ABDULAZİZ BAYINDIR: Geçen hafta oruç ile ilgili ayetleri okumuştuk. Burada oruçla ilgili 4 tane ayet var. Birisi 183, 184, 185 ve 187. 186.ayet oruçla alakalı değil. Orada diyor ki BAKARA, 186.. Ayet: “Ve iza seeleke ıbadı annı fe innı karıb: kullarım size beni soracak olursa ben onlara yakınım”, “ücıbü da’veted daı iza deani: beni çağırdığı zaman çağıranın çağrısına cevap veririm”,”felyestecıbu lı: onlar da benim çağrıma cevap versinler”,“vel yü’minu bı: bana güvensinler”, “leallehüm yarşüdun:belki böylece olgunlaşırlar”. Burada bu vesileyle kuranın anlaşılması konusunda bir iki kelimeyle derse başlamak istiyorum. Geçen hafta çünkü bir giriş yapmıştık oruç konusuna. Bu 4 ayet size neyi hatırlatıyor? Niye 4? Muhkem ve müteşabih olmak üzere değil mi? Bir ana ayet, bir de ona benzeyen ayetler. Ana ayet muhkem yani işin temeli. Mesela, ekmek pişirirseniz ekmek için ne lazım? Un mutlaka olacak değil mi? Su olacak. Tuz olacak. Maya olacak. Kaç etti? 4 etti. Un, tuz, su, maya. Peki bunların içerisinde ana madde ne? Olmazsa olmaz? Un! İşte ekmeğin muhkemi undur. Müteşabihi? Tuz, su, maya. Kuranda da bir muhkem, bir de müteşabih ayetler var. Peki şimdi bir soru daha sorayım size. Mesela mayası olan bir kişi tuzun üretildiği yerde oturabilir mi? Oturur. Orada su da olur. Orada bir de buğday tarlası da vardır. Buğday tarlası, tuz, su ve maya hepsi aynı yerde olabilir. Yani orada üretilmiş olabilir başka yere ihtiyaç olmaz. Adam tarlasından ürettiği buğdayını un haline getirmiştir. Zaten orada kaya tuzu vardır ya da denizden tuz üretebilir. Su vardır, mayası da vardır. Hiç dışarıdan herhangi bir şey almadan ekmeğini yapabilir. Peki her yerde ekmek böyle mi yapılır? Mesela İstanbul’da unun bir yerden gelmesi lazım. Tuz bir başka yerden gelmesi lazım. Maya bir başka yerden gelmesi lazım. Su da bir başka yerden gelmesi lazım. Tıpkı onun gibi kurandaki ayetler de bir küme oluşturur. O kümelerin bir arada olması gerekmez. Yani kümeyle ilgili ayetin bir tanesi bir sürede, Mekke’de inen surede, birisi Medine’de inen en son surede olabilir. Yerleri çok farklı olabilir. Ama bunlar, Allah’ın emrettiği şekilde bir araya getirilirse işte o ekmek gibi bir hikmet oluşur. Yani bir çözüm üretirsiniz onunla. Ekmek pişirdiğiniz zaman nasıl bir çözüm üretmiş oluyorsunuz? İnsanların açlığını giderme çözümü değil mi? Bunu burada anlatmamın sebebi; oruçla ilgili ayetler peş peşe aynı yereler. Araya bir tane 186.ayet giriyor. Ama zekat ile ilgili ayetlere bakarsanız her tarafa dağılmıştır, namazla ilgili ayetler her tarafa ya da bir çok konu ile ilgili ayetler her tarafa dağılmıştır. Bazen bir arada olabilir birbirini açıklayan ayetler, bazen farklı olabilir. Kuran bu şekilde bir metodla konuları ayrıntılı bir şekilde açıklıyor. Konunun tam ayrıntısına ulaşabilmek için en son inen ayeti beklemek lazım. Bu ayetler peş peşe inmeyebilir. Evinize ilk önce un alabilirsiniz. Un muhkemdir. Ekmeğin muhkemidir. Undan önce su vardır. Tuzu önce alabilirsiniz, mayayı önce alabilirsiniz. Burada öncelik sonralık hiç önemli değil. Hepsinin bir araya gelmiş olması önemli. Dolayısıyla nuzul sırası dedikleri şeyin hiç bir anlamı yok. Eğer nüzul sırası dedikleri şeyin anlamı olsaydı Allah mutlaka indirdiği her ayetin tarihini yazdırırdı bir kenarına ve biz de onu, ona göre değerlendirirdik. İkinci olarak da ayetlerin iniş sebebi de önemli değil. Çünkü nerede nasıl inmiş bunu herkes bilemez ki. Halbuki herkes Allah’ın kitabından yararlanmak zorunda. Bilse iyi olur mu? O ayrı bir konu. Uzmanlık meselesidir ama herkes için gereke bir şey değil. Kaldı ki o nüzul sebepleri de sağlam yollarla bize pek ulaşmış da değildir. Şimdi burada bir ayet daha var mesela. İsra suresinin 106.ayeti. Allah diyor ki ISRA, 106.. Ayet: “Ve kur’anen feraknahü: bunu, Kur’an Kur’an ayırdık”. Kur’anı Kerimi Kur’an Kur’an ayırdık. “li takraehu alen nasi ala müksin: bir beklenti üzerine insanlara okuyasın, insanların zihnine yerleştiresin diye”,“ve nezzelnahü tenzıla: böyle parça parça indirdik“ diyor. Hepsini birden indirmedik. Şimdi ne oluyor? Bu 4 ayet birlikte inmiş mi inmemiş mi? Geçen hafta okumuştuk, ben şimdi hızlıca okuyayım kararı siz verin. Diyor ki Allah; BAKARA, 183.. Ayet: “Ya eyyühellezıne amenu kütibe aleykümüs sıyamü kema kütibe alellezıne min kabliküm lealleküm tettekun: müminler! Oruç size farz kılındı. Tıpkı sizden öncekilere farz kılındığı gibi. Belki böylece kendinizi korursunuz“. Ondan sonra BAKARA, 184.. Ayet: Eyyamem ma’dudat: sayılı günlerde”,”fe men kane minküm merıdan ev ala seferin fe ıddetüm min eyyamin uhar: içinizde hasta yada yolcu olan olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsr“,”ve alellezıne yütıykunehu fidyetün taamü miskın: oruca gücü yetenler oruç bittikten sonra bir fakiri doyuracak fidye(fitre) vermek zorundadırlar“. Onların üzerine görevdir, zenginlik fakirlik önemli değil. Çocuklar vermezler. Çünkü çocuklar mükellef değiller. Sorumlu değiller. Bir çok hükümleri açıklıyor şimdi. “fe men tetavvea hayran fe hüve hayrul leh: bir hayrı içten gelerek kim arttırırsa onun hayrınadır“, “ve en tesumu hayrul leküm: oruç tutmanız sizin hayrınızadır”, “in küntüm ta’lemun” yani hasta olsanız da yolcu olsanız da oruç tutmanız sizin hayrınızadır diyor. Ondan sonra da BAKARA, 185.. Ayet: “Şehru ramedanellezı ünzile fıhil kur’anü hüdel lin nasi ve beyyinatim minel hüda vel fürkan: ramazan ayı içinde o Kur’an’ın indirildiği aydır”. Geçen hafta konuşmuştuk. Siz Kur’an kavramını bilemezseniz bu ayete mana veremezsiniz. Ramazsn ayı o kur’anın indirildiği aydır. Kuranı kerim ramazanda mı indirildi? Ansiklopedilerde bakın kur’an. Vedat İslam Ansiklopedisi’nden bak bakalım kur’anı nasıl tarif ediyor? O anlama göre şey yapalım. Vedat açana kadar ben buradan ayeti tamamlayalım. “fe men şehide minkümüş şehra felyesumhu: kim ki o ayda hazır bulunursa” hayatta olursa, o ayı geçirirse, o ayı yaşarsa onu oruçlu geçirsin. “ve em kane merıdan ev ala seferin fe ıddetüm min eyyamin uhar: kim hasta ya da yolculuk halinde olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar. “yürıdüllahü biküml yüsra ve la yürıdu bi külüm usr”. Burada şu var: Ya rabbi hasta ve yolcuya yukarıda dedin ki oruç tutmanız daha hayırlıdır? Diyor ben size kolaylık istiyorum, zorluk istemiyorum. Hastalığın tarifi de yok yolculuğun tarifi de yok. Hastalık kişiye bırakılmış. “Ben hastayım?”. Tutamayacaksan tutma. Sevap kazanacaksan sen kazanacaksın, günah kazanacaksan sen kazanacaksın. Hiç tutmayabilirsin de yani. Sonra o hastalığı çeken sendin ben ne bileyi yani. Ben şimdi hastalığı çekmeyen bir insan olarak sana o konuda ne söyleyebilirim. İşte tarif de yok. Buldun mu Kur’an tarifini?
VEDAT YILMAZ: “Kur’an kelimesinin türediği kök konusunda farklı görüşler var” demiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kur’an ne demek Kur’an.
ABDURRAHMAN YAZICI: Kur’an’ın anlamı olarak farklı tanımlar yapılmış. Bunlar büyük ölçüde bir araya getirilerek şöyle bir tarife ulaşılmıştır: Kur’an, Allah tarafından Cebrail vasıtasyla mahiyeti bilinmeyen bir şekilde son peygamber Hz. Muhammed’e indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen, Fatiha suresiyle başlayıp Nas suresiyle biten, başkalarının benzerini getirmekten aciz kaldığı Arapça mûciz bir kelamdır”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kur’an dendiği zaman bu. Bundan başka bir şey var mı? Bunun tamamına diyor. Fatiha’dan başlayıp Nas suresine kadar. 114 sureden oluşan şeyin tamamına Kur’an dedi değil mi? Tamamını da okusan bunun dışına çıkan bir şey yok. Orada farklı bir şey olsa onu söyleyecek. Yok işte okunmasıyla ibadet edilen, vahiyle inmiş olan. O tamam problem değil. Esas şu anda bizim ilgilendiğimiz kısmı, “Fatiha ile başlayıp Nas suresiyle biten, 114 sureden oluşan bir kitap”. Kur’an bu diyorsunuz. Ayet diyor ki; “şehru ramadan ellezimunzile filil kur’an: ramazan ayı, içinde Kur’anın indirildiği aydır”. Sen bir de hikmet kelimesini bul oradan. Hangi tür anlamlar veriyorlar, sorduğum zaman oradan okursun. Bu, Diyanet Vakfı’nın İslammAnsiklopedisi’nden okudu az önce Abdurrahman. Kur’an maddesinden okudu. Diyor ki; “ramazan ayı, içinde kur’anın indirildiği aydır”. Kut’an ramazan ayında indirildi dedik. Allah diyor. Ondan sonra İsra 106 “ve kur’anen faraknahu li rakrahu alen nasi ala muksin: bunu Kur’an halinde ayırdık ki insanlara beklentiye girmesinden sonra okuyasın“. Ne oldu? Ramazan ayında indi mi? Sonra bir de 23 sene sürdü herkesin ittifak ettiği bir şey var. Ramazan ayında kur’anın tamamının indiğini söyleyen var mı? Duydunuz mu şimdiye kadar? Yok. Peki o zaman bu ayet ne? Allah’ın kelamında çelişki olur mu? Ne diyor Allah bir ayette; “ve lev kane min inde gayrillahi le vecedu fihi ihtilafen kesira: eğer Allah’tan başkasının katından indirilmiş olsaydı bu kitap, çok sayıda ihtilaf bulunurdu”. İşte buyrun ihtilaf? İhtilaf. Ramazan ayında indirdim diyor. Halbuki 23 senede indiğinde de kimsenin şeyi yok. Ne oldu şimdi? Kur’an kelimesinin geçtiği tüm ayetlerde sıkıntı vardır. Bir türlü anlam veremezler. Çünkü az önce dersin başında size söylediğim küme olayı İslam Aleminde sahabeden sonra tamamen unutulmuş kaybolmuştur. Dolayısıyla en basit konuları bile çözemezler. Artık İslam Alemi problem çözen değil problem üreten bir hale gelmiştir. Yani siz undan ekmek yapmasını bilmiyorsanız ekmek için gereken kümeyi oluşturmasını bilmiyorsanız unu siz üretirsiniz, tuzu siz üretirsiniz, suyu siz üretirsiniz, mayayı siz üretirsiniz onu birileri sizden alır ekmek yapar size satar. Sizden 10 liraya alır 100 liraya satar, 1000 liraya satar. Ondan sonra siz de o adam ekmek vermezse aç kalırsınız. Elinizdeki malzemeyi ona satmak zorundasınız. Siz ona satmazsanız o aç kalmaz ama o size ekmek vermezse aç kalır bağımlı hale gelirsiniz. Bugünkü islam aleminin durumu bu. Bak işte görüyorsunuz en basit mesele. Bir kur’an kelimesinin anlamını bilmeyen islam alemi. İşte İslam Ansiklopedisi. Ansiklopedinin anlamı şudur: o konudaki bilgi birikimini bize aktarır. Kur’an’ı Kur’an’ın anlattığı şekilde anlatan bir kaynakta bir bilgi yok. Allah’tan ki kuran var elimizde de o bilgiyi buradan buluyoruz çok şükürler olsun. Geçen hafta size burada anlatmıştım. Kur’an zaten kelime anlamı, işte karye denir. Karye nedir? Ülke manasına gelir. Mesela Türkiye bir karye sayılır. Ne demek? İnsanların toplaştığı yer. Karye-kur’an aynı kelimeden türetilmiştir. Ka-ra-e kökünden. İnsanların toplaştıkları yerlere karye deniyor. Peki Türkiye bir karye. Türkiye’de kaç tane karye var? Yani insanların toplaştığı yerler. O kadar çok ki. Şehirleri düşünürsün, ilçeler, köyler, bir de Kur’an mantığıyla baktığın zaman aileler, iş yerleri, vakıflar, sivil toplum kuruluşları, bunların her birisi insanların toplaştığı kelime manasıyla karyedir. Peki Türkiye karyesinde kaç tane karye var desek saymak mümkün değil, değil mi? İşte aynen onun gibi Kur’an’ın içinde ne kadar Kur’an var? Sayısız. Ama mesela işte kelime manasıyla bir aileyi oluşturmak için erkek diyelim İstanbul’da doğmuş büyümüş oluyor, kadın da Türkiye’nin ya da dünyanın bir yerinde doğmuş. Geliyorlar bir araya aileyi meydana getiriyorlar. Sonra çocukları oluyor falan. Şimdi bunda bundan sonra ortaya çıkan bir hikmet var. O hikmet de az önce söylediğim gibi unu, tuzu, suyu, mayayı birleştirip ekmek yapmak gibi. Hikmet odur. Siz ekmek yapmasını bilmezseniz mesela islam aleminin bütün hammeddelerini batılılar alıyor. 10 kuruşa alıyorsa 1000 kuruşa bize satıyor. Niye çünkü biz hikmeti kaybettik. Şimdi bir de hikmeti oku bakalım.
A.YAZICI: Hikmetle ilgili farklı tanımlar var. Örneğin; tasavvuftaki tanımı, fıkıhtaki tanımı, kelamdaki tanımı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Olsun hepsini oku. Bakalım bir tane doğru tanım var mı?
ABDURRAHMAN YAZICI: İlki, İlhan Kutluer Hoca tarafından yazılmış bir hikmet tanımı. “Din ve felsefe alanında kullanılan geniş kapsamlı bir terim. Klasik sözlüklerde hikmet kelimesinin çoğulu ‘hikem’, yargıda bulunmak anlamındaki hüküm mastarından olup”. Tanım olarak şeyini okuyayım. Kelamdaki şeyini okuyayım. “Dil alimlerinin hikmeti hem bilgide fiil ve davranışta mükemmellik ve kusursuzluk şeklinde açıklamalarından da hareketle bu konuyu Allah’ın ilminde ve fiilinde olmak üzere iki yönüyle ele almış ve felsefi literatürde olduğu gibi birincisine nazari hikmet, ikincisine de ameli hikmet adını vermişlerdir. Yani Maturidi, hikmeti tam uygunluk diye şey yapıyor. Tam uygunluk, isabet olarak tanımlıyor. Herşeyi yerli yerine koyma şeklinde ifade edilebilen bu tanım aynı zamanda..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Maturidi’yi bir daha oku da mesela elinizdeki şeyden Bakara 231.ayet bir açın bakalım. Maturidi koskoca bir şey ama size daha önce söylemiştim yani bizim bu kitaplarda anlatılan Maturidi ile Maturidi’nin kendi kitapları farklı. Ana önemli değil, burada anlatılana bakıyoruz şimdi. Kendi kitaplarında nasıl anlatmış onu bilmiyorum. 231.ayetten okuyayım size. “Ve ma enzele aleykum minel kitabi vel hikmeti yeizikum bih: size indirdiği kitap ve hikmetle Allah size öğüt veriyor”. ‘İndirdiği kitap ve hikmet’. İndiriken hikmet tanımına uyuyor mu İmam Maturidi’ye mâl edilen tarif oku bakalım.
ABDURRAHMAN YAZICI: Maturidi, hikmeti tam uygunluk olarak tanımlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tam uygunluk indirilmiş ne demek? ‘İndirdiği kitap ve tam uygunlukla’ ne demek? Bir şey anlaşılır mı? “Yuallimikul kitabe vel hikme: size kitabı ve hikmeti öğretiyor”. Kitabın ve hikmetin tasdik edilmesi. Bir şey ifade ediyor mu? Taacm uygunluk. Bir şey anlaşılıyor mu buradan? Yok.
ABDURRAHMAN YAZICI: “Her şeyi yerli yerine koyma şeklinde ifade edilebilen..”
ABDULAZİZ BAYINDIR: Herşeyi yerli yerine koymak ile indirmenin ne alakası var? “Ve ma enzele aleykum minel kitabi vel hikmet: size indirilen kitap ve hikmet ile Allah size..”. Herşeyi yerli yerine koymanın indirilmesi.
ABDURRAHMAN YAZICI: Gazali’nin de tanımı var. “En yüce varlık Allah olduğundan Ondan başka hiç bir varlık ve nesnenin künhünü ve bütün yönlerini bilemez. Dolayısıyla gerçek hakim O dur. Sanatların inceliklerine vakıf olan ve onların maharetlerini uygulayan insanlara da hakim denebilir. Ancak onlardaki mükemmellik Allah’a mahsustur. En değerli şeyleri en iyi şekilde bilmek” diye tanımlamış.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah’tan başkası bilemez miymiş hikmeti? Halbuki Allah elçilerini hikmeti öğretmekle görevlendirmiş. “Ve allimikumul kitabe vel hikmeh” diyor değil mi? Mesela Bakara suresinin 151.ayeti. BAKARA, 151.. Ayet: “Kema erselna fıküm rasulem minküm: nitekim size içinizden bir elçi gönderdik”, “yetlu aleyküm ayatina: size ayetlerimizi okuyor”, “ve yüzekkıküm: ve sizi geliştiriyor”,“ve yüallimükümül kitabi vel hıkmete: size kitabı ve hikmeti öğretiyor”. Allah’tan başkasının bilemeyeceği bir şeyi Resulullah bize nasıl öğretebilir? Ondan sonra BAKARA, 269.. Ayet: “Yü’til hıkmete mey yeşa: hikmeti tercih eden, dürüst davranan kişilere Allah hikmeti verir”. Mesela “ve ateyna lokmane hikmete: Lokman’a hikmeti verdik” diyor. Gazali’nin söylediği ile kuranın arasında uzaktan yakından bir bağlantı var mı? Ve bu şahıs islam alimi sayılıyor ve büyük alim sayılıyor. Sıradan da değil. Böyle bir islam aleminden kim, ne bekleyebilir?
ABDURRAHMAN YAZICI: Bir de İlhan Yüklüer demiş ki; hikmet sadece tek bir anlama gelmiyor. Ayetlerden hareketle böyle bir tanıma girişmiş. Bir: kuranda emir ve nehiy kipleriyle geçen öğütler anlamında hikmet.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tabi ki bazı öğütler hikmettir. Sonuçtur. Mesela elma toplar, alır olduğu gibi yersin. O bir hikmettir. Gider bir salatalığı alır yersiniz. Bir işlem yapmaya gerek olmadan. O tür şeyler var ama hikmet sadece o değildir.
ABDURRAHMAN YAZICI: İki: Anlayış, fehm ve ilm anlamındaki hüküm. Meryem 12’de geçtiği gibi demiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Anlayış, fehm. Yani bir sistem olarak yok.
ABDURRAHMAN YAZICI: Üç: Nübüvvet. Bakara 251’deki Nisa 54’deki.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Nebilik hikmet değil ki. Bir bakayım Bakara 251’de ne diyormuş. BAKARA, 251.. Ayet: “Fe hezemuhüm bi iznillahi ve katele davudü calute ve atahüllahül mülke vel hıkmete ve allemehu mimma yeşa” . Calut ile yapılan savaşta Davud, Calut’u öldürdü. Batılılar Golyat derler. Filimleri falan vardır bunun yani. Allah ona mülk, meliklik ve hikmet verdi. Yani buna nebilik diyor. Kime hikmet verilirse çok şey verilmiş dediği ayette herkese mi hikmet veriyor. Kim doğru tercihte bulunursa ona hikmeti veririm diyor. Mesela Lokman’a hikmeti vermiştir ama Lokman’ın nebi olduğuna dair hiç bir yerde en küçük bir işaret yoktur. Ondan sonra hadi bakalım nebilik öğretilir mi bir insana? “Yuallimikumul kitabe vel hikme”. Bakın islam aleminin ne halde olduğunu görüyor musunuz? Çünkü islam alemi bu kitapla ilşkisini-her zaman söylüyoruz-tamamen kesmiştir. Tamamen kestikleri için mesela işte bugün Diyanet İşleri Başkanlığı uzmanları çıkıyor televizyonlarda diyebiliyorlar ki; namaz vakitleri ile ilgili Süleymaniye Vakfı’nın söylediği şey şazdır diyebiliyor. İyi şükür ki şaz diyebiliyorsunuz. Bunlar o kadarını bile bilmiyorlar. Hikmetle ilgili söyledikleri de şaz. Tabi ki bu meseleyi böyle bilen insanlar hikmetin doğru tanımına öyle diyecekler. Ne olacak yani çünkü kendisinin olduğunu bilmiyor. Oradan bakınca öyle görünüyor diyecek.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bir diğer tanımı: kuranın tefsiri anlamındaymış. 269. Ayet
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ne alakası var onun? Aslında kuranın tefsiri kelimesi yanlış değil. Ama onu bir yere oturtmak lazım. Bakara 269’da o yazılı değil ki. Ve hikmet sadece müslümanlara verilen bir şey değil ki gayrı müslimlere de verilir. Şu anda bir alet ile konuşuyorum, bütün dünya beni dinleyebiliyor. Bu ne olur? İşte hikmettir. Allah’ın indirdiği ayetler, yarattığı ayetler bir bütünlük olacak. Hepsi Allah’ın ayetleridir. Son ifade doğru da oturduğu yer yanlış.
ABDURRAHMAN YAZICI: Ragıp El Isfahani’ye göre ise genel bir şey vermiş burada. Hikmet terimini ilim ve akılla gerçeği bulma şekli tanımlamaktadır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İlim ve akılla gerçeği bulma. Bu da fena değil ama kaynağa yakın bir kitaptır o. Ama hangi ilim hangi akıl? Bunları anlatması lazım.
ABDURRAHMAN YAZICI: Hikmet Allah için kullanıldığında eşyayı bilmek ve onu en sağlam kusursuz bir şekilde yaratmak için kullanıldığında mevcudatı bilip hayırlar işlemek anlamına gelmektedir. Fıkıhtaki tanımını okuyayım. İslam hukukçularına göre hikmet, hükmün konuluş amacı. Yani şârinin makasıdı veya bu hükümle sağlanmak istenen maslahat.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şârinin maksadı yani Allah hangi maksatla bunu yapmış. Allah’ın maksadını biz bilebilir miyiz? C. Hakk açıklamışsa tamam zaten.
ABDURRAHMAN YAZICI: Veya bu hükümle sağlanmak istenen maslahat. Yani mesalihi ibad.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Halkın hangi problemini çözüyor diye bakarız diyor.
ABDURRAHMAN YAZICI: Tasavvuftaki anlamı var. Genellikle ilahi sırların ve gerçeklerin bilgisi varlıkları var oluş amaçlarının kavranması, sebeplerle bunların sonuçları arasındaki ilişkilerde ilahi iradenin rolünün keşfedilmesi anlamında kullanılır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hikmet o kadar temel bir kavram ki Allah bütün nebilerine bunu vermiş. Adem(as)’dan son nebiye kadar hikmeti herkese vermiş. Enam suresinin 89. Adem(as)’dan itibaren 18 tane nebi sayılıyor. Adem(as) sayılmıyor, Nuh(as)’dan sonra. Babaları, kardeşleri, oğulları derken, tabi oğulları en son Muhammed(sav)’e geliyor. Bütün nebilere atıfta bulunularak her birisi bir şekilde konuya dahil edilerek diyor ki “ulaikellezine ateynahumul kitab: bunlar, kendilerine kitap verdiğimiz kişilerdir” diyor. Siz çok iyi biliyorsunuz ki bizim şeylere bakarsanız… İlahi kitaplar kavramına baksana orada. 4 tane diyecekler. Neydi onlar? Tevrat, incil, zebur, kuran. Tevrat kime verilmiş? Musa’ya. Peki Tevratın Musa’ya verildiğine dair ayet var mı? Yok. Bir tek ayet yoktur. Musa’ta Tevrat verildi diye bir tek ayet yoktur. Ne vardır: Musa’ya kitap verildi. Musa’ya verilen kitap, Tevratın bir bölümüdür. Tevratta diğer nebilere verilenler de vardır. Bugün Tevrat demiyorlar da onun adına ne diyorlar? Tanah diyorlar. Ama hep kavramları değiştirirler. Kuranın dediği kavramın tersine. Biz ne demişiz? Tevrat Musa’ya verildi diye. Onlar da değiştirmişler, Tanah diye. Bu defa Tevrata Tanah demişler. O kavramı değiştirmişler. O zaman araya bir takım şeyler sokuşturmak kolaylaşıyor.
ABDURRAHMAN YAZICI: Öyle direk bir şey yok. Sadece kronolojik işaret ediliyor. Tevrat, Zebur, İncil gibi ilahi kitaplardan sonra geldiği kuranın ve takdim ettiği dinin tamamen farklı bir din değil, Hz. Adem’den itibaren bütün peygamberlere indirilen dinin son şeklini aldığı için diğerlerini kuşatıcı bir mahiyettedir. Sahifeler var diyor. Hz.İbrahim’in sahifelerini, Hz. Musa’ya verile Tevratı, Hz Davut’a verilen Zeburu, Hz.İsa’ya vahyedilen İncili ismen zikretmektedir diyor kuran. Evvelkilerin kitapları ifadesiyle Şuara 196’da daha önceki kutsal metinlere de atıfta bulunulmaktadır. Çok ayrıntılı bir tanımı yok.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mesela o suhuf falan dedikleri de ne Resulullah’a dayandırılır ne de sağla bir delili vardır. Peki onlara bakıyorsunuz da ayet diyor ki bütün nebilere kitap verildi, bütün nebilere hikmet verildi. Ondan sonra da ALİ İMRAN, 81.. Ayet: “Ve iz ehazellahü mısakan nebiyyıne lema ateytüküm min kitabiv ve hıkmetin sümme caeküm rasulüm müsaddikul lima meaküm le tü’minünne bihı ve le tensurunneh” diyor. Yani Allah bütün nebilerden söz alıyor. Size ben kitap ve hikmet veririm de. Bak bütün nebilere kitap ve hikmet verdiğini tekrar ediyor. Bir çok ayet söylüyor bunu. Sadece kitap değil hikmet de. Sonra bunu tasdik eden birisi gelirse. Gelen kitap ve hikmet de tasdik edecek. E peki bugün islam alemi kitabı bilmiyor. Nasıl bilmiyor? 4 tane indirilmiştir diyorlar. Siz kurana inanmıyor musunuz? İşte Allah’ın ayeti. Bütün nebilere. Ayetler birden fazla. Bütün nebilere kitap be hikmet verilmiş. Kitabı bilmeyen, hikmeti bilmeyen, daha Kur’an kavramını bilmeyen-işte burada gördünüz-bir islam aleminden ne beklenir? Geçende bir iftara gittim. Biz bilim üretemiyoruz, teknoloji üretemiyoruz, bilmem şu bu.. Ne oluyor? Bari millete birer tane de mendil dağıtsaydınız da herkes gözyaşlarını silseydi. Biraz da acıklı konuşsaydınız. Orada birisi beni görmüş, programda olmadığı halde çıktı ben de şaşırdım beni konuşmaya çağırdı. Ben de konuştum ama şaşırdım yani. Hiç beklemediğim bir anda millet de kalkmış giderken. Orada dedim ki; şimdi siz batı karşısında sıkıntınızdan bahsediyorsunuz, islam aleminin ne kadar büyük bir problem içinde olduğundan bahsediyorsunuz. Söyleyin bana Resulullah’ın ve ashabının devlet tecrübesi var mıydı? Bir tecrübeden geliyor mu? Yok. Peki bir tane bürokratı var mıydı? Peki okulu var mıydı? Peki teknolojisi var mıydı? Silah üretebiliyor muydu? Peki ordusu var mıydı? Sayın, ne sayarsanız sayın. Peki o devrin süper gücü olan Sasaniler’de bunların hepsi vardı değil mi? O zamana göre hepsi vardı. O dönemin ikinci süper gücü olan Romalılar’da bunlar varmıydı? Peki müslümanlar iki savaşla Sasaniler’in tüm herşeylerini bitirdiler ve kendi kalplerini aldılar, gönüllerini aldılar. O insanları gönülden kendilerine bağladılar. Öylesine bağladılar ki bakın o gün bugün Sasaniler bunu hazmedemiyorlar. Hala İran’da bu konuda çok ciddi bir hazımsızlık devam ediyor. Ama bir şey yapabiliyorlar mı? Çünkü öylesine insanların kafası ve gönlü şey yapılmış. Peki Roma ne oldu? Ya bu ordusu olmayan, teknolojisi olmayan, sizin bahsettiğiniz şekilde ilmi, ilim diye bahsettikleri, anladıkları şey, hiç birisi yok. Nasıl oldu da bunlar kısa sürede o günün dünyasına hakim oldular? Öyle bir hakimiyet kurdular ki bakın Roma Devleti neredeydi? Şam’daydı değil mi? Şam dediğimiz zaman Suriye’nin tamamı ve Ürdün, Lübnan, o bölgeler anlaşılır. Bizim güneydoğu da o kapsama girer. Oralara hakim olan o devlet. Son asırda batı hakimiyet kurdu da son bir asra kadar öyle bir hakimiyet var. Şu anda da gene müslümanların elinde o bölgeler. Sahabenin gittiği yerlerden geri gelmek var mı? Ama mesela ne zamandan beri Amerika Irak’ta tutunmaya çalışıyor, başarabiliyor mu? Öyleyse ne oluyor ya siz Allah aşkına ya müslümanım deyin ya da değilim deyin de anlayalım. Hem müslümanım diyorsunuz hem yaptığınızın İslamla alakası yok. Batı ne yapıyorsa onu yapıyorsunuz. Allah faize Allah ile savaşmak diyor siz onu baş tacı ediyorsunuz, Allah zinaya yaklaşmayın diyor siz onu serbest bırakıyorsunuz, Allah şirki bütün çeşitleriyle yasaklıyor siz şirkin bütün çeşitlerini serbest bırakıyorsunuz, şirkle mücadele edenleri engellemeye çalışıyorsunuz. Ondan sonra da niye başarısızız. Sen nasıl başarılı olacaksın ya. Senin başarılı olma şansın yok ki. Önce kendine çekidüzen ver ya. İşte bakın ansiklopediden okuduk. İslam aleminin bilgi birikimi budur.
ABDURRAHMAN YAZICI: Kitaplarla ilgili ilmihaldeki bilgiyi de okuyayım. Diyanet’in iki ciltlik ilmihali. Önce diyor ki bu kitaplara iman konusu suhuf ve kitap olmak üzere iki kısım.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kuranda suhuf geçiyor ama “suhufu ibrahime ve musa” diyor. Musa’ya kitap diyeceksin, İbrahim’e sayfalar diyeceksin. Ne oluyor Allah aşkına. Sonra Allah ayette diyor ki;SURA, 13.. Ayet:”Şeraa leküm mined dıni ma vessa bihı nuha: Allah, Nuh’a neyi emrettiyse bu dinde sizin için de onu şeriat kıldı” “Vellezı evhayna ileyke: sana yaptığımız vahiy“. Bu değil mi? Peki. “ve ma vessayna bihı ibrahıme” hemen İbrahim dedi. Ondan sonra “ve musa” Musa dedi arkasından, “ve ıysa”. Peki şimdi burada Musa’ya, İsa’ya kitap var da İbrahim’e yok öyle mi? Şu ayetlere bak.
ABDURRAHMAN YAZICI: Kuranda ve mütevatir hadislerde suhufla ilgili bir bilgi de bulunmamaktadır diyor. Suhufla ilgili ayetleri vermiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Peki ne bu? İbrahim’i sayıyor az önce okuduğumuz ayette En’am’da. Ona kitap verildiğini söylüyor orada Allah. E niye demiyorsun orada İbrahim’e kitap verilmiştir?
ABDURRAHMAN YAZICI: Sayfalardan bahseden iki ayet vardır diyor. Hz.İbrahim ve Musa’ya sayfalar verildiğine ilişkin. Necm suresini veriyor, Âla. Bunun dışında kuranda ve mütevatir hadislerde suhufla ilgili bir bilgi bulunmamaktadır. Zayıf bir rivayette ise 100 sayfa olduğu bilgisi var. Suhufa göre daha hacimli kitap şeklinde olan ve evrensel sözler olan kitaplar ise 4 tane olup, Tevrat, zebur, incil ve kur’an.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hadi buyurun! Gördünüz mü? Kurandan ne kadar uzak olduğunu görüyor musunuz. İlahiyat fakültelerinin tamamını yani herkese o bilgileri bir mümkün olsa da herkesin zihnine şırınga etseniz, o insanlara hayır mı yapmış olursunuz şer mi? İşte bu ansiklopedi ya. Yani bir mümkün olsa da kopyala yapıştır meselesi var ya bilgisayarda, kopyala yapıştır mümkün olda da bu bilgilerin hepsini kopyalayıp insanların zihnine yapıştırsanız iyilik mi etmiş olursunuz. Allah’ın dinine yaklaştırmış mı olursunuz uzaklaştırmış mı olursunuz? Sürekli söylüyoruz da dinlemek istemiyor kimse. Çünkü şunu söylüyorlar; “Hocam dediğin doğru ama zamanı değil”. Ölmeyi mi bekliyorsun? “Efendim konjonktür müsait değil”. Konjonktür dediğin: şartlar. Sen imtihanı kazanmak için menfaatin ile Allah’ın emri arasında tercih yapmak zorunda kalırsan hiç bir zaman böyle bir ortam ortadan kalmaz. Ben şimdi size bu konuşmayı yapıyorum, bu konuşmayı yaparken Allah rızası mı yoksa birilerinin rızası mı? Ben birilerinin rızasını düşünsem bu konuşmayı yapabilir miyim? Yapılır mı? Hayır. E peki Allah’ın daha güçlü olduğuna inanıyorsam, vaadinin hak olduğuna inanıyorsam yaparım değil mi? İşte müslümanlık bu. Yani insanı müslüman yapan yani Allah’a teslim olmaktır. Bir konuda Allah’ın emri varsa bitti orada. Artık orada kayıtsız şartsız teslimiyet. Sonuca gelelim. Kitabın ne olduğunu bilmeyen islam alemi. Geçende bir televizyonda söyledim burada tekrar edeyim Cemal Bey daha yeni Filistin’den geldi. Cemal bey orada kitap nedir bilen var mı? Peki kuranın ihtiyacı var mı? Yani kuranın anlattığı şekilde var mı? Hikmeti bilen var mı? Bugün islam alemi dediğimiz alemin en temel kavramları bilmeyen bir islam alemi. Bunlardan ne çıkar Allah aşkına? Bütün malzemeyi üreteceksiniz vereceksiniz dışarıya, o da size verdiği ekmek içerisine uyuşturucu katacak, sizi kendine bağımlı hale getirecek. Ondan sonra da siz çıkıp diyeceksiniz ki ekmek pişirmesini bilmiyoruz. Güzel ekmek pişiren olsa bile içerisine uyuşturucuyu katmadığı için beğenmeyeceksiniz. Bakara suresindeki oruçla ilgili ayetler vesilesiyle bunları anlatmak istedim. Biraz konu çok önemli. Tabi böyle bir ortamda insanların mesela hakikaten sabahları Süleymaniye camisine gidiyorum, ben camiye girerken cemaat çıkıyor. Rastladığım herkese diyorum; teheccüt kıldınız. Bir tanesi dönüp te kılmıyor. Görevlilere diyorum; niye bu adamlara teheccüt kıldırıyorsunuz? Biz Diyanet’e uyuyoruz diyorlar. Allah’ın kitabına uymak zorundasınız. Diyanet İşleri Başkanlığı da, dün bir arkadaş gönderdi ramazandan önce bir genelge yayınlamış. Bütün camilerde ezan bizim imsak diye ilan ettiğimiz vakitte okunacak ve hepbirlikte okuyacaksınız. Bu ne demektir biliyor musunuz? Bu, C.Hakkın dinine karşı açılmış bir savaştır. Kesinkile bir savaştır. Şimdi diyecekler niye bu kadar ağır konuşuyorsunuz? Siz diyorsunuz ki -18 derecede yani ufka 18 derece uzaklıktayken fecri sadığı ilan ediyorsunuz. Ama burada Allah diyor ki Bakara 187’de “ve kulu veşrebu: yiyin için”,”hatta yetebeyyene lekumul haytıl ebyad”. “Haytıl ebyad” yani beyaz çizgi. Ufuk boyunca uzanan beyaz bir çizgi. Sizin için çok net bir şekilde: ‘tebeyyun’, hiç şüphe duymayacağınız şekilde ortaya çıkacak. “Minel haytıl esvedi: siyah çizgiden”. O da alttaki ufuk çizgisidir. “Minel fecr: fecr tarafından”. O da kızıllıktır. Vedat çok güzel bir animasyon yapmış. Erdem Bey de seslendirmiş. 3 milyonu buldu galiba değil mi diğer sitelerle. İyi. Öğrenmek isteyen öğrenebilir. Size göre böyle oluncaya kadar yiyin için diyor. Peki. Dün akşam astronomlar İstanbul Üniversitesi’nin astronomlarının bir gurubu beni iftara davet ettiler. Adnan Ökten Bey de orada. Adnan Bey bana şey yaptı, arkadaşlarımız benimle beraber olmak istiyorlar iftarda bir gelir misiniz dedi. Ben de misafirim olmasına rağmen gittim oraya. Yabancı değildi çünkü misafir. Oradakiler diyor ki; -18 derecede bırakın ufku, gökyüzünün derinliklerinde bile herhangi bir güneş ışını olmaz. Bir milyar kilometre derine de gitseniz bir güneş ışını olmaz bulunduğunuz yerin üzerinde. Bu adamlar bunu nasıl başlatıyorlar? Bir tane bilen yok mu diyorlar. Hepsi şaşkın gerçekten. Bunlar 4 sene önce televizyonda millete söz verdiler benimle bu meseleyi görüşecektiler. Görüşmediler. Ne oluyor Allah aşkına ya. Siz Allah’tan nasıl yardım beklersiniz? Bunu yapan ve buna destek verenler, Allah’ın yardımını siz nasıl beklersiniz ya! Diyanet İşleri Başkanlığı, Başbakanlık’ın korumasını değil kimin korumasını alırsanız alın Allah’tan koruyabilecek misiniz? Bakın şurada-geçende de size göstermiştim-işte bu Notik Almanak. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Hidrografi Yayınları. Notik Almanak yani denizcilerin denizde yürürken yıldızlarla yön tespiti yapabilmeleri için belirlenen şey. Bak burada diyor ki; “Notik alacakaranlık 102 derece olduğu andır” diyor. Yani 102 derece dediği tam tepeden alınıyor. Tepeden ufka kadar 90, onun üzerine kaç ilave edeceksiniz? 12 derece. Yani güneş ufkun 12 derece altındayken notikıl tvayligth derler yani denizci tanı. Denizci alacakaranlığı. Diyor ki;”notik alacakaranlığı için verilen vakitlerde genel olarak çevren çizgisi görünmez”. Çevren çizgisi ne demek biliyor musunuz? Ufuk çizgisi. Bakın ufuk çizgisi görünmez diyor -12 derecede. Bunlar denizde sürekli seyahat eden insanlar. Bir de rasat tanı vardır. Rasat alacakaranlığı. 10 derece ile 6 derece arasındadır. Yani güneş ufka 6 derece yaklaşıncaya kadar. İşte ufkun net olarak göründüğü 10 derecedir. Ufkun 10 derece altında. Orada ufuk net gözükür de beyaz çizgi gözükmez. Onun için orada “haytıl esved” dediği kuranın ufuk çizgisi. Onun üzerinde beyaz çizginin gözükmesi için biraz daha şey yapar 8 buçuk derecedir o. Biz ihtiyaten 9 derece yaptık onu. Niye öyle yaptık? Çünkü Allah diyor ki; “tilke hududullahi fe la takrabuha: bunlar, Allah’ın koyduğu sınırlardır, yaklaşmayın“ dediği için yarım derecelik ihtiyat koyduk. Açık ve net söylüyorum; Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yaptığına doğru diyecek bir tek ilmi delil bulamazlar. Bu imkan ve ihtimal dışı. Böyle bir ley olamaz yani. Bu, iki kere iki on eder demek gibidir. Aynen öyledir. Zaten iki yıldır televizyonları bize kapadılar. Ve televizyonlarda bizim aleyhimize konuşanlara bile cevap hakkı vermiyorlar. Duymuyorlar, biz de mahkeme yolunu kullanmıyoruz. Bundan birkaç gün önce Trt’de eski Din İşleri Yüksem Kurulu başkanı Hüseyin Kayapınar, eski arkadaşımızdır yakından tanışırız. Diyor ki; “şaz görüştür” diyor. Muhalif görüşlere de saygımız vardır falan söylüyor. Ne muhalifi ya! Allah’ın ayeti muhalif mi oluyor? Allah’ın ayeti şaz mı oluyor? Tabi bu yanlış bir ifade değil. İslam ansiklopedisini esas kabul ederseniz Kur’an şaz oluyor mu tümüyle? Kur’anın kendisi şaz oluyor. Tabi ki kurandan çıkarılan görüşler şaz olur. Çünkü müslümanlar kuranı sadece şey yaparlar. Geçende bir camide Kur’an okuyor, aman Ya rabbim kurandan başka her şey: şarkı mı söylüyor, türkü mü söylüyor!! Ne oluyor ya! Anlamak diye bir derdi yok kimsenin. Bu tavır bu insanları tamamen batırır. Çok açık ve net söylüyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı’nda bulunan kişileri ve onların destekçilerini tümüyle batırır. Ve bitirir, haberleri olsun. Tevbekar olmaları lazım. Bu bir tek örnek. Bunun yüzlercesini sayabilirim. Sadece imsak meselesi değil. Efendim, Süleymaniye Vakfı sadece imsak ile uğraşıyor gibi bir hava veriliyor. Sadece imsak ile uğraşsa ayıp mı? Hangi problemini çözdünüz müslümanların ki bir tek problemi çözse ayıp mı? Ama Allah’a şükür yüzlerce problem üzerinde çalışıyoruz. Bakara suresinin 159.ayetini okuyalım. Şimdi zamanı değil diyorlar. Biraz önce bir arkadaşla telefonda görüşüyorum tabi o da samimi bir arkadaş. O da bu işin ızdırabını çekiyor ama diyor ki; “Hocam sen bilmiyorsun, senin gibi düşünüyorlar ama işte bir takım şeyler var”. Ya kardeşim işte “ama” dedin mi iş bitiyor orada. Zamanı değil demeye getiriliyor. Diyor ki Allah BAKARA, 159.. Ayet: “İnnellezıne yektümune ma enzelna minel beyyinati vel hüda: indirdiğimiz açıklayıcı ayetler“. Hikmeti siz biliyorsunuz hikmeti şey yapmayalım uzun uzun burada konuştuk. Hikmet, o Kur’an olan o kümelerden üretilen doğru bilgilerdir. O doğru bilgi üretmeyi öğrettiğiniz zaman problemleri rahatça çözebiliyorsunuz. Her soruya kurandan cevap verebiliyorsunuz. Başka bir şeye ihtiyaç kalmıyor. Ama hikmeti bilmediğiniz zaman, istersen Abdurrahman sen onu da bul. Usulu fıkıh kitaplarının baş taraflarında geçen bir ifade vardır. “Naslar sınırlı, olaylar sınırsız”. Öyle bir cümle kullanırlar. Orayı da okuyalım da islam aleminin C. Hakkın asla merhamet etmeyeceği bir sahada olduğunu görsünler. İslam alemi eğer kurtulmak istiyorsa yapacağı şey, kurana yönelmektir. Başkası değil. BAKARA, 159.. Ayet: “İnnellezıne yektümune ma enzelna minel beyyinati: açıklayıcı ayetleri“, “vel hüda: hidayeti gizleyenler” hikmeti gizlemiş oluyorlar değil mi? Ne zaman gizliyorsunuz? “Mim ba’di ma beyyennahü lin nasi fil kitabi: insanlara onları bu kitapta bizim açıklamamızdan sonra”. Bu kitapta ayetler varsa, zamanı var deme hakkımız var mı? Zamanı gelmeseydi bu kitaplarda açıklamazdı. Bu kitaba koymuş. Biz bu kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler. Ne zaman açıkladı kitapta? Resulullah zamanında. Yeni haberiniz olmuş olabilir ama bundan haberin oldu, bitti.
ABDURRAHMAN YAZICI: Örftür, maslahattır her birinde bunu söylüyorlar. Mesela İbrahim Kafi Dönmez Hoca örf ile ilgili ifadeden sonra değerlendirme demiş. “Kitap ve sünnetteki düzenlemelerin sınırlı, hayat olaylarının sınırsız olması vakıası karşısında..”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Kitap ve nastaki düzenlemeler sınırlı, hayat olayları sınırsız”.
ABDURRAHMAN YAZICI: “..vakıası karşısındaki kaynakla uyumlu fıkhi çözümler üretmek üzere kendi içinde tutarlı metodlar çerçevesinde içtihat etmenin kaçınılmaz olduğuna dikkat eden fakihler, islamın evrenselliği ve son din olma özelliğini vurgulayarak hangi dönem ve coğrafyada olursa olsun toplumun ihtiyaçlarına kayıtsız kalınamayacağını ve üretilen sonuçların gerçeklere uyuma bağlı olduğunu ifade ederler. Örfün de bu şekilde çıktığını..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Neyse.. Naslar sınırlı, olaylar sınırsız. Kur’anı bilmiyorsunuz, sayısız kuranlar var kuran içerisinde, onları birleştirdiğin zaman hikmeti ortaya çıkarabiliyorsunuz. İşte Allah’a şükür bizim internetteki yazımızı inceleyenler diyorlar ki çok ilmi olmuş. Ne yapalım bu, matematiği yazıya dökmek gibi bir şey. Kolay bir şey değil ki. Ama orada şunu çok net görecekler. Allah bir gece tanımı yapmış, dünyanın her yerinde her mevsim için geçerli. O zaman Mekke’deki insanların böyle bir tanımdan haberi olması imkansız. Zaten islam aleminin öyle bir tanımdan haberi yok. İslam alemi ilk defa bizim bu yazıyla öğrenmiş olacak ama ayetler çok net olduğu için kimse diyemeyecek ki bunu Abdulaziz söylemiş. C. Hakk, 46.derece enlemden itibaren beyaz geceyi başlatmayı kural olarak kuranın içine koymuş. Peki Mekke’de enlemin ne olduğunu bilen varmıydı ki 46’yı bilen olsun. Gecenin gündüzün içine girmesi, gündüzün gecenin içine girmesi, bir çok şeyler.. Bütün bunlardan hareketle problemleri rahat bir şekilde çözebiliyoruz. Biz bu kitapta insanlara açıkladıktan sonra diyor. Efendim doğru ama konjonktür uygun değildir diyen kişiler gizlemiş oluyorlar mı? “Şartlar uygun değil”. Benden 9 yaş büyük olan bir şeyh var. Yaşıyor şimdi. Bana dedi ki; “Hocam, dediklerin çok doğru ama şu anda zamanı değil”. Ne zaman zamanı gelecek? Hala, belki düzelirler diye bekliyorum. Geçende onların yurtlarında kalan yeğenim geldi. Anlatmışlar. Allah ile kendi aralarında birkaç tane şeyh koyuyorlar, oralarda geçtikten sonra istekleri Allah’a ulaşıyor. Birisi de o. Hani dediğim doğruydu? O zaman sen aradan çık. Niye? Çünkü menfaat organizasyonu bunu gerektiriyor. Bunu da söylemem lazım: İstanbul Müftülüğüne ben müftü yardımcısı olarak tayin edildim. Oraya giderken daha göreve başlamadan önce C.Hakka bir söz verdim. Dedim ya Rabbi senin dininden kesinlikle para kazanmayacağım. Bakın 20 sene kadar ekonomi konusunda danışmanlıklar yaptık. Mesela bana söylediler; ne istersin ücret? Ne ücreti kardeşim herkes soruyor siz de sorun. İsteseydim bu adamlarda menfaat sağlamaz mıydım? İst. Müftülüğü fetva kurulu gibi son derece önemli bir konuda yıllarca uğraştık. Bu insanların gönlü olsun diye fetva verseydik, bu binaya razı olur muyduk? Şu anda kirada oturuyoruz biliyorsunuz. Vakfımızın binası da yok geliri de yok. Peki mesela burayı birlikte kurduğumuz kişilerden bir tanesini genel kurul yapmam zorundayız bir hafta davet ettik, bir tane gelen olmadı. İkinci hafta bir tane gelen olmadı, mecburen gelmiş kabul ederek, çünkü yasal şeyi o biliyorsunuz genel kurul yapmış olduk. Hiç şartlar müsait olur muydu? Ve Allah bu bilgileri bize verir miydi? Bakın bugün burada ne yapıyoruz? Tüm islam alemine meydan okuyabiliyoruz. Tüm yazılı geçmişin ne kadar yanlışlık içerisinde olduğunu iki dakikada gösterebiliyoruz. Bu, C. Hakkın çok büyük bir lütfudur. Bu nereden kaynaklanıyor? Allah’ın gücüne inanmak. Tercih yapacaksın kardeşim: kimden yanasın. Allah’tan yana isen Allah seni hiç bir zaman yalnız bırakmaz korkma. Burası: Allah’a çok şükür dışarıdan bakan burayı imkanları çok geniş bir yer olarak düşünür. Allah’a hamd olsun C. Hakk kimseye muhtaç etmiyor. Ve ikramları da inanılmaz derece bol. Sonsuz bir ikramı var çok şükürler olsun. Amerika’dan fizikçi arkadaşımız 3 kere mektup yazdı Hocam birlikte kitap yazalım diye. Kutup bölgeleri ile söylediğim internet medyasında alay konusu olan meseleleri adamlar çok büyük bir keşif olarak kabul ediyorlar. İlla birlikte kitap yazalım diyorlar. Ben de tamam dedim. Çünkü bu kitap çok büyük bir etki yapacak diyor. Peki, hadi buyurun. Asıl kalıcı olan bu. Sen ölür gidersin. Ne olacak mal mülk önemli değil. Saltanatlar hepsi biter. Ama Allah’ın saltanatı bitmez. İşte burada diyor ki Allah; bu kitapta insanlara açıkladıktan sonra gizleyenler, “ülaike yel’anühümullahü: “Allah onlara lanet eder”, “ve yel’anühümül laınun: lanet edenler de lanet ederler”. Yani Allah onları dışlar. Bugün islam alemi o konumda tümüyle. Ne yapacağını şaşırmış vaziyette. BAKARA, 160.. Ayet: “İllellezıne tabu ve aslehu: ama tevbe edip” kapı açık. Dönüş yapın diyor Allah. Dönüş yapın, bu yol, yol değil. Kendinizi düzeltin ve açıklayın. Evet, Diyanet İşleri Başkanlığı bir saniye beklemeden hemen açıklaması lazım yarından itibaren imsak şu saattedir diye. İşte ancak tevbe öyle olur. Ondan sonra? Kendisini düzeltecek ve açıklayacak. Yapıp da tevbe estağfurullah demekle olmaz. Hayrettin Karsman’a anlattım. Zaten benim finans kurumlarıyla bağımı koparan toplantılardan birisi. Faize fetva verdi, ezan okundu, “namaz kılalım da Allah günahlarımızı affetsin”. Affeder mi Allah? Bu ne biçim şey ya! Şimdi bir de ne kadar hurafeci hoca varsa televizyonlara doldurdular. Çünkü onlar insanlara uyuşturucu sunuyor. Zaten uyuşuk insan lazım. Hareketli insana lüzum yok. Dün Ağrı’dan bir arkadaş telefon açıyor; Hocam, burada oruç tutanlar yüzde 30 civarında. Çünkü televizyondaki şu, şu adamlar diyor ki ne yaparsanız yapın şu kadar tesbih çekersen, şu vakitte bu namazı kılarsan bütün günahların gitti. Onlar çünkü Allahlığa soyunuyorlar. Bize kapanan televizyonlar, bize kapanan camiler. Biliyorsunuz 2002’den beri bizim camide vaaz etmemiz de yasak. Nerede hurafeci varsa onlara açılıyor, onlar da insanları böyle ile yaramaz hale getiriyorlar. Diyor ki; tevbe edecek ıslah olacak ve açıklayacak. “fe ülaike etubü aleyhim: ben onların tevbelerini kabul ederim” diyor. Kimin? Kendini düzelteceksin, dönüş yapacaksın, açıklayacaksın. Açıklamadan olmaz. Hayrettin Karaman’ın dediği gibi öyle bir namaz kılayım.. Öyle bir şey yok. Tevbe edeceksin, dönüşünü yapacaksın, yanlışını açıklayacaksın. Şurada yanlış yapmıştım diyeceksin. “Ve enet tevvabür rahıym: ben tevbeleri kabul eden merhametli olanım”. Geçende bi hayırlı iş yapmışlar gibi bir finans kurumu kira sertifikası ihrac ediyor devletin bir bankasıyla beraber. Allah’tan hiç korkmaz mısınız bu faizin daniskası ya. Hem müslümanım diyeceksiniz hem de yaptığınız faizcilikle övüneceksiniz. Ondan sonra birisi de çıkıp diyecek ki; bizim dönemimizde faizli kredi alanların sayısı şu kadar arttı, helal hoş olsun. Bu, C. Hakka savaş ilanından başka bir şey değildir. Dost acı söyler. Bakın bu Allah’ın kelamı. Öyle şey yok. Tevbekar olacaksınız, dönüş yapacaksınız, kendinizi düzelteceksiniz, açıklayacaksınız, Allah o zaman sizin tevbenizi kabul eder. “Ve enettevvabır rahim: tevbeleri kabul ederim ve merhametliyim”. Ondan sonrası çok önemli. Bu çok çok mühim. BAKARA, 161.. Ayet: “İnnellezıne keferu: kafir olanlar”. Ne demek? Küfür, gizlemek demektir. Keteme ile kefere aynı anlama geliyor arapçada. Ayeti göstermiyorsun, gizliyorsun ya. Mesela Diyanet’in meallerinde “size göre” kelimesi kaldırılmış. İşte bu bir gizlemedir. “İnnellezine keferu: ayetleri gizleyenler”, “ve matu ve hüm küffarun: gizlemiş olarak ölürlerse”, “ülaike aleyhim la’netüllahi: onların üzerinde Allah’ın laneti”. Artık tevbe etme imkanı da bitti. “vel melaiketi: meleklerin laneti”, “ven nasi ecmeıyn: tüm insanlığın laneti”. Çünkü insanlığın doğruları öğrenmesine engel oluyorsunuz. Doğruları anlatsanız belki diğer insanlar da müslüman olacak. BAKARA, 162.. Ayet: “Halidıne fıha: sonsuza dek o lanet altında kalırlar”, “la yühaffefü anhümül azabü: onlardan azab hafifletilmez”, “ve la hüm yünzarun: yüzlerine de bakılmaz”. Şimdi son olarak size bir örnekle anlatmak istiyorum. Hud suresi 54-60.ayetler. Çünkü bu konu çok mühim. Ben her sabah gerçekten böyle fena halde rahatsız oluyorum. Camiye gidiyorum cemaat dağılıyor. Teheccüt namazını kılmış dağılıyorlar. Bu sene de bayağa cemaat geliyor. Daha önce hiç gelmezdi ramazanda. Hepsine de söylüyorum bir tanesi gelip de kılmıyor. “Allah affeder”. Öğrenmişler ya televizyondaki hocalarından! Allah adına konuşuyorlar haşa.
Hud suresi 50.ayet. Ondan önce Nuh(as)’dan bahsediyor ayetler. Ondan sonra Hud(as). Peki Nuh(as)’ın gemisine kim binmişti? Sadece inananlar değil mi? Peki bu Hud(as)’ın ümmeti kimin çocukları? Nuh(as)’ın gemisine binenlerin çocukları. Diğerlerinin hepsi boğulmuş gitmişti. Bu adamlar kendilerini çok dindar saymazlar mı? Senin kendini dindar sayman bir şey ifade etmez. Dini sen kendi kafana uydurmanla şey yapamazsın. İblis de kendini dindar sayıyor. “İnna havfullah” diyor. Allah sayıyor mu? Mesele odur. HUD, 50.. Ayet: “Ve ila adin ehahüm huda: Ad kavmine de kardeşleri Hud’u elçi gönderdik”, “kale ya kavmı’büdüllahe ma leküm min ilahin ğayruh: onlara şöyle dedi; kavmim, Allah’a kulluk edin”. İnsanlar çok kosa sürede bak Adem(ad)’a bakın hemen kısa sürede dünyaya kapıldı. İblis, yok olmayacak saltanat deyince her şeyi unuttu. Senin saltanatın şuna bağlıdır dendiği zaman da bugünkü saltanat sahipleri her şeyi unutuyor. Diyor ki;”ey kavmim Allah’a kulluk edin. Sizin başka ilahınız yoktur, siz sadece uyduruyorsunuz” diyor. Olmayan şeyleri ortaya koyuyor. İşte bugün -18 derecede fecr olurmuş! Ya Allah aşkına, yeryüzünde bunu söyleyecek bir tek akıllı insan çıkmaz ya. Millet zannediyor ki Diyanet bunu bilir. Arkadaşlar, bilmez! Ben Diyanet’te 21 sene kaldım. 1987’de uzman olarak Ankara’ya çağrıldım. 82’de yaptıkları o belgeler bende var. Hatta fotokopilerini yayınladık Kitap Ve Hikmet dergisinde. Oraya gittim, 82’de bir değişiklik yapmışlardı. Din İşleri Kurulu yeni-eski üyeleri vardı. İstanbul müftüsü, Ankara müftüsü vardı. Bazı hocalar vardı. Mesela Mehmet Savaş aklımda. Orada şunu söyledim: “82’de bir değişiklik yaptınız ama bilerek yapmadınız. Tesadüfen doğru oldu”. Çünkü 82’deki değişiklik de benim talebimle yapılmıştı. O zaman akademik ünvanım olmadığı için çağırmamışlardı. Tabi herkes takvimi yapan emekli albay Arif Çöklü’ye baktı. Arif Çöklü de bir belge çıkardı. Ben gitmeden de burada Kandilli Rasathanesi’ne uğramıştım, onlarla da görüşmüştüm. Efemeniz Almanak diye bir kitaptan sayfa, “işte buna göre”. Bi oku bakayım dedim. Fecri kazibi tarif eder misiniz? Bakın bugün Diyanet takvimlerinde fecri kazib diye bir şey görüyor musunuz? Bilmezler ki. Bilemezler. Bu kafa bunları bilmez. Orada bi tarif etti. Zodyak ışınları dedi. Peki zodyak ışınları 30 derece enleminde zodyak ışını görünür mü dedim. Yok dedi. Peki Resulullah 30 derece enlemin kuzeyinde mi yaşadı? Kahire’de 30 derece enlem. Rasulullah Kahire’nin kuzeyinde mi yaşadı? Peki sizin bu zodyak dediğiniz her gün her sabah gözükür mü? Yok. Peki insan gözüyle gözükür mü? Yok. Gözükür ama çok dağınık, akşamdan sonra, sabah, gecenin herhangi bir vaktinde çok nadiren gözükür nadiren. Ondan sonra tabi savunamayınca Mustafa Sait Yazıcıoğlu, Diyanet İşleri Başkanıydı karar aldık. Üç yıl gözlem yaptık, her gözlemde yanlışlıklarını belgeledik ve altına imzamızı attık. Her gözleme ben mutlaka katıldım. Bakın bu çok önemli. Her gözlemde ben mutlaka oldum ve Diyanet’in personeli değişti. Şimdi çıkıp da bazıları, hepsi söylemiyor bazıları diyor ki; “bazıları bunu meşhur olmak için yapıyor”. Meşhur olmak için yapıyorsam çıkarırsınız ilim adamınızı iki kelimede susturursunuz. Çünkü bunun hiç bir ilmi arka planı olmaz ki. Kaç senedir hani şu kadar para ayırdık diyordunuz. Bilmem Bâla ormanlarında şunu yaptık. Çıkın bir tane resim gösterin bakayım bana. Bunların dayandığı tek şey güçtür. Ama Diyanet, Allah’tan başka güçlü bir şey yoktur. Bununla Allah’a savaş açtığınızı bilin. Az önce okuduğum ayetler sizin ne kadar kötü durumda. Başkanlık ve onun destekçileri kim olursa olsun hepsine söylüyorum bunu. Fazla uzamasın diye 56.ayetten okuyorum. Karşı çıkıyorlar ya şeye. Kesin tavır koyuyorlar. Bakın Nuh(as)’ın gemisinde kurtulanların evlatları. Kısa sürede dünyayı ahirete tercih ettikleri için yollarını bozuyorlar ve Hud(as)’a karşı çıkıyorlar. Hud(as) diyor ki HUD, 56.. Ayet: “İnnı tevekkeltü alellahi rabbı ve rabbiküm: benim de sizin de rabbiniz olan Allah’a dayandım”. Ben de aynısını söylüyorum. Şu ramazan günü insanlara teheccüt vaktinde sabah namazını kıldıranlar: insanların vücutları uyku modundayken onlara sahur yemeğini yedirenler. Evet elinizde devlet gücü var diye başarılı gözüküyorsunuz. Tamam. Siz ona dayanın, ben Allah’a dayanıyorum. Ben de aynen Hud(as) gibi diyorum. Ve bu güne kadar da Allah’a dayanmanın ne demek olduğunu hamdolsun yaşadık yaşıyoruz. Benim de sizin de rabbiniz olan Allah’a dayanıyorum. Çünkü Hud(as)’ın ümmeti Allah benim rabbim değildir demiyor ki. “Ma min dabbetin illa hüve ahızüm binasıyetiha: hiç bir canlı yoktur ki Allah onun perçeminde yakalamış olmasın”. Yani Allah’ın gücü kudreti altında olmayan hiç kimse yoktur. Ben Ona dayanıyorum. Hepiniz Onun emri altındasınız. “inne rabbı ala sıratım müstekıym: benim rabbim doğru yol üzerindedir”. Yani doğru yolda olmazsanız Allah’a dayandım demenin bir anlamı yok. HUD, 57.. Ayet: Fe in tevellev: eğer yüz çevirirseniz” ki çeviriyorlar. Yıllardır söylüyoruz. Hiç bir toplantıya bizi çağırmıyorlar. Bizim çağırdığımız hiç bir toplantıya gelmiyorlar. Birlikte rasat yapalım dedik, yapmıyorlar. Bizim rasatlarımıza çağırdık gelmediler. “fe kad eblağtüküm ma ürsiltü bihı ileyküm: ben size görevlendirildiğim şeyi tebliğ ettim”. Bakarac159 gereği Allah’ın ayetini gizlemeden açıklamış olduk. Biz Allah’ın nebisi değiliz. Bize ayet inmez ama Allah’ın indirdiği ayetleri hepimizin açıklama ve anlatma görevi vardır. “ve yestahlifü rabbı kavmen ğayraküm: bakın haberiniz olsun”. Ben de bunlara söylüyorum; haberiniz olsun. “Allah sizi alır, yerinize başkasını koyar”. Öyle diyor Hud(as). “ve la tedurrunehu şey’a: Allah’a hiç bir şekilde zarar veremezsiniz”,”inne rabbı ala külli şey’in hafıyz: çünkü rabbim her şeyi koruması altına almıştır”. Diyor ki Allah; HUD, 58.. Ayet: “Ve lemma cae emruna necceyna hudev vellezıne amenu: emrimiz gelince Hud’u ve onunla birlikte inananları kurtardık“ “meahu bi rahmetim minna: bizim ikramımızla”, “ve necceynahüm min azabin ğalıyz: o kötü azabtan onları kurtardık” diyor. HUD, 59.. Ayet: “Ve tilke adün cehadu bi ayati rabbihim”, bakın şimdi bu çok önemli. “Ve tilke adun: bu Ad”,”cehadu: cehd ettiler”. “Cehd” ne demek Celal? Ce-ha-de. Ala ilm. Yani doğru olduğunu bile bile inkar ediyorlar. Bana diyorlar ki; “Hocam onlar da biliyorlar da söyleyemiyorlar”. İşte bu. Cehadu: bile bile inkar. Bilmede inkar değil. Cehd. Rablerinin ayetleri karşısında cehd’e yöneldiler. Yani görmezlikten geldiler, bile bile inkar ettiler. “ve asav rusülehu: Allah’ın elçilerine isyan ettiler”. Gelen ayetlere demektir o. Elçiler, ayetleri gerirenlerdir. “vettebeu emra külli cebbarin anıd: inatçı zorba güç sahibi olanlara uydular”. Güçlülere uydular. Güçlülerin peşinden gittiler. Bugün de Türkiye’de öyle. Camiden çıkanlara söylüyorum: “biz Diyanet’e uyuyoruz”. Hadi uyu bakalım. Ahirette görüşürüz. Şu kelimeye bakın. Az önce Allah’ın ayetini gizleyenlere Allah lanet eder kelimesi geçti ya. Burada diyor ki; HUD, 60.. Ayet: “Ve ütbiu fı hazihid dünya la’neten: onlar bu dünyada lanetten kurtulamadılar”. Yani arkalarına lanet takıldı. “ve yevmel kıyameh” kıyamet günü de o lanet devam ediyor. Çünkü ayette söyledi. Öldükten sonra da lanetin devam ettiğini okuduk. “e la inne aden keferu” evet diyor dikkat edin: Ad, Rabbini görmezlikten geldi. Küfür, sanki Allah yok demiş gibi. Böyle bir insan yoktur yeryüzünde. Allah’ın ayetlerini görmrzlikte geldiğin an onu inkarvetmiş olursun. Zaten onu gördük Bakara 160.ayette. “ e la bu’del li adin kavmi hud: Hud’un kavmi olan Ad’a yazıklsr olsun”. O ayetler boşuna kuranda geçmiyor. Gerçekten inanılmaz derecede canım sıkılıyor. Eskiden hiç olmazsa iki sene önce hadi orucu millete tutturmuyorlar, namazı vaktinde kılarlardı. Gider ben de camide cemaat ile kılardım. Şimdi artık onu da tembih etmişler, imamı da cemaati de teheccüt kılıp gidiyor.
Şimdi sorular.
VEDAT YILMAZ: Hocam, Cübbeli Ahmet bir kaç gün önceki sohbetinde “Süleymaniye Vakfı şerlerin yuvasıdır” dedikten sonra imsak ile ilgili yaptığınız videoyu eleştirdi ve uçakta giderken Diyanet’in imsak vaktinde ufka baktığını ve beyaz çizgiyi gördüğünü söyledi. Bu konuda görüşünüz nedir?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Aslında güzel yapmış. Ben şimdi şeyi tavsiye ederim. Allah diyor ya sahurda yemek yerken siyah çizgi beyaz çizgiden ayrılıncaya kadar. Zor bir şey değil ki, herkes sofrasının yanına bir hava alanı yapsın bir tane de uçak koysun. O sırada bir düğmeye bassın çıksın işte 35 bin fit mi ne kadar çıkarsa çıksın baksın! Bu gerçekten komikten öteye bir şey. Herhalde Orta Asya’ya giderken görmüş galiba. Kazakistan’a doğru giderken. Ya kardeşim! 1-Sen hangi saatte gördün? Hangi yerde gördün? Bu, şu demektir: ben ömrümde bir kere olsun imsak gözlemi yapmadım demektir. Hiç kimse yapmıyor ya. Süleymaniye’nin görevlilerine diyorum; “şu bahçeye çıkıp bir kere baksanıza”. Neredeyse benimle dövüşecek hale geliyorlar ya. “Niye cemaatin önünde söylüyorsun?”. Bu cemaati saptırıyorsunuz. Tabi ki cemaatin önünde söyleyeceğim. Bu millete sabah namazı diye teheccüt kıldırıyorsunuz. Dışarı çıkmaya da lüzum yok, git şu pencereden bak işte. Bir gün bakmazlar. İşte Cübbeli’nin itirafı. Bir kere gidip de şey yapmamış. Biz yıllarca bu kadar dolaştık. İnsan azıcık insaf sahibi olur.
VEDAT YILMAZ: Bir öğrenci ramazanda geleceği için çok önemli olan bir sınava girmek için o gün oruç tutmadı. Bu kişi o gün ramazana niyet etmemişti. O kişi tutmadığı günü ramazandan sonra kaza etmeli mi? Yoksa 61 gün kefaret orucu mu tutmalı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O öğrenci bütün ömrünü oruçlu geçirse, o orucun yerine geçmez. Bir tek hasta ve yolcu. İki kişi oruç tutmayabilir. Onun dışındakiler oruç tutmak zorundadır. Hasta ve yolcu daha sonra orucu kaza etme hakkına sahiptir. Bu bir haktır ona. Bu bir ceza değildir. Niye? “Ve li tukmilul iddeh: sayıyı tamamlayasınız diye”. Yani yarın ahirette, Allah bunlara ruhsat vermiş 20 gün tutmuş oruç ya da 1 ay tutmamış. E bir de tamamlama hakkı vermese ahirette sevabı eksik olacak. Bu bir hak. Ama hasta ve yolcu değilken orucunu tutmamış olan kişi tüm ömrünü oruçlu geçirse 1 tek günün yerini tutmaz. Ne kefaret diye bir şey vardır, bunların hepsi uydurma şeylerdir, ne kasten oruç yiyen kişinin kazası diye bir şey vardır. Baştan okuduk. Kitaptan, hikmetten, Kur’an’dan haberi olmayan islam aleminin hocaları ancak böyle fetva verir. Başka ne olacak. Dün de bir pilot geldi buraya. Diyanet fetva vermiş. Uçakta ne zaman iftar edilecekmiş? Üzerinden geçtiğiniz yere göre. Pilotun ifadesine göre. Ben okumadım da. Ya kardeşim hiç mi okumadınız? Minarenin üzerindeki kişi güneşi görüyorsa orucunu bozamaz, altındaki kişi bozar. Adam bulunduğu yere göre orucunu tutar veya bozar. Her tarafı dökülüyor.
VEDAT YILMAZ: 45 derece enlemin üzerinden bir soru var. Güneş batarken akşam ve güneş doğduktan sonra sabah namazımızı kılıyoruz. Bizim için kerahat vakitleri ne zaman?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kerahat vakitleri, işte o güneşin doğuşundan sonra 5 dakika yükselinceye kadar ki her mevsimde değişir. En az 20 dakika olur. Onu da hesap etmek lazım. Bölgeye göre de değişir. Bir akşam güneş batmadan önceki meseledir. O zaman da bunu. Belki kerahat vakitlerini de takvime yazmak gerekebilir. Kerahat vakti dediğimiz her gün değişir. Dakika karşılığı değişir. Derece karşılığı değişmez de. Dünyanın beşik gibi olmasından kaynaklanan bir şeydir.
VEDAT YILMAZ: Oruç tutmaya gücü yeten adetli bir kadın gönül rahatlığıyla oruç tutabilir mi?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Orucu bozan şeyi Allah Bakara 187’de karı koca ilişkisi gece serbest bırakılmıştır sadece müslümanlara has olmak üzere. Daha önceki dinlerde yokmuş. Oruçluya yasak olan: yeme, içme ve cinsel ilşki. Adetli kadın bunlardan hangisini yapıyor? Ve bu da sınırlardır diyor, onlara yaklaşmayın diyor. Adetli kadın oruç tutamaz demek, o sınırları aşmak olmaz mı? Bak, “kim o ayda bulunursa oruçlu geçirsin” diyor. Sadece hasta ve yolcuyu istisna ediyor. Adetli kadına hasta denir mi? Bir kadın doktora gidiyor, “Doktor Bey”,”Ne var?”,”Ben hastayım”. “Niye”.”Adet görüyorum”. Doktor ne der? “Bu kafayı yemiş galiba” der. Adet görmüyorum dese olur. Bazılarında adet sıkıntılı oluyor. Tamam, hastalarla ilgili ayrı bir hüküm var. O ayrı bir şey. Adetli olduğu için değil de hasta olduğu için oruç tutmayabilir. O da saha sonra tutar. Hiç bir şüpheniz olmasın. Bu konuda ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler bizim internet sitesindeki yazıyı okuyabilirler.
VEDAT YILMAZ: Kahramanmaraş’ta sahurdan sonra sizin imsak vaktinizden 15 dakika önce siyah çizgi ile beyaz çizgiyi gördüm. Yanlış mı gördüm anlayamadım. Sizin vakitlerin hafif geç olma ihtimali var mı?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Çok güzel. İşte o anlayamadım meselesi var ya, tabi ki görecek. Görmemesi diye bir şey yok. Ufkun üzerine uzanan şekilde görmesi lazım. Çizgi halinde görmesi lazım. Onun gördüğü bir küme halindedir kızıl ışık ile beyaz ışık karışık. İşte insanlar hep şüphelendiği için fecri kazib denmiştir. Yani ufukta bir aydınlık olmazsa insanlar ona aldanmazsa yalancı fecr denmez ki. Ama o fecri kazibdir. Resulullah demiştir ki “yukarıya tırmanarak yükselen aydınlık sizi aldatmasın”. Kubbe gibi ufukta aydınlık olur. “Kızıllık ufuk boyunca uzanıncaya kadar yiyin demiştir”. O Resulullah’ın kızıllık dediği kurandaki fecr kelimesidir. Fecr kızıllık demektir. Hadiste de var. Animasyona da koymuşlar. Dolayısıyla bu arkadaşımız şuna baksın: ufkun üzerinde uzunlamasına net bir beyazlığın oluşması. Tabi ki o arada bir takım şüpheler ortaya çıkacak. O şüphelerden dolayı adına fecri kazib deniyor.
VEDAT YILMAZ: Yolcu ve hastaya ruhsat varsa, bugün bunlardan çok daha zor şartlarda oruç tutanlara böyle bir ruhsatın olduğu anlamı çıkmaz mı?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Çıkmaz. Çünkü Allah, yolcu ve hasta diyor başka bir şey demiyor. Çok daha zor şartlar onu bizim kendi hayalimizdir. İnsan kendisini zor şartlarda düşünürse evinde klimanın karşısında bile şey yapar. Hasta ve yolcu oruç tutamaz demiyor ki Allah. Tutmaları daha hayırlıdır diyor ama onlara sadece kolaylık sağlıyor. Onlara başka bir şey kıyaslanamaz. Kıyaslarlar. Mesela Diyanet’in yayınladığı bir Kuran Yolu diye tefsir var ki kurandan başka her şeyin yolu maalesef. Orada yazmışlar işte. Şunlar tutmayabilir, bunlar tutmayabilir. Allaaah, doldurmuşlar. Ne oluyor Allah aşkına ya.
VEDAT YILMAZ: Nuh’a neyi şeriat kıldıysak size de onu şeriat kıldık derken, Allah, orucun geceleri eşlere yaklaşılmaması nereden çıkmıştır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İşte o nesh olayı var ya. Geçe hafta onu anlatmıştık. Bir misliyle nesh var ki önceki olanların tamamı ki büyük çoğunluğu öyledir. Bir de hayırlısıyla nesh. İşte Bakara 187’de ne diyor; “uhille lekum: size mahsus olmak üzere helal kılındı” diyor. Bakara 183’de diyor ki; “sizden öncekilere nasıl farz kılındıysa”. İşte o, Nuh(as)’da beri olandır. 187’de de size has olmak üzere. Devamında”alimallahu ennekum kuntum tahtanune enfusekum fe tabe aleykum: Allah biliyor ki kendinize karşı ihanette bulundunuz” yani kötü işler yaptınız, Allah da affetti sizi diyor. Artık bundan sonra tan yeri ağarana kadar cinsel ilişkiyi de helal kıldı. Bize mahsus helal kıldığını özel olarak söylüyor orada.
VEDAT YILMAZ: Sivas’tan bir soru değil ama bir şey anlatmışlar. 17 Haziran akşamı ben, kız kardeşim Sivas müftüsünü ziyarete gittik. İmsak vakti ile ilgili konuşmak ve vakfın imsakiyesini vermek istedik. Beyefendi ile dışarıda karşılaştık. Daha konuşmadan “ben katı bir diyanetçiyim” diyerek bizden nasıl kaçtığını görmeliydiniz. Ardından iki cumadır katı tavrını sürdürüyor. En baştan uyarıldıkları o kadar belli ki bizim gibi üç garibanı bile dinleyemedi demiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Dünyanın bütün parlementoları karar alsa, insanlık ittifak etse, bundan sonra 2 kere 2 üç olacak. Olur mu? Güneş sıvanmaz balçıkla. Ne yaparlarsa yapsınlar doğru her yerde doğrudur. Bu saltanat elbetteki devam etmeyecek. Görüşürüz bakalım. Bu dünyada olmasa da ahirette elbetteki görüşeceğiz. Ama ben tevbe etmelerini çok bekliyorum.
KATILIMCI: Ben de Artvin’in bir ilçesinde ramazanda sabah namazına gittim. Cemaat olarak bir ben varım bir de hoca var. Hoca ezanı okudu, geldi hemen namazı kıldıracak. Dedim ki Hocam daha imsak olmadı. Olur mu dedi bak takvime. Dedim Diyanet öyle yazmış ama imsak atmadı. Hava da çok berrak, açık bir hava. Gel dedim bakalım. Çıktık. Dedim bir yerde bir aydınlık, bir ışık görüyor musun Hocam? Baktı baktı yoo dedi. Ne yapalım dedi o zaman. Dedim gel burada ikimiz biraz sohbet edelim bu konularda biraz zaman geçsin, aydınlık görelim. Sağolsun Hoca uydu.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İki kişi olduğunuz için uymuştur. Üçüncü kişi olsaydı biraz sıkıntı olurdu.
AYNI KATILIMCI: Şunu da hatırlatmak istiyorum. Gazali’nin adı geçti. Biliyoruz ki kurandaki ayetler bile tahrif edilmiş, değiştirilmiş. İnanıyorum ki ben kişisel olarak büyük insanların-ben onları büyük olarak görüyorum, kitaplarını okuduk-onların sözlerinin de değiştirildiğini veya onlarınmış gibi düşünülerek kitaplar yazıldığını düşünüyorum.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O dedikleriniz her zaman için söz konusudur. O zatların söylediği söz olmayabilir. Biz Gazali derken elimizdeki kitaplarda yazılan gazaliyi kastediyoruz. Şu şu tarihte yaşamış olan Gazali’nin ne olduğunu Allah’tan başka kimse bilmez. Onda şüphe yok. İhyai Ulumiddin Gazali’nindir deniyor. Peki, öyleyse öyle. Oraya bir sürü şeyler katılmış olabilir. Mesela İmam Rabbani’nin mektubatı. Mektuplar. Adam getirir bir mektup daha koyar, bu da Onun mektuplarındandır der koyar yani. Bakıyorsunuz ki İmam Rabbani’nin bir mektubunu okuyorsunuz hiç itiraz edilecek tarafı yok, gayet güzel. Başka okuyorsunuz, bırakın müslümanı da bunu söyleyecek müşrik çok az çıkar yani. 345.mektupmuydu neydi “bir kimse anasıyla zina etmedikçe, kardeşini öldürmedikçe, Allah’ı da inkar etmedikçe cennete giremezmiş. Hangi cennetse! Ondan sonra ilk mektup olacak. Birinci gibi aklımda. “Allah bana kadının cinsel organı şeklinde gözüktü” diyor. Bunlar uydurma elbette olabilir. Bir şey demiyorum. Mesela evlana ile ilgili acayip şeyler var. Kabul edilmesi imkansız şeyler var. Bu konuda uzman olan birisine sordum. Bana getirmişti Kültür Bakanlığı’nın bastırdığı Mevlana şeyini bana gerirmişti. Ben, İstanbul Müftüğü’ndeydim. Süleymaniye Kütüphanesi müdürü Muammer Bey vardı. Dedi ki ya Muammer Bey, bu şiirlerden kaç tanesi Mevlana’ya ait? Mesela önsöz Arapça. Mevlana’nın yazdığı farsça. Acaba bu önsöz sonradan yazılmış olabilir mi dedim. Çünkü önsöz tamamen insanı dinden çıkaracak sözlerle dolu. Dedi ki; 12 tane beyitin(şiir değil) Mevlana’ya ait olduğu kesin biliniyor, diğerleri değil dedi. Sizi tasdik olarak. Ama biz, Mevlana derken, işte falanca tarihte doğmuş ölmüş Mevlana’yı kastetmiyoruz. Tanımıyoruz. Mesnevi kitabının tanıttığı Mevlana’yı kastediyoruz. Gazali de öyle. Ebu Hanife: mesela Abdurrahman doktora yaptı da öğrendik o vesileyle. Hayatını verdiği bir konuda bugün Hanefi mezhebi kitapları, o konuda Ebu Hanife’yi savunucusu olarak gösteriyor. Asabe konusu. Adam hayatını verdi o konuda. Bunlar dediğiniz doğru. Fakat bugün insanlar İmam Gazali derken o kitapları yazan Gazali’yi kastediyor. İnsanlar Mevlana derken Mesneviyi yazan Mevlanayı kastediyor. Gerçek kişilerin ne yaptığını bizim bilmemiz mümkün değil.
KATILIMCI: Hocam üç şey sormak istiyorum ama daha doğrusu iki şey konusunda sorup, bir de soru sormak istiyorum da. En son söylemiş olduğunuz eşlerle ramazan geceleri birlikte olmam serbest, bize has yapıldı derken bütün insanlar için yani bu Hristiyan, Yahudi çünkü artık tek din olduğu için onlar için de geçerli olması gerekiyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah diyor ki; MAİDE, 68.. Ayet: “Kul ya ehlel kitabi lestüm alal şey’in hatta tükıymüt Tevrate vel incıle ve ma ünzile ileyküm mir rabbiküm: ey ehli kitap! Size indirilen Tevrat ve incili rabbinixin size indirdiği kuranı uygulamadıkça hiç bir temeliniz olmaz” diyor. Dolayısıyla kurandan onlar sorumlu. Elbetteki onlar da bugün oruç tutarken bu şekilde tutacaklar. Onda bir şüphe yok.
KATILIMCI: Bir de Hocam bir şeyde bahsetmiştiniz. Dünya olayları sınırsız, naslar sınırlı derken bu kişilere şunu da söyleyebilir miyiz? Yani mesela 0’dan 9’a kadar olan 10 rakamla dünyadaki herkes tam 7 milyar hatta böyle bir dünyadaki 10 tane dünyadaki herkes tek tek aranabilir değil mi Hocam? Yani çok basit. 10 tane rakamla 7 milyar insan aranabiliyor. Demek ki sınırsız diye böyle bir şey yok.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ayetler arasındaki kümeyi kuramazsanız yani siz tuzu, mayayı, suyu, unu birleştirip ekmek yapamıyorsanız artık edebiyat yaparsınız.
KATILIMCI: Ekmeğin içine tuz yerine uyuşturucu kattınız.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ekmek yapamaz. Aç kalmaya mahkum. Birisi verirse yersin.
KATILIMCI: Bir de Hocam hikmeti yanlış anlam verilmesi konusunda orada mesela okumuş olduklarınızla tamamen hep kuran ayetleri baz alınarak hikmete anlam verildiği için yanlış olabilir mi? Mesela inmiş ayetlerin yanında yaratılmış ayetleri de mesela ortaya koysalardı hikmete öyle bir anlam veremezlerdi. Az önce sizin söylemiş olduğunuz gibi unu, tuzu, mayayı bir araya getirip ekmeği hikmet olarak görebilirlerdi. Ama onlar sadece ayetleri baz aldıkları için o tür anlamlar veriyor olabilirler mi?
VEDAT YILMAZ: Taha 114: “Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. Sana Onun vahyi tamamlanmazdan önce kur’anı (okumakta) acele etme ve Rabbim benim ilmimi arttır de”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ne anladınız? Tamamlanmadan Kur’an’ı okuma. Ne zaman tamamlandı kuran vahyi? Resulullah’ın vefatından 3 ay önce. O zamana kadar kuran okumayacak değil mi? Halbuki orada diyor ki Allah; TAHA, 114..”ve la ta’cel bil kur’ani: o kuran/küme ile hüküm vermekte acele etme”. Ekmeği örnek verdik ya. Un var, su var ama tuz ve maya yok. Siz diyorsunuz ki ustanıza; hemen hamur yapma, su ile unu karıştırma bekle tuz ve maya gelsin”. Bu da öyle diyor “ve la ta’cel bil kur’an: o küme tamamlanmadan” diyor. “min kabli ey yukda: tamamlanmadan önce” diyor. “Vahyuhu: O kuranın vahyi”. O küme ile ilgili bütün ayetler inmeden hüküm verme. Onun için önce bir ayet okuyor, beklenti içerisinde. Yani mesela un var su var, hanım diyelim ki evde pide yapacak. Öyle düşünün. Fırınınız var. Akşam gelirsiniz eve: “seni bekliyorum sabahtan beri, hani tuz gerirecektin?”. İşte o beklenti olur. Çünkü zihninde tuz var. Müslümanların zihninde şunları açıklayacak ayet ne zaman gelecek. Gelince hemen meseleyi çözüyorlar.
VEDAT YILMAZ: İsra 106: “Biz onu kuran olarak insanlara dura dura okuyasın diye (ayet ayet, sure sure) ayırdık ve onu peyder pey indirdik”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Niçin ayırmışlar? Dura dura okuyasın. Ne manası var bunun? Halbuki burada ne diyor: “vf kur’anen faraknahu” bu ana küme. Karye, söyledim ya Türkiye karyedir. Karyeynin içinde sayısız karyeler vardır diye. Yani Türkiye bir yerleşim bölgesidir, onun içerisinde sayısız yerleşim bölgeleri vardır. Ailelere kadar, sivil toplum kuruluşlarına kadar indridiğiniz zaman. Bu da diyor biz onu kuranlar halinde ayırdık ki bir beklenti üzerine insanlara okuyasın. Hani siz önce “akşama kadar bekliyorum tuzu getiresin”. Tuzu getirdiği an ne yapacağını biliyor. Hemen katar onu mayayı bekliyorum der. Tuz var, maya var, un yok? Unu bekliyorum der. Dolayısıyla hangi ayetin önce hangi ayetin sonra indiği önemli değil. Öyle bölümlere ayırdık diyor. Kur’an Kur’an ayırdık yani Kur’anı kerimin içinde çok sayıda Kur’an olduğunu söylüyor ama burada İslam Ansiklopedisi’nde Kur’an’ı okuduk, Fatiha ile başlayıp Nas ile biten diye tanımladı.
KATILIMCI: Hocam herhalde o kitabın Kur’an olma özelliğinin olduğunu söyleyebilir miyiz? Mucize olma özelliğini yani.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tabi mucize. Dün akşam beni neden astronomlar iftara davet etme ihtiyacı duydular? Orada birisi de diyor ki bunu mutlaka diyor işte bazı konuları ilahiyatçılarla birlikte okumak lazım falan. Bazı konular değil tamamını. Çünkü dedim mesela yanımda Adnan Öktem Bey vardı. Ben kutuplara giderken Adnan Bey ile öyle millete gösteriş yapmak için değil Allah’ın emri. Çünkü O, bu konunun uzmanı. Mecburen bundan öğreneceğim. Allah’ın yarattığı ayetleri biliyor. İndirdiği ayetler ile yarattığı ayetleri birlikte okuyabilmek için yarattığı ayetleri iyi bilen adam lazım. Dolayısıyla dedim siz olacaksınız ki biz o ayetleri doğru anlayalım. Sizin de ufkunuz açılsın. Ve bilimi yeni bir yön veresiniz.
KATILIMCI: Kitap herhalde kuranın sıfatı oluyor. Kitabın sıfatı oluyor Kur’an anlayabildiğim kadarıyla. Peki öbür kitaplarda, İncil ve Tevrat’ın da böyle bir özelliği var mı acaba?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onlara da mikra deniyor. Geçende Vedat söyledi ya. Aynı kökten: mikra. Onlarda da mutlaka aynı özelliklerin olması lazım. Daha Kur’an’da var mı bilinmiyor ki. Şu anda 3-5 kişiyiz şu anda yani. Büyük bir araştırma merkezi haline geleceğiz ki bütün bunlarla ilgili ekipler kuralım bir sonuca varalım.
KATILIMCI: Hocam, Allah kuranda hastaya ve yolcuya sadece imkan veriyor. Bu hasta ve yolculuk hali, oruca başladıktan sonra olursa, sahuru yedikten sonra olursa..
ABDULAZİZ BAYINDIR: O fark etmez. İster başladıktan sonra. Oruca başladın, hastalandın: bozabilirsin tabi. Yolculuğa çıktın: bozabilirsin.
VEDAT; İnternetten yine bir kaç soru var. 45.enlemin üzerinde güneşin kriter olmadığına dair kuran deliliniz nedir diye sormuşlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bizim internetteki yazımızda bu ayrıntılı olarak var. Orada görürler. Ama ben size şey yapayım hemen. İsra suresinin 12.ayeti. Orada Allah diyor ki; ”Ve cealnel leyle ven nehara ayeteyni fe mehavna ayetel leyli: gece ile gündüzü iki gösterge yaptık” tamam, gece gündüzün kendisi gösterge. Bir de gecenin ve gündüzün göstergeleri var. Gecenin göstergesini kaldırdık arkasından diyor. “Ve cealna ayeten nehari mübsıratel: gündüzün göstergesini mubsıra kıldık”yani çevresini gösterecek şekilde kıldık. Yani gündüzün göstergesi mubsıra: gösterme. Gecenin göstergesi yok. Yok deyince gece karanlık olur da olmaz da demektir. Onda sonra Naziat suresinde de “ve ağteşe leyleha: gecesini belirsizleştirdi”(NAZİAT 29) diyor. Ayrıntılar bizim sitede var. Arzu eden okuyabilir. Kuran Ve Sünnette Namaz Vakitleri diye.
VEDAT YILMAZ: Avustralya’dan Mustafa Bey yazmış. Mustafa Köken. Buradaki hocaları ve cemaati namaz vakti yani sabah namazı ve yatsı namazının kurana göre vakitlerin nasıl olduğunu, bu konuda hocalarımızı nasıl uyarabiliriz diye sormuş. Nasıl uyandırmalıyız ve nasıl eğitmeliyiz? Bir fikriniz var mı?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mustafa Bey daha yeni yayınladık. Fatih Orum, yatsı namazının son vakti ile ilgili bir yazı yazdı. İki gün önce konmuş. Onu oradan indirin, orada bütün deliller var. Zaten daha ayrıntılısını inşallah ileride yayınlayacağız. O çalışma daha bitmemişti. Ama orada ihtiyaç duyduğunuz her şey var. Onun dışındaki konularda yine sitede yayınlanan namaz vakitleri yazımızda var. Artık onları göstereceksiniz. Bir insan kabul etmezse Allah ne diyor ayette? ENAM, 111.. Ayet: “Ve lev ennena nezzelna ileyhimül melaikete: onlara melekleri indirsek”, “ve kelemmehümül mevta: ölüleri kaldırsak konuşsa” onların mesela büyük ulema dedikleri kalksa dese ki; “uyun”,”ve haşerna aleyhim külle şey’in kubülem: her şeyi önlerine döksek”,”ma kanu li yü’minu: inanacak değilller”,“illa ey yeşaellahü: Allah illa da yapacaksınız demediken sonra”. Böyle yani.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Eski bir Diyanet görevlisi mail atmış. Üç yıl kadar önce imsak yanlıştır, Diyanet bunu düzeltmelidir dediğim için fahri Sincan müftüsü tarafından görevimden atıldım. Eğer ben Allah’ın ayetini örtseydim şu an büyük ihtimalle kadroya geçerdim. Asla pişman değilim. Bugün hala aynı sözümü duyurmaya devam ediyorum. Bu konuda çalışmalarınızla bizim de hakikati görmemize vesile oldunuz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah razı olsun çok güzel. Bu önemli. Diyanetteyken her zaman söylerdim. Doğru bildiğimi söylerdim. Hiç Diyanet ne diyor, falan ne diyor diye bakmazdım. Ama doğru olduğunu öğreninceye kadar bazen yıllarca araştırırdım. İyice tam kesin kanaate vardıktan sonra söylerdim. Bir gün Mehmet Nuri Yılmaz bana dedi ki; “ya herkes geliyor bir şey istiyor, sen gelip bir şey istemiyorsun. Niye böyle ya”. Bak dedim sen boşver onu da Diyanet’e girdiğim günden bugüne kadar benim herhangi bir talepte bulunduğumu sen tespit edemezsin oralarda. Çünkü ben onlardan beklenti içerisinde olsam onlara boyun eğmem lazım. Ama anlatmıştım. Allah hayırlı uzun ömürler versin Selahattin Kaya, çok değerli bir insandır, değerli bir hocadır. İstanbul müftüsü izine ayrılmış, Allah rahmet eylesin Salih Güneş arkadaşımız müftü yardımcısı vekil olmuş. Beni odasına çağırdı gittim. Bir baş müfettiş gelmiş. Arkadaşın adını söylemeyeyim, rahatsız olur çünkü. O hatasını anladı, pişman oldu. Sen dedi fetva veriyorsun. Evet veriyorum dedim. Peki din işleri yüksek kurulunun fetvalarına bakıyor musun? Bakmıyorum dedim. Niye bakmıyorsun dedi. İhtiyaç duymuyorum dedim. Peki onlara aykırı fetvaların var? Tabi var dedim. Sen daha alim misin dedi. Elbetteki daha alimim dedim, şüphe mi var bu konuda? Bu ne biçim laf dedi. Sana ne dedim. Hangi yetkiyle gelmiş beni sorguluyorsun dedim. Sen ancak idari konularda sorgulayabilirsin, ilmi konularda değil dedim. Hiç bir sorunuza cevap vermiyorum dedim çıktım gittim. Herhangi bir beklenti içinde olsaydık bunu yapabilir miydik? Ama biz sadece Allah’tan bekledik. C. Hakk her şey verdi bize. Ben şahsen gerçekten hiç şu noktalara geleceğimizi hayal etmem imkan ve ihtimal dışıydı.
KATILILCI: Kurana karşı özelde imsak meselesiyle ilgili Allah’ın belirttiği bir hüküm varken bunu bile bile kuranın hükmüne rağmen mesela Diyanet’in bir hükmünü kabul etmek. Burada gizli bir mutlak otorite koşmuş oluyor mu? Ve bununla beraber gizli bir şirk var mıdır?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bakara 159 ne dedi? Allah’ın ayetini gizleyenler Allah tarafında lanetlenir dedi. O gizlemeyi Allah küfür diyor. Bizim deme yetkimiz yok ki.
KATILIMCI: İsmi geçtiği için sormak istiyorum. Mevlana ismi. Mevla ismi esmai hüsnadandır. Dolayısıyla mahiyeti itibarıyla da Allah’a atfedilen bir isim. Mevla gibi Bedie gibi isimlerin Allah’ın dışında başka birisine verilmesi de sıkıntı arz etmez mi?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mevla dost demek. En yakın demektir. Onda bir şey yok. Allah bizim velimizdir o manada. Yani bize en yakın olan Odur. Ondan sonra yakın olanlar da vardır. Müslümanlar da birbirinin velisidir. Bizim Türkiye’de mevlana kelimesi bu dediğin anlamda kullanılıyor ama Türkiye’nin dışına çık hiç kimsenin aklına o gelmez. Arapçasında da o gelmez. O kelime fazla önemli değil yani. Ama insanların o kelimeye verdiği anlam mesela işte falanca kişi için deniyor ki şu kiş Allah’ın veli kulu diyor. Yani Allah’ın dostu. Ben de onlara diyorum ki sen düşmanı mısın? Allah’ın dostu olmadığını söyleye bir tek adam yoktur yeryüzünde. Ebu Cehil’e de sorsan O da kendi kafasına göre Allah’ı dostudur. Kendi kurgusuna göre. Ama Allah öyle kabul ediyor mu mesele o. Mevlana kelimesi fazla önemli değil. Allah kelimesi, ilah kelimesi öyle. Yaratma kelimesi farklı.