Bugün, namazlarda zikir konusu üzerinde duracağız. Tabi namaz zikirleri derken bizim aklımıza gelen, rukuda ve secdede yapılan tesbihlerdir. Hambeli mezhebi dışında zannedersem diğer mezheplerin hepsi bu zikirler, sünnet veya müstehab olarak. Zahiriler de mi farz diyor? O zaman. Zahiriler, Hambeliler, bunlar ne yapıyorlar? Zikri farz kabul ediyorlar. Bu zikir konusu son derece önemlidir. Bu günkü dersimizi tamamen zikir konusuna hasredeceğiz. Bir taraftan Türkiye’de zikir denince ne anlaşılıyor? Onunla ilgili olarak Yahya, İslam Ansiklopedisi’ndeki zikir maddesini okuyacak. Diğer taraftan kuranı kerimde zikir ne demektir? Onunla ilgili Müfredat’tan Fatih zikir maddesini okuyacak. Enes Hoca da zikirle ilgili hadisleri yani namazlardaki zikir ile ilgili hadislerin hepsini çıkarmış, ona bakacağız ve bir sonuca varacağız.
Şimdi giriş olarak, Taha suresinin 14.ayetinde AllahTeala, Musa(as)’a şöyle diyor; “inneni enallahu la ilahe illa ene”. Bu, Musa(as) ile ilk görüştüğü zaman. Taha suresinin 14.ayetini açabilirsek görürüz. Musa(as) bir ateş görüyor. İşte ben bir ateş gördüm. Oradan bir parça getiririm yada orada yol soracağım kimseler olur diyor, oraya gidiyor. Orada Allah diyor ki; ben senin rabbinim. Ayakkabılarını çıkar. Sen tertemiz Tuva vadisindesin şu anda diyor. Ve ben seni seçtim. Sana vahyedilecek şeye kulak ver diyor. Dikkatle dinle diyor. Dikkatle dinle dedikten sonra ilk verdiği emir bu. “İnneni enallah: ben, Allah’ım” diyor. “La ilahe illa ene: benden başka ilah yoktur”, “fa’budni: ve bana kulluk et”, başkasına kulluk etme yani. Ondan sonra “Ve ekımis salate li zikri: benim zikrim için namazı tam kıl”. Şimdi zikrin ne olduğunu öğreneceğiz biraz sonra. Ekımis salate demesi de çok önemlidir. Her zaman sizin dikkatinizi çekiyoruz. O elif-lamlı salat yani Musa(as), kendisinden önceki nebilerin kılmış olduğu salatı kılmakla emrediliyor. Yani o namazı sen de kıl. Hiç tarif edilmiyor ama namazın asıl gayesinden bahsediyor. Beni zikir için kılacaksın. Yani namaz kılmanın asıl hedefi, zikir. Dolayısıyla namazın hemen her tarafında bu zikrin yapılması gerektiği anlaşılıyor. Ve tekrar edeyim. O namazı kıl, dediği için yeni bir şey emretmiyor Musa(as)’a C. Hakk. Adem(as)’dan beri yapılan ibadeti emrediyor. Yani beş vakit namazı emrediyor. Biliyorsunuz Cebrail(as), Resulullah(sav)’e Mekke’deiken kabei şerifin yanında imamlık yapıyor. Müslümanlar arkada. İki gün boyunca beş vakit namaz kıldırıyor. Birinci gün ilk vaktinde kıldırıyor. İkinci gün son vaktinde kıldırıyor. Ve tabi yatsı namazı da gecenin üçtebirinin sonunda kılınıyor. Yani hava kararıp yıldızlar ortaya çıkıncaya kadar kılınmış oluyor. Diyor ki; işte bu, senin ve senden önceki nebilerin ibadet vaktidir. İbadet, bu iki vaktin arasındadır. Dolayısıyla Musa(as)’ın da ondan önceki nebilerin de kıldığk namaz bu beş vakit namazdır. Bu sebeple işte miraçda 50 vakit olmuş. İnmiş, Musa(as) demiş ki; yok işte ümmetin kılmaz, bilemez falan ki bu çok rahatsız edici bir ifade. Allah’ın bilmediğini sanki Musa(as) biliyor. Kullarını, Allah değil de Musa(as) tanıyor. O da çıkıyor iniyor, çıkıyor iniyor. En sonunda beş vakit de fazladır diyor ama ondan sonra ben de utandım diyor, daha da çıkmadım falan filan. Şimdi bu rür şeyler tabi çok rahatsız edici şeyler. Ama bu ayetler, bunların yanlış olduğunu da göstermiş oluyor.
Şimdi diyor ki; AllahTeala; “ve ekımis salate li zikri”. Peki benim zikrim için namaz kıl dedi. Bize ne diyor? Nisa suresinin 103.ayetini 102 ile birlikte okuyalım. Orada onu görürüz. Şimdi burada hepiniz artık bu konuyu iyice kavradınız Allah’a şükür. Yani 101.ayetde biliyorsunuz. Hatta ben meal olarak çabucak okuyayım fazla vakit almasın diye. Konu bütünlüğünü sağlamak amacıyla. Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kafirlerin size kötülük etmelerinden endişe ederseniz namazlarınızı kısaltmanızda size bir günah yoktur. Tabi namazı kısaltmanızda günah yoktur derken o zaten kıldığınız bir namaz. Bu sure Medine’nin ortalarında inmil olan bir suredir. Yani 4.yılda indiği rivayet ediliyor. Az önce söylediğim Cebrail(as) olayı Mekke’de meydana gelmiş bir olaydır. E şimdi Mekke’den itibaren Resulullah 5 vakit namazı zaten kılıyordu. Resulullah(sav), yolculuk sırasında namazlarını zaten iki rekat kılmıştır. Hiç daha fazla kıldığı vaki değildir. Yani akşam namazı hariç. Akşam namazı sürekli üç rekat. Öyle olduğuna göre yani bu ayet indiği zaman müslümanlar zaten seferde namazın kaç rekat kılındığını çok iyi Resulullah’ın tatbikatıyla gayet iyi biliyorlardı. O zaman bu da diyor ki; yeryüzinde sefere çıktığın zaman düşmanların sana sıkıntı vereceğinden korkarsan o namazı kısaltmanda bir günah yok deyince o namaz yolculuktayken kıldığı namazdır. Ondan sonra da: çünkü kafirler sizin için açık düşmandır. Sonra da diyor ki: ya Muhammed, sen onların içinde olur kısaltmanda günah yoktur deyince, demek ki tam da kılabilirsin. Sen onların içerisinde olursun, namazı onlar için tam kılarsan. Yani kısaltmazsan. Kısaltabilirsin de yetkin var ama kısaltmazsan da dersen ki ben bunlara imamlık yapayım, iki taraf da gelsin arkamda namaz kılsın diyorsan eğer o zaman diyor bir gurup arkanda dursun onlardan. Silahlarını yanlarına alsınlar çünkü karşılarında düşman var. Bu birinci gurup secdelerini tamamladıkları zaman geriye çekilsinler. İkinci gurup gelsin. Namaz kılmamş olan ikinci gurup gelsin, seninle beraber namazı kılsınlar. Ondan sonra o ikinci gurup da tedbirlerini alsınlar ve silahlarını almış olsunlar diyor. Şimdi her biri birer rekat kılıyor kısaltarak. Resulullah iki rekat kılıyor. Tam. Bir de şu: namazlarını kalan kısmını kılsınlar ifadesi, akşam namazı ise onlar da iki kılacak. Birisi iki rekat kılacak, birisi iki rekat kılacak. Şimdi burada 103.ayete hemen geçiyoruz. Burada diyor ki. Şimdi arapça bakımından yani arapça bilenler lütfen dikkat etsinler. Çünkü tefsirlerde malesef bu dikkat gösterilmiyor. Ama Taberi tefsirinde sadece bu var, hatırladığım kadarıyla başka tefsirlerde bu yok. Taberi’de olması da enteresan yani. Bir bak bakalım. Taberi’de olması da enteresan. Çünkü eskilerin görüşünü o naklediyor. Taberi olduğunu hatırlıyorum da şu anda yanlış. Senin bakmanda büyük fayda var. Yanlış hatırlıyorsam hiç olmazsa düzelmiş olur. Diyor ki; “fe iza kadaytumus salate: o namazı kılarken”. Kadaytum, çoğuldur. Resulullah tek. İki rekat kılan sadece Resulullah. Tek rekat kılan da çoğunluk. O namazı kılarken dendiği zaman, o bir rekatlık namazı kılarken demektir. “Fezkurullahe: Allah’ı zikredin”. Şimdi Musa(as)’a verilen emri hatırlayın. “Ve ekımis salate li zikri”. Oradaki “zikri”, arapça bilenler için: o “ya” Allah’ı gösterdiği için zikrillah. O demektir zaten. Dolayısıyla diyor ki; o namazı kılarken Allah’ı ayakta. “Fezkurullahe kıyamen”. Namazın asıl kılınma gayesi zikir olduğu için bu da zikrin nasıl yapılması gerektiğini ifade ediyor. “Fezkurullahe: Allah’ı zikredin”,”kıyamen: ayakta”. Bir kıyam var biliyorsunuz. Kıyamda zikir. Şimdi ayakta yaptığımız zikir, Resulullah(sav)’in işte Enes Hoca’dan isterseniz dinleyelim şimdi. Mesela şey yaparsa. Resululah, Allahu ekber dedikten sonra yaptığı zikir vardı. Onu bir söylermisin.
Enes Alimoğlu: Yedi çeşit zikir var. Kıraat başlamadan önce mesela bunların içerisinde “subhaneke allahumme ve bi hamdik ve tebare kesmuk ve teala cedduk ve la ilahe gayruk” bizim okuduğumuz dua.
Abdulaziz Bayındır: Tamam. Yani Resulullah(sav)’den Allahu ekber diye iftitah tekbirini aldıktan sonra okuduğu bir zikir var. Bir bizim okuduğumuz “subhaneke allahumme ve bi hamdik” diye okuyoruz ya, o.
Enes Alimoğlu: İkincisi “allahumme ba’d beyne ve beyni hataya kema ba’d beynel meşruk ve magrib”.
Abdulaziz Bayındır: İkincisi de yarabbi benim de hatalarımın arasını doğu ile batı kadar uzaklaştır. Doğu ile batıyı ne kadar birbirinden uzaklaştırdıysan benim de hatalarımın arasını da o kadar uzaklaştır.
Enes Alimoğlu: 13:56-13:59 anlaşılmadı.
Abdulaziz Bayındır: Ya rabbi, beyaz elbise pislikten nasıl temizleniyorsa beni de o şekilde hatalarımdan temizle. Yani tertemiz olayım. Hiç bir leke kalmasın.
Enes Alimoğlu: 14:12-14:16 arası anlaşılmıyor.
Abdulaziz Bayındır: Ya Rabbi, kar ile su ile ve buz diyeceğiz değil mi? Buz deriz, başka diyeceğimiz bir şey yok. Kar, su ve buz ile zannedersem doluya da beret diyorlar galiba. Dolu ile yıkanılmaz herhalde. Belki de dolu mu kastediliyor. O da olabilir. Araplarda pek buz olmaz. Hatalarımı onlarla yıka diyor.
Enes Alimoğlu: Farklı zamanlarda okumuş.
Abdulaziz Bayındır: Yani hep aynı şeyi okumuyor Resulullah. Çünkü aynı şeyi okuduğunuz zaman zihniniz onu zikir haline getiremez. Farkına varmadan duayı okur bitirisiniz. Ne okuduğunuzu bile bilemezsiniz. Onun için değiştiriyor ki zihin yenilensin.
Enes Alimoğlu: “Allahumme, rabbi cebraile ve mikaile ve israfile, halaka fis semavati vel ard”.
Abdulaziz Bayındır: Cebrail, Mikail ve İsrafil’in rabbi olan Allah’ım, gökleri ve yeri yaratan Allah’ım.
Enes Alimoğlu: “Alimul gaybi ve şehade”.
Abdulaziz Bayındır: Bilinmeyeni de bileni de bilen Allah’ım.
Enes Alimoğlu: “Ente tahkum beyne ibadi bi ma kanu fihi yahtelifun”.
Abdulaziz Bayındır: Kullarının görüş ayrılığına vardıkları konularda hükmü sen vereceksin.
Enes Alimoğlu: “İhdini bi yahtelifu fi hi minel hak bi iznik”
Abdulaziz Bayındır: Onların ihtilaf ettikleri konularda beni senin izninle, senin onayınla doğruya yönelt.
Enes Alimoğlu: “İnne yeşau sıratı mustakım”
Abdulaziz Bayındır: Çünkü Sen, tercih ettiğin kişiyi doğru yola yöneltirsin.
Enes Alimoğlu: Allahumme mağfirli mehdini ve ruzukni ve afini euzu billahimin makam yevmel kıyame”.
Abdulaziz Bayındır: Bu Şafiler’in daha çok okuduğu değil mi? O değil. Yarabbi beni affet, beni doğru yola yönelt. Bana rızık ver ve bana afiyet ver. Kıyamet günü bulunduğum yerin darlığından Allah’a sığınırım. Yani makamımın dar olmasından Allah’a sığınırım diyor. Bu dualar. Başka var mı?
Enes Alimoğlu: Bir tane var ama çok uzun.
Abdulaziz Bayındır: Şafiler’in okuduğumu? “Allahumme mehdini fi men edeyt”.
Enes Alimoğlu: Yok yok. O kunut duası. Bu mesela teheccüdde çok okuduğunu söylüyor bunu.
Abdulaziz Bayındır: Teheccüdde okuduğu dua. Neyse sonuç olarak Resulullah(sav), Allahu ekber dedikten sonra subhanekeyi de o diğer duaları da okuyordu. Değiştirerek arada sırada. Şimdi burada bunu şunun için okuduk: diyor ki; “fe iza kadaytumus salate: o namazı kılarken”. Bak mesela kaza kelimesinden de hatırlatalım size. Namazı kaza ederken. İşte kaza kelimesinin yanlış kullanıldığını söylüyoruz biliyorsunuz. Namazı kılarken. Zaten kaza ederken kelimesi kılarken manasına kullanılır ama böyle orada bir zihin karışıklığı ile bir ibadeti vaktinin dışında yerine getirilmesine kaza denir. Halbuki öyle bir şey söz konusu değil.
Evet. “Fe iza kadaytumus salate fezkurullahe kıyamen ve kuuden ve ala cunubikum: namazı kıldığınız zaman ayakta Allah’ı zikredin”. İşte ayakta Allah’ı zikrin birinci bölümü, Allahu ekber dedikten sonra Resulullah cemaate namaz kıldırırken sessizce yapmış olduğu zikir ki orada da bir sahabenin sorusu vardı. Neydi o? Tekbir aldıktan sonra susuyorsun. Ebu Hureyre mi diyor? Ne diyor Resulullah’a?
Enes Alimoğlu: “Kane Resulullah(sav) iza kebbere fis salate sekete ve ümiyyeten”.
Abdulaziz Bayındır: Yani diyor ki; Resulullah bize namaz kıldırırken, Allahu ekber der bir süre susar kurana başlamadan önce. Dedim ki; anam babam sana feda olsun ey Allah’ın resulü. Anam babam sana feda olsun, araplarda kullanılan bir terimdir. Ey Allah’ın resulü, sen tekbirden sonra susuyorsun. O arada ne söylüyorsun? Ondan sonra işte az önce size okuduğumuz duaları okuduğunu söylemiş. Demek ki bir süre giriş yapıyor. Kendisini hazırlıyor. Zihnini hazırlıyor. Bu bir zikir. Ondan sonra da kıraatte bulunuyor. Kıraat ile ilgili olarak neler vardı? Zaten biliyoruz. Daha önce yapmıştık. Onunla ilgili şey yapmadın sen. Fatiha okunuyor, arkasından işte bir ilave sure okunuyor. Sonra rukuya varıyor.
Enes Alimoğlu: Bu iftitah zikrinde ve cehdu ve cihedu da var.
Abdulaziz Bayındır: Şafilerin okuduğu. Şafiler’in okuduğu dua da var. Tamam. Ondan sonra birinci zikir bu. İkinci zikir de Fatiha ve zammı sure. Onlar da zikir. Çünkü biliyorsunuz kuranı kerimin kendisi zikirdir. AllahTeala hem kurana zikir demiştir hem bütün indirdiği kiraplara zikir demiştir. Enbiya suresi, 21. surenin 24.ayetinde diyor ki; “emittehazu mindunihi aliheten”, Allah’ın aşağısında yani insanların yukarısında Allah’ın aşağısında. O arada bir takım ilahlar mı edindiler. “Kul hatu burhanekum: deki; delillerinizi getirin”. “Haza zikru men maiye: getirin delilinizi, işte bu benimle beraber olanın zikri bu”. Yani benim getirdiğimin zikri bu. Benim getirdiğim bilgi bu. “Ve zikru men kabli: benden öncekileri zikri de bu”. İşte buyrun. Dolayısıyla kuranı kerim, hem Resulullah(sav)’e indirilmiş olan zikir hem de diğer nebilere indirilmiş olan zikirdir. Şuara suresinin yani kuranın 26.suresi 5.ayetinde diyor ki; “ve ma ye’tihim min zikri minel rahmani muhdesin: Rahman’dan onlara yeni bir zikir geldiği zaman”,”illa kanu anhu mu’ridın: hemen ondan yüz çevirirler”. Rahman’dan yeni zikir gelmesi ne olur? Yeni bir ayetin inmesi olur değil mi? Dolayısıyla şimdi ayet, zikir olduğu için “fe iza kadaytumus salate fezkurullahe kıyamen”de okunan Fatiha da zikirdir, zammı sure de zikirdir. Şimdi bir ayaktayken zikredin diyor. Resulullah bunu yaptı. Ondan sonra da diyor ki Nisa suresi 103’de; “ve kuuden: ve oturarak Allah’ı zikredin” diyor. Şimdi geçende de göstermiştim tekrar göstermekte fayda var. Çünkü önceki derse girmemiş olan, onu dinlememiş olanlar olabilirler. Bir rekatlık namaz kılıyorsunuz. 102.ayette “fe iza secedu fel yekunu min veraikum”,secdelerini yaptılarmı. Bir tane mi iki tane mi secde, buradan anlaşılmıyor. Yani bir rekatta secdeyi yaptımı arkanıza gelsin. Acaba bir secde mi iki secde mi? Şimdi bir rekatlık namazda oturma nerede olur? Otururken de Allah’ı zikredin diyor. Şimdi bakın tekrar ben size göstereyim. Allahu ekber dedik, tamam. Burada zikirlerimizi yaptık. Biraz sonra ruku ve secde zikirlerini de yapacağız. Secdmizi yaptık. Mesela bir secde yaptım, oturmak için bir rekatta ne yapmam lazım? Bir secde daha yapacağım ki ikisinin arasında oturayım değil mi? Başka şekilde olmaz. Bakın şöyle. Ondan sonra bir secde daha yapıyoru. Böyle sandalyede kılmadığım için böyle düşme tehlikesi olmuyor orada. Otururken de zikredin emri bir rekatlık namazda ancak iki secde arasında oturabileceğiniz için iki secdenin arasında oturma emridir aynı zamanda. İki secde arasında oturma ve orada bir zikir yapma emridir tamam mı? Dolayısıyla bazıları işte Resulullah(sav). Abdurahman, sen o musih hadisini bir şey yapsana. Bul, ben bu arada anlatayım da. Bazı kimseler var ki secdede kafasını kaldırmadan bir daha secde. Yada oturmadan bir daha secde. Bu acaba oluyor mu? Rukudan direk secdeye gidiyor, onu ayrıca söyleyeceğim. Ayetinden söyleyeceğim ki şey olmasın. Onun için zihnimde saklıyorum da. Rukudan inme de bir başka şey. Onu genellikle bazı din görevlileri yapıyor. E ne yapsınlar, adamların başka işi yok kısa yoldan işi bitirmeye çalışıyorlar. Demek ki namazın her bir rekatında oturarak zikir yapma Allah’ın emri olduğuna göre en az iki secde yapma mecburiyeti var. Zaten farz, ez az ile olandır. Yani siz birisine bir bardak su gerir dediğiniz zaman bir bardak su gerirdimi sizin isteğinizi yerine getirmiş olur. Bir bardak daha getirme görevi olmaz ondan dolayı. En az ile yani. İşte burada da oturarak zikredin dendiği zaman en az iki secde gerektiği için iki secde farz olur burada. Peki ondan sonra da dedi ki; “ve ala cunubikum: yanlarınız üzerinde de Allah’ı zikredin” diyor. Yanlar dediğimiz zaman. Ayetlerde de var mesela şimdi Hac suresinin 36.ayetinde görürsünüz orada. Kesilen kurbandan bahsediliyor. Ayakta kesilmiş olan kurban. “Fe iza vecebet cunubuha” değil mi? Yanları yere yapıştığı zaman. Şimdi hayvanı ayakta, yere yatırarak kesmiyorsunuz orada. Çünkü “fezkurusmallahi aleyha savaf” diyor. Hayvanlar, ayakta sıra sıra dururken Allah’ın adını anın ki o kesimde hiç bir hayvan kesildiğinin farkına varamaz. En güzel kesim odur. Onu bir türlü şey yapamadık. Yahya’nın belki insanlığa en büyük ikramı olacak bunu yaparsa. Ayakta kesilen hayvan, buradan kan aktığı zaman ne yapacak? Beynine kan gitmeyecek, bayılacak, olduğu yerde yığılıp kalacak değil mi? Neyin üzerine düşmüş olur? Ayakları üzeine düşer değil mi? Onun için cembleri yere yapıştığı zaman. Çırpınmaya başlar. Çırpınma bitti mi artık o cembleri yere yapışmış olur. O zaman cembleri neresi oluyor? Onun arka ve ön ayakları oluyor. Çırpınan onlardır, başka çırpınan tarafı yoktur. O zaman “ala cunubikum” dendiği zaman bizim de cemblerimiz el ve ayaklarımızdır. Dolayısıyla vücudumuzu cemblerimizin üzerine yükleyerek zikretmemiz gerekiyor. İşte ruku da şöyle durduk mu dirseklerimiz de dik durması lazım, dizlerimiz de ki gövdeyi kol ve bacaklar üzerine yüklemiş olalım. Ama onun yerine mesela hanımlara şey yapıyırlar: yok efendim işte şöyle ruku yapın. Öyle saçmalık olur mu? Ne demek? Böyle ruku yaptığı zaman hiç ellerini kullanmasına gerek yok yani. Halbuki erkek ile kadın arasında hiç bir fark yok. Resulullah’ın uygulamasında hiç bir fark yoktur. Erkek nasıl namaz kılarsa kadın da öyle kılar. O da gövdesini kol ve bacaklar üzerine yüklemesi lazım. O zaman dirsek dik olacak, dizler de dik olacak ki gövde yüklenmiş olsun. İşte o zaman da ne yapacak? Allah’ı zikredecek. Gövde sadece o şekilde yüklenmez ki. Alnınızı yere koyduğunuz zaman da gövde kol ve bacaklar üzerine yüklenmesi için göbeğinizi dizinize deydirmemeniz gerekir. Aradan bir şeyin geçebilmesi lazım gelir. O da secdnin nasıl yapılacağını da göstermiş oluyor. Ondan sonra Enes Hoca’nın söylediği secdede de zikir gerekiyor. Daha sonra gelelim de ona. Şimdi o zaman rukuyu ne için yapıyoruz biz? Zikir için yapıyoruz. Ruku halinde zikir. Zaten namazı zikir için kılıyoruz. Ruku halinde zikir. Secde halinde zikir. Peki hasta olan yada zaruret halinde bulunan kişi ruku yapmayabilir değil mi? Secde de yapmayabilir. Peki zikir yapmayabilir mi? Hayır. Mutlaka zikir yapacak. Ruku ve secde olmayabilir ama zikir mutlaka olacaktır. Bakara suresinin 239. ayetinde ne diyor? “Fe in hıftum: eğer korkarsanız”, herhangi bir durumdan korkuyorsunuz. İşte buradan eve gidiyorsunuz. Arabanızı kenara çekip namaz kılma imkanınız olmuyor. Mesela boğaz köprüsü üzerinde kaldınız. Namaz da geçecek? O zaman direksiyonda namaz kılacaksın. Yada yürürken namaz kılacaksın. Çünkü kazası diye bir şey yok. Peki. Diyor ki; “fe ricalen ev rukbana: yürürken yada binili olarak kılın”. Peki yürürken secde edecek halin yok ya. Direksiyonda secde edersen çok kimseyi secdede bırakırsın orada. Orada secde edecek halin yok. Rüku yapacak halin yok. Kıbleye dönecek halinde yok tabi. Gideceğin istikamette gideceksin. Bu ne demek? Demek ki bunlar, zaruret halinde olmayabiliyor. Ama ayetin ondan sonraki kısmı diyor ki; “fe iza emintum: güvene kavuştuğunuz zaman”,”fezkurullahe kema allemekum: güvene kavuştuğunuz zaman Allah’ın size öğrettiği şekilde Allah’ı zikredin”. Yani kıyam, rüku, secde. Şu anda yapamıyorsunuz ama güvene kavuştuğunuz zaman rükunuzu da secdenizi de yapın demiş oluyor. Bütün bunlardan anlıyoruz ki zikir son derece önemlidir. Mesela Hanefi’de, Şafi’de ve diğer bazı mezheplerde sen eğil rüku yap, tesbih çekmesen de olur. Subhane rabbiel azim demesende olur. Namazına bir şey olmaz. Alnını yere koy. Nereden çıkarıyorsun ya. Şimdi gerisini sen anlat. Hadisi oku ve o konudaki hadisi, haa! Yahya söylüyordu değil mi şeyin hadisini delil alıyorlar diye. Şafiler’de, evet.
Abdurahman Yazıcı: Bu hadis şöyle. Ebu Hureyre’den nakledilen bir rivayet. “Ennennebiyye(sav) dehalel mescide fe dehale raculun fe salla summe cae fe selleme alen nebiyyi(sav) feradde nebiyye(sav) aleyhis selam. Kale ırciu fesalli fe inneke lem tusalli”. Peygamber efendimiz mescidde bir adamı görüyor. Daha sonra tekrar dön namazın olmadı..
Abdulaziz Bayındır: Resulullah selam veriyor. O da diyor ki dön namazını kıl, sen namaz kılmadın.
Abdurahman Yazıcı: “Fe salla: o namaz kılıyor”,” summe cae fe selleme alen nebiyye(sav)”.
Abdulaziz Bayındır: Namazını tekrar kılıyor. Gelip Resulullah’a tekrar selam veriyor.
Abdurahman Yazıcı: “Fe kale irciu fe salli: geri dön ve tekrar namazını kıl”,”fe inneke lem tusalli selasen” üç kere bu şekilde sen namazını kıl..
Abdulaziz Bayındır: Namazın olmadı diyor. Git namazını tekrar kıl.
Abdurahman Yazıcı: O adam da diyor ki; “fe kale vellezi baseke bil hakki fe ma uhsinu gayrehu fe allimni”.
Abdulaziz Bayındır: Bundan daha güzel yapamıyorum diyor. Sen bana öğret.
Abdurahman Yazıcı: Peygamber efendimiz de şöyle buyuruyor; “iza kumte iles salati fekebbir: namaz kılmaya başladığın zaman tekbir getir”. “Summe ikra ma teyesserake minel kuran: daha sonra kurandan kolayına geleni oku”. “Summerka hatta tatmainne raken: daha sonra itminanlı bir şekilde rüku yap”. “Şummerfa hatta tadile: daha sonra rükudan tam bir şekilde doğrul”,”kaimen summe sucud hatta tadmainne saciden”
Abdulaziz Bayındır: Rükudan kalk ayakta dur diyor. Vücudun bir rahatlasın ayakta. Hemen öyle rükudan secdeye varma. Az önce Enes Hoca’nın dediği gibi. Her bir rüknü yerine getir.
Abdurahman Yazıcı: “Summescud hatta tatmainne saciden: daha sonra tam bir şekilde itminan olacak şekilde secde yap”.
Abdulaziz Bayındır: Secdeye var ama vücudun secdede hareketsiz bir hale gelsin, bir rahatlasın vücudun secdede. Hemen başını koy kaldır olmaz.
Abdurahman Yazıcı: “Summerfea hatta münne calisen: sonra secdeden doğrul”.
Abdulaziz Bayındır: Secdeden kalk, vücudun otururken jiraz rahatlasın diyor.
Abdurahman Yazıcı: “Summescud hatta tatmainne saciden”
Abdulaziz Bayındır: Sonra yine secde et.
Abdurahman Yazıcı: Daha sonra bunu bütün namazlarında yap. Bu şekilde namazını kıl şeklindeki bir rivayet. Mezhepler farklı şekillerde delil alıyorlar bu rivayeti. Hambeli mezhebi, Zahiri mezhebi yine İsak Bin Raheveyh bu rivayeti ve başka rivayetleri de namazda daha doğrusu bu rivayet değil diğer rivayetleri namazda zikir yapılacağına delil alırken diğer mezhepler, bildiğim kadarıyla Şafi mezhebi burada zikredilmesinin geçmemesi sebebiyle bunun bir emir olmadığını söylüyorlar. Hambeli mezhebi de diyor ki yani genel görüş olarak. Burada Peygamberimiz hatayı düzeltti. Yoksa namazdaki tüm yapılması gereken vacipleri teker teker saymadı diyerek Hambeli mezhebinin delillerini sayayım isterseniz Hocam. Önemine binaen. Mesela zikir yapılmasını saymadı. Ama işte rukuda yapılacak şeyi saymadı. İşte bunu diğer rivayetlerde söylüyor diyor emir olarak.
Abdulaziz Bayındır: Resulullah orada diyor ki; işte kıraat oku dedi de rükuyu şöyle yap, secdeyi şöyle yap dedi fakat rükuda, secdede şu tesbihleri getir demedi diyor.
Abdurahman Yazıcı: Hambeli mezhebinin genel görüşü bu yönde. Rükuya giderken, rükudan kalkarken tekbir getirmek, rüku ve secdede tesbihat, semiallahu li men hamideh demek, rabbna ve lekel hamd demek, iki secde arasında rabbi firliğ demek, vacib. Yine İsak Bin Raheveyh, Zahiri’nin görüşü böyle. Bunların temel delilleri “fe sebbih bismi rabbikel azim” ayeti nazil olduğunda Peygamberimiz’in “icaluha fi rukuikum”, yine “sebbih bismi rabbikel ala” ayeti nazil olduğunda “icaluha fi sucudikum”..
Abdulaziz Bayındır: Yani rabbinin büyük adını an, rabbinin yüce adını an ayetlerinde birisi subhane rabbi el azimi rükunuza yapın, diğerini secdenize yapın diye emretmiş.
Abdurahman Yazıcı: Bunlar, diyorlar delildir. Peygamberimiz’in bu şekildeki emri Suneni Ebu Davud başta olmak üzere hadis kitaplarında geçiyor.
Abdulaziz Bayındır: Peki “fezkurullahe kıyamen, kuuden”i delil alıyorlar mı?
Abdurahman Yazıcı: Onu görmedim.
Abdulaziz Bayındır: Enteresan yani. Asıl delil almaları gerekeni hiç. Ayet gayet açık. Namaz “kıldığınız zaman”, daha ne desin Allah Teala? Ayakta iken rukuda, secdede. Ondan sonra da birileri çıkıp diyor ki kuranda namaz var mı? Tabi yani kitapkar hiç göstermemiş ki bunu. Bu kitapları okursanız göremezsiniz kurandaki namazı.
Abdurahman Yazıcı: İbni Mesud’dan nakledilen bir rivayette Peygamberimiz’in şöyle dediği belirtiliyor. “İza reake ahadikum fel semeratin subhane rabbi el azim”. Biriniz rüku yaptığı zaman üç defa subhane rabbi el azim desin. “Zalike ednahu: bu en azıdır”. “Ve iza secele fel yeglu subhane rabbi el ala: secde ettiğinde de üç defa subhane rabbi el ala desin”,”zalike ednahu” tabi bu en azımıdır değilmidir tartışılıyor. Bu da aldıkları bir başka delil. Yine bir takım hadis kitaplarında geçen bazı rivayetler de var bu anlamda. Yine başka rivayetler de var Hocam.
Abdulaziz Bayındır: Yani orada işte Yahya sen de söyle Şafi’nin görüşünü.
Yahya Şenol: Şafi mezhebine göre rüku ve secdede subhane rabbi el azim ve subhane rabbi el ala demen mustehabdır. Mustehab olduğunun delili, biraz önce okunan Abdullah İbni Mesud hadisi. Resulullah buyurmuş ki; sizden biriniz ruku yaptığı zaman rukusunda üç kez subhane rabbi el azim desin. Bu en alt seviyesidir. Yani üçten fazla da söyleyebilirsiniz ama en az üç söylesin bunu. Secde yaptığı zaman da subhane rabbi el ala desin üç kez. Böyle yaparsa işte en aşağısını yerine getirmiş olur. Buradan yola çıkarak diyorlar ki bunlar, bu rüku ve secdelerde tesbih yapmak vacip değil yani farz değil. Namazın rükünlerinden bir tanesi değil. Ve bu görüş, Zahiriler ve bir görüşlerine göre Hambeliler haricinde hiç kimse tarafından da söylenmemiş zaten diyor Şafiler.
Abdulaziz Bayındır: Farzlığı.
Yahya Şenol: Farz olduğu. Çünkü diyorlar C. Hakk, rüku ve secdyi açık bir şekilde kuranda söylüyor. Hac suresinin 77.ayetinde. “Ya eyyuhellezine amenu rukeu vescudu: ruku yapın secde yapın”. Rüku ve secdedir diyor esas olan. Rüku ve secdede yapılacak..
Abdulaziz Bayındır: Delil aldıkları ayetleri görüyormusunuz? O ayeti bir açın. Hac suresi.
Yahya Şenol: Bu ayette diyor tesbih zikredilmemiştir.
Abdulaziz Bayındır: Yani şu paralel din konusunu inşallah halledeceğiz. Yani bu din öyle bir hale getirilmiş ki ya rabbim ya. Bak “ya eyyuhellezine amenurkeu vescudu va’budu rabbekum vef’alul hayre leallekum tuflihun: ey müminler, secde edin, rüku edin.”. Peki burada, şey geçmemiş diyor. Burada namazdan bahsetmiyor ki. Ayette AllahTeala zikrim için namaz kıl diyor. Namaz, “ekımis salat” o namazı ikame et. “li zikri: benim zikrim için”. Öbür tarafta “fe iza kadaytumus salate: o namazı kılarken”. Tabi ona kılarken manası vermiyorlar ki. Bitirdikten sonra diyorlar. Yani o da çok ilginç bir şey. Yani o namazı bitirdikten sonra diyorlar. Nasıl bitirdikten sonra. Şimdi düşünün: karşınızda düşman var. Bir rekatlık namazı kılmışsınız, ondan sonra bir emir geliyor; bitirdikten sonra Allah’ı ayakta, rüku halinde ve yanlarınız üzerinde yatarken anın. Ne oldu yani şimdi? İkinci bir farz mı var orada? İlginç bir şey. Gerçekten bunu halbuki kıldıktan sonra manasına da gelebilir ama ikisini birden değelendirmeniz gerekiyor. Ayetleri hep birlikte değerlendirmeniz lazım. Tek tek değelendirirseniz olmaz. Çünkü “ekımis salate li zikri” ile bunu. Hatta bir de şey de var. Ankebut suresinin 45.ayeti de var. “Utlu ma uhiye ileyke minel kitap: bu kitaptan sana vahyedileni oku”,”ve ekımis salat: ve namazı tam kıl”,”innes salate tenha anil fahşai vel munker: çünkü namaz kişiyi fuhuştan ve çirkin şeylerden uzaklaştırır”. Nasıl uzaklaştıracak? Namazda o zikri okuyacaksın ki. Mesela ayet okuyacaksın, diyecek ki içki haramdır ona yaklaşmayasın. Ayette okuyacaksın, diyeck ki işte zina fuhuş bunlar haramdır. Ondan sonra haa! diyeceksin. Çünkü namaz senin için ciddi bir eğitimdir. Yani şimdi düşünün Allahu ekber dedikten sonra artık insanlarla konuşmanız yasak. Yönünüzü de belirlemilsiniz. Tam bir konsantrasyon ve orada Allah’ın ayetlerini düşünmeye başlıyorsunuz. Ve orada çok güzel bir eğitim oluşuyor. Onun zevki ile öğlenden ikindiye kadar o bildiğinizi tatbik etme ihtiyacı, ikindiden akşama kadar öğrendiğinizi tatbik ediyorsunuz. Dolayısıyla günde beş kere kuran eğitiminden öğrenimindn geçmiş oluyorsunuz. Tabi bu ister istemez sizi fuhşiyattan da çirkin şeylerden de uzaklaştıracaktır. Ondan sonra da diyor ki; “ve le zikrullahi ekber: şüphesiz en büyüğü Allah’ın zikridir”. Yani asıl hedef Allah’ın zikridir. Asıl hedef o dur. Namazı belli şekillerde Allah’ı zikir için kılacaksınız. Belli vakitlerde kılacaksınız. Ama kuran o iki namaz arasında da o zikri zihninizde tutmanız lazım ki asıl hedefe ulaşmış olasınız. “Ya’lemu ma tasneun: Allah ne yaptığınızı bilir”. Şimdi bu kadar açık ayetleri bir kenara bırakıyorsunuz ondan sonra diyorsunuz ki işte Hac suresinin 77.ayetini alıyorsunuz. Orada namaz diye bir kelime geçmiyor. Efendim “uerkeu vescudu” diyor. Tesbihten bahsetmedi. Öyleyse tesbih şart değil diyor. İşte spır haline dönüşüyor rüku ve secdeler.
Yahya Şenol: Bu birinci delili Şafiler’in. İkinci delili de o namazını doğru kılmayan kişiye Resulullah üç defa diyor ya git namazını kıl gel falan. En sonunda adam artık ben daha yapacak bir şeyim yok, bilemiyorum, bu kadar elimden geliyor. Sen o zaman doğrusynu öğret diye. Resulullah orada bir rekatlık namazda neler yapılması gerektiğini söylerken diyorlar, orada namazın rükünlerini sayıyor. Ne o? Diyor ki; namaza kalktığın zaman önce tekbir getir. Adam zaten tekbir getirmişti diyor. Yani tekbirinde bir hata yoktu ki. Niye saydı bir daha tekbiri? Adamın hatası, çabuk kalkıyordu rükudan secdeden, onu yapıyordu. Ama dedi ki tekbirle başla. Sonra işte kurandan kolayına geleni oku. Adam zaten okumuştu kurandan kolayına geleni. Orada da bir hata yoktu. Demek ki Resulullah sadece şeyleri hatırlattı burada, olmazsa olmaz olanları, rükünleri. Daha sonra da rükuya git ve rükuda bizim o tadili erkan dedimiz hadise var ya, “hatta tatmainne” dedi değil mi? Bütün vücut organların sakinleşinceye kadar dur. İşte diyor odur farz olan Şafiler. Bu tadili erkan Hanefiler’de vacip ama Şafilere göre farzdır, namazın olmazsa olmazı.
Abdulaziz Bayındır: Hanefiler’de de sadece Ebu Hanife’de vaciptir.
Yahya Şenol: İşte burada diyor ne lazım, Resulullah onu söyledi. Eğer söyleseydi diyor, zikrin farz olduğunu da burada söyleyecekti. Dedi ki; daha sonra kalk doğrul ve orada da tadili erkan yap. Bak o da farzdır Şafiler’e göre. Daha sonra secdeye git. Secdeden kalk otur. İşte diyor iki secde arasında oturuşun farz olduğunun da delili bu. Daha sonra tekrar secdeye git. İkinci secdnin de farz oluşunun delili. Resulullah diyor burada unutmuş olamaz zikirlerin farz olduğunu. Bundan dolayı Şafiler, “subhane rabbi el azim” veya “ala”yı farz kabul etmiyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Hanefiler’in delili de aynı mı?
Fatih Orum: Aynı şeyi söylüyor. Netekim işte sünnet olduğu için bunlar yapulmazsa sehiv secdesi gerekmez deniliyor. Bir de şöyle bir ifade var burada; bu “fezkurullahe kıyamen kuuden ve ala cunubikum” ifadesindeki “fezkurullahe” ile kastedilen şey zikir değil namazdır diyor. “El muradu minel zikri ne’muru fil ayeti huves salat”.
Abdulaziz Bayındır: “Fe iza kadaytumus salete fezkurulkah” namazınızı kıldığınız zaman, namaz kılın mı diyor ayet? Namazı bitirdikten sonra namaz kılın mı diyor bitirdikten sonra dersek. Yoksa Ali İmran’daki ayeti mi kastediyor?
Fatih Orum: Yok, “fezkurullahe kıyamen ve kuuden ve ala cunubikum” Nisa 103’de var ya Hocam.
Abdulaziz Bayındır: “Fe iza kadaytumus salate fezkurullahe kıyamen” eğer namazsa. Hadi onu namaz olarak alalım. Onların dedikleri gibi alalım. Bakalım onların dedikleri sonuca varıyormuyuz? “Fezkurullahe: Allah’ı zikredin”. Namaz kılın. Zikir yok demek istiyor. Bak “iza kadaytumus salate” bak orada bir şey var. “İza” şarttır değil mi? “Fezkurullahe” de onun cevabı değil mi? Yani şunu yaptığınız zaman bunu yapın diyor. E şimdi şartı cezasından ayıracaksınız ve bu bir ibadet olacak, siz oradan bir sonuca varacaksınız. Şartı, cezasından ayırmak ne demek? Yani mesela biz burada saat 11’de derse başlıyoruz değil mi? Biz size diyoruz ki birisi soruyor, 11’de gelirseniz dersi dinlersiniz. Ondan sonra 11’de gelirseniz şartını kaldırıyor, dersi dinlersiniz. Geliyor akşam. Hani ders? Kardeşim, 11’de gelecektin. Ben anlamam! Ders var dediler geldik, ben ders dinleyeceğim. Anlamamı falan yok. Burada bir şart koşulmuş. Şu şart olursa bu olacak. Şu olursa şu olur. Onun için ayette de namazı kılarken şöyle şöyle yapın. Peki namazı kıldıktan sonra diye anlam veriyorlar “fe iza kadaytumus salate”ye. O zaman bu ayete bir mana verin öyleyse.
Fatih Orum: Şimdi diyor ki; bu ayet “ve nezzetul ayetu fi ruhsati salatil marıd. Ennehu yusalli kaimen in nesteda ve illa fe kaiden illa fe muzdarian”.
Abdulaziz Bayındır: Hasta nerede? Tamam da o ayette hasta nerede? Kardeşim bak hadis ile belirlendiğinde eğer korkarsanız yürüyerek ve binerek kılın ayetini de bu beyler hiç görmemişler yani kusura bakmasınlar. Ya bu ne biçim paralel yapı kardeşim! Bu kadar açık ayetleri nasıl görmezlikten gelirler. Tabi ayetleri görmediğiniz zaman da Resulullah’ın hadislerini anlamanız münkün değil. Çünkü Resulullah(sav), kurana göre hüküm vermiştir. “Ve enıhkum beynehum bima enzelallah”(MAİDE 49) diyor: aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet diyor C. Hakk. Şimdi burada ben Enes Hoca’ya bir şey söylemiştim de. Tabi izleyicilerimizden son derece dikkatli olanlar var. Ben şimdi bunu şey yapmazsam biraz sonra Yahya’ya soru olarak gelir. Onun için mesela şu Secde suresinin 15. ayetini bir açalım. Yani 32.sure 15.ayet. Şimdi burada secde ayetini okuyacağız ama secde ayetlerini okuduğumuz zaman, her zaman secde etmek gerekmez. Müsait olursanız edersiniz yoksa şart değil. Şimdi burada diyor ki AllahTeala; “innema yu’minu bi ayatina”. Enes Hoca, sen şimdi bak soracağım sorulara şey yap. “İnnema yu’minu bi ayatina ellezine iza zukkiru biha harru succeden: ayetlerimize inananlar, o ayetler onlara zikrolunduğu zaman/hatırlatıldığı zaman”. Şimdi ayeti okuduğumuz zaman bize bir çok şeyi hatırlatıyor mu? Nerede okuyoruz namazda? Kıyamda. Ondan sonra diyor; “harru succeden”. “Harre” kelimesinin anlamı şöyle. Bunu da Müfredat’tan göstereyim. Diyor ki; bir hırıltı duyacak şekilde üsten aşağıya sesli bir şeyin inmesi oluyor. Siz ayaktan inerken de bir ses çıkar vücuttan. İşte suyun yukarıdan akması halinde meydana gelen ses. Ondan sonra rüzgardan da diyor. Rüzgarın esmesiyle çıkan sese de deniyormuş. Ama yukarıdan aşağıya düşenlerde olan bir sesmiş. Yani yukarıdan aşağıya. Şimdi secdenin, yukarıdan aşağıya olması için kişinin ne durumda olması lazım? Kıyamda olması lazım. Onun için secdenin tanımı zaten ayakta iken gitmektir. Rükuda iken gitmek değildir. Rükudan gitmek, secdenin tanımı değil. Ayaktayken gideceksin ki secdenin tanımı olsun. O zaman Resulullah(sav)’in az önce Abdurahman’ın okuduğu hadiste, kalk, vücudun mutmain olsun, rahatlasın demesi, ayakta olduğunu bir görelim ki secdye vardığın anlaşılsın yani.
Enes Alimoğlu: Rükudan kalkmanın delili bu olabilir.
Abdulaziz Bayındır: Rükudan kalkmanın delili bu tabi. Efendim, kuranda var mı? Tabi olmaz, ne olacak. Olanları görmezsen hiç bir şey olmaz. Peki bundan sonra? Şimdi? Rukuda ve secdedeki tesbihlerle ilgili az önce zaten Abdurahman okudu. Başka bir şey var mı?
Enes Alimoğlu: Peygamber(as), ruku ve secdede farklı tesbihler okuduğunu bildiren hadisler var.
Abdulaziz Bayındır: Tamam, onu da şimdi şey yapalım, ondan sonra Fatih ile Yahya’yı dinleyeceğiz.
Enes Alimoğlu: Mesela “subbuhun kuddusun rabbul melaiketi ver ruh” demiş.
Abdulaziz Bayındır: Subbuh. Yani her şeyden, her türlü noksanlıktan uzak. Kuddus, son derece arı, duru, en küçük şey yok. Lekesiz dediğimiz mesela şeyde. Meleklerin ve ruhum rabbi diyor.
Enes Alimoğlu: “Subhaneke allahumme rabbena ve bi hamdik Allahummağfirli”.
Abdulaziz Bayındır: “Subhaneke allahumme: ya rabbi, ben sana boyun eğerim. “Rabbena: bizim rabbimiz”,”ve bi hamdik” senin hamdin sebebiyle, yani her şeyi güzel yapmana karşılık ben boyun eğerim.
Enes Alimoğlu: “Allahumme mağfirli”
Abdulaziz Bayındır: Ya rabbi, beni affeyle.
Enes Alimoğlu: Yine başka uzun zikirler de var ama şöyle bir hadis var. Ebu Davud, İbni Mace’de geçiyor.”Lemma nezzelet fe sebbih bismi rabbikel azim (VAKIA 74) kale Resulullah(as) iza icaluha rukeai”
Abdulaziz Bayındır: “Fe sebbih bismi rabbikel azim” ayeti inince Resulullah bunu rükuda okuyun demiş. Yani “subhane rabbi el azim” diyoruz ya bu ayetin gereği
Enes Alimoğlu: “Fe lem ma nezzelet bismi rabbikel ala icaluha fi secedu”.
Abdulaziz Bayındır: “Bismi rabbikel ala” ayeti de inince demiş ki; bunu secdelerinizde.
Enes Alimoğlu: Bu ayetlerden önce onları okumamıştır.
Abdulaziz Bayındır: Bu ayetlerden önce okunuyormuş demek ki. Zaten şu anda mezhepler arasında “subhane rabbi el azim”,”subhane rabbi el ala” konusunda bir ihtilaf yok galiba.
Yahya Şenol: Sadece ilave olabilir mi diye tartışılıyor.
Abdulaziz Bayındır: İlave olma konusunda problem yok tabi. Secdede istediğin kadar dua yapabilirsin. Rükuda da yapabilirsin.
Enes Alimoğlu: Şimdi o secde ayeti okudunuz ya. Bu sureye Secde suresi denmesi de bir ilginç. Secdeyi tam tarif ediyor biraz önce okuduğunuz ayette. “Harru succeden ve sebbehu bi hamdi rabbihim”.
Abdulaziz Bayındır: Ben az önce o ayeti şey yaptım. Aklımdaydı ayetin o kısmını okumak. Tamam çok güzel, doğru. Aklımdaydı, unutmuşum. Sen iyi hatırlattın orada. Ayeti bir daha okuyalım. “İnnema yu’minu bi ayatinellezine iza zukkiru biha harru succeden”. Benim ayetlerime diyor, sadece şunlar inanır: bu ayetler onlara hatırlatıldığı zaman secdeye kapanırlar. Aslında bunun bir hakiki anlamı vardır bir de mecazi anlamı vardır. Her zaman secdeye kapanacak değilsin. Allah’ın ayetleri anlatıldığı zaman başüstüne dersin. Yani zihnen secde etmiş olursun. Bir de fiil ile secde olmuş olabilir. O da işte şeye delil olur. Ondan sonra ne diyor? “Ve sebbehu bi hamdi rabbihim: rablerinin hamdi sebebiyle tesbih edeler” ne demek? Allah’ın emri doğru ve yerinde olduğu için, öyle inandıkları için o emre uyarlar. Yani gözü kapalı uymuyorlar. Allah’ın emrine uymak da gene kafanıza meselenin doğruluğunu zihninize yerleştiriyorsunuz, ondan sonra uyuyorsunuz. “Ve hum la yestekbirun: kendilerini büyük görmezler”. Ya canım şu anda da ne var falan filan demezler. “La yestekbirun” da ilte secdenin bir başka ifadesi.
Yahya Şenol: Mezhep tarafgirliği yapmak istiyorum! Biraz önce okudum ben burada “ya eyyuhellezine amenurkeu” dediniz ki ne alakası var. Namazla ilgili bir kelime yok. Burada var mı namazla ilgili bir kelime. Secdenin namazda olacağına dair.
Abdulaziz Bayındır: Yok yok. Secdenin tarifini aldık burada.
Yahya Şenol: Onlar da öyle diyorlar işte. Rüku ve secde denilince namaz akla geldiği için diyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Ama bak burada “ve sebbehu” kelimesi de var.
Fatih Orum: “Tetecafa cunubuhum anıl medacı’i”(TEVBE 16) diye bir ayet var.
Yahya Şenol: Namaz dışında da pekala olabilecek bir şey.
Abdulaziz Bayındır: “Ve sebbehu” kelimesi var. Secde kelimesini sadece bir ayette görüp de oradan sonuca varmak mümkün değil biliyorsunuz. AllahTeala bir şey söylüyorsa başka yerde onu ayrıntısıyla açıklıyor. Yaptığımız itiraz ondan dolayı.
Evet şimdi gelelim zikir ne demektir. Yani hep zikir zikir deniyor. Bizim türkçede zikir denince anladığımız bir şeyler var. Yahya okuyacak İslam Ansiklopedisi’nden. Diyanet Vakfı’nın İslam Ansiklopedi’sinden. Türkçede zikir nasıl anlaşılıyor, bir oku bakalım.
Yahya Şenol: Şimdi bu, Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi. Onun zikir maddesi. Maddeyi yazan da bizim İstanbul İlahiyat hocalarından Prof.Reşat Öngören Hoca. Önce sözlük anlamını vermiş burada. Diyor ki; zikir sözlükte, bir şeyi anmak ve hatırlamak manalarına geliyor. Dini literatürde ise daha çok Allah’ı anmak ve unutmamak suretiyle gafletten ve nisyandan kurtuluş. Allah’ı anmak ve unutmamak suretiyle gafletten ve nisyandan kurtuluş anlamında kullanılıyor. Zikir, dille de yapılabilir, kalple de yapılabilir, her ikisiyle birlikte de yapılabilir. Bu ise diyor, ya unutulan bir şeyi hatırlamak veya hatırda olanı muhafaza etmek şeklinde olur. Yani zikir iki türlü olur. Bir şeyi unutmuşsunuzdur, hatırlarsınız veya sürekli zihninizde canlı tutarsınız. İkisi de diyor zikir olur. Bunu da daha önce vakıfta görüştüğümüz bir şey vardı. Ben onu buradan görmemiştim. Tabi makalemizde 43-44.cilt yok ya. Onlar yeni çıktı. O “vele zikrullahi ekber” Ankebut 45’dekine şöyle bir şey vemiş ki daha önce biz düşünmüştük onu aslında. Nedir burada en büyük olan zikir? Bakara suresindeki “fezkuruni ezkurkum” ayeti var ya Bakara 152’de. Allah buyuruyor ki; siz beni zikredin yani anın ki ezkurkum: bende sizi zikredeyim. İşte buradaki zikir, Allah’ın sizi zikretmesidir en büyük olan diyor. Sizin onu zikretmeniz değil de Allah sizi zikrediyorsa işte bundan daha büyük bir şey yok. Bu şekilde gayet iyi anlaşılıyor.
Fatih Orum: Şu ana kadar okuduğun bütün çerçeve, Müfredat’taki çerçeve. Hem hatırlatması ve en son söylediğin bu ezkurkum..
Yahya Şenol: Güzel bir açıklama gibi geldi bana gerçekten de. Yani çünkü “utlu ma uhiye ileyke minel kitab” kitaptan sana vahyedilenin peşine düş, ona tabi ol. Tamam. “Ve ekımis salat: namazı kıl”. Sen böyle yapınca ne olmuş oluyorsun? Allah’ı zikretmiş oluyorsun. Dolayısıyla Allah da seni zikrediyor ki bundan daha da büyük bir şey olamaz. Çok güzel bir şey burada söylenmiş diye atıfta bulunmuş. Burada tabi ayetlerde ne anlama geliyor falan dedikten sonra daha çok yani yaklaşık iki buçuk sayfa süreyle müslümanlar arasında peki bu zikir nasıl anlaşılmış, ona yer vermiş. Ve diyor ki; zikredenler açısından yani zikir yapanlar açısından zikir üç kısma ayrılır. Yani bu tabi müslümanların geleneğini anlatması açısından önemli. Birincisi diyor, zahir ehli. Biliyorsunuz insanları kategorize etmiştir bizim tasavvuf kültürü. Zahir ehlinin bir zikri vardır. O nedir? Şetiatın edeplerine riayet etmek ve ibadetleri yerine getirmek. Bu zahir ehlinin yapacağı zikirdir.
Abdulaziz Bayındır: Zahir ehli. Bunlar işin esasından anlamaz.
Yahya Şenol: Tasavvuf ehli olunca peki zikir nasıl olur? Tasavvuf ehlinin zikri ise Allah’a vasıl olma arzu ve talebidir. Zikir ancak böyle olur diyor.
Abdulaziz Bayındır: Allah’a vasıl olma nasıl oluyor?
Yahya Şenol: Allah’a ulaşma..
Abdulaziz Bayındır: Nirvana yani.
Yahya Şenol: Arzu ve talebi. Bu ikincisiydi. Üçüncüsü de diyor, ariflerin zikri.
Abdulaziz Bayındır: Allah’tan uzakmıymış ki ulaşıyor?
Yahya Şenol: Şimdi üçüncüsü daha güzel. Tasavvufta bir nevi bir kategori atladınız zaten. Bir de onun için de bir üst perdeye yükselirseniz eğer ariflerin zikri var. Nedir o? Arifin zikri ise nefsinden ve onun tasavvurlarından fani olup sırf nur olan aleme ererek sonsuza nazar etmektir.
Abdulaziz Bayındır: Tamı tamına nirvana. Zaten bunlar, batıl inançlar böyle bulaşıcı hastalık gibidir. Bir yerde çıktımı öbür tarafa da bulaşıyor. Tam bir nirvana.
Fatih Orum: Doktorların, bunu yatırmamız gerekir denen andır yani.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi öyle bir hastane kursan, tüm Türkiye için öyle bir hastane yapmak lazım. Doktor bulamazsın. Doktorların da yatması lazım oraya.
Yahya Şenol: Sonra şöyle bir ibare var. Muhakkık sufiler, dil ve kalpten sonra gelen zikrin son aşamasına zikri hakiki diyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Muhakkik! Ne demek istiyorlar muhakik ile?
Yahya Şenol: Muhakkik sufi herhalde bunların içindeki hani kendilerinin en şey gördüğü adamlar mı oluyor?
Abdulaziz Bayındır: En sofi bizim sofi.
Yahya Şenol: En sofi bizim sofi. Onlara göre zikri hakiki şu imiş: diyorlar ki; sadece dil ile yapılan zikir, salike yani bu tasavvuf/tarikat yolunda ilerleyen kişiye sevap kazandırmaktan başka bir işe yaramaz. Sadece eğer dil ile yapıyorsa sevap kazanır, başka bir işe yaramaz. Niye? Çünkü bununla Allah’ı müşahede aşamasına ulaşılamaz.
Abdulaziz Bayındır: Müşahede ne demek? Allah’ı bizzat gözüyle görme.
Yahya Şenol: Kalp ile yapılan zikir, mezkurun yani zikredilen kişinin, zikredilen şeyin kalpte bulunması durumudur. Yani Allah’ı müşahede etmeye engel olan perdelerden kurtularak onun huzurunda olma bilincini sürdürme halidir. Bu da ancak Allah’tan başka her şeyi unutmak ve masivayı terk etmek ile gerçekleşir.
Abdulaziz Bayındır: Tabi şimdi diyor ki oradaki tasavvuftaki adam kendine bakıyor, ben bu durumda değilim. Mesla şimdi Hasan Bey meseleyi çok iyi anlıyordur. O işlerde çok kaldığın için. Sen kendine bakıyorsun, diyorsun; bu seviyeye ulaşamadım. Şeyh kesin ulaşmıştır değil mi? Nefsi mutmainne, nefsi bilmem ne. Ben bu durumda değilim. Biliyorsun. Benim aklıma her şey geliyor. Ama muhakkak bizim efendinin aklına bir şey gelmiyordur, bu seviyede olan o dur. Ondan sonrasını devam ettir.
Yahya Şenol: Zikri hakiki ise gerçek kir nedir? Zikreden yani zikir yapan, zikredilen ve zikrin bir olmasıdır.
Abdulaziz Bayındır: Allah oluyor yani.
Yahya Şenol: Zikreden, zikredilen ve zikrin bir olması. Şunu kastediyorlar. Bu mertebede zikir, salikin yani bu tarikat yolunda olan kişinin/tasavvuf yolunda olan kişinin, hakkın kendisini zikrettiğini müşahede etmesi. Kendini ve zikrini görmekten kurtulmasıdır. Sen onu zikredersen, o da seni zikreder var ya.
Abdulaziz Bayındır: Kendi yok, zikrediyor. Allah da onu zikrediyor. Üçü birleşiyor yani. Tek bir şey haline geliyorlar. Tam bir nirvana hali.
Yahya Şenol: Bu “vezkur rabbeke iza nesite” ayeti var Kehf suresinin 24.ayetinde. Unuttuğun zaman rabbini zikret. Bunu diyor, şöyle açıklıyor Hace Abdullah El Herevi. Diyor ki; Allah’tan başkasını unuttuğunda kendi, zikrinde kendini unuttuğunda, kendi zikrini onun zikrinde unuttuğunda, Hakkın seni zikretmesinde bütün zikirleri unuttuğunda rabbini zikret.
Abdulaziz Bayındır: Anla anlayabilirsen. Bir söz dedi ki canan, keramet var içinde.
Yahya Şenol: Ama bugün için en yaygın olan şeye gelelim tabi. Diyor ki; tarikat ehline göre zikir nedir? Tarikat ehli, zikir yapılış şekillerine göre. Bir, oturarak. Kuudi zikir deniyor buna. Bir, yarı kıyami. Bu da diz üstü dikilerek yapılan bir zikirdir. Yada kıyami, ayakta yapılan zikir olarak diyor, zikri çeşitlerine ayırmışlar. Zikir silsilesi de Hz.Ebu Bekir’e dayandırılan Nakşibendiyye tarikatında genellikle hafi olarak yani
Abdulaziz Bayındır: Ebu Bekir’in hiç haberi yok tabi. E nolacak, bunlar zaten mana aleminde nasıl olsa birleşiyorlar. Şimdi bir arkadaş hacca gitmişti de esnaf arkadaşlardan birisi. Hacca bir kafile götürmüştü. Geldikten sonra bana başından geçen bir olayı anlattı. Dedi ki; evde kalıyoruz. Baktım adamın etrafında dönüp dolaşıyorlar. Birisini çağırdım, nedir dedim. Bu bizim şeyhimiz. Özelliği ne? Bu her gece sidre-i müntehaya çıkar, orada büyüklerle görüşür, meleklerle görüşür gelir bize gördükleini anlatır. Dedim ki; bu adam yalan söylüyor, inanmayın. Her gece çıksaydı bir gün de bana rastlardı. Demiş demiş, arkadaş demiş öyle. Arkadaş anlatıyor. Demiş ki; her gece çıksayadı bir gün de bana rastlardı, bu adam yalan söylüyor. Ben bunu dalga geçmek için söyledim, adam ciddiye aldı diyor. Bu defa benim etrafımda dönmeye başladı. Git kardeşim.
Yahya Şenol: Bu zikir silsilesi Hz.Ebu Bekir’e dayandırılan Nakşibendiye tarikatında genellikle hafi olarak yani gizli, sesiz olarak ismi zat zikri yani Allah. Nefi ve ıspat zikri yani la ilahe illallah adı verilen zikirler icra edilir. Mürid, zikir esnasında süknetle oturarak letaife hamse üzerinde yoğunlaşır. Letaife hamse dediği şu. Diyor ki; sol göğsün altında kalp. Sağ göğsün altında ruh. Sol göğsün üstünde sır. Sağ göğsün üstünde hafi ve göğüsün ortasında da ahfa diye bir şey varmış, oraya yoğunlaşır.
Abdulaziz Bayındır: Uydur uydur söyle. Nasıl olsa batın, nasıl olsa gözükmüyor.
Yahya Şenol: Şimdi, seyri suluk sürecinde kalpten başlayarak sırasıyla dolaşa dolaşa ahfaya kadar bütün latifler zikre iştirak eder hale gelince iki kaş arasında bulunduğu kabul edilen nefsin de zikre katılmasından sonra bütün bedenin zikretmesi sağlanır. Buna ne denir? Sultanur ezkar. Zikri sultani. Buna o ad verilirmiş. Ardından diyor, kelime-i tevhid zikrine geçilir. Nakşibendiyye de toplu olarak icra edilen ve esasını İhlas suresinin 1000 veya 1001 defa okunması teşkil eden zikre d hatmi hacegan denilir.
Abdulaziz Bayındır: Hiç bir şey anlamayacak okuduğundan yani. Sadece kaç kere okuduğuna bakacak. Nebiler de bu sıralara girmemiş. Musa(as). Nebiler aşağılar da kalıyor. Zaten Şia’da var. Diyor ki; Allah katında diyor imamların öyle bir makamı var ki oraya hiç bir nebi ulaşamaz diyor. Melekler de ulaşamaz.
Yahya Şenol: Sonra devam ediyor. Diyor ki; bu Nakşibendiyye gibi silsilesi Hz.Ebu Bekir’e dayanan Yeseviye tarikatında ise zikir, hançereden testere sesi gibi bir ses çıkarılarak yapıldığından zikri erre, zikri minşari diye anılır.
Abdulaziz Bayındır: Yani demek zavallıların gırtlakları ne hale geliyor. Neyse, anlaşıldı. Orada zikir bu işte. Şimdi bakalım ki kuranı kerim neye zikir diyor. Onu da Müfredat’tan Fatih Hoca okusun bakalım.
Fatih Orum: Evet bu Müfredat, zikir maddesi. Şöyle tanımlıyor. Zikir sözcüğü bazen insanın kazanacağı veya elde edeceği bilgileri hıfzetmesini, ezbelemesini veya hatırlamasını mümkün kılan nefisteki bir hey’et kastedilerek kullanılır. Bu bakımdan hıfs sözcüğüne benzer. Fakat hıfs sözcüğü, bilginin zihinde/akılda korunması veya saklanması göz önünde bulundurularak kullanıkırken, zikir sözcüğü ise bilginin hazıra getirilmek istenmesi, akla çağırılması, hatırlanması göz önünde bulundurularak kullanılır.
Abdulaziz Bayındır: Tamam. Yani burada diyor ki; biliyorsunuz zikir sadece kuranı kerim değil tabiattan elde edilen doğru bilgi de zikir. Onun için Allah’ın elçilerinin görevi tezkirdir insanlara. Yani o insanların kafalarındaki tabiattan elde ettikleri, Allah’ın yarattığı ayetlerden elde ettikleri doğru bilgiyi harekete geçirmektir. İnsanların görevi de tezekkürdür. Allah’ın enbiyasının söylediği söz de kendindeki bu birikimi karşılaştırarak doğruya ulaşma gayretidir. Şimdi burada o bilgiyi edinmenin iki tane kaynağı var. Tabiattan elde ettiğimiz doğru bilgiler, Allah’ın yarattığı ayetlerden. Bir de Allah’ın indirdiği ayetlerin kendisi doğrudan doğruya zaten zikirdir. Şimdi burada anlatılan tabiattan elde edilen. Yani diyor ki; bir elde ettiği bir marifet ki gerçi kurandan da olabilir. Elde ettiği bir bilgiyi kafasına yerleştirmesi ve kullanına hazır tutmasıdır. Bunu kullanmaya da zikir denir diyor. Yani konuşursa eğer onu-işte namazda okuyoruz-ona da zikir denir diyor. Ama zihninde bunu dişünmesine de zikir denir. Şu şöyledi, şu böyleydi. Böyle zihninden geçirmesine de zikir denir diyor. Şimdi aradaki büyük farkı görüyormusunuz? Ama burada esas vurgu bilgiye.
Fatih Orum: Bazen de bir şeyin kalpte veya sözde hazır bulunması anlamında kullanılır. Bundan dolayı şöyle denmiştir: zikir iki kısımdır. Kalp ile olan zikir, hatırlamak anmak. Dil ile olan zikir, anmak yaadetmek. Bunlardan her biri de iki kısıma ayrılır. Bir, nisyandan/unutmadan kaynaklanan zikir.
Abdulaziz Bayındır: Unutmuştum, hatırladım diyorsunuz. Hatırladığınız bir bilgidir.
Fatih Orum: Bir, nisyandan/unutmadan kaynaklanmayan bilakis hıfs etmeyi/ezbelemeyi devam ettirme/sürdürmeden kaynaklanan zikir.
Abdulaziz Bayındır: Tekrarlıyorsunuz ki unutmayasınız.
Fatih Orum: Her söze zikir denir. Yüce Allah’ın şu sözünde dil ile olan zikir kastedilir. “Le kad enzelna ileykum kitaben fihi zikrukum”. Enbiya suresinin 10.ayeti.
Abdulaziz Bayındır: Size bir kitap indirdik ki orada sizin zikriniz vardır. Yani ne demek? Dil ile olan zikir ne demek? Yani sizin dile getireceğiniz şeyler vardır. Okuyacağınız şeyler vardır. O manayı kastetmil galiba.
Fatih Orum: Onu şey yapıyor ama herhalde bu esasında doğrusu, şey anlamında. İşte, şu an aranızda..
Abdulaziz Bayındır: Size gereken bilgi.
Fatih Orum: Şu an aranızda Muhammed’e indirilen kitap. Esasında ey ehli kitap, siz indirilen zikirdir. Hemen devamında da şunu almış. “Haza zikru men maiye ve zikru men kabli”(ENBİYA 24). Bunu da normal dildeki zikir olarak kastettmiş burada.
Abdulaziz Bayındır: Fatih’in o verdiği mana çok önemli. Yahudi ve Hıristiyanlar’a diyor ki; bak işte size kitap indirdik. Bunun içinde sizin kitabınız da var diyor. Gelin siz kendi kitabınızı bu kitabın içinde arayın. “Fi zikrikum”, o demek yani.
Enes Alimoğlu: Lisanul Arab’da, El Kamus’da, zikrin kitap manası olduğunu söylüyor.
Abdulaziz Bayındır: Tabi. Zikir, kitap anlamına geldiği zaten belli. “İnna nahnu nezzellez zikre ve inna lehu le hafizun”(HİCR 9) ayetinde, bu zikri biz indirdik yani Allah’ın kitabı.
Fatih Orum: Şimdi bu Müfredat’ta şöyle bu zikrle ilgili şöyle bir devam ediyor. Burası bir garip geldi ama. Şimdi “kad enzelallahu ileykum zikran resulen yetlu aleykum” diye devam ediyor Talak suresinin 10. ve 11.ayeti. Yani 10.ayet “kad enzelallahu ileykum zikran” diye bitiyor, sonra 11 ayet “resulen yetlu aletkum” diye yeni baştan başlıyor. Şimdi bunu şöyle almış. Buradaki zikir sözcüğü, Allah Resulü’nün bir vasfıdır. Yani “kad enzelallahu ileykum zikran”.
Abdulaziz Bayındır: Yani müzekkiren manasına.
Fatih Orum: Öyle.
Abdulaziz Bayındır: Hatırlatan.
Fatih Orum: Nitekim benzer bir şekilde önceki kitaplarda müjdelenmesinden dolayı kelimetun sözcüğü de Hz.İsa’nın bir vasfıdır. Bu bakımdan sonraki ayetteki resulen sözcüğü, zikran sözcüğünden bedel olmaktadır diyor.
Abdulaziz Bayındır: Zikran- resulen. Size de bir zikir/resul indirdik. Yani müzekkir. Size şey yapan. Zaten “yetlu aleykum”. Dolayısıyla size ayeti okuyan kişi, kendisi de zikir olmuş oluyor. Canlı kuran.
Fatih Orum: Bir görüşe göre ise resulen sözcüğü, zikran sözcüğünden dolayı mansuptur. Yüce Allah burada sanki şöyle buyurmuştur; “kad enzelna kitaben zakiran resulen yetlu” şeklinde.
Abdulaziz Bayındır: Size kuran okuyan bir resulü hatırlatan.
Fatih Orum: Şimdi bir başka. Şu sözünde nisyandan/unutmadan kaynaklanan zikir kastedilmiştir. “Fe inni nesitul hute ve ma ensanihu illeş şeytanu en ezkure”(KEHF 63) bunu almış.
Abdulaziz Bayındır: Musa(as), yanındaki genç ile birlikte görüşecekleri kişiyi yani Hızır’ı ararken balığı bir yerde unutmuşlardı. Hani yiyeceğimizi getir dediği zaman, biz şeyde unuttuk. Bir mağara da mı kalmışlardı. Akan su ile denize gitti falan demişti. Onu hatırlıyorlar. Kızıldeniz olabilir. Yani mümkün. Kızıldeniz olabilir. Şimdi mecmual bahreyn ifadesi Kızıldeniz ile Akdeniz’in arası olabileceğini de gösteriyor. O mümkündür. Yuşa tepesi değil.
Fatih Orum: Hatay’ın Samandağ ilçesi var. Bu Samandağ ilçesinde Asi nehri Akdeniz’e dökülüyor. İlçe tam oraya kurulu. Samandağlılar diyorlar ki; işte kuranda geçen iki denizin birleştiği yer Hızır(as)’ın geçtiği şey bu. Birisi Asi, diğeri Akdeniz. Tam işte birbirlerine birleştiği yer burası diyerek hatta orada Hızır(as) türbesi var. Tam o nehrin şeyinde.
Abdulaziz Bayındır: Ölmüş mü?
Fatih Orum: Orada şey yapıyor diye. Yani buraya geliyor, ziyaretleri burada kabul ediyor diye öyle bir türbe gibi bir şey yapmışlar tam o noktada. Makam gibi, evet.
Üçüncü kullanımı kuranda: yüce Allah’ın şu sözünde hem söz ile hem dil ile olan zikir kastedilir. “Fezkurullahe ke zikrikum abaekum ev eşedde zikra”.
Abdulaziz Bayındır: Onunla ilgili Cemal Hoca’nın yazdığı çok güzel şey var. Ona ne mana verdiğini şey yap da.
Fatih Orum: Vaktiyle atalatınızı andığınız gibi hatta daha da şiddetli bir anış ile Allah’ı anın/zikredin diye tercüme etmiş.
Abdulaziz Bayındır: Orada çok ciddi bir hata var. O anlamda. “Fe iza kadaytum menasikekum: hac menasikini yerine getirirken”,”fezkurullahe: Allah’ı anın”,”ke zikrikum abaekum: babalarınızı hatırlarığınız gibi”. Yani babalarınız buralarda bu ibadeti yaparken Allah’ı nasıl zikrediyorsa siz de o şekilde. En azından o şekilde zikredin. “Ev eşedde zikre: yada daha güçlü bir zikirle zikredin burada”. Yani ibadetleri yaparken. Yoksa hac oldu bitti, aynı şey gibi “fe iza kadaytumus salate fezkurullahe”. Namaz bittikten sonra Allah’ı zikredeceksin. Burada hac bittikten sonra hadi gelin oturalım. E ne yapalım? Peki madem böyle bir emir vardı da niye haccın rükünlerinin arasına bunu sokuşturmadınız? Gerekmezmiydi? Düğünden sonra davul çalmak gibi bir şey. Şimdi halbuki burada emredilen, hac ibadetlerini yaparken babalarınızdan duyduğunuz gibi zikirleri yapın diyor. Çünkü zaten hac, öteden beri yapılan bir ibadettir. Adem(as)’dan beri. İşte “vettehızu min makamı ibrahime musalla”(BAKARA 125) da da olduğu gibi. İbrahim’in kaldığı yerlerde (Arafat, Mina, Müzdelife) orayı da dua yeri yapın diyor. Bu da işte o zikirden bahsediyor.
Fatih Orum: Yine aynı şeyle alakalı “fezkurullahe indel meş’aril haram vezkuruhu kema hedakum”(BAKARA 198) gene bunu da hem söz ile hem dil ile olan zikir kapsamındadır diyor.
Abdulaziz Bayındır: Arafat’tan aşağı inerken Meşaril Haram’da da Allah’ı zikredin diyor. Şimdi orada yani yapılan vakfe emridir. İlla sabah namazına kadar olması gerekmiyor. Dolayısıyla Resulullah’ın geceden bazı kimselere izin vermiş olması. Namazı orada kılmaktır yani fezkurullahe. Onun için akşam ile yatsıyı gelip orada kılıyoruz.
Fatih Orum: Ve “vele zikrullahi ekber”, biraz önce okunan Ankebut suresinin 45.ayeti. Yani Allah’ın kulunu zikretmesi, kulun onu zikretmesi daha büyüktür.
Abdulaziz Bayındır: Zikretmesinden daha büyük.
Fatih Orum: Burada onun zikredilmesini çoğaltmaya, arttırmaya yönelik teşvik vardır demiş.
Abdulaziz Bayındır: Tabi AllahTela “men cae bik haseneti fe lehu aşru emsaliha”(ENAM 160) diyor. Bir iyilik yapana on katı var.
Fatih Orum: Sonra da işte “zikra”,”tezkira” gibi diğer kalıplara geçmiş.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi bak buraya kadar anlamadan okunan bir ifade geçti mi? O zaman zikirde esas olan ne dediğimizi bilmektir. Bu son derece önemli. Bir şeyin zikr olması için ne dediğimizi bilmemiz lazım. O şeyle ilgili de dün okuduğumuz şey vardı ya. “E velem ye’tikum yetezekkerun” muydu, bir ayet vardı.
Fatih Orum: Fatır suresinde.
Abdulaziz Bayındır: “Yetezekkeru fi hi men tezekker”. O da var mı burada?
Fatih Orum: Yok. O yok. 37.ayet.
Abdulaziz Bayındır: 35.sure 37.ayet. Oku.
Fatih Orum: “Rabbena ahricna na’mel salihan gayrellezi kunna na’melu e ve lem nuammirkum ma yetezekkeru fihi men tezekkere ve caekumun nezir”.
Abdulaziz Bayındır: Evet yani diyorlar ki; ya Rabbi. Cehenneme gidenler diyorlar ki; ya Rabbi, bizi buradan çıkar, yaptığımızın dışında başka bir şey yapalım. Allah da diyor ki; “e ve lem nuammirkum” size ömür vermedik mi, sizi yaşatmadık mı? “Ma yetezekkeru fi hi men tezekker”, tezekkür edecek kişinin yani aklını başına alacak bir kişinin aklını başına almasını gerektirecek kadar bir ömür vermedim mi diyecek. “Ve caekumun nezir: ve size de uyarıcı da geldi ayrıca”. Şimdi aklınızı başınıza alın. Sen ne yapıyırsun falan dediği zaman aklını başına al ne demektir? Sendeki o doğru bilgileri kullan. Eğer adam doğru bir şey yaptığı kanaatde ise ne yaptım ki bana böyle söylüyorsun der değil mi? Ahirette. Bizi geriye çevir. Burada diyor ki ayette bak. Ölüm anı değil. “Ve hum yastarihune fiha”, bu “fiha” kelimesi ayetin, 36.ayete baktığımızda diyorlar ki; “vellezine keferu lehum naru cehennem: Allah’ın emirlerini görmezlikten gelenlerin hakettiği cehennem ateşidir”. “La yukda aleyhim fe yemutu: işleri bitirilmez ki ölsünler”,”ve la yuhaffefu anhum min azabiha: o cehennemin azabı da onlar için hafifletilmez”,”kezalike neczi kulle kefur: o doğruları görmezlikten gelen herkesi böyle cezalandırırız”. Görmezlikten gelmesi için de kendisine doğruların anlatılmış olması gerekiyor. İşte ondan sonra diyorlar ki; “ve hum yastalihune fiha”, orada var güçleriyle bağırırlar, yalvarırlar. “Rabbena ahricna: bizi buradan çıkar(cehennemden)”. “Na’mel salihan: iyi işler yapalım”,”gayrellezi kunna na’mel: daha önce yaptıklarımızın dışında iyi işler yapalım”. Allah da şöyle diyecek: “e velem nuammirkum: size ömür vermedim mi?”,”ma yetezekkeru fihi men tezekker: aldığınız bilgilerden yararlanabileceğiniz kadar fırsat vermedim mi?”. Doğru bilgi alacak, üstünü örtsün ki kafir olsun. “Ve caekumun nezir: size uyarıcı da gelmişti”. Başınıza bunun geleceği de söylenmişti. Size hiçbir haksızlık da yapılmamıştır diyor. “Fe zuku: tadın bakalım bu cezayı”,”fe ma liz zalimine min nasir: zalimlere yardımcı yoktur. İşte bu da tezekkür kelimesi yani bugün okuduğunun manasını anlamayan bir kişi için bu söylenir mi? Bu bakımdan namazı zikir emri aslında bizim her bir namazımızın kuran eğitimi olması emrinden başka bir şey değildir. Evet şimdi sorulara geçelim isterseniz. Başka var mı şey yapacağımız.
Katılımcı: Bir iki tane soru geldi. Hemen hemen aynı sorular. Rükuda “subhane rabbi el azim”, secdede “subhane rabbi el ala” ve rukudan kalktıktan sonra semiallahu li men hamideh” bunların manaları sorulmuş. Yine, bunları türkçe okumak veya arapçalarını okuduktan sonra hemen arkasından türkçe meallerini okumakta bir sakınca var mı?
Abdulaziz Bayındır: Okuyabilir. Esas olan orada, “subhane rabbi el azim” dediğiniz zaman benim büyük rabbime ben boyun eğer kulluk ederim yada Onun herhangi bir eksiği kusuru yoktur, her iki anlamda da olur. Şimdi orada o rüku ettiği zaman bunun anlamıyla boyun eğdiğini bilecek ki o anda rükunun zevkini alsın. Secdede “subhane rabbi el ala” dediği zaman en yüce rabbime boyun eğerim, onun eksiği noksanı yoktur diye secdede de o secdeyi yapmasının bir anlamını kavraması için o zikri yapması gerekiyor. Aksi takdirde iş bir spora dönüşmüş olur, olmaz. “Semiallahu li men hamideh”, bu kişi orada hamd etti ya az önce o “vele zikrullahi ekber” ayetine verilen manada siz kuran okuyun, namazı kılın Allah’ın sizi hatırlaması daha büyüktür. Rükuda “subhane rabbi el azim” dediniz. Allah hamd edenin hamdini işitti diyor. Orada boyun eğerek C. Hakkın buna layık olduğunu, bunu hakettiğini ancak ona boyun eğilebileceğini göstermiş oluyorsunuz. Buna karşılık da C. Hakk sizi hatırladığını söylemiş oluyor. Size değer verdiğini söylemiş oluyor “semiallahu li men hamideh” de. Onun karşılığında da müslüman şunu söylemiş oluyor. Allah ile adeta karşılıklı konuşuyor gibi “rabbena: rabbimiz”,”lekel hamd: hamdlerin tamamı sana aittir”. Yani yaptığı her şeyi güzel yapma sadece sana mahsus bir iştir. Senden başka hiç kimse yaptığı işi güzel yapamaz demiş oluyor orada. Yani “semiallahu li men hamideh” C. Hakkın, hamdeden kişinin hamdini işitmiş olduğunu yani C. Hakkın karşılık verdiğini ifad edince, kul da hemen “rabbena ve lekel hamd” yada “rabbena lekel hamd” diyerek ya rabbi, bütün hamdlar sanadır yani sen ne yaparsan en güzelini yaparsın demiş oluyor.
Katılımcı: Salon içinden bir soru var. Bakara suresinde bir ayette, size öğrettiği gibi namazı kılın buyuruluyor. Alak suresinde aynı fiil ile insana bilmediklerini öğretti buyuruluyor. Buradaki insan Adem(as) ise bu iki ayet namazın Adem(as)’dan beri olduğuna delil olur mu?
Abdulaziz Bayındır: Peki bakalım olur mu? Bakara 239’u açalım. Bir de onu karşılaştıralım bakalım oluyor mu? 38.sayfa. “Fe in hıftum fe ricalen ev rukbana: korkarsanız namazı yürüyerek yada binili olarak kılın”,”fe iza emintum fezkurullahe kema allemekum: Allah’ın size öğrettiği gibi Allah’ı zikredin”,”ma lem tekunu ta’lemun”,bilmediğiniz o şey ki bilmediğimiz yukarıda namaz olduğu belli. İkra suresine bakalım. Alak suresi. Orada Allah diyor ki; “ellezi alleme bil kalem allemel insane ma lem ya’lem”(ALAK 4-5), kalem ile öğretmiştir. Şimdi Allah’ın kalem ile öğretmesi. Resulullah’a kalem ile öğretti mi? Böyle bir şey yok. Kalem ile öğretme kelimesi yani onlara ayetleri indiriyor. Ondan sonra Cebrail(as) gelip, Cebrail(as) onlara öğretiyor. Yani “allemehu şedidul kuva”(NECM 5)diyor, o çok güçlü olan. Bize de C. Hakk kalem ile öğretmiyor. Evet, buradaki “el insan” bütün insanlar olarak da anlaşılabilir. Ama böyle bir şeyin olmadığını da biz biliyoruz. Yani kalem ile öğretme olayı bir de AllahTeala’nın işte o “alleme ademel esmae”(BAKARA 31) diye ifade ettiği o ayetle de birleştirdiğimiz zaman kalem ile kelimesi olmasa öbür şekilde anlaşılabilir ama kalem ile kelimesi buna engel oluyor. Bize namaz meselesini kuranı kerim ile öğretti. O da kalem ile değil indirdiği ayetlerle öğretti.
Katılımcı: Namazda elimize kuran alıp okuyabilirmiyiz?
Abdulaziz Bayındır: Namazda elinize kuran alıp tabiki okuyabilirsiniz. Onda hiç bir problem yok. Ben gece namazlarında hep öyle yapıyorum. Başka şekilde zaten kuranı tamamen okumak mümkün olmuyor.
Katılımcı: Namaz tesbihatlarıyla ilgili yine bir soru var. Namazdan sonra yapılan tesbihatların adete bağlanmasının her hangi bir delili var mı?
Enes Alimoğlu: Hadislerde namazdan sonra şunu okuyun bunu okuyun demesi tahiyyattan sonra selamdan önce demek oluyor. Selamdan sonra bazı tesbihatlar okumaya teşvik etmiş Peygamber
(sav). Mesela “Allahumme en tesselam”,”la ilahe illallahu la şerikeleh” gibi. Ve teşvik etmiş. Kendisi baş olarak okumamış veya başka bir müezzine emretmemiş. Herkesi serbest bırakmış. Bireysel olarak yapması mustehap olan şey.
Abdulaziz Bayındır: Yani imam selamun aleykum ve rahmetullah dediği andan itibaren iş bitmiştir, namaz bitmiştir. Dolayısıyla işi olan kalar işine gider. Eğer ben bundan sonra namazın önünde arkasında kılınan nafile namazları kılmak istiyorum derse olduğu yerde değil bir kenara çekilir. Çünkü olduğu yerde kılarsanız sanki namazın rekatları artmış gibi olur ki Türkiye’de malesef öğlen namazı kaç rekattır diye bir adama sorsanız hemen 10 rekat diye cevabı verir. Halbuki 4 rekat demesi gerekir. Onun için Resulullav(sav), hiç bir nafile namazı mescidde kılmamış. Selam verdiği andan itibaren de bir şey okumamış. Öyleyse “Allahumme en tesselam ve min kesselam” sözünü kişi kendisi tekrarlar. Yani bir müezzinin yapmaması gerekiyor. Zaten bizimkilerde bir ses şeyi veriyor. Uzuuunca bir “Allahumme en teselam” diyorlar ki anlam diye bir şey kalmıyor, her şey kaybolup gidiyor arapçasını bilseniz bile. Ondan sonra “la ilahe illallahu vahdehu la şerikeleh” diyebilirsiniz ama kendiniz dersiniz. Başka? Peki 33 kere subhanallah, 33 kere elhamdulillah? Ama namazla irtibatlandırılıyor mu o hadis?
Enes Alimoğlu: Selamdan sonra.
Abdulaziz Bayındır: Yok yok, selamdan sonra diye söylüyor mu hadislerde? Ne diyor? Hatırlıyormusun o hadisleri?
Enes Alimoğlu: Her kim namazdan sonra 33 kere söylese sevap alır şeklinde.
Abdulaziz Bayındır: Ama orada kişiseldir. Oturursunuz siz kendi kendinize yaparsanız yaparsınız. Yoksa müezzinin konutuyla değil. Müezzinin komutuyla oldumu bazıları çıkmak istiyor. Sen çıkıyorsun kıskanıyor seni. Ben çıkmıyorum da sen niye çıkıyorsun diye. Mesela bizim Erzurum’da şunu söylerler. Çalış çalış ücretini almadan git. O da ücreti alma gibi değerlendiriliyor. Siz sitemi Resulullah’ın kurduğu gibi kurmadığınız zaman insanlar böyle konuşuyor. Onun için ben şahsen mesela namazda farz kılındığı zaman camiden çıkıyorum ki millet bunu görsün. Madem Resulullah öyle yapıyordu, eğer insanlara örnek olmak istiyorsak bizim de Resulullah gibi davranmamız gerekir.
Abdurahman Yazıcı: Rivayette geçiyor Hocam. Ama Peygambeimiz yapardı diye değil. Peygambeimiz tavsiye ediyor sadece. Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği bir hadise göre Resulullah(sav) şöyle dedi.
Abdulaziz Bayındır: Kaynağı neresi?
Abdurahman Yazıcı: Buhari, Müslüm, Nesai, Tirmizi’de. Kim her namazın peşinden 33 defa Allah’ı tesbih eder. 33 defa subhanallah der, 33 defa Allah’a hamd eder, elhamdulillah ve 33 defa Allah’ı tekbir eder, Allahu ekber. 100’ü tamamlamak için de “la ilahe illallahu vahdehu la şerikeleh le hul mulku ve ala kulli şey’in kadir” derse hata ve günahları deniz köpüğü kadar çok olsa da bağışlanır şeklinde.
Abdulaziz Bayındır: Bir hadis var. Peki bir de ondan sonra “subhane rabbi aliyyul vehhab” diye dua yapma var. Var mı bu da? Harun Hoca, var mı namazdan sonra dua?
Harun Ünal: Namazdan sonraki tesbihatla ilgili özellikle bir kaç tane hadis var. Bunlardan bir tanesi, özellikle Müslim’de geçen şunu vurgular: farz namazlardan sonra ifadesini kullanır. Yani nafileye geçerse aslında onun yeri de geçmiş oluyor.
Abdulaziz Bayındır: Yani bu çok önemli. Namazın farzını kıldınız ki araplar öyle yaparlar. Yani tesbih çeken. Farzın arkasından yapacağını yapar, ondan sonra farz ile sünnetin arası tamamen ayrılır. Eğer kılacak ise kalkar ondan sonra kılar. Bu çok mühim bir ayrıntı.
Harun Ünal: Ve burada şöyle bir durum da var. Malum, sahabe-i kiram, özellikle fakir olan, savaşa vesaireye katılan zenginler gibi zekat veremeyen kişi Resulullah’a müracat ediyorlar. Herkes sevap alıyor biz ne yapalım? Resulullah bunu farz namazlarından sonra, bir: 33 defa subhanallah. 33 defa elhamdulillah. 33 defa Allahu ekber. Bunların ard arda olması önemli değil, yani yerleri değişebilir. 100. de “la ilahe illallahu vahdehu la şerikeleh” rivayeti var. Artı 11 defa subhanallah, 11 defa elhamdulillah, 11 defa Allahu ekber, 34’ünde “la ilahe illallah” derse aynı şey söz konusu. Subhane rabbi el aliyyul vahhab” genel dualarda, namazla ilgili değil. Genel dualarda eğer duaya başlayacaksa subhane rabbi aliyyul alel vahhab” hadisiyle başlanmasını Resulullah’ın tavsiyesi var.
Abdulaziz Bayındır: Peki Resulullah(sav) döneminde, bugün bizim camilerde yapıldığı gibi tesbihin arkasında dua var mı?
Harun Ünal: Yok. Resulullah, selam verdikten sonra sahabesine döner bir problemi olan var mı yok mu diye sorar.
Abdulaziz Bayındır: Serdar, sen bunları tespit ediyorsun değil mi? Hazırlıklarını yap. Dikkat ederseniz bir kere çok büyük bir hata yapılarak bu tesbigat nafile namazdan sonra yaptırılıyor camilerde. Halbuki eğer tesbihde bulunacaksan farz ile nafile arasında bunu yapman gerekir. Ondan sonra da topluca tesbih yapılıyor. Böyle bir şey zaten Resulullah zamanında bu hiç uygulanmış değil. Arkasından da bir dua, arkasından da aşrı şerif. Böyle bir şey var mı? Şimdi bütün bunlar yani işi çığırından çıkartıyor. Nasıl çıkartıyor? Adam bir daha camiye gidemiyor. Farzını kılıp çıkacak olsa problem yok. O zaman her defasında camiye gider. Camiler de ağzına kadar cemaatle dolar. Camide kalma imkanı olan kalsın zaten. Hiç problem yok. İsterse tüm gününü orada geçirsin. Ama müezzin kesinlikle elini milletin yakasından çekmek zorunda. Bu, Osmanlılardan kalan bir alışkanlık. Araplarda yok. Ama Suriye’de var. Ben, Şam’da bir camide sabah namazını kıldım. Bizimkini mumla arasın yani. Ne mahallesi olduğunu bilmiyorum ama Şam’ın merkezindeydi. O haber ajansının sol tarafında bir camideydi. Burada Osmanlı’nın yapmış olduğu şeyi sanki dinin bir emri gibi alıp devam ettirmenin hiç bir anlamı yok. Bu, insanların beş vakit namazda camiye gitmelerini engelliyor. Piskolojik baskı oluşuyor. Yani adam utanıyor, çıkamıyor falan.
Enes Alimoğlu: Çıkmasınlar diye kapının önünde namaza duruyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Onların özellikle önlerinden geçip gitmek lazım. Çünkü o yanlışı yapan o cezayı hakediyor.
Katılımcı: Biraz önce söylediniz de. Şimdi namaz kılarken kuranı açabilirmiyiz.
Abdulaziz Bayındır: Tabi tabi. Elbette açarsın. Hiç problem yok. Açar okursun, secdye vardığın zaman yanına koyarsın, secdeni yaparsın. Kalkarken eline alır kaldırırsın. Bunun aksine bir şey ben bilmiyorum.
Yahya Şenol: Ayırıyorlar sadece. Nafilelerde olur diyor Hanefiler. Ama Şafiler’de farz-nafile ayrımı yok, her halukarda bakarak okuyabilir.
Abdulaziz Bayındır: Her zaman olur, hiç problem yok. Her zaman okuyabilirsiniz.
Katılımcı: Dışarıdan sorular var.
Abdulaziz Bayındır: Zor ise sorma kolay ise sor!
Katılımcı: Namazda sehiv secdesi yaparken, önce ayağa kalkmak gerekir mi?
Abdulaziz Bayındır: Sehiv secdesinde ayağa mı?
Katılımcı: Herhalde secdedeyken son oturuşta. Secdenin tanımı ile ilgili. Tekrar ayağa kalkıp öyle mi tekrar secde edecek.
Abdulaziz Bayındır: Bak gördün mü? Senmisin? Rsulullah(sav)’in uygulamalarında ayağa kalkma yok. Oturduğun yerde secde yapacaksın. Ama şimdi mesela birinci secde yukarıdan aşağıya. Zikirden sonraki secde. Yani kuran okuduktan sonraki secde. Dualardan sonra. Tilavet secdelerinde mesela ayaktan şey yaparlar.
Katılımcı: Enam suresi 162.ayet ile ilgili bir soru var. Kişi sevdiği kişiye karşı bazen senin için ölürüm gibi sözler söylemesi bu Enam suresi 162.ayete tersmidir?
Abdulaziz Bayındır: Ölürem ben ölürem diye bir türkü vardı. Anam babam sana feda olsun da arapların söylediğiydi. Çeşitli dillerde bu tip şeyler var. Aslında gerçek manada kimse kimse için ölmez. Ama öyle derler. Zaten ölürüm demek şey değil. Dildeki ifade tarzıdır. “Ebileke ummi” dediği zaman anam babam sana feda olsun dediği zaman da Resulullah’a anasını babasını veriyor değil ki. Orada hiç bir etkisi yoktur onun. Dilin bir deyimidir. Onda problem yok. Başım gözüm üstüne dediğin zaman gözünün üstüne bir şey koyamazsın ki. Bunlar mecazdır. Bunlar hakiki anlamlarda olacak şeyler değildir.
Katılımcı: Kabir azabıyla ilgili kısa bir bilgi istenmiş.
Abdulaziz Bayındır: Kabir azabı, bizde yoktur diye bir ifade kullanılmadı.
Katılımcı: Yok, bizden değil. Bir programda yoktur diyen bir hocayı dinlemiş.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi bu yoktur diyenler bize anlatılan kabir azabına yoktur diyorlar genellikle. Anlatıyorlar hani, gidersiniz ölüyü defnedersiniz. Millet oradayken seslenmiyor da millet uzaklaştıktan sonra kalkmak ister, alnını merteklere çarpınca öldüğünü anlar falan diyor. Ondan sonra işte birisi gelir değnek ile vurur, birisi gelir şınunla bununla vurur diye bir takım hikayeler anlatılıyor. Bu yok tabi. Böyle bir şey yok. Vücud ölmüş oluyor. Ama odünyayı kaybettiğini, artık işinin zorlaştığını anlıyor. Mesela kafirin ölüsü için Muminun suresinin 99 ve 100.ayetinde “hatta iza cae ahadehumul mevtu kale rabbirciun”(99) diyor. Onlardan birisine ölüm geldiği zaman(kafirlerle ilgili), ya rabbi bizi geri çeviriniz diye Allah’tan istekte bulunur. Öldükten sonra. Öldükten sonra olduğunu ayetin devamından anlıyoruz. Diyor ki; kella, inneha kelimetun huve kailuha: bu onun söylediği boş bir sözdür”,”ve min veraihim berzahun: arkalarında engel var”. Ne zamana kadar? “İla yevmi yub’asun: yeniden dirilecekleri güne kadar”(100). Daha henüz yeniden dirilmemiş. O zaman yeniden dirileceği güne kadar demek ne demektir? Bu ölmüş demekir değil mi? Orada bu insan yanlış yaptığını çok iyi biliyor, iyi bir şey yqparım diyor. Ondan sonra Münafikun suresinin 10.ayeti galiba. Orada da günahkar müminlerle ilgili. Ne diyor orada? “Ve enfıku mimma rezaknakum: size verdiğimiz rızıktan harcayın”,”min kabli en ye’tiye ehadekumul mevt”, birinize ölüm gelmeden önce harcayın diyor. Yoksa ben ölürsem şunu şuraya verin, buraya verin demenin hiç bir anlamı yok. Çünkü öldüğün zaman senin malun kalmamış ki şuraya buraya ver diyesin. Hayattayken harcayacaksın. Verdiğin zaman biraz canın yanacak. Ondan sonra diyor ki; “fe yekulu rabbi lev la ahharteni ila ecelin karib”. Ölürsün, bakarsın dünya kadar mal bıraktın. Ya tüh, kıyamadık ki verelim fakir fukaraya. Ondan sonra C. Hakktan istiyor. Ya rabbi birazcık, şöyle beş dakika müsade etsen de “fe assaddeka” gidip şu maldan sadaka versem “ve ekun mines salihin”, ben de iyilerden olsam diyecek. Bu kafir değil yani mümin. AllahTeala ne diyecek? “Ve len yuahhırallahu nefsen iza cae eceluha: Allah eceli gelen hiç kimseye artık süre tanınaz”(MUNAFIKUN 11) bitti. Şimdiye kadar yapsaydın. O da müminlerle ilgili. Mesela Yasin suresinde de adam şehid oluyor. Ona da ne deniyor? “Kıled hulıl cenneh: gir cennete” deniyor. O da gene öldükten sonra karşılaşacağı bir durumu anlatıyor. “Kale ya leyte kavmi ya’lemun: keşke benim kavmim bilseydi”(YASİN 26). Kavmi, oradaki hayatta olanlar. Çünkü öldükten sonra zaten bilecekler. Zate şu anda kıyamet kopmuş değil. Kuranda bu ayet olduğuna göre o anda söylediği bir sözdür bunun. “Bima gafare li rabbi: rabbim, beni neye karşılık affetti”,”ve cealeni minel mükremin: bu ikramı görenlerden yaptı bunu keşke bilselerdi”(YASİN 27), diyor.
Katılımcı:01:49:33-01:49:40 arası duyulmuyor.
Abdulaziz Bayındır: Hangi ayette? Enam 32. Peki. Bakayım. Bu ahiretle ilgili. Diyor ki 27.ayette; “ve lev tera iz vukufi alan nar: o ateşin yanında durduruldukları vakit onları bir görsen”,”fe kalu ya leytena nureddu: keşke geri çevrilsek aah diyecekler”, bizi geri çevir sözünü söyledikleri için burada keşke geriye çevrilsek”, “ve la nukezzibe bi ayati rabbina: rabbimizin ayetleri karşısında artık yalan söylemesek”,”ve nekune minel mu’min: ve müminlerde olsak”(ENAM 27). “Bel beda lehum ma kanu yuhfune min kabl: aslında bundan önce içlerinde gizledikleri kendileri için ortaya çıktı”. Yani daha önce de rablerine kul olma gereğini biliyorlardı bunlar. Daha önce de müminlerden olmaları gereğini gayet iyi biliyorlardı. Kafirlik öyle bir şey. Bu kendileri açısından ortaya çıktı. Narın kenarında durdurulsalardı diyor. Ama ölen kişide d ortaya çıkıyor bu. Az önce okuduğumuz ayette. Ama bu başka bir olay anlatıyor. “Ve lev ruddu: geriye çevrilseler”,”le adu li ma nuhu anhu: gene aynı şeyi yapacaklar”. Çünkü bilmediklerinden değil ki. O zaman da biliyorlardı zaten. Şu anda da her kafir ne yapması gerektiğini gayet iyi bilir ama yapmaz. Yani mesele teslim olma problemi. Her kafir, onun için kendini mümin zanneder. Ondan sonra “ve innehum le kazibun: bunlar yalan söylüyorlar”(ENAM 28)diyor. Yalan söylüyorlar. Yani sanki bilmiyormuydunuz? Gayet iyi biliyordun sen bunu. Yapsaydınya.
Katılımcı: Salon içinden soru var. Tevbe suresi 84.ayetle ilgili. Burada, mezarların başında bulunma diye bir ibare geçiyor. Bu ibareyi biz nasıl anlamalıyız? Kabrin başında durma nadıl olur?
Abdulaziz Bayındır: Bu konuda Enes Hoca’nın bir çalışması vardı. “Ve la tusalli ala ehadin minhum mate ebeden”. Sen bir çalışma yapmıştın bu konuda. Diyor ki mesela onlardan ölmüş olan hiç birine namaz kılma diyor. Bunlar münafıklar. Peki namazdan sonra ne oluyor? Defin olayı oluyor değil mi? Kabirin başında da bulunma demiş oluyor. Abdullah Bin Übey Bin Selul’un namazında da bulundu, defninde de bulundu Resulullah(sav). Zannedersem bu ayet ondan sonra indi değil mi? Ondan sonra ne diyor orada? “İnnehum keferu billahi ve resulih: çünkü onlar Allah ve Resulu’nu görmezlikten geldiler”, görmezlik ettiler. “Ve matu ve hum fasikun: yoldan çıkmış olarak öldüler bunlar”. Dolayısıyla bunların ne namazlarını kıl ne de kabirlerine git. Burada kabirlerinin başında bulun namaz ile birleştirildiği zaman defin olayları akla gelir. Çünkü görevdir bu. Bunlar mümin olarak ölmedi, o zaman senin böyle görevin yok.Kabire koymak da görevdir.
Katılımcı: Fatiha suresinin sonunda amin lafzının hükmü nedir?
Abdulaziz Bayındır: Söyle bakalım, eksik bıraktın.
Enes Alimoğlu: Peygamberimizin yaptığı zikirdir. Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace’de hadis var. “İza kalel gayril magdubi aleyhim fe kulu amin” diyor. İmam, ve lad dallin diye okuduğunda Fatiha’nın son ayetinde, siz de amin deyin diyor. Bu cemaatle kılınan namaz için. Başka bir hadisde Ebu Davud, Tirmizi’de geçen “kale Resulullah(as) iza karael ve lad dallin kale amin”. Peygamberimiz kendisi namaz kıldığında ve lad dallin dese, sonra kendisi yine amin derdi.
Abdulaziz Bayındır: Ya Rabbi, kabul et demiş oluyor.
Enes Alimoğlu: Bu da Fatiha’dan sonra okunması tavsiye edilen bir zikir, dua.
Abdulaziz Bayındır: Sesli-sessiz ile ilgili bir şey.
Enes Alimoğlu: Sesli okurdu diyor.
Abdulaziz Bayındır: Resulullah namaz kıldırırken sesli bir şekilde amin derdi. Onun için mesela araplar, dikkat ederseniz hep sesli bir şekilde amin derler.
Enes Alimoğlu: Ebu Davud,İbni Mace’de geçen başka bir hadiste diyor ki; “kane Resulullah(as) iza kale gayrıl magdubi aleyhim ve lad dallin kale amin hatta yesmean men yemihi mines seffine” diyor. Bizim camide okuduğumuz şekilde.
Abdulaziz Bayındır: Çok yüksek sesle değil de birinci safta olan duyacak kadar amin dermiş. Ama Fatiha’yı herkes duysun diye okuyor. Amin sesi, Fatiha’nın sesinin yüksekliğinde değil. O zaman da Hanefiler’in yaptığı da o.
Katılımcı: Alevi komşunun ikramını kabul etmek ve aynı şekilde ona ikramda bulunmak nasıl değerlendirilir.
Abdulaziz Bayındır: Eğer yemeği lezzetliyse alırsın. İyi pişirmemişse almazsın! Alevilik, gayrimüslimlik? O ayrı. İnsanlarla insani ilişkilerimizi devam ettiririz. Yani dinen haram olan bir şeyi getirmediğini bildiğin takdirde yersin. Onu araştırmana da gerek yok. Yani normalde biliyorsun ki yanlış bir şey getirmez. Ama yanlış bir şey getirdiğinden ciddi bir şüphen varsa araştırırsın ona göre hareket edersin. Yoksa tabi komşuluk ilşkilerimizde elbette biz onlara ikram edeceğiz, onlar bize ikram edecekler. Gideceğiz, gelecekler ki birbirimizle konuşalım, anlatalım. O kendi problemini bize anlatsın biz ona anlatalım. Bu irtibatlar kesilmez devam eder.
Katılımcı: Son bir soru. Öğlen namazında cemaatle namaz kılarken Ebu Hureyre’den gelen bir hadiste, Peygamberimiz ikiden fazla nafile kılmamıştır dediği belirtiliyor. Aişe validemizden gelen rivayete göre ise Peygamberimiz’in dört rekat kıldığı söyleniyor. Eğer Peygamberimiz mescidde nafile namaz klmadıysa Ebu Hureyre ikiden fazla kılmadığını nereden biliyor.
Abdulaziz Bayındır: Çok haklı bir soru tabi. Bu tür şeylerde esas olan.. Suffadan olduğu için görmüş olabilir, mümkündür tabi. Orada sürekli mescidde kalan birisi olduğu için görmüş olabilir ama tabiki Aişe validemiz kadar da görmez. O çünkü evdedir.