ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugün kü konumuz kuranda nesih. Nesh’e şer’i bir hükmün diğer şer’i hükmü ortadan kaldırması diye bir anlam veriliyor. Öyle anlam verilince, islam önceki hükümleri ortadan kaldırmış dediğiniz an kuranın tasdik ermesinin bir anlamı kalmıyor. O zaman bir ayet neden başka bir ayeti yürürlükten kaldırsın diye insanların aklına bir takım sorular geliyor. Bizim geleneksel anlamda-biraz sonra arkadaşlarımız kaynaklarından okuyacaklar-nesih tanımı temel bir çok konuda olduğu gibi kurandan tamamen uzak, kişilerin kendi kafalarına göre yaptıkları bir tanımdır. Öyle olunca da bir türlü tutturulamıyor. Her şey birbirine karışıyor. Halbuki ortada Allah’ın kitabı olan kuran var. Allah önceki nebilerin ümmetlerine bir şey söylüyor.ALİ İMRAN, 81.. Ayet: “Ve iz ehazellahü mısakan nebiyyıne: Allah nebilerden kesin söz aldığı zaman”, “lema ateytüküm min kitabin ve hıkmetin: size bir kitap ve hikmet veririm de”, “sümme caeküm rasulüm: sonra size bir elçi gelir”, “müsaddikul lima meaküm: sizin yanınınızda olanı tasdik eden bir elçi gelirse”, “le tü’minünne bihı: ona mutlaka inanacaksınız”, “ve le tensurunneh: ona mutlaka yardımcı olacaksınız”. Şimdi. Sizde olanı tasik eden diyor Allah. Neshi de önceki şeriatları yürürlükten kaldıran diye tanımladınız mı o ayetin bir anlamı kalıyor mu? O zaman bu yeni gelen resule öncekilerden hiç birisinin inanmasına gerek yok. Çünkü tasdik eden birisi gelirse diyor. Yürürlükten kaldırma diyorsunuz, bir taraftan da tasdik diyorsunuz. O zaman kuran içinde tam bir çelişki ortaya çıkıyor sanki kuranın çelişkisiymiş gibi algılanıyor. Ondan sonra tasdik eden bir resul gelirse diyor. Kendinizi siz bir yahudi bir hıristiyanın yerine koyun. Biz bugün bir müslüman toplumunda müslüman anadan babadan doğmuşuz. Bu bizim tercihimiz değil. Bir yahudi toplumunda bir hahamın çocuğu da olabilirdik değil mi? Bize kalmış bir şey değil ki. Yada bir hıristiyan toplumunda bir papazın yada koyu bir hıristiyan ailenin çocuğu da olabilirdik. Bize öğretilen kitaplarda deniyor ki sizdekini tasdik eden bir resul gelirse ve biz o beklenti içindeyiz. Bugün hala işte zerdüşlerin mehdi olarak beklediği şey aslında Muhammed’dir. Hıristiyanların beklediği de odur. Yahudilerin beklediği de Odur. Bu resulün geldiğini göstermek için tasikle gitmek gerekiyor. Tasdikle gitmediniz mi onların herhangi bir sorumluluğu olmaz. Çünkü Allah İsra suresinin 15.ayetinde diyor ki; ISRA, 15.. Ayet:”…ve ma künna müazzibıne hatt neb’ase rasula: bir elçi göndermeden kimseye azab edecek değiliz”. Ozaman onlara elçi gelmemiş oluyor. Çünkü elçinin gelme şartı var Allah tarafından: yanlarında olanı tasdik edecek. Yanlarında olan da sadece kitap değil hikmeti de tasdik edecek. Biliyorsunuz islam aleminde hikmet zaten sahabden itibaren unutulmuş. Kitapla ilgili anlayışlar da temelden değişmiş. Dikkat ederseniz mesela bize hep öyle öğrettiler: tevrat ve incil dediğiniz zaman arkasından kelime nedir: tahrif. Tahrif edilmiş dediğiniz bir kitabı nasıl tasdikle gideceksiniz. Adama diyorsunuz ki; “senin kitabın tahrif olmuş”. Siz kendiniz onun yerinde olsanız. Bir hıristiyan anne babadan doğmuş, hıristiyanlık eğitimi almış bir kişi olsanız, sizin kitabınız tahrif olmuştur diyerek gelen kişiye ne dersiniz? Bu bizim beklediğimiz şey değil dersiniz değil mi? Size resul gelmemiş olur. Halbuki tasdikle gitmek gerektiğini C. Hakk söylüyor. Yani şimdi dikkat ediyorsanız gerçekten ben hayret ediyorum. Yani dün bizim Kitap Ve Hikmet dergisinin son sayısına bir yazı yazıyorum, en eski tefsirlere bakıyorum ki ayete doğru meal veren birisi var mı? Yani ayetlere öyle yanlış meal veriyorlar ki bir sıradan bir arabın o meali vermesi imkan ve ihtimal dışı. Bu kesinlikle belli bir nokta tarafından yapılmış. En eski tefsirlere gidiyorsunuz aynı yanlış devam ediyor. Öyle bir yapı oluşturulmuş ki yahudi ve hıristiyanların, belli ki onların hakim olan unsurları bu işi gayet güzel başarmışlar. Bizde de tabi siz eğer dünyayı önemsiyorsanız o zaman gidersiniz işte bugün Avrupa ile de Amerika ile de başka ülkelerle de iş birliği yaparsınız. Tabiki siz Türkiye’de olduğunuz için müslüman gözükmeniz lazım. Birisi hıristiyan gözükecek, başka birisi başka bir şekilde gözükecek, sizin iktidarınızın yürümesi için dinleri feda edeceksiniz. Hiç kimseyi de dinini bırak diye zorlama şansınız olmadığı için öyle bir din ortaya çıkacak ki bırakmaktan beter olacak. Böyle bir yapı oluşmuş. Az önce söylediğim gibi hikmet diye bir zaten şey kalmamış. Hikmet kalmadığı zaman müslümanların problem çözme yeteneği bitmiş oluyor. Dikkat ederseniz müslümanlar problem çözmüyor, problem üretiyorlar. Çünkü hikmet tamamen kaybolmuş. Bugün herhagi bir ilim adamına sorun. Geçende bizim fakülteye Suriye’den bir prefosör fıkıh hocası olarak gelmiş. Hikmet nedir diye sordum. Efendim işte bu illet hikmet şeyi var ya. Yolculuğun asıl sebebi nedir? Yolculuktur. Hikmeti nedir? Meşakkattir. Peki meşekkate göre mi hüküm verilir? Hayır,illete göre verilir. Sebebe göre. Yani hikmet iyi bir şey galiba falan. Zaten anlayamadığı zaman ne derler? “Bunda bir hikmet vardır”. Topu taca atmanın en güzel yolu. Bakın adam arap. Orada iyi kişilerin yanında yetiştiği de belli ve prefosör olmuş,hikmetin ne olduğunu ilk defa bizden duydu ama bir kere duymakla anlayabildiğini zannetmiyorum. Daha sonraki görüşmemde anlamadığını gördüm zaten. Ama yavaş yavaş anlayacak. Kitabı tasdik edecek, hikmeti tasdik edecek onlardaki. Ve oradaki ortak noktaları gösterecek. Ondan sonra karşı taraf inanma mecburiyeti içerisine girecek. Böyle olmayınca bu defa son nebi gelmemiş oluyor. Yahudi için de hıristiyan için de budist için de brahmanist için de zerdüşt için de sabii için de gelmemiş oluyor. Öyle olunca da herbirisi bir yeni nebi beklentisi içinde birisi adına Mehdi diyor, birisi Mesih diyor, birisi başka bir şey diyor o beklentiye girmiş oluyor ve sebebi de biz oluyoruz. Ama işin esas üzücü tarafı, islam alemi diye bugün ortada bulunan yada dün yaşayan kişilerin tamamının bu oyuna gelmiş olması. Buna hakikaten akıl ermiyor. Siz gayet iyi biliyorsunuz bir konu da olsa o konuyla şöyle güzel bir şekilde hiç olmazsa kurana ve Resulullah’ın uygulamasına uygun bir şekilde anlatsalar. 3-4 gün önce bir arkadaşımızın doktorası bitmişti. Doktora savunmasını yaptı. Savunmadan önce sordum. Zekat konusunda doktora yaptı. Dedim hiç baktın mı senin okuduğun kitaplarda kuran yüzde kaç etkili? Hocam yüzde 10’u bulmuyor dedi. Bu zekat, devlet geliri işte daha ne istiyorsun ya! Yüze yüz olması lazım. Yüzde 99 bile olmaması lazım. Ondan sonra da çıkıp diyorlar ki islam alemi niye bu halde? Valla yiyin için dua edin bu günkü hal islam aleminin hakettiği durum değil. Çok daha kötüsünü hakediyor. Allah’ın merhameti ile biz bu halde yaşıyoruz. Öte yandan da çıkarlar biliyorsunuz “efendim kuranın Allah’ın kitabı olduğunu ıspat et”. Eğer kuranın Allah’ın kitabı olduğu bana kaldıysa yandın. Öyle bir kitap olmaz. Onu kişinin kendisinin anlaması lazım. Allah’ın yarattığı kişi kendi şeyiyle Allah’ın kitabını anlayamıyorsa o zaman Allah’ın kitabı değildir. Mesela şurada su var. Bu su tabiimidir yoksa bir fabrika mı üretmiştir? Ağzına alırsın, “yok canım ne fabrikası, bu tabii su. Allah’ın yarattığı su” dersin. Allah’ın kitabını Allah’ın herhangi bir kulu. Az önce anlattıklarım, dinlere mensup olan kişilerdi. Herhangi bir din eğitimi yok. Benim şahsen kendi tecrübem: adam müftü olmuş ama kendisine kuran tebliği ulaşmamış insanlar var. Üniversitede profesör ilahiyatçı ama kendisine kuran tebliği ulaşmamış. Çünkü okudukları tamamen kuran dışı. Onun için onlara ayetleri okuduğun zaman şaşırıp kalıyorlar. Asıl problem üretenler de onlar. İnsanlar kendi tabii yapıları içinde kaldığı zaman kendisi kurandan okuyup anladı mı diyecek ki “yok bu öyşe bildiğimiz sözlerden değil. Bu ancak Allah’ın sözü olur”. Tıpkı bu sudan içtiği zaman bu bir fabrika üretimi değil demesi gibi. Eğer kendi kanaati yoksa adamın, falancaya göre. Bakın biz müslüman olduğumuzu ifade etmek için kelimeyi şahadet getiriyoruz değil mi? Eşhedu diyoruz. Ne demek eşhedu? “Ben tanıklık ediyorum”. Şahitlik etmek ne demek? Şunu gördüm, görüntüsü su. Tamam ama bunun su olduğuna şahitlik edemem. Çünkü su görüntüsünde başka bir şey de olabilir değil mi? Aldım, bu su. Sizden biriniz dediniz ki; “yok canım az önce geldi birisi başka bir şey doldurdu” “Yok kardeşm su bu ya sen bana mı anlatıyorsun ya tabiki su”. Eşhedu budur. Kendi kanaatin. Enlailahe illallah: Allah’tan başka ilah olmadığına. Her insan bu konuda kendi kişisel kanaatine varır Allah’ın yarattığı ayetleri okuyarak. Ondan sonra diyorsun ki; “ve eşhedu enne muhammeden abduhu ve resuluhu”. Az önce dedim ya bizim bir çok prefosör var ki kendisine kuran tebliği ulaşmamıştır. İlahiyarçı prefosör. Türkiye’de ve islam aleminde. Niye? Ona desen ki; “Muhammed Allah’ın elçisidir diyorsun. Delilin ne? Eşhedu diyorsun, ben şahidim diyorsun gözünle gördün mü? Ona elçilik görevi verildiği zaman sen oradamıydın?”. Diyecek ki :öyle soru mu olur”. “Nasıl eşhedu diyorsun söyle bakayım”. Mesela ben bu suyun kaynağından çıkarıldığını görmedim değil mi? Buna su demem için kaynağından çıkarıldığını görmem gerekir mi? Onun getirdiği kitabı okuyacaksın diyeceksin ki; “bu ancak Allah’ın kitabı olur, bunu getiren de onun elçisi olur”. O zaman eşhedu dersin. “Ve eşhedu enne muhammeden abduhu ve resuluh” diyoruz. Ben şahidim diyorsun. Peki bizde bugün müslümanlara sorsanız; “Muhammed Allah’ın elçisidir de şahidim diyorsun da delilin ne” derseniz ne cevap verirler size? Şu okullarda okuyan sin dersi gören bilmem ne… Ne derler? “Öyle demek gerekiyor”. O zaman bu ezber bir şey kardeşim. Eşhedu kelimesini kullanamazsın. Ben şahidim diyemezsin. Falan böyle diyor dersin. “Hocam okulda böyle diyor”. Dikkat ediyormusunuz daha bir eşhedunun ne olduğunu bilmeyen bir din eğitimi var. Yani öyle bir din eğitiminin içerisindeyiz ki bugün kelamın en temel konularından biri nedir diye sorsak ne dersiniz? “Ispâtı vacip”. Ne demek ıspâtı vacip? Allah’ın varlığını ıspat. Allah’ın varlığına ıspata gerek varsa yandık! Peki bununla ilgili bir tane ayet var mı? Yok. Peki Allah’ın herhangi bir nebisi bu konuda uğraşmış mı? Daha sen ne uğraşıyorsun ya? Ispâtı vacip ne demek? Ondan sonra kalkar; “efendim bizim falanca ustadın kitabında Allah’ın varlığı şöyle ıspatlanıyor”. Fahreddin Razi’nin Bağdat’a geldiği zamanı medresede anlattılar. Gerçekten var mı yok mu bilmiyorum ama biz okuduğumuz zaman anlatıyorlardı. Gelmiş, Allah’ın varlığına 1000 tane şahit getiriyormuş. Millet gidiyormuş oraya, yaşlı bir kadın demiş ki; ‘hayırdır nereye gidiyorsunuz?”. “Bir hoca gelmiş de Allah’ın varlığına 1000 tane şahit getiriyormuş”. “Amaan, Onun 1000 tane şüphesi varmış benim hiç şüphem yok” demiş. Onun için kocakarı imanı derler. İnsanda o koca karı imanı olması lazım diye bir terim kullanılır. Benim kendime mâl olması lazım. Şimdi tutmuşlar ıspâtı vacip diye bir şey yapıyorlar ve talebelere okutulur. Hiç de bir şey anlaşılmaz.. Çünkü gereksiz bir şey. Efendim Allah’tan başka ilah yok. Niye? Kitaplar öyle yazıyor. O zaman sen eşhedu diyemezsin. Muhammed Allah’ın elçisi. Delilin ne? İnanmıyormusun? Eşhedu diyorsun sen. Ben şahidim diyorsun. Onun için hem insanları Allah’ın dinine davet konusunda hem diğer din mensuplarının Allah’ın dinine davet konusunda bugün üzerinde duracağımız nesih konusu son derece önemlidir. Önce bakın neshi nasıl tarif etmişler. Şimdi Abdurahman’dan dinleyeceğiz. İslam Ansiklopedisi var biliyorsunuz. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi’nin çıkarmış olduğu İslam Ansiklopedisi. Orada neshi nasıl tarif etmişler. Çünkü o ansiklopedi o tariflerde tarihi bilgiyi nakleder. O bakımdan ansiklopedi önemlidir. Onu yazanın kişisel görüşü yazının içinde yer alır. Esas terim anlamı verilir ki tarihsel şey yapılır.
ABDURRAHMAN YAZICI: Burada nesih konusunu farklı açılardan ele almışlar. Ferhat Koca bu nesih konusunu fıkhi açıdan ele almış. Burada önce bazı tanımlar vermiş. Önceki kitaplarda sabit olan hükmü kaldıran delalet hitap gibi benzeri şey verdikten sonra..
ABDULAZİZ BAYINDIR: İlk başta verdikleri tarif.
ABDURRAHMAN YAZICI: Evet. Şunu diyor Hocam: Farklı tanımlar verseler de bunların şer’i bir hükmün daha sonra gelen başka bir şer’i delil ile kaldırılması noktasında birleştiği söylenir. Başlıktan sonra, nesihten hemen sonra “şer’i bir hükmün daha sonra gelen şer’i bir delil ile kaldırılması.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kendisi de zaten onu tasdik etmiş oluyor. Diyor ki; “Şer’i bir hükmün”. Şer’i hüküm dediğimiz zaman ne akla gelir? Edilleyi şeriyye deniyor değil mi? Şer’i deliller. Nelerdir şer’i deliller? Kitap, sünnet, icma, kıyas denir değil mi? Çünkü bu kişilerin kabul ettiği o. Şer’i bir hükmü diğer şer’i delille ortadan kaldırılması dendiği zaman demek ki şer’i bir hüküm, kuranın hükmü şer’idir. Diğer bir şer’i hüküm dediğiniz zaman Resulullah’ın sünneti ile de ortadan kalkar, kıyasla da ortadan kalkar, icma ile de ortadan kalkar.
Kitabın kitap ile nesh edilmesi: bugün asıl konumuz bu. Kuranın ayetlerinin ayetle nesh edilmesi. Ama şer’i bir hükmün diğer bir şer’i hükümle neshi dediğiniz zaman kuranın sünnetle nesh edilmesi meselesi vardır. Ve bunu Hanefiler kabul eder. İmam Şafi kabul etmez. Görünürde kabul etmez. Der ki; “kuran kuran ile, sünnet sünnet ile nesh edilir” der ama uygulamada öyle bir hadis alır ki bütün ayetleri böyle bir çırpıda devre dışı bırakır. Cüneyt Arkın gibi birisine tekme,birisine kafa, birisine yumruk, hepsi haşat. Yani öyle hadisler ortaya koyar. Ama mesela kitabında der ki; “sünnet kuranı nesh etmez” der, aynı yerde verdiği örnekle kuran diye bir şey bırakmaz sünnet. İstersen oku orayı. Kaynağını da ver.
FATİH ORUM: Hocam’ın bahsettiği konu İmam Şafi’nin Er Risalesi’nde ve onun fıkıh eseei El Üm’de geçiyor. Hocam bu Kitap Ve Hikmet dergisinin 8.sayısının baş yazısında bu konuyu ele alıyor. Ben oradaki ifadeleri aktarıyorum. İmam Şafi şöyle diyor; “kuran sünneti, sünnetde kuranı nesh edip yürürlükten kaldıramaz”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ne güzel saldırmazlık anlaşması var aralarında. Kuran sünneti nesh edemez diyor. Bunu unutmayın. Kuran Allah’ın kitabı. Bir ayet indiği zaman Resulullah’ın bir uygulamasını ortadan kaldıramaz diyor. Bu ne demek? Bu bir kere baştan iki ayrı otorite demektir değil mi? C. Hakka ortak koşmak gibi bir şeydir. Böyle şey olur mu? Peki bakalım kim kimi dövüyor.
FATİH ORUM: “Ancak bir başka sünnetle nesh edilebilir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Resulullah bir uygulama yaptıysa başka uygulamasıyla ortadan kaldıracak. Bunu söylemesinin sebebi neymiş bakalım.
FATİH ORUM: “Sünnet kuran ile nesh edilir denirse recim cezasının zina eden kadınla zina eden erkekten her birine 100 kamçı vurun ayetiyle nesh edilmiş olması ihtimali ortaya çıkar”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mazallah ne kötü bir şey görüyormusunuz! Ya kardeşim, bir şey söylüyorsan kuran sünneti nesh edemez, sünnet kuranı nesh edemez diyorsan kurandan bir delil getirmen lazım değil mi? Bu dine yön verme yetkisine sahipmisin sen? Ve usül koyuyorsun. Neymiş efendim: kuran sünneti nesh eder dersek sünnette var recm cezası kuranda yok, mazallah recm cezası kalkar haşa!
FATİH ORUM: İmam Şafi, sünnet kuranı nesh edemez demiş ama recm cezasını korumak için Nisa suresinin 15. ve 16.ayetleri ile Nur suresinin 2.ayetinin hükümlerini Ubade Bin Essamit kanalıyla gelen şu rivayete dayanarak değiştirmiştir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir tane hadise dayanarak 3 tane ayetin hükmünü ortadan kaldırıyor.
FATİH ORUM: “Benden alın, benden alın. Allah onlar için bir yol açtı. Bekar bekarla zina ederse 100 kamçı ve bir yıl sürgün. Dul dul ile olursa 100 kamçı ve recm gerekir. Hem 100 kamçı hem recm! Öldüreceksin daha niye dövüyorsun? Sonra düşünün: hadi erkeği sürgün ettin, zina etmiş olan bir kadını sürgün ettin, ne yapmış olursun o kadını? Geneleve göndermiş olmazmısın? O kadın ne kadar yaptığına pişman olsa bile gittiği yerde; “ne için geldin”… Nerden çıkarıyorsunuz?
FATİH ORUM: İmam Şafi’nin bu konudaki sözleri özetle şöyledir: Bu hadisle ayetlerdeki hapis ve eziyet cezası kaldırılmıştır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kaldırılmış kelimesiyle nesh etmiş olmuyor. Hani az önce sen demiyormuydun? Hemde aynı yerde söylüyor. Kitabın aynı bölümünde söylüyor. Az önce sen demedin mi sünnet kuranı nesh etmez?
FATİH ORUM: Zina eden kadınla zina eden erkekten her birine 100 kamçı vurun ayetindeki 10ğ kamçı cezası da hür olan dullar için bu hadisle yürürlükten kaldırılarak recm cezasına çevrilmiştir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yürürlükten kaldırılmış ve yeni bir hüküm getirilmiş. Ne oldu? Nesh olmadı öyle mi? Hani? Kuran sünneti nesh etmiyor ama sünnet kuranı nesh ediyor görüyormusunuz?
FATİH ORUM: Kur’an Sünneti nesh edemez diyen İmam Şafi, bir hadisle bir kaç ayeti nesh edebilmiştir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kur’an’ı Kur’an ile neshi anlatacağız da Sünnetin Kur’an’la neshini gördünüz mü? Olmaz diyen kişiyi örnek verdik. Hanefiler olur diyor. Onları örnek vermeye gerek yok. Peki kıyasla nesh olur mu? Kıyas ne demek? Sen anlatsana. Esas kıyasla doktora yapan kişi var.
FATİH ORUM: Hem günlük hayatta hem hukuk dilinde türkçede de aynen bizim hukuk dilinde kullanıldığı gibi. Bir şeyi bir şeye kıysslamak. Bir şeyi ölçü alıp diğerlerine de aynı hükmü vermek. Mesela farz edin ki kuranda herhangi bir konu ile ilgili bir hüküm var. Bu hükmü siz bu konuya bir şekilde benzer olan başka meselelerle kıyaslıyorsunuz ve kuranda açıkça hükmü olmadığı iddia edilen konulara da arasında şöyle bir benzerlik var, dolayısıyla buna da bu hükmü verelğm diyerek kıyas yoluyla bir hükmü bir başka hükümde de geçerli kılmaktır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İstersen örnek ver de millet ilim görsün!
ABDULAZİZ BAYINDIR: Örnek vermek öyle zor ki. Bizim fıkıh usulü eserleri vardır hepiniz duymuşsunuzdur. Bu fıkıh usulü eserleri kuranın nasıl…
ABDULAZİZ BAYINDIR: İstersen oraya girmeyelim. Şurada verelim örneği. Oraya girdin mi..
FATİH ORUM: Zaten yok da.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Örneği yok ama verdikleri örnekle de o kadar büyük, az çnceki recm olayı gibi..
FATİH ORUM: Kendi içinde çelişkilerle dolu.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Çelişki ve tamamen Allah’ın kitabını dışlama olayı ortaya çıkıyor. Neyse zaten bu yetiyor. Bunun bir benzeri Ömer Nasuhi Bilmen’in Islıhati Fıkhıyye Kamusu’nda var da. Mesela kuranda Tevbe suresinin 60.ayetinde Allah, zekat verileceklerin 8 sınıf olduğunu söyler. Bu 8 sınıfta bir de müellefeyi kulub vardır: kalpleri islama ısındırılanlar vardır. O 8 sınıf, Ömer N. Bilmen’in şeyinde kafadan 7 sınıfa düşürülür. Kalpleri islama ısındırılanlar Resulullah zamanında vardı, sahabe zamanında vardı, Ebu Bekir zamanında vardı, Ömer zamanında kaldırıldı. Öyle derler. Oku oradan.
ABDURRAHMAN YAZICI: Zekat’ın verileceği yerler. Zekat verilecek kimseler müslüman fakirler, miskinler, borçlular, yolcular, mükatepler yani sözleşmeliler, mücahitler ve zekat toplayıcılar olmak üzere 7 kısımdır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak 7’ye düşürdü görüyor musunuz? Tevbe 60.ayette 8 sınıf. Hemen 7’ye düşürdü. Bu da Tevikatul Kuran, İmam Maturidi’nin. İmam Maturidi biliyorsunuz Maturidi mezhebinin imamıdır. 333’de vefat etmiş hicri. Miladi de 944’de vefat etmiş. Yani bizden kaç asır önce oluyor. 12 asır mı? 11 asır mı? Neyse. Burada diyor ki. Burada muellefeyi kuluba zekat verilmemesini anlattıktan sonra “ve fil ayati delaletun cevazen neshi bil içtihadi: ayette içtihatla neshin olacağına delalet vardır” diyor. Çünkü bir icmadan bahsedemiyorlar. İşte Ömer’in uygulaması. Ömer’in içtihadı olmuş oluyor ki ben burada Ömer(ra)’a çok büyük bir iftira olduğundan hiç şüphem yok. Ders başka olsaydı onu anlatırdım uzun uzun. “Li yu’leme ennen neshe kadyekun bi vucuhin: şöyle bilinsin ki nesih bir çok şekillerde olur”. Yani içtihatla da yani Allah öyle demiş ama ben de kaldırdım devlet başkanı olarak. Onun için sonradan, işte siyaset dine öyle bir yön vermiştir ki, bugün islam dinini tanımak mümkün değil. Tanımak mümkün değil derken ben, Hanefi, Şafi, Maliki, Hambeli ve Caferi, Zeydi ne kadar mezhep varsa hepsini kastediyorum. Yani sokaktaki vatandaşları kastetmiyorum. Ulemayı kastediyorum.
FATİH ORUM: İçtihatla kaldırılmıştır dediniz ya. Bizim fıkıh usulünde kıyas içtihadın bir türüdür. Kıyasla kalkmış oluyor bi nevi yani.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir de icma ile kalkma meselesi var. Mesela buna da ben Hanefi mezhebinden bir tane örnek vereyim kısaca. Safa ile Merve arasında say var hac ve umrede. Derler ki; “ayete bakarsak Allah der ki Bakara 158.ayetinde “innes safa vel mervete min şeairillah: Safa ile Merve Allah’a kulluğun simgelerindendir. fe men haccel beyte evı’temera fe lâ cunâha aleyhi en yettavvefe bi himâ: kim hac yada umre yaparsa ikisinde gidip gelmesinde bir günah yoktur der”. Diyorlar ki; “ayete bakarsak say mubahtır”. Bir günah yoktur diyor ya. Çünkü tekrar edeyim hikmet kaybolmuş. Yani ayetler arası ilişki diye bir şey yok. Allah bir ayette bir şey söylüyor ama asıl açıklamayı diğer ayette yapıyor. Bizim bu konuda çok yazılarımız var. Resulullah da diyor ki; “İsav fe innallahe ketebe aleykumus saya: say edin. Allah sayı farz kıldı”. Sahih hadis. İlgili ayetleri birleştirdiğin zaman oradan çıkan hükümdür. Hakikaten farzdır. Kitap sünneti nesh etmez diyen İmam Şafi, ayeti almaz hadisi alır. Onu almadığı zaman nesh etmiş olmuyor! Sadece nesh etmiş kelimesini kullanmaz. Der ki “evet ayete bakarsak mubahtır ama hadis farz demiş: bir insan Safa ile Merve arasında say eden kişi bir adım eksik atsa ne haccı olur ne umresi”. Peki. Hanefiler ne der? Hanefi, ayeti de almaz hadisi de almaz. Bu da Mebsud’dadır. Hanefilerin en baba kitabı. Ayeti alsak mubah diyeceğiz, hadisi alsak farz diyeceğiz. Adamın birisi Beşiktaş’ta binmiş tekneye. Eskiden küçük bir tekneyle karşıya geçiriyor yolcularını. Boğazda ortaya gelmiş paraları topluyor. Birisi param yok demiş. Demiş; “şimdi ben seni geri götürürüm bu kadar yol geldim sana yazık. Karşıya geçiririm para vermiyorsun bana yazık, in aşağıya” demiş. Hanefiler de öyle yapıyorlar. Ayete uymuyor, ayete bakarsak mubah, hadise bakarsak farz. Peki? Diyor ki; “icma ile vaciptir Safa ile Merve arasında say”. Ya kardeşim, senin vacip dediğin o kavramı senden başka kullanan hiç bir mezhep yok. Böyle bir konuda icma olur mu? Sen bu icma dediğin şeyle ayeri de hadisi de yürürlükten kaldırıyorsun. Bizim bugün bir takım görüşleri tenkit edeceğiz şeyle ilgili de neresinden tutsan elinde kalıyor. Yani bir tane sağlam olan bir şey yok ki.
Böyle bir giriş yaptıktan sonra nesih ile ilgili sen şimdi Abdurahman o tarifi bir daha oku. Bir de Şia’nın nesih tarifini okuyalım. Bu, sünnilerin nesih tarifi.
ABDURRAHMAN YAZICI: Nesih ile ilgili ittifak edilen genel tarif şöyle: şer’i bir hükmün daha sonra gelen şer’i bir delil ile kaldırılması.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şeyh El Mufit’in kitabından okumuş. Şiiler diyorlarmış ki; “kuranın bir hükmü kuranın diğer hükmünü nesh eder”. Bu gene bunlardan iyi. “Bu nesih bazen açıkça belli olur bazen de ayetler arasındaki zıtlıktan anlarsınız ki burada bir nesih var. Ama ayet ayeti nesh eder” demişler başka bir şey yok. Bu tarif sünnilerib tarifine göre daha makul gözüküyor ama o tarif de sünnilerin tarifi de bakın çok dikkatle dinleyin bakın ki Allah’ın tarifine uyuyor mu?
BAKARA, 106.. Ayet: “Ma nensah min ayetin ev nünsiha: bir ayeti nesh eder yada onu unutturursak”, “ne’ti bi hayrim minha ev misliha: ondan daha hayırlısını yada dengini getiririz”, diyor. Daha hayırlısını yada dengini getiririz diyor. O zaman nesih ne oluyor? Ya dengiyle değil mi ya daha hayırlısıyla nesih. Peki bu iki tarifde de gördünüz mü öyle birşey? Dengi yada daha hayırlısı diye bir ifade var mı? Yok. E peki yani siz kuran ile ilgili bir şey ortaya koyuyorsunuz. Siz bu tarifi kendiniz yapıyorsunuz. Bu hakkı nereden elde ediyorsunuz? Bir usül koyuyorsunuz. O usül ile bir sürü şeyler yapıyorsunuz, değişiklikler yapıyorsunuz, o ayetin hükmünü kaldırıyorsunuz, o hadisin hükmü, bir sürü şeyler değiştiriyorsunuz. Peki böyle bir kural koyma hakkın var mı senin? O zaman bu yepyeni bir din olmuş olur. Allah’ın dini olmaz ki. Zaten öyle yani. Bugünkü insanlara islam diye takdim edilenin islamla uzaktan yakından alakası yok. Biraz rengi şeyi var işte. Hiç olmazsa ambalajı öyle yani. Diyor ki Allah; BAKARA, 106.. Ayet: “Ma nensah min ayetin: biz bir ayeti nesh edersek” “ev nünsiha: yada unutturursak”, “ne’ti bi hayrim minha: ondan daha hayırlısını”, “ev misliha: yada dengini getiririz”. Mislini getirmek, dengini getirmek var hayırlısını getirmek var. Kuranda nesih kelimesinin geçtiği ayetler vardır. Sen, Mehmet Hoca’nın kitabından okumuştun oku bakalım. 3 tane ayet var değil mi? Neshin kelime anlamı ne? Nesh edersek dedik, neshe mana vermedik değil mi? Neshe, bakalım Allah mana versin ki biz de ona göre konuşalım değil mi? Kuranı önce bi sözlük olarak alalım. Çünkü bu Allah’ın kitabı. Adam sözlüğe yanlış bir anlam da koyabilir. Bu çok ciddi bir olay değil mi?
FATİH ORUM: Casiye 45.sure 29.ayet: “…inna künna nestensihu ma küntüm ta’melun: çünkü biz yaptıklarınızı kaydediyorduk”. Orada “nestensihu” var. Yani “kaydetmek”, “kayıda almak”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kayıda almak dediğiniz zaman zaten kayıda alınan şeye de kitap denir değil mi? Kuran da öyledir. Mesela “sizin yaptıklarınızı kaydediyoruz” dediği zaman bizim amellerimizin kayıdı. Neshin kayıda geçirme anlamı yani sözlük anlamıyla “kayıda geçirmek” olduğunu anlamış oluyoruz. Bu kitapların hepsi de kayde geçirilmiş şeyler oluyor değil mi? Bir kayır. Bu bir: kayıda geçme manası var. İkincisi?
FATİH ORUM: Araf suresi 7.surenin 154.ayeti. “Ve lemma sekete am musel ğadabü ehazel elvah ve fı nüshatiha hüdev ve rahmetül lillezıne hüm li rabbihim yerhebun: Musa’nın öfkesi geçince levhaları aldı. Onlardaki bir nushada rablerinden korkanlar için hidayet ve rahmet vardı”.
ABDULAZİZ BAYINDIR:“Nusha”. Yazıyı yazdın, yazıyı yazmış olduğun kitaba da ne demiş oluyor: “Nusha”. Türkçede de kullanılır: “onun bir nushasını da bana ver”. Yani bugün “kopya” kelimesi daha çok kullanılıyor. Eskiden “bir nusha çıkarmak” denirdi. Kopya, batıdan gelme bir kelime. Nusha da arapçada gelme bir kelime. Yani demek ki bu kuran önceki kitapların nesi oluyor kurana göre: bir kopyası oluyor değil mi? Kopyayı fotokopi ile çıkarmak var, bir de elle yazmak var. Mesela bir mektup yazdınız, baktınız dediniz ki pek beğenmediniz, bunu tekrar yazıya geçeyim dersiniz yani yeni bir nushasını yeni bir kopyasını çıkarmak istersiniz. Yeni bir kopyasını çıkarırken önce yazdıklarınızın tamamını yeni kopyaya yazarmısınız yoksa değişiklikler yaparmısınız? Yaparsınız. Normalde yaparsınız. Peki size göre bu değişiklik öncesinden daha iyimidir? Daha iyidir. O zaman çoğunu aynen yani misli ile bir kısmını da daha iyisiyle yeni nushaya geçmiş olursunuz. Sözlük anlamını da kurandan şey yapıyoruz.
FATİH ORUM: Üçüncüsü de iptal etmek, ortadan kaldırmak anlamında. Bu da Hac suresi yani 22.surenin 52.ayet. “…iza temenna elkaş şeytanü fı ümniyyetih fe yensehullahü ma yulkış şeytanü: ne zaman peygamber bir şey arzu etse, şeytan onun arzusuna kesinlikle boş bir şey katar. Sonunda Allah, şeytanın attığı bu batıl şeyi yok eder”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ortadan kaldırır. Şimdi az önceki soruyu size sorayım. Şurada bir mektup yazdınız bir sayfalık, onu temize çektiniz. Size göre birincisi hala yürürlüktemidir? İlk nusha geçerlimidir? İlk yazdığınız mektubu mu gönderirsiniz ikinciyi mi? İlk yazdığınızı saklarmısınız? Onu temize çektiniz. Yada sana sorayım sen öğrencisin. Hoca sana ödev verdi. Ödevi yaptın dedin ki bi temize çekeyim. Önceki nushayı saklıyormusun? Ne yapıyorsun? Atıyorsun. Burada da o. Önceki nusha ama burada saklanıyor. Niye? Çünkü burada önceki nushalar yani tevrattır, incildir, gatalardır, ginzalardır, vedealardır, neyse.. Bir topluö onu kendi kitabı olarak kabul etmiş ve o toplumla irtibat kurarak tabi C. Hakkın kitabı olduğu için onun önceki nusha olduğunu gösteriyorsun. Ama bugün yürürlükte değil. Yürürlükten kaldırılmış. Bir: kayda geçmek dedik. Allah’ın ayetleri burada kayda geçiyor. Bu bir nesih. O zaman BAKARA, 106.. Ayet: “Ma nensah min ayetin: bir ayeti yazarsak”. İndiriyor, kitapta yazılı. Tabi Allah emrettiği için yazılıyor. “Nensah” da unutturma diyelim. Yeni nüshaya geçme. Eski nusha ilk kitap değil mi? Yeni nusha son kitap. Ya misli ile geçeriz. Unutturmak meselesi de şu var: bugün kurana bakıyorız Bakara suresinde mesela Allah, israiloğullarına hitaben diyor ki; BAKARA, 43.. Ayet: “Ve ekıymüs salate ve atüz zekate verkeu mear rakiıyn: namazınızı tam kılın, zekatınızı verin, rüku edenlerle beraber rüku edin”. Bu, tevratın hükmü. Hıristiyanlar da tevratla sorumlu. Peki bunlarla görüştüğünüz zaman mesela Avrupa’dan gelen kişiler var. Mesela şimdi Aykut Bey’e soralım sen hiç kilisede namaz kılan birini gördün mü hıristiyanlardan? Ama kuran bahsediyor namazdan? Ne oluyor? Unutturulmuş. Ama yahudilerden namaz kılanlar var. Mesela bizim Cemal diyor ki; Filistin, Nablus’da yahudilerin 5 vakit namaz kıldığı, Fatiha suresi gibi bir sureyi her rekatta okuduğu, arkasından da tevratın herhangi bir bölümünü okuduğunu, aynı vakitlerde aynı rekatlarla. Onuk havraları varmış. Olması gerekiyor. Onu herkes bilemez ki. Baktığınız zaman unutulmuş. O zaman ne yapıyor Allah namazı kılın dediğine göre misli ile mi nesh etmiş oluyor yoksa hayırlısıyla mı? Misliyle. Aynı. Namazı kılın. O zaman bu kuranı okuyan yahudi diyecek ki bizde de var bu. O zaman tasdik ettiğini görecek değil mi? Niye? Misli ile. Çünkü SURA, 13.. Ayet: “Şeraa leküm mined dıni: Allah bu dini sizin için bir şeriat kıldı”, “ma vessa bihı nuha: Nuh’a neyi emretmişse”. Nuh’a neyi emrettiyse onu bu dinde sizin için şeriat kıldı. Bazı değişiklikler olduğunu söylüyor da istisna kaideyi bozmaz diye de bir kural vardır. O kadar da fazla değil. Ufak tefek değişğklik yaptı ama büyük bir bölümü aynen duruyor. Nuh’a neyi emrettiyse bu dine şeriat yaptı. O zaman Nuh’a da namazı emretmiş. Zaten onu söylüyor.. Zekatı emretmiş. Bir çok şeyler. “vellezı evhayna ileyke: sana yaptığımız vahiy”, “ve ma vessayna bihı ibrahıme ve musa ve ıysa”. Bak şimdi Nuh, İbrahim, Musa, İsa. En büyük nebiler. “Onlara yüklediğimiz görev şudur”, “en ekıymüd dıne: bu dini ayakta tutun”. Aynı din. Onun için islam dini. Onun için aynı din. Ondan sonra “ve la teteferraku fıh: Orada ayrılığa düşmeyin”. Aynı din dendiği zaman öyleyse bir yahudi, bir hıristiyan, eski şeylerden elinde o kitap olan, kitabın hükümlerini bilen kişi kuran okuduğu zaman bizim kitqpta da var demesi gerekmez mi? Tasdik ettiğini göstermek için. Peki ne diyorlar? Bu tasdiği kabul ediyorlar mı acaba? Şimdi Abdurahman’a soralım. İslam Ansiklopedisi nesih konusunu nasıl anlatıyor önceki diklerle ilgili olarak?
ABDURRAHMAN YAZICI: Nesih konusunu önceki dinlerle ilgili olarak şöyle bir ifade kullanıyor burada; “islam alimleri islamın daha önceki şeriatları tamamen veya kısmen yürürlükten kaldırdığında hemfikirdir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Peki İslam alimlerinin bu ortak görüşleri kurana uyuyor mu? Yürürlükten kaldırdı diyorsa, kuranı kerim de tasdikle geldiğini söylüyor? Bu ikisi birbirinin zıddı değil mi? Yürürlükten kalktı dediğiniz an karşı tarafın size inanması gerekir mi? Çünkü Allah Ali İmran 81’de ne dedi? ALİ İMRAN, 81.. Ayet: “Ve iz ehazellahü mısakan nebiyyıne: nebilerden söz aldığımız zaman”, “lema ateytüküm min kitabiv ve hıkmetin : size bir kitap ve hikmet verirsek”, “sümme caeküm rasulüm: sonra bir resul gelir” nebi demiyor. Sizden herhangi biriniz de gidebilirsiniz ama tasdikle gideceksiniz. Çünkü nebi kendisine kitap indirilendir. Resul onu tebliğ edendir. Her nebi resuldür ama her resul nebi değildir. Biliyorsunuz gelenek bunu da karmakarışık hale getirmiştir. Tam tersine çevirmiştir. Diyor ki eğer sizde olanı tasdik ederse son nebi ona mutlaka inanacaksınız, “ve le tensurunneh: ve destek vereceksiniz”. Peki burada yürürlükten kaldırıldığında ittifak varsa öbür din mensuplarına gitme hakkı doğar mı? Öbür din mensuplarının bu dine inanma görevi doğar mı? İnsanların zihinleri bazı konularda karışıyor. Önce şunu tekrarlayalım. Bir: neshin tanımı bir kere kurana aykırı. Tasdik konusu kurana aykırı. Uygulamalara bakıyorsunuz tamamı aykırı. Böyle bir nesih tanımı insan fıtratına da uymaz. Size anlatıldığı zaman dersiniz ki kuranda bu olmamalı dersiniz.
FATİH ORUM: Hocam örnek vereceğim de bu tanımla ilgili bir şey söylemek istiyorum. Gerek fıkıh eserlerinde gerek tefsir eserlerinde neshin tanımı ile ilgili bayağa uzun bir tarama yaptım. Neshin tanımı ile ilgili çok ciddi tartışmalar var. Yani o kadar şey yapmışlar ki nesih nasıl tanımlanmalı, nasıl tarif edilmeli? Ve birbirinden farklı bir takım tanımlar çıkmış. Niçin böyle diye baktığımızda da şöyle bir problem var bunun altında. Öncelikle Hocam’ın biraz önce sözünü ettiği gelenekte bir ayetin sadece bir başka ayetle değil de ayetin gerekiğinde hadisle, icmayla ve kıyasla nesh edilme zorunluluğu ki bu zorunluluğu biraz önce Şafi söyledi niçin böyle bir şey yapılıyor yani farklı bir sistem kuruluyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugün de var. Kölelik kaldırılmıştır çünkü Birleşmiş Milletler karar almış kuranın nd hükmü olur ki haşa. 126 tanemiydi adına islam alimi denen neyse artık gerisini siz tamamlayın.
FATİH ORUM: Ayetin ayetle değil de başka şeylerle de neshini mümkün kılabilmek için tanımlarda bir takım kelimelerin özenle seçildiğini görüyoruz. Mesela-Hocam biraz önce dedi-”şer’i bir delille”. Gerçekten bir takım tanımlara bakıldığında niçin bu tanımda “şer’i delil” kullanılmıştır diye bir bahis açıyorlar ve devamında diyorlar ki: “çünkü şer’i delil sadece ayet değildir”. Ayetin yanı sıra sünnettir, içtihattır, şudur, budur, bunlarla yolunu açabilmek için tanımlarda bir takım kavramların sokulması için dikkat edilmiş. Mesela “el hıtap” diye başlıyor bazı tanımlar. Yani nesih bir hitaptır ki kendisinden sonra yada önceki şeylere taarruz eder ve diğerini ortadan kaldırır veyahut bazen “ennassu” ifadesini kullanırlar tanımlarda. Nas. Ve bakarsınız tahliline der ki nas kuran ve sünneti şey yapar. Mesela en dar nesih tanımlarından bir tanesi de sadece ayeti ve hadisi alır. Bazen lafız kelimesiyle başlar nesih tanımına der ki lafız sadece ayetle değil hadis lafzi de olabilir. Hatta daha sonraki icmadan türetilmiş bir hüküm de lafız kapsamına girer. Onun için lafzı biz bu tanıma koyma ihtiyacı hissettik der. Birincisi bu. İkincisi de bu tanımlardaki sıkıntının temelinde yahudilerin bir nesih karşıtlığı vardır bizim literatürümüde. Tefsirlerde buna sıköa atıflarda bulunulur. Yahudiler neshi kabul etmezler. Bunu kabul etmemelerinin sebebi de beda gerekçesiyle. Yani derler ki rivatlere göre yahudiler eğer siz bir ayetin başka bir ayetle veya bir şeriatın bir başka şeriatla neshini kabul ederseniz bu Allah’ın bilgisinde bir değişme olduğu anlamına gelir. Oysa Allah bu şeyden münezzehtir. Yani Allah’ın kararında bir değişiklik olmaz, Allah’ın bilgisinde bir değişiklik olmaz. Dolayısıyla nesih diye bir şey sözkonusu olamaz şeriatta. Şimdi tabi yahudiler için bu çok anlamlı bir şey. Biraz önce hocam temas etti. Onlar son nebiyi kabul etmemek için bunu ortaya koymalılar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tamamen siyasi.
FATİH ORUM: İsa’yı da bu gerekçeyle reddetmişler. Yani İsa “ben size Allah’ın haram kıldığı bir takım şeyleri helal kılmak için geldim” dediğinde de Ona da aynı şeyi söylemişler. Demişler ki; “böyle şey olmaz. Şeriatlar değiştirme Allah için böyle şeyler düşünülemez. Dolayısıyla sen Allah’a iftira ediyorsun”. Aynı şeyi Resulullah için de söylemişler. Mesela biz bunu kıblenin değişiminde görüyoruz. Adamlar diyorlar ki; “ne oldu ki niye değişti? Böyle şey olur mu?”. Onların dümen suyuna giren bizimkiler neshi tanımlarken diyorlar ki; “evet tabi beda diye bir şey olmaz. Allah’ın fikrinde, kararında, hükümlerinde, şunlarda, bunlarda değişme olmaz”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onlar da siyasete uyarak kader diye bir inanç koymuşlar kurana ve Resulullah’ın uygulamasına tamamen zıt bir şekilde.
FATİH ORUM: Yani esasında oraya girmişler. Onların açmışolduğu kendileri açısından çok haklı olan o yola bizimkiler girmişler. Ama bu defa demişler ki peki o zaman biz neshi nasıl tanımlarız? Bu defa bir kavram koymuşlar nesh için. Demişler ki; “nesih esasında ortadan kaldırma değildir”. Yani bir hükümü ortadan kaldırmak, iptal etmek değildir. Nesih, beyan demektir. Onun için bizim fıkıh eserlerimizde nesih konusu beyanın bir türü olarak kullanılır. Yani ne demek? Esasında nesih bir hükmü ortadan kaldırmak değildir. Allah zaten o hükmü tarihin belli bir bölümünde kaldıracağına karar vermişti, biliyordu. Zamanı geldiğinde de bunu beyan etti anlamında kullanırlar. Bu defa karman çorman bir şey oluyor. Yani sistem öyle bozulmuştur ki işte bizim literatürümüzdeki bu neshin tanımında ve dolayısıyla da işte böyle çok çarpık bir nesih anlayışının temelinde, birincisi kitap-sünnet-kıyas-icma gibi delillerin de bir nasih olarak sisteme sokulması. İkincisi de yahudilerin dümen suyuna girme var. Bundan dolayı da Hocam’ın biraz önce söylediği kurandaki tanımdan çok uzak bir tanım gerçekleşmiştir. Onun için derler beyandır bu esasen. Allah zaten biliyordu kıblenin değiştirileceğini, çok önceden karar vermişti. Veya Allah işte kurandakibir takım hükümlerin ne zaman ne şekilde değiştirileceğini zaten yazmıştı. Sadece vakti ve zamanı geldiğinde bunları beyan etti derler. Bilinen bir şeyin beyan edilmesidir nesih derler. Dolayısıyla fıkıh eserlerinde tahsis ne ise yani bir ayetin kapsamını daraltma, onu bir takım şeylerle vasıflandırma ne ise nesih de onun gibi bir şeydir. Yoksa bir hükmü ortadan kaldırmak değildir diyerek sanki yani “Allah böyle yapmamıştır canım, yapmaz. Bu olsa olsa bir beyan türüdür” şeklinde bir tanım demişler.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kur’an’a uygun bir nesih tanımına rastladın mı o kadar araştırma yaptın?
FATİH ORUM: Devam ediyoruz araştırmaya!
ABDULAZİZ BAYINDIR: Belki rastlarsın! Gerçekten o kadar üzülüyor ki insan. Mesela işte bunları anlatıyoruz ama bunları hazırlarken insan o kadar çok üzülüyor ki. İslam uleması böyle mi olmalı? Kuranla hiç alakası olmayan yeni bir din ortaya çıkarmışlar, onun usulünü de koymuşlar.
FATİH ORUM: Yine mesela biraz önce Hocam’ın temas ettiği misil kelimesi ve orada “bi hayırin misilha” ifadesi. Bunu da ele almışlar. Peki bu nedir? Şöyle bir tartışma çıkmış. Ayet ile hadis eşit olabilir mi, olamaz. Ayet daha hayırlıdır. Dolayısıyla bu nasıl olacak? Daha az olan ile daha çok hayırlı olan arasında nasıl? Bu defa demişler ki; “oradaki hayır ifadesi ile kastedilen şey ayet yada hadis değil, gelen hükmün daha iyiolması. Dolayısıyla sünnetle gelen bir hüküm ayetle gelen bir hükümden daha hayırlı olabilir. Nitekim bunun örnekleri de vardır” denilmiş ve oradaki “hayr” ifadesini..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Peki recmi nasıl savunmuşlar?
FATİH ORUM: Hocam zaten örnek olarak onu veriyorlar. Evde hapis meselesi var ya. Ömür boyu kalacak. Napıyor? Yüz değnek de şey yapıyor ama 100 değnek yaparken orada evlileri dikkate almıyorlar. Diyorlar ki; “bekar bir adam böyle bir şey yaparsa ömür boyu hapis kalacağına 100 değnek yiyor ve bunu söylüyor. Ayrıca diyorlar ki; “hayırlı olmak demek illa kullar içn hafiflik anlamına gelmez. Yani kulların maslahatı bazen kullara daha ağır bir yükümlülük yükleyebilir. Bu hayırlıdır ama bu tahfif anlamına daha hafif anlamına gelmez” diyerek hayır için de böyle bir tanım yapıyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani büsbütün atlamamışlar demek istiyorsun.
FATİH ORUM: Kelimeyi şey yapıyorlar. Asıl bizim nesih konusundaki problemlerimiz son zamanlarda işte çokça duyuyoruz. Kuranla da irtibatlı olan insanların zihninde bir problem olarak bu var. Yani gerçekten de Allah özellikle kuranın içerisindeki bir ayeti yine onun içindeki bir başka ayetle nesh etmiş olabilir mi? Mesela bunun için diyorlar ki böyle bir şey olamaz. Yani biz kuranın içerisinde hükmü ortadan kalkmış artık herhangi bir anlam ifade etmeyen bir ayet vardır diyemeyiz. Bu kuranın bizzat kendi içerisinde bir tenakuz bir çelişki anlamı ifade eder. Öte yandan Peygamberimiz’den böyle bir rivayet gelmemiş. Bu ayet bunu nesh etmiştir şeklinde bir rivayet de yoktur diyerek ve bir takım başka gerekçelerle neshin kuranda olmadığını ancak olsa olsa şeriatlar arasında bir takım nesihler gerçekleştiğini söylüyorlar ve bununla ilgili bizim verdiğimiz bir takım ayetler var ve bu ayetleri de neshi kabul etmeyenlerin bazı itirazları var. Bu ayetlerden ilki Mücadike suresinin 12.ve 13.ayetleri. 58.sure. MÜCADELE, 12.. Ayet: “Ya eyyuhelleziyne amenu iza naceytumurresule fekaddimu beyne yedey necvakum sadekaten” hepimizin bildiği mesele. Yani müminlere bir emir veriliyor. Resulullah ile gizli bir şey konuşacağınız zaman bu konuşmanın öncesinde bir sadaka verin. Sonra “zalike hayrun lekum ve atheru fein lem tecidu feinnallahe ğafurun rahıymun” yapılan bu işin daha iyi olacağı ama bulunamazsa verilecek sadakanın Allah’ın da affedici olduğu söylendikten sonra..
ABDULAZİZ BAYINDIR Sadaka verin, bulamazsanız Allah sizi affeder sözü ne hatırlatır size? Demek ki bu ciddi bir görev. Ama bulamadım? Hadi seni affediyorum. Vermen gerekir ama affediyorum diyor.
FATİH ORUM: 13.ayette bu defa MÜCADELE, 13.. Ayet: “Eeşfaktum en tukaddimu beyne yedey necvakum sadekatin” yani bunu yapamadınız değil mi? Sizde sıkıntıya yol açtı verememek., “feiz lem tef’alu ve taballahu ‘aleykum” artık bunu yapamıyorsanız Allah sizi bundan affetti. “fe ekıymussalate ve atuzzekate” diye ayet devam ediyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah sizi affetti dediği zaman ne oluyor? Önceki hükmü kaldırmış olmuyor mu? Sıkıntıya düştünüz değil mi? O zaman ben affettim diyor. Az önce vermeyen kişiyi affederim diyor ama burada öyle demiyor. Hatta şeyde ne diyor; “ve tabe Allagu aleykum: Allah sizin yüzünüze baktı” dememiz lazım. Allah size merhamet etti. Tabe, racea anlamına geliyor. Ama tamam o zaman namazınızı kılın, zekatınızı verin ben artık bulan bulmayan ayrımı yok artık değil mi? Bir önceki ayetin yürürlükten kalktığı açık.
FATİH ORUM: Bu iki ayeti diyorlar ki; “evet bunlar bir ayet önce gelmiş olabilir. Sonra bir ayet başka zaman gelmiş olabilir ama bu 12.ayetin hükmünün ortadan kalktığı anlamına gelmez. Kuranın içerisinde böyle şey olmaz”. Peki nedir bu? Diyorlar ki; “bu, başka zamanlarda da uygulanabilecek bir şeydir”. Yani tedricilik. Allah bir hükmü koyuyor, daha sonra bir başka hüküm koyuyor, yeni gelen hüküm öncekinin tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmez. Yeri geldiğinde zamana, mekana göre o ayetler de çeşitli vesilelerle uygulanabilir. Yani buna getirilen çözğm bu. Yani esasında bu da kısmi bir tarihselcilik. Zamana, mekana göre kuranın yani neshi kabul etmeyenlerin girdikleri çok daha tehlikeli bir yol var farkında olmadan. O da tarihselcilerin söylemine oldukça çok yaklaşıyor. Zamanı geldiğinde bunu da kullanabilirsiniz.
ABDULAZİZ BAYINDIR:12 Eylül’de dilekçelere bir pul yağıştırılması zorunluluğu gelmişti. O zaman o bu ayetle tasdik edilmeye çalışılmıştı. Öyle bir şey ki, Allah yürürlükten kaldırmış ama siz birisinin yaptığı işi onaylamak için yürürlükten kalkmış olan ayeti kullanıyorsunuz.
FATİH ORUM: Bir başka örnek. O da Enfal suresi. Bizim kuranın içerisinde bizzat nesih olduğunu düşündüğümüz bir başka örnek 8.surenin 65.ve66.ayetleri. Yine bilindik iki ayet. Şöyle başlıyor: ENFAL, 65.. Ayet: “Ya eyyühen nebiyyü harridıl mü’minıne alel kıtal” yani ey nebi, müminlere bu savaşın önemininden bahset, teşvik et onları. “in yeküm minküm işrune sabirune yağlibu mieteyn: şayet dik durursanız sizden 20 kişi 200 kişyiyi alt edebilir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR:20’ye 200. 1’e 10 değil mi?
FATİH ORUM: Evet. “ve iy yeküm minküm mietüy yağlibu elfem minellezıne keferu: sizden 100 kişi 1000 kişiyi alt edebilir”. Hakeza yine. “bi ennehüm kavmül la yefkahun: çünkü onlar anlayışsız bir topluluktur karşınızdakiler” dedikten sonra 66.ayet şöyle başlıyor; “El ane”. Bu ifade önemli. Yani bu ifade bu ayetin ötekisinden daha sonra geldiğini yani zaman bakımından arada bir süre olduğunun çok açık ifadesi ki bu ifade başka ayetlerde de geçiyor nesih olduğunu söylediğimiz. Zaten bakınız hep diyoruz ya hani “haffefellahü anküm” daha hayırlısı bir tahfif var “Allah size yükünüzü hafifletti”. “ve alime enne fıküm da’fa” bu ifade de çok önemli. Bu ifade de nesihle ilişkikendirdiğimiz ayetlerde hep standart bir ifade gibi. Yani Allah sizde bir zafiyet gördü. Zafiyet olduğunu anladı. Yani tam da o yahudilerin reddettiği ve bizimkilerin de evet zaten öyle olmaz denilen beda ile ilgili bir şey gibi gözüküyor. Yeni çıkan bir şey var ortada.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten biliyorsunuz yani öyle bir yapı ortaya çıkıyor ki Allah ezelden her şeyi ortaya koymuş. Peki şimdi ne iş yapıyor diye sorsan, niye dua ediyorsun, niye uğraşıyorsun, “efendim bu iş anlaşılmaz”diyor. Anlaşılmaz şey daha niye imanın şartı oluyor? Böyle her şeyi karman çorman yapmışlar. Ondan sonra da millet tabi kaçıyor. Acaba ahirette bu dinden kaçanlar mı daha suçlu olacak kaçıranlar mı?
FATİH ORUM: Bir hafifletme geldikten sonra bu defa oran 1’e 2’ye düşüyor “fe iy yeküm minküm mietün sabiratüy yağlibu mieteyn” 100 kişi 200 kişiyi alt edebilir. “ve iy yeküm minküm elfüy yağlibu elfeyni” 1000 kişi 2000 kişiyi. Burada da iki hüküm arasında bir fark var. Ciddi bir oranlarda düşme var. Tabi bu örneklerle ilgili açıklamaları yapacağız da bir başka örnek bizim neshe verdiğimiz, o da yine hepinizin aşina olduğu bir örnek Bakara suresinde oruçla ilgili bir örnek. BAKARA, 183.. Ayet: “Ya eyyühellezıne amenu kütibe aleykümüs sıyamü kema kütibe alellezıne min kabliküm lealleküm tettekun”. Yani eyinan edenler, oruç, size daha öncekikere farz kılındığı gibi farz kılındı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onlara nasıl farz kılındıysa aynen o şekilde size farz kılındı.
FATİH ORUM: Denildikten sonra 187.ayette bu defa bakıyoru ki “uhille lekum” diyerek “size helal kılındı”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Size has olmak üzere. Sizin için. Öncekiler için değil.
FATİH ORUM: “Leyletes sıyamu refesu illa nisaikum” yani oruç gecelerinde eşlerinizle ilişkiye girmeniz. Zaten ayetin devamına baktığımızda “alimallahu ennekum muntum tahtanune enfusekum” yani kendinize yazık ettiğinizi, zaafa düştüğünüzü Allah gördü. “Fetabe aleykum” bakın bu ifadeler hep biraz önce geçmişti.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Alime” ve “fetabe” hafifletme. Hayırlısı demek ki şey değil. Ev hapsinden tutup da kadını recmetmek hayırlısı değil. Yok efendim ne bilelim belki daha sevap. Değil kardeşm. Allah çok açıkça “haffefe” diyor. Affettim diyor, hafiflettim diyor. Yani işte kuranın kuranla açıklanması olmadığı zaman insanlar kendi kafalarına göre açıklarlarsa kendilerini ne yapmış oluyorlardı kurana göre? Allah’ın yerine koymuş oluyorlar değil mi?
FATİH ORUM: Ve ayet şöyle devam ediyor: “fel ane”. Bize tanıdık geliyor artık. Ama, artık, şimdi “başiruhünne vevteğu ma ketebellahü leküm” yani oruç gecelerinde eşlerinizle ilişkiye girebilirsiniz. Biz buradananlıyoruz ki Bakara 183.ayette daha önceki şeriatlere göre oruç tutulmuş ama bir takım sıkıntılar yaşanmış ve Allah bir neshe gitmiş ve hafifletmiş. Şimdi burada da iki ayet arasında bir hüküm farklılığı olduğu çok açık.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mesela bu salona katoliklerden 30 kadar papaz gelmişti ramazanda. İftar verdik onlara. Hep beraber iftar ettik. Bizimle beraber beklediler. Tabi onlar oruçlu değil. Ama onların da ramazanda oruç tutmaları gerekiyor. Biz daha önce burada 9.ay diye tevratta görmüştük. 9.ay zaten hicri aylardan 9’uncusu ramazan ayıdır. Buraya geldikleri zaman ben burada dedim ki onların başkanlarına. Putsa idi başkanları. Almanya’dan gelmişlerdi. Putsa’ya dedim ki; “ya bu oruç sizde de var siz niye tutmuyorsunuz?”. Cevabı ne oldu biliyormusunuz? “Sen çok zor sorular soruyorsun”. Çünkü meseleyi çok iyi biliyor. Açıklasa olmayacak açıklamasa olmayacak. Bu ne olmuş oluyor? Bakın sizde de var dediğiniz zaman o insanlara tasdiki göstermiş oluyormusunuz? O insanların inanmaları gereken kitabın bu olduğunu gördüğünü sağlamış oluyormusunuz? Bitti işte o kadar. Ondan sonra ramazan orucu: açarsın tevratı 9.ay bak. Bu ayların sıralaması zaten dünya yaratıldığından beri böyle. 9.ayda oruç tutuyorsun, işte ramazan. Buyurun.
FATİH ORUM: En çok zihinlere takılan şey şu: niçin böyle bir şey olsun? Yani Allah’ın hükümlerinde niçin değişiklik olsun? Şeriatlar arasında niçin böyle bir şey yapsın?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak şimdi Kur’an Yolu Türkçe Meal Ve Tefsiri. Basan kim? Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları. Hazırlayanlar: Hayrettin Karaman, Mustafa Çağırıcı, İbrahim Kafi Dönmez, Sadettin Gümüş. Hepsi de presosör. Az önce konuştuk. Diyor ki Allah; “sizden öncekilere farz kılındığı gibi”. Demek ki müslümanlar öncekiler gibi oruç tutuyordu. Buradan anlıyoruz ki oruçlu günlerin gecelerinde eşleri ile ilişkiye girmek yoktu. Hakikaten diğer dinlerdeki şeye baktığınız zaman yok. Onun olmadığını da görüyorsunuz. Ama şu var. Onlara bunu unutturmuşlar. Çünkü kitaplarından çıkarmışlar. Ama unuttuğu da ya misliyle ya hayırlısıyla. Önce misliyle nesh ediyor. Aynısını alıyor tasdik etmiş oluyor. Diyor ki; “sizin kitaplarınızda okduğu gibi” demiş oluyor sizden öncekilere farz kılındığı gibi deyince. Misliyle nesh ettim. Yani onların kitaplarında unutturulmuş olan. Bugün bakın, oruca ne zaman başklanır neler yapılır ne tevratta bulabilirsiniz ne incilde bulabilirsiniz. Sadece “9.ayda” küçük bir cümle geçiyor o kadar. Ayrıntı hiç yok. Bu ne yaptı? Unutulan hükmü misliyle önce nesh etti mi? Tamam. Bir müddet sonra demek ki müslümanlar o şekilde oruç tuttular, arkasından hayırlısıyla bir nesih getirdi ve çok açık bir şekilde dedi ki; “uhille lekum: sizin için helal kılındı”, “leyletes siyamir refesu: oruçlu bulunduğunuz günlerin gecesinde eşlerinizle cinsel içerikli konuşmalar yapmanız, ilişkiye girmeniz size helal kılındı”. BAKARA, 187.. Ayet: “..alimellahü enneküm küntüm tahtaune enfüseküm” C. Hakk bildi ki siz kendinize karşı yanlışlar yaptınız. Yani oruçlu bulunduğunuz geceler eşlerinizle ilişkiye girmemeniz gerekirken girdiniz. “fe tabe aleyküm: Allah sizin yüzünüze baktı”. Aynen öbür ayette olduğu gibi “fe tabe aleykum”. Enfal 66’da da “el ane” vardı, şümdi “fe tabe aleykum” var. Aynı. Bir hafifletme var. “Haffefallahu ankum”. Demek ki daha hayırlısı hafifletme oluyor. Oruçlu bulunduğunuz geceler eşlerinizle ilişkiye girebilirsiniz diyor. Akşamdan akşamaydı oruç. Güneşin batmasından, bizim takvimdeki yatsının sonu diye ilan edilen vakte kadar ancak yeme içme vardı. Ondan sonra zaten karı koca ilşkisi yok. Ondan sonra oruç başlıyor. Yani 22 saat en az, her zaman oruç tutuluyor. Allah ne diyor size hafifletti, şimdi artık onlarla ilşkiye girin ve şu saate kadar yiyin için diyor. Fecre kadar da yeme içmeyi uzatıyor Allah. Bu da bir nesih. Nasıl bir nesih oldu? Hayırlısıyla. Hem misliyle nesihi gördük ve kuranın önceki kitapları tasdik ettiğini de güzel bir şekilde onlara unutturduğu hükmü de gördük hem ayırlısıyla neshi gördük. Peki sen o kadar kitapları araştırdın, böyle oruç örneği var mı? Yok. Niye yok? Çünkü tarifi kurana göre yapmadılar ki örnekleri de kurandan bulsunlar. Şurada oruçla ilgili değerlendirmeyi oku bakalım. Kuran Yolu. Az önce tanıttığımız tefsir ve mealden oku.
FATİH ORUM: 187.ayetin tefsiri ile ilgili muhtemelen yahudilerin ve hıristiyanların adetlerinden etkilenen bazı sahabeler ramazan gecelerinde cinsel ilişkinin caiz olmadığını zannediyorlardı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu kafa Müslümanlara, Yahudilere emredildiğini anlamış mı? Halbuki Allah diyor ki; “sizden öncekilere farz kılındığı gibi”. Tıpkı aynen o şekilde. “Muhtemelen”. Ne demek muhtemelen ya? Ayetin hükmü var.
FATİH ORUM: “Ayrıca sahurun da uykudan önce yeneceğini, yatsı kılınıp uykuya yattıktan sonra uyanıp sahurluk diye bir şey yenemeyeceğini zannedenler vardı”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zannettiyse yanlışını düzeltir. Demek ki bu insanlar Resulullah’a bakmıyorlard da yahudilere bakıyorlar. O zaman bunların müslümanlığında problem var. Böyle saçmalık olur mu?
FATİH ORUM: Bu yüzden bazıları sıkıntıya düşüyor, sahura kalkmadıkları için gündüz açlıktan bayılıyorlar, gece cinsel ilişkiyi yasak sananlar dayanamayıp eşleriyle birleşiyorlar ve bunu gizliyorlardı”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Açlıktan bayılan eşinin üstüne düşüyor! Ya yazdığın cümlenin azcık manası olsun.
FATİH ORUM: “Kuranın ifadesiyle böylece kendilerine hıyanet ediyorlar yani başkalarına da ifade ettikleri zanlarına ve kanaatlarına gizli ve aykırı davranıyorlar”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kendi zannına aykırı davranıyor, Allah da tevbelerini kabul ediyor. Böyle mi olur yani ayet? Sen burada nasıl tutarsın da tasdikten bahsedersin. Nasıl tutarsın da hayırlısıyla nesihten bahsedersin? Resmi görün işte. Bir de bunlar Türkiye’nin en önde gelen alimleri değil mi? Ama bu kişilerin suçu değil bu. Gelenek böyle. Onun için eskileri de okuduk burada. Gelenek böyle. Kuransız bir din oluşmuş. Kuranı tefsir ederken bile kuranla hiç alakası olmaysn şeyler söyleniyor.
FATİH ORUM: Hadis kitapları ve tefsirlerde bu olaylarla ilgili birçok örnek vardır. İslama mahsus oruç ibadetinin farz kılınmasını takip eden günlerde bu gibi olaylar…
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu cümle çok önemli: “islama mahsus oruç ibadeti”. Demek ki öncekilerde bu ibadet yokmuş. Öyle değil mi? İslama mahsus oruç ibadeti ne demek? Böyle bir cümle kullanılır mı?
FATİH ORUM: “İslam’a mahsus oruç ibadetinin farz kılınmasını takip eden günlerde”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Farz kılınması dediği zaman yeni bir şey oluyor. “Kema kutibe alellezine min kablikum” diyor. Öncekilere farz kılındığı gibi diyor ayet açıkça.
FATİH ORUM: Bu gibi olaylarla yanlış anlamalar ortaya çıkınca sınırları belirleme ihtiyacı doğdu ve bu ayet gönderildi”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ne anlamı var bu sözlerin? Ondan sonra da kalkıyorlar tarihselci şu bu. Tarihselcilik bu. Sanki kuran insanları takip etmiş. Öncekilere farz kılındığı gibi diyor. Bitti. Bunun sağı solu yok ki.
FATİH ORUM: Bakara 183.ayet yani biz daha sonra nesh olundu diyoruz ya. Bu, orucun farziyeti konusunda değil, orucu tutarken zamanı ile alakalı olarak gösteriyorlar o ayeti hala bize. Ayrıca belli bir döneme kadar önceki şeriate göre amel ettiklerinin de bir delili olmaya o ayet devam ediyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O ayet zaten tasdik ediyor. Nasıl oruç tutacağız diye sormaya gerek yok. Git bak yahudi nadıl tutuyorsa sen de öyle tut demiş oluyor. Yahudi nasıl tutuyorsa sen de öyle tut dediği zaman yahudinin de ramazanda tutuyor olması gerekmez mi? Kuranın ayetiyle. Çünkü “şehruramadanellezi” geliyor. Burada bir ders yapmıştık, tevratın ifadesini de okumuştuk. Biz şimdi eğer kurana kuranın gözüyle bakmasaydık, gelen katolik heyetine bu sizde de var niye turmuyorsunuz sorusunu sorabilirmiydik? Yada bu kafa böyle bir soruyu sorabilir mi? O zaman karşı tarafın hiç bir zaman inanma sorumluluğu doğmaz.. Çünkü onlara musaddik gitmiyor. Sen muharrif gidiyorsun. İlk defa bize farz kılınmış! “Kema kutibe alellezine min kablikum” ne oluyor?
FATİH ORUM: Kuranda ve şeriatlar arasında neshin amacına dair önemli bir ayet var. Yani Allah niçin böyle bir sistem kuruyor? Bunu da biz Bakara suresinin 142 ve devamındaki ayetlerde yani kıblenin değişimi meselesinin esasında ne kadar önemli olduğunu tasdik ilişkisi anlamını da taşıdığını, yine bildiğimiz bir konu.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tasdik ilişkisi dedin ya, önce bir Yahya’yı dinleyelim. Millet bi ilim görsün de ondan sonra! Tasdik ne imiş bakın.
YAHYA ŞENOL: Nesih konusunu bir geleneğe göre anlatmaya çalıştır bir de günümüzde farklı anlaşılması var.Gelenekte nesih, önceki bir hükmün sonraki başka bir hükümle ortadan kaldırılması ki bu ortadan kaldıran delil ayet de olabilir geleneğe göre hadis de olabilir, içtihat da olabilir, icma da olabilir. Bir ayetin veya önceki şeriatlardan kalan bir hükmün iptali bu dört delilden herhangi biriyle söz konusu olabilir. Gelenekte bu şekilde anlaşılmış nesih. Günümüzde kuranı bütüncül bir yaklaşımla koruma amacında olan bir gurup da kuranda neshin asla mümkün olmayacağını söylüyorlar. Diyorlar ki; “kuranda nesih sadece eski şeriatlardaki bir hükmün değiştirilmesinden ibarettir. Yoksa kuranın bir ayetini Allah daha sonra başka bir ayetle kaldırmaz”. Böyle bir görüş var. Şimdi onlardan bir tanesini Ebu Müslim El İsfahani olarak vermiş Süleyman Ateş. Biliyorsunuz Süleyman Ateş müfessirdir. Son dönemde yaşamış tefsir alimlerinden biridir. Hem 12-13 ciltlik bir tefsiri var hem de 30 ciltlik bir kuran ansiklopedisi var. Eski Diyanet İşleri başkanlarında da biri. Hala hayatta.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Süleyman Ateş’in Arapçası çok iyidir. Öyle diğerleri gibi değil. Gerçekten ilim adamı ama tenkitlerimiz tekrar edeyim o geleneğin etkisi altında fazlaca kalmak. Aslında Süleyman Ateş gelenekten çıkmaya da çalışır. Şu anda geleneğin dışında bir şey söyleyecek.
YAHYA ŞENOL: Bu eskilerden Ebu Muslim El Isfahani’yi örnek veriyor. Diyor ki; “Ebu Muslim El Isfahani, kuranın kendi içersindeki neshi kabul etmeyenlerden biri”. Günümüzdeki bazı hocalar gibi. Ebu Muslim El Isfahani diyormuş ki; “kuranda nesih denince bizim anlamamız gereken husus, önceki şeriatlardan kalma hükümlerin değiştirilmesinden ibarettir”. Yoksa kuran kendi içinde önce gelen bir ayeti daha sonra gelen bir ayet kaldırmaz. O görüşü verdikten sonra diyor ki; “E. M. El Isfahani’nin bu görüşü uzak bir tevil” yani ben katılmıyorum bu görüşe. Neden? Çünkü kuran, kendisini eski kitapları nasih yani yürürlükten kaldıran bu manada değil musaddik olarak yani önceki kitapları tasdik edici olarak nitelemekte, onları doğruladığını ve kendisinin onlara uygunluğunu her vesileyle vurgulamaktadır. Yani kuranın musaddik olması, önceki hükümlerin nesh edici olmasına engeldir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Süleyman Ateş de neshi geleneksel anlamda tarif ediyor değil mi?
YAHYA ŞENOL: Onunki biraz farklı. O, unutturulmaktan bahsediyor. Nesih unutturulmaktır diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yok yok. Hayırlısıyla, misliyle yok. Asıl mesele o. Gerisi önemli değil.
YAHYA ŞENOL: Diyor ki; “iki kitap arasında uygunluk varsa arada nesih de söz konusu olamaz. Madem Allah önceki kitapları tasdik edici olarak bu kuranı göndermiş, dolayısıyla kuran tevratı, incili, zeburu nesih etmemiştir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Peki bu cümlede kalın. Allah; “misli ile nesh ederim” diyor. Ne oluyor? Yani tasdimiş onaylanmış son nusha demiş oluyor kurana. Doğru bir tevrat arıyorsanız buyrun. Doğru incil arayan da buyursun. Nuh(as)’a hangi kitabın indiğini merak eden de buyursun. Bedaların aslı nedir diye merak eden buyursun. Gataların aslı nedir diye merak eden buyursun. Misliyle dediği zaman bu ortaya çıkıyor. Tasdikin de bir anlamı oluyor.
YAHYA ŞENOL: Sonra devam ediyor. Diyor ki; “kaldı ki ayetlerde kitaplardan değil sadece bireysel ayetlerin neshinden döz edilmektedir. Bir ayetin neshini de bir kitabın hatta kitapların neshi şeklinde yorumlamak doğru olmaz”. Yani kuran, önceki kitapları nesih etmiş değil bu görüşe göre. Zaten devamında diyor ki; “kuran eski kitabı nesh etmiyor”. Kurandan önce hangi kitap gelmişse gelsin kuran nesh etmiyor. Ya ne yapmış? “İnsanlar tarafından dinleştirilmiş ağır hükümleri kaldırıyor”. Tevratın ve incilin aslından olmayan. Yoksa Allah, tevratta söylediğini, incilde söylediğini kuranda yürürlükten kaldırmıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bunun da bir aslı astarı yok ama tabi bunu yok demek havada kalıyor geleneksel anlayışa göre. Bu konuda yazmıştık ivec kelimesi ile ilgili olarak. Az önce söylediğini kuranın reddettiğine dair bir ifade kullanalım. Ne diyor kuran? Önceki kitapları değil diyor. Nesh etmez diyor değil mi? Hemen 105.ayette ne diyor. BAKARA, 105.. Ayet: “Ma yeveddüllezıne keferu min ehlil kitabi ve lel müşrikıne: ehli kitaptan da müşriklerden de kafir olanlar istemezler”, “ey yünezzele aleyküm min hayrim mir rabbiküm: rabbinizden size hayırlı bir şey inmesini”. Tabi müşrikleri, ehli kitabı asıl sıkıntıya sokan, kurandır. Asıl sıkıntı odur. “vallahü yehtessu bi rahmetihı mey yeşa: Allah kimi tercih ederse ikramını rahmetini ona tahsis eder”, “vallahü zül fadlil azıym: Allah büyük bir ikram sahibidir” dedikten sonra BAKARA, 106.. Ayet: “Ma nensah min ayetin ev nünsiha: biz bir ayeti nesh eder yada unutturursak” ki onların kendi ellerindekiyle alakalı, “ne’ti bi hayrim minha ev misliha” daha hayırlısıyla yani yeni bir ayet geldiği zaman sizdeki olanın ya mislidir ya hayırlısıdır o kadar. Unutturulmuş olanlar için de şey aynıdır. 101.ayete gelirsek hemen bir sayfa geriye. Orada diyor ki BAKARA, 101.. Ayet: “Ve lemma caehüm rasulüm min ındillahi müsaddikul lima mealhüm: kendilerine Allah’tan bir elçi geldi yanlarında olanı tasdik eden”. Az önce İslam Ansiklopedisi ne dedi? Yürürlükten kaldıran dedi. Bu da tasdik eden dedi. “nebeze ferıkum minellezıne utül kitab: kendilerine kitap verilenlerden bir kısmı attı” “kitabellahi verae zuhurihim: Allah’ın kitabını arkalarına attılar”. Bu Allah’ın kitabı dediği tevrat da olabilir kuran da olabilir. Çünkü tevratla gelseler kurana uymak zorundalar. Tevrat onlara bunu emrediyor. Yada incil onlara bunu emrediyor. “ke ennehüm la ya’lemun: sanki bilmiyormuş gibi”. Peki ne yaptılar? BAKARA, 102.. Ayet: “Vettebeu ma tetlüş şeyatıynü ala mülki süleyman: Süleyman’ın krallığı konusunda şeytanların okuduğu şeylere uydular”. Şeytanların okuduğu şeyler dediği de tevratın içine yerleştirilmiş Süleyman(as)’ın müşrik olduğuna dair iddialar. Onlara şeytanların uydurduğu diyor. Dolayısıyla burada nesih söz konusu değil. Uydurduğu diyerek zaten yanlış diyor. İşte bu mantıkla baktığınız zaman, geleneksel yapıyla yetiştiğiniz zaman bu olmuyor. Aslında ben şunu çok istedim: İsam diye bir kuruluş oluştu. Çok güzel bir çalışma. Tayyar Altıkulaç bu işin en büyük müsebbiblerindendir. Keşke orada ekip çalışmaları oluştursalardı. Çünkü çok geniş maddi imkanları var, arkalarında devlet desteği var. O devlet desteğinden dolayı burslu öğrenciler alabiliyorlar, yurt dışına gönderebiliyorlar. Ünivetsite de kurdular ayrıca. Bir ekip çalışması yapsalardı kuranın emrettiği gibi bugün herhalde hiç bu durumda olmadıkları gibi bugün tüm dünyaya yön gösteren ana, herkesin gözünün üstünde olduğu ana merkez olurlardı. keşke öyle yapsalardı. Öyle yapmadılar, herkes kendi başına anlayışı devam ettikleri için hiç bir ilim üretemeyen ve sıkıntı üreten bir merkez haline dönüştü.
YAHYA ŞENOL: Esas Bakara suresi 106.ayeti neshin olmadığını söyleyenler açısından da bir tekrar edilmesi lazım aslında. Süleyman Ateş Hoca bir Abdulmuteal El Cebri diye birisinin yazdığı bir kitaptan bahsediyor. Bu adam La Neshefil Kuran diye bir eser kaleme almış. Kuranda Nesih Yoktur diye. Bunlar da bu Bakara 106.ayetten yola çıkarak neshin olmayacağını söylüyor. BAKARA, 106.. Ayet: “Ma nensah min ayetin ev nünsiha: biz bir ayeti nesh eder veya unutturursak”, “ne’ti bi hayrim minha ev misliha: ya onun daha hayırlısını yada dengini getiririz” ayetini diyorlar ki; “bu ayet bizzat kuranda delil olmadığının delili”. Nasıl oluyor? Diyor ki; “bu ayet hemen bir öncesindeki 105.ayetle bağlantılı. Bu da kitap ehli ile ilgili bir bağlamda bulunuyor. Bu ayetlerden sadece birini yani 106’yı bağlı bulunduğu konteksten ayrı değerlendirmek hatalı olur. Kitap ehlinin ve müşriklerin çeşitli olumsuz davranışlarını sergileyen ayetlerin ardından gelen bu ayetlerden 105’incisinde kitap ehlinin ve müşriklerin müminleri kıskandıkları, onların da kendileri gibi inkar etmelerini istedikleri, Allah tarafından müminlere bir hayır yani kuran indirilmesini istemedikleri belirtildikten sonra 106.ayette Allah’ın bir ayeti nesh ettiği veya unutturduğu takdirde ondan daha hayırlısını veya onun benzerini getireceği belirtilmektedir. Bunun manası şudur: yüce Allah daha önceki kitabın bir ayetini sildiği, o şeriatın bir hükmünü değiştirdiği zaman ondan daha hayırlı veya onun bir benzeri ayet veya hüküm getirir. Bu, kuranın içindeki bir nesihten değil kuranın kendisinden önceki kitaplardan ve Resulullah’a verilmiş şeriatın önceki peygamberlere verilen şeriatları nesh etiğinden bahsediyor”. Temel iddia bu. Dolayısıyla diyor bu ayeti siz kuranın kendi içerisinde var olduğunu söylediğiniz şeye delil getiremezsiniz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir ayeti dediğiniz zaman “minel ayeti” deseydi o zaman elif-lamlı olarak giderdi. Ama “min ayetin” dediği için tüm ayetler içerisine girer. Bir de az önce gördük kuranın içinde nesh olduğu çok açık ve net.
YAHYA ŞENOL: Diyor “bu Allah’ın hikmeti gereğidir. Böylece bu ayet yani Bakara 106 usul bilginlerinin ileri sürdükleri gibi klasik nesih görüşüne delil oluşturmaz”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şimdi bakın. Önce onu bi tasdik edeceksiniz. Biraz sonra Fatih kıble meselesini anlatacak. Ondan hareketle devam edelim. Zaten orucu anladık. Kıbleden bu iddia üzerinde duralım.
FATİH ORUM: Bakara suresinin142 ve devamındaki ayetletden açıkça anlıyoruz ki bu ayetler inene kadar Resulullah mescidi haramın dışındaki bir istikamete yöneliyorlardı hepsi. Bu çok açık ve seçik yani ayetler bize bunu gösteriyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Namaz kılarken Kabe’ye dönmüyorlardı.
FATİH ORUM: Bir değiştirme olduğu ortada. 143.ayette bunun gerekçesinden bahsediyor. Yani işte bir çok insanın problem yaptığı, niçin böyle bir şeye gerek var ki niçin nesih olsun. Şöyle diyor ayet; BAKARA, 143.. Ayet: “Ve kezalike cealnakmüm ümmetev vesetal: sizi vasat bir ümmet yaptık”. “li tekunu şühedae alen nasi: b6 insanlar için şahitler olasınız diye”. “ve yekuner rasulü aleyküm şehıda: aynı şekilde şu aranızdaki resul de bu işin şahidi olsun diye”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Orada meşhud olur. Yani siz insanlara örnek olasınız, resul de size örnek olsun. O manada olabilir.
FATİH ORUM: “ve ma cealnel kıbletelletı künte aleyha illa li na’leme mey yettebiur rasule mimmey yenkalibü ala akıbeyh: işte biz o kıblenin tahvilini bunun için yaptık” yani sebep burada. Neymiş o sebep? Şu an yönelmekte olduğunuz kıblenin değiştirilmesini kim bu resule tabi olacak kğm de bu kıble tahfili yapıldıktan sonra arkasına dönüp çekip gidecek biz bunu bilelim istedik.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tevrat’da var, İslam ansiklopedisinde de var kıble değişikliği. Kaynak gösteriyor orada. İlk başlangıçta kıble kabe. Bütün dünyanın kıblesi kabe. Ama sonradan Allah değişiklik yapıyor Davud(as) zamanında. İşte burada diyor; “ve ma cealnel kıbletelletı künte aleyha: senin şu anda döndüğün kıble var ya” yani yöneldiğin beyti makdis, “biz onu şunun için kıble yaptık”. Baştan beri kıble değildi, geçici bir maksatla yaptık. Yahudiler için geçici bir maksatla kıble yaptık, illa li na’leme mey yettebiur rasule: bu resule kim uyuyor onu bilelim”. Yani şimdi son resule uymaları gerekiyor ya. Namazsa yahudilerde var, hıristiyanlarda var. Zekatsa var, oruç var, hac ayını kurban bayramından önce ders yapmıştık hac da aynı. Kabeye gidip hac yapmaları gerekiyor. Yani çok büyük bir bölümü aynı, ufak tefek değişiklikler var. Kıble kabeye değil de beyri makdise dönüyorsunuz. Bu son nebiye uydum demek kolay ama kıblesine dönmek kolay değil. Şuradan iyice anlaşılıyor ki demek ki bu kıble değişikliği oluncaya kadar yahudiler zaten 5 vakit namaz kılıyor. Zaten Muhammed(as)’ın Allah’ın elçisi olduğundan hiç şüpheleri yok. Gidip bir nebinin arkasında namaz kılalım de kılarlar çok rahat bir şekilde. Devam et şimdi.
FATİH ORUM: İşte burada Hocam’ın da bahsettiği gibi nesih olayı tasdik ile ilişkili bir kavramdır. Şöyle: Yahudiler ve hıristiyanlar bunu biliyorlardı. Kitabı mukaddesteki bir takım ifadelerden biz son nebinin bu kıbleyi değiştireceğini, Kudüs’ün izzeti arapa verilecek gibi ifadeler veya İsa ile bir kadının karşılıklı konuşması incilde geçer. İsa kadına der ki; “kıblenizi değiştirecek benden sonraki gelen” gibi ifadeler . Bu insanlar bunu biliyorlardı. İşte Peygamberimiz’in kıbleyi değiştiren ayetleri insanlara tebliğ ettiğinde gerçekten samimi olan insanlar şunu söylediler; “işte Allah’ın son nebisi bu olmalı çünkü zaten kitabımızda son nebinin kıbleyi değiştireceği hükmü vardı”. Onun için bu ayetlerin devamında kendilerine kitap verilenlerin bunu çok iyi bildiği ama gizlediklerinden bahsedilir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten bir de şunu soruyorlar. “Peki Muhammed(as) nasıl oldu da yahudilere ve hıristiyanlara uydu?”. Esas diyorlar ki; “kendi kararıyla oraya döndü” diyorlar değil mi?
FATİH ORUM: Hocam o kadar çirkin ifadeler var ki gerçekten hem de çok ilmi çalışmalarda öyle çirkin ifadeler var ki. Diyor ki mesela bir şeyde. Ben onu yanıma almadım da. Tırnak içerisinde smylüyorum onlara hoş gözükmek için Medine’ye gittiğinde Kudüs’e yönelmeye başladı diyor Peygamber.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onlara hoş görünmek için. Sanki bir siyasetçidir. Böyle bir saçmalık olur mu?
FATİH ORUM: Ve bu maksadın gerçekleşmediğini ileriki günlerde görünce bu defa değiştirilmesi için Allah’a dua etti diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Peki o tarafa döndüğü zaman Allah’ın onayıyla. Şu mantığa bakın. Bunun ilimle ne alakası var. Kendisi onlara hoş görünmek için döndüyse kendisi vaz geçti siz adam olmayacaksınız dedi, ondan sonra bu tarafa dönüyoruz hadi siz gidin! Ya kardeşim böyle bir resul olur mu? Böyle bir nebi olur mu? Allah’ın emrine değil de kendi arzularına uyuyor. Böyle şey mi olur? Allah açıkça söylemiyor mu Bakara 145’de. Nasıl olsa onu okuyacağız. Hele onların arzusuna sana bu bilgi geldikten sona bi uy. Onlara göre uymuş oluyor. Böyle saçmalık olur mu ya? Halbuki bakın kuranım emri var ve Mekke’de inmiş olan Enam suresi. Enam suresinin 90.ayetinde diyor ki Allah. Adem(as)’dan beri bütün nebileri sayıyor. Babaları, oğulları, onların hepsine kitap ve hikmet verdik dedikten sonra Adem(as)’dan beri İsa(as)’a kadar sayıyor, ENAM, 89.. Ayet: “Ülaikellezıne ateynahümül kitabe vel hukme ven nübüvveh: onlar, kendilerine kitap, hikmet be nebilik verdiğimiz kişilerdir”. Yani ana noktaları sayıyor da onların kardeşleri, evlatları diyerek bütün nebileri sayıyor. Onların hepsine kitap ve hikmet verilmiş. Kuran onları tasdik ediyor mu? Tamam. Ondan sonraki ayette diyor ki; “ulaikellezine hedellahü: onlar, Allah’ın doğru yoluna ka bul ettiği kişilerdir” o nebiler.”fe bi hüdahümuktedih: sen onların yoluna uy” diyor Mekke’de. Peki bu emir verildiği zaman Resulullah’ın yahudilerin döndüğü kıbleden başkasına dönme şansı var mı? Bak işte bu ayetlerde Musa(as)’dan da bahsediyor yukarıda 84’de. “Ve yusufe ve musa ve harun: Musa’ya, Harun’a da kitap verdik”diyor. “Ulaike” dediği zaman Musa(as) girmiyor mu? “Onlar, kendilerine kitap verdiğimiz kişiler, onların yoluna uy” dediğine göre mecburen Resulullah Mekke’de namaz kılarken mecburen oraya dönecek. Kendi keyfiyle döner mi? Mecburen dönecek. Siz kendiniz kuranı açıklamaya kalktığınız zaman bunları göremezsiniz ki. İnsanların kuranı açıklama yetkisi yok. Resulullah’ın da yetkisi yok. Sadece Allah kendisi açıklar.
FATİH ORUM: Bu bizim geleneğimizde önceki şeriatın devam ettirilmesi ve yeni bir hüküm gelinceye kadar o şekilde amel edilmesi diye bir düşünce olmadığı için..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu ayet hiç fıkıhta yoktur.
FATİH ORUM: Şöyle var kıble ile ilgili: diyorlar ki yani ayet ayeti nesh eder, ayet sünneti nesh eder, sünnet sünneti nesh eder. İşte ayetin sünneti neshinin bizim fıkıh usulü eserlerindeki örneği budur. Derler ki. Bir kısmı böyle der; “Resulullah, gayrı metluv vahiy kendisine geldi ve denildi ki Kudüs’e doğru yönel. Sonra bununla amel edildi. Ondan sonra Bakara suresinin ilgilğ ayetleri gelince sünneti nesh etti. Yani kuranın sünneti neshinin örneği olarak verilir. Yanlız Hocam bir şey daha söyleyeyim. Ben bunları tararken çok böyle açıkçası güzel bir şeyle de karşılaştım. Bizim fıkıh usulü eserlerinde hem bu recm hadisesi ile ilgili hem bu kıblenin tahvili ile ilgili diyorlar ki; “burada esasında önceki şeriatların devam ettirildiğini görüyoruz. Kuran geliyor bunları hayırlısıyla nesh ediyor” diyen bir gurup var. Ancak bu fıkıh usulü alimleri, bu adamların ismini vermiyor. Bazen “şöyle söyleyenler var” diyerek birazcık da istihzalu bir tahırla diyorlar ki..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bizimle alay ettikleri gibi
FATİH ORUM: Fıkıh usulü eserlerinde bunları üstü kapalı olarak sadece cevap verme saikiyle isim vermeden anıyorlar. Diyorlarki; “yani kuranın sünneri neshi diye bir şey olamaz. Olsa olsa kuran önceki şeriatları nesh etmiştir diyen bir takım insanlar var” diyorlar, ondan sonra başlıyorlar onlara cevap vermeye. Böyle bir çizgi var yani.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hissettiriyorlar bir şey. Resulullah önce yahudilerin yöneldiği kıbleye yöneliyor ki o kıble hıristiyanlar için de kıbledir. Gerçi onlar birbirlerinin kıblesine yönelmez ama o başka bir şey. Esas kitaba baktığınız zaman önce onları tasdik ediyor mu? Bitti.
FATİH ORUM: İşte bu Bakara suresindeki kıble ile ilgili ayetlerde bu bilginin onlar açısından çok kesin bir bilgi olduğunu anlıyoruz. Mesela şöyle bir ifade geçiyor 144.ayette; “..innellezine utul kitabe le ya’lemune ennehul hakku mir rabbihim” kendilerine kitap verilenler bu işi yani kıblenin değiştirileceğini, son nebinin gelip bu işi yapacağını zaten biliyorlardı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten az önce okudun onların kitaplarından. Bugün ellerinde bulunan kitaplarında da var bu. Değiştirilmesi de: eğer Resulullah kıbleyi değiştirmeseydi, değiştirmekle de kitaplarını tasdik etmiş olmadı mı? Değiştirecek diyor. Değiştirmeseydi ne olurdu? Zaten kuran ona da işaret ediyor. Ne diyor; BAKARA, 149.. Ayet: “Ve min haysü haracte fevelli vecheke şatral mescidil haram* ve innehu lel hakku mir rabbik”
FATİH ORUM: Aynen öyle. Yani eğer değiştirilmeseydi diyeceklerdi ki; “ya sen son nebi olamazsın. Bizim kitabımıza göre son nebi kıbleyi değiştirecek. Sen bizim kıblemize hala yöneliyorsun”. Onun için muhtemelen de Resulullah bu dedikodulardan dolayı kıblenin değiştirilmesine dair içinde bir talep vardı ki işte onunla alakalı baskı kuruyorlardı Resulullah üzerinde. “Sen son nebi olsan kıbleyi değiştirirdin, bak hala bizim kıblemize yöneliyorsun. Kitaplarımızda bu var”. Onun için burada işte böyle bir şey gerçekleşmeseydi onlara bir koz verilmiş olurdu denilerek esasında her şeyin tabii seyrinde devam ettiğini ayet bize gösteriyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Dikkat ediyor musunuz hiç zorlanmadan, söylediğimiz her cümlenin bir ayetini okuduk değil mi? Peki onların söylediklerinin herhangi birayeti var mı? Ve bunlar büyük islam uleması! Bu ne biçim şey Allah aşkına ya! Her derste söylüyorum. Gerçi duymama konusunda herkes elinden geleni yapıyor da sizler hariç. Çünkü etkili ve yetkili durumda olan insanların hesabı bozuluyor. Ondan dolayı şey yapmıyorlar. Peki C. Hakkın hesabını hiç düşünmüyormusunuz?
FATİH ORUM: Belki şunun altını çizmek lazım. Yahya Hoca zaten bir iki yerde şey yaptı. Şu an itibarıyla neshe karşı çıkan bir takım insanlar, geleneğin söylediği her şeyin kurana şuna buna zaten oradan hareketle söylediğini var sayarak onlara cevap veriyorlar ki esasında böyle bir şey yok. Mesela bir örnek verilmiş. Diyor ki; “böyle bir neshi nadıl kabul ederiz? Böyle bir nesh kabul edilemez, biz de kabul etmiyoruz. Oruç tutmakta zorlananlarla ilgili Bakara suresinin ayetinin daha sonra nesh edildiğine dair..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Daha sonra değil, aynı ayetin içinde nesh ediyor.
FATİH ORUM: Bir takım şeriatları zaten doğru kabul ederek esasında böyle bir nesih zaten yok. Doğru ile yanlış..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten “ve alellezine yutikunehu” ya “la yutikune” diye bir anlam veriyor. Çocuk olsa görür onu. “Ve alellezine yutikunehu” ne demek? Yani “oruca takati olanlar”, Oruç tutabilecek güçte olan kişiler ister ramazandan sonra bile olsa ramazanın içinde de olsa olan kişilere “fidyetun taamu miskin” bir yoksulu doyuracak fidye gerekir ki o da fitredir. Zaten hadislerde o belirtiliyor gayet açık bir şekilde. E şimdi burada “ve alellezine yutikunehu”ya yani olumlu cümleye olumsuz anlam vermişler gelenekte, ondan sonra da aynı ayet kendi içinde birbirini nesh ediyor.
FATİH ORUM: “Ve alellezine yutikunehu”yu “gücün yetse de tutmayabilirsin”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kur’an Yolu’nda var. Onu söylüyorlar. Gücü yeten de tutmayabilir para verir idi. Sonradan efendim ikinci ayet geldi. Ondan sonra da dökümcü, şu, bu tutmayabilir diye yazmışlar şurada. Ya bunu nasıl yazıyorsunuz Allah aşkına ya! Bu din sizin babanızın çiftliği mi? Zorlandım orucumu bozacağım, fidye vereceğim: nereden çıkardın bunu? Bunu diyenlerin isimlerini okuduk. Büyük büyük isimler var. Ne biçim din anlayışı. Görüyormusunuz her tarafı dökülüyor.
FATİH ORUM: Dolayısıyla yani çok basit hatalara kurban edilen bir konu. Zaten kimsenin kabul etmeyeceği bir takım şeyleri ön plana koyarak neshi tümden yok sayıyorlar. Sünnet kuranı nesh eder mi, tamam etmez ama buna kızarak bir nesih: kuranda çok önemli olan bir kavramın üstünü tamamen betonla örtmek bu defa kendi ayağına kurşun sıkmak olur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ayağına değil kafasına beynine sıkıyor.
FATİH ORUM: Birilerinin yaptığı yanlışı kızmadan soğukkanlı bir şekilde
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak biz kızıyor muyuz? Bizi de örnek almıyorlar! Bizde kızmak yok.
Gelelim neticeyi kelama ve merama.
YAHYA ŞENOL: En çok gelen soru şu bugün ki zaten kabul etmeyenler de aynı gerekçeden hareketle bir şey söylüyorlar. Diyorlar ki; hükmü kaldırılmış ayet var ise kuranda ne işi var? Öyle bir ayet var ki amel edilmiyor kendisiyle niye duruyor kuranda?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu inanılmaz bir zenginlik ortaya çıkarıyor. Dikkat ettiyseniz ben ona sadece kıbleden örnek vereyim. Bir kere kıble konusu biliyorsunuz malesef tefsirlerde kuranda anlatıldığı gibi anlatılmıyor. Öncelikle Resulullah şeyi tasdik etmek zorundaydı. Çünkğ onların yoluna uy diye emir verildi. Yahudilerin, hıristiyanların, hıristiyanlar sonradan vaz geçti ama Resulullah kıbleye yöneldi. Böylece tasdik ettiler ve kurandan da anlıyoruz ki yahudiler Resulullah’ın arkasında 5 vakit namaz kılıyorlardı. Nereden anlıyoruz? Diyor ki; BAKARA 142:“fe yekulus sufeha: bir kısım kuş beyinliler şöyle diyeceklerdi”, “ma vellahüm an kıbletihimülletı kanu aleyha: ne vardı bulundukları kıbleden geri döndüler?”, “kul lillahil meşriku vel mağrib* yehdı mey yeşaü ila sıratım müstekıym: de ki doğu da batı da Allah’ındır”. Önemli değil oraya yönelmişsin buraya yönelmişsin, “Allah, tercih ettiğini doğru yöne yönlendirir”. Ondan sonra kıblenin bu taraf olması, ne diyor: BAKARA 143: “..ve ma cealnel kıbletelleti kunte aleyha” ya Muhammed, sen şu anda beyti makdise dönerekş ibadetini yapıyorsun ya, bu kıble ilk zamandan beri olan kıble değil. Çünkü “huden lin nas ve beyyinatil minel huda vel furkan” diye Ali İmran 194. Kabeyi zaten insanlar için kıble yaptığını Allah ilk günde belirtiyor.
“..ve ma cealnel kıbletelleti kunte aleyha illa li na’leme men yettebiur resule mimmen yenkalibu ala akıbeyh” sana uyanla uymayana ortaya çıkamak için yaptım. Şimdi düşünümn eğer kıble değişmeseydi yahudiler kendi dinlerinde kalarak bizim camilerimize gelip namazlarına devam ederlerdi değil mi? Ama kıbleyi değiştirdiğiniz zaman hemen itiraz başlar ne gerek vardı ki değişti? Ama arkasından diyor ki; BAKARA, 146.. Ayet: “Ve in ellezıne utul kitabe: kendilerine kitap verilenler var ya” yani yahydi hıristiyan. Az önce gördük tevratta olduğunu. “le ya’lemun: çok iyi bilirler”. Bugünkü tevratta da bu var ki “enbehul hakku bi rabbihim:bu kıblenin değişmesi rableri tarafından ortaya konulmuş bir gerçektir”. E şimdi bunun bir anlamı oldu mu? Eski hükmün olmasının bir anlamı oldu mu? Değişmenin bir anlamı oldu mu? Tabi bu soruyu soranlar haklı olarak kendilerine anlatılan neshe göre sorular soruyorlar. Baştan da anlattık öylebir nesih kuranfa yok zaten. Öyle bir tanım yok. Allah’ın koyduğu tanımı almamışsınız, tasdikin bir anlamı kalmamış, neshin bir anlamı kalmamış. Acayip bir şey. Böyle olduğu zaman kuran böyle tevrattaki hükümleri didik didik edip uyguladığı zaman yahudi hıristiyanın müslüman olma mecburiyeti ortaya çıkmıyor mu? Çıkıyor işte. Bu nesih de onlara çok güçlü bir çengel atmış oluyor ve çekiyor onları bu tarafa. Mesela Süleyman Ateş Hoca, kuran önceki kitapları tasdik etmiştir diyor. Hiç şüphesiz. Bakın burada tasdik var mı? Nesih de var mı? İkisi de var. Ama sonra Süleyman Ateş Hoca görüşünü değiştirdi mi bilmiyorum ama eskiden şunu söylüyordu; yahudi hıristiyanın müslüman olmasına gerek yok diyordu. O mantıktan oraya. Hala devam ediyor mu bilmiyorum. Tasdiki nesih ile birleştirmediğin zaman bu defa kurana uyma görevi ortaya çıkmıyor. Gene o arkadaşlara cevap olsun diye. Mesela Araf suresine 157.ayetine bakın orayla bitirelim inşallah.
ARAF, 157.. Ayet: “Ellezıne yettebiuner rasulen nebiyyel ümmiyye: : bu ümmi nebi olan resule uyanlar”, “ellezı yecidune mektuben ındehüm fit tevrati vel incıli: yanlarındaki tevrat ve incilde yazılı olarak buldukları” . Sadece isim olarak yazılı olsa çok kolay birisi benim adım Muhammed der çıkar ortaya. Çok kolay bir şey. Herkes doğan çocuğun adına Muhammed der işte buydu desin diye. Ama öyle değil ki. Bu kadar ayrıntılı bir şekilde yazı var işte. Değiştirilecek, değiştirdi, değiştirinceye kadar şöyle yaptı. “ye’müruhüm bil ma’rufi: onlara marufu emrediyor” zaten onların da bildiği doğruları emrediyor. Namaz kılın diyor, oruç tutun diyor, zekat verin diyor, hakkı batıla karıştırmayın diyor, kitabınıza uyun diyor. Çünkü kitap bunu emrediyor. Bu kitaba uymayı emrediyor. Onun için ne diyor; “kul ya ehlel kitabi lestum ala şey’in hatta tukimut tevrate vel incil: de ki ey ehli kitap, tevratı ve incili ayakta tutmazsanız/uygulamazsanız hiç bir temeliniz olmaz” ama orada kalmıyor “ve ma unzile aleykum minrabbiku : size rabbinizden indiriken bu kurana da”. Çünkü tevrat ve incil buna uymanızı emrediyor. Ne kadar iç içe böyle bir şey gibi tüm hücrelerine varıncaya kadar onları teslim alıyor. Ses çıkarma imkanları kalmıyor. Ondan sonra işte “ve yühıllü lehümüt tayyibati ve yüharrimü aleyhimül habaise: temiz şeyleri helal pis şeyleri haram kılıyor” ki bu ayeti de doğru anlayan bir kişi var mı? Ben rastlamadım şimdiye kadar. İslam Ansiklopedisi’nde, bu Kuran Yolu’nda öyle saçma sapan şeyler var ki. Efendim, Muhammed(as) işlevsiz bir kişi değildi, helal-haram kılma yetkisi vardı. Ya Allah’tan korkun resul ne demek ya! Allah diyor ki: “mâ alâr resûli illâl belâg” resulun tebliğden başka görevi yok. Tebliğ eden kişi hüküm koyar mı? Tahrim suresinde “li me tuharrimu ma ehallellahu lek” diyor: Allah’ın sana helal kıldığını niye hsram kılıyorsun diyor. Madem böyle yetkisi vardı böyle birayet olur mu? Bu kafada olan insanlar islam alimi olabilirler mi? Sistemi kavramadın mı ayetleri birbirine karşı ters düşüyor. O zaman işin içinden çıkamayınca nesih var mı desek yok mu desek. Var da desen olmuyor yok da desek olmuyor. İkisi de tutmuyor. Tesul olarak yaptığı tebliğdir, helal haram koymak değil. NUR 54: “mâ alâr resûli illâl belâg” diyen Allah. Başka görev düşmez. Elçi bu. Türkiye’nin Amerika büyük elçisi kendi kafasından Türkiye adına konuşabilir mi? Var mı öyle bir yetkisi? Başka bir şey söylese anında görevden alınmaz mı? İşte Allah da diyor hele bir şey uydur senin şah damarını koparırım diyor Hakka suresinde. Allah ne demişse o hiç bir şey yapamaz. İşte o mantık tutuyor kendi kafasından şeye dönmüş de bilmem ne yapmış da. İşte bu kadar olur yani. Ondan sonra diyor ki; “ve yedau anhüm ısrahüm: ısırlarını kaldırır” yeni nebiye inanma görevlerini kaldırır. Zaten bunu da anlayanı hiç görmedim bu ayeti de. “vel ağlalelletı kanet aleyhim” üzerlerinde oklatı sıkan şeyi. Bugün armegedon mu diyorlar savaşlar yapıyorlar. İsa gelecekmiş hazırlık yapıyorlar. Onları sıkan birşey değil mi? Resulullah geldi bütün sıkıntıları kaldırdı. Şimdi hepsine yönelik bir şey: “fellezıne amenu bihı: ona inananlar”. Kim bu? Ehli kitap değil mi? E peki ey Süleyman Ateş, sen kuran meali veren tefsir yazan bir kişi olarak bu ayeti hiç görmedin mi? Yada az önce okuduğumuz Maide 68 idi değil li galiba. Yani size indirdiği bu kitabı uygulamazsanız hiç bir temeliniz olmaz ayetini hiç görmediniz mi? “Fellezine amenu bihi: kim bu resule inanır” peki güzel, “ve azzeruhü: onu destekler”, “ve nesaruhü: onu destekler”, “vetteveun : uyar” neye? “en nurallezı ünzile meahu:Onunla beraber inen nura uyar” artık önceki kitaplara uyabilir mi? Çünkü önceki kitaplardan misliyle tasdik edilenler tamam, artık ben Kudüs’e dönerim derse sapıtmış olur o kadar. Ona uyar, Onunla beraber inen nura uyarsa “ülaike hümül müflihun: işte umduklarına kavuşacak olanlar onlardır” başkaları değil. Sonuçta gördünüz mü bakın kuranın temel kavramlarından nesihde ulemanın tamamı yanlış anlama konusunda ittifak etmiş. Bir tane istisnasını göremedik. Hepsini de kuran ayetleriyle okuduk. Neshin sözlük anlamını bile kurandan okuduk değil mi? Ondan sonra bütün bunları ortaya koyduktan sonra ne oldu? Neshe ihtiyaç varmıymış? Aynı zamanda hem tasdik için. İki taraflı tasdik. Onun için Allah diyor ki; eğer değiştirilmeseydi kıble derlerdi ki “bu ne biçim Allah’ın nebisi. Hem kıbleyi değişecekti hem de değişmedi”. Değiştirdiği zaman uymazlar ama değiştirmediği zaman da ileri geri konuşurlar. Diyor ya Bakara suresi 150.ayette “li ella yekune linnasi aleykum hucceh” nas kelimesi de önemli. O insanların, o geri zekalıların, o kuş beyinlilerin, ne vardı kıble dönecek diyen adamlar dönmeseydi diyeceklerdi ki. Ne diyeceklerdi? “li ella yekune linnasi aleykum hucceh: sana karşı bu insanların delili olmasın”. Diyeceklerdi ki bak tevratta var, döndürecekti döndürmedi. Hem bu adamlar böyle demesin hem sana olan niğmetimi tamamlayayım. Çünkü tekrar kabe kıble olsun. Çünkü kabe ümmül kurada okan ilkbinadır ve niğmetimi tamamlayayım. Bütün nesihlerin arkasında niğmeti tamamlama ifadesi var. Demek ki daha önceki niğmette eksiklik varmış değil mi?