Abdülaziz Bayındır:
Herkes biliyor bu nesih konusu Kuran tefsirlerinin en temel konularından birisidir. Nesih dediğimiz zaman şöyle bir tarif yapılıyor: bir şer’i delilin diğer şer’i bir delil tarafından yürürlükten kaldırılması. Şer’i delil dediğimiz zaman öncelikle akla gelen Kuranı Kerim’dir. Dolayısıyla Kuranın Kuranla neshi, Kuran’dan bir ayetin diğer ayeti yürürlükten kaldırması… Ya da ikinci delil sünnet olarak kabul ediliyor. Sünnetin sünnetle neshi ya da sünnetin Kuran’ı neshetmesi kavramı var. Üçüncü delil icma. İcma ile de Kuran’ın ve sünnetin neshi fiilen var. Uygulamada biz bunu görüyoruz. Dördüncüsü içtihat. Kıyas. Biz kitaplarda kıyasla da bir ayetin hükmünün neshedildiğini görüyoruz.
Allah’ü Tealâ Maide Suresi’nin 3. ayetinde: “Bugün sizin dininizi olgunlaştırdım. Size olan nimetimi tamamladım. Bu İslam’ın sizin için din olmasına razı oldum. Bunu onayladım.” (Maide 6/3) Diyor. Böyle olmasına rağmen bakıyoruz ki bir takım nesihler var. Mesela kısa bir örnek vermek gerekirse Tevbe Suresi’nin 60. ayetinde zekâtın sekiz sınıfa verilmesi hükme bağlanır. Hanefi fıkhi kitaplarını açın. Mesela Ömer Nasuhi Bilmen’in büyük İslam İlmihali’ni açın. Sekiz sınıf demez yedi sınıf der. O sınıflardan bir tanesi olan gönlü İslam’a ısındırılması gereken kişiler onlara da zekât verilmesi orada emrediliyor. Onun kaldırıldığını görürsünüz. Ömer Nasuhi Bilmen’in Islahatı Fıkhıye Kamus’unda konu ile ilgili bölüme bakarsanız orada der ki bunlarla ilgili hükmün tarihsel olduğu, onun ifadesiyle zamanla mukayyet diyor. Yani belli bir zamanla sınırlı. O zaman geçince hüküm ortadan kalkmış olur. Bu sebeple mensuh olduğu neshedildiği şeklinde bir ifade kullanılıyor. Tabi orada nesh eden ne? Ömer Nasuhi Bilmen’e göre icma ile neshedilmiştir. İcma dediğimiz peygamberimizden sonra oluşmuş bir görüş birliğidir. Ama işte Hanefilerin büyük bir bölümünün itikatta mezhebi olan Maturidiler var. İmam Maturidi’ye mal edilen bir tefsir var. O tefsire baktığınız zaman da müellefatı kulub konusunun içtihatla neshe örnek olduğu ifade ediliyor. Yani kıyasla nesih içtihatla nesih. Dolayısıyla olayın boyutları çok genişliyor.
Bakıyorsunuz ki bir ayet bakıyorsunuz ki iki yüzün üzerinde ayeti neshedebiliyor. Bazıları da hiç neshi kabul etmiyor. Hiç nesih yoktur diyor. Bazıları vardır diyor. Nesih vardır diyenlerin de kendi aralarında bir ittifakları yok. Hadis ayeti nesheder mi dediğimiz zaman Hanefi mezhebinde hadisin ayeti neshettiğini görüyoruz. Hatta bir hadis en inmiş ayeti hem inecek ayeti neshediyor. Örneği de var inşallah önümüzdeki günlerde bunları ayrıntılı olarak göreceğiz. İmam Şafi’ye bakıyorsunuz El-Risale’sinde diyor ki hadisin sahası başka ayetin sahası başka. Kuran Kuran’ı nesheder sünnet sünneti nesheder. Sünnet sünneti Kuran Kuranı nesheder diyor prensip olarak. Ama uygulamada bakıyorsunuz ki sünnet Kuranı pekâlâ neshediyor. Bir hadis geliyor Kuranın hükmü yürürlükten kaldırılıyor onunla.
Şimdi böyle karma karışık bir ortam var. Bu karmakarışık ortamda bir ilim oluşturmak bir sistem kurmak gerçekten zor. Bunun müslümanlara yansıyan tarafı var. Görüyorsunuz bir selefi cemaat çıkıyor. Bir başka söylem geliştiriyor. Selefilerin dışında bir topluluk ortaya çıkıyor. Tekfir cemaati diye bir cemaat ortaya çıkıyor. Mesela bu günlerde Dünyaya İslam’ın ciddi manada yayılmasının arifesinde bulunuyoruz. İnsanlar korkutuluyor. Hem İslam ülkelerindeki insanlar korkutuluyor hem dışarıdaki insanlar korkutuluyor. Bunu korkutan insanlar aslında kendi istekleriyle bunu yapmıyorlar. Yani şimdi siz bu bizim fıkıh kitaplarını okursanız siz de korkarsınız. Ya da onlara göre bir dindar olmak isterseniz siz de korkutursunuz çevrenizi. Yani sanki insanlar zorla Müslüman edilecekmiş gibi bir hava var. Dolayısıyla gerçekten çok karmaşık bir çerçeve ve burada en temel problemlerden birisi olan nesih problemi. Onu bugün ele alıyoruz burada. Bugün genel bir giriş yapacağız konuya. Ondan sonra daha sonraki dönemlerde hangi ayetlerin kitaplarda neshedildiğini teker teker ele alacağız. Çünkü bunları teker teker ele almadığın zaman problem çözülmüyor. Burada siz genel prensibi söylüyorsunuz ama genel prensibi uygulamada herkes istenen başarıyı sağlayamıyor. Onların hepsini teker teker ele alalım diyoruz. Ondan sonra Kuranı Kerim geçmiş kitapları neshetmiş midir? Ayetler arasında nesih var mıdır? Nesheden ayet ve neshedilen ayetler konusunda mevcut kitaplardaki görüşler nelerdir? Sünnetin oluşumu nedir? Kitapla sünnet arasındaki ilişki nedir? Sünnet sünneti neshediyor mu? Yani hadisler arasında nesih var mı? Kuran sünneti nesheder mi? Böyle bir kavram doğru bir kavram mıdır? Ya da sünnet Kuranı nesheder mi? Bir de icma ile nesih söz konusu olabilir mi?
Bütün bunları halletmezseniz karmaşa devam eder. Neden devam eder? İslami ilimlerle ilgili bir şeyler okumak isteyenler mevcut kitapları okumak zorunda kalıyorlar. O kitaplarda size bu karmaşık bilgileri veriyor. Arındırılmış bilgiler yok. Evet, arındırılmış bilgi kitapların yazarına göre var da fakat bizim tespit edilebildiğimiz kadarıyla arındırma Kuran temelinde yapılmıyor. Kuran temelinde arındırma yapmadığınız zaman yani ortaya ilgili ayetleri koymadığınız zaman bu defa yerel ve kişisel kalıyorsun. Yani sana göre kelimesi ortaya atılıyor. Hâlbuki burada sana göre uygun bir ifade değil. Burada olması gereken Kuran’a göredir. Yani Allahütealâ ne diyor. Niye Kuran’a göre? Çünkü Cenabıhakk’ın mutlaka uyulması istediği şey Kuran’ı kerimdir. Bundan dolayı Maide Suresi’nin 49. ayetinde “Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet. Onların arzularına uyma.” (Maide 6/49) diyor. Bizlere de kim Allahın indirdiğiyle hükmetmezse onlar kâfirlerdir, zalimlerdir fasıklardır. Diye. O zaman biz burada hükmetme derken nesih konusunda da kendi hükmümüzü değil Allahütealâ’nın Kuran’ı Kerim’deki hükmünü ortaya koymamız lazım. Yani Allah’ın indirdiğiyle hükmetmek Allah’ın ne dediğini ortaya koymak gerekir. İşte onu yapmadığınız takdirde doğru bir iş yapmış olmazsınız. Burada ona gayret göstereceğiz. Konuya başlamadan önce neshin sözlük anlamını Dr. Fatih Orum’dan dinleyelim.
Fatih Orum:
Ben genel bir çerçeve çizmeye çalışacağım. Yani neyi çalışıyoruz neyi konuşuyoruz asıl aradığımız şey nedir ve neye vurgu yapacağız bunun ortaya konması için nesih kavramının genel bir çerçevesini çizmeye çalışacağım.
Kelime olarak ref ya da ortadan kaldırma, izale anlamı tebdil anlamı değiştirme, ortadan kaldırma bir de nakil anlamının olduğunu söylüyorlar. Bu nakil anlamına da istinsah anlamını örnek gösteriyorlar. Yani bir nüshayı başka bir nüshaya geçirmek o nüshadan başka nüshalar çıkarmak anlamına geldiğini ve bu istinsah anlamının nakil anlamıyla ilgisi olduğunu söylüyorlar. Bu yönüyle fıkıh usulüyle kelimenin sözlükteki anlamıyla şeriattaki anlamı arasında ciddi bir örtüşmenin uyumun olduğunu belirtiyorlar.
Peki, terim olarak ne anlama geliyor fıkıh usulünde: “Şer’i bir hükmün daha sonra hocamın dediği gibi şer’i bir hükümle kaldırılması.” Yani bir hüküm var ve bu hüküm yürürlükte, uygulanmakta ondan sonra bir başka şer’i delil geliyor ve bu uygulanmakta olan hükmü ortadan kaldırıyor. Yani burada araya bir zaman girmesi gerekiyor. Niçin bu kaydı koyuyorlar? Bunu da tahsisten ayırmak için söylüyorlar. Eğer bir hüküm, ayet indi ve bunun hemen akabinde ilk inen ayet uygulanmadan, yürürlüğe konmadan ikinci bir ayet indi ve ilk inen ayeti tamamen ya da kısmen değiştirdiyse bu nesih değil tahsistir diyorlar. Anlamını daraltmadır. Ama araya bir tarih bir zaman girdikten sonra ikinci inen hüküm onu kısmen ya da tamamen kaldırdıysa buna nesih diyorlar.
Genelde nesih dediğimiz şeyin iki unsurundan bahsediyorlar. Birincisi nasih yani nesh eden sonra gelen delil. İkincisi de mensuh yani ortadan kaldırılan neshedilmiş hüküm. Yine fıkıh usulünde muhkem diye bir kavramdan bahsediyorlar. Lafızlar çeşitli taksimlere tutuluyor. Orada muhkem lafzı tanımlarken işte buna vurgu yapıyorlar. Diyorlar ki muhkem lafız tevile ve neshe imkân olmayan gerek duymayacak kadar açık ve bilindiği ölçüde de neshedilmemiş ve hep yürürlükte kalmış ayettir şeklinde muhkem ayeti tanımlıyorlar. Nesh edilmiş, mensuh ayetler muhkem olmuyor. Neshedilmemiş ayete muhkem diyorlar. Yani muhkem ayeti o şekilde tanımlıyorlar.
Şartlarından bahsediyorlar. Peki, nesih için ne tür şartlar gerekli? Bunun ilk şartı hepimizin tahmin ettiği gibi Hz. Muhammed’in vefatına kadar olmasıdır. O hayattayken ancak nesih olur ondan sonra olmaz deniliyor. Sonra nasih ile mensuh hükmün şer’i ameli bir hüküm olması gerekiyor. Yani hem şeriatı ilgilendiren bir hüküm hem de ameli bir hüküm olması gerekiyor diyorlar. Çünkü mesela ahlaki şeylerde, itikadi şeylerde Allah’ın vasıfları, imanla bu tür şeylerde nesih olamaz sadece ameli şeylerde size şöyle emretmiştim şimdi bunu değiştiriyorum şeklinde muamelatla ilgili konularda olur diyorlar. Mensuh hüküm bir süre yürürlükte kalmalıdır diyorlar. Bunu biraz önce söylemiştik. Şartlarından bir tanesi de bu. Bir başka şart iki ayet veya iki delil arasında mutlak bir tearuz olacak. Yani şöyle diyecek insanlar bunu duyduğunda bu iki delili de uygulamaya imkân yok çünkü aynı konuda ikisi farklı hükümler belirtiyor. Dolayısıyla aralarında tearuz olduğuna dair kesin kanaat oluşacak. Diyecekler ki bunlardan bir tanesi mutlaka neshedilmiş olmalı çünkü ikisini de uygulamaya imkân yok diye bir kanaat oluşacak. Bir başka şart nasihle mensuh arasında kuvvet bakımından da denklik olacak. Birisi ayet olup da birisi haberi vahid olursa ikisi delalet bakımından sübut bakımından eşit olamayacağı için bunlar arasında nesih olamaz. Ya ayetle ayet arasında olacak ya hadisle hadis arasında olacak veya ayetle mutevatir hadis ya da Hanefilere göre meşhur hadis arasında olacak. Bunu da şart olarak söylüyorlar.
Peki, iki delil arasında nesih olduğunun delili nedir bunu nereden bileceğiz? Bunun için de bazı kriterler koyuyorlar. Diyorlar ki fıkıh usulünde Hz. Peygamber bunu bazen söyler. Bunu size yasaklamıştım şimdi serbest bırakıyorum, ya da serbest bırakmıştım şimdi yasaklıyorum diyecek. Ya da sahabeden bize bu türde bir bilgi akışı olacak. Sahabe diyecek ki Resulullah bir zamanlar şöyle yapmıştı ama daha sonra geldi bize artık böyle yapın diye bir açıklamada bulunmuş olacak ve biz bunu sahabenin açıklamasından anlarız diyecekler. Bunu bilmenin bir başka yolu bizzat iki delilin içerisinde bir karine olur. Yani Allah diyecek ki bensize daha önce şöyle emretmiştim ama şimdi artık böyle yapın. Şimdi işte bunu hafifletiyorum artık böyle yapın gibi daha önceki ayetin neshedildiğine dair bizzat ayetin içerisinde karine olur. Buradan anlarız diyorlar. Üçüncü bir delil de tarihe kronolojiye bakarız. Yani eğer tespit edebiliyorsak birbiriyle tearuz halindeki iki delilin arasında bir zaman farkı varsa sonrakinin öncekini neshettiğine karar veririz. Nitekim hadislerin birbirleriyle arasındaki nesih meselesinde buna çok fazlaca atıfta bulunuyor kitaplar. Diyorlar ki mesela Resulullah bunu Mekke’de Söylemişti ya da risaletin ilk dönemlerinde söylemişti, hicretten önce söylemişti, ya da hicretten hemen sonra Medine’de söylemişti. Oysa bunu Medine’nin son dönemlerinde söyledi gibi zaman farkı olduğundan demek ki sonraki öncekini neshetmiştir gibi hadislerin neshinde sıkça kullanılıyor.
Peki, bu nesih meselesinde bizim gelenekte kabul edip etmeme konusunda farklı yollar var mı? Burada da şöyle bir şey çıkıyor karşımıza. Genel itibariyle bu konuda bir ittifak var. Evet, nesih aklen ve naklen sabittir. Aklen caizdir ve zaten vuku da bulmuştur. Dolayısıyla bu genel bir kabuldür. Fakat tek tük bazı muarız isimlerden bahsedildiğini görüyoruz ki en erken dönemden bunlardan bir tanesi Mutezili bir âlim olan Ebu Müslüm el-İsfahani. El-İsfahani diyor ki şeriatta böyle bir şey düşünülemez. Çünkü zaten ayetlerde de neshin olmayacağına dair şeyler vardır diyor. Mesela Fussilet Suresi’nin 42. ayetini[1] delil getiriyor. Bu ayetten hareketle bunun olamayacağını iddia ediyor. El-İsfahani diyor ki bu ancak belki şeriatlar arasında düşünülebilir. İlahi bir kitabın kendi içerisinde nesih düşünülemez diyor. Ayrıca bu son dönemlerde de günümüz kastedebiliriz ya da son yüzyıl kastedebiliriz. Bu konuda El-İsfahani’yi destekleyen nitelikte görüşler var. Bu görüşlerin de dayandığı bir itiraz noktası var o da şu. Diyorlar ki o kadar önemli bir meselede yani Allah’ın kitabında bir ayetin bir ayeti nesh edip yürürlükten kaldırması gibi önemli bir meselede 23 yıllık risalet döneminde Peygamberimiz hiç mi bir şey söylemedi hiç mi bir şey konuşmadı? Biz hadis külliyatına bakıyoruz, bunların içerisinden tek bir örnek dahi bulamıyoruz. Resulullah ümmetini topladı ve dedi ki bakın bu ayet bu ayeti neshetmiştir, buna göre kendinizi ayarlayın şeklinde en ufak bir rivayet olmaz mı? Ayrıca külliyatta nesh edilmiş ayetlerin peygamberimiz tarafından yapılmış tefsirlerine bakıyoruz. Hadis külliyatında ayetlerin tefsiri diye bölümler vardır. Biz mensuh olduğu iddia edilen ayetlerin peygamberimiz tarafından yapılmış tefsirlerine bakıyoruz. Bunlarda dahi Peygamberimizin bu ayetlerin mensuh olduğuna dair veyahut nesh eden ayetler olarak iddia edilen ayetlerin peygamberimiz tarafından yapılan tefsirlerinde bu ayetlerin nesh eden ayetler olduğuna dair herhangi bir delil de bulamıyoruz diyorlar. İlk etapta bakıldığında ciddi bir delil olarak ortaya çıkıyor. Peygamberimizin niçin böyle bir açıklaması olmamış, insanlara uyarısı olmamış nesh edilmiştir diye.
Ayrıca yine klasik kaynaklarda bu konuyla ilgili konuşulurken bir kavramsal çerçeve verilir ve bu konu ile ilgili olan bazı kavramlardan nesihle irtibatı ve farkı bağlamında bahsedilir. Mesela bunlarda bir tanesi beda. Allah’ın ilminde herhangi bir değişiklik olur mu olmaz mı? El-cevap tabii ki olmaz. Allah’ın bilgisi ezelidir. Ebedidir. Herhangi bir değişiklik olmaz. Peki, nesih dediğimiz şey şu değil mi: mesela nesihle ilgili kelam kitaplarında bu konu tartışılır. Siz Allah önce şöyle murat etmişti sonra gördü ki kulları bu işi yapamıyor zorlanıyor. Veyahut işte bu tam amacına ulaşmadı, tamam şimdi ben bu hükmü değiştiriyorum. Artık böyle yapın gibi bir düşünce Allah’a atfedilebilir mi? Bunu söylersek bu bizim Allah inancımızı zedelemez mi? Allah’ın ilmine olan inancımızı zedeler mi zedelemez mi? Şeklinde beda kavramıyla ilgili kelam kitaplarında tartışmalar var.
Abdülaziz Bayındır:
Aslında o kadar çok problem var ki. Olay hadis fıkıh ya da tefsirle sınırlı bir olay değil. Kelamla da sınırlı değil. Biliyorsunuz ki kelam insanların başına bir de kader inancını sarmıştır. Kuran-ı Kerim’de olmayan bir kader inancını sarmıştır. O kader inancını kurtarmak için de en fazla sarıldıkları şey Allahütealâ’nın ilmidir. Onu da inşallah yeri geldiğinde tartışalım. Beda var mı yok mu? Ona çok kısa bir cevap olsun. Daha sonra üzerinde dururuz. Biliyorum ki ben bu cevabı verdiğim zaman zihninizde yüzlerce soru ortaya çıkacak. Bomba gibi patlayacak ama patlasın biraz bekleyin. O patlaklar bir kenarda dursun sonra temizleme işlemini yaparız inşallah.
Mesela İsra Suresi’nin 59. Ayeti. Allahütealâ’yı kelamcılar hâşâ bir robot yapımcısı gibi takdim ediyorlar. Yani insanlar robot. Allahütealâ’da insanların ne yapacaklarını ezelden belirlemiş. Ondan sonra da niye bizi sorumlu tutuyor sorusuna da cevap yok. Bu defa ona cevap bulabilmek için de yapmadıkları şey kalmıyor.
Şimdi bakın Muhammed’e (sav) Allah herhangi bir mucize vermemiştir. Kuran-ı Kerim dışında herhangi bir mucizesi yok. İşte burada diyor ki: “Bizim mucize göndermemize engel olan sadece şu olmuştur: öncekilerin mucizeler karşısında yalana sarılmaları.” Bir tane bile yok ifadesinin delili şu: “Semud’a o deveyi verdik. Bütün gerçeği ortaya koyacak şekilde.” (İsra 17/59) Salih’in (as) Allah’ın peygamberi olması konusunda hiç kimsede şüphe bırakmayacak şekilde bir mucize olmak üzere deveyi verdik. Ama onlar deveye karşı zalimlik yaptılar. Deveyi kestiler biliyorsunuz. Dolayısıyla Allahütealâ kendisine tek bir mucize verilen Salih (as) örneğini göstererek Muhammed’e (sav) niye mucize vermediğinin gerekçesini anlatıyor. Bizi engellemedi diyor. Bütün bu kelimelere farklı manalar verirler. Bilmemiz için kelimesine ortaya çıkarmamız için manası verilir. Konuyla ilgili bütün ayetler farklı tarafa çekilerek bir kader inancı yerleştirilmiş. Ondan sonra tabi ona uygun olarak da tüm sistem ayarlanmaya çalışılmıştır.
Şimdi burada Fatih hoca genel çerçeveyi çizdi. Aramıza katılan Doç. Dr. Hüseyin Hansu bizim fakültemizin hadis hocalarındandır. Hüseyin beyin benim açımdan en önemli diğerlerinden farklı kılan tarafı mihne denen yani ulemaya ağır baskıların yapıldığı Memun dönemindeki hadis çalışmaları. O konular üzerinde doktorasını yapmış ve konular üzerinde gayet de güzel bir çalışması var Allah razı olsun. Geçen hafta Cumartesi ve Pazar günleri bunun toplantısı yapılmıştı İ.Ü. İlahiyat Fakültesi’nde.
Şimdi bu nesih kelimesi konumuzla alakası olan kısmı şu: Şurada bir kâğıt var. Kitabı buraya koyuyorum. Orada olanları buraya yazıyorum. Onu buraya geçiriyorum. Şimdi bu kitabı ben yazmışsam, buraya aktarırken bazı değişiklikler yaparım değil mi? Mesela bir yerde nokta yok virgül yok şu kelimenin yerine şunu koyayım. Şu cümleyi değiştireyim. Bana göre bu kitabı buraya aktardığım zaman bana göre esas olan bu yeni nüshadır. Mesela bizim yazdığımız kitapların yeni baskıları yapılıyor. Her yeni baskısında gözden geçiriyoruz. Kendimiz açısından bazı yerleri değiştiriyoruz. Tamamını istinsah ediyoruz. Tamamını nesh ediyoruz kelime manasıyla. Ama neshettiğimiz kısmın çok büyük bir kısmı misliyle nesih oluyor. Yani önceki kitapta ne varsa en az %90’ını yenisine aktarıyoruz. Bir kısmını da bize göre hayırlısıyla nesih oluyor. Orada da bir takım düzeltmeler ya iyileştirmeler yapıyoruz. Bütün bunlar aslında Allah’ın bizim içimize koymuş olduğu kanunlardır. Cenabıhakk’ın sünnetidir yani. Sünnetullah dediğimiz şeydir. Bütün insanların içerisinde bu vardır.
Burada nesihle ilgili olarak Bakara Suresi’nin 106. Ayetinde şöyle buyuruyor: “Bir ayeti nesheder ya da unutturursak, ya hayırlısını getiririz ya da dengini getiririz.” (Bakara 2/106) Şimdi başlangıçta iki kelime var, nesheder ya da unutturursak. Nesheder dediğimiz zaman burada var şuradaki nüshaya geçiriyoruz. Unutturursak dediğimiz zaman aslında bu nüshada vardı ama kayboldu. İnsanların ondan haberi yok. Peki, her ikisinin de Tevrat, İncil diyebiliriz bunlara kutsal kitap nüshaları, Tevrat’ta ve İncil’de olan var olmayan var. Şimdi oradakilerini, şu andaki Tevrat ve İncil nüshalarında olanların bir kısmını buraya aktarmış oluyor Allahütealâ. Aynısını Kuran’ı kerime koyduğu zaman bu misliyle nesih olmuş oluyor. Bir kısmını da daha hayırlısıyla. Onun için Kuran-ı Kerim Tevrat ve İncil üzerinde müheymindir. Yani yukarıdan ışığı tutuyor oradaki hangi ifadeler Allah’ın ayetidir hangisi değildir siz Kuran-ı Kerim penceresinden baktığınız zaman onları görüyorsunuz. Bu yönüyle Kuranı Kerim Tevrat ve İncil’in musaddıkı. Tasdik edicisi. Tasdik tamamını tasdik değil. Kendisinde olanları tasdik şeklinde oluyor.
Nesheder ya da unutturursak… Unutturmayla ilgili bir husus var. Tabi Allahütealâ tüm bu fiilleri üzerine alıyor çünkü… Bu aslında insanların fiilleridir. Şöyle, ben şu anda size konuşuyorum, ağzımdan bir takım sesler çıkıyor, dudaklarım oynuyor, ellerimi falan çalıştırıyorum. Zihnim de bu arada çalışıyor ve size bir takım anlamları aktarıyorum. Bunu aktarabilmem için Allahütealâ bende belki yüzlerce şeyi yaratıyor o anda. Siz de beni dinliyorsunuz beni dinleyebilmeniz için de Cenabıhak sizde yüzlerce şey yaratıyor. Sistemler çalışmıyor olsa mesela bende şu anda bir halsizlik olsa konuşamayabilirim. Onun için Allahütealâ şöyle diyor: “ Siz herhangi bir şey yapamazsınız, Allah o şeyi yaratmadıktan sonra.” (İnsan 76/30) Dolayısıyla hepsini yaratan Allahütealâ, sebebi de biziz. Unutturma dediğimiz zaman aslında Allahütealâ kendisi unutturmuyor. İnsanlar o tarafa yönelince Cenabıhak da neticeyi halk ediyor.
Bu açıdan baktığımız zaman Maide Suresi’nin 15. Ayetini açıyoruz. Orada unutturmayla ilgili ayrıntıları görüyoruz. Burada diyor ki Allahütealâ: “Ey ehlikitap, size elçimiz geldi. Gizlediğiniz şeylerin çoğunu ortaya çıkarıyor.” (Maide 6/15) Elçi ortaya çıkarıyor. Kendi sözünü söyleyen kişiye elçi denir mi? Elçi kimdir? Kendisini elçi olarak gönderenin sözünü söyleyen kişidir. Bunlar aslında Tevrat ve İncil’de vardı ama bu adamlar gizlediler. Şimdi unutturursak mislini getiririz. Misli olacak ki misliyle neshedilsin. Yani sizin o kitapta gizledikleriniz bu kitapta yazılıyor. İstinsah kelimesi kullanılır. Bu, misliyle nesih. Sizin gözünüzün önüne çıkarıyor. O sizin kitabınızdan gizlediğiniz. O zaman şu ortaya çıkıyor ki bugünkü Tevrat ve bugünkü İncil tam değil, eksik. Tam Tevrat ve İncil arıyorsanız o Kuranı Kerim’dir. Çünkü onların gizledikleri çok şeyi ortaya çıkarıyor. Bu misliyle nesih. Olanı aynen buraya geçiriyor. Dengiyle nesih. Ondan sonra da diyor ki çoğunu da affediyor. Yani bir kısmı var ki gizlemişsiniz, o gizli kalsın. Sizin kitabınızda vardı gizlediniz ama bu kitapta bu gözükmüyor. Peki, onlar olduğu gibi yoksa nasıl var? Misliyle olanı ortaya çıkarıyor. Bir de ne dedi Bakara 106’da? Eğer unutturursak misliyle ya da hayırlısıyla. Misliyle ortaya çıkardığı zaman şunları şunları gizlemiştiniz demek oluyor. Hayırlısıyla ortaya çıkardığı zaman o gizlediklerini göstermiyor, o hükümleri hayırlısıyla değiştirerek Kuranı Kerim’e koyuyor. Yine de neshetmiş oluyor. Hayırlısıyla Kuranı Kerim’e koymuş oluyor. Ondan sonra, size Allah tarafından bir nur geldi. Aydınlatıcı kitap. Her şeyi ortaya koyucu bir kitap gelmiştir diyor.
“Herhangi bir ayeti neshedersek…” Bunlar Tevrat’ta ve İncil’de olanlar. O zaman Tevrat ve İncil’de olanların bir kısmı aynen alınmış oluyor Kuran’ı Kerim’e bir kısmı da hayırlısıyla alınmış oluyor. Peki olmayanlar? Unutturulanlar, yani şu an Tevrat’ta ve İncil’de olması gerekirken Yahudi ve Hıristiyanların gizledikleri, göstermedikleri? Onların da bir kısmı misliyle alınıyor, ortaya çıkarılıyor, bir kısmı da hayırlısıyla alınıyor. O zaman bu Kuran-ı Kerim önceki kitapları neshetmiş oluyor mu? Yani Tevrat’ı, İncil’i hatta Hac Suresi’nin 13. Ayetine (Bakara 62’yi kastetmiş olabilir. E.M.) baktığımız zaman Zerdüştler de ehli kitaptan sayılır, Sabii’ler de ehli kitaptan sayılır. Sabii’lerin de Ginza’ları var. Zerdüştlerin Gata’ları var. Biz o konulara fazlaca eğilmiş kişiler değiliz. İnşallah dinler tarihçileri artık bu konularda çalışıyorlar. Onların da misliyle ya da daha hayırlısıyla neshi söz konusu oluyor.
Şimdi Kuranı Kerim Allahütealâ’nın Kitabı. Onun kitabı olduğu için Cenabıhak bütün peygamberlere aslında aynı emirleri vermiştir. Şura Suresi’nin 13. Ayetini açalım. Burada Allahütealâ bize temel bir bilgi veriyor. Bu Şura Suresi Mekke’de inmiştir. “Allah bu dinden Nuh’a emrettiğini sizin için şeriat kılmıştır.” (Şura 42/13) Yani Nuh’a ne emretmişse onu sizin dininizin şeriatı kılmıştır. Bu ayete göre Nuh’a (as) gelen Kitap hangisiymiş? Kuranı Kerim oluyor değil mi? Sizin dininizin şeriatı kılmıştır diyor. Ya Muhammed “sana yaptığımız bu vahiy…” ki Mekke de olduğu için henüz Kuran tamamlanmış değil daha yeni indiği bir dönem. “İbrahim’e emrettiğimiz ve Musa’dan ve İsa’dan istediğimiz şu.” Şimdi burada İbrahim figürü son derece önemlidir. Neden önemli? Çünkü İbrahim (as) Mekkelilerin dedesidir. O yüzden onlara babanız İbrahim diyor. Mekkeliler açısından son derece önemlidir. Onlar İbrahim’in (as) dininden olduklarını söyleyen kişiler. O zaman diyor ki Mekkelilere ki zaten İbrahim (as) öyle bir kişilik ki Yahudiler de Müslümanlar da Hıristiyanlar da son derece saygı duyuyor. Ama ilaveten Mekke toplumu kendini İbrahim’in (as) soyundan kabul ediyor ki Kuranı Kerim reddetmiyor. İbrahim’in (as) oğlu İsmail (as) ve onun soyundan gelenler Peygamberimiz de İbrahim’in soyundandır biliyorsunuz. “İbrahim’e verdiğimiz emir, babanız İbrahim’e indirdiğimiz kitap ki” İbrahim’e de kitap indirildiğini biliyoruz. İbrahim’e indirilen sayfalar Musa’nı sahifeleri. Bu sahifeler kelimesi bir tarihi habere dayanılarak yanlış yönlendirilir, aslında onlara birer kitap indirilmiştir. Aslında bu ayet de onu gösteriyor. “İbrahim’e verdiğimiz emir ve Musa’ya.” Bu da Tevrat’ın Musa’ya indirilmesi olarak biliniyor ama Kuranı Kerim’in hiçbir yerinde Tevrat Musa’ya indi diye bir ifade yoktur. Musa’ya o kitabı verdik denir. Tevrat İsrailoğulları peygamberlerine indirilen kitapların bir topluluğudur. Onun içerisinde en çok tabi Musa’ya indirilen kısım vardır. Ama bizde böyle genel bir tanımlamayla Tevrat Musa’ya inmiştir der. Kuran’da hiçbir zaman Tevrat falanca kişiye inmiştir diye bir ifade kullanılmaz. “Musa’ya o kitabı verdik” (Muminun 23/49) denir. Ama İncil’in İsa’ya indirildiğini bildiren ayet vardır. Onu son derece açık bir şekilde Allahütealâ bildirir.
Mesela hemen sözümüzü ispatlayabilmek için, Mesela Tevrat’la ilgili olarak Maide 44. Ayette Allahütealâ şöyle diyor: “Biz Tevrat’ı indirdik. Onda hidayet vardır.” Yani doğru yolu gösterir ve o yolu aydınlatır. Mesela siz diyorsunuz ki birisine Topkapı’ya gitmek istiyorsan şuradan şöyle şöyle gideceksin. Peki, aydınlık değilse yol, karanlıksa nasıl gideceksin? “Hem yolu gösterir hem yolu aydınlatır. Tevrat’la nebiler hüküm verir. Kendisine Allah’a teslim etmiş o nebiler.” (Maide 5/44) Musa’da (as) o nebilerden biridir. Yahudiler için hüküm verirler. Şimdi burayı geçeceğim daha sonra ayetin tamamını okuruz inşallah. Sonra 46. Ayete geliyoruz. “O önceki nebilerin arkasından Meryem’in oğlu İsa’yı getirdik. Kendinden önce gelen Tevrat’ı tasdik eden İsa (as). (Maide 5/46)” Buradan öyle anlaşılıyor ki İsa (as) geldiği zaman Tevrat tamdı. Bu sözü neden söylüyoruz. Çünkü Kuranı Kerim’in hiçbir ayetinde Kuran’ın Tevrat’ı ve İncil’i tasdik ettiğine dair bir ifade geçmez. Önünde bulunanları tasdik eder diye genel bir ifade kullanır. Ama burada İsa (as) için diyor ki önünde bulunan Tevrat’ı tasdik eden bir nebi olarak gelmiştir. “Ona İncil’i verdik.” (Maide 5/46)” Bakın Tevrat’ı hangi peygambere verdiğini söylemiyor. Ona nebiler diyor. Ona İncil’i verdik diyor.
Dolayısıyla Şura 13’e gelelim. Allah bu dinden Nuh’a emrettiğini sizin için şeriat kılmıştır. Sana yaptığımız vahiy ve İbrahim’e verdiğimiz emir ve Musa ve İsa’ya verdiğimiz emirler nedir? Hepsi şu noktada ittifak eder. Nedir: Bu dini ayakta tutun. Ed-din. Hepsi aynı din. Değişen bir şey yok. Bu dinde tefrikaya düşmeyin. Ayrılmayın fırka fırka olmayın. “Senin kendisine çağırdığın şey müşriklere ağır gelmiştir. Allah gereken gayreti gösteren kişiyi kendisine seçer.” (Şura 42/13) yani siz Allah’ın yoluna girmek istiyorsanız çalışmanız lazım. Yani öyle yata yata Allah’ın yoluna girilmez. “Kendi yönüne yöneleni de kendi yoluna yönlendirir.” (Şura 42/13)
Ondan sonra da diyor ki “Bunların fırkalara ayrılmaları kendilerine bu bilgi geldikten sonra birbirlerini çekemedikleri için oldu.” Üstünlük tasladıkları için oldu. “Eğer Allahütealâ önceden belli bir süre tanımamış olsaydı aralarında hüküm verilir ve bunların işler bitirilirdi. Bunlardan sonra Kitaba mirasçı olanlar o kitap konusunda insanı kuşkulandıran bir şüphe içerisindedirler.” (Şura 42/14) Şu anda da Kuranı Kerim’in üzerinde oluşturulan şüphelerden biri konusunda konuşma yapıyoruz. Yani nesih konusuyla ilgili. Sen şuna çağır. Yani Allah’ın kitabına çağır. O ne olmuş oluyor? Nuh’un kitabı İbrahim’in kitabı, Musa’nın kitabı İsa’nın kitabı Allah’ın kitabı hepsi aynı. Peki, hepsi aynıysa o zaman Kuranı Kerim’in büyük bir bölümü önceki kitaplarda olanı misliyle neshetmesi lazım. Neshetmesi, yani onları buraya aldı. Dolayısıyla son kitap bu olduğu için yani diyorsunuz ki Nuh’a (as) hangi emirler gelmiş Kuranı okuyacaksınız. İbrahim’e Allah ne emretmiş yine Kuranı okuyacaksınız. Musa ve İsa’ya ne emredildiğini öğrenmek için de Kuranı okuyacaksınız. Peki, Müslümanlara bir kolaylık var mı? O zaman yine Kuranı Kerim’i okuyacaksınız.
Peki, buna küçük bir örnek versek. Bizim klasikleşmiş bir örneğimiz var. Zina konusu onu örnek vermek istemiyorum. Öyle bir örnek olsun ki hem misliyle neshi görelim hem hayırlısıyla neshi görelim. Yani bunu Kuranı Kerim’de bir örneği var mı. Bakara Suresi’nin 183. Ayetini açalım arkadaşlar. “Müminler oruç size farz kılındı. Tıpkı sizden öncekilere farz kılındığı gibi.” (Bakara 2/183) Bu nasıl bir nesh oluyor? Misliyle nesih. Yani onların kitaplarında yazılıydı sizin kitabınızda da yazılı. Bu tıpkı bir mektup yazıyorsunuz bakıyorsunuz ki bunu bir temize geçeyim diyorsunuz. Onun büyük bölümü aynen geçiyorsunuz işte aynen onun gibi bir şey. Onlarda vardı sizde de var. “Belki korunursunuz.” (Bakara 2/183) Peki bizden öncekilere farz kılınan oruç nasıldı? Mesela bugün bakıyoruz Yahudilere yeme içme yasak olduğu gibi karı koca ilişkileri de o günün gecesi yasak. Güneşin batmasından hava kararıncaya kadar yeme içme var. Ondan sonra oruç tutacaksınız. Yani bir buçuk saat kadar yeme içme var. O bir buçuk saat içerisinde de karı koca ilişkisi yasak. Hadis kaynaklarında biz bunun böyle olduğunu görüyoruz.
Şimdi Kuranı Kerim’in içerisinde, hep sorarlar Kuran’ın içinde nesih var mı? Fatih hoca da özetlerken genel görüşleri ondan bahsetmişti. Onlar sizin için bir elbise siz de onlar için bir elbisesiniz. Ondan sonra diyor ki burada, bakın beda var mıymış yok muymuş. Ben bizim bazı ulemayı şeye benzetiyorum… Ankara’da bazı beceriksiz yöneticiler vardı. Ben müftülükteyken bunu çok yaşadım. Bir yönetmelik çıkarırlar sonra derler ki şunu yap ne yapayım yönetmelik böyle emrediyor. Yönetmeliği sen çıkardın kardeşim değiştir. Kanun dese hadi onu meclis çıkarıyor. Ama yönetmeliği sen çıkarıyorsun. Burada kelamcılar Cenabıhakk’a kafalarına göre bir rol biçiyorlar ondan sonra da olmaz diyorlar. Bunu söyleyen Allahütealâ mı sen misin?
Allahütealâ diyor ki: “Allah bildi ki siz gizliden gizliye kendinize karşı kötülük yapıyordunuz.” (Bakara 2/187) Yani kendinizi kötü duruma sokuyordunuz. Günah işliyordunuz. Bu değişikliğin sebebini de anlatıyor. Şimdi düşünün eğer Müslümanlar başlangıçta önceki dinlerdeki gibi oruç tutmuyor olsalardı böyle bir ifade olur muydu Kuranı Kerim’de? Allah bildi ki siz kendinize karşı yanlış davranışlar içerindeydiniz. Gizliden gizliye bir takım işler çeviriyordunuz. “Allah sizin yüzünüze baktı.” (Bakara 2/187) Yüzünüze baktı ne demek? Allah sizi affetti demektir. Sizi affetti. Bu ifadenin olması için tekrar ediyorum önceki emre aykırı bir iş yapılmış olmalı ki Allah affetmiş olsun. Yoksa böyle bir ifade olmaz. “Oruçlu bulunduğunuz günlerin gecelerinde eşlerinizle ilişki sizin için helal kılınmıştır.” (Bakara 2/187) Sizden öncekiler için böyle bir şey yoktu. İşte bu hayırlısıyla nesih oluyor. Onlar sizin için bir elbise siz de eşleriniz için bir elbisesiniz. Allah bildi ki siz kendinize karşı bir takım işler çeviriyordunuz. Allah sizin yüzünüze baktı ve affetti. Nesih olduğu çok net bir şekilde ortaya çıktı mı ve hayırlısıyla. Şimdi onlarla ilişkiye girebilirsiniz. “Ama bu verdiğim ruhsatı da Allah’ın size yazdığını aramak için kullanın.” (Bakara 2/187) Yani çocuk sahibi olma niyetiyle o ilişkiyi yapın demiş oluyor. Ondan sonra bir şey daha söylüyor. Yiyin için. Daha önce yeme içme yatsıya kadardı. Hava kararıncaya kadar. Yatsı namazının son vaktine kadardı. Yiyin için. Bu da size verilen bir kolaylık. Fecrin olduğu taraftan, fecre kırmızı ışık kuşağı deniyor Arapçada. O sabahleyin kızıl ışık kuşağı oluşur üst tarafta beyaz ışık kuşağı oluşur altta da siyahlık oluşur. “Fecrin olduğu taraftan siyah ve beyaz sizin için net bir şekilde ayırt edilinceye kadar yiyin için.” (Bakara 2/187) Artık size oraya kadar müsaade. Güneş doğana kadar değil. Oraya kadar müsaade. Başlangıçta yatsı vaktinin sonuna kadardı. Yatsı vaktinin sonuna kadar deyince yatsı sabaha kadar uzanır diye düşünebilirler. Yatsı gasakul leyl denilen yatsı ezanının okunduğu vakte kadardır. O vakit geldiği zaman yatsı kitapla da sünnetle de çıkmıştır. Bunu yedinci asırdan sonra değiştirmişler. Neye dayanarak değiştirmişler o açıdan bilmiyorum kendisi ne der ama Hüseyin Hoca’dan çok istifade edeceğimizi düşünüyorum. “Sonra sıyamı geceye kadar tamamlayın.” (Bakara 2/187) Şimdi güneş doğacak, gündüz olacak, güneş batacak ve geceye kadar tamamlayın.
İşte burada bakıyoruz ki Allahütealâ misliyle neshetmiş ve hayırlısıyla neshetmiş. Yani aynı konuda misliyle nesih var. Öncekilere nasıl farz kılındıysa tıpkı onun gibi farz kılındı. Önce onlar gibi oruç tutuyor Müslümanlar. Karı koca ilişkisi yasak. Yatsının sonuna kadar yeme içme serbestîsi var ondan sonra yeme içme de yasak. Ondan sonra Allahütealâ diyor ki artık ben sizi affettim, şu andan itibaren eşlerinizle ilişkiye girebilirsiniz imsak vaktine kadar. Yine imsak vaktine kadar yeme içme serbest diyor. İşte bu da hayırlısıyla neshin bir örneği olmuş oluyor.
Peygamberimiz (sav) Allah’ın kitabını uygulamakla sorumluydu. İnşallah bunu ayrı bir ders olarak yapacağız. Biliyorsunuz kitap ve hikmet konusunda burada birçok dersler yaptık. Allahütealâ Kuranı Kerim’de her şeyin örneğini de veriyor. “Bu kitapta insanlar için her çeşit örneği verdik.” (Kehf 18/54) Şimdi her çeşit örnek derken tabii ki Allahütealâ hikmetin de örneğini verecektir. O hikmet Peygamberimize Allahütealâ’nın verdiği emir var. Maide Suresi’nin 48. Ayetini açarsak orada konu çok net bir şekilde ortaya çıkar. “Sana da bu kitabı bütün gerçekleri içerir şekilde indirdik. Kendinden önceki bütün kitapları tasdik eden.” (Maide 5/48) Elif lamlı cins olarak çünkü Nuh’tan beri. Peki, neden Nuh diye soruluyor. Bu benim zihnimde oluşan şu. Nisa Suresi’nin 1. Ayeti[2] kerimesine baktığımız zaman bütün insanlar bir kadın ve erkekten gelmiş o zaman mecburen kardeşler birbirleriyle evlenmiş olmaları gerekiyor. Bunun bir başka açıklaması yok. Öyle anlaşılıyor ki Nuh (as) zamanına kadar bu şeriat geçerliyken ondan sonra Cenabıhak bunu değiştirmiş ondan yeni bir dönemi başlatmış Allahütealâ. Sana bu kitabı gerçek olarak indirdik. Kendinden önce olan bütün kitapları tasdik ediyor. Nuh (as) ile başlayan bütün kitapları.
“Onların üzerinde gözcü bulursunuz.” (Maide 5/48) Gataları, Ginzaları hangilerine bakarsanız bakın Kuran’a uygun ayetler bulduğunuz zaman diyeceksiniz ki tamam Kuran bunu tasdik ediyor. Dolayısıyla bir toplumun geçmişiyle ilişki kurarak onları Allah’ın dinine daha rahat çağırabileceksiniz. Ondan sonra: “O zaman onların arasında Allah’ın indirdiğiyle hükmet.” Şimdi onların dediği de hepsi giriyor. Yukarıda İncil’e inananlardan, Tevrat’a inananlardan bahsetti. Hatta yan sayfadaki ayete bakarsak. Bir kısım Yahudilerden bahsediliyor. “Onlar hep yalana kulak verir, haram şeyleri de yerler. Sana gelirlerse aralarında hükümlerine ver. Ya da onlardan yüz çevir.” (Maide 5/42) Mecbur değilsin yani hüküm vermeye. Buralarda hep onlardan bahsedildi, burada da diyor ki, aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet. Allah’ın indirdiğiyle hükmet derken biraz daha genel bir hüküm var. “Onların arzularına da uyma.” (Maide 5/48)
Biliyorsunuz zina eden iki Yahudi peygamberimize getiriliyor. Allahütealâ Peygamberimize Allah’ın indirdiğiyle hükmet dediği için, henüz Kuran’da da zina ile ilgili bir hüküm gelmemiş. O zaman diyor ki onlara Tevrat’ta bu konu ile ilgili hüküm nedir? Onlar da diyorlar ki eşeğe ters bindiririz yüzlerini karartır şehri dolaştırırız. Onların arzularına uyma diyor. Bu acaba Tevrat’ın hükmü mü yoksa bunların arzuları mı? O zaman da Peygamberimize Yahudiyken Müslüman olan Abdullah bin Selam diyor ki böyle değil Tevrat’ta. Peygamberimizle beraber beytil midrasa gidiyorlar. Peygamberimizi hakem tayin etmeye gidiyorlar. Bunlar da gayet iyi biliyor ki Muhammed’in şeriatında hafifletme olacak. Hadis kaynaklarında bu var. Gidelim oraya Muhammed’in hükmüne uyalım. Yarın Allah’ın huzurunda deriz ki yarabbi senin bir peygamberinin hükmüne uyduk. Çünkü Muhammed’in (as) Allah’ın peygamberi olduğuna hiç şüpheleri yok. Ama dükkânlarını kapatmamak için ona uymak istemiyorlar. Bütün mesele o. Doğruları anlamakla uymak arasında çok büyük fark vardır. Geliyorlar ya hemen 43. Ayette: Ya Muhammed “Bunlar seni hakem tayin ediyorlar. Niye hakem tayin ediyorlar ki?” (Maide 5/43) Eğer Allah’ın kitabına uymak istiyorlarsa orada Tevrat var orada Allah’ın hükmü var. O zaman Peygamberimiz (sav) hadi gidelim diyor Abdullah Bin Selam’la birlikte. Oradakiler Peygamberimize gösteriyorlar. Birisi elini kapatıyor. Elini kaldırmasını söyle diyor. Değişik rivayetler var bu konuda. Oradan yemin verdiriyor. Musa’ya Tevrat’ı indiren Allah’ın hakkı adına yemin edin bana doğruyu söyleyin diyor. Oradan bir genç diyor ki Ya Muhammet eğer bu yemini verdirmeseydin ben doğruyu söylemezdim. Tevrat’ta zina edenlerin cezası recimdir diyor. Peki, niye uygulamadınız şimdiye kadar? Diyor ki eskiden bu ceza halka uygulanırdı ama önde gelenlere uygulanmazdı. Sonra halk isyan etti. Bir orta yok bulduk. Herkese uygulanabilecek bir ceza ihdas ettik. Yüzünün karartılıp eşeğe ters bindirilmesi üzerine ittifak ettik. O da diyor ki ya rabbi ben onların öldürdüğü hükmü ihya ettim diyor ve o iki Yahudiyi recimle cezalandırıyor.
Bakın Allah Peygamberimize ne emir vermiş. Orada geldikleri zaman ister hüküm ver ister verme. Hüküm verirsem ne yapacağım? Hemen 48’de diyor ki aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet. İleyke demiyor buna dikkat edin. Çünkü Kuranı Kerim Peygamberimizin vefatından üç ay önce tamamlanmıştır. Allah da onu tasdik ettiğine göre demek ki Allah’ın hükmü. Sana gelen bu gerçekten uzaklaştırmaları bakımından onların arzularına uyma. “Her birinizin bir metodu ve yolu var. Allah emretseydi hepinizi tek bir ümmet yapardı.” Tek bir peygamber çevresinde. Ama Allah kimseyi zorlamaz. Çünkü ol dedi mi olmaması mümkün değil. Bu defa da imtihan olmazdı. Ama sizi verdiği şeylerle ağır bir imtihandan geçirmek için böyle yapmıştır. O zaman bu insanları Müslüman yapamazsınız. “Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın.” (Bakara 2/148) O zaman bizim diğer din mensuplarıyla yapmamız gereken neymiş? Hayırlı şeylerde yarışmak. Yani insanlığın hayrına güzel şeylerde yarışmak. Yarışma sırasında sen başarıyı gösterdiğin zaman zaten onlar sana yönelmek zorunda kalacaklar. Ama bugün maalesef onlar hep yarışta önde gidiyorlar çünkü bizim diyeceğimiz kişilerin Allah’ın kitabıyla ilişkisi ciddi manada kesilmiş. Hepinizin dönüşü zaten Allah’adır. İtilaf ettiğiniz konularda Allah size durumu bildirecektir. Aralarında Allah’ın indirdiğine hükmet. Onların arzularına uyma. Onlara karşı dikkatli ol. Senin başının etini yerler. Öyle bir sıkıntıya sokarlar ki Allah’ın indirdiklerinden hiç olmazsa biraz uzak kalasın diye. “Yüz çevirirlerse bil ki Allah’ın istediği yaptıkları günahlardan dolayı onlara bir musibet getirmektir.” (Maide 5/48)
Şimdi Peygamberimizin sözleri ve uygulamaları tamamen Allah’ın indirdiğiyle verdiği hükümdür. Az önce bir olay anlattık. Gitti iki tane Yahudiyi recmettirdi. Böyle bir cümle Kuranı Kerim’de var mı? Ama peygamberimizin verdiği doğru hüküm bu. O hüküm tamamen Kuranı Kerim’e uygun olan hükümdür. Çünkü Peygamberimizin Kuran dışında bir şey yapması mümkün değil. Çünkü sakın sana indirilenlerden bir tanesinden bile uzaklaştırmasınlar. O zaman Kuran ayrı Sünnet ayrı diye bir şey olmaz. Ama Sünnet Kuranın içinde olmaz. Yani baktığınız zaman peygamberin uygulamasını burada göremezsiniz. Çünkü burada olan olursa bunu tebliğ etmiş olur. Allahütealâ peygamberimize iki görev veriyor biri tebliğ görevi. “Rabbinden indirilen neyse onu tebliğ et.” (Maide 5/67) O herhangi bir müdahale etmeden Allah’ın indirdiklerini anlatmaktır. Bu aynı şeye benzer bir erkek gider hanımının istediği yiyecek maddelerini alır getirir mutfağa. İşte böyledir. Bu soğan bu sarımsak bu lahana bu ıspanak bu et bu yağ. Bunlar Allah’ın ayetleri gibi. Aynen bunlar gibi peygamberimizi insanlara Allah’ın ayetlerini tebliğ ediyor. Bir de Allah’ın indirdiğini tebliğ etmenin dışında bir de onunla hüküm vermek var. O hüküm de o hanımın her biri Allah’ın ayeti olan o yiyecek maddelerinden bir yemek yapmasıdır. O yemek ne ıspanaktır, ne yağdır ne sudur ne pirinçtir ne şudur ne budur. Ama hepsidir. Peygamberimin hadisleri de öyledir. Ama şimdi siz Kuranın bu sistemini doğru kavrayamazsanız yani yemeğin nasıl yapıldığını bilmiyorsanız o zaman zannedersiniz ki o malzemeler dışında ayrıca bir de Allah’ın yarattığı yemek var. Bu yemekte herhalde bir kuyudan çıkıyor ya da bir çeşmeden akıyor zannedersiniz. Onu aramaya başlarsın bulamayınca dersiniz ki demek ki bu sadece Allah’ın falancaya aşçıya indirdiği şeylerdir. Başka kimselerde yok. İşte Peygamberimize vahiy gayri metluv gelmiştir diyenler bu işin içerisinden çıkamadıkları için böyle söylüyorlar. Peygamberin verdiği hüküm. Onların arzularına uyma hükmet derken demek ki uyarılıyor Peygamber. O zaman bir hanım nasıl bazen yemek istediği gibi olmaz altını yakarsa peygamberimiz de zaman zaman yanlış hükümler vermiş oluyor. Allahütealâ da onu düzelttiriyor.
Eğer siz peygamberin bütün yaptıkları vahiydir derseniz… Kuranı Kerim’de peygamberimizin hüküm çıkarırken uyması gereken kurallar gösteren iki tane örnek üzerinde duracağız burada. O örnekleri anlamak zor olduğu için ben hep kaçtım o örnekleri anlatmaktan. Çünkü o ciddi bir altyapı istiyor o örnekleri anlatmak ama artık ne kadar zaman alırsa alsın vermek lazım o örnekleri. Çünkü benim bildiği kadarıyla o iki örneğin hikmetin örneği olarak gösterildiğini bilmiyorum. Sadece Abdurrahman doktora yaparken Nisa Suresi’nin 76. Ayetini ortaya koymuştuk. Bir de Nisa Suresi 127. İki tane nestefnukeh diye başlayan ayet var. Senden fetva istiyorlar. Fetva bir soruya verilen doğru cevap demektir. Biz fetva kelimesini sadece dini konular için kullanırız ama Araplar bunu genel kullanırlar. Herhangi bir konuda söylenen bir görüş. Senden bu konuda bir görüş istiyorlar hüküm istiyorlar diyor. Sonra Allahütealâ bu konuda hükmü kendisinin verdiğini söylüyor. O hükmün yeselunekeden farkı var. O hüküm Kurandan nasıl hüküm çıkarıldığının iki ayrı örneği. Onu inşallah burada detaylı olarak görmeye çalışacağız.
Az önce Şura Suresi’nin 13., 14. Ve 15. ayetlerini okuduk ve Peygamberimize de “Sen de buna çağır insanları.” (Şura 42/15) diye bir emir veriliyor. Allah’ın indirdiğine çağır. Peki, Peygamberimizin onunla hükmetme diye bir görevi var mı? Onun da olduğunu zaten burada okuduk. Biliyorsunuz Maide Suresi’nde de okuduk. Allah’ın indirdiğiyle hükmet. Allah’ın sana indirdiğiyle hükmet demiyor. Ama Kuranı Kerim tamamlandığı zaman artık önceki kitapların devri tamamen bitmiş oluyor. “Dininizi tamamladım.” (Maide 5/3) dedikten sonra. Ondan sonra önceki kitaplara göre hükmetme diye bir şey kalmadı. Onlar tamamen mensuh oldu. Onlar yine muhterem birer kitap olarak kalıyor. O kitap mensuplarını bu dine çağırmak için o kitaplarla Kuranın irtibatını göstermemiz gerekiyor. Yani şunu söylememiz gerekiyor. Bakın sizin kitabınızda geleceği söylenen beklediğiniz bir peygamber var işte bu o. Bunu da tasdiki göstererek ortaya koymamız gerektiğini Ali İmran 81[3]’de bildiriyor. Onu daha önce burada ayrı bir ders olarak yapmıştık. O toplumlarla ilişkiyi kurmak için, Kuran’ın o toplumlarla ilişkisini kurmak için kullanacağız. Çünkü şerrü men kablena diye bizim kitaplarımızda geçen bir şeriat çeşidi de yoktur. Onu inşallah daha sonraki derslerimizde ortaya koymaya çalışırız.
Burada son olarak şuna da bakalım. En’am Suresi’nin 83’den itibaren okuyacağım. Allahütealâ burada şöyle diyor: “Bu bizim hüccetimizdir ki İbrahim’e kavmine karşı verdik.” (Enam 6/83) İbrahim (as) kavmine karşı onlardaki bilgi birikimiyle hitap ediyor ondan önceki ayetlerde olduğu gibi. Ondan sonra: “Ona İshak’ı ve Yakub’u bağışladık. Her birine doğruyu gösterdik. Nuh’a da daha önce doğru yolu göstermiştik. Onun soyundan olan Davut’a ve Süleyman’a Eyyub’a, Yusuf’a, Musa’ya ve Harun’a gerçeği gösterdik İşte samimileri böyle mükâfatlandırırız.” (Enam 6/83) İşte İbrahim öyle samimi davrandı soyunu bile ne hale getirdik görün diyor. Siz de kendi soyunuzun iyi olmasını istiyorsanız o samimiyeti gösterin demiş oluyor Cenabıhak. “Zekeriya, Yahya, İsa, İlyas, hepsi salihlerdendi.” (Enam 6/85) Şimdi burada bakın İbrahim (as) geçti, İsa (as) geçti, Musa (as) geçti, Harun (as) geçti yani insanların kitap sahibi olarak bildikleri Tevrat, Zebur, İncil. “İsmail, İlyas, Yunus, Lut, hepsini âlemlere üstün kıldık.” (Enam 6/86) Şimdi buradan ilk peygamber olarak Nuh (as) ve son olarak da İsa (as) burada geçenleri tarihi itibariyle düşünürsek ilki Nuh (as) sonuncusu İsa (as). Ondan sonra diyor ki “Bunların babalarından…” Nuh’un babaları derken nereye kadar çıkar? Âdem’e (as) kadar çıkar değil mi? “…soylarından…” O da Peygamberimize kadar gelir. Çünkü Peygamberimiz İbrahim ve İsmail’in soyundan gelir. “..Ve kardeşlerinden…” Ve yan tarafa doğru gidenler. “Bunlardan seçtik ve doğru yola yönlendirdik.” (Enam 6/87) Yukarıda da çünkü hedeyna kelimesi geçmişti. “Bu Allah’ın kullarından gerekli gayreti gösterene yol göstermesidir.” (Enam 6/88) İsteyen, gayret gösteren yolu bulur. “Bu insanlar şirke düşselerdi yaptıkları yok olup gidecekti.” (Enam 6/88) İşte onlar, yukarıda 18 peygamber sayıldı. Babaları ve kardeşleri dendiği zaman üstü kapalı olarak Âdem’den (as) Peygamberimize kadar bahsedilmemiş tek bir nebi kalmıyor. “Onlar kendilerine kitap verdiğimiz, hüküm verdiğimiz…” Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet diyor ya peygamberimize. Onlara da bu hüküm görevi verilmiştir. Yani sadece tebliğ et değil. Hüküm ver ki onun adı hikmettir. Doğru hüküm. “…ve nebilik verdiğimiz kişilerdir.” (Maide 6/89) O zaman demek ki nebilerin tamamına kitap verilmiş. Bakın burada resullük kelimesi geçmiyor. Çünkü o kitap boşuna verilmiyor. İnsanlara tebliğ etsin hüküm versin diye veriliyor. Niye? Her nebi zaten resuldür ama nebi olmaya resuller de vardır. Yani Allah kendisine kitap indirmediği halde indirilmiş kitabı tebliğ eden resuller vardır. Mesela Nuh kavmine sadece Nuh (as) nebi olarak gönderildiği halde Nuh kavminin resulleri yalanladı. Çünkü Nuh (as) her tarafa ulaşamaz ki. Kendine indirilen ayetleri tebliğ edecek insanlar da görevlendirdi. Peygamberimizin gönderdiği gibi. “Bunlar kâfirlik ederlerse bu görevi onu inkâr etmeyen bir topluluğa veririz.” (Maide 6/89) Cenabıhak hiçbir topluluğa mecbur değil. Sen bıraktıysan başkası alır görevi. Mesela bir zamanlar Arap toplumu dinden uzaklaştığı için Türklere bu görevi vermiş oldu. Şimdi siz de uğraşmazsanız bir başkasına verir. Kimsenin bir ayrıcalığı yok ki Allahütealâ’nın karşısında. Onlar Allah’ın yol gösterdiği kişilerdir. Onların yoluna sen de uy. Bu surede tıpkı Şura gibi Mekke’de indirilmiştir. Onlara da şunu söyle ben bunlara karşılık bir ücret istemiyorum. Bu sadece tüm Âlemlere bir zikirdir. Yani o insanların zihninde Allah’ın yarattığı ayetlerden edindikleri bilgileri hatırlatmadır. Yani bütün insanları fıtrata çağırıdır.
Tabii onların yollarına uy ayeti var. Maide Suresi’nde de okuduk. Peygamberimiz (sav) gelen iki kişinin zinası konusunda gitti Tevrat’taki hükmü öğrendi ve recmettirdi. Arkasından aynı cezayı Müslümanlara da uyguladı. Ama arkasından Nisa Suresi’nin 15 ve 16. ayeti indi. Orada zina cezası kadınlar için ev hapsine erkekler için de ayıplamaya döndürüldü. Bir nesih söz konusu oldu. Nasıl bir nesih? Hayırlısıyla değil mi? Kuran’da recim yok. Peygamberimiz uygulamış mı? Uygulamış elbette. Çünkü Allah emretmiş mecburen uygulayacak. Hayırlısıyla bir nesih oluyor. Ondan sonra da zaten Nisa Suresi’nin 15. ayetinde Allah kadınlar için bir yol açıncaya kadar o hapiste beklesinler. Yani müebbet hapiste. Diyor ki Allahütealâ: “Kadınlarınızdan o fuhşu işleyerek gelenlere karşı dört tane şahit getirin. Ölüm gelip onları alıncaya kadar onları evlerde tutun. Ya da Allah onlara bir yol açıncaya kadar.” (Nisa 4/15) Allah’ın bir yol açması demek ne demektir? Yani müebbet hapiste olan birisine Allah sana bir yol açacaktır dediğin zaman ne anlar? Buradan çıkacağım der, yani bir kolaylık gelecek diyor. Onun için Nur Suresi’nin 2. Ayetinde Allahütealâ Zina eden kadın ve zina eden erkek her birine 100’er değnek vurun. (Nur 24/2) diyor. Böylece müebbet hapisten 100 değnek hayırlısıyla mı nesihtir ağırıyla mı? Hayırlısıyla değil mi? Değnek de değil o, celde. Kamçı. Çok acıtıyor ama iz bırakmıyor, yara yapmıyor. O kamçıyı yedikten sonra Allah bir yol açmış oluyor ve serbest kalmış oluyorlar. Nur Suresi’nin 6. Ayetten itibaren evli kadının da aynı cezayla cezalandırıldığı ifade edilir. Ahzab Suresi’nin 30. Ayetinde eğer Peygamber eşleri böyle bir işle gelecek olsalar cezanın ikiye katlanacağı bildirilir. Ölümün iki katı olmaz. Nisa Suresi 25. Ayette esir kadınlar evlendikten sonra bu işi işlerse cezanın yarıya indirileceği ifade edilir ki ölümün de yarısı olmaz. Dolayısıyla dört ayet recmin kesin olarak kaldırıldığını söyler. Zaten Buhari’de bir hadis var. Peygamberimizin Nur Suresi’nin inmesinden sonra recmi uygulamadığı sorusuna sahabeden birisi hatırlamıyorum diye cevap veriyor. Böylece ben bitirdim.
Fatih Orum:
Hüseyin Hocam aslında bir bu meseleyi şunun için gündeme aldık. Sünnetin sünneti neshi hadisin hadisi neshi diye müstakil eserler var. Böyle bir konu tartışılmış. Evet, biz ayetler arasında nesih ilişkisini biliyoruz. Ama bir de sünnetin sünneti neshiyle alakalı bir mesele ortaya atılmış ve bununla ilgili erken dönemden itibaren kitaplar yazılmış. Biz hep acaba şöyle bir şey olabilir mi diye başladık. Acaba bunlar Peygamberimizin ilk etapta söylediği şeylerin önceki şeriatlarla alakalı hükümler olduğu, uygulamalar olduğu. Sonra peygamberimizden o olayla ilgili rivayet edilen aksi görüşlerin acaba konuyla ilgili inen ayetlerden sonra peygamberimizin daha önceki şeriata göre bu tür şeyleri ben size söylemiştim. Uygulamıştık. Ama konuyla ilgili yeni bir ayet indi. Dolayısıyla benim size daha önce söylediğim şey o ayetin hükmüyle değişti. Kendi lisanıyla bu hükmü değiştirmiş olabilir mi? Hadis eserlerinde konuyla ilgili iki farklı rivayetler acaba bu şekilde düşünülebilir mi? Bir de bir soru işareti olarak hadislerin yazımıyla ilgili erken dönemde Peygamberimizin hassasiyetinin olduğu şayet doğruysa peygamberimiz bu hassasiyeti acaba buna bağlamış olabilir mi? Ben size ben size bazı şeyler söylüyorum. Ama bu zamanla neshedilebilir. Bunları yazıyorsunuz sonraki nesiller bunun ilk dönemdeki uygulamalar olduğunu bilmeyebilirler. Belki kafa karışıklığı olabilir gibisinden bunlarla ilgili tedbir alınmış olabilir mi? Asıl bizim bundan sonraki haftalarda yoğunlaşacağımız şeyler bu. Sadece çok kısa bir süre için yaptığımız bir taramada peygamberimiz ölü yıkayan kişi gusül abdesti alsın şeklinde rivayeti var. Kütübü Sittede geçiyor. Daha sonra aynı soruyu soruyorlar, hayır gusletmez diyor. Tevrat’ta da şey var ölüye dokunduğunuzda artık pissinizdir, temizlenmeniz gerekir şeklinde. Acaba bunlar bize rivayet edilen ve arasında tearuz varmış gibi gözüken rivayetler şeru men kablena örneği olabilir mi? Genelde bunların da vahiy gayri metluvdan hareketle peygamberimize böyle bir bildirim yapıldı daha sonra değiştirildi gibi aktarılıyor. Biz acaba o yönüyle meseleye bakılabilir mi diye bir çalışma başlattık. Bilmem siz ne dersiniz bu konuda.
Hüseyin Hansu:
Teşekkür ediyorum. Gerek sizin açıklamalarınızdan gerekse hocamın anlattıklarından bayağı istifade ettiğimi söylemeliyim. Açıkçası dün öğleden sonra hocam davet ettiler böyle bir konuyu tartışıyoruz sen de gel diye. Katılımcı olarak aslında gelmiştim. Tartışmacı olarak değil. Ama inşallah ileriki derslerde bu konu tartışılmaya devam edilirse mesela sünnette nesih nasıl olmuş, bahsettiğiniz örnekler ışığında da belki bir takım şeyleri söylememiz mümkün olacak. Ben şimdilik sadece hocanın anlattıklarından aldığım notlardan, boşluk olarak gördüğüm bir iki soru sormak istiyorum belki konuyu daha açıklayıcı olabilir. Dediniz ki Kuranı Kerim’in büyük bir bölümü önceki kitapların neshi ya da istinsahı şeklindedir. Buradaki nesh kelimesini istinsah olarak yorumladınız. Böyle olsa bile sonuçta büyük bir bölümü önceki kitapların kopyası olarak değerlendirsek bile sonuçta orada küçük bir bölüm kalıyor. Buradaki küçük bir bölümü nasıl değerlendiriyorsunuz bu konuda da bir iptal söz konusu mudur? Yani nesh kelimesini sizin dediğiniz anlamda kullansak bile bu küçük bölümü için siz hangi kelimeyi kullanmayı öneriyorsunuz.
Abdülaziz Bayındır:
Burada Hüseyin Bey’in sorusu meseleyi biraz açmamızın vesilesi oldu. “Biz bir ayeti nesheder ya da unutturursak hayırlısı ya da dengiyle getiririz.” (Bakara 2/106) Bu öncelikle neshin ayetler arasında olduğunu gösteriyor. Önceki kitapların ayetleri ve Kuranı Kerim’in ayetleri… Yani hiçbir zaman Peygamberimizin verdiği hükümler ona indirilmiş olan ayetlerin misli olmaz. Sünnet Kuran’ın misli olmaz. Çünkü bir başka ayette de: “Bir ayeti başka bir ayetin yerine koyarsak neyi indirdiğini Allah çok iyi bildiği halde sen Allah’a iftira ediyorsun dediler.” (Nahl 16/101) Şimdi Allaha iftira ediyorsun diyebilmek için elinizde bir gerekçe olması lazım. Mekke’de oluyor ve bunu kimler söylüyor? Bir avuç Müslüman söylüyor olamaz bunu. Müslüman asla söylemez. Peygambere Allah’a iftira ediyorsun diyen kişi zaten Müslüman olamaz. Şimdi anlıyoruz ki ey İncil ve Tevrat ehli sizin elinizdeki ayetin yerine başka bir ayet koyduğumuz zaman Allah’a iftira ediyorsun diyorsunuz. Çünkü ellerinde Allahın kitabı var. Tevrat ve İncil var. Ondan dolayı iftira ediyorsun diyorlar. Ama bunu Mekkelilerin deme şansı yok. Mekkelilerin elinde İbrahim’e (as) indirilmiş kitap yok. Dolayısıyla bu sözü ancak onlar söyle. “Hayır, aslında onların çoğu bilmiyor.” (Nahl 16/101) Demek ki onların bir kısmı biliyor neshin böyle olduğunu. Ama çoğu bilmiyor.
Şu anda ister tefsir usulü kitaplarına bakın ister fıkıh usulü kitaplarına neshin ayetler arasında olması gerektiğine dair bir ifade yoktur.
Hüseyin Hansu:
Yani siz ayetler Allah’ın fikri sabit her dönemde Allah’ın ayetlerinde bir değişiklik olmaz mı diyorsunuz?
Abdülaziz Bayındır:
Hayır, kural aynı. Burada diyor ki “onların çoğu bilmiyor”. Demek ki bir kısmı biliyor. Bu kuralı bilmiyor. Tefsir ve fıkıh usulü kitaplarına bakarsanız Bakara 106. Ayeti yazarlar ama onların hiçbirisinde misliyle nesih, hayırlısıyla nesih diye bir kavram yoktur. Onların da bilmediği burada ortaya çıkıyor. Ondan sonra: “De ki bunu inananları sabitlemek için rabbinden bir gerçek olarak ruh-ül Kudüs indirmiştir.” Bunu siz biliyorsunuz Cebrail. Yani daha önce de inananlar bunu gördüğü zaman imanlarında sabit kalırlar. Çünkü onlar yeni inen kitaba inanmak zorundalar. Tabi yeni inananlar için de aynı şey söylenir. “…ve Müslümanlar için de bir müjde olmak üzere gönderilmiştir.” (Nahl 16/102) Dolayısıyla burada esas ortaya koymak istediğimiz birincisi neshin ayetler arasında olduğudur. Bunu dediğimiz zaman sünnetin Kuran’ı neshi gibi bir şey olamayacağını üstü kapalı olarak söylemiş olduk. Çünkü sünnet ayetlere göre verilen hükümdür. Mutfaktan örnek verdik. Bugün mutfağa şu malzemeleri getirdiniz yemek ondan yapılır. Daha sonra başka malzeme getirdiğinizde ondan yapılır. Dolayısıyla o yemeğin öbür yemeği neshetmesi diye bir şey söz konusu olmaz. Peygamberler Allahın kendilerine indirdiğine göre hükmettiğine göre yeni ayet indiğinde yeni hüküm vereceklerdir. Başka bir görevleri yoktur.
Asıl beni rahatsız eden şudur. Diyorlar ki bir şeri hükmün diğer bir şeri hükümler neshedilmesi deyince işin içersine içtihadi konular da giriyor. Hatta ben inşallah önümüzdeki toplantılarda bunun ibaresini gösteririm. Beni çok şaşırtan bir şey. Maturidinin tefsirinde müellefeyi kulub konusunun içtihadla nesihe örnek olduğunu söylüyor. Dolayısıyla bakıyorsunuz ki iş iyice çığırından çıkarılmış.
Hüseyin Hansu:
Belki nesh olarak değil de hocam devlet başkanının bir hükmü geçici olarak askıya alması diyelim.
Abdülaziz Bayındır:
Maturidi bunu söylüyor orada açıkça ibare var.
Hüseyin Hansu:
Benim esas olarak sormak istediğim soru şu hocam. Peygamberimizin belli bir dönem Mekke’de ve Medine’de Tevrat’ın hükümleriyle ya da ehlikitabın hükümlerini uyguladığını söylüyoruz doğru anladım değil mi hocam? Tamamı değil ama mesela oruç örneği verdiniz, recim örneği verdiniz. Sorum şu. Peygamberimiz bu hükümleri nereden öğrenmişti? Kendisi Tevrat mı okuyordu, İncil mi okuyordu? Yanında Yahudi ya Hıristiyan danışmanları mı vardı? Ya da sahabe arasında uzmanları mı vardı? Sonuçta biz Peygamberimizin bu konuda bir eğitim almadığını biliyoruz. Okuma yazma bilmediğini de biliyoruz. Acaba önceki kitapların hükümlerini nereden bilerek uyguladı?
Abdülaziz Bayındır:
Tabi bu da çok güzel bir soru. Bu da aynı zamanda bir sıkıntıyı da ortaya koyuyor. Az önce sen Allah’a iftira ediyorsun sözünü ancak ehlikitap söyleyebilir başkası söyleyemez. Orada bir örnek olarak gördük ama bizim İslami ilimlerin her zaman tekrar ediyoruz yeniden inşasına ihtiyaç var. Çünkü tarih içerisinde ben Hüseyin beyi o açıdan çok önemsiyorum. Mihne denen olaydan sonra çok ciddi bir müdahale olmuş. Bana göre İslami bilimlerin tamamı rayından çıkmıştır. Bu rayından çıkmış olan İslami ilimler içerisinde Mekke’de peygamberimizin ehlikitapla teması neydi, bakın ayette açık hüküm olmasına rağmen ben bir yerde okuduğumu hatırlamıyorum. Fatihin bu konuda bir çalışması var ondan dinleyelim.
Fatih Orum:
Mekki bir sure olan Nahl Suresi’nde “Fakat O’nu (Kur’ân-ı Kerim’i), ona şüphesiz bir beşer (insan) öğretiyor…” (Nahl 16/103) ifadesinden hareketle peygamberimizin Mekke’de ehlikitaptan bir takım kişilerle görüştüğünü söylüyor bazı tefsirler Mekke’de ve bundan dolayı da bu iftirayı attılar. Gidiyorsun konuşuyorsun onlardan bir şeyler öğreniyorsun ondan sonra etrafındaki insanlara satıyorsun dediklerini, böyle bir iftirada bulunduklarını biliyoruz. Allah da Nahl Suresi’nde evet bunun bir iftira olduğunu söylüyor ama gerçekten de görüştüğünü doğruluyor. “Ona isnad ettikleri kişinin lisanı acemidir (Arapça değildir). Bu (Kur’ân-ı Kerim) lisanı ise apaçık Arapça’dır.” (Nahl 16/103) Yani bir adam var orada. Zaten tefsirler diyor ki bunlar Rum asıllı Hıristiyanlardı. İbni Kesir’de, Kurtubide diyor ki bunların elinde İncil’in nüshaları vardı. Bunlar orijinal diliyle bunu okurlardı. Yine Mekki bir sure olan Furkan Suresi’nde de yine “bir grup adam buna yardım ediyor” diye bir iftirada bulunuyorlar. Yunus Suresi’nde de…
Hüseyin Hansu:
Ama Kuran buna zaten iftira diyor. Demek ki böyle bir şey olmamış.
Fatih Orum:
Tamam, onlardan öğrenmiş olamazsın diyor ama Mekke’de bu tür adamlar olduğu…
Hüseyin Hansu:
Yani Peygamberimize bu tür adamların şerri men kablenayı öğrettiğini mi söylüyorsunuz?
Fatih Orum:
Bunlardan bilgi almış olabilir Peygamberimiz.
Hüseyin Hansu:
Kuran zaten bunu reddediyor.
Abdülaziz Bayındır:
Bu iftira meselesini iyi anlamak lazım. Onlar diyor ki bu ayetleri gidip onlardan aldı diyorlar. Bu ayetleri onlardan almıyor. Kendisini indiriliyor ama indirilenler onların kitaplarında da olabilir. Dolayısıyla esasen Muhammed’in (sav) resullüğünü inkâr ettikleri için bu adam resul falan değil gidip oradan alıp getiriyor diyorlar.
Hüseyin Hansu:
Hocam burada üç teori var. Klasik görüşte, peygamberimize bu ayetler gelmeden önce peygamberimiz nasıl amel ediyordu. Mesela oruç örneği verdiniz, recim örneği verdiniz. Usulcülerimizden bir kısmı diyordu ki gayri metluv vahiy yoluyla. Bir kısmı da Cebrail ona öğretiyordu. Üçüncü bir görüş olarak da sizin şu anda tartıştığınız görüş bunun iyice temellendirmemiz lazım. Olabilir tabi. Kuranı Kerim’de eski kitapların örtüşmesi bu Kuran’a aykırı bir şey değildir. Ama eğer bunu bir takım ilmi kriterlere tabi tutulması gerektiğini düşünüyorum.
Fatih Orum:
Siz ilk sormuştunuz ya hocam, var mıydı böyle sorabileceği kişiler? Yine Mekki bir sure olan Yunus Suresi’nde “Sana indirdiğiniz şeyde herhangi bir şüphen varsa senden önce kitap verdiğimiz kitabı okuyan kişilere sor.” (Yunus 10/94) Gerçekten yönlendirebileceği git sor sorduğunda da sana indirdiğimiz ayetleri tasdik eden ayetlerin orada olduğunu göreceksin şeklinde anlaşılabilir belki.
Yahya Şenol:
Recim meselesinde az önce konuştuk ya beytil midrasa gidip öğreniyor. Ama bundan sonra gerçekten de bunun Allahın hükmü olup olmadığının tasdiki gerekiyor. Hüseyin Hocanın ve diğer birçok insanın aklına gelebilecek olan tereddüdü o giderebilir. Yani gidip baktı söyledi birilerine. Peygamberimiz Tevrat uzmanı değil. Gerçekten Tevrat’ın hükmü mü o? Onun mutlaka bir müddet sonra vahiyle tasdik edilmesi gerekiyor. İşte o Allahın hükmüydü. Tasdiki yine bizim kitabımızla yapılıyor. Ama gidip sorması ve onu öğrenmesi…
Abdülaziz Bayındır:
Hüseyin hocanın söylediği bir şey kaç gündür zihnimdeydi onu dile getirdi. Cebrail (as) mı öğretiyor? Cebrail (as) öğretiyor olmalı ki sana öğretiyor diyor.
Hüseyin Hansu:
Peygamberlerin hidayetleri ve mesajı ile ilgili ayeti okudunuz ve ayetin sonundaki şu cümleye vurgu yaptınız: “Sen de onların hidayetine uy” anlamında. Bunu böyle anlarsak zaten Kuranı Kerim’i zar zor uyguluyoruz anlamıyoruz bir de bunun üzerine Tevrat ve İncil, Zebur binerse halimiz nice olur?
Abdülaziz Bayındır:
Bu Mekke’de inen bir ayet. (H.H.: Yani bu ayet bize hitap etmiyor mu? ) Şu anda bitti. Niye bitti? “Artık sizin dininizi olgunlaştırdım. Size olan nimetimi tamamladım. Sizin için bu İslam’a razı oldum.” (Maide 6/3) deyince artık diğerler mensuh olmuş oluyor. (H.H.: Teşekkür ederim hocam) Bir de Ebu Davud’da Maide Suresi’nin 44. Ayetiyle ilgili, Tevrat’ı indirdik. İçerisinde nur ve huda vardır. Onunla Allah’ teslim olmuş nebiler hükmeder diyor. (Maide 6/44) Orada bir ifade daha kullanıyor. Bizim nebimiz de onlardandı diyor. Yani Tevrat’la hükmedenlerdendi diyor.
(Yazıya Geçiren: Efe Mısırlı – [email protected])
[1] “Ona önünden de ardından da bâtıl gelemez. O, hikmet sahibi, çok övülen Allah’tan indirilmiştir.” (Fussilet 41/42, D.V. Meali)
[2] Ey İnsanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabb’inize hürmetsizlikten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’ın ve akrabanın haklarına riayetsizlikten de sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir. (Nisa 4/1, DIB Meali)
[3] Hani Allah, nebilerden: «Ben size Kitap ve hikmet verdikten sonra yanınızdakini tasdik eden bir resul geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz» diye söz almış, «Kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi?» dediğinde, «Kabul ettik» cevabını vermişler, bunun üzerine Allah: O halde şahit olun; ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim, buyurmuştu. (Ali İmran 3/81)