ABDULAZİZ BAYINDIR: Yeni bir ramazan daha yaşıyoruz. Biliyorsunuz yılın en uzun günlerine tesadüf eden oruç günlerimiz var. Dolayısıyla ramazan gelecek sene de öyle olacak. Bir iki sene öyle devam edecek. Diğer ramazanlardan büyük farkı var. Dünyanın bazı bölgelerinde hiç güneş batmıyor. Güney yarım kürede kış, oralarda fazla problem yok ama insanlık asıl kuzey yarım kürede yaşıyor. İşte bu namaz vakitleri konusunda biliyorsunuz burada çok çalışmalar yaptık. Bugün ona temas etmeyeceğiz ama ramazan konusu son derece önemli. Ramazan ayı içerisinde Kur’an’ın ve Furkan’ın indirildiği ay. Bugün o konuda biraz bir şeyler söylemeye çalışacağız. Allah, biliyorsunuz Bakara 183.ayette diyor ki; “kutibe aleykumus sıyam: o oruç size farz kılındı”. “Es sıyam” elif-lamlı. “O oruç”. Oruç deyince o insanların bildiği bir şey olması lazım. Demek ki oruç diye bir şey var. Biz gayet iyi biliyoruz ki Mekke, İbrahim(as)’ın soyundan gelen ve Onun dinine mensup olmakla övünen insanlardan oluluyordu. Medine’de de Yahudiler vardı. Diyor ki; BAKARA, 183.. Ayet: “kütibe aleykümüs sıyamü kema kütibe alellezıne min kabliküm: sizden öncekilere nasıl farz kılındıysa o oruç size de farz kılınmıştır”. Dünyanın kurulduğu günden itibaren 4 haram ayı var. O günde itibaren Kabe var. Mekke ana kent. Bütün dinlerde hac ibadeti var. Yani bütün nebiler ümmetlerine hac ibadetini tebliğ etmiş. Dolayısıyla o haram ayların ortasında yapılıyor hac. İnsanların güven içerisinde gelebildikleri bir yer. Yahudisi de Hristiyanı da zaten. İbrahim(as)’ın dinine mensup olduğuna inanan Mekkeliler, diğer ülkelerden gelen insanlar orada toplaşıyorlar. Dolayısıyla dünyanın çeşitli insan guruplarını tanıma açısından Mekkeliler kadar şanslı ikinci bir insan gurubu yok. Hac suresini hatırlarsınız. Nuh(as)’dan sonra Kabe de yıkılmıştı o tufanda. Hac ibadetinin yerleri kaybolmuştu. İbrahim(as) geldi Kabeyi temelleri üzerine inşa etti. “İz yerfeu ibrahimul kavaide minel beyti ve ismail”(BAKARA 127). İbrahim(as), oğlu İsmail ile birlikte o beytin temellerini yükseltti. O temel olmasaydı temel attı ve binayı yaptı derdik değil mi? Ama temellerini yükseltti var olan beytin. O beytin diyor. Demek ki o beyt biliniyor gene o toplulukta yani. O beyt biliniyor ama nerede olduğu bilinmiyor. Allah temellerini gösteriyor ve orayı yükseltiyor. O temelleri yükselttikten sonra da İbrahim(as) C. Hakka diyor ki; “ve erina menasikena: bize mensikimizi göster” diyor. Hac ibadetini yaptığımız yerleri bize göster. Çünkü beyt yükselince beyt gözüktü artık. Herkes beyti gördü beytin yeri belli. Menasik de o hac ibadetinin yapıldı yerler, orayı da göster diyor. Bize bir ibadeto oluştur demiyor. Zaten bu ibadet var ama yapma imkanı ortadan kalkmıştı Kabe olmadığı için. Bize menasikimizi göster diyor ve orayı gösteriyor. Gösterdiği zaman İbrahim(as) tabi kendi yanında olanlarla ilk haccı yapmış oluyor. Arafattır, Minadır, Müzdelifedir oralarda her birisinde ibadet için işte Arafat’ta duruyor, Müzdelife’de duruyor, Mina’da şeytan taşlama olayları var. Kabe, Safa-Merve bütün bu hac ibadetlerinin yapıldığı yerleri gösteriyor. Burada küçük parantez: yok efendim Safa ile Merve arasında Hacer validemiz koşmuş da ondan dolayı ibadet olmuş da böyle bir saçmalık olmaz tabi. Her şeyi yazabilirler tarihe de. Çünkü hac menasikinden çok önemli bir şeydir, Allah onu İbrahim(as)’a gösteriyor ve bize de diyor ki; İbrahim’in makamını yani ibadet için durduğu yerleri siz de ibadet yeri yapın” dedikten sonra İbrahim(as)’a şu emri veriyor: “ve ezzin finnasi bil hac: insanlar arasında haccı ilan et” (HAC 27) diyor. “ye’tuke ricalev ve ala külli damir: sana yürüyerek gelirler ve her türlü binek üzerinde de gelirler”,”ye’tıne min külli feccin amıyk: her derin vadilerden gelirler”. Nereye? Mekke’ye geliyor. İbrahim(as); “beyler hac yapın” demiyor. “Artık hac yapılacak imkan ortaya çıktı” diyor. Ne oldu? Kabe yapıldı, hac menasiki belli, iş tamam. Sen bunuk tamam olduğunu söyle. Tıpkı işte Süleymaniye Camisini herkes biliyor, tamirdeydi. Bir haberlerde geçsin ki Süleymaniye Camisi ibadete açılmıştır. Orada hangi ibadet yapılacağını, camiye niçin girileceğini insanlar zaten biliyor. Gelir yaparlar. İbrahim(as)’a da diyor ki; “ilan et gelirler”. Ve her taraftan. 360 derecelik çevreden gelirler. Dünyanın ana kenti olduğu için dünyanın her yerinden gelirler demektir. Uzaktan da yakından da gelirler. Şimdi bu neyi gösteriyor? Mekke’de bulunan insanlar daha önceki enbiyaya mensup olan bütün kişileri tanıma fırsatı olduğunu gösteriyor. Bunlardan işte Mecusiler var. Büyük bir ihtimalle Brahmanları da tanıyorlardır. Budistleri de tanıyorlardır. Yahudiler, Hristiyanlar falan. Kendileri de zaten İbrahim(as)’ın soyundan. Dolayısıyla böyle bir yerde oruç tutulmaması diye bir şey söz konusu olamaz. Bu insanlarda bu kültür var. Kendilerinde bu kültür olan kişiye C. Hakk emrediyor; “kutibe aleykumus sıyam: o oruç size de farz kılındı”. Önceki toplumlara farz ama acaba bize de farz mı değil mi? Peki nasıl tutacağız ya rabbi? BAKARA, 183.. “kema kütibe alellezıne min kabliküm: sizden öncekilere nası ise”. Hangi zamanda hangi şekilde tutuyorlarda siz de aynen o şekilde tutacaksınız. Şu ayda falan demiyor ilk ayet yani. “Leallekum tettekun: belki korunursunuz”. Sonra da biraz daha açıklama getiriyor. O arada çünkü bazı toplumlarda belki farklı görüşler ortaya çıkmış olabilir yılların geçmesiyle. BAKARA, 184.. Ayet: “Eyyamem ma’dudat: sayılı günler”. Ondan sonraki ayettede diyor; “şehru ramadan: ramazan ayı” diyor. Ama ne diyor orada? “Ellezi unzile fihil kur’an: içinde kuranın indirildiği ay”. “Huden lin nasi ve beyyinatin minel huda: insanlara doğruyu gösteren ve ana syetleri açıklayan ayetlerin bulunduğu kuran”. Orada bir de “vel furkani” diye kıraat var. Ben şahsen öyle bir kraat görmememe rağmen “vel furkanu” olması gerektiğini düşünüyorum. Neden öyle düşündüğümü inşallah daha sonra anlatırım ama öyle anlaşılıyor ki diğer ayetleri de ortaya koyduğumuz zaman göreceksiniz tevrat da kadir gecesinde inmiş olması gerekir, incil de o gece inmesi gerekir, ne kadar ilahi kitap varda hepsinin o gecede inmiş olması gerekir. Yani oradakği ‘el furkan’ onu gösteriyor olmalıdır. Onu inşallah dersin ilerleyen kısmında anlatmaya çalışacağım ama ömne sözü Fatih’e verelim ve Vedat ile birlikte bir şeyler anlatacaklar galiba. Vedat mı anlatacak?
VEDAT YILMAZ: Kuran o ayda inmiştir konusuyla alakalı bir şeyler söyleyeyim öncelikle. Tevratta bir bölümde Allah Yeremya’ya kitabı veriyor. Yeremya kitabı yazdırıyor. Kitabı yazdırıktan sonra yazdırdığı kişi onu halka okuyor. Şimdi o bölümü okuyayım size. “Yeremya’nın oğlu Baruk Rabbin evinde kitaptan Rabbin sözlerini okuyarak peygamber Yeremya’nın kendisine emrettiği her şeyi yaptı. Ve vaaki oldu ki Yahudi kralı Yoşia’nın oğlu Yahokim’in beşinci yılında 9.ayda Yaruşalim’de bütün kavim ve bütün yahuda şehirlerinden Yaruşalim’e gelen bütün kavim Rabbin önünde oruç ilan ettiler”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: 9.ay ramazan ayıdır.
VEDAT YILMAZ: Yani burada kitabın indirilmesi ile oruç ilan edildiğini söylüyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ramazan 9, Şaban 10, Zilkade 11, Zilhice 12. Ondan sonra ne oluyor? Yıl bitiyor Muharrem başlıyor. Gördünüz mü bakın. Tevratta işte. Burayı iyi tespit etmişsin. Se orayı bir daha okur musun bu bilgiyi verdikten sonra. Kameri takvim esastır Yahudilikte de tüm şeylerde de. Zaten Allah Tevbe suresi 36.ayette dünyayı yarattığı günden itibaren bu takvimin geçerli olduğunu ifade ediyor. Kameri takvimin 9.ayı da ramazan ayıdır. Bugün Yahudiler miladi takvime uyduruyorlar bunu. Nesih olayını her sene yapıyorlar. Herhangi bir Yahudi sitesine girerseniz görürsünüz.
VEDAT YILMAZ: Güneş Ay takvimi diyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O isimden haberim yoktu. Asıl sorumlu oldukları kameri takvimdir ve 9. Ay ramazan ayı. Bir daha oku onu.
VEDAT YILMAZ: “Yeremya’nın oğlu Baruk Rabbin evinde kitaptan Rabbin sözlerini okuyarak peygamber Yeremya’nın kendisine emrettiği her şeyi yaptı. Ve vaaki oldu ki Yahudi kralı Yoşia’nın oğlu Yahokim’in beşinci yılında 9.ayda Yaruşalim’de bütün kavim ve bütün Yahuda şehirlerinden Yaruşalim’e gelen bütün kavim Rabbin önünde oruç ilan ettiler”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: BAKARA, 185.. Ayet: “Şehru ramedanellezı ünzile fıhil kur’anü” işte bak tevratın içerisinden de onu gördük.
VEDAT YILMAZ: Yahudi geleneğinde oruçlar genelde ikiye ayrılıyor. Oruç kelimesi İbranice’de Arapça’da olduğu gibi ‘savm’ kelimesiyle ifade ediliyor. İkiye ayrılıyor oruçlar. Büyük oruç, küçük oruç diyorlar. Bu Yahudi ibadetini anlatan bir kitaptan okuyayım isterseniz. “Küçük oruç günleri gündüz vakitleriyle sınırlıdır. Büyük oruçlar tan 24 saattir. Oruçlar ya bir gün veya bazen 3 veya 7 gün tutulur. Bazen devamındaki günlerin tutulduğu da olur. Bu mesela 10 tevbe günü denilen bir gün vardır. O 10 gün boyunca oruç tutarlar. Özel durumlarda, şabat ve bayramlarda da tutulmuş fakat bu günlerde oruç tutmak kesinlikle yasaklanmıştır. Yani özel günlerde, bayramlarda oruç tutmak yasaktır. Bazı otoriteler şabat ve bayram, yoşhades arefesinde de oruç tutmayı yasaklamıştır. Çünkü Yahudi tarihinde sevinçli olayları bozmamak usüldendir. Küçük oruç günlerinde sadece yiyecek ve içecek yasaktır. Büyük günlerde ise bunlara ilaveten yıkanmak, yağlanmak, ayakkabı giymek ve cinsel ilişki de yasaklanmıştır. Sonraki Yahudiler arasında oruç bir zahitlik uygulamasından ziyade değerli kabul edilirken fertler bazen züht hayatında mümkün olan en az yiyeceği yiyerek sürdürmüşlerdir” diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ramazan kelimesinden bahsediliyor mu Yahudi tarihinde? Bahsetmiyor. Dikkatinizi çektiyse Kur’an’sız dinler tarihi yapmak da mümkün değildir. Kim yazmış onu? Adem Özen. Mevcut bilgi bu. Kuran olmadan dinler tarihi yapılamaz. Çünkü bugün Yahudi ve Hristiyanların ve diğer din mensuplarının en büyük sıkıntısı kurandır. Çünkü hepsi yeni bir nebi bekliyorlar. Son nebiyi bekliyorlar. Bir gurubu ona Mesih diyor. Bir gurubu ona Mehdi diyor. Mehdi demek doğruyu gösteren kişi demektir. O mehdi de gelmiştir. Kuranda yazıyor. Hangi ayetti o? Tevbe suresinin 33.ayeti de öyle. Bir tane daha olması lazım öyle. FETİH, 28.. Ayet: “Hüvellezı ersele rasulehu bil hüda: elçisini bir hüdacile gönderen”. Ne o hüda? Mehdilik. Hidayet anlamına da gelir. Hidayetle gelen kişi manasına da gelir. “Ve dınil hakkı:hak din ile gönderen O’dur”. Niye? “li yuzhirahu: o hak dini hakim kılsın”, “aled dıni küllih: mevcut dinlerin tamamı üzerine hakim kılsın diye”. Yada ne kadar inanç varsa hepsinin üzerine hakimiyet kursun. Hepsinin üzerine dediğiniz zaman İbrahim(as)’ın olayını hatırlayın: dünyanın her tarafından insanların gelişini. O zaman bu din dünyanın neresine hakim olacak? Her yerine, değil mi? Armegedon mu diyorlar şeyler? O konuda bir yazın vardı.
VEDAT YILMAZ: İsa(as)’ın tekrar yeryüzüne inip Davut’un tahtına oturup İsrail…
ABDULAZİZ BAYINDIR: İsrailliler Ona İsa demiyorlar. Mesih gelecek diyorlar.
VEDAT YILMAZ: Armegedon inancı Hristiyanlarda var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ama ikisi aynı noktada birleşiyor.
VEDAT YILMAZ: Yahudilikten almış Hristiyanlar da.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yahudiler İsa(as)’a inanmadılar. Halbuki kendi kitaplarında Mesih’e inanma mecburiyeti var. Onun için Mesih’in geldiğine dair ayette var. ALİ İMRAN, 45.. Ayet: “ya meryemü innellahe yübeşşiruki bi kelimetim minhüm ismühül mesıhu ıysebnü meryeme” önce Mesih’i söylüyor. Adı Mesih. O Mesih. Yani Yahudilerin beklediği Mesih. Ama Yahudiler Ona inanmadıkları için hala Mesih bekliyorlar. Hristiyanlar da Muhammed(as)’a inanmamak için Mesih İsa ikisini birleştirerek bekliyorlar. Bizimkiler de onu bekliyor. Onun dışına çıkarsanız Zerdüştü, brahmanı, Budisti hepsi de Mehdi bekliyorlar. Aslında hepsinin beklediği aynı kişidir: Muhammed(sav)’dir. Buraya nerden geldik: dinler tarihi Kur’an’sız olmaz noktasından geldik. Şimdi bunlar kendi toplumlarını müslümanlığa karşı koruyabilmek için bu Mehdi inancını mesela İranlılar’da bu çok vardır. Mehdi inancını sulandırmak, İsa Mesih diye yeni bir inanç ortaya çıkarmak yada başka şeyler: onunla meseleyi bozmaya çalışıyorlar. Allah da bu konuda bizi uyarıyor. Diyor ki MAİDE, 15.. Ayet: “Ya ehlel kitabi kad caeküm rasulüna: size elçimiz geldi” beklediğiniz var ya, işte geldi. Size geldi diyor. Ehli kitap dediğimiz zaman da hepsi. Dünyada ne kadar varsa hepsi giriyor. “Yübeyyinü leküm: sizin için ortaya koyuyor”. Neyi? “kesıram mimma küntüm tuhfune minel kitabi: o elinizdeki kitaptan gizlediğiniz çok şeyi sizin için ortaya koyuyor”. Şimdi bakın bu kitapta 9.ayda oruç olmasına rağmen, demek ki öyle başarabilmişler ki, o kitapta yazılı olmasına rağmen Yahudilerde ibadeti anlatan kişiler ramazan orucundan bahsedemiyor. Bugün arayın hiç bir Yahudi kaynağında bulamazsınız. Çünkü onun üzerini kapatmışlar. Ama kendileri tutar mı? Tutar. Hıristiyanlar da ramazanda orucu tutarlar. Gerçi onlar paskalya ile 40-50 güne kadar çıkarmışlardır. Onlarda da gene böyle bir takım oyunlarla bu iş değiştirilmiş. Dünyanın neresine giderseniz gidin, kuranın aydınlığını tuttuğunuz zaman içerisinden bunları bulursunuz. Bilmiyorum sizden kim vardı: olsa olsa Yahya vardır, başka kimse olmaz ama Mustafa Bey mutlaka vardır o ekibin içerisinde. Almanya’dan bir papaz ekibi gelmişti hatırlatsın. Ramazanda gelmişlerdi gitmiştik Daruz Ziyafe’de iftar yapmıştık hep beraber. Tabi onlar oruçlu olduğu için değil, biz oruçluyduk, onları da iftara davet etmiştik. İftardan sonra buraya geldik. 30 kadar vardı değil mi? Bayağı kalabalık bir papaz ekibiydi. Öğrenciler de vardı orada. Buraya geldik. Buraya geldikten sonra ekip başı da Tübingen Üniversitesi, Katolik Fakültesi dekanıydı. Onunla yan yana oturduk, diğerleri dinleyici gurubuna oturdular. Burada sohbet yaparken Ona dedim ki; ramazanda biz oruç tuttuk, orucu bozduk. Sizde de var dedim. Bize bir anlat bakalım dedim. Sen çok ağır sorular soruyorsun dedi. Çünkü bizde yok diyemedi. Sen çok ağır sorular soruyorsun dedi. Bakın kuran şeyiyle gittiğin zaman Vedat hemen çıkardı. 9.ayda. Ama ramazan demediler. Hiç olmazsa o kadar bir kalıntıyı bulduk.
VEDAT YILMAZ: Süryaniler ile diğer mezhepler arasında orucun tutulma zamanı ile ilgili bir fark var. Süryaniler 50 gün tutuyorlar. Süryanilerin kendi kaynağından bir kısaca okuyayım. “Paskalya bayramı, İsa Mesih’in dirilişi ile Hristiyanlık dünyasında her sene ilkbahar aylarında kutlanır. Bu bayram öncesi Süryaniler kilise kuralları içerisinde belirlenen sürelerde oruçlarını tutarlar. Bu süre 50 gündür. Bu süre içinde Süryaniler hiçbir hayvansal gıda kullanmazlar, sabahtan akşama kadar hiç bir şey yemezler”. Genel çerçevesi bu Süryanilerin.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ama karı-koca ilişkisi de olmaması lazım.
VEDAT YILMAZ: Kendi yazdıkları bu sitede bundan bahsetmemişler. Diğer mezheplerde tek fark: 40 gün tutuyorlar. 50 gün tutmuyorlar. Onun dışında çarşamba, cuma ve cumartesi günleri de her ay oruç tutuyorlar diğer mezhepler. Bunun sebebi: çarşamba günü İsa(as)’ın işkence çekmesi, cuma günü çarmıha gerilmesi, cumartesi günü de dirilmesi diyorlar sebep olarak.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani Allah’ın emrine değil de İsa(as)’a bağlıyorlar. Bizimkiler de daha sonra işte şu gece Resulullah anasının rahmine düşmüştür onu bir kutlayalım, şu gece doğmuştur, şu gece falan.. Dikkat ederseniz saptırma aynı mantıkla yapılıyor. Allah’tan alınıp resule getiriliyor ve orada yeni bir tanrı oluşturulmaya çalışılıyor.
VEDAT YILMAZ: Brahmanlarda da oruç var. Yeme içme şeklinde tutuluyor oruç. Her ay 5 gün olarak tutuyorlar. Bu oruç tuttukları günlerde de tıpkı Yahudilerde olduğu gibi dünyevi işlerle hiç bir şekilde ilgilenmiyorlar. Pirinç ile ilgili şeyler yemiyorlar. Sadece meyve ve sebze tarzı şeyler yiyorlar brahmanlar da. Gündüz zaten hiç bir şey yemiyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Karı koca ilişkisi de yoktur mutlaka.
VEDAT YILMAZ: Ondan bahsetmemişler.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kuran ışığıyla baktığın zaman Allah diyor; “size elçimiz geldi”. “yubeyyinu lekum: sizin için açıklıyor”. Resulullah’a inananların buna bir ihtiyacı yok. Onlar için açıklayacak ki onların da inanma mecburiyetlerini kendileri kavramış olsunlar. “Yubeyyinu lekum kesiran mim ma kuntum tuhfune minel kitab: o sizin elinizdeki kitaptan gizlediğiniz şeyin çoğunu size açıklasın diye”. Gizleyenler tabi kızarırlar, öbürleri de “Allah Allah! Bu var mıydı bizim kitabımızda” diye merak eder bakarlar. Ondan sonra “ve ya’fu an kesır: bir çok şeyi de affediyor”, kaldırıyor. Mesela burada da bir affetme olayı var. Önce “size de öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı” deniyor, 187.ayette de öncekilere haram olan ramazan geceleri karı koca ilişkisini C.Hakk helal kılıyor ve oruç tutma süresini de azaltıyor. Onun da affetmiş oluyor bazı kısımlarını.
Tekrar şeye dönelim. Kendinizi o günün Mekke’sinde yaşamış insanlar olarak kabul edin. O günün Medinesi de tabi ki o kültürden etkilenmeme imkanına sahip değil. Mekke’de panayırlar olduğu için elbette ki herkes o panayırlara ticarete gidiyordu. O panayırlar da o hac aylarında oluşuyor. Zilkade, zilhicce, muharrem. Zilhicce: bakın adını içinde haccı barındıran ay demek. Adı bile o şekilde.
ABDURRAHMAN YAZICI: Ramazan kelimesinin anlamı: ‘susuz kaldı’. ‘Ramada’ kelimesinden geliyor. Lisanul Arab’daki ‘ramada’ kelimesini açıklarken, yani bu ayda oruç tutulduğu anlaşılıyor zaten cahiliye döneminde. Yani en azından hanif müslümanların. Oruç ayı olduğu anlaşılıyor zaten kelimenin anlamından.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Cahiliye döneminde oruç tutulmaması mümkün değil. Onlar zaten dindarlıklarıyla övünüyorlardı. Saffet suresinde kendilerini meth ettikleri ayetler var. Kendilerinin ne kadar dindar olduklarını anlatıyorlar.
ABDURRAHMAN YAZICI: İbni Manzur, Lisanul Arab’da “şehru ramadan ma huzu min ramide saim yermudu iza harra ceffıhu min şiddetil ateş: ramazan ayı, oruçlunun susuz kaldığı ifadesinden alınmıştır. Susuzluğun şiddetinden dolayı içi yanar”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İçi iyice hararetlenmiş oluyor ramazanda. İşte ramazan kelimesi oradan alınmış oluyor. O bölgeyi düşünün: su, ekmekten daha önemlidir. O yanmaktan kaynaklanarak ramazan adı şey yapılmış. Mesela SAFFAT, 164.. Ayet: “Ve ma minna illa lehü mekamüm ma’lum” diyor. Yani her birimizin makamı var. Bizim ahiretteki yerlerimiz belli. Bu sabah Ömer dizisinde gördüm de yani “bizim kabirlerimizle öbürlerinin kabirlerini yanyana koyma”. Öbrü de diyor ki; “herkes toprak olmayacak mı?”. “Olacak ama bizim makamımız belli. Onların makamları ayrı. Evet, toprak olacağız ama yerimiz farklı ahiretteki”. Onun için SAFFAT, 164.. Ayet: “Ve ma minna illa lehü mekamüm ma’lum” her birimizin bilinen makamı var! Anlatmaya lüzum yok, bilmiyor musunuz diyorlar yani. SAFFAT, 165.. Ayet: “Ve inna le nahnüs saffun: biz hep aynı safta olan kişileriz”. SAFFAT, 166.. Ayet: “Ve inna le nahnül müsebbihün: asıl ibadet eden kişiler bizleriz”. Kulluksa kulluk!
FATİH ORUM: Siyer kitabında rastlamıştım da, Resulullah’a ilk vahiy geldiğinde mağarada ne yapıyordu konusunu tartışmaya açıyor. Ramazandı ve ramazanın son 10 günüydü. Tıpkı diğer Mekkeliler’in yaptığı gibi Muhammed de ramazanın son 10 günü Mekke’nin etrafında itikafa çekilmişti diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Buyrun bakın. İtikar da var. Ramazanın son 10 günü çok önemli günler. “Ve leyalin aşrin” Fecr suresinde de var. “Son 10 gece”. 10 gece, çok önemli geceler. Araştıralım mutlaka diğer din mensupları da o gecelerde itikaf mutlaka vardır. Ama demin de dediğim gibi önce kuran fenerini yakacaksınız ki göresiniz. Yoksa göremezsiniz orada ne olduğunu.
KATILIMCI: 33:36 duyulmuyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Vel akifine”. Dediğin doğru. Kabeyi yaptığı zaman “lil kaimine vel akifine ver rukkais sucud”(BAKARA 125). Orada itikafta bulunanlar. İbrahim(as) da söylüyor. Mescidde itikaf. Demek ki Mekkeliler de ramazanın son 10 gününde itikafa giriyorlardı. “Zaten asıl ibadeti biz yaparız”, ibadetle övünüyorlar ayette belirtiliyor. Böyle bir toplumun o orucu bilmemesi mümkün değil. Herkes biliyor. O toplumda ne diyor Allah; “kutibe aleykumus siyam: size o oruç farz kılındı”. O oruç. Tamam anladık: o oruç ramazan orucu. Biliyoruz da. Peki nasıl tutacağız? “Kema kutibe alellezine min kablikum: sizden öncekilere nasıl farz kılındıysa size de öyle farz kılındı”. E peki onların bilgilerine ne ölçüde güveneceğiz diye soru gelir değil mi? Sonra gelecek devamı. “Leallekum tettekun: belki kendinizi korursunuz”. Çünkü Allah için bir insan yeme, içme ve cinsel ilişkiyi terk ederse yani insanın hayatında en temel arzularıdır yeme, içme ve cinsel ilişki. Bu üç şeyi Allah için terk ediyorsun. Yani şöyle düşünün: hayvanlar içerisinde en değerli, en akıllı, en bilmem ne, en, en, en diye seçtiğiniz birisinin önüne koyun yiyeceğini, mesela atı kuran över. Atın önüne arpayı koyun, yanına da suyu koyun deyin ki; sayın at, bu arpadan 1 saatliğine yeme bu sudan da 1 saatliğine içme seni ömür boyu arpayla suyla besleyeceğim, bekler mi? İşte insanı ayıran şey o. Allah bize ne diyor; “leallekum tettekun: belki böylece kendinizi korursunuz” yani canınızın çok çekmesine rağmen Allah’tan korktuğunuz için o çok sevdiğiniz, çok istediğiniz şeyleri kullanmamakla, yememekle, içmemekle, eşiniz ile ilişkiye girmemekle, sırf Allah için bunu terk etmiş olmakla yeni bir karakter kazanmış olursunuz diyor. Ondan sonra da diyor ki BAKARA, 184.. Ayet: “Eyyamem ma’dudat: sayılı günlerde orucu tutun” diyor. Tamam, sayılı günler. O da zaten bilindiği için ömür boyu değil. Belki yılın diğer günlerinde de hani az önce Vedat’ın okuduğu değişik şekillerde değişik maksatlarla oruç tutanlar vardır, onları da ayıklamak için olabilir. Ondan sonra diyor ki; “fe men kane minküm merıdan ev ala seferin: içinizden kim hasta ya da yolculuk halinde olursa”. Yolculuk üzere olursa: “ev ala seferin”, “fe ıddetüm min eyyamin uhar: diğer günlerde o kadar oruç tutar” .Yani kaç gün orucunu yemişse o kadar tutar. “ve alellezıne yütıykunehu: oruca takat getirenlere de” yani oruç tutabilecek durumda olanlara ister hasta olsun ister yolcu olsun. Oruç tutamayacak hastalar da vardır tümüyle. O ayrı. Tutabilecek durumda olanlara. Çünkü devamında “ve entesumu hayrun lekum” diyor en sonunda. Oruç tutabilecek durumda olanlara gerekir “fidyetün: bir fidye”. Oruç içerisinde yeme, içme, cinsel ilişki yasak. Sadece yemeyin içmeyin demiyor Allah. Bakara 187.ayetin sonunda diyor ki; “tilke hududullahi fe la takrabuha: bu, Allah’ın koyduğu sınırlardır, ona yaklaşmayın” diyor. Cinsel ilişki yapmayacaksın, cinsel ilişkiye götürecek şey de yapmayacaksın. Yeme içme yapmayacaksın, yeme içmeye götürecek şey de yapmayacaksın. Kendini uzak tutacaksın birazcık. Peki bu arada bazı ufak tefek eksikliğimiz, kusurumuz olduysa ne olacak? O da fidyetun taamü miskın: bir fakiri doyuracak bir fidye”. Ramazan orucunun bitiminde. O da bayramda vermiş olduğumuz ramazanın tamamlanmasından sonra vermiş olduğumuz fitredir. Ramazan ayı güneşin doğuşuyla başladığı için fitre de bayramın birinci günü vacip olur biliyorsunuz. Gün, güneşin doğuşuyla başladığı için de kurban da güneş doğduktan sonra udhiyye zamanında vacip olur. Mesela bayram namazını duha vaktinde yani güneş yükseldiği zaman duha iyice etkisini göstermeye başladığı zaman: güneş ışınları. Kerahat vakti çıktıktan sonra kılınıyor. Diyor ki; oruca gücü yetenler bir tek fidye verirler. Oruca gücümüzün yettiği anlaşılması için de ramazanın sonuna kadar yaşamamız lazım. Ramazanın içinde ölen kişi için söz konusu değil. Ondan dolayı ölenlere fitre gerekmez. Mesela Hanefi mezhebinde küçük çocuklara da yeni doğan çocuklara da fitre olmaz, bu yanlış. Bu vardır ama mesela sahih hadislerde bu yoktur. Ondan sonra da diyor ki bir miskin doyuracak. İstanbul Müftülüğü’nde iken fitre miktarlarını ben belirlerdim eskiden. Piyasa araştırması yapardım, fitre şu kadardır diye ilan ederdim. Bana hep itiraz ederlerdi: “Ya kardeşim bununla kim doyacak. Kaç kişilik aile”. Bu, çaresiz kalmış bir kişi doyumu. Ama işte şöyle zengin var, böyle zengin var? Dünyanın en büyük zengini de olsa Allah’ın ona farz kıldığı bir çaresiz kalmış kişiyi doyurmaktır. Daha fazla versin? Tamam Allah onu da söylüyor. Sana da söylüyor ona da söylüyor: “fe men tetavvea hayran fe hüve hayrul leh; bir kişi bir hayrı içten gelerek arttırırsa kendi hayrınadır”. Arttırmaz da dünyanın en zengin adamım en alttan verirse görevini yapmış olur. “Emekli bir adam namazları sünnetiyle kılsın”. Kılsın. Sadece farzıyla kılarsa görevini yapmış olmaz mı? “İşi yok gücü yok?”. Olmasın! Fazlasını yaparsa yapar, yapmazsa yapmaz. “ve en tesumu hayrul leküm: oruç tutmanız sizin hayrınızadır” “in küntüm ta’lemun: keşke bunu bilseniz”. İstanbul Müftülüğünde iken sürekli ekip çalışması yapmıştım. İstanbul Müftülüğü ilmi istişare heyetini kurduk. O ayrı. Bir de ramazanlarda uzman kişileri çağırırdık, Süleymaniye Camisi’nde onlara vaaz ettirirdim. Mesela Sebahattin Zaim Hoca’yı kürsüye çıkartmıştım. Asaf Ataseven’i rahmetliyi kürsüye çıkarmıştım. Öyle birçok kimse. Şu anda isimleri aklıma gelmiyor da. Paneller gibi. Süleymaniye Camisi’ne çağırırdım. Çıkardı birisi zekattan, birisi şundan bundan bahsederdi. Herkes kendi uzmanlık alanıyla ilgili konuşurdu. Bir keresinde Asaf Ataseven tabipti Allah rahmet eylesin. Çıktı konuştu konuştu, hangi hastalıktan bahsediyorsa bunun oruç tutması lazım, bunun oruç tutması lazım.. Bir tek ülserli olan için tutmayabilir diye zorlanarak söyledi. Asaf Hoca’ya dedim ki; “Asaf Hoca, Kur’an seni de tasdik ediyor, faydalıdır diyorsun. Doğru. Allah öyle diyor; “ve entesumu hayrun lekum” diyor. Oruç tutmanız hayırlıdır diyor ama bunu bir ruhsat olarak veriyor. İnsanları sıkıntıya sokmak istemiyor. Bir tabip olarak elbette söylediklerini tasdik ediyor kuran ama bu bir kolaylık olsun diye yapılıyor. Onun için “ve entesumu hayrun lekum” dediği için aslında oruç hastalara faydalıdır. Ama kuranın dediği vakitte başlamak şartıyla: seher vaktinde yemek yerseniz. Seher vaktinde önce yemek yerseniz sağlıklı adamlar bile akşama kadar sıkıntı çekerler. Bugün Diyanet İ. Başkanlığı’nın gösterdiği vakitte şey yaparsanız. Ben son zamanlarda artık bakıyorum millet yavaş yavaş görmeye başlamış gibi. Artık oruç tutmak da zevk haline dönüşür. Dr. Hakan Ertok, şimdiye kadar hastalarıma oruç tutmayın diyordum, bundan sonra özellikle tutmalarını tavsiye ediyorum diyor.
YAHYA ŞENOL: İki tane hadis alınmış. Bir tanesi Abdullah İbni Abbas’tan gelen rivayet fıtır, oruç sadakasıyla alakalı. Nebimiz, fitreyi oruçlunun ağızından çıkabilecek olan boş ve çirkin sözler için bir temizlik ve çaresiz kalmış kişiler, miskinler için de yemek olsun diye farz kılmıştır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: ‘Fidyetun’un karşılığı ‘tuhratun’. Resulullah, buradaki kelimeleri de kullanıyor. Yeni bir hüküm belirtmiyor, kurandaki hükmü söylüyor. Ama bazıları, biliyorsunuz bazıları değil çok büyük bir çoğunluk mesela şu anda elimde Diyanet İşleri Başkanlığı meali var. Diyanet Vakfı meali değil. Bu meal diğerlerine göre biraz daha güzel. Orada diyor ki; “oruca gücü yetmeyenler” diyor. Ya nereden çıkarıyorsun? “Yutikunehu” diyor Allah, sen “la yutikunehu” diyorsun. Ondan sonra da “bir yoksul doyumu fidye verir” diyor. Dipnot yazmış: “ramazan orucu ergenlik çağına ulaşmış akıllı her müslümana farzdır. Hastalık, yolculuk, kadınlara has özel haller gibi meşru sebeplerle ramazan ayında oruç tutamayanlar”. Sen şimdi adetli kadına oruç tutamazsa mı diyorsun? Ne diyorlar? Oruç tutması haramdır diyorlar. Mekke’de inen ayette öncekilere farz kılındığı gibi ama öncekiler ne ölçüde koruyor? Onlar korumadığı için kuran ayrıntı veriyor. Bazı ufak tefek şeyler. Dipnotu okuyordum: “hastalık, yolculuk, kadınlara has özel haller gibi meşru sebeplerle ramazan ayında oruç tutamayanlar bu oruçları şartların elverişli olduğu başka zamanlarda kaza ederler. Mazeretsiz olarak oruç tutmayanlar büyük günah işlemiş olurlar. Aşırı yaşlılar ya da iyileşmez hastalar bu sebeple oruç tutmazlarsa ve bu oruçları kaza etmekten de ümit keserlerse oruçsuz geçilen her gün için bir fidye”. Ayette böyle mi yazılı? Her gün için bir fidye mi diyor? Hem “yutikunehu”yu “la yutikunehu” haline getiriyorlar, hem de “fidyetun li kulli yevmin” diye bir takım ilave koyuyorlar. “La yutikunehu” diyorsan: gücü yetmeyen diyorsan, Allah diyor ki; “la yukellifullahe nefsen illa vus’aha: hiç kimseyi gücünün üstünde bir şeyle yükümlü tutmaz” diyor. O zaman Allah burada kuralını mı değiştiriyor? Aynı kelimeyle ifade ediyor. Takat kelimesi. “Rabbena ve la tuhammil a ma la takate lena bih” diye takatımız olmayan şeyi bize yükleme diye bize dua ettiriyor. Çünkü bu Allah’ın kabul ettiği bir dua. Kuranı çelişkili bir kitap haline getiriyorlar. “Fidye tıpkı fıtır sadakası gibi”. Bak şimdi fıtır sadakası demek zorunda kalıyor. Bu zaten fıtır sadakası. Başka bir şey değil ki. “Bir fakiri bir gün doyurmak ya da bunun bedelini vermektir.
YAHYA ŞENOL: Farz kılma ayetteki “ve alellezine yutikunehu” cümlesinin Resulullah’ın dilinden dökülmüş şekli. Yoksa Resulullah’ın tek başına kuranda yer almayan bir hükmü farz kılması anlatılmıyor burada. Zaten resul, bildiğimiz gibi, C.Hakkın bir emrini insanlara olduğu gibi tebliğ eden kişi. Bu ayet olmasaydı ve bu formda gelmeseydi, Resulullah’ın fıtır sadakasını farz kılmasından asla biz bahsedemeyecektik. “Ve alellezine yutikunehu” kalıbı emir ifade ediyor. Yani orucu tutabilenlerin bir de fidye vermesi gerekir. Şimdi bunu emir olarak düşündüğümüzde farz değilmidir bu? Farzdır. Dolayısıyla Resulullah’ın dilinden bunu duyanlar fıtır sadakasının farz olduğunu anlamayacak mı? Başka bir şey anlamaları mümkün mü? Değil. O zaman bunu ayetten ayırıp Resulullah fitreyi farz kıldı, Allah da fidyeyi farz kıldı mı anlayacağız? Halbuki ikisi de aynı şeyden bahsediyor. Hadis “faraza resulullahi sadakatel fıtri: Resulullah sadakayı fıtırı farz kıldı”. Halbuki sadakayı fıtır farzdır şeklinde hiç bir ayet yok ama resul ise olması lazım. Nasıl uyuşturacağız? Buradakini fıtır sadakası olarak düşündüğümüzde birebir örtüştüğünü görüyoruz zaten. Farklı bir şey ortaya çıkmıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hanefide herkese sadakayı fıtır vermek farz değil vacip. Nisab miktarı malları olacak falan diye. Var mı Resulullah’ın sözünde öyle bir şey?
YAHYA ŞENOL: Oruçlunun diyor. Oruç tutan herkes.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Çocuklar var mı orada?
YAHYA ŞENOL: İkinci bir hadis var. Bu, Abdullah İbni Ömer hadisi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yok yok. Farz kıldı hadisini bir daha oku.
YAHYA ŞENOL: Oruçlunun ağzından çıkabilecek olan boş ve çirkin sözler için bir temizlik ve çaresiz kalmış kişiler için de bir yemek olsun diye farz kılmıştır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Oruçlu dediği zaman bunun zengini fakiri kadını erkeği olmaz.
YAHYA ŞENOL: Bir de oruç tutabiliyorsa kişi artık mükellef demektir. Yani buluğ çağına ermiş bir kişiden bahsediliyor otomatikman.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Çocuklar yok orada.
YAHYA ŞENOL: İkinci bir hadis A. İbni Ömer’den nakledilmiş. O da şöyle söylemiş; “Allah’ın elçisi fıtır veya ramazan sadakasını erkeğe, kadına, hüre, köleye hurmadan 1 sa. (Sa: bir ölçü birimi. 3 kilo 920 gramlık) veya arpadan 1 sa olarak farz kıldı”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Esire de farz kılınıyor. Çünkü mümin. Malın var mı yok mu diye bakılmaz. Malın yoksa birisinden alır fitre, verir. Ramazan bayramında herkes fitre vermekle yükümlü. İster zengin olsun ister fakir olsun. Ve kişinin kendi verecek. Ama öbürüne diyor ki; adam hem kendisi için verecek diyor Hanefiler, hem de sorumlu olduğu küçük çocuklar için. Yeni doğanlar için bile verecek. Niye nisab şartı koşuyorsun? Nedir yani. Enteresan. Maalesef Abbasiler’den sonra oluşturulan dinin kuranla ilişkisi tamamen kesildiği için ilgili hadisleri anlamak imkansızlaşmış. Bu defa birçok hadisi görmemek gerekmiş ve görmemişler. Mezhepler hadis de kullanmazlar. Ayet kullanamayan hadis de kullanamaz. İlişkiyi kuramayacağı için ne yapacağını şaşırır. Ayetin sonunda Allah; “ve entesumu hayrun lekum: oruç tutmanız sizin için daha iyidir”,”in kuntum ta’lemun: eğer bunu bilirseniz” diyor.
BAKARA, 185.. Ayet: “Şehru ramedan”. “Eyyamen madudat”. Bu da “şehru ramadan” diye mubteda olarak başlıyor. Çünkü ramazan ayının çok önemi var orada. Vedat ta okudu tevrattan: “9.ay”. Yılın 9.ayıdır zaten. Son derece önemli bir aydır. Onun üzerinde inşallah biraz duracağız. “Şehru ramadan: ramazan ayı”, “ellezı ünzile fıhil kur’an: o kuran, o ay içerisinde indirilmiştir”. “Kur’an” kelimesi üzerinde de dufmuştuk. İstersen sen onu izah et bakalım.
FATİH ORUM: Bu kelimenin kökü “ka-ra-e”. Arapçada da “cemea” ve “damme”, bir şeyi bir araya getirmek ve anlamlı bir bütün haline, senkronize bir hale getirmek anlamında kullanılıyor. Nitekim İsra suresinin 78.ayetinde “kur’anel fecr” ifadesinde fecrin ışıklarının toplandığı anı ifade ederken yine bu kelime kullanılıyor. Esasında buradan hareketle yani anlamlı ayetlerin bir araya getirilmiş hali anlamı bütün ilahi kitapların olmazsa olmaz vasıflarından bir tanesi. Yani furkan, zikir, hüda, nasıl bütün ilahi kitapların müşterek vasfı ise, kuran da bütün ilahi kitapların müşterek vasfı. Tabiki son kitabın özelde ismi. Bundan dolayı biz, kurandaki herhangi bir konuda birbiriyle irtibatlı ayetlerin bir araya getirilmesine kuran diyoruz. Dolayısıyla zaten Kur’an’ın tamamı indirilmemişken yani nüzul tamamlanmamışken daha ilk ayetlerde bu kelimenin geçiyor olması da o konu ile ilgili inen bir takım ayetlerin bir araya getirilmesi anlamına geldiğini göstermekte. Peygamberimiz’de de ne kadar tabi senet yönünden tam hatırlamıyorum ama şeye uyuyor. Peygamberimiz mesela Davud’a indirilen kitap kolaylaştırılmış bir kurandı diye geçiyor bizim hadis kaynaklarında.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tevrat için de buna benzer bir kelime kullanıyorlar. Mikra. Aynı kök. Karae kökünden mikea. O da mastar olarak kullanılabilecek bir kalıptır. Kuran da öyle. Hem isim hem mastardır.
FATİH ORUM: Burada geçen Kur’an kelimesinin öyle bir anlamı var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İlk inen ayetler olarak bizim hep ezberlediğimiz İkra suresidir. Mesela Bismillah, ilgili surelerin başında o surelerden bir ayet midir değil midir? Her surenin başına besmele koyuyorsak ilk inen ayetin başında da olması gerekir değil mi? Senin az önce okuduğun kuran en az kaç ayette oluşur? En az iki ve ikinin katları değil mi? Bakın şimdi ALAK, 1.. Ayet: “Ikre’ bismi rabbikelleziy halak: yaratan rabbinin adıyla oku”. Bu bir. ALAK, 2.. Ayet: “Halekal’insane min ‘alak: insanınalaktan yaratmıştır”. Ana rahmine yapışan embiryo ya da ilişkiler ağından. İnsan sosyal bir varlıktır diye de mana verebiliriz. ALAK, 3.. Ayet: “Ikre’ ve rabbükel’ekrem”Oku: bu, tabiatı okumaktır yani. Mesela ne derler: ilk inen ayet indiği zaman Cebrail(as) oku dediği zaman Resulullah ne demiş? “Ben okuma bilmem”. Önüne kitap mı uzatmış? Böyle bir şey var mı? Yazıyorlar mı? Eee o zaman nasıl ben okuma bilmem diyecek? Siz çocuğa yeni ezberlettiğiniz bir şeye oku demiyor musunuz mesela? Ama o değil aslında burada anlatılan. Oku, az önce Fatih’in söylediği gibi çevreden aldığın bilgileri kafana yerleştir. Okumak, anlamak içindir derler. O yazıları okuyorsunuz, oradaki bilgiyi kafanıza topluyorsunuz. Onun için adına okuma deniyor. Topluyorsunuz. Hatta Anadolu’da bazı yerlerde davetiyelere okuntu derler. Çünkü milleti bir yere topluyorsunuz. Yaratan rabbinin adıyla çevrendeki bilgileri kafana topla. İlk okuyacağımız şey tabiattır. Ondan sonra ALAK, 2.. Ayet: Halekal’insane min ‘alak”, ALAK, 3.. Ayet: Ikre’ ve rabbükel’ekrem”, ALAK, 4.. Ayet: Elleziy ‘alleme bilkalem”, ALAK, 5.. Ayet: Allemel’insane ma lem ya’lem”. Burada bitiyor. “İnsana bilmediğini öğretti”. Kaçıncı ayet bu? 5. 5 ayetten bir kuran oluşuyor mu Fatih? Oluşmaz. En az 6 olacak. O zaman ‘bismillah’ı da katmak zorundayız.
FATİH ORUM: Elmalılı M. H. Yazır, galiba Yahya Hoca bana hatırlatmıştı da yanlışım varsa beni düzeltebilir. Bu ilk inen ayetlerin yani bu ikra ile başlayan ayetlerin Bakara 185’deki “el Kur’an”ı ifade ettiğini söylüyordu.
YAHYA ŞENOL: “İnna enzelnahu fi leyletil kadr” var ya? Oradaki “hu” nereye gider? İşte buraya gider yani. Kadir gecesinde indirdiğimiz kuran da bir önceki 5 ayet.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kur’an kavramı malesef bilinemediği için.
YAHYA ŞENOL: Bilinemediği için ne yorumu yapılıyor? “İndirilmeye başlandı” deniyor. Veya beytil izze deniyor, birinci kat semaya indirildi toptan. 23 senede de parça parça indirildi oradan. Hadi bunu kabul etmeyenler indirilmeye başlandı diyorlar. Halbuki “unzile fihi: indirildi”. İlk 5 ayeti ‘el kur’an’ şeklinde anladığımız zaman indirildi işte.
ABDULAZİZ BAYDIR: İlk 6 ayet. Bismillah ile beraber. ‘Bismillah’ın da sure başından bir ayet olduğunu kabul etmek zorundasınız burada bikere. Niye buraya ‘bismillah’ konmuş? Bi kere en az 6 tane olması lazım. Çünkü müteşabih ve mesanidir bu kitap. Birbirine benzeyen ikişerlilerden oluşmuştur. Zaten burada bakarsınız bu müthiş anlam oluşturuyor hayatı anlama bakımından, insanı anlama bakımından. O, insana bilmediğini öğretti diyor mesela burada. O insan kim? Adem(as). Adem(as)’a Allah neyi öğretti? Önce eşyanın isimlerini değil mi? Tabiatı öğretti. Peki Resulullah’a neyi emrediyor ilk önce? Tabiatı okumayı emrediyor. Bakın muhteşem bir sistem değil mi? Yani 6 tane ayet ama inanılmaz bir şey. İnsanı alaktan yaratan. Sosyal ilişkiler diyebilirsiniz, tamam. İnsan bir hayvan değil. Yani bir tane koyunu suyu ve otu olan bir yere bağlayın, bütün ömrünü orada rahatlıkla geçirir. Ama dünyanın en fakir insanı bile sosyal bir hayat olmadan hayatını sürdüremez. Mümkün değil. Çünkü herkes her konuda başkalarına muhtaç. Ondan sonra işte “Rabbin çok cömerttir”. Tabiata baktığın zaman onu göreceksin yani. Ondan sonra “kalemle öğretti”. Hemen ilime geçiyorsunuz. İlk insana bilmediğini öğretti. Demek ki Adem(as)’a kalemle öğretmiş. O zaman yazının icad edilmesi diye bir olay yok. Allah öğretmiş bunu. Ne muhteşem bir başlangıç. Anlam kümesi olarak da ilk inme açısından son derece uygun olan bir şey. Bu 6 tane ayet bir küme oluşturuyor. O kümenin adı Kur’an. Onun kuran olduğunu da zaten Allah, İsra suresinde söylüyor değil mi? “Ve Kur’anen faraknahu”. Arapça bakımından “idmar ala şeritetu tefsir” derler araplar. “Farakna kur’anen” demektir. Yani “bu kitabı Kur’an Kur’an bölümlendirdik“. İşte bu Kur’an kelimesinin anlamı bilinemediği için Kur’an kelimesinin geçtiği hiç bir ayet ayet anlaşılamamıştır. Maalesef. İslam aleminin acı durumunu görmek için sadece bu kelime yeter. Kitaplarına ad olan kelimenin manasını bilmeyen bir topluluk. Düşünün artık. İşte onu anlasalardı, o kümelerden oluşacak sonuçlar, az önce mesela burayla Adem(as)’a öğretimen şey arasında ilişki kurduk müteşabih ayette değil mi? Oradan yeni bir anlam çıktı.
BAKARA, 185.. Ayet: “Şehru ramedanellezı ünzile fıhi: o ayda indirildi”, “el kur’anu: o kur’an“. Hangi kur’an indirilmiş o zaman? Ramazan ayında indiriken kur’an hangisi? Alak suresinin 6 ayeti besmele ile beraber. Tamam mı? Az önce Yahya’nın söylediği de aynı oluyor. “İnna enzelnahu: o kut’anı indirdik”,”fi leyletil kadr”. Bu, ramazan ayında diyor, o, gecesini de belirtiyor. Kadir gecesinde diyor. Peki kadir gecesi ne? Duhan sutesi var 44. Sure. Allah burada diyor ki; “Ha-mim. Vel kitabil mubin: o her şeyi açıklayan kitaba çok dikkat edin” çok önemlidir. Yemin ediyor. Yemin, bir şeyin önemini göstermek için. Bizim Türkçede yemin ederim dedin mi bir Türk hiç bir şey anlamaz. Bizde böyle bir yemin alışkanlığı yok. Ama araplar için: bir şeyin önemine dikkat çekmek için bu yapılıyor. Onun için biz o şekilde anlam vereceğiz. Her şeyi açıklayan o kitaba çok dikkat edin. DUHAN, 3.. Ayet: “İnna enzelnahü: biz, o kitabı indirdik” “fı leyletim mübaraketin: beteketli bir gecede”. Öbüründe ne dedi; “fi leyletil kadr” dedi kadir gecesinde dedi. İşte müteşabih. Birbirine benzeyen ayetler. “İnna künna münzirın: biz uyarılarda bulunuruz”. Bu, süreklilik ifade eder. Her zaman yapıyoruz. Her zaman yapıyorsa her zaman bu olay tekrarlanıyor demektir. Yani aralıklarla. DUHAN, 4. Ayet: “Fıha: o gecede(bereketli gecede, kadir gecesinde)”, “yüfraku küllü emrin hakiym: her kamim emr o gecede tefrık edilir”. Yani ayrıntılı bir şekilde ortaya konur. Yani takdir edilir, ölçüleri belirlenir de diyebilirsiniz. DUHAN, 5. Ayet: “Emram min ındina inna künna mürsiliyn: katımızdan bir emir olmak üzere biz elçiler göndermekteyiz”. DUHAN, 6. Ayet: “Rahmeten mir rabbik: rabbinden bir rahmet olarak”, “innehu hüves semiy’ul aliym: işiten ve bilen O’dur”. İşte bu da 6 ayetten oluşan bir Kur’an. Devamı da var. Tabi onları da birleştirdiğin zaman besmeleyi de katarsın orada.
Şimdi Furkan kelimesine gelelim. Furkan kelimesi kuranda 6 yerde geçiyor. El furkan diye 6 yerde geçiyor. Elif-lamlı olarak 6 yerde geçiyor. Bir tanesi Bakara 53.ayet. BAKARA, 53.. Ayet: “Ve iz ateyna musel kitabe vel fürkan: Musa’ya ş kitabı/o furkanı verdik”. O zaman furkan, Musa’ya vebrilen kitabın özelliği oluyor mu?. Doğru ile yanlışı birbirinden ayıran demek oluyor. “Vel furkane lealleküm teehtedun”. Bu tabi yahudilere hitab eden bir ayet. “Belki doğruyu bulursunuz”. Yine Bakara suresinin 185.ayeti. İşte bu okuduğumuz ayet. Siyor ki; “şehru ramadanellezi unzile fihil kur’an hüdel lin nasi ve beyyinatim minel hüda”. Vel furkani diye hareke edilmiş. Yani hidayeti ve furkanı açıklayan. Ben şahsen bu harekelemenin yanlış olduğunu düşünüyoruz. “El furkanu: bu furkan” yani nasıl C. Hakk Musa(as)’a “ve enzelna muresel kitabe vel furkane” dediyse, burada da “ünzile fihi el kur’anu vel furkanu” olması gerekir. Harekeleme daha sonra yapıldığı için bu tür şeyler olabilir. Kıraat farklı olmalı ama bizim kıraat kitaplarında ben bulamadım bu farkı. “Vel fürkanü” bu furkanı o gecede indirdik. Çünkü furkan kur’anın da ismi ya. Ondan sonra Ali İmran suresinde bu, çok daha net olarak ifade ediliyor. Diyor ki C. Hakk ALİ İMRAN, 2.. Ayet: “, Allahü la ilahe illa hüvel hayyül kayyum”, ALİ İMRAN, 3.. Ayet: “Nezzele aleykel kitab: sana bu kitabı indirdi”, “bil hakkı: bütünüyle gerçekleri içeren kitabı”, “müsaddikal lima beyne yedeyhi: kendi önünde olan bütün kitapları tasdik edici olarak“. Burada tekrar dikkatinizi çekelim, sık sık çekiyoruz: kuranın hiç bir ayeti tevratı, incili tasdik eder diye bir ifade yoktur. Kendinden öncekileri der. Hepsi. Onun için biz dersin başında da söyledik ya: Dinler tarihinin Kur’an perspektifinde yapacaksınız. Vedaları okurken de dikkatle okuyacaksınız. Ginzaları okurken de dikkatle okuyacaksınız. Tevratı okurken de İncili okurken de. Çünkü ayırmamış. Son kitap bunu gerektirir. Tüm dinlerin üzerine hakimiyet kuracağına göre nerede bir din varsa o dinin kitabını getireceksiniz ve kuranla karşılaştıracaksınız. “Ve enzelet tevrate vel incıl: tevrat ve incili de Allah indirmiştir”. Bak burada tasdik ifadesi geçmiyor onunla ilgili. ALİ İMRAN, 4.. Ayet: “Min kablü: ondan önce de”, “hüdel lin nasi ve enzelel fürkani: bütün furkanları Allah indirmiştir”. Bütün furkanları derken, artık Allah’ın bütün enbiyasına indirilmiş olan kitaplar olmuş oluyor. Musa ve Harun’a verildiğnden bahsediyor Enbiya 48’de. Ve furkan suresinde var mesela. Furkan diye bir suremiz var. 25.sure. FURKAN, 1.. Ayet: Az önce benim dediğim harekenin doğruluğunu bu ayet tasdik ediyor. “Tebarakellezı nezzelel fürkane ala abdihı: bu furkanı kuluna bölüm bölüm indiren”. “Şehru ramadanellezi unzile”, “unzile”nin naim-i faili furkan olması gerekiyor.çünkü “nezzelel furkani” dediğine göre burada. Burada bir şey de ortaya çıkıyor: o müteşabih olayı kuranı hareke verilmesinde bir hata varsa onu da ortaya çıkarmış oluyor. Musa’ya da kitap ve furkan. Hepsine. Dolayısıyla “ve enzelel furkan” da onu şey yapıyor. “Bütün furkanları Allah indirmiştir”. Çünkü Allah’ın bütü kitapları hak ile batılı birbirinden ayıran, doğruyu gösteren, tümüyle doğruları içeren kitaplardır hepside. FURKAN, 1.. Ayet: “Tebarakellezı nezzelel fürkane: bu furkanı indiren”. O zaman bunun da bir müteşabihi olması lazım, “ve ünzilel furkanu”. “Şehru ramadanellezi ünzile fihi el kur’anu vel furkanu”. BAKARA, 185.. “..ünzile fıhil kur’anü hüdel lin nasi ve beyyinatim minel hüda vel unzilel fürkanu” diye takdir etmek gerekir diye düşünüyorum. Bu furkan ne zaman indi? Onun ayrıntısını belki kadir gecesinde okuruz ama şimdi kısa bir bilgi vermiş olalım hazırlık olsun diye. Kuranda enteresan bir günden bahsediyor Allah. “Yevmel furkan: furkan günü” diyor. ‘El furkan’ ın günü. O hangi gün? Enfal suresinin 41.ayetini açın. ENFAL, 41.. Ayet. Enfal suresinde hangi savaştan bahsediyor Allah hatırlıyormusunuz? Bedir Savaşı. “Va’lemu ennema ğanimtüm min şey’in: ganimet olarak aldığınız herhangi bir şey”, “fe enne lillahi humüsehu ve lir rasuli ve lizil kurba vel yetama vel mesakıni vebnis sebıli” onun 5’te 1’i Allah için, Resulü için, en yakınlar için, yetimler için ve çaresiz kalmış kişiler için ve yolda kalanlar için. “İn küntüm amentüm billahi: eğer Allah’a inanırsanız”, “ve ma enzelna ala abdina yevmel fürkan: kulumuza furkan günü indirdiğimize inanıyorsanız”. Bu furkan günü hangi: “yevmel tekal cem’an: iki gurubun karşılaştığı gün”. Hangi gün oluyor? Bedir Savaşı’nın olduğu gün. Furkan günü o gün. O furkan günü tekrarlanıyor. Bedir Savaşı Medine’de oldu değil mi? Kuran ne zaman indi? Mekke’de. “Ve el furkan” o gece furkan inmiş olması lazım ki ona furkan günü diyelim değil mi? O zaman o furkan günü: bütün furkanları da Allah indirdi deniyorsa o zaman bütün peygamberlere indirilen kitaplar ne zaman indirilmesi gerekiyor? Aynı gün değil mi? Furkan gününde. Yani kadir gecesinde.
KATILIMCI: Kavimlerin helak günü de o günler.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tabi tabi. Önemli konular o günlerde şey yapılıyor. İşte Mekkeliler o gün helak oldu. Müslümanlar o gün zafer kazandılar. “Vallahü ala külli şey’in kadır: Allah her şeye bir ölçü koyar”. İşte bu da o. Kader kelimesi de burada geçiyor. Furkan günü hangi gün. Tarihsel olarak ne söylüyorlar Furkan günüyle ilgili olarak.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bedir Savaşı’na çıkış tarihi 17 Ramazan. 14 Mart 621, Cuma sabahı. İki ordu erken saatlerde Bedir’e doğru yola çıkıyor. Aynı zamanda 19, 20, 21 Ramazan tarihleri de yine rivayet edilmiş. Ama ramazan olduğunda ihtilaf yok.
ABDULAZİZ BAYINDIR: 17 Ramazan’da Medine’den çıkıyor. Bedir, yanlış hatırlamıyorsam 159 km Medine’ye.
ABDURRAHMAN YAZICI: 160 km güneydoğusunda.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ben gittim oraya 159 kalmış aklımda. Ordunun gidişi biraz da zor olur. Günde 30 km gittiği söyleniyor. 160 dediğiniz zaman 6.gün eder.
ABDURRAHMAN YAZICI: 12 Ramazan’da Abdullah Ümmü Mektum’u bırakıyor, 17’sinde ulaşıyor. Demek ki 5 günde ulaşmış.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Olabilir. Biraz hızlı hareket etmişler. Bir takım yerlerde konuşlandırmalar… Bu tarihler çok da sağlam olmaz da, ama 27’si diye rivayet de var değil mi? Gelen rivayetler arasında 27’sinde iki ordunun karşılaştığı. Esas önemli olan şu: “ve leyalin aşrin” son 10 gece. O gecenin gündüzü. O gecenin gündüzü 27.gündür. Ramazanın 27.günü ve gecesi. Bizde 26.günün gecesine 27 derler. O yanlış tabi. “Yevmel furkan” diyor. Ben tarihsel olarak Bedir ile ilişki olsun diye şey yaptım. Allah zaten Kadir suresinde kadir gecesi. Bakara’nın bu 185.ayetinde ramazan içerisinde olduğunu da ifade ediyor. Ve tekrar edeyim: furkan günü dendiğine göre ve furkan da ramazan ayında indirildi dediğine göre Allah. Değil mi? “Şehru ramadanellezi ünzile fihil kur’an huden lin nas ve beyyinatin vel huda minel furkan” Ramazan ayı, içnde kur’anın indirildiği aydır. O kur’an da besmele ile beraber 6 ayeti İkra suresinin. Onun indirildiği aydır. “Huden lin nas” insanlara yol gösteriyor. Gerçekten, az önce okuduk: ciddi bir hedef gösteriyor, yol gösteriyor. “Ve beyyinatim minel huda” o ana yolu açıklayıcı ayetler içeriyor. “Vel furkanu”. “Ni” diye harekelenmiş. Tüm rivayetler gösteriyor ki harekeleme “vel furkanu” şeklinde olmalıdır. Aksi takdirde ‘yevmel furkan’ olamaz. Şeyin vasfı haline dönmüş olur, ismi haline dönmez. “Vel furkanu: o gün furkanı da”. O furkanı o gün indirmiştir tıpkı Musa(as)’a “ve lekad ateyna Musel kitabe ve harunel furkane” demesi gibi C. Hakkın. “Ve ateyna musel kitabe vel furkane” demesi gibi. Ramazan ayı: Allah’ın kitabının indirildiği ay, bir. Duhan suresinde belirtildiği gibi o kadir gecesinde önemli işlerin tefrık edildiği, tayin edildiği, görevlendirmeler yapıldığı, ölçülerin ortaya konduğu gün. Ölçülendirilmiş işlerin meleklere verildiği gün. Kadir suresinde C. Hakk diyor ki;”tenezzelül melaiketi verruhu” bütün melekler iner, “verruhu”,”ve maaruhu” demek. Ellerinde o emirlerle beraber inerler. Ruh, meleklerin ellerindeki emir. C. Hakkın verdiği emirler yani. İnsan ruhunu bilgisayar yazılımına benzeterek anlamaya çalışıyoruz ya, işte o yazılım gibi her bir meleğin elinde emir var. İnen meleklerden bir tanesi de Cebrail(as) o gece. Resulullah’a vahyin ilk geldiği gece. Onun taşıdığı ruh da kur’an. Ne diyor ISRA suresi 85. ayette: “Ve yes’eluneke anir ruh kulir ruhu min emri rabbı: de ki o ruh, rabbimdin emrinden bir emirdir”. Evet, Allah’ın emirlerini içeriyor. “Ve ma utıtüm minel ılmi illa kalıla: size bu bilgiden az bir şey verilmiştir“. Yani C.Hakkı o gece kararlaştırdığı şeyler o kadar çok ki size indirilen bu kuranda verilen bilgi, kainattaki verilen bilginin az bir kısmıdır. Hepsi değil.
BAKARA, 185.. Ayet: “Şehru ramedanellezı ünzile fıhil kur’anü hüdel lin nasi ve beyyinatim minel hüda vel fürkan* fe men şehide minkümüş şehra felyesumhu”. Şimdi “şehide: şahit olursa”. Şu anda benim ne yaptığımı hepiniz görüyor musunuz? Buna şahitlik yapar mısınız? Şu anda benim yaptığımın şahidisiniz değil mi? Yani bunun manası nedir? Siz burada bulunuyorsunuz. O zaman “fe men şehide: kim şahid olursa/kim bulunursa”,”eş şehra”,”fiş şehri” yani o ayda yaşarsa. Sizden kim o ayda bulunursa/o ayda yaşarsa. Yoksa o hilali gözetirse değil. Hilali gözetleme olayı değil. Hilaller başka ayetlerde belirtiliyor. Sizden kim o ayda yaşarsa, o aya şahid olursa. Ramazan geldi mi geldi, bugün ramazanın kaçı? Mesela bugün biz 2’si diyoruz. İşte şahidiz. Bayrama kadar ramazana şahidiz. “Fe men şehide minkumuş şehra fel yesumhu: kim o ayda hazır olursa o ayı oruçlu geçirsin”. Gündüz oruçlu olabilmenin şartı oruca fecirden başlamak olduğu için mecburen fecirden başlıyorsunuz oruca. Aksi takdirde o gün oruçlu sayılamıyorsunuz. Ondan sonra tekrar ediyor Allah. Hani o müteşabih ve mesani prensibini orada da uyguluyor. “Ve men kane merıdan: kim hasta olursa”, “ev ala seferin: ya da yolculuk halinde olursa”, “fe ıddetüm min eyyamin uhar” yukarıdakinin aynısı tekrarlandı. Bu bir benzerlik ortaya koyuyor. O da tutamadığı günler kadar başka günlerde tutar. Demek ki o gün tutmayabilir demiş oluyor. Peki niye böyle? Bir yukarısında dedi ki; “ve entesumu hayrun lekum” dedi. Oruç tutmanız sizin için hayırlıdır dedi. Anlattım ya, rahmetli Asaf Ataseven Hoca’nın şeyi. Hocam çok doğru söylüyorsun da bırada bir ruhsat veriyor Allah. Yoksa diyor ki; “yuridullahu bikumul yusra ve la yuridu bi kumul usr: Allah size kolaylık istiyor, zorluk istemiyor”. “Kardeşim ne olacak her türlü konforumuz yerinde, oruç tutsak ne olur?”. Çok iyi olur. Elbette tutun. “Ee ben hastayım ama tutuyorum sen niye tutmuyorsun?”. Tamam ne güzel, tut. Tut. Ama tutmayana da bir şey deme. Allah ona ruhsat vermiş. Niye tutmuyorsun diye adamı da yargılayamazsın. Allah’ın verdiği ruhsattan faydalanıyor. “yürıdüllahü bikümul yüsra ve la yürıdu bi külüm usr: Allah size kolaylık ister, zorluk istemez” o kadar. Zorluk istemezse, şimdi yukarıdaki ayete geçelim: gücü yetmeyene yük yükler mi? Ama yükletiyorlar. Orucu tutmama ruhsatı kime verildi? Hastaya ve yolcuya. Adetli kadın hangisine giriyor? Bir kadın ben adet görüyorum diye doktora gitse, “şikayetin ne?”, “ben adet görüyorum”. Doktor der ki; “Allah Allah! Sen kadın değil misin? Bunun neyini şikayet ediyorsun? Adetinde bir şey varsa söyle” diyecek değil mi? O zaman hasta kadına adetli diyemeyeceğiz. Sıkıntı diyor zaten Allah ayette. “Kul huve ezen” diyor; “eziyettir, sıkıntıdır”. Doğru, sıkıntı olduğu kesin. Ama hastalık demiyor. Çünkü hastalıkla sıkıntıyı birbirinden ayırıyor Nisa suresinin 103.ayetinde. Hastalık başka sıkıntı başka. Adetliyken hasta olmaz mı? Olur elbette. O ayrı bir konu. Ama adetli olduğu için değil de hasta olduğu için hasta gurubuna girmiş olur. Hasta gurubuna girerse ne olur? Oruç tutması daha hayırlı olur ama tutmayabilir de. Burada iki guruba oruç tutmama ruhsatı var. Daha sonra tamamlamalarına fırsat veriyor C. Hakk. Niye bu fırsatı veriyorum? “Ve li tükmilül ıddete: sayıyı tamamlayasınız diye”. Yani yarın ahirette geldiniz mahşer yerine, biriniz 30 gün oruç tutmuşsunuz. Biriniz de hasta veya yolcu olduğu içn 25 gün oruç tutmuşsunuz. Biriniz 30 günlük sevapla geldiniz, biriniz 25 günlük sevapla geldiniz. “Eyvaaah! Keşke o zaman oruç tutsaydım. Ama Allah’ın verdiği ruhsatı kullandım?”. O zaman ben sana 5 gün de başka zaman oruç tutma ruhsatı verdim, onunda tut tamamla sen de karşıma 30 günlükle gelirsin. “Ve li tükmilül ıddete: sayıyı tamamlayasınız diye”. Peki o zaman bir adam hasta değil, yolcu da değil, oruç tutmuyorsa bu kişinin başıa bir günde oruç tutmalıdır dememize imkan veriyor mu bu ayet? Sadece hasta ve yolculara. Diğerlerine yok. Hasta ve yolcular. Sayıyı tamamlamak hasta ve yolcular için. Ruhsat onlara verildiği için hak da onlara. Sayıyı tamamlamak bir hak, bir yükümlülük değil. Niye? Çünkü Allah’ın huzuruna eksik sayıyla çıkmamak için bir hak olarak. Ama biz ne yapıyoruz? Kazayı bir yükümlülük gibi şey yapıyoruz. “Ve li tükmilül ıddete” diyerek bir hak olarak veriyor onlara. O zaman Allah’ın emrini tutmamakla isyan eden kişinin hakkı olur mu?”Efendim ben bugün niyetli değilim, oruç tutmuyorum“. Bunun manası şu: bugün ben müslüman değilim, yarın müslüman olacağım demek gibi bir şeydir yani. “Fe men şehide minkumuş şehra fel yesumhu: o aya şahid olan/ o ayı yaşayan, o ayı oruçlu geçirsin” indirmiş Allah. Bu işin sağı solu yok: oruç tutacaksın. Buhari hadisi miydi: Bir adam özürü yokken bir gün özürsüz olarak orucunu yese, tüm ömrünü oruçlu geçirse onu kapatamaz. Niye kapatamıyor? Çünkü Allah ona kapatma ruhsatı vermemiş ki. Zamanla sınırlı. O zamanda yaptın yaptın, yapmadıysan gitti. Başka zaman onun yerine tutarımı nereden çıkarıyorsun? Kaza namazı gibi bir şey. Namazı kılma, sonra kılarsın. Nereden çıkarıyorsun. Allah namazı vakitle sınırlı kılmış. Sadece unutur, uyuyakalırsan “rabbena latuahirna innes sine ve ahtana”(BAKARA 286).ayet. Bu ayette verdiği ruhsatla hata yapma. Uyku da unutmadan daha ileri safhadır. O zaman unutmuşsan, uyuyakalmışsan namazını uyandığın zaman yada aklına geldiği zaman kılarsın. Bu da bir ikram. Hiç bir mazeretin yokke namaz kılmamışsın, “sonra kularım”. Sana bu ruhsatı kim verdi? Falan alim filan alim. Kusura bakma o zaman ahirette git o seni hesaba çeksin. Ama o zaman senden kaçar. Çünkü onun da vereceği hesap çok daha ağırdır. O zaman burada bakın dedi ki ayet: “ve litukmilul iddete: iddeti tamamlayasınız” dedi. Kimin için dedi? Hasta ve yolcular için. Adetli kadınlar için böyle bir şey söyledi mi? Ya nereden çıkarıyorsunuz adetli kadının oruç tutmayacağını? Hatta haramdır diyorsunuz. Ramazanda haram sayıyorsunuz, ramazan dışında da farzdır diyorsunuz. Bunun delili ne? Nasıl haram diyorsunuz? Yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak kalmaktır oruç. Öyle diyorsunuz. Bir de dördüncüsü mü var oruç bozan şeylerden: adet kanı görmek. Birisi söylüyordu geçende sınıfta hoca anlatmış: bir erkek ihtilam olursa, bu, cinsel ilişki gibi sayılmadığından dolayı orucu bozulmaz, mesela uykuda olsa orucu bozulmaz. Peki. Birisi de sormuş hocam demiş niye bozulmaz? “Bu çünkü kendi elinde değil, kasten yapılan bir şey değil”. E peki bir kadın uykuda adet olsa? “Bozulur”. Peki onun elinde mi? Erkek yine tedbirini alabilir ama kadının tedbir alma şansı da yok. Onun elinde mi? “Ben bunu biraz araştırayım” demiş. O yine akıllı birisiymiş de araştırayım demiş. Başkası olsaydı hemen hikmeti yapıştırırdı, “bunda bir hikmet vardır” derdi. Hikmet, anlayamadığımız konuların üstünü kapatmak için kullandığımız bir kelimedir. Biz yıllarca kullandık. İşin içinden çıkamayınca “bunda bir hikmet vardır” diyerek topu taca atıyorduk. Hikmetinden sual olunmaz. O da işi bitiriyor tamamen. Sayıyı tamamlayacaksınız bir, ikincisi de “ve li tükebbirullahe ala ma hedaküm: Allah’ın size bunu göstermesine karşılık Allah’ı tekbir edesiniz diye”. “ve li tükebbirullahe ala ma hedaküm”da acaba sadece orucu kaza edenlerle ilgili mi diye düşünürsünüz. Bunu bu ayette işin içinden çıkmak mümkün olmaz. O zaman mecburen bunu açıklayacak ikinci bir ayete bakmanız lazım. O da Hac suresinin 37.ayeti. Baştan söylediğim gibi: bizim ulema bu kuranı kuranla açıklama metodunu, Kur’an kavramını tamamen unuttuğu için hiç bir konuda işin içinden çıkamıyor. Hac suresi 37’bakın “li tükebbirullahe ala ma hedaküm” aynı şey var. HAC, 37: “kezalike sehharaha leküm li tükebbirullahe ala ma hedaküm ve beşşiril muhsinın: Allah’ın size yolu göstermesine karşılık tekbir getiresiniz diye”. Hep birlikte tekbir getireceğiz. Burada kurban bayramı kurbanı ile ilgili. Herkes kurban kesiyor mu kurban bayramında? Ama herkesin getireceği bir tekbir var. O hangi tekbir. ‘Teşrik tekbirleri’. Başka? ‘Bayram namazı’. Onun için herkesin toplanıp, evdeki yaşlı kadınların bile getirildiği bir namaz bayram namazları. Hep birlikte tekbir getiriyoruz. Bayram namazlarının alameti farikası tekbirdir. Hem kurban ile ilgili olarak bu tekbir geçiyor hem ramazanın tamamlanmasından sonra ile alakalı olarak geçiyor. O zaman ramazanın tamamlanmasından sonrası mesela eğer ramazanın bizde şöyle bir anlayış vardır. Ramazan ayı, akşam güneşin batmasından sonra görülen hilal ile başlar. O zaman o gece ramazan mı? Değil. Nasıl değil? Öyle başlıyor ya onu delil alırlar. Halbuki o, yeni ayın bir işaretinden ibarettir. Eğer ramazan ayı hilalin bitiminden başlarsa, onun için oruç tutmadan önce teravih namazı kılarlar. Teravih diye bir namaz yok zaten ama onu oraya koymuşlar. Ve teravih vardır diyenler de Resulullah’ın itikaftaiken gece uyuyup uyandıktan sonra kıldığı namazı delil gösterirler. O da ramazanın son 10 gününe denk gelir. Derler ki Ramazanın ilk gecesi, ertesi günü ilk günü. Peki güzel. Eğer ramazan güneşin batmasıyla bitiyorsa fitreyi ne zaman vermek gerekir? Batar batmaz vermek gerekir. Bayramı da o gece yapmak lazım.. Ertesi günü niye bekliyorsun? Şeyler gün ile başlar gece ile başlamaz. Allah birçok ayette bunu anlatıyor. “Velel leylu sabikun nehar” diyor Yasin 40’da: gece gündüzün önüne geçemez diyor. Önce gündüz sonra gece. Burada da kurban bayramı namazına işaret ediliyor. “Ve leallekum teşkurun: böylece şükretmiş olursunuz” diyor.
BAKARA, 186.. Ayet: “Ve iza seeleke ıbadı annı fe innı karıb: kullarım beni, sana soracak olurlarsa ben onlara yakınım“. Bize en yakın olan Allah’tır. Onun için Allah bizim velimizdir. Allah bize şah damarımızdan daha yakındır. Ne kadar birbirimize yakın olursak olalım hiç kimse şah damarımızdan yakın olamaz. Allah her insana en yakın olandır. Onun için her şeye gücü yeten de odur. Ama bir ölçü koymuştur her şeye. Ölçüyü koyduğu için, bu dünya da imtihan yeri olduğu için her istediğinizi de vermez. O ölçüye göre hareket edeceksiniz. Ama Alla çok yakındır. Her insan bunu bilir. Hiç ağzını açmadan da içten Allah’a yakarır, Allah’ın duyacağını bilir bunu. Yani dünyanın her yerinde yaşayan her insan bunu gayet iyi bilir. “Ucıbü da’veted daı iza deani: birisi çağırdığı zaman beni, çağrısına cevap veririm”. Bir ölçüye göre cevap veriyor. “felyestecıbu lı: ben de onlara çağrıda bulunuyorum, onlar da bana cevap versinler”. Gelin oruç tutun, namaz kılın diyor. “Vel yü’minu bı: bana güvensinler“. Ben ne diyorsam onu yapsınlar. “Leallehüm yarşüdun: belki böylece olgunlaşırlar”. Bu, onları olgunlaştırır.
BAKARA, 187.. Ayet: “Ühılle leküm leyletes sıyamir rafesü ila nisaiküm”. Sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı diyor, burada “uhille lekum: size has olmak üzere”. Bu, ümeti Muhammed’e bir değişiklik var burada. Sizin için helal kılındı, öncekiler için değil. Ne helal kılındı? “leyletes sıyamir rafesü ila nisaiküm: oruçlu bulunduğunuz günlerin geceleri eşlerinizle ilşkiye girmek sizin için helal kılındı”. Önceki toplumlarda helal değil. Mesela bunu yahudiler uygularlar yomkipurda değil mi? Ama tabi her şeylerini anlatmıyorlar bize. “Hünne libasül leküm ve entüm libasül lehünne: siz onlar için bir elbisesiniz, onlar sizin için bir elbisedir” yani birbirinizin ayıbını kusurunu örtersiniz. Birbirinizi güzel ya da çirkin gösterirsiniz. “Alimellahü enneküm küntüm tahtaune enfüseküm” Allah bildi ki, daha önce size farz kıldı önceki ümmetler gibi oruç tutun dedi ama siz kendinize karşı hainlik ettiniz. Gizli gizli işler çevirdiniz. Yani eşleriyle ilişkiye girenler oldu ramazan geceleri. Bununla günaha girmiş oldular “Fe tabe aleyküm: Allah sizin günahınızı bağışladı”, affetti Allah sizi. Allah sizin yüzünüze baktı. “Ve afa anküm: ve sizi affetti”, “fel ane: şimdi”, bundan önce öyle değildi, artık bundan sonra. Bu tam bir neshtir yani. Önceki hüküm nesh edilmiş oluyor. “Başiruhünne: onlarla ilişkiye girin” yani girebilirsiniz. Artık bu ayet indikten sonra(demek ki bu ayet daha sonra inmiş) eşlerinizle ramazan geceleri ilişkiye girebilirsiniz. “Vevteğu ma ketebellahü leküm: Allah’ın sizin içn yazdığını arayın”. Ezelden yazılmışsa arasanda aramasan da olur mu olmaz mı? Olur değil mi? Peki “ma keteballahu lekum” ne demek? “Ketebe” geçmiş zaman fiilidir ama mesela ahiretle ilgili ayetlerde geçmiş zaman fiili kullanılır arapçada. “Vebteğu ma ketebellah” dediğine göre Allah zaten yazmışsa gelir, benim aramama gerek yok. Allah’ın size yazacağını arayın deöektir yazdığını değil. HADİD, 22.. Ayet: “Ma esabe min musıybetin fiyl’ardı ve la fiy enfusikum illa fiy kitabin min kabli en nebreeha” yeryüzünde olacak herhangi bir olay yada sizde olacak bir şey: biz, onu yaratmadan önce mutlaka bir yere yazarız. Hatta bir yaprak düşmeden de kayda geçer. İnsan ana rahminde ne zaman yaratılmaya başlanır? Hiç bir şekilde insan hakkında bir bilgi yok, her birimizle ilgili olarak ALİ İMRAN, 6.. Ayet: Hüvellezı yüsavviruküm fil erhami keyfe yeşa’a: ana rahminde size tercih ettiği şekli veren O’dur. Erkek yapar, kız yapar, bütün ölçüleriniz orada belirlenir. Ana rahminden önce yok. O zaman karı koca ilişkiye girdiği zaman ana rahmine düşmeden önce herhangi bir çocuk olmayacağına göre çocuk sahibi olma niyetiyle ilişkiye girsinler demiş oluyor burada. “Vebtegu ma keteballahu lekum” Allah’ın size yazacağını arayın. Yazdığını değil de yazacağını arayın. Arap dilinde ahiretle ilgili ayetlere bakın, hep geçmiş zaman fiili kullanılır. Arap dili fiil bakımından Türkçe gibi değil. Türkçe zaman bakımından son derece zengin bir dildir. Geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman, miş-li geçmiş zaman, di-li geçmiş zaman, di-li geçmiş zamanın hikayesi, artık her şey vardır. Ama Arapçada bir gelecek zaman vardır bir de geçmiş zaman vardır. Şimdiki zaman da yoktur. Ondan dolayı mesela nikah kıyılırken Araplar hani şart koşarlar: “kabul ettim” demeni şart koşarlar. Çünkü eğer geçmiş zaman kullanmazsanız, gelecek zaman “edeceğim” diye anlaşılır. Karşınızdaki senin evlendiğini düşünür, siz de evleneceğinize niyet etmiş olursunuz. O söz sizin niyetinize uygun bir sözdür. Yarın mahkemeye çıktığınız zaman ben buna niyet ettim dersiniz. Bunu demeyesiniz diye işte “aldım”,”verdim” denir. Geçmiş zaman kipi kullanılır Arapçada mecburen. Ama Türkçede şimdiki zaman var, geniş zaman var. O zaman alıyorum dedin mi akit inikat eder. Dillerin bu farkını bilmeyenler zannediyor ki Türkçede de aynı kipi kullanmak zorundayım. Aldım, sattım demek zorundayım. Alıyorum desen de olur Türkçede, fark etmez. Ama Arapçada olmuyor. Çünkü aksi takdirde ihtilaf çıktı mı sizin şimdiki zaman diye kullandığınız kelime gelecek zamandır aslında. Ada der ki ben bunu kastetmiştim. Tamam, haklı olur. Dolayısıyla “ma keteballahu lekum” da odur: “Allah’ın size yazacağını”. Allah yazmadan hiç bir şey olmaz. Arayın diyor çocuk. Ondan sonracda diyor ki; “ve külu veşrabu: yiyin, için”, “hatta yetebeyyene lekümül hüytul ebyadu minel haytıl esvedi minel fecri”: fecr tarafından o beyaz çizgi. O be yaz çizgi son derece önemli. Tan yeri ağardığından itibaren gökyüzünde kızıllık ve beyazlık siyah ile karışık olarak ilk andan itibaren zaten olur. O bir kubbe gibi tüm ufku sarar. Kızıl, beyaz. Ama siyah çizgi dediğimiz zaman da ufuk çizgisi netleşmiş olur ki ufuk çizgisi, denizcilerin yaptıkları uzun gözlemler sonunda -10 dereceye çıktığı zaman güneş yani 10 derecelik uzaklığı olduğu zaman ufuk çizgisi net olur. Ama ufuk çizgisinin netliği yetmiyor. “yetebeyyene lekümül hüytul ebyadu” beyaz çizgi kesinleştiği zaman”. Kızıllığı zaten her zaman görüyorsunuz. Ama o beyaz çizgi ufuk üzerinden enlemesine çok kısa bir an için netleşir. Biraz sonra bozulur. İşte o çok net oluncaya kadar yiyin, için diyor. “yetebeyyene lekümül hüytul ebyadu”. “Size göre”. Gözlerimle mi? Yıllarca rasata çıktık ya. İşte bu dergide de var. Dikkat ederseniz görürsünüz hep belgelerin altında benim imzam vardır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın resmi belgeleri bu. Bunların hepsi resmi belgelerdir. Bazıları şunu söylemişler;” Abdulaziz Bayındır’ın gözlüğü vardı” demişler! Allah, “size göre” diyor. Gözlük olsa da aynı olmasa da aynı. Sana göre. Yani elimde çok hassas aletler bilmem ne! Diyanet’in şeyleri çıkmıştı biliyorsunuz “biz şu marka şu aleti kullanıyoruz, bunu kullanıyoruz”. Güzel de o Alet Mekke’de, Medine’de var mıydı? Bir de diyor ki bakın “kulu veşrebu: yiyin, için” diyor. Ben şimdi sahurda ufuk gözlemi yapmak için sofrayı alıp götürüp de şeye mi kuracağım. Ne dağıydı Ankara’da? Bâlâ Ormanlarına gideceğiz sahur gözlemlemek için Elma Dağı’nda. Eee? O da yetmiyor efendim şöyle gelişmiş aletler. Güzel peki kaç senedir, yıllardır bu memleketin parasından şu kadar da tahsis ettik diyordunuz, peki çıkarın da o parayı veren şu insanlara bir tane resim gösterin bakayım. Asla gösteremezler. Çünkü Diyanet’in ölçü aldığı saatte yeryüzü zifiri karanlıktır. Ufku bırakın gökte insanlarla yıldızlar arasında bile bir ışık olmaz. O saatte olmaz. Yani onlar o saatte o en hassas aletlerle de gökyüzünde ışık arasalar, yıldızlardan başka bir ışık bulamazlar. Güneş ışını bulamazlar. Ama Allah ne diyor; “yiyin, için”. Ben yeme içmeye devam ediyorum “yetebeyyene leküm” evet hava aydınlandı. Tabiki aydınlanacak. Çünkü seher. Seher vakti, güneşin ışınlarının karanlığa karıştığı vaktin anlamıdır. Arapçada öyledir. ”hatta yetebeyyene lekümül hüytul ebyad” o beyaz ışık oluşuncaya kadar “minel haytıl esved” ufkun siyah çizgisi üzerinde beyaz. Tabi araya da kızıl bir fecr ışığı girer. Onu Vedatlar çok güzel yapmıştı. Ama hiç başarılı olamamışlar. İki günde topu topuna 2 milyona dahi ulaştıkları yok yani. Ama orada çok güzel anlatmışlar sağolsunlar. Diyor ki yiyin için, size göre o beyaz çizgiyi unutmayın. En önemlisi o. Çünkü o beyaz çizgi uzun süre kalmıyor. Kısa bir süre sonra karışıyor kızıllığa. Ama bir net bir şekilde çizgi haline geldiği zaman fecr olmuş oluyor. “Sümme etimmüs sıyame ilel leyl: sonra orucu geceye kadar tamamlayın”. Gece de güneşin batmasıdır. Güneşin doğması gündüz, batması gece. Kutup bölgesinde de duhanın ortaya çıkışı ile gündüz, duhanın kaybolmasıyla gece oluşur. Duha konusunda inşallah fizikçiler ölçüm yaparlarsa-bu, onlara düşen bir görev-biz de istifade ederiz. “Ve la tübaşiruhünne ve entüm akifune fil mesacid: mescidlerde itikaf halğnde olduğunuz zaman eşlerinizle ilşkiye girmeyin“. Mesela ramazanın son 10 günü itikafa giriyorsan ilşkiye girme. İtilafta bulunduğunuz süre içerisinde. İtikaf, inadete kapanmak, ibadete durmak demek. “Tilke hududüllahi: işte bu, Allah’ın koyduğu sınırlardır. Bu sınırlarda neler var? Yemenin içmenin beyaz çizginin ufkun kara çizgisi üzerinde bir çizgi olarak ışığın ortaya çıkması. Yoksa ondan önce ışık var. Işık olmaz değil. Işık kubbe gibi. Çünkü Resulullah; “yayılarak yüksele ışık sizi aldatmasın” diyor. O var. Ama enine yayılan o kızıllık diyor Resulullah hadisinde. Aynı şey, farkı yok. Enine yayılsn kızıl çizginin üzerinde bir beyaz çizgi oluşuyor ki ayet daha dakik bir ifade ortaya koyuyor. O kızıllığın üzerindeki o beyazlık: işte bu, Allah’ın koyduğu sınır. Bu sınır çiğneniyor mu bugün? İslam alemi denen şeyin tamamında çiğneniyor. Dün Fatih bana büyük bir müjde verecekti. Neydi o müjde?
FATİH ORUM: O, benim hatamdı tabi! İlk sahura kalktığımız akşam saat 4’ü 20 geçiyordu. Televizyonu karıştırırken Mekke ve Medine’de sabah namazını canlı olarak veriyor. Ben de şey yaptım: 4’ü 20 geçiyorsa bizde de zaten 3:30 ilan edilmiş imsakı. Aşağı yukarı demek ki onlar namazı vaktinde kılıyorlar diye tahmin ettim ama ertesi gün hocamla paylaşınca acı gerçeği öğrendim.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Namazı 4:39’da kılmaları gerekirken 4’ü 20 geçe kılmışlar. Gene bizimkilerden iyi. Bizimkiler 1 saat 15 dakika kadar önce kılabiliyorlar. Ama fark etmez, ikisi de aynı. İkisi de teheccüd namazı kılmış oluyor. Sabah namazı ikisinde de gümbürtüye gidiyor. Allah’ın koyduğu çizginin islam aleminde nasıl çiğnendiğini. Dün akşam bir yerde iftardaydım, kendileri yatacak bütün işleri Allah görecek! Öyle dualar ediyorlar ki. İyi valla ne gerek vardı senin bu dünyaya gelmene. Düşmanı da Allah kahrediyor, zenginlik de veriyor, her şey. Ya kardeşim peki senin yapacağın bir şey yok mu? Ne diyor Allah; “ulaike lehum nasibun mim ma kesebu: kazandığında bir pay vardır”. İstediğin kadar dua yaparsın ama çalışmadan eline hiç bir şey geçmez. Kadın oruç tutamaz deniyor. Bak sınırlara yaklaşmayın deniyor. Adetli kadına oruç haramdır denmesi bu sınırın neresinde? Tarumar edilmiş değil mi sınır? Sınır diye bir şey bırakılmamış. Mesela ramazanda oruç tutmazsan kaza edersin deniyor. Nereden çıkarıyorsun? 60 gün kefaret, 1 gün kaza! Nereden çıkarıyorsun Allah aşkına ya. Bu ne böyle habire din üretiyorsunuz ya. Burası babanızın çiftliği mi? Tutamayanlar fidye verir diyor. Nereden çıkarıyorsun ya? Kuranda 12 yerde hududullah kelimesi var. 8 tanesi talak ile ilgili, erkeğin karısını boşaması ile ilgili. O zaten öyle bir tarumar edilmiş ki islam aleminde bugün doğru talakı bilen İbni Teymiye yazmış doğru bir şekilde, İbni Teymiye’yi imam kabul edenler de onu uygulamıyorlar. O tarumar edilmiş. 8 tanesi oradan gitti. Mirasla ilgili olanlar var 2 tane,o da gitti. Eşine; “se bana anamın sırtı gibisin” diyenlerle ilgili var. Onu getirip oruç fidyesinin kefareti yaptılar o da gitti. Bir de işte burada ramazanla ilgili 12.si: o da gitmiş. Allah’ın koyduğu sınırların tamamını çiğnemiş olan islam alemine Allah ne ceza verir? NİSA, 14.. Ayet: “Ve men ya’sıllahe ve rasulehu ve yeteadde hududehu yudhılhü naran haledn fıha ve lehu azabüm mühın”Allah’ın sınırlarını çiğneyenlere alçaltıcı bir azab vardır diyor. Bu dünyadaki tüm insanlara bakın, müslümanlar mı daha aşağıda diğerleri mi? Dışarıdan bakan hangisini sşağıda görür? Müslümanları. Niye? Çünkü Allah’ın bütün sınırlarını çiğnemişler, bu cezayı da çekiyorlar. O zaman bu cezadan kurtulmanın yolu neymiş? O sınırları yeniden çıkarmak. Allah’ın koyduğu sınırlara yaklaşmayın diyor. “Kezalike yübeyyinüllahü ayatihı lin nasi leallehüm yettekun: Allah işte insanlara ayetlerini böyle açıklar. Belki kendilerini korurlar”. Böylece dersin sonuna geldik. Şimdi sualler.
FATİH ORUM: Bakara suresinin 187.ayetinde geçen “minel fecri” ifadesinin daha sonra indirildiği iddia ediliyor. Bu doğru mu?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bunun kabul edilebilir bir tarafı yok. İki türlü fecr var. Fecr kızıllık. Kızıllık, sabahın ilk anından itibaren başlar, güneş doğana kadar devam eder. Onun için o kızıllık ikiye ayrılır. Fecri kazib ve fecri sadık. “Fecri kazib”. Arap fecr tarafını bilmez mi? Mümkün değil yani. O fecrin olduğu yerde beyaz çizginin oluşması zamanına kadar. Kızıllık mutlaka olacak. O olmadan olmaz. Akşamleyin de güneş tamamen kaybolduktan sonra ufukta bütün ışıklar çekilinceye kadar gene kızıllık vardır. Akşam ile sabah birbirine eşittir yani. Akşam namazı vakti de oradaki beyaz çizgi kızıllığa karışıncaya kadar. Bunu Arapların bilmemesi mümkün değil. Arap dilinde zaten fecrin anlamı da kızıllıktır.
FATİH ORUM: Süleymaniye Vakfı takviminden ilk imsakiye indirirken aylık hesapladığı için imsakiyeler 30 gün olarak görünüyor ekranda. Bu da bir takım kafa karışıklığına sebebiyet vermiş olsa gerek ki sorular var. Siz 30 gün mü tutuyorsunuz? Diyanet’in hesaplarına göre 29 çekiyor diyor. Bizimki de 29. Sadece orada aylık hesapladığı için sistem, bayramı da oruç tutulacak, ramazandan bir gün gibi şey yapıyor. Orada herhangi bir farklılık yok Diyanet ile alakalı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O teknik sıkıntıdan kaynaklanıyor. Bizim o kadar teknik ekibimiz yok. Allah razı olsun Murat Mirasyedi, Allah rızası için yapıyor işinden artan vakitte. O kadar kısa sürede nasıl yaptı ben de hayret ettim. Çok çalıştı. O kadar uzun bir imkanımız yok. Ondan kaynaklanıyor bu.
FATİH ORUM: Niçin oruç tutmayana kızdığımız kadar toplum olarak namaz kılmayana kızmıyoruz bunu anlayamıyorum diye bir soru var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Toplumu boş ver. Sen kendin ne yaptığına bak. Ne diyor Allah; “ENAM, 116.. Ayet: “Ve in tütı’eksera men fil erdı yüdılluke an sebılillah :yeryüzündeki insanların çoğuna boyun eğersen seni Allah’ın yolundan uzaklaştırır”. Boşver. Biz kendimizden sorumluyuz. Biz ne yaptığımıza bakalım.
FATİH ORUM: Vitir namazı, teheccüt namazından farklı bir namazmıdır? Vitir namazı uyuyup uyanınca kılınırsa teheccüt yerine geçer mi?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Teheccüt yerine geçer. Teheccüt namazından farkı: Resulullah, yatsı ile sabah namazı arasında kılınır diyor. Teheccüt, gecenin ortasında kılınıyor. Seher vaktinden önce kılınır. Gerçi seher vaktinde kılınırsa ona da teheccüt deniyor ama esas ayetlere baktığımız zaman gasakta yani gecenin ortasında kalan kısım olduğu anlaşılıyor. Ama biz vitri gece kalkıp kılarsak o da teheccüte girer. Zaten en son vitr tek rekatlı demektir. Resulullah 2,4,6,8,10, en sonunda 1 rekat kılıyor onu vitire çeviriyordu. Sabah namazından önceki son namazdır vitr ve tek rekatla bitiriliyor.
FATİH ORUM: Aynı çatı altında yaşayıp farklı imsakiyeleri kullanan kişilerden birisi aramış. Çok madurum, sıkıntı yaşıyorum evde demiş.
Almanya’dan artık kronikleşmiş sorulardan bir tanesi. Güneşi görüyorum ama buna rağmen sabah namazı kılıyorum diyor takviminize göre.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Buna iyice alışmak lazım. Bu arkadaşlarımızı ben son derece anlayışla karşılıyorum. Türkiye’de güneşin bütün etkilerini görmemize rağmen, o kadar çok rasat yapmış olmamıza rağmen, yanlışları belgelememize rağmen Diyanet’e bile yıllardır bunu anlatamadığımıza göre ufukta en küçük aydınlık olmadığı bir zamanda bu insanlar keyifle oruçlara başlayıp namazlarını kılabildiklerine göre kurup bölgesinde bu iş kısa sürede halletmeyi beklemek biraz zor. Sitede yayınladığımız yazıya “Namaz Ve Oruç Vakitler”, parantez içinde ne yazdık? “Yanlız müslim olanlar için”. Yani Allah’a teslim olanlar için. “Bizim başımız Diyanet’e bağlı” diyenler için değil. Ben Diyanet’in dediğine uyarım diyenlere söyleyeceğimiz tek kelime yoktur. Allah’ın dediğine uyarım diyenlere biz söyleriz. O ne demek? İslam’da dini kurum olmaz. Dini kurum sadece yoldan çıkan guruplarda olur. Onların birisi tarikatlardır, birisi Şia’dır, birisi kilisedir. Onlar kurum oluştururlar. Ama islamiyette Allah’ın emirleri esastır. Esas olan, Allah’ın emrine uymaktır. Kutup bölgesinde yaşayıp da Allah’ın emrine uymak isteyen arkadaşlarımız şuna baksınlar: 1-İsra12.ayette Allah, gecenin işaretini kaldırdığını ifade ediyor. Yani gece, karanlık olmayabilir diyor. 2-İnsan suresinin 26.ayetinde gecenin uzun bölümünden bahsediyor gecenin ortasıyla ilgili olarak. Gecenin ortası gecenin uzun bölümüdür. Mesela bugün baksınlar 45.derece enlemde ancak gecenin uzun bölümü gecenin ortası olabiliyor. 46.derece enleme girdiğin zaman gecenin ortası, başından ve sonundan kısa hale geliyor. Allah mizan koydum diyor, bunu bozmayın diyor. Bozmayın dediğine göre gecenin de karanlık olması şartı olmadığına göre beyaz gecelerin başladığı bir nokta olması lazım. Bir yerde pat diye hemen beyaz gecelere geçilmez. İşte o başladığı yer 46.derece enlemdir. O da ayetlere baktığınız zaman başka bir derece olmuyor. Yani Kuran ınunda çok net olarak vermiş. Daha önce de söyledim, bu dereceler kuran olmadan da belirlenemez. Bir dağ düşünün. Şuraya ekvator deyin, buraya da kutup noktası deyin, bura da 45 derece birleştiği nokta. 45 derecede iki taraf da birleşiyor. 45 dereceyi geçip 46’ya gittiğiniz zaman buradaki 44’e denk geliyor. 44’ün simetriği olur. 47’ye gittiği zaman 43’ün simetriği. Öyle gide gide 90 derece noktasına gittiğinizde sıfırın simetriği olmuş oluyor. O noktada insan yaşaması için mecburen çünkü tek noktaya göre hesap yapılamaz. 90 derece bir noktadır. Ama o zaman 89 derecede bulunanlara da ekvatorun bir üstündeki birinci derece enlemin hesapları kullanılacak. O da tam bir simetriğin oluştuğuna o arkadaşlarımız alışsınlar. Çünkü bu, kuranın emridir. O simetriyi oluşturduğunuz zaman kuranın gece-gündüze koyduğu ilgili kuralları uyguladığınız zaman kutup bölgesinde güneşin başı, duhanın ortaya çıkması oluyor. Güneş tepede olmasına rağmen duhası gözükmüyor. Duha’nın ortaya çıktığı zaman da nasıl olacağı Allah Duha suresinde bildirmiş. “Vedduha” diyor: duhaya çok dikkat edin, duha çok önemlidir.. Gerçekten de duha, gündüzün ve gecenin tanımında en temel unsurdur kurana baktığımız zaman. Duhaya çok dikkat edin, “DUHA, 2.. “Ayet: Velleyli iza seca: durgunlaştığı zaman geceye“. İşte duha, tüm tabiata canlılık veren, hareket veren bir güneş enerjisidir. Gece olduğu zaman artık o durgunlaşma, dalgalı bir denizin durgunlaşmaya başlamasıdır. Durgunlaşma pat diye olmaz. Aniden kesilmez. O zaman durgunluğu hissetmeye başlayacaksınız. Kutup bölgesinde yaşayan arkadaşlarımız gözlemlerini bizimle paylaşacaklar, biz öğreneceğiz. Biz orada yaşamıyoruz ki. Burada yıllarca uğraştık da o kadar açık seçik şeyleri daha yeni yeni özümsüyoruz. Kolay bir şey değil. Bazı arkadaşlarımız şunu söylüyor; “o sıra biz, güneşin rengindeki değişikliği hissediyoruz”. Olabilir, mümkündür. Tatlı bir rüzgar estiğini hissediyoruz. Tamam. Zaten “vessubhi iza neffes” diye C.Hakk bunu kuranda bildiriyor; “sabah nefeslendiği zaman”, biz de onlardan öğrenmiş olacağız. Ama artık buna alışmak zorundayız.
FATİH ORUM: Küçük çocuğu emziren bayanların oruç tutup tutmamaları ile alakalı bir soru var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Geçende Yahya okumuştu hadisi. Aklında mı?
YAHYA ŞENOL: Allah, yolculardan namazın yarısını, hamile kadınlardan da..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hamile ve emzikli kadınlardan da tamamını kaldırmıştır diyor. C.Hakkın koyduğu kurallara bakın. Bir yolcunun çektiği sıkıntıyla hamile ve emzikli kadının ki hanımlar onu iyi bilirler. Doğum yapmış olanlar bilirler. Biz sadece baba olarak eşimizin çektiği sıkıntıları dışarıdan ama içeriden hissetmek o kadsr kolay bir şey değil. Onu hissedemeyiz yani çok zor. Yani bir yolculukta çekilen sıkıntı ile hamile ve emziklinin çektiği sıkıntı aynı mı? Aynı olur mu? Olmaz değil mi? Olmaz, mümkün değil. İşte bak yolcu yarısını diyor, ondan tamamını kaldırmıştır diyor. Çünkü Allah, kişiye gücünün üstünde bir yük yüklemez. Emzikli kadın kendini değil bir başka canı da besliyor. Hamile kadın da öyle. Sadece kendini beslemiyor ki bir başka canı da besliyor.
FATİH ORUM: Vitir namazının vaktini soruyor bir takipçimiz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Vitir namazının vakti gasakıl leyldir. Yatsı namazı bittikten sonra. O bir hadiste belirtiliyor. “Beyne salatıl işai ves salatil fecr” diye Buhari hadisi olacak. Yatsı ile sabah namazı arası vitir namazının vakti. Yatsı namazının vakti bitmiş olacak, ondan sonra. Ama uyur, uyanır kılarsanız o zaman teheccüt olmuş olur.
FATİH ORUM: Öğle ve ikindi namazlarının cemaat ile kılınması durumunda kıraatın sessiz olmasına dair delil nedir? Buna mukabil cuma namazında cemaat halinde kılınırken niçin kıraat cehri oluyor? Bununla ilgili delilleri soruyor. Amerika’dan bir takipçi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu sorular olmasa hiç bir şey öğrenemeyeceğiz. Çok zeki adamlar sorular soruyor,biz de iyice bunalıyoruz. Zaten ben her zaman söylüyorum. Allah’a şükür eğer ben İstanbul Müftülüğü’nde 21 sene kalmasaydım hiç bir şey öğrenemeyecektim. Çok zeki adamlar anamızı ağlatıyor soru sorarak. Biz de bulmak için gece gündüz uğraşıyoruz, Allah da yardım ediyor bir şeyler öğreniyoruz. Şimdi de böyle işte. Sen o ayeti oku Yahya.
YAHYA ŞENOL: ARAF, 204.Ayet: “Ve iza kuriel kur’anü festemiu lehu ve ensıtu lealleküm türhamun: kuran okunduğunda susup onu dinleyin, kulak verin ki size merhamet edilsin”. ARAF, 205.. Ayet: “Vezkür rabbeke fı nefsike tedardruav ve hıyfeten; ve rabbini içten içe ve yavara yakara an”, “ve dunel cehri minel kavli:açıktan olmayacak bir şekilde”,”bil guduvvi vel asal:gufuv ve asal vakitlerinde”. “Ve mibel gafilin: sakın gafillerden olma”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu ‘guduv ve asal’a sabah da giriyor, çünkü kuşluk namazı da var. Farz olmamasına rağmen. Sabah-akşam diye tercüme edilmesi daha iyi. Esas orada “vezkur rabbeke fi nefsike: rabbini kendi nefsinde zikret”. “Rabbini içte içe zikret sabah akşam”. Bu ne demek? Bunun namazla ne alakası var? Ayetleri birlikte okuma meselesi var ya. Taha suresinin 14.ayetinde ne diyordu Allah;”ve ekımis salate li zikri”, “li zikri”, benim zikrim için namazı kıl. “Ve le zikrullahi ekber” de Ankebut suresinde geçiyordu. Allah’ın zikri ile ilgili daha birçok ayette var. Uzun uzun onu yazmıştık, dergide çıkmıştı. İşte zikir için namaz kılıyoruz, sabah akşam böyle yap diyor. Yani zikir geleneksel manada Allah’ın adını tekrarlamak ise bunun sabah akşamı olmaz, her zaman aynı şeyi yaparsın. Kendi içinde zikret diyor. Bu, normal namaz. Onun için orada kuran okumaktır. “Ekımis salate li zikri” zaten birçok ayette var. Kuranın adı da zikirdir. “İnna nahnu nezzelna zikra ve inna luhu hafizun” ayetinde olduğu gibi. “O zikri biz indirdik, onu koruyacak olan da biziz”. Sadece kuranın adı değil, bütün indirilen kitapların adı zikirdir. Bir de “Okunduğu zaman dinle” dedi. Bu demek yüksek sesle okunacak bir vakit var, yüksek sesle okunmayacak vakit de sabah akşam. Bunun dışındakiler yüksek sesle okunacak.
Cuma namazı ile ilgili diyor ki Allah; CUMA, 9.. Ayet: “Ya eyyuhelleziyne amenu iza nudiye lissalati min yevmilcumu’ati fes’av ila zikrillahi: cuma günü namaz için çağrıldığınız zaman Allah’ın zikrine koşun”. Allah’ı zikredin değil, Allah’ın zikrine koşun. Birisi zikredecek, siz dinleyeceksiniz. O zikir iki şekilde. Bir Allah’ın emrettiği namaz CUMA, 10.. Ayet: “Feiza kudıyetissalatu fenteşiru fiyl’ardı: namaz tamamlandığı zaman yayılın” diyor. Onun için bu ayetten de o kıraatın cehri olacağı anlaşılıyor. Siz o zikre koşuyorsunuz. Yoksa kendi kendinize zikredin değil. “fezkurullahe” diyor diğerinde. “Kıyamen kuuden ve ala cunubikum”(NİSA 103) diyor. Namazda siz zikirde bulunun. Burada zikire koşuyorsunuz. Birisi zikir yapıyor yani kuran okuyor, siz onu dinliyorsunuz.
FATİH ORUM: Öğle ve ikindiyi bir arkadaşım sürekli, her hangi bir mazereti olmadan cem ediyor diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mazereti olmadan da cem etse namazı olur ama Resulullah, öğle ile ikindiyi çok az bir arada kılmış. Ve bazen de hiç bir özür olmadığı halde birleştirmiştir. Sadece ümmetime sıkıntı olmasın diye. Sahih bir hadistir, Müslim’de geçen bir hadistir. Sitede vardır. Ama bunu birleştirmeyi adet edinmek doğru değil. Her birisini zamanında yapmalı. Doğru değil derken iyi değil anlamında. Yanlıştır manasında değil. Her bir namazı vaktinde kılalım ama sıkıntı olduğu zaman, mazeret olduğu zaman birleştirebiliriz.
KATILIMCI: Akşam Mehmet Çelik Hoca vardı Ülke Tv’de. O da oruçtan bahsetti. Pagan dinleri araştırmışlar. Pagan dinlerinde de orucun olduğunu bulmuşlar. Yani çok tanrılı dinlerde. Oradan yola çıkarak da öncelikle dinler tarihinde çok tanrılı dinler oluşmuş, sonra tek tanrıya ulaşılmıştır diye bir inanç vardır. Pagan dinlerinde orucu bulduklarında ilk önce tek tanrılı din olduğu şey yapılmış. Böyle bir bilgi söylemişti. İlginç geldi bana.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Batılıların şeyi o. Batılılar oturup masa başında şey yapıyorlar. Biliyorsunuz bir adam zengin olduğu zaman söylediği şey, zenginse akıllıdır, zenginse bilgilidir, zenginse beceriklidir, zenginse her şeydir. Batılılar biraz zengin oldu ya her şeyi söylüyorlar. Atmak serbest. Bizimkiler de onların karşısında ezik. Öyle şey olur mu ya! Allah’ın kitabı elimizdeyken milleti şirkten kurtaramıyoruz. Ramazan günü adam Allah’ın kitabına uymuyor, ben Diyanet’e uyarım diyor. Ben Diyanet’e uyarım demek ne demektir? Ben Allah’ın kitabını tanımam demektir. Bu da şirktir işte. Öyle şey olur mu? Diyanet çıksın “ben Allah’ın kitabına uyuyorum” diye göstersin millete, resimler de göstersin o zaman kabul ederim onların doğru yolda olduğunu.
KATILIMCI: Zamanında bilmiyorduk adet günlerinde oruç tutmuyorduk. Onların bir kısmını sonradan tuttuk. Sonradan tutamadığımız oldu.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sizin orada bir günahınız yok. Günah, size orucu tutturmayanlarda. Biz de tutturmayanlardandık, biz de o zaman ümmiydik. Sonradan öğrendik doğrusunu.
KATILIMCI: Tek tek onları hesaplamak da mümkün değil.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hesaplamayın. Öyle bir göreviniz yok. Bizim dergimizin son sayısı çıktı. Başlığı: “Tamam Mı Devam Mı?”. Bu, şeye hitaben söylenen sözdür. O imsak vaktini gecenin ortasına çekenlere hitaben söylenen sözdür. Allah’ın emrine mi uyacaksınız yoksa babalarınızı üzerine bulduğunuz dine mi? Babalarımızı bulduğumuz kısım yeter mi diyorsunuz yoksa Allah’ın kitabına mı uymak istiyorsunuz? Tamam mı devam mı diye bir soru sorduk.
KATILIMCI: Ülke Haber’de dinler tarihçileri bir ittifakı söyledi. Oruçtan, namazdan yola çıkarak anlattı. Oruç ve namazı araştırıyor tarihçiler ve şu kanıya varıyorlar: bütün çok tanrılı dinler tek tanrılı dinden gelmiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ona hiç gerek yok. Çok açık onlar. O adamların saçmalıklarını dikkate almadın mı hiç problem diye bir şey kalmaz. Yani batılıları.
KATILIMCI: Hocam imsak erken başlatıldığı, sabah namazının erken kılındığında bahsedildi. Peki akşam ne olacak? Hadi insanlar oruca geç başladı, bunun bir mahsuru olmaz belki. Yarım saat sonra namazını kılar. Erteleyebilir. Akşam bir veya iki dakika önce açılsa iftar, o zaman ne olacak?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Güneş batmadan veya kutup bölgesinde duha çekilmeden vaktinden önce yerse oruçlu olmamış olur. O zamana kadar orucunuzu tamamlayın diyor. Ama mesela bizim takvimimizdeki iftar ile Diyanet takvimi iftarı arasında 6-7 dakika fark eder. O farkın sebebi şudur: biz de imsakiye çıkardığımız zaman o kadar olmasa da fark koymaya mecbur kaldık. Çünkü İstanbul için imsakiye dediniz mi Tuzla’da yaşayan da kendisini İstanbul kabul ediyor, Istrancalar’da yaşayan da kabul ediyor. İkisini de aynı değil, mecburen orucu bitirmeyi en batıya göre hesap etmek zorunda kalıyorsunuz. Başlamayı en doğuya göre hesap etmek zorunda kalıyorsunuz. O arada mecburen başka çareniz yok insanlara yazılı bir belge verdiğiniz için bir fark oluşuyor. Ama mesela bizim telefonlardaki şeylerde imsak vakitleri noktasaldır, dakiktir. Yüksek bir binanın alt katı ile üst katı arasında fark vardır. Çünkü üst katta ufkun görüntüsü ayrıdır, alt katta ayrıdır. Bu farklar normal. Ama gerçek vaktinden önce insanlar orucunu yer ise o zaman oruç tutmamış olur.
KATILIMCI: İlk mesih ve mehdi aynıdır, Hz. Muhammed’dir dediniz. Ben yanlış anladıysam düzeltin lütfen. Kuranda birçok şeyde zaten Hz. Muhammed’in ismi telafuz edilmiş. Neden özellikle mesih ve mehdi olarak söylenmiş de Hz. Muhsmmed olarak işaret edilmemiş? Okuduğunuz ayetlerden bunu çıkarttınız.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Muhammed(sav) mehdidir. Yani yola gelmiş bir kişi ve doğru yolu gösteren kişidir. Mehdi kelimesi sonradan ortaya konmuştur. Hüseyin(ra)’ın öldürülmesinden sonra ortaya çıkarılmıştır. Ama işin esasını anlatmaya çalıştım. Yani bütün dinler son nebiyi bekliyorlar. Hepsi bekliyor. İşte onun yerine Muhammed olmasın da mehdi olsun diye bir kelime uyduruyorlar. Aslında bekledikleri aynı kişidir. O’na inanmamak için. Hristiyanlar’da İsa (as)’a inanmamışlar, İsa (as) mesih olarak kitaplarında geçiyor. E o zaman mesih gelecek diye bekliyorlar.
KATILIMCI: Yeryüzüne gelecek diye bekliyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O, işin hikayesi. Gelecek diye bekliyorlar. Bu defa onlar, Muhammed’e inanmamak için, perdelemek için onu uyduruyorlar. Hıristiyanlar da öyle yapıyor. Bizim bazı müslümanlar da onların dolduruşuna geliyorlar. Anlatmak istediğimiz o.
KATILIMCI: Bu güne kadar öğrendiğimiz, duyduğumuz: hep bir mehdi gelecek.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İyi ya işte öyle söylüyorlar. Onların hikayelerine uyuyorlar. Kurandan ayrıldığın zaman kökünden koparılmış bir ağaç gibi oluyorsun. Kim nereye çekiyorsa oraya gidiyorsun.