Suriye batıda mı? Irak batıda mı? Afganistan batıda mı? Miyammar’dakiler kim? Yada Pakistan’daki o Bangladeş’te, Pakistan’da sıkıntı çekenler, süreköi yukarıdan aşağıya bomba yağdırılıp öldürülen kişiler kimler? Müslümanlar’ın yaşadığı bölgeler dışında dünyada böyle problemli bölge var mı? Niye? Çünkü Müslmanlar ayetleri gizlediği için Allah onları dışlıyor. Sadece Allah mı dışlıyor? Lanet edenler de dışlar. Ondan sonra ne diyor? “İllellezine keferû ve mâtû kuffar”(BAKARA 161) diyor. Ondan önce “illellezine tâbu ve aslahû ve beyyenu “, bundan sonra tevbe edip, o gizledikleri ayeti ortaya çıkarıp insanlara anlatan ve kendilerini düzeltenler olursa onlar başka. “Ulaike etûbu aleyhim: ben, onların tevbesini kabul ederim”,” ve tevvâbur rahim: ben, tevbeleri kabul ederim ve merhametli olanım” diyor. “İnnellezine keferu: gizleyenler”,”ve mâtu ve hum kuffâr: gizlemiş olarak da ölürlerse” açıklamaz, tevbe etmez, düzeltmezler kendilerini, öyle ölürlerse”,”ulâike aleyhim la’netûllah: Allah’ın laneti”,”vel melâike: meleklerin”,”ven nâsi ecmain: tüm insanlığın laneti”. Bak “tüm insanlığın laneti”(BAKARA 161). Şimdi tüm insanlık, Müslümanlar’ı dışlıyor mu dışlamıyor mu? Söyleyin bakalım. İşte, Allah’ın ayetlerini gizledikleri için tüm insanlık tarafından dışlanıyorlar. Bu dışlanmışlıktan ne beklersiniz ya? Allah, ayetlerini gizleyenlere burada bak kafir dedi dikkat edin. Kafir diyen Allah. Bizim sözümüz değil. Diyorlar ki; sen çok ağır konuşuyorsun. Benim sözüm ise istediğinizi söyleyin. Allah’ın sözü ise deyin ki; ayete yanlış mana verdin. Değil mi? Herkes de görüyor. Bütün insanlığın tamamı müslümanları dışlamıyor mu? Kendi içimizden de bir sürü insan kaçıyor işte. Onun için dışlanmışlıktan kurtulmanın tek yolu, Allah’ın kitabına sarılmak. İşte gördünüz. Allah’ın kitabına sarıldığınız zaman Resulullah’ın sünneti mecburen ortaya çıkıyor. Çünkü kitap ile birlikte hikmet de var.
SORU: Hocam, son olarak bir mesaj var İstanbul’dan. Oruç ayetindeki olumlu kelime ile alakalı. Yani “tutabilenler” vardı ya. Kelime ile alakalı tefsir hocasına soru sordum. Şu manaya geliyor dedi: “gücü zor yeten” manasına. Tutabilenden kasıt, zor tutabilen manasında.
Abdulaziz Bayındır: Takat kelimesinin öyle bir manası varmıymış? Peki gücü zor yeten dedi ise “rabbena ve la tahmil aleyna ma la takate lena” ne oluyor? “La takate” ne olur? O gücü zor yeten is “la takate lena” ne olur? “Hiç gücümüz yetmeyecek şey” olur değil mi? Halbuki AllahTeala zaten orada dedi ki; “lâ yukellifullahe nefsen illa vus’aha” insanın gücünün yettiğinden başkasını Allah kişiyi mükellef tutmaz. O zaman Allah’ın kelamı birbiriyle zıt hale gelmez mi?
SORU: Daha sonra hergüne bir fidyeyi sordum. Net cevap veremedi. Ben, doğru manayı söyledim. Bana, yok daha neler dedi.
Abdulaziz Bayındır: Dua etsin sınıftan kovmamış ya. Daha ne istiyor. Neyse, siz söylemeye devam edin. Başka şekilde bu iş düzelmez. Haftaya yine oruç konusuna devam ederiz inşallah. Allah hepinizden razı olsun. Buhari ve Tirmizi’de, az önce mealini verdiğim hadisin arapçasını okudu. Kim diyor, kensine verilen bir ruhsatı olmadan.. yada hastalık mı dedin? Yolcu ve hastalık olmadan ramazanda bir gün kasten orucu bozan kişi, tüm zamanları oruçlu geçirse onun yerine geçmez. Bunu söyleyen Resulullah. Resulullah’ın sözü, kur’anı kerim ile yüzde yüz uyuşmuyor mu? E peki siz, kur’anı bir kenara bırakacaksınız, Resulullah’ı bir kenara bırakacaksınız, kendinize göre yeni bir hüküm ortaya çıkaracak ondan sonra da bize diyeceksiniz ki..başka ne bekleyeceksin: Allah’ın ayetini görmeyen, Resul’un sünnetini görmeyen, Süleymaniye Vakfı’nı görür mü? Tabi ki şey yapacak da diyeceksiniz ki kendinizi kurtarmak için; siz onlara bakmayın, onlar marjinal gurup. Onlar işte haşa Nebimiz’i bir şeye saymaz falan filan. Yok, Allah gaybı bilmez dedi… İftira ile. Allah’a iftira eden kişiden başka ne beklenir? Tabiki böyle yapacaklardır. Hesaplaşma ahirette olacak nasıl olsa. Peki teşekkür ediyoruz. Allah hepinizden razı olsun.