ABDULAZİZ BAYINDIR: Başlangıçta, herhangi bir yerde konuşma yapılırken bu dualarla başlamak adettir. Euzu, biliyorsunuz “kovulmuş, taşlanmış şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım” diyor konuşmacı. Tabi izleyiciler de aynı şekilde sığınıyorlar. İyiliği sonsuz ikramı bol Allah’ın adıyla başlarım. Elhamdulillah demek; Yaptığı her şeyi güzel yapmak Allah’a mahsustur demektir. Yani Allah’ın dışındakiler bazı şeyleri güzel yapar, bazı şeyleri de güzel yapmaya bilirler. Bugün konumuz; Allah’ın nebileri günaha karşı korunmuş mudur? Biliyorsunuz okullarda din dersinde ve başka yerlerde nebilerde bir ismet sıfatı olduğu söylenir. İsmet sıfatı ne demek? Allah’ın onları günaha karşı korumuş olması demektir. Bazı küçül hatalar olabilirse de büyük hataları olmaz, günahları söz konusu değildir derler. Kuranda onların günah işlediğine dair ayetleri de evire çevire sağa sola çekmeye çalışırlar. Adeta Allah’ın hatalarını düzeltmeye çalışırlar!! Bir kere hiç bir ayet herhangi bir kişinin her hangi bir nebinin korunduğuna delalet etmez. Öyle en küçük bir işaret dahi yoktur. Bugün konumuz odur. Zaten korunmuş olan bir kişi bize örnek olamaz. Biz nasıl örnek alacağız? Mesela diyelim ki adamın birisini birileri yakalıyor, bir yankesici adamın ceplerini boşaltıyor. Bir başkası da diyor ki; “kardeşim cumhurbaşkanını niye örnek almıyorsun? Bak onun yanına kimse yaklaşabiliyor mu? Ne der o? “Yaa onu ben nasıl örnek alayım? Ben tek başına gidiyorum, o bir koruma ordusuyla beraber gidiyor: örnek alabilir miyim? İşte bu arada efendim siz Allah’ın elçileri Allah’ın nebileri hatadan korunmuştur siz onları örnek alın. E onlar kalenin içerisindeler, ben düşman ordusunun ortasındayım her taraftan millet bana hücum ediyor, diyorlar ki; “kalenin içindekileri örnek alsana”. Ben orda olsam zaten bu insanlar yanıma yaklaşamaz ki. Dolayısıyla gerçekten son derece mantıksız bir yapı oluşuyor ama burada değerli izleyiciler konuşulur. Biliyorsunuz İblis ve Adem olayı var. İblis C. Hakk tarafından kovuldu bulunduğu yerden. Ondan sonra kıyamete kadar yaşama izini istedi Allah’tan. O da o izni verince dedi ki; “ben doğru yolum ortasında oturacağım”. Doğru yolun ortasında oturmanın bir takım şartları var. O doğru yolu çok iyi bileceksiniz. Onun için Allah’ın yoluna yönelen, dine yönelen insanlar çok iyi bilmeliler ki önüne İblis ve bütün şeytanlar çıkar. İnsan ve cin şeytanları. Konuşmamızın başında euzunillahi mineş şeytamir racım dedik, cin şeytanlarından yani göremediğimiz şeytanlardan Allah’a sığındığımızı ifade ettik. Hadi ona bir euzu dediğin zaman kurtulursun ama insan şeytanlarına hatim okusan kurtulamazsın. Bir “euzu billahi mineş şeytanir racım” dersin “öyle mi ayın çıkarılır kardeşim, bak böyle benim gibi çıkar” der. Bakarsın ki dini senden daha iyi biliyor. Zaten doğru yolun üstünde oturabilmek için onu çok iyi bilmek lazım. Şunu da hiç unutmayalım: ateistler dahil yeryüzünde kendisini dindar saymayan hiç kimse yoktur. Bunu da Araf suresinin 30.ayetinden öğreniyoruz. Orada Allah şöyle diyor; ARAF, 30.. Ayet: Ferıkan heda: bir gurubı Allah kendi yoluna kabul etmiştir”, “ve ferıkan hakka aleyhimüd dalaleh: bir gurubun da sapık olması hak olmuştur”, “innehümüt tehazüş şeyatıyne evliyae min dunillahi: bunlar, Allah ile kendi aralarına şeytanları evliya olarak koyarlar. Evliya; çok yakın demek. Evliya nasıl evliya? Allah’ın evliyası Allah’a çok yakın. Bizim evliyamız bize çok yakın. Dolayısıyla Allah ile bizim aramızda aracı oluyor. İştr derler ya; “bu efendi Allah’ın yanında bizi koruyacak, bu bana şefaat edecek, bu beni kurtaracak” derler. Allah ile kendi aralarına şeytanları evliya olarak koyarlar. Allah’ın yolundan uzaklaşırlar. “ve yahsebune ennehüm mühtedun: kendilerini de muhtedi hesap ederler” yani doğru yolun ortasında hesap ederler. Yani insanların bir kısmı Allah tarafından gerçekten dindar olanlar, bir kısmı da kendini dindar sayanlardır. Kendini dindar saymayan hiç kimse yoktur ateistler dahil. Burada çok anlatmıştım tekrar anlatayım. İlk defa izleyenler olabilir. Bir ateist ile konuşurken “ben Allah’a inanmam” demişti. Ben de dedim ki; “ben de senin inanmam dediğine inanmam. Kesinlikle inanıyorsun değil mi” dedim, “evet inanıyorum” dedi. Aradan epey bir zaman geçti “sana bir şey söyleyeyim mi? Sen çok dindar bir insansın” dedim “evet” dedi hiç şüphe etmeden. “Ama benim din anlayışım farklı”. Yani herkesin bir dindarlığı var. Önemli olan, Allah’ın dininin dindarı olmaktır. Dindar olmanın hiç bir anlamı yok, Allah’ın dininin dindarı olmak önemlidir. Ama şunu hiç unutmayalım: en sapık kişi de kendisini doğru yolun ortasında kabul eder. İşte bu Araf suresinin 30.ayeti gereği. Peki bunlar ne yapıyorlar? Şeytanları evliya kabul ediyorlar Allah ile kendi aralarında. Peki şimdi insanlara deseler ki; “bizim evliyamız şeytandır”, hiç kimse bunlara uymaz. Onun için o şeytanlarına insanların saygı duyduğu büyük kişilerin adlarını verirler. İsa derler mesela hıristiyanlar. Onu Allah ile kendi aralarına koyarlar. Müslümanlar Muhammed derler, Allah ile kendi aralarına koyarlar. Bütün kelam kitaplarına bakın şefeati uzma diye bir şey vardır: nebimiz bizi ahirette kurtaracak. Kimden kurtaracak? Kimden kurtaracak dediğiniz zaman ben onu kastetmemiştim derler. Biraz düşünün kardeşim! Tabiki onu araya koymak için onun biraz tanrısal tarafının olması gerekir. Hıristiyanlar derler ki; “İsa yüzde 100 Allah yüzde 100 insandır” derler. Bir tarafı tanrısal. Tanrısal tarafın Allah ile irtibatı var. Diğer tarafı insan, insan tarafından irtibatı var. Bize de bu tür şeyler malesef din olarak yerleşmiştir. İşte bunu ismet sıfatı ile ifade etmemiz mümkündür. Allah’ın o kadar ayetine rağmen “Allah’ın elçileri masumdur, Allah onları korumuştur, nebilerin ismet sıfatı vardır”. Tabi nebilerin ismet sıfatı aslında kimsenin umurunda değildir ben size bir şey söyleyeyim mi. Mesela İsa günahsızmış, suçsuzmuş hiç mühim değil. Asış gaye kiliseyi tanrılık makamına oturtmaktır. İsa’nın tanrılık makamında olup olmaması önemli değil. Nebileri masum sayarken asıl gaye; insanlara nebi dediğiniz zaman MuhmmedAs, İsaAs yada Mekkeliler’in Allah’ın kızı dedikleri melekler! Öyle dediğin zaman insanlar susar. Onları kutsamanız çok kolaylaşır. Çünkü bunların çok değerli kişiler olduklarını bilirler. Onları kutsarken tabi kendilerini de hemen onların yanına monte ederler. Dolayısıyla o kutsallık kendilerine de geçer. Dolayısıyla maksat kendilerini kutsamaktır. Bu sebeple, dine yöneldiğiniz zaman aklımızı sonuna kadar kullanmak zorundayız. İşte bugün ismet sıfatı üzerinde duracağız. Biliyorsunuz bundan önceki iki dersimizde Allah’ın nebileri helal haram koyabilir mi meselesi üzerinde durmuştuk. Allah’tan başka kimse helal haram koyabilir mi üzerinde durmuştuk. Koyamayacağı çok net bir şekilde ortaya çıkmıştı. Bugün de o nebilere atfedilen ismet sıfatı üzerinde duracağız. Diyaner Vakfı İslam Ansiklopedisi İsmet sıfatı yanı nebiler nasıl tanımlanıyor? Genel kabul budur. İstisnasının olduğu varsa da söyler değil mi?
YAHYA ŞENOL: İlmihal kitaplarında da akaid ile ilgili herhangi bir kitapta da nübüvbet bahsi yani peygamberlik bahsi anlatılırken peygamberlerin özellikleri sıralanıyor ve genel olarak 5 özellik bulunur peygamberlerde deniyor. Bunlar; sıdk, emanet, tebliği şeriat, ismet, fetanet. Böyle 5 madde olarak sıralanıyoe. Sıdk yani peygamberler doğru sözlüdürler. Emanet ile kastettikleri güvenilir insanlardır. Tebliği şeriat dedikleri; Allah’tan aldıkları vahyi insanlara olduğu gibi tebliğ etmişlerdir. Fetanet; akıllı, zeki insanlardır ve ismet sıfatı vardır onlarda. İsmet de günahlardan korunmuşluk vasfı. Bugün ders konumuz olan esas peygamberlerde bulunması gerektiği söylenen vasıflardan biri ismet sıfatı. Ve tanımı da günahlardan korunmuş olması peygamberlerin. Buna dair yine derslerimizde sık sık kaynak olarak kullandığımız Diyanet İslam Ansiklopedisi’ni tavsiye edebiliriz. Bunun hem 34.cildinde Peygamber maddesi anlatılırken peygamberlerim özellikleri bahsinde ismet sıfatına yer veriliyor, hem de 23.cildinde bizzat ismet adında müstakil bir madde var. Yani peygamberlerin hatalardan, günahlardan korunduğuna dair müstakil bir madde de bulabilirsiniz İslam Ansiklopedisi’nde. İkisi de zaten aynı şeyleri amlatıyor. Daha kısa olanından ben kısaca aktarma çalışayım. Deniyor ki ismet sıfatı bi defa iki şekilde tanımlanıyor sünni camiada özellikle. Birincisi Eşariler’in çoğunluğunu oluşturduğu bir gurup ismet sıfatını tanımlarken şöyle diyorlar; “Allah’ın peygamber olarak seçtiği insanlarda günah işleme yetisini melekesini tümden kaldırması. Yani istese bile yapamaz, aklına bile getiremez bir peygamber günah işlemeyi. Onda o kabiliyet o meleke tümden yoktur. İsmet sıfatını böyle tanımlıyorlar. Ama Maturidiler’in ve cumhur dediğimiz genel çoğunluğun oluşturduğu gurup ise ismeti bu şekilde tanımlamıyorlar. Onlar diyorlar ki; “potansiyel olarak var olmasına rağmen Allah’ın onların iradelerini daima hayra yönlendirmesi, şerre yönlendirmemesi anlamında”. Yani peygamberler de birer beşer olmaları ve imtihana tâbi olmaları sebebiyle onlarda da günah işleme potansiyel olarak vardır ama Allah bunların o potansiyelini daima hayra yönlendirir şerden muhafaza eder. İsmet sıfatına Maturidiler ve çoğunluk bunu kastederler. Neticede yine aynı kapıya çıkıyor tabi. İşliyor mu işlemiyor. Bu manada masum olduğu konusunda ehli sünnette de biraz sonra göreceğiz şiada da genel manada islam dünyasında bir ittifak bir icma sağlanmış durumda.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Aksini söyleyen var mı?
YAHYA ŞENOL: Yok. Bu maddede yok. Sadece ithilaflar ne? Şöyle ihtilaflar var kısaca aktarmaya çalışayım. Deniyor ki; 1- İsmet sıfato vardır peygamberlerde ama ne zamandan beri vardır? Birileri der ki; doğuştan itibaren vardır. Doğdukları gün masum olarak doğmuşlardır. Bir gurubu der ki; buluğ çağı ile başlamıştır bunların masumlukları. Yani ne zaman mükellef olmuşlarsa dinen, o zamandan itibaren masumdurlar hiç günah işlememişlerdir. Bir gurup da vardır derler ki; hayır, nübüvvetten sonra. Nübüvvetten önce günah işlemiş olabilirler ama madde okunursa görülecek ki her türlü görüş söylenmiş. Birileri demiş ki; nübüvvetten önce büyük günah işleme şeyleri varsa da nübüvvetten sonra bu mümkün değildir, asla günah işleyemezler. Birileri demişlerdir ki; hayır, nübüvvetten önce de asla büyük günah işleyemezler. Nübüvvetten önce de sonra da ancak küçük küçük günahlar onlar için söz konusu olabilir. Ama genel manada kabul şudur: peygamberlikten önce de sonra da peygamber olarak seçilmiş kişiler kasten büyül günah işlemezler. Sadece zelle denilen ufak tefek hatalar bunlar için söz konusudur. Ama çok çirkin sayılabilecek olan küçük günahlar da peygamberlerden sâdır olmaz. Genel kabul bu.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ayıp sayılacak şeyler de olmaz.
YAHYA ŞENOL: Olmaz. Yüz kızartacak bir suç peygamberler için düşünülemez. Neden? Denir ki; çünkü (belki bir ayeti okuyarak buna temas edeceğiz ama) peygamberler Allah tarafından ümmetlerine örnek olarak gösterilmiş insanlardır. Günah işleyebilen, günahı olan bir insan nasıl örnek olabilir? Hiç yanlış bir adam örnek gösterilir mi? Bu mantıkla diyorlar ki; peygamberlerin günahsız olması lazım ki insanlara densin ki bak sen de böyle ol. Bu şekilde özetlenebilir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onu korumuş beni korumamış. Ben nasıl olacağım öyle? Şimdi bu sünnilerde. Şiada durum çok daha farklıdır. Hıristiyanlara çok ciddi anlamda bir benzerlik vardır şiada. Çünkü hıristiyanlarda biliyorsunuz tetis inancı yani Allah, İsa, Kutsal ruh. Şiada da Allah, Muhammed ve Ali. Bizim Anadolu’daki bazı guruplar Hak-Muhammed-Ali derler. Bu kelimeyi kullandığınız zaman karşı taraftaki bir şey anlamaz. Hak zaten. Tamam Muhammed, Ali de olsun ne olacak saygı değer birisi. Halbuki öyle değiş. Bu bir inancı ifade ediyor. Hakk dediği zaman Allah’ı, Muhammed dediği zaman ikinci olarak Muhammed’i. Bunlar tanrı makamındadır. Üçüncü olarak da Ali. Şia bunlara tanrı demez. Ama öyle bir tanım yapar ki aslında Muhammed kelimesi de orada elçi olaral değildir. Orada maksat başkadır. Oradaki masumiyet, masum imamlar inancı bundan biraz daha ileri seviyededir. Onu da Aydın Mülayim’den dinleyelim. Bu arada Aydın Mülayim’in kitabı çıktı. Kuranda Din Adamları diye. Bu, kendisinin tez çalışmasıdır. Tam da konumuz. Bugünkü konu ile de alakalı değil mi? Bizim vakıfın yayınlarından çıktı kuranda din adamları diye.
AYDIN MÜLAYİM: Öncelikle hesap verme açısından değil de hesap Allah’a verilir. Burayı iyi tanımayanlar açısından İran ve Azerbaycanlılar açısından şunu söyleyeyim ki burası Süleymaniye İlmi Araştırma Merkezi. Herhangi bir mezhebin, cemaatin tekelinde olmadan, bir devletin tesirinde kalmadan Allah’ın emri olan, İslam aleminin asırlardır terk ettiği şura yöntemi ile çalışan bir merkezdir kuran merkezli. Amacımız da insanların körü körüne mezhep taklitçiliği yapmadan dinden kabul ettikleri şeyi sorgulamaları gerektiğini söylemektir. Malesef islam alemi içinde bu sorgulama biraz çok az insanlar vardır. Her bir mezhebi de özellikle şiadan bayağa son zamanlar şia mezhebinden tepki alıyoruz. Bu yüzden bu sözleri söyledik ki yani herhangi bir mezhebin yanlışlarını söylerken ilk önce kendi kaynaklarından örnekler veriyoruz ve kendilerinin söylediklerini söylüyoruz. Bizim herhangi bir mezhebi aşağılama yada herhangi bir alimi tenkit etmek değildir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tenkid etmek var da aşağılamak yok.
AYDIN MÜLAYİM: Tahkir etmek yoktur. Konumuzla ilgili çok önemli ismet deyince şia akla geliyor zaten. Kendi imamları ile ilgili sadece nebi değil. Nebiden başkalarına da ismet vasfını veriyorlar. Mesela bunlar da onların 12 imamıdır. Ki bununla ilgili özel bir başlık attık Şiilik Nedir diye. Arzu edenler oradan da okuyabilirler. Ama ilk ömce Kuleyni’den bir örnek vereyim.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kuleyni kim? Her defasunda tekrarla. Sen biliyorsun, izleyiciler de biliyor zannediyorsun.
AYDIN MÜLAYİM: Kuleyni, nasıl ki ehli sünnet de Buhari ilk önce hadis kaynağı kabul edildiği ve reddedilmez bir kaynağı olduğu gibi Kuleyni de şiada Buhari kadar önceliklidir. Kuran kadar önceliklidir. Bu yüzden ilk önce Kuleyni’nin kendi imamlarına ne dediğine bakalım. Şöyle derler: “bunu herkes bilmelidir ki Ali ve Fatıma’dan doğanlar insanlar gibi olamaz”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ali ve Fatıma’nın soyundan gelenler bir başka insanlar gibi olamazlar.
AYDIN MÜLAYİM: Kısa ve öz olarak bir de günümüzün son, herkesin bildiği Humeyni’den de bir örnek vereceğim. Kendi kitabından. Velayeti Fakih diye bir eseri var. İstanbul’da da vardır. Arzu edenler bu kitaba da bakarlar. Bizi eleştirenler olabilir, kendi kitaplarına baksın. Şöyle diyor Humeyni; “mezhebimiz gereğince hiç kimse masum imamlarımızın manevi makamlarına erişemez. Hatta meleki mukarreb ve nebiyyil mürsel de bu makama erişemez.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Meleki mukarreb ne demek? C. Hakkın kendisine yakın gördüğü melekler. Mesela CebrailAs’da onlardan birisidir. Nebiyi mürsel de Muhammed SAV. Yani imamların makamına ne bir melek ne de bir elçi erişebilir. Bu konuda benim başımdan geçen bir hatıra var onu istersen kısaca bir anlatayım. Humeyni Fransa’dan gelmişti. Ben de o zamanlar Süleymaniye Camisi’nde vaaz ediyorum. Cuma vaazları yapıyorum. Bir de İslami İlimler Araştırma Vakfı’nda ilmi toplantılar düzenliyoruz yurt içi yurt dışı. O sıra herkes Humeynici olmuştu. Ve ben burada bir kaç tane vaaz ettim; “müminler, onları çok iyi tanımanız lazım” onlarun kitaplarından örnekler verdim. Bu kitaptan da çok örnekler verdim. Sonra da 5 tane ayetullah çağırdık İstanbul’a. Araplardan da önde gelen alimleri çağırmıştık. Said Ramadan El Buğti. Allah rahmet eylesin bir camide ders verirken bombalı bir saldırıda ölmüştü Suriye olaylarında. O da gelmişti. İsmi aklımda o ayetullahlardan bir tanesinin adı Ayetullah Cenneti idi ve en yaşlılarıydı. Toplantıyı da boğazda bir otelde yapmıştık. İstanbul boğazında. Orada Said Ramadan El Buğti o 5 tane ayetullaha bir soru sordu. Dedi ki; “ben Humeyni’nin kitabında bizzat gördüm”. İşte az önce Aydın’ın okuduğu yer. “Diyor ki; ‘Allah katında imamların öyle bir makamı vardır ki oraya ne bir melek ne de bir nebi’. Bunu bana izah edermisiniz ben bunu anlayamadım” dedi. Hiç birisi duymadı. Tekrar sordu yine kimse duymadı. Üçüncü kez sordu gene duymayınca vaz geçti. Bu ne demektir? Öyledir demektir ama bunu siz anlayamayacağınız için size izah etmemize gerek yok demiş oldular.
AYDIN MÜLAYİM: Şöyle derler; peygamber soyunun söylediği söz kuran gibi hüccettir. Eğer kuran hatadan beri ise ehlibeyt de hatadan beridir. Onları tek otorite olarak görmeli, alçak gönüllü bir tavırla bize verdikleri bilgileri almalıyız. Çünkü onlar Allah’ın elçisinin soylarından gelmektedir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah’ın elçisinin soyundandır diyor ama aslında Allah’ın resulünden üstün tutuyor. Öyle diyor. Çünkü öyle demese onları kutsallaştıramaz. Bir de ayetullah kelimesini kullanıyorlar değil mi? Kime ayetullah diyor?
AYDIN MÜLAYİM: Ayetullah bildiğiniz gibi anlamı; Allah’ın ayetleri demektir. Yeryüzünde Allah’ın temsilcisi anlamında. Öyle de kendi kitaplarında söylerler.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ağızlarından çıkan söz ne olur? Allah’ın sözü olur değil mi?
AYDIN MÜLAYİM: Her ne söylerse artık Allah söylemiş gibi oluyor. Yeryüzündeki temsilcisi bir anlamda.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hıristiyanlarda Papa da öyle. Kardinaller de öyle. Hatadan masumdur korunmuştur.
AYDIN MÜLAYİM: Söylediğiniz gibi Hristiyanlarda benzer bir akide yapıları var. Papa ve piskoposlar kurulu yanılmazdır der. Hıristiyanlıkta öyle bir usul var. Şiada da böyle bir usül var. Ali ve soyu yanılmazdır. Ali de masum ve peygamberden sonra peygamberin bizzat tayin ettiği yeryüzündeki temsilcisidir. Ondan sonra diğer imamlara geçmiştir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ben bir şey söyleyeyim; sen ayetullah mısın?
AYDIN MÜLAYİM: Aslında hepimiz Allah’ın birer ayetiyiz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah’ın ayeti olmayan yeryüzünde hiç bir şey yoktur. Allah’ın ayeti. Niye? Allah’ın yarattığı ayetler var değil mi? Bir de indirdiği ayetler var. İnsanların tamamı Allah’ın ayetidir. Bakın şuradan okuyayım ben size. 42. surenin 29. ayeti. SURA, 29.. Ayet: Ve min ayatihı halkus semavati vel erdı: gökleri ve yeri yaratması Allah’ın ayetlerindendir. Peki başka? “ve ma besse fıhima: göklerde ve yerde kıpırdayan/hareket” eden ne varsa Allah’ın ayetlerdendir. O zaman ayetullahın vücudundaki bir bit de Allah’ın ayeti mi? İlaç koyduğu sivrisinekler de Allah’ın ayeti mi? Ayetullah işte. “ve ma besse fıhima min dabbeh” diyor. Her ikisinde kıpırdayan bütün canlılar diyor. İnsan da Allah’ıı ayeti hayvanlar da Allah’ın ayeti tabiatta bulunan her şey de Allah’ın ayeti ama tabi bunlar bunu bu manada söylemiyorlar. Ağızlarından çıkan sözler Allah’ın ayeti diyerek insanların dinini kullanıp insanları kendilerine köle yapmaya çalışıyorlar. Mesele budur. Peki bu sadece onlarda mı? Türkiye’de mesela bir Risalei Nur var, Nur cemmati var bir de Fetullah Gülen var. Onların da bu ikisinden hiç bir farkı yoktur. Yani şimdi farkı yoktur derken biliyorsunuz biz bu konuda kitağ yazdık ama daha önce, Abdulbaki Gölpınar tarafından tercüme edilen Ayetullah buraya yazışmış işte- Muhammed Muzaffer’in kitabından. İştr burada Türkçe olarka basılmış bir kitap. Bu kitaptan imamların masumiyeti ile ilgili kısmı okuyayım ben size. Diyor ki; “imamın da peygamber gibi içtr dışta görünürde gizlilikte bütün kötü pis şeylerden doğumundan vefatına dek masum olduğuna inanıyoruz. İmam imametten önce-sonra soy-boy şerefi bakımından en yüce”. Bak peygambere en yüce demedi dikkat ediyor musunuz? “Soy-boy bakımından en yüce ve temiz kişi olup her tütlü kötülükten, suçtan, yanılmadan,yanlış iş görmeden, unutmadan ve her türlü aşağılık şeylerden masumdur”.
Geçende Diyanet İşleri Başkanlığı, Risalei Nurlar’ı bastırmış müftülüklere dağıtıyor. Bir kere şunu çok net söyleyelim; siyasetin emrindeki dini kurumdan hiç bir şey beklenemez. Tekrar ediyorum; siyasetin emrimdekü dini kurumdan hiç bir şey beklenemez. Bunlar olmaması lazım. Ben daha küçük çocuk, medreseye gidip geliyorum. Evimiz Erzurum’da olduğu için yatılısı falan yok gidip geliyorum. Orada hocalar şöyle bir şey söylemişlerdi, kaynağı nedir bilmiyorum. Hoclardan duyduğum sadece. Diyorlardı ki; “nizamiye medreseleri kurulduğu zaman(devletin eline geçiyor ya medreseler) ulema ilmin cenaze namazını kılmış”. Temsili bir tabut, içinde ilim var, artık bundan sonra ilim olmaz. Devlet bu işe karıştı ilim bitti demişler ve cenaze namazını kılmışlar. Bir kere bunun kabul edilebilir tarafı yok ama bir tarafı siyaset olursa her şey yapılır. Şimdi Risalei Nurlar ile ilgili Fethullah Gülen ile ilgili.
VEDAT YILMAZ: Fetullah Gülen’in Sonsuz Nur isminde bir eseri var. Benim elimdeki Nil Yayınları tarafından basılan İstanbul Mart 2013 tarihli basım. F. Gülen burada Allah Resulünün sıfatlarından bahsediyor. Sıfatlarından bir tanesi de ismet sıfatı. İsmet sıfatından bahsederken Yahya Hoca’nın söylediği şeylere aynen kabul ediyor ve Allah resulünün kesinlikle küçük veya büyük her türlü günahtan masum olduğunu söylüyor. Her nebinin böyle olduğunu söylüyor. Daha sonra da bunu nebiler üzerinden tek tek ele alıyor. Adem üzerinden öncelikle bunu ele alıyor. Biliyorsunuz Allah kuranda Adem’in bir hatasından bahsediyor, günahından bahsediyor. F. Gülen bunu şu şekilde ele alıyor. “Ve asa ademu rabbehu fe ğava” ayetini şöyle çeviriyor: “Adem rabbine başkaldırdı ve yolunu şaşırdı”. Açıklamasını da şöyle söylüyor: “tercümede başkaldırma dediğimiz hususu ileride ele alacak ve bu davranışa bir baş kaldırma denemeyeceğini ıspat edeceğiz”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah’ın yanlışını ispat edecek! Allah “asa” demiş asa: isyan etti. “Ve asa Ademu rabbehu: Adem Allah’a isyan etti”, “fe ğava: kendisini bir takım hayallere kaptırdı”TAHA 125. Arkasından bir takım hayaller peşine düştü. Ben Süleymaniye’de vaaz ederken hatırlıyorum bu ayeti okumuştum. Ayeti okurken cemaat itiraz etti; “ne demek!! Allah’ın nebisi nasıl Allah’a isyan eder”. Kime itiraz ediyorsunuz benim sözüm değil ki bu Allah’ın sözü. Süleymaniye Camisi’nde vaaz ederken bana itiraz etmişlerdi. Ya bu Allah’ın sözü. Demek ki buralardan öğrenmişler.
VEDAT YILMAZ; Şimdi ispata başlıyor: “Hz. Ademinki bir nisyan ve bir unutmaydı. C. Hakk, kasem ve tekitle bize Hz. Adem’in bu durumunu haber verir ve şöyle der; “Andolsun ki daha önce Adem’den e de ahd vermiştik fakat unuttu. Onu hatasında azimli bulmadık. Bu ayetteki tecitlerden biridir. C. Hakk unuttu demekle Hz. Adem hakkında yapılacak suizanı kesip atıyor. Ardından da ‘ve lem yecid lehu azme: biz onu günah işlemekte azimli bulmadık’ diyor”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ayete yanlış anlam veriyor. “Onu günah işlemekte azimli bulmadık” değil. “Verdiğimiz emire karşı kararlılık görmedik derken ayeti ters anlamlandırıyor ki ismet sıfatına delil olsun. Az öncekini de saptırdı bunu da saptırıyor.
VEDAT YILMAZ: Nasılsa yol çekti onu oraya götürdü ama O bunu unutarak yaptı kasıtlı ve azimli olarak yapmadı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Ve lem yecid lehu azme” ayetin anlamını tam tersine değiştirerek.
VEDAT YILMAZ: Devamında da şöyle söylüyor: “unutma ise kalemin günah yazmadığı bir durımdur. Allah Resulü bu hususta şöyle buyuruyor; ‘üç şeyden kalem kaldırılmıştır. Unutma,hata ve bir de zorlama”. O zaman AdemAs’ın günaha girmiş olduğuna nasıl hükmedeceksiniz?”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Burada kimin hatasını düzeltiyor? Allah’ın yanlışını düzeltiyor! Haşa. Ama tabi o kitabın içerisinde çok yüksek görüyor kendini. İstersen o ismet ile ilgili şeyleri söyle.
VEDAT YILMAZ: Bir de peygamberler dışında ismet diye bir başlık var. Orada da şöyle söylüyor: “bir insanın farazi ve takdiri olarak hata ve günah işleyebişeceğini söylemek onun bir fiil günah işlediği anlamına gelmez. Bunun için peygamberlerin dışında insanlıpa kudve ve imam olacak dini lider ve büyüklerin de C. Hakk tarafından korunabileceğini söyleyebiliriz”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şimdi bunu böyle söylediği zamn ne oluyor? Kendisi de korunmuş oluyor. Hata yapmaz! Dikkat ediyorsanız bu inanç da kendi cemaatleri arasında oldukça yaygındır. “Hata yapmaz dediyse mutlaka bir hikmeti vardır”.
VEDAT YILMAZ: “Bunun şiaya ait imam masumdur düşüncesi ile de uzaktan yakından alakası yoktur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sakın öyle anlamayın diyor.
VEDAT YILMAZ: Mesela İmam Rabbani günah işleyebilir mi sorusuna hepimiz evet işleyebilir deriz. Çünkü İmam Rabbani peygamber değildir ve farazi olarak da günah işlemesi mümkündür. Fakat acaba İmam Rabbani hayatında hiç günah işlemiş midir? İşte bu soruya verilecek cevap yukarıdaki olmayacaktır. Çünkü hiç kimse İmam Rabbani’nin işlediği küçük bir günahı dâhi göstermeye ve ıspat etmeye muktedir değildir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Nasıl olsa Onun amel defterini sen yazmadın nereden göstereceksin. Ben şahsen eğer Mektubat, İmam Rabbani’nin ise günah değil şirkin en büyüğünü işlediğini ıspatlarım. Eğer onunsa. Şimdi aklıma geldi ikinci mektubatında ne diyor biliyor musunuz? Mektubatı iki olarak hatırlıyorum. Yanlış hatırlayabilirim. Diyor ki; “Allah bana kadının cinsel organı şeklinde gösterildi”. 1. Mektubatda da. Allah, kadının cinsel organı şeklinde kendisine gösterilmiş! Bu ne? Allah’ı kimse görebilir mi? Ama kadının cinsel organı! Kendinden geçmiş imiş! Bilmem ne yapmış. Bunu bırakın bir müslümanı bir insanın aklına bile gelmez böyle şey.
VEDAT YILMAZ: “Demek oluyor ki zatında günah işleyebiliyor olmak günah işlemiş olmak değildir. C. Hakk bu manada evliyayı, asfiyayı ve kendisine yakın mukarrabini korur, onlara da günah işletmeyebilir.
YAHYA ŞENOL: Başta sizin söylediğiniz şeye geldik. Esas bunu peygamberler masum değil yani. Peygamber masum olsun ki birileri de masum olabilsin. Peygamberler malesef bir kurban seçilmiş gibi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Anlayın kardeşim diyor. Anlayın diyor. Allah’ın elçileri/nebileri Allah tarafından korunduğu halde günah işlemez, biz korunmadık ama işlemiyoruz. Varın siz hesab edin hangimiz daha üstünüz. Asıl verilen mesaj budur.
VEDAT YILMAZ: Bir de sorularlarisale.com’a gelen bir soru var. Bu da Said Nursi ile alakalı. Onların kendi internet siteleri. Risalelerde hata olamaz mı? Üstad mehdi bile olsa yanlış yapamaz mı? Diye bir soru gelmiş. Ona cevap veriyorlar: “Üstad hazretlerine olan muhabbetimiz bizi yanlış düşüncelere sevketmemelidir. Bu muhabbetin denetimi şeriattır. İslam şeriatına göre Üstad hazretlerinin kusursuz kabul edilmesi caiz değildir. Peygamberler bile zelle namı ile hata edebilirken üstad hazretlerini hatasız görmek aşırılık olur”. Buraya kadar doğru. “Ama bie şahsın hata yapma ihtimali yada kusura kâbil olması hatalı ve yanlış olması anlamına gelmez. Risaleyi Nur’lar incelendiğinde ve mihenk olan islam şeriatına vurulduğunda herhangi bir hata ve kusur şimdiye kadar tespit edilememiştir. Şayet varsa ıspat edilsin, o zaman bir değerlendirme yapabiliriz. Hataya kâbil diye Risaleyi Nurlar’a ve Üstad hazretlerine şüphe ile bakmak yanlış olur. Risaleyi Nurlar şu anda kuran ve hadislerin manevi ve hakikatli bir tefsiridir. Bütün alemi islam tarafından kabul görmüş ve takdir edilmiş bir eserdir. Risaleyi Nur’lar istikamet noktasından ehli sünnet çizgisinde ve istikametinde giden bir tefsirdir. Ehli sünnet inançlarına aykırı ve ters bir fikri şimdiye kadar görülmemiştir. Binlerce alim ve muhakkikin nazarının altında olan tenkide mendar bir bahse konu olmaması ve şimdiye kadar bir itiraza mahal bulunmaması Risaleyi Nurlar’da hata olmadığını kâti olarak gösterir. Şayet hata var deniliyor ise bunu iddia edenler ıspat etmekle mükelleftir.
YAHYA ŞENOL: İlginç bir şey dikkatimi çekti. “Peygamberler bile zelle namıyla hatalar işleyebilirken” diye bir cümle kullandı. Ama Beyefendi’nin o zellesi bile yok! İlginç yani değil mi? Peygamberler bile zelle işleyebilirken bunda o bile yok. Acaba “bile” hangisini üste çıkarıyor? “Peygamberler bile zelle işlerken bu onu bile işlememiş ne demek?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Adına neden Bediuzzaman denmiş? Bedi ne demektir biliyor musunuz? Türkçe sözlük, Şemsettin Sami. Kamusu Türkide. Türkçede kullanılıyor ya. “Örneği ve benzeri olmayan varlık”. Kim bu? Bediuzzaman. Şimdi hata değil dimi bu! O kadar uzun ki biz bununla alakalı kitap yazdık Aracılık Ve Şirk diye. Yıllardır buna cevap veremediler. Ne oldu? Hadi versinler bakalım. Ben onların ağababaları ile görüştüm. Hadi bakalım! Kendisinin birlik makamında olduğuna inanıyor. Bedi kelimesinin anlamı neydi? Örneği ve benzeri olmayan. Kimdir bu?Allah değil mi? Peki bunu nerede söylüyor? Bunun kaynağını herkes biliyor Bediuzzaman dedikleri zaman. Ona kaynağa lüzum yok. Kimsenin ihtilafı yok onda zaten. Ama kendisinin birlik makamında olduğunu söylüyor Said Nursi. Kastamonu Lahikası’nda 121. Mektup’ta. Kısaca okuyayım ben size. Aslında peygamberlerin masumiyeti kimsenin umurunda değil. Kendilerini ilah yapmak istiyorlar onlar engel oluyor. Onlara deseniz ki sıradan insan, “inne ma beşerun mislikum: ben de tıpkı sizin gibi beşerim” dediğiniz zaman bütün sistem çöküyor. Onun için önce onları kutsallaştırmak gerekiyor. Burada diyor ki; “açmayı aklımdan bile geçirmediğim bir sırrı açmaya mecbur kaldım”. Said Nursi’nin sözü bu. Ben bunun sadeleştirilmişini veriyorum. “Risaleyi Nur’un manevi kişiliği”. Şahsı manevi yani tüzeş kişilik. Bu tüzel kişilik kavramı tamamen kilisenin kavramıdır. Kiliseye aittir. Bunları çok iyi bilelim. “Ve onu temsil eden has şakirtlerinin manevi kişilikleri”. Tabi kilisenin manevi kişiliğini kim temsil eder? İsa temsil eder. Burada da Said Nursi temsil ediyor. Çünkü “onu temsil eden has şakirtleri dediği” zaman kimin şakirti oluyor? Öğrencileri Said Nursi’nin. Hadi göster bakayım hadi hodri meydan! Neydi sitenin adı? Sorularlarisale. Hadi çıksınlar bakalım! Ben Fetullah Gülen ile bizzat oturup konuştum bu meseleleri. Kurana uyacağına dair de protokol yaptık. İnternete girin görürsünüz orda. “Risaleyi Nur’un manevi kişiliği ve onu temsil eden has şakirtlerinin manevi kişilikleri ferit(bir tek olam, bir tek) makamı ile şereflendikleri için”. Bir tek olan kimdir? Yanlız Allah değil mi? “Onların üzerinde ne bir ülkenin kutbunun ne de zamanın büyük bir bölümü Hicaz’da geçiren kutbu azamın etkisi vardır”. Kutub, kutbu azam bunlar hep hayali kililiklerdir. Tanrılar yani hayali tanrılardır. “Bu sebeple kutbu azamın dahi emrine girmek zorunda değilleridir”. Ve devam ediyor. Arzu edenler Kuran Işığında Aracılık Ve Şirk kitabında görürler.
VEDAT YILMAZ: Kuran ve sünnete aykırı hiç bir görüşü şimdiye kadar tespit edilememiştir demiş burada. 18. Lemma’dan bir bölüm okuyacağız şimdi. 18.Lemma’nın başında şöyle bir ifade vardır. Mahremdir herkese gösterilmez diye bir not vardır. Buradan şunu düşünmek lazım: gerçekten kuranın tefsiri ise kurandan hangi sürenin başında böyle bir ikaz var? Bunu da düşünmek lazım. Burada şöyle bir ifade geçiyor; “Hz.Cebrail’in alanebiyyina aleyhisselatu vesselam ın huzuru nebevide geçirip Hz.Ali’ye sekine namı ile sahifede yazılı ismi azam Hz.AliRa’ın kucağına düşmüş Hz.Ali diyor ki; “ben Cebrail’in şahsını yanlız arayimuz sema yani gökkuşağı şeklinde gördüm. Sesini işittim, taifeyi aldım, bu isimler içinde buldum diyerek bu ismi azamda bahisle bazı izahatı zikirden sonra tahdisi mimet suretinde diyor ki; evveli dünyadan kıyamete kadar urumu esrarı bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş, kim ne isterse sorsun sözümüze şüphe edenler zelil olur”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak ne diyor: “evveli dünyadan kıyamete kadar”. Yani dünyanın başından kıyamete kadar inkişaf etmiştir”. Biz dediği kim? AliRa değil mi? Peki Resulullah’a böyle bir bilgi gelmiş mi? Yok. Kime geliyor? Ali’ye. Bak dikkat edin yani Şia, katolik kilisesi, nurcular aynı kulvarda oyun oynayan kişilerdir. Çok büyük bir iddia dersiniz değil mi? Her şey ortada işte. Ali’ye geliyor bu şey. Aslında Ali kimsenin umurunda değil. Said Nursi ne der; “ben Ali’nin 30 yıllık şakirtiyim” der. Böyle bir sözü var. Hatta az önceki okuduğum yerde vardı. Mesela Risaleyi Nur’un neye dayandığını da Sikke-i Tasdik-i Gaybiyye’de gösterdim değil mi? Orda söyler. Diyor ki; “bu risale baştan sona bine yakın işaretle bir tek şey Risale-i Nur’un uygun görülüp onaylandığını ıspat eder”. Tasdik edilen bir kitapmış. Kim tasdik ediyor? “Bir davada bu kadar çok ve birbirinden farklı binlerce emare ve işaretin olması yanlız kesin bilgi derecesinde değil belki gözle görme ve kesin kanaat derecesinde o davayı ıspat eder”. Kendisinin mehdi olduğunu iddia ediyor ya, “ümmetin ahir zamanda gelmesini beklediği kişinin üç görevinden en önemlisi ve en büyüğü” buraya dikkat edin şia ile irtibatı buradan kuracaksınız. Nasıl bir irtibat var “ve en büyüğü gerçek imanı yaymak ve ehli imanı sapıklıktan kurtarmak olduğundan”, herhangi bir nebinin bir kişiyi kurtarma görevi mi var?. Kuranda Allah bunu açıkça söylüyor. “Ve ma ente aleyhim bi vekil; sen onların üzerinde bir vekil değilsin”. Sen onları kurtaracak değilsin. “O görevi tümüyle Risale-i Nur’da görmüşlerdir. Bu sebepledir ki Hz. Ali, Abdulkadir Geylani, Osmani Halidi gibi zatlar gelecek zatın makamını Risale-iNur’un manevi kişiliğinde”. Bak dikkat edin Hz.Ali Risale-i Nur’un manevi kişiliğinde görmüş gelecek kişiyi! Manevi kişisi kimdi? Said Nursi idi değil mi? Hz.Ali gördü diyor. Nerde gördü onu? Kendisine bir şey geliyor efendim Cebrail As getiriyor gökkuşağı gibi görüyor Onu, önüne düşürüyor, geçmiş gelecek tüm bilgiler. Aslında hiç birisi umurunda değil. Asıl onlara lazım olan şu kısım. Diyor ki; “Hz. Ali, Abdulkadir Geylani ve Osmani Halidi gibi zatlar gelecek zâtın makamını Risale-i Nur manevi kişiliğinde gözleri ile görmüş gibi işaret etmişlerdir. Bu gerçek gösteriyor ki gelecek o mübarek zat Risale-i Nur’u kendi programı olarak uygulayacaktır”. Şualar, 14.şua: “ahir zamanın en büyük şahsının peygamber ailesinden olması gerekir. Aslında ben, Hz. Ali’nin manevi evladı hükmümdeyim. Ondan hakikat dersini aldım”. Onlae için ölüm diyr bir şey yok! Biliyorsunuz F. Gülen’in toplantılarına Resulullah geliyordu haşa. Bir tane boş sandalye bırakıyorlardı oraya oturacakmış! Ne olacak insanlara din konusunda en başta ne oluyor? Bu sizin anlayacağınız bir daha değil diye insanlar orada zihinleri köreltiliyor, ondan sonra din kullanılarak sömürülüyor. “Ondan hakikat dersi aldım. MuhammedAs’ın ailesi bir manada hakiki nur şakirtlerini de içine aldığından” şianın dediğinden farkı var mı? Onlar sadece Ali soyundan gelenleri içine alıyor, bu lar başkalarını da alıyorlar. Bir kaç adım önde bunlar. “MuhammedAs’ın ailesi bir manada hakiki Nur şakirtlerini içine aldığından ben de o aileden sayılabilirim”. Hadi et Diyanet İşleri Başkanlığı şuna bir cevap verin bakayım hadi. Kitapları dağıtmak kolay. İnsan Allah’tan korkar ya! Tanımadığınız bir insan değiliz, bu kitapları yıllardır yayınlıyoruz. Aracılık Ve Şirk kitabını. Sizler F. Gülen ile canciğer kuzu sarması iken biz bunların mücadelesini veriyorduk. Ne oldu! Hadi cevap verin bakayım hadi. Sahip çıktığınız kitaplara siz cevap verin. Nurcular değil. Bu kimin dini? Problemin asıl büyüğü ne? Biliyor musunuz? Aslında bu din çoktam bitmiş yemi değil. Çoktan bitmiş. İnsanları sömürmenin en kolay yolu dini kullanmaktır. Çünkü dersin başında da söyledik ya kendini dindar saymayan yoktur. Doğru din, Allah’tan başka hiç kimseye kul olmamayı emreder. Olmazsa olmaz şarttır. Ama insanlar bu dini kullanarak insanları kendilerine kul etmek istiyorlar. O zaman ne yapacaksınız? Mecburen şırayı şaraba çevireceksiniz. Ondan sonra da rengine dikkat çekeceksiniz. Bak işte rengi şöyledir, sıvıdır. Oradaki sarhoş ediciliği örtmek için. Sarhoş olduğu zaman da diyeceksiniz ki bal işte aşka geldi. Şu anda kim bilir hangi alemde diyeceksiniz başkalarını kandıracaksınız onunla. Asıl problem ilgili ayetleri kapatma problemidir. Çok da fazla vaktimiz kalmadı ama Enfal suresinin 67.ayeti hem şiileri hem sünnileri fena halde rahatsız eden ayettir. Mealde bu ayete öyle yanlış mealler vermişlerdir ki meal okuyanlar bu ayetteki şeyi hiç bir şey anlayamaz. Mesela istersen sen Diyanet Vakfı’nın mealinden bir oku bakalım.
YAHYA ŞENOL; Enfal Suresi 67.ayet şu şekilde meallendirilmiş; “yeryüzünde ağır basıncaya, küfrün belini kırıncaya kadar hiçbir peygambere esirleri bulunması yaraşmaz”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yeryüzünde ağır basıp küfrün belimi kıran bir tek nebi kuranda var mı?
YAHYA ŞENOL: Yeryüzünde dediğine göre bütün dünyayı kastetmesi lazım.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tabi bütün dünya. Böyle saçmalık olur mu? Peki esir alması yaraşmazsa niye daha sonra Resulullah esir aldı Medine’de iken? Ayette var “ferikan taktilun esirine ferika” Ahzab suresinde var. Ne demek yani bu? Gerçekten ben anlayamıyorum.
YAHYA ŞENOL: “Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah ahireti istiyor. Allah güçlüdür hikmet sahibidir. Allah tarafından önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldığınız fidyeden dolayı size mutlaka büyük bir azap dokunurdu”.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Bakın saptırdı ayeti. Evet ey bu meali yapanlar! Hadi çıkın karşıma bakayım sizinle bir tartışalım. Fidye nerede geçiyormuş o ayetin? Neresinde geçiyormuş? Metne koyuyorsunuz. İnsan Allah’tan korkar ya. Sizin bananızın çiftliği mi Allah’ın kitabı? Diyorlar ki Abdulaziz Hoca niye kızıyorsun. Allah’ın kitabına bu kadar şey yapılır da insan nasıl sabredebilir ya! Hem de Diyanet Vakfı tarafından. Hem de yazanlar Türkiye’nin en saygın kişileri.
YAHYA ŞENOL: “Allah tarafından önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı aldığınız fidyeden ötürü size mutlaka büyük bir azap dokunurdu”. Bunu şu açıklamayla yapalım: ayetin metninde “le messekum fi ma ehaztum: aldığınız şeyden dolayı size azap dokunurdu” diyor. Aldığınız şey, bunu kendi düşüncelerine göre fidye, metne sokuşturmuşlar. O zaman yine iki üç hafta öncesine konuyu getirelim. Eriki hadisinde bir parantez meselesi vardı. Dedik ki en azından parantez içerisine koysalardı. Dersten sonra bir baktık o metin parantez içine girmiş Diyanet İşleri Başkanlığı yenileyince. Aynı şeyi bunda da bekleyelim.
ABDURAHMAN YAZICI: Tefsirlerde bu konuda icma olduğu söyleniyor.
YAHYA ŞENOL; Ne olursa olsun bazı yerlerde parantez içerisinde koyuyorsunuz bunu, dolayısıyla metinde olmayan şeyi kendi düşünceniz o yönde olunca parantez veya dip not ile ifade edersiniz. Metne koymak ne demek yani. Biz bunu okuduğumuzda ayetin hali budur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Vatandaş öyle anlayacak. Kaldı ki fidye olma ihtimali yok, esir alma.
YAHYA ŞENOL: Paranteze takılı kaldık. İnternette de yazmışlar; “ne olacak!işte, paranteze alsalar ne olur almasa ne olur”. O kadar da basit değil. Bir parantez, Allah’ın sözünü karıştırıyor. Basite alınabilir mi?
“Allah tarafından önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı aldığınız FİDYEDEN ötürü size mutlaka büyük bir azap dokunurdu. Artık elde ettiğiniz ganimetten helal ve temiz olarak yiyin ve Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah bağışlayan merhamet edendir” 69.ayet ile birlikte.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Birinci ayette “esir almaya hakkı yoktur” ifadesine onlar “yaraşmaz” diyorlar. Allah “hakkı yoktur” diyor. “Ve ma kane nebiyyin: hiç bir nebinin esir almaya hakkı yoktur, savaş meydanında düşmanı etkisiz hale getirmedikçe”. Burada esirden bahsediyor, hemen ayetin mealinde esiri fidyeye çeviriyor. Çünkü bu ayet ehli sünneti de şiayı da bitiren bir ayettir. Bakın meallerde ne hale getirdiklerini görüyorsunuz.
ABDURRAHMAN YAZICI: Yahya Hoca’nın okuduğu Enfal suresinin 67. ayeti konusunda tefsirlere ve kitaplara baktığımız zaman öncelikle bu esirlerle ilgili Muhammed suresi 4. ayetiyle bağlantısının olmadığı, böyle bir kafa karışıklığına sebebiyet verildiğini görüyoruz. Hatta bazıları onu nesh ettiğini söylüyorlar. Muhammed 4.ayetin.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Muhammed suresi 4.ayet. Enfal suresi Medine’de inmiştir. O konuda kimsenin şüphesi yok. Ama Muhammed suresinin Mekke’de mi Medine’de mi indiği konusunda değişik rivayetler vardır. Çoğunluğa göre Mekke’de inmiştir. Mücahid’e göre Medine’de inmiştir. Eski tefsir alimlerinden. Enfal’in Medine’de indiğinde şüphe yok. Bu, Mekke’de inmiş olma ihtimali yüksek. Peki nasıl oluyor da şimdi diyorlarki bak bu da kendi şeyleri. Yine Fahreddin Razi’den okuyacaksın değil mi onu?
ABDURRAHMAN YAZICI: Ben genel olarak özetleyeceğim için.
ABDULAZİZ BAYINDIR: F. Razi’den okuyacaksın daha çok. Hem Mekke’de inmiş diyeceksiniz sureye hem de Enfal 68.ayetten sonra inmiş diyeceksiniz Muhammed 4.ayetine. Peki Muhammes suresi 4.ayetinde ne var? MUHAMMED 4. Ayet: Fe iza lekıytümüllezıne keferu fe darber rikab: savaş öeydanında kafirlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun” “hatta iza eshantümuhüm: onları etkisiz hale getirinceye kadar”, “fe şüddül vesaka: o zaman bağı sıkı tutun esir alın”. Yani düşmanı etkisiz hâle getirdiğiniz zaman esir alın diyor. Bu emri Allah önceden vermiş. Allah’ın bir kanunu vardır: “la yukellifullahe nefsen illa vus’aha: Allah hiç kimseyi gücünün üstünde bir sorumlulukla sorumlu tutmaz”. MuhammedSav ve ashabı bu ayetten daha önceden haberdar olmasalardı Enfal 67’de ağır bir suçlamaya tâbi tutılmazlardı. Zaten kendileri bunu söylüyor. Buldun mu ibareyi. Muhammed suresinin en başında nerde indiğine dair. Razi yazmamış mı? Keşşaf tefsirini getir. Bak şimdi burada arapça bilmeyen bile değerli izleyicilerimiz çok dikkat etsinler “hatta izaeshantümuhüm” diyor. “Eshane”. Sesimden şey yapın. Enfal suresinde “hatta yushine”. Eshane-yushinu aynı kelime olduğunu sesten anlarsınız. Diyor ki; “hiç bir nebi savaş meydanında düşmanını etkisiz hale getirmeden esir alma hakkına sahip değildir”. Çünkü Muhammed suresinde bu yasaklandı. Siz diyor, düşmanı etkisiz hale getirdikten sonra esir alın dedi Muhammed suresi 4.ayette. Muhammed suresi 4.ayet ciddi problem doğuruyor. Bu ayet doğru anlaşıldığı zaman bütün nebilerin ismet sıfatları gidiyor. Biraz sonra göreceksiniz. Doğru anlaşıldığı zaman icma diyr müslümanlara dayattıkları saçmalığın hiç bir dayanağı kalmıyor. Tümüyle ortadan kalkıyor. Yani hadi kuran, sünnet bunların hepsi şey yaptıktan sonra bir de icma der, kendi kafalarından bir sürü emir ve yasaklar koyarlar. Tıpkı hıristiyanların konsilleri gibi. O da ortadan kalkıyor. Onun için bu ayetten kurtulmaları lazım. Belki izleyicilerimizin hatırına gelebilir bundan birkaç ay önce idi bir televizyonda bana bir soru sormuşlardı, bu ayeti açıklarken o soru soran kişi kriz geçirdi. Susturmaya çalıştı. Ben de susmadım sonuna kadar anlattım. Buldun mu?
YAHYA ŞENOL: Hemen girişinde. Muhammed suresinin tefsirine girerken diyor ki; “Mücahid’e göre Medeni’dir bu sure. Medine döneminde inmiştir. Ama Dehhak ve Said Bin Cübeyr Mekki olduğunu söylemiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hep böyledir. Bir tek Mücahid olduğunu söylüyor. Diğerleri Mekke’de indiğini söylemiş. Ama Enfal suresinin Mekke’de indiğini söyleyen hiç kimse yok. Bunu da söyledikten sonra o cümleleri nasıl kullanıyorlar anlamak mümlün değil.
ABDURRAHMAN YAZICI: Şimdi konu daha da ileri giderek bu ayet savaş sonrasında esirlerin ne olacağı ile ilgili bir durum olarak anlaşılmış. Ve bu konuda ilgili rivayetler de var bazı hadis kitaplarında. Ve bunlar çerçevesinde ayet anlaşılmış. Örneğin bir rivayet okuyabiliriz bu açıdan. Ayetin nüzul sebebi olarak da gözüküyor aynı zamanda yakın zamanda. Bedir’de 70 esir alındı. Yani sünen kitaplarında ve Buhari’de de olan bir rivayet. Bedir’de 70 esir alındı. Resulullah esirlerle ilgili olarak Ebu Bekir, Ali ve Ömer Ra ile istişare etti. Ebu Bekir şöyle.dedi; ey Allah’ın nebisi, bunlar amcaoğulları, akraba ve kardeşlerdir. Benim görüşüm bunlardan fidye almandır. Böylelikle onlardan aldıklarımızla kafirlere karşı güç elde etmiş oluruz. Belki de Allah onlara hidayet verir de bize arka çıkarlar”. Resulullah; “senin görüşün nedir İbnulHattab dedi. “Vallahi ben Ebu Bekir gibi düşünmüyorum” dedi. “Benim görüşüm; akrabam olan boynunu vurmama müsade etmendir. Müsade et Ali Akil’in boynunu vursun”. Yani kardeşi oluyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Halbuki savaş dışında bir adamı öldürmek mümkün değildir.
ABDURRAHMAN YAZICI: “Hamza’ya da müsade et kardeşi Boynunu vursun. Böylece Allah kalplerimizde müşriklere karşı bir zaaf olmadığını bilsin. Bunlar müşriklerin eşrafı, önderi, ele başlarıdır”. Resulullah Ebu Bekir’in görüşüne meyil etti, benim görüşümü benimsemedi”. Bu, Hz. Ömer’den naklen geldiği için. “Benimsemedi. Esirlerden fidye aldı. Ertesi gün öğle vaktinde nebinin yanına gittim O ve Ebu Bekir ağlıyorlardı. Seni ve arkadaşlarını ağlatan nedir? Ağlanacak bie şet varsa ben de ağlayayım. En azından siz ağladığınız için ağlar gibi yaparım”. Nebi As şöyle dedi; “fidye aldıkları için arkadaşlarına ön görülen azaptan dolayı ağlıyoruz”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kendi yok bakın; arkadaşlarına! Ayet kime hitab etti? “Ma kane nebiyyin: hiç bir nebi”. Yok efendim O olur mu? O olursa racona ters. O zaman kendilerini nasıl masum yapacaklar.
ABDURRAHMAN YAZICI: “Yakınındaki ağacı göstererek “bana başınıza gelecek azabın şu ağaçtan daha yakın olduğu gösterildi”. Başınıza!
ABDULAZİZ BAYINDIR: Başınıza! Eğer o azab gelseydi Ömer dışında hiç kimse kurtulamazdı. Devamı öyle.
ABDURRAHMAN YAZICI: Yine Enfal suresi 67. ayetinin indiği haber veriliyor bununla birlikte. Daha sonra bazı rivayetlerde de Ebu Bekir’in görüşünden dolayı İbrahimAs ve İsa!As’a ön görülen Nuh ve Musa As’a benzediği. Genel olarak Peygamberimiz’in içtihatına, daha doğrusu bu ayetin sonunda yer alan ifadeden hareketle.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Burada asıl mesele şu: “levla kitabin sebeka”ya verdikleri anlam.
ABDURRAHMAN YAZICI: Buradan hareketle bunun gerek levhi mahfuzda Allah’ın ictihad edene hata etse bile..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kendi hayallerini ayete monte ediyorlar. “Allah’tan daha önce bir yazı geçmeseydi”. Halbuki o yazı( biz burada defalarca konuştuk) Rum suresinin ilk 6 ayetidir. Allah, Mekke’de iken müslümanlara Rumlar işe Persliler’in karşılaştığı gün zafer sözü vermişti. Olay bu. Ama orada efendim “levla kitabin minallahi sebeka”ya “daha önceden Allah’tan bir yazı olmasaydı”, yol efensim neymiş; müçtehit içtihatında hata yaparsa Allah affedermiş! Nerden çıkardınız bunu? Din konularında içtihat edileceğini kim söyledi? Allah nebisine bile böyle bir yetki vermemiş. Orada ne yapacaklar? Helal-haram koyacaklar. Bugün hani bundan önceki şeylerde tamam Allah’tan başka kimse helal-haram koyamaz, Resulullah ancak Allah’ın kitabında olanları bize anlatır dedik ama Allah ve Resulünü bir kenara bırakın,bu mezheplerin yüzde 90’ı ulemanın kendi ortaya kpydukları şeyle oluşmuştur. Onu oluşturabilmek için de mimareyi çalmak için de kılıfı hazırlanmıştır. İstersen Diyanet Vakfı mealinin dip notunu okusana bu konudaki.
YAHYA ŞENOL: 68. ayetin dip notu olarak parantez içerisinde şu bilgi düşülmüş; “tefsircilere göre ayette geçen ve hüküm manasına gelen kitaptan maksat(levla kitabın minallahi sebeka: Allah’tan daha önce kitapta yazmasaydı) içtihatda hata eden müçtehide azab edilmeyeceği hükmüdür”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah demiyor mu ki ben sana açıklarım kitabı? HUD 1.. Ayet: Elif lam ra kitabün uhkimet ayatühu sümme füssılet mil ledün hakımin habır”, HUD 2.. Ayet: Ella ta’büdu illellah: Allah’tsn başkasına kulluk etmeyesiniz diye kitabı kendi açıkşadığını söylüyor, bu müfessirler Allah’ın ayetini hiç delalet ihtimali olmayan yöne çeviriyorlar. Ondan sonra Resulullah orada içtihat etmiş oluyor. İçtihatında hata etmiş oluyor ahsab, ondan dolayı affetmiş oluyor. Yami şu seneryoyu görüyor musunuz? Peki şia ne diyor bu konuda?
AYDIN MÜLAYİM: Onlarda en önde gelenlerden Tabatabai’nin mealini okuyayım; “yeryüzünde ağır basıncaya” sonra parantez açmış kendi sözünü söylüyor “(küfrün belini kırıncaya kadar)hiç bir peygambere”..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak yine “yeryüzünde”. Çünkü siz Muhammed suresini devre dışı bırakırsanız böyle olur.
AYDIN MÜLAYİM: “..Peygambere esir alması yaraşmaz”. Aslında diyorlar ki oradaki azarlama peygambere yönelik değil ashabına yöneliktir. Çünkü ashab o zaman geleneğinde fidye almak be esir tutmak gelenek halinde vardı. Peygamberimiz de bu yüzden zorlamışlar esir alma ve fidye almada zor tatbik etmişler Peygamber uyarmasına rağmen. Vahiy gayrı metluv ile uyarmasına rağmen. Yani kuran dışında vahiy ile. Cebrail Resullullah’a nazil olarak şöyle dedi; “hiç şüphesiz Allah kavminin esirler karşılığında fidye almak istemelerini sevmez”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yine fidye diyor dikkat ediyor musunuz? Halbuki Allah “esir almaya hakkınız yoktur”, bunlar “fidye”. Ehlisünnet ile şianın ne farkı var? İkisi de aynı şeyi söyledi. Bir isim farkı vardır başka bir şey yok.
AYDIN MÜLAYİM: Hem de Muhammed suresinde esir almak fidye karşılığında var, Allah bir şeye ayet indiriyor, bunlar aslında Allah sevmedi diyor. Allah’ı da sanki zorla. Allah ayet indirdi ashabın isteği ölçüsünde ve şöyle diyor devamında: “artık onları ikisinden birini seçmekle serbest bırak: ya onları çıkarıp boyunlarını vursunlar. Çünkü Allah da böyle istemiş peygamber de”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Esirlerin boynunu vursunlar”! Muhammed suresi ne diyor; “esirleri ya karşılıksız yada karşılıklı serbest bırakacaksın”. Esirlerin boynunun vurulmasına hiç bir delil yok. Bunu defalarca burada şey yapmıştıl. Ama esirlerin boyunlarının vurulacağı konusunda şii-sünni bütün mezhepler tam ittifak halindedir kurana yüzde yüz aykırı olmasına rağmen.
AYDIN MÜLAYİM: Bunu yapmazlarsa fidye alıp esirleri bıraksınlar. O zaman da fidye karşılığı bırakacakları 70 esirim sahibisi kadar kendilerinden sonra ölmelerine razı olsunlar. Yani Uhud savaşında 70 kadar esir orada ashabdan öldürülmüş ya, gelecekte onların başına gelecek o 70 kişinin fedasını göze alsınlar. Yani onların ölümünü göze alsınlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani söylediği şu: Bedir’de 70 tane esir aldınız ya. Bunları fidye alın bırakın ama unutmayın ki bu 70 kişiye karşılık bundan sonraki savaşta sizden 70 kişi ölecek. Gelmiş Cebrail öyle söylemiş. Aman ya rabbim! İftira ancak bu kadar olabilir.
AYDIN MÜLAYİM: Onlar da şöyle demiş; ya Resulallah dediler, onlar bizim akrabalarımız ve kardeşlerimizdi. Şimdilik fidyelerini alıp düşmana karşı güçlenelim de sonradan onların sayısı kadar bizden şehit olacaksa olsun ona razıyız diyorlar. Kendi akidelerine uydurmak için hani derler ya seni almak için denizin dibinde olsan bulurum. Ashabı suçluyorlar ya.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ali’yi buradan çıkarıyorlar. Ali başka çünkü. Ali ashabdan sayılmaz. Makamı resullerden de yukarıda.
AYDIN MÜLAYİM: Tabi burada Ali isteseydi esir alırdı. Bedir savaşındaki 70 kişinin 30’unu aslında Ali öldürmüştü. Böyle öldürmeyi başaran birisi esir de alabilirdi ama Ali de almamış. Ali de bunlara katılmıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu ayetteki Ashab arasında Ali yok.
AYDIN MÜLAYİM; Ali yok. Ali hakkında ehlibeyt hakkında bir şeyler söylüyoru, zannediyorlar ki ehlibeyt sevgisi en az sizin kadar bizde de var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onlar kadar değil. Onlar ilah yapıyor. Onlar gibi değil kesinlikle.
AYDIN MÜLAYİM: Onlarda olmayan vasfı vermekle ilahlaştırıyorlar. Biz onu sadece söylüyoruz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Elbette onlar çok değerli insanlardır. Resulullah’ın amcasının oğlu, damadı. O kadar büyük fedakarlıklar yapmış. İslama çocukken girmiş büyük hizmetler yapmış bir zattır.
AYDIN MÜLAYİM: Asıl saygısızlık,onlara olmayan vasfı vermekle oluyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şimdi gelelim ayete. Az bir vaktimiz kaldı. Aslında anlatılacak çok şey vardı ama inşallah yetiştiririz. Az önce Zemahşeri’nin tefsirinde gördünüz. Diğer tefsirlerde de var. Muhammed suresi 4. ayetin Mekke’de indiğini söyleyenler daha çok. Medine’de indiğini de söyleyenler var. Bu ne demek? İkisinin ortasında bir ayet. Ama Enfal suresi, az önce okuduğumuz ayetin geçtiği surenin Medine’de indiği konusunda ittifak var. Sadece 1 ayette ihtilaf var. Bazıları 3 ayet diyor ama değil o ayetler. Müslümanlar Mekke’de iken Rum suresi. Rumlar, Persler karşısında mağlup oluyorlar. O zaman Allah Rum suresini indiriyor. Persler dediğimiz İranlılar. Galip oluyorlar. Rumlar Perslere mağlup oluyor. O zaman Allah bu sureyi indiriyor. Diyor ki; “sizlere en yakın yerde yada en çukur yerde”. Lut Gölü’nün kenarı da olabilir. Rumlar yenildiler mağlup oldular, onlar yakında 3 ile 9 yıl arası bir zaman içerisinde galip gelecekler. O gün Allah müminleri vereceği zaferle sevindirecektir. Daha fazla zamanımız olmadığı için şey yapıyoruz, bizim Süleymaniye Vakfı sitelerimizde Bedir Savaşı Ve Kader diye bakarsanız bu konunun ayrıntısını bulursunuz. Müslümanlar bunu biliyorlar Mekkeliler de gayet iyi biliyor. 3 ile 9 yıl arasında Rumlar Perslere galip gelecekler. Dolayısıyla herkes bunu bildiği için Rumlar ile Resler karşılaştığı zaman Suriye tarafında olan Ebu Sufyam, hemen “aman ben kervanı müslümanlara kaptıracağım galiba” diye korkuya düşerek yola çıkıyor. Müslümanlar o haberi duyunca, Allah bize bugün bir zafer verecek, herhalde kervanı verecektir diye (çünkü kervan onlar için çok önemli) kervan için yola çıkıyorlar. Mekkeliler de aynı. Herkesin haberi var bu ayetlerden. Onlar da kervanı korumak için yola çıkıyorlar. Derken hiç beklemedikleri zamanda müslümanlar Mekke ordusuyla karşılaşacaklarını hiç düşünmüyorlar. Kuran bunu ayrıntılı olarak anlatıyor. Karşılaşıyorlar ama işte Mekke’de indiğini yada Medine’de indiğini söyleyen. Bir tek Mücahid Medine’de indiğini söylüyor diğerleri Mekke’de indiğini söylüyor. Muhammed suresinin 4.ayeti daha önce iniyor ki öyle olma zorundadır. Başka olma ihtimali yoktır. Allah hiç kimseye gücünün yetmediği bir görev yüklemez. Önce bunu söyler. Orada diyor ki Allah MUHAMMED 4.. Ayet: Fe iza lekıytümüllezıne keferu” çünkü zaten kafirlerle karşılaşacaklarını Mekke’de iken bildirdi Rum suresinde. Diyor ki; “kafirlerle karşılaştığınız zaman hemen boyunlarını vurun”. “hatta iza eshantümuhüm; onları etkisiz hale getirinceye kadar boyunlarını vurun” yani savaşa son vermeyin fevam edin. Etkisiz hale getirdinizmi “fe şüddül vesaka” artık savaşacak halleri kalmadımı “bağı sıkı tutun”. Çünkü Enfal suresinin en başında da Allah Bedir’de müslümanların galip gelip Mekke’ye gitmelerini istediğini açıkça söylüyor. Tekrar izleyicilerimize söylüyorum; bu konu Bedir Savaşı ve Kader diye Süleymamiye Vakfı sitesine girerlerse kuranderinde de var oradan dinleyebilirler. Allah önceden diyor ki; “onları etkisiz hale getirdiğiniz zaman artık bağı sıkı tutun, arkasından da karşılıklı yada karşılıksız serbest bırakın”. Köleleştirme, öldürme kesinlikle yok. Ama müslümanlar Bedir’de düşmanı etkisiz hale getirmeden esir almışlarıdr. Komutanları MuhammedSav. Bakın burada Allah diyor ki; “ma kane li nebiyyin; hiç bir nebinin hakkı yoktur”, “en yekune lehu esra: esirlerinin olmaya hakkı yoktur”. Hiç bir nebinin esiri olamaz. Sadece MuhammedAs değil, Ondan önceki nebiler de öyle. “Hatta yushine fil ard: savaş meydanında”. Buradaki ‘fil ard’ belli bi toprak demektir. Savaş meydanında düşmanı etkisiz hale getirinceye kadar. Etkisiz hale getirmeden aldılar. Ne diyor; “turidune araded dünya: siz dünyalık istiyorsunuz”, “vallahu yuridu ahira: Allah ahireti” yada “Allah daha sonrasını istiyor”. Siz hemen elinize geçecek bir şey istiyorsunuz, Allah daha sonrasını. Daha sonrasının Mekke’nin fethi olduğu ayetlerde var. Surenin başında var. Diyor ki Allah; “vallahu azizul hakim; Allah güçlüdür kararları doğrudur, Allah üstündür”. ENFAL 68.. Ayet: Lev la kitabüm minellahi sebeka: daha önce Allah’ın bir yazgısı” yani Rum suresi daha önce inmeseydi, bugün size verdiğim söz olmadaydı, size zafer vereceğim sözü olmasaydı “lemesseküm fıma ehaztüm azabün azıym: aldığınız bu esirlerden dolayı kesinlikle azabı azim size dokunurdu”. Azabi azim kelimesi kuranda kafirler için, münafıklar için ve Ayşe validemize zina iftirası bulunan kişiler için geçmiştir. Çok ağır bir ifadedir bu. Kim var burada; MuhammedSav. “Ma kane nebiyyin” ilk muhatap nebimizdir. Buna hakkın yok diyor. Müslümanlar da o ayeti hatırlatıp seslerini çıkarmadıkları için onlar da bu şeyin altına giriyorlar ki AliRa da bunun içindedir. Öyle kafalarına göre Allah’ın ayetini sağa sola çekmeye kimsenin hakkı yok. Şimdi bakın size çok az bir vaktimiz kaldı ama bu ayeti açıklayam Nahl suresinin 106.suresşni hemen çabucak okuyalım. Yahya da hazırlanmıştı ama oma sıra gelmeyecek galiba. NAHL 106.. Ayet: “Men kefera” örtmek demektir. Orada o ayet Bedir savaşında Muhammed suresinin 4.ayeti örtülüyor. “Men kefere billahi: Allah’ın ayetlerini kim örterse”, “mim ba’di ımanihı: inandıktan sonra”, “illa men ükrihe ve kalbühu mutmeinüm bil ımani: ama baskı altında olur içi iman dolu olursa o istisna”, “fe aleyhim ğadabüm minellah: Allah’ın gazabı vardır onlara”. Allah’ı kızdırırlar türkçe karşılığı. Şimdi “Ma kane lü nebiyyine lehu esra” hiç bir nebinin esir almaya hakkı yoktur sözü bir kızgınlık ifadesi değil mi? Teker teker bakalım. Ondan sonra “ve lehum azabun azim” diyor: onlar için acıklı bir azab vardır. Azabı azim var mı burda? Enfal 68’de “levla kitabun öinallahi sebeka” daha önce Mekke’de sure indirilmeseydi “le messekum fi fima ehastum azabun azim” o ayetlere rağmen aldığınız esirlerden azabı azim/büyük azab sizi şey yapardı diyor kesinlikle değil mi? Burada da öyle söylüyor bakın. Azabı azim dedi mi? Sonra gerekçesini söylüyor. NAHL 107.. Ayet: Zalike bi ennehümüstehabbül hayated dünya alel ahıratü” Allah’ın ayetine rağmen dünya hayatını ahirete tercih ediyor. Bugün mesela Türkiye’de Allah’ın faizi kesin haram ettiğini bildikleri halde yok ihtiyaç kresisi yok bilmem ne saçma sapan böyle bir takım numaralarla müslümanlara dünyalık arzusuyla şey yapanlar da aynı konuma girerler. Fetva verenler. Ama onların durumu çok daha ağır. Bunun gibi değil. Çünkü onlara sürekli uyarı yapıldığı halde uyanma diye niyetleri yok. Diyor ki, onlar dünya hayatını ahirete tercih ettiler. Dönelim bakalım Enfal 67’de ne diyor; “turidune araded dünya vallahu yuridul ahirah” Allah ahireti istiyor siz dünyayı istiyorsunuz diyor. Ondan sonra da diyor ki; “ve ennellahe la yehdil kavmel kafirın” şimdi bu kafiri örten derseniz “ayeti görmeyenleri Allah şey yapmaz”. Son ayete bakın ve 68.ayetle karşılaştırın. 69.ayetle. Diyor ki burada Allah, NAHL 110.. Ayet: Sümme inne rabbeke: sonra senin rabnin”, “lillezıne haceru mim ba’di ma fütinu: çok sıkıntılardan sonra hicret edenler” Bedir savaşındakğler hep hicret edenler değiller miydi? “sümme cahedu: cihad edenler”. Cihad ediyorlar mıydı? Savaşa geldiler. “ve saberu: ve sabırlı olanlar için”, “inne rabbeke mim ba’diha le ğafurur rahıym: bu yaptıklarından sonra rabbin elbette ki gafur ve rahimdir”. Şimdi Allah bağışladı mı? Dedi ki; aldığınız ganimetten yiyebilirsiniz dedi. Yani o esirlerin fidyesinden artık yiyebilirsiniz dedi. Bu ne oluyor? MuhammedSav ve ashabı en ağır suçu işlemiş oluyorlar ama kafir olmuyor direkten dönmüş oluyorlar. Peki şimdi efendim bakın ayet çok açık. Peki şöyle bir bakın bakalıö burada MuhammedSav ve ashabı var. Yanlışta ittifak etmişler mi? Resulullah’a bir hadis iftira ederler: “ümmetim hatada ittifak etmez” diye. Ondan sonra da icma diye bir delil uydururlar. Ona dayanarak da bir sürü emir ve yasaklar koyarlar. Çünkü burada asıl mesele en başta söylediğimiz gibi Resulullah’ı şey yapmak değil. Onun ismet sıfatını ortaya koymak değil. Asıl mesele kendilerini masum ilan etmek. Kendilerini ilahlaştırmak. Kendi koydukları emir ve yasakları Allah’ın emir ve yasakları olduğunu insanlara öğretmektir. Asıl mesele odur. Başka bir şey yok. Onun için tekrar ediyorum bakın. Allah Muhammed suresinde düşmanı tam etkisiz hale getirmeden esir almayı yasaklamış. Esir aldıktan sonra da iki seçenek, karşılıklı yada karşılıksız serbest bırakırsınız demiş. Şii-sünni bütün mezhepler esirlerin öldürülebileceğine, köle yada cariye yapılabileceğine kesin olark karar vermişlerdir. Allah’ım vermediği bu kararı verebilmeleri için tabi ki onların da kutsanmaları lazım. Başka yolu var mı? Ve burada Allah hiç bir nebinin esir almaya hakkı yoktur derken işte Abdurahman’ın okuduğu Buhari’nin ifadesinde Resulullah değil de ashab suçlanıyormuş! O azab gelirse herkes suçlanıyor da Allah’ın asıl suçladığı zat baştaki gitmeyecekmiş. Çünkü uydurma rivayet. Ondan sonra yok Ali bu işe girmemiş imiş! Dolayısıyla bakın sonuç olarak akıllı olalım. İşte burada MuhammedSav burada. Ben Yahya’nın okuyacağını size kısaca özetleyeyim. Fetih suresinde Allah diyor ki; FETİH 1.. Ayet: İnna fetahna leke fetham mübına” Hudeybiye’den sonra işte fethin önünü açtık ki FETİH 2.. Ayet: Li yağfira lekellahü ma tekaddeme min zembike ve ma teahhara” senin önce yaptığın suçu ki Mekke’de iken yaptığın suçu. Onu Yahya anlatacaktı ki şey yapamadık. Ve daha sonra Bedir savaşında işlediğin bu suçu Allah bağışlasın diye. Sen Bedir’de Mekke’yi fethedecektin Mekke’yi kaybettin. Şimdi Mekke’yi fethet ki o işlediğin günahı Allah affetsin. Ama o ayete de öyle acayip anlamlar vermişlerdir ki. bu ayetlerin her birisine nasıl mana vereceklerini şaşırmışlardır hepsi de. Ve Mekke fethedildiği zaman. Mekke’nin fethedilmesinden önce de olabilir Allah diyor ki; NASR, 1.. Ayet: İza cae nasrullahi velfeth: Allah’ın yardımı gelir de fetih gerçekleşirse” Mekke’yi fethederseniz NASR, 2.. Ayet: Veraeytennase yedhulune fiy diynillahi efvace: insanların Allah’ın dinine bölük bölük girdiğini görürsen”, NASR 3.. Ayet: Fesebbıh bihamdi rabbike: rabbin her şeyi güzel yaptığı için ona boyun eğ”, “vestağfirh”: o zaman Allah’a ya rabbi beni affet.de. Çünkü yanlışı doğrulttun, artık estağfurullah diyebilirsin. Mekke’yi feth ettin. İşte böyle bir nebi bize örnek olur. Başka şekilde örnek olmaz. Ben de hata yaptığım zaman ne yapacağım ki C.Hakk beni affetsin. Ancak böyle bir nebi örnek olur. Ama gelenekte böyle bir Bedir savaşı yoktur. Allah’ın kitabı olmasa yandık ki ne yandık. Allah yardımcımız olsun. Değerli izleyiciler Allah’ın kitabına sıkı sarılmaya devam edin. Böyle giderse islam aleminin pislikten kurtulması mümkün değil. Sebebini de açıkça görüyorsunuz.