Abdulaziz Bayındır: İşte işin esası bu yani. Ne kadar güzel
Enes Hoca: Öğrenci gelmişti iki üç sene önce, buraya gelmiş camileri görmüş biraz namaz kılmak istemiş bizimkiler de öğretmiş. İşrak namazı, duha namazından başlamış, teheccüd namazı. Ondan sonra her farzın ön ve arkasındaki sünnetler var birde. Adam çok yorgun bir hale gelmiş. Farzlarını kıl ondan sonra oku. Geçen Amerika’ya gitmiş. Nasıl dedim. Farzlarını kılmaya devam ediyor. İşrak ve zuhur kılmıyor.
Abdulaziz Bayındır: Olay bu bak. Bir kaç kere anlatmştım. Kardeşim askere gidiyor, abi ne tavsiye edersin dedi. Dedim ki namazlarını asla kazaya bırakma. Bir de cem edebileceğini de söyledim aynen buradaki gibi. Sünnet de vaktin olursa kıl yoksa kılma. Askerden geldi. İşte iki yıllık askerlik. Dedi ki; abi bir tek namazım kazaya kalmadı. Tek rekat sünnet namaz da kılmadım dedi. Hiç kazaya kalmadı dedi. Şimdi orada annem bana itiraz etti. Sen bunu böyle yanlş alıştırıyorsun.
Yahya Şenol: Senin yüzünden sünnet kılmıyor.
Abdulaziz Bayındır: Anne bak bu kadar namazlarını kaza etmemiş. Sen kaç tane askerden gelip de böyle söyleyen adam duydun şimdiye kadar.
Mehmet Hoca: Şimdi ihmal edilmesinden korkup öyle söylemiyoruz da yani. Şimdi ihmal ederken hangisini ihmal etmek daha önemli, daha tehlikeli.
Abdulaziz Bayındır: Peygamberimiz ne yapmış?
Mehmet Hoca: Sünneti ihmal etmek mi daha tehlikeli farzı bırakmak mı daha tehlikeli?
Yahya Şenol: Adam ya 10 rekat kılar öğleni yada hiç kılmaz.
Fatih Orum: Rahatsız etmişse de o fetva. Tamam sen şimdiye kadar bir suç işledin, namaz kılmadın bundan sonra neden bunu işlemeye devam ediyorsun. İşte kazaları yerine getirmediğinden artık gelecek olan namazları da kılmayacağım. Bu yani..
Abdulaziz Bayındır: Yanlış bilginin sonucu bu. Onu anlatmaya çalışıyoruz.
Fatih Orum: Tamam yani, eski namazları kılmazsın..
Abdulaziz Bayındır: Onu sen kendi bilginle söylüyorsun, kadının kafasındaki bilgi sendeki bilgi değil ki. Kadın zannediyor ki onu kılmazsam bunlar da olmaz. Bak Şafi mezhebindeki, burada Şafi yok. Ama sen Şafi’ye bakmıyorsun. Gerçi sen Şafi mezhebinin durumunu biliyorsun. Şafi mezhebinde bir adamın kazaya kalmış namazı varsa nafile namaz kılabilir mi? Kılamaz. Bayram namazı kılabilir mi?
Fatih Orum: Nezrettikten sonra.
Enes Hoca: Nasıl nezrediyor?
Fatih Orum: Diyorum, işte bu bayram namazını kılacan, nezrettin. Nezrettiğin için de..
Abdulaziz Bayındır: Bakırköy kaymakamı bundan bir ay kadar önce dedi ki doğuda bir yerde kaymakamdım dedi. Bayram oldu sabahleyin kalktım camiye gittim. Bayram namazını bekliyorum falan. Baktım herkes, sabah namazını kılan çıktı gitti, camide benden başka kimse kalmadı. Oradan hanıma telefon açtım. Hanım bir takvime baksana ben yanlış mı geldim acaba? Hanım takvime baktı yok dedi, bugün bayram. Tuhaf oldum diyor. Sonra gittim baktım ya bu bayram namazı saati de geldi kimse yok. Bayram bayram olmaktan çıkıyor. Bakın bir yanlış ne kadar çok yanlışlara sebep oluyor. Yani sen şimdi bunu unutma yani.
Mehmet Hoca: Şuna dikkat edebiliriz: sünnetler basite alınmaması gerektiğinin altını çizebiliriz.
Abdulaziz Bayındır: Şüphesiz ki basite alınamaz. Ama Peygamber efendimiz ne demiş: bunu kılarsan Allah size cennette bir beyt verir. Basit mi cennette bir ev sahibi olmak? Bunlara çok dikkat etmemiz lazım.
Katılmcı: Çocuklara namazları anlatırken on rekat, on üç rekat diye söylediğiniz zaman o zaman çocukların kafasında bu devamlı büyüyor.
Abdulaziz Bayındır: Ağır geliyor çocuklara.
Aynı Katılımcı: Sadece farzlarını kılın çocuklar, aman ha dikkat edin dediğin zaman hemen bakıyorsun ertesi gün kendisi çok duyarlı olan bir veli; Hocam sen ne yaptın ya, bizim çocuk sünnetleri de kılmazsak olurmuş diye teklifte bulunabiliyor.
Abdulaziz Bayındır: Ya en kötüsü de şu: farz kılmadığı zaman kimsenin sesi çıkmıyor, sünnet kılmadın mı kıyamet kopuyor.
Aynı Katılmcı: Dini eğitimin orada yüksek lisans yaptığım için bir kaçtanesine katılmıştım, şu ana kadar ein eğitimi veren biri veya din eğitimiyle uğraşan ilahiyatçılarda da bu tür noktalara pek değinilmiyor. Hep böyle Hanefi fıkhının şeyleri olduğu için de olayın pisikolojik boyutları var, çocukların eğitimdeki noktaları var, iyi değerlendirmek gerekiyor.
Abdulaziz Bayındır: Hala girmiyor değil mi?
Aynı Katılumcı: Hiç kimsenin umurunda değil zaten.
Abdulaziz Bayındır: Ama şimdi bizim imam hatip okullarında ve ilahiyat fakültelerinde bunlar öğretilmiyor ki. Öğretilmiyor. Bunları söylediğiniz zaman siz yanlış şey söylemiş oluyorsunuz. Halbuki kuranı kerimin ve sünnetin açık hükümleri bunlar. İnsanların sözleri Allah’ın kitabının sözünden daha önemli malesef.
Abdurrahman Yazıcı: Ders aldık bir yerden, şeyhten, devamlı şey çekiyor, zikir farz namazı yok.
Abdulaziz Bayındır: Ama orada şunu söylüyorlar, şu ifadeyi sölüyorlar: Allah affeder ama şeyh affetmez diyorlar. Aynen onu söylüyor. Diyor ki Allah’a karşı günah işlersen diyor affedilebilir. Ama şeyh affetmezse diyor ne dünyada ne ahirette sana kurtuluş yok.
Yahya Şenol: Kul hakkı ya! Allah karışmaz.
Mehmet Hoca: Doğru söylüyor aslında. Çünkü AllahTeala gaffar, settar, ama şeyh öyle değil.
Abdulaziz Bayındır: Şeyh kendiyle beraber cehenneme götürecek adamı.
Enes Hoca: (07:19-07:23 arası anlaşılmıyor) Namaz kılmıyoruz ama ahiret işlerini hallettik. Nasıl hallettin? Şeyh el vermiş falan birşeyler yapmış. Zikir çekiyor tesbih var elinde.
Fatih Orum: Siz de gitseydiniz.
Abdulaziz Bayındır: Evet şimdi devam ediyoruz.
Muhammed Bey: Hocam bu oturmak namazda ayetle sabit mi?
Abdulaziz Bayındır: Az önce okuduk ya ayeti.
Muhammed Bey: “Kuuden” mi?
Abdulaziz Bayındır: Tabi
Mehmet Hoca; “Fezkurullahe kıyamen ve kuuden ve ala cunubikum”.
Muhammed Bey: Secdede
Abdulaziz Bayındır: Secdede gövdeyi nerelerin üzerine yüklüyorsun? “Alel cunub” değil mi? Rukuda vücut nereye yükleniyor? “Alel cunub” değil mi? “Ala cunubikum” ruku ve secde oluyor.
Fatih Orum: “İza kadaytum” aklıma yeni geldi. “kadaytum” şu an demektir, yani yapılan. “İza” ile beraber geldiğinde yani birebir şuan oluyor. Kıldıktan sonra olsaydı yani “iz” olurdu, “iz kadaytum”.
Abdulaziz Bayındır: “İza” da olabilir bazen. “Ve iza kadaytu salat” da var mesela. “Fenteşiru”. “Fenteşiru” deliliyle tabi o.
Fatih Orum: Ama “iz” olunca birebir “geçmiş” olur.
Abdulaziz Bayındır: Yani burada “iza kadaytum” namaz kılarken diye anlanması arapçasına uygun olan o tabi.
Katılımcı: Hocam o son rekatlardaki tahiyyat okumak için oturuşlar. Onlar sanki ziyade olmuş gibi oluyor. Secde arasındakileri kuud sayarsak.
Abdulaziz Bayındır: Yani şimdi biz bunları Peygamber (sav)’den gördüğümüz gibi yapmamızın sebebi de o. Bak bu incelikleri biz zaman zaman farkedebiliyoruz. Bir de tarih boyunca bu meseleler kuran temelli değil. İşte okuyoruz Hidaye. Kuran temelli olsaydı bunlar daha önceden bunları bize söyleselerdi biz yeni şeyler keşfedebilirdik. Şimdi bunları yeni yeni keşfetmeye başladığımız için tabi ki mükemmel olmuyor. Ama üzerine devam ederse belki bir süre sonra şey olur. Şimdi biz onu kuranı kerimde tam olarak zihnimize yerleştiremedik diye bırakacak değiliz. Peygamberimiz nasıl yapmışsa yaparız. Bizim burada yaptığımız çalışma Peygamberimizin fiili ile kuran arasındaki ilişkileri bire bir kurup konuyu iyi kavramak.
Yahya Şenol: Ama başlamak önemli olan yani. Belki yüz sene sonra birisi gelir tamamlar.
Abdulaziz Bayındır: Biri tamamlar. Yani mesela yüzlerce defa okuduğumuz ayetteki bir inceliği seneler sonra farkediyoruz. Tabi, seneler sonra farkediyoruz. Biz yanlış da yapabiliriz ama yolumuz doğru.
Mehmet Hoca: Cevap vereceğinizi tahmin ediyorum ama “fe iza kadaytumus salate fezkurullahe kıyamen ve kuuden ve ala cunubikum” bu namaz kılarken yani ayakta, oturarak, düşmana karşı, ne derler; sipere yatın derler, bu şekillerde kılabilirsiniz anlamı çıkmaz mı? Ruku secde değil de.
Abdulaziz Bayındır: Soru çok güzel bir soru. Böyle soru gene sor.
Mehmet Hoca: Güzel sorabilirsem sorarım yani. Ama önce bulmak gerekir.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi bak. Soruyu ben tekrarlayayım da, belki doğru anlayıp anlamadığım bir kere ortaya çıksın. Bu diyorsunuz ki; “fe iza kadaytumus salate” derken yukarıdaki namazı kılarken, yine yukarıdaki namazla irtibatlandırıyorsunuz. “Fezkurullahe kıyamen ve kuuden ve ala cunubikum” değil mi? Şimdi, bazen ayakta ok atarsınız, gerçi ok atmıyor bu. Bu arkada, cephenin arkasında. Yanına silah almış. Ayakta ibadetini yap, oturduğun yerde yap, yanüstü yatarken yap. Bu olabilir. Düşmana karşı değil. Düşmana karşı bir gurup var. Çünkü ikiye bölünüyor ya cemaat. Bir gurubu düşman karşısında siperini almış, ikinci gurup arkada. Arkadaki gurubun ayakta, oturarak yada yan üstü yatarak bu namazı kılmasının bir sebebi var mı? Çünkü bak niye var mı diye soruyorum: çünkü o arkadaki gurup Peygamberimizle birlikte kılmıyor mu? Peygamberimiz o namazı ikame etmiyor mu? “Fe izatma’nentum ve akimus salat” dediğine göre, şimdi orada Peygamberimiz tam rukunlere riayet ederek kılacak ama onunla birlikte ona uyanlar kılmayacaklar, bu mantık dışı oluyor.
Mehmet Hoca: Peygamber(as)’ın arkasında birlikte namazı kılarlar.
Katılımcı: Savaşı düşündüğümüzde ayakta olan kişi daha böyle açık hedef durumunda oluyor yani.
Abdulaziz Bayındır: Hayır hayır. Şimdi siz cephe gerisindesiniz
Aynı Katılımcı: Cephe gerisinde de olsa fırlatılabilir.
Abdulaziz Bayındır: “Huzu vizrakum” diyor ya ayet. Tedbirinizi alın diyor. Sen tedhirini almışsın güven içerisindesin, onun için namazını kılıyorsun o şekilde. Güven olmazsa Bakara 239’a göre kılarsın.
Katılımcı: Ayakta durduğun yer yoksa, oturduğun yerde şeyse o zaman..
Abdulaziz Bayındır: Bakara 239’a göre kılarsın, buna göre değil yani. Tamam mı?
Abdullah: Şey olmasa mesela, önceki ayetle bağlı değil mesela. Bazıları yatarak. Ben bu şekilde namaz kılma bir durumda kalsanız mesela yerde yatarak öyle şekilde namaz kılın diye.
Abdulaziz Bayındır: Tamam. Demin öyle anlatmaya çalıştım hemen Mehmet Hoca’nın dediğine döndüm. Baktım yanlış anlatıyorum. Şimdi o da işin bir başka tarafı. Şimdi senin sorunu ben tekrarlayayım, iyi anlayıp anlamadığımı şey yapmak için. Şimdi sen diyorsun ki; biz bu ayeti bir önceki ile irtibatlandırmaksızın. Siz düşman karşısında namaz kılıyorsanız bir kısmınız ayakta olur, bir kısmınız oturur, bir kısmınız da yan üstü yatarken namazı kılsın. Güzel de düşman karşısı kelimesini bu araya koymak için mecburen bu namazı yukarıdakiyle irtibatlandıracaksın.
Mehmet Hoca: Korku içerisindeyken mecburen..
Abdulaziz Bayındır: Bu salat mutlaka yukarıdaki salat olacak başka çaresi yok. O yukarıdaki salat da cephe gerisinde kılınan salattır. Çünkü cephede bir gurup var. Cephe gerisinde güven içerisindeyken kulınan salattır. Ve o bir rekatı Peygamber ekametus salat olarak tam kılıyor. O zaman ona uyanlar da onun gibi kılması lazım.
Yahya Şenol: O zaman o yatarak namaz kılma şeyi nereden çıkar?
Abdulaziz Bayındır: Bakara 239’dan çıkar.
Yahya Şenol: “Ricalen ev rukbana” şartı var sadece: ayakta ve yürüyerek olmak zorunda. Yatarak nereden çıkıyor? Savaşta da olsa illa ayağa kalkması lazım. Yada yürümesi lazım.
Abdulaziz Bayındır: Bir dakika! “Rukbanen” ne demek? Yani şimdi sen bir otobüstesin ve yatıyorsun. Sana “rakip” denmez mi?
Fatih Orum: Vagonların üzerinde mi?
Abdulaziz Bayındır: Yok yok. Atın üzerindesin yada hevdeçtesin, devedesin mesela.
Fatih Orum: Oturman gerekiyor.
Abdulaziz Bayındır: Ona binili denir gene. “Rekkabe” ne demektir?
Yahya Şenol: Siperde nasıl namaz kılınır?
Yahya Şenol: “Rakibe” kelimesi “kaade” manasına mı geliyor?
Mehmet Hoca: “Kaade” manasına gelir de.
Abdulaziz Bayındır: Yok sadece “kaade” manasına. Rakibe illa da “kaade” manasına değil, onu demek istiyorum.
Fatih Orum: “Ve ala cunubikum” siz siper falan dediniz değik mi? Yani günümüzde silahlar var uzun mesafeden ateş edilebiliyor. O zamanlar kim yerlerde falan sürünüpde sipere falan girecek?
Abdulaziz Bayındır: Yok yok her devrin kendine göre siperi olur. Her devrin kendine göre siperi olur. Bir taşın arkası olur, bir çukur olur. Yukarıdan uçak zaten geldiği zaman orada siper diye bir şey kalmıyor ki. Allah göstermesin. “Rakıbe” ne? Baktın mı? Bak diyor ki; errukubu fil aslı kevlil insani ala zahre hayavan: bir hayvanın üstünde ol da nasıl olursan ol.
Mehmet Hoca: “Fe iza rekibun in kuntum” gemiye oturdun.
Abdulaziz Bayındır: Gemiye bindiği zaman: oturacak değil ki. Ayakta da durur, yatar da. “Rukub” kelimesi o.
Fatih Orum: Bir vasıtaya da binebilir.
Rasim Hoca: Bunları dinledikten sonra zaten bu ayetleri ve Peygamber’in pratiğini gördükten sonra, hele bir okuyayım size 238’i. Bak okudukça bir şeyler çıkıyor. 238’i 239 ile bağlı okuyalım isterseniz.
Abdulaziz Bayındır: Doğru. Bakara 238, dinleyenler de anlasınlar.
Rasim Hoca: Bakın 238’i okuyorum: “Namazları ve orta namazları koruyun”. Burada nokta koyalım, düşünelim. Allah ne diyor? Kılın diyor. Bırakmayın diyor, gözde tutun. Mümkün kadarıyla bunu yapın diyor. Koruyun diyor.
Abdulaziz Bayındır: Terketmeyin diyor.
Rasim Hoca: Evet. Koruyun ama korumak da insan bir şeyi gücüne kadar koruyabilir. Bak benim elimde bu bir değer var, bana saldırıp alsa ben bunu canıma kadar koruyabilirim. Canım gidenden sonra bu kaldı, aldılar benden.
Abdulaziz Bayındır: Yapacağın bir şey yok.
Rasim Hoca: Koruyun da gücpme kadar bunu yapın diyor. Gücünüze kadar, imkanınıza kadar yapın diyor. Devam edelim, bu da ikinci: “gönülden bağlılık ve saygıyla Allah’ın huzuruna durun”
Abdulaziz Bayındır: Evet, ayakta durun diyor.
Rasim Hoca: Bağlılık olacak, saygı. Allah’ın huzuruna duracaksın. Namazın anlamı budur. Gönülden bağlılık. Şimdi 239’u beraber alınca bak Allah ne diyor. 239’a geçelim : Eğer bir tehlikeden korkarsanız”. Bir tehlike var önümüzde. Nediyor:”yaya yahut binili olarak yani bir bineğin üzerinde kılabilirsiniz”. Bize ruhsat veriyor: kılabilirsiniz. Demek buradan şey çıkartırız: metodolojik olarak namazın isterseniz iki şeklini çıkartalım. Fiziksel namaz yapılır ve Allah’a gönülden bağlılık şeklinde mana bir namaz.
Abdulaziz Bayındır: O şimdi Enes Hoca onu da az önce bir başka şeklinde nasıl etmiştin sen?
Enes Hoca: Namazın değişmez erkanı, bir de değişebilecek şekil.
Abdulaziz Bayındır: Değişmezi o Rasim Hoca’nın dediği gibi gönülden Allah’ın huzurunda durup zikirde bulunmak.
Rasim Hoca: Demek iki şekli var namazın. Bir mümkün olan şekli fiziksel bağlam 239’da ne diyor: “size anlattığımız gibi” yani tehlike gidende anlatığımız şekilde kılın. Yani tam manada fiziki olarak gönülden bağlı olarak. Ama onu yapamıyorsanız manevi şeklinde kılınabilir. Yani fiziki biçimi bırakabilirsin. Yani yapamıyorsa fiziki, imkan yok. Yer yok, imkan yok, tehlike var, şu var, bu var. Yani o gitti. Yani bir fiziki davranış yok burada. Manevi davranış var. Allah’a gönülden sözünü getirirsen zaten Allah ne diyor: işitendir, görendir, işitir görür. Bilir senin durumunu içeri bakıyor. Sen bunların üçünü bir araya getirince, gönülden bağlılığını sergileyince, imkanların kısıtlı olunca Allah onu kabul eder. Allah biliyor ki sen buna gönülden bağlılığın ve saygıyla bağlısın. Allah seni fiziksel de imkan olanda tekip ediyor, fiziki yerine getirirsen takip eder. Ama bu olmasa Allah senin ahlaki açıdan gayretini görerek onu da kabul eder.
Abdulaziz Bayındır: Zaten işin tamamı Allah karşısında gönülden saygıyla durabilmektir. Bazen bunu imkan varsa şekil şartlarına uyarak, imkan yoksa..
Rasim Hoca: Bakın binek üzerinde oturup yerinde kılabilirsin.
Abdulaziz Bayındır: Sen de öyle diyorsun değil mi Mehmet Hoca?
Rasim Hoca: Yani metodoloji olarak takvalı şeklini takip edebilirsek ya fiziksel şeklini takip edebiliriz. İkisi de bir yerde araya gelirse Allah diyor ki sana öğreten gibi kılın. Tamam. Ama olmazsa tek bir şekilde Allah’a bağlılığını onun karşısında boyun eğdiğini gösterirsin. İkinci durumda sen her yerde her zaman istediğin şekilde kılabilirsin. Uçakta kılabilirsin, takside kılabilirsin, otobüste kılabilirsin, yürüyerek kılabilirsin, cephede kılarsın duruma göre.
Abdulaziz Bayındır: Ama kılacaksın.
Rasim Hoca: Ama kılacaksın. Namazı koruyun.
Abdulaziz Bayındır: Koruyacaksın. Şimdi kılmam sonra kılarım yok. Öyle bir şey yok.
Muhammed Bey: Bu ayetlerin üzerinde ben de şey yapacaktım.
Abdulaziz Bayındır: Bu ayet çok önemli bir ayet.
Muhammed Bey: Belirttiği gibi bu “ricalen ve rukbanen” ayetini “salatı havf” bunu desteklemiş. “Salatı havf” şu anda üzerinde durduğumuz namaz olması gerekiyor. Madem bu namaz olsa o zaman savaş halindeki “havf”tan bahsetmiş olmaz mı o ayet.
Abdulaziz Bayındır: Az önce şey okudu. Yani bu meseleler, bu sorular her taraftan sorulacak veya bunlar ortaya konacak. Nisa suresindeki ayetler ile Bakara suresindeki ayetler aynı olayı anlatıyor demiş İbni Kesir tefsiri. E şimdi biz bunun doğru olmadığını söylüyoruz. Şunu söylüyoruz: yani o Bakara 239’daki durum şeyde kullanılabilir, savaş karşısında. Mesela şimdi cephe gerisinde böyle bir imkan olmaz, imkan bulduğun şekilde kılarsın. Ama Nisa suresindeki durum Bakara 239’daki şekilde uygulanamaz diyoruz. Yani Bakara 239 savaş halini de alır, savaş halini de kapsar, normal durumları da kapsar. İşte okuldaki öğrenciyi de kapsar, iş yerindeki işçiyi de kapsar, işte Enes Hoca’nın anlattığı kimseleri, herkesi kapsar. Biz bunu böyle diyoruz ama gelenekte bu şey ona malediliyor. Şimdi bu nedir diye soruyor.
Fatih Orum: Şafi kitaplarında şey geçiyor “ve ricalen ev rukbanen” normal savaş dışı olaylarda da, durumlarda da geçerliliği var. Yani adam mesela bir hayvandan..
Abdulaziz Bayındır: O zaman sen onu bir bul. Şafi kitaplatı burada. Halep oradaysa arşın burada.
Fatih Orum: Yoo var, hayırlıyorum. Mesela hatırlıyorum şöyle bir şey de vardı: adam borçludur, parası da yok. Borçlusu gelmiştir. Bir şekilde ondan kaçıyor, namazını bu şekilde kılabilir diye öyle bir detay var.
Abdulaziz Bayındır: Tamam çok güzel, onu bir bulsana. Burada kitaplar var.
Fatih Orum: Şimdi mi?
Abdulaziz Bayındır: Tabi tabi.
Muhammed Bey: Sahabelerden gelen rivayetler varmış. Bu rivayetlerin bazıları Peygamber(sav)..
Abdulaziz Bayındır: Burada ya kitaplar.
Muhammed Bey: Bu ayetle ilgili bu ayetin “salatil havf” hakkında sahabelerden gelmiş rivayetler varmış. İbni Ömer’den.
Abdulaziz Bayındır: Neymiş. O rivayetler neymiş? Sen o rivayetlerden önce şu ayeti oku bakalım, ikisi arasında sen bir irtibat kurabiliyormusun? Çünkü o rivayetler yapılabilir. Sen de bir rivayet ekleyebilirsin zihninde. Bakalım o rivayet doğru mu değil mi? Önce şu ayetler arası ilişkiye bir bak. Uydurabiliyormusun? Bakara 239’u al, bakalım ki öbür ayetlere uydurabiliyormusun? Aç şurada. Bir kere havf kelimesi şeyde geçmiyor, Nisa suresinde havf geçiyor mu? “İnhuftum yeftinekumullezine” “havf”ın vasfı var orada değil mi? “İn hıftum en yeftınekumullezine keferu”(NİSA 101) evet geçiyor.
Enes Hoca: Rivayetler varmış ama ayetlere baktığımızda “hafızu ales salavati ve salatil vusta ve kumu lillahi kanitin”(BAKARA 238) “fe in hıftum rıcalen ev rukbana”(BAKARA 239) o korkunun seferdeki veya savaştaki korku değil genel bir korku..
Abdulaziz Bayındır: Genel bir korku olduğu anlaşılıyor.
Enes Hoca:”ve iza darabtum fil ardı”(NİSA 101) diye başlayan sadece seferdeki.
Abdulaziz Bayındır: Onda da “havf” var ama özel bir korku. “İn hıftum en yeftinekullezine keferu”(NİSA 101)
Rasim Hoca: Hocam korkunun genel anlamında alalım. Korku insanın her durumunu takip eden bir durumdur. Diyelim ki oksijen alıyorsunuz. Her an sizi takip eden bir olaydır. Sosyal, ahlaki olaylar da öyle etkisi var, öyle durumu var. Yani korku şimdi çıkıyorsak beş dakika kalmayayım, güzel söyleyeyim, benim bişey gelmesin falan filan, korku insanın..
Abdulaziz Bayındır: Çok kapsamlıdır yani
Rasim Hoca: Evet. İyi manada bir şey. Ona göre de Allah diyor korkarsanız. Yani her an sizi takip eden bir şey var arkanızda.
Abdulaziz Bayındır: Doğru. Korku sadece..
Rasim Hoca: Sadece askeri bağlamıyor. Sizin bir dikkatliliğiniz, sorumluluğunuz söz konusu. Ona göre Allah onu diyor.
Abdulaziz Bayındır: Bazen özel korkular olur.
Rasim Hoca: Özel başka. Ama genel olarak insan bir sorumluluk hisseder.
Abdulaziz Bayındır: Korkudan uzak kalamaz.
Rasim Hoca: Tabi. Canından, korku diyor, korkarsınız. Yani genel durumy takip edersiniz, kendinizi görürsünüz. Benim karşımda sorumlu, kendi karşınızda sorumluluğu görürsenüzse o anlama gelir.
Enes Hoca: Korkulunca kılınacak namazın şekli şemayili ayrı, kısaltılarak yapılması var..
Abdulaziz Bayındır: Burada kısaltma yok. Sadece şekil farklı.
Enes Hoca:”Havf” kelimesi burada şerhdir, ceza cümlesidir farklıdır. Her ikisinde de..
Abdulaziz Bayındır: Orada kasır var, kasredebilirsiniz diyor. İki rekatı bir rekata düşürürsünüz ama burada demiyor.
Enes Hoca: Burada o kasır yok.
Muhammed Bey: Eğer öyle havfınki mesela belli bir korku olması gibi bir tarif verdiniz, mesela insan korku hissettiği zaman. Mesela diyelim camiye girse ayakkabısını kaybedebileceği zaman da öyle yürüyerek namaz kılması doğru olduğu anlaşılmaz mı?
Mehmet Hoca: Şimdi geçerli bir mazeret olması gerekir.
Abdulaziz Bayındır: Adam C.Hakkı kandıramaz, kendini kandırsa bile herkes onu bilir.
Rasim Hoca: Camiye gelen insanlar çoğu zaman korkuyu böyle yaşamla gelen korku. Hayvan geldi üstüme korktum, felaket geldi korktum yani genel manada alınır. Ama burada Allah geniş anlamda diyor.
Abdulaziz Bayındır: İşini kaybetme korkusu da korkudur.
Mehmet Hoca: Zaten “ales salavati salatil vusta” dedikten sonra yani, önemini beyan ettikten sonra insan eğer ona inanıyorsa vicdanı rahat etmez öyle basit mazeretle.
Abdulaziz Bayındır: İnsan kendini gayet iyi bilir.
Enes Hoca: Örfte ona korku denmez.
Abdulaziz Bayındır: Örfte korku denmez evet. Buldu ibareyi tamam.
Fatih Orum: 30:46-31:06 anlaşılmadı.
Abdulaziz Bayındır: Diyor ki; selden kaçar, yırtıcı hayvandan kaçar, borçlusundan kaçar
Fatih Orum: Burada da şey yani parası yok ama bir şekilde onu yakalarsa hapse gireceğini de biliyor.
Abdulaziz Bayındır: Yani korkuyu çok genel almış burada, bizim dediğimiz manada almış ve Bakara 239’a bağlamış. Bakara 239’u mu almış orada?
Fatih Orum: Bilmiyorum.
Abdulaziz Bayındır: Bir dakika! Onu almadıktan sonra neye yarar ki? Bak bakalum Bakara 239’u mu almış?
Yahya Şenol: O tip şeylerde delil kolay olur. Hocalar diyor ki orada ayeti söylemesine gerek yok, zaten biliniyor.
Abdulaziz Bayındır: O zaman öbürünü de söylemesine lüzum yok, zaten biliniyor.
Rasim Hoca: 239. ayet tüm diplomasiye tüm mecaza taş çıkarır. Eğer korkarsanız yaya yahut binmiş, bitti.
Abdulaziz Bayındır: O ayeti yazmış.
Fatih Orum: Ayeti yazmamış da, şöyle diyor, ben onu anladım: (32:19-32:35 anlaşılmıyor)
Abdulaziz Bayındır: Kasem ne?
Fatih Orum: “Evin kasemu”
Abdulaziz Bayındır: “Evin kasemu” evet. Tamam da ayeti yazmamış mubarek adam. Tıpkı bizim anlattığımız gibi anlatmış fakat ayeti yazmamış.
Rasim Hoca: Bilinen bir şey.
Abdulaziz Bayındır: Bilinen bir şey. Herkes biliyor bu ayetleri, vallaha billaha ya! Ya işte zaten fukahanın en çok can sıkıcı tarafı bu. Kardeşim bu Allah’ın dini. Ben sana karşı değil Allah’a karşı hesap vereceğim. Bana yazsana o ayeti.
Mehmet Hoca: Şimdi bunu kendisi yazdığı zaman da alim oluyor, ayet ışığında yazdığı zaman kopya çekmiş olur, o yüzden olabilir.
Abdulaziz Bayındır: Dediğin doğru. Bak şimdi. Ben şimdi şey yaptım, yıllardır bu dergilere makale vermiyorum. Sebebi ne biliyormusun? Kuranı kerimde talak diye bir talak ile ilgili bir yazı yazdım. İşte kuranı kerime göre kadının boşama hakkı diye yazı yazdım. Verdim bizim fakültenin dergisine basılsın diye. Onlar da hakemlere gönderdiler. Hakemler yazmışlar ki bu bilimsel değildir, ancak mesleki dergide yayınlanabilir. Bilimsel değilmiş! Niye? Ayet var içerisinde. İçinde ayet var ya, bilimsel değil.
Abdurrahman Yazıcı: Bakıyorum içinde mesela öyle sempozyumlar var içinde bir tane ayet yok. Hatta öyle onu ima eden bir şey de yok.
Abdulaziz Bayındır: Bilimsel olmuyor işte. Kuran olursa bilimsel olmuyor.
Enes Hoca: Geçende burada Yahya Şenol ile birlikte bir fıkıh talebesiyle ders çıkardık ya. Kuran ilim kitabımıdır Allah’ın aşkına bana söyleyin diye burada şey yapıyor. O zaman sen niye kurana göre yazı yazıyorsun? Mecburen yazıyorum esasen kuran ilüm kitabı değildir.
Abdulaziz Bayındır: Bunlarda mantık bu işte.
Enes Hoca: Kendisi ilahiyatçı doktor. Öyle söylüyor.
Yahya Şenol: AllahTeala şöyle buyuruyor. Git onu sen camide hutbe olarak oku diyor burada okuma bize. Biz biliyoruz diyor o ayetleri. Bana o ayetten biz neyi nasıl anlarız bana onu anlat. AllahTeala şöyle buyurmuştur diye dedin mi diyor, onu hakaret kabul ediyor. Bilmiyormuyum Allah’ın buyurduğunu. O ayeti nasıl anlamışlar, nasıl anlaşılması gerekiyor bana onu söyle diyor.
Mehmet Hoca: Kuranı kerim binbir gece kitabı, kaynak gösterme, kaynak olamaz, kaynak değildir. Kuranı kerime arap edebiyatı için okuyor. Binbir gece hikayeleri var ya. Onun gibi. Delil getiremezsin diyor. Aynen kuranı kerim de öyle diyor. “Esatirul evvelin”.
Abdulaziz Bayındır: Evet, tamam mı? Bir şey okuyalım hiç olmazsa ya. Paragrafı bitirelim evet.
Yahya Şenol: Başka bir derste özel işlemek lazım. Her hafta başlıyoruz iki satır, sürekli başka konulara geçiyoruz. “Salatil havf” meselesi var ya belki burada üç dört ay peşpeşe işlediğimiz oldu.
Abdulaziz Bayındır: Bizim kötü şeyimiz ne biliyormusun? Hep yeni arkadaşlar katılıyor, her söylediğimiz cümle bunlara son derece cazip geliyor. Biz bunu çoktan bitirmişiz halbuki.
Yahya Şenol: Baştan bir daha yapılabilir. Belki biz de yeni şeyler öğrenmiş oluruz.
Abdulaziz Bayındır: Tabi. Mesela biz bir ara burada iktisat ile ilgili toplantılar yapıyorduk. Şimdi sürekli yeni kişiler geliyor. Yarabbim ilerleyemiyorsun!
Yahya Şenol: Salı dersi de öyle değil mi? Fegani çok bozuluyor öyle şeylere. Hergün gelen, Hocam kar payı almak caizmidir? Belki bin defa cevaplanmıştır o soru ama adam yeni geldiği için bir daha soruyor.
Abdulaziz Bayındır: Neyse, ondan sonra biz karar aldık. Dedik ki buraya yeni kimseyi almayacağız. Yeni kimseyi almayacağız dedikten sonra ilerleyebildik. Çünkü bir önceki derste meseleyi anlatmıştık. Bir sonraki adam geliyor, her söylediğin söz ona çok ters geliyor ve bir daha başlıyorsun sil baştan. Bizim bu ders de öyle yani.
Fatih Orum: Bir adam varmış. Eşeği ölmüş. Bütün köylüler gelmişler, işte senin eşeğin nasıl öldü? Anlatmış, dışarıda kaldı, kurt geldi, şöyle yaptı böyle yaptı. Bir iki üç dört, bütün köylüler geliyor . O da şey demiş, ya ben komşulara anlattım siz gidin ondan dinleyin.
Abdulaziz Bayındır: Evet. Şurayı bitirelim.
Mehmet Hoca: Bilenler bilmeyenlere anlatsın.
Abdulaziz Bayındır: Yok yani, soru soranlar son derece haklı da fakat ilerleme olmuyor.
Katılımcı: Valla ben çon soru sormuyorum Hocam. Yeni geldim ama.
Abdulaziz Bayındır: Dinledin galiba sen eski dersleri.
Mehmet Hoca: Her yeni gelenler için geçerli değildir. Her şeyin bir istisnası vardır.
Abdulaziz Bayındır: “Sümme muhafetetün” yani kıraati gizli okuma dediğimiz şey ne? “En yusmea nefsehu: kendine işittirmesidir”. Ağızından çıkanı kulağının işitmesi. “Vel cehru el yusmea gayruhu: cehri okuma da kendi dışındakine işittirmesidir”. Fakat bu beni tatmin eden bir tarif değil.
Abdurrahman Yazıcı: Okuyorlar Hocam, bizi rahatsız ediyorlar.
Yahya Şenol: İllaki yani duyması şart mı insanın okuduğunu?
Abdulaziz Bayındır: Bunlar böyle tarif etmişler.
Mehmet Hoca: Kimileri de imam yardımcısı gibi.
Yahya Şenol: Adam duymuyorsa yandık.
Abdulaziz Bayındır: Zaten diyor bak “ve haza indel fakih Ebi Cafer El Hinduani(rh)” o şahsa göreymiş bu. Ebu Hanife’ye falan göre değil. O şahıs böyle düşünmüş kendisi. “Li enne mucerrede hareketin lisani la yusemna kıraaten” o öyle söylemiş. Ama mesla ayette AllahTeala ne diyor? “la tuharrik bi lisaneke le tace inna aleyha cem’ahu ve kuranehu” o “karaa” da “cem” değil mi?
Mehmet Hoca: Ama o “la tuharrik bi lisaneke” yani okumaya çalışmak demek değil mi?
Abdulaziz Bayındır: Dilini hareket ettirmek.
Mehmet Hoca: Ama dilini hareket ettirmek okumaktır. Yani “lates tacil bil kıraa”.
Abdulaziz Bayındır: Tamam yani “fe iza karaa fettebiu kurane”
Mehmet Hoca: O zaman dilini hareket etmedinmi takip..
Abdulaziz Bayındır: Kuranı nasıl takip edecek?
Fatih Orum: Peki yani “la tuharrik bil acele” yani acele şekilde.
Abdulaziz Bayındır:”Fettebei kurane” nedir onu söyle. Yani şimdi örfde adam kitap okurken sen ağızından çıkan sözü kulağın duymuyorsa kitabı okumuyormu sayılırsın?
Abdurrahman Yazıcı: Hocam rahatsız ediyor onun için.
Abdulaziz Bayındır: Okumuyor sayılır mısın? E bitti o kadar, mesele budur.
Yahya Şenol: İçinden geçirme şeyini bertaraf etsinler diye.
Abdulaziz Bayındır: Belki, belki. Bu demiş ki; “la yusemma kıraaten bi dunissavdi” demiş. Kendi öyle düşünmüş. Demek ki kendisi öyle okuyormuş. Ses olmadan kıraat sayılmaz demiş. “Ve kalel tethiyyu ednel cehri en yusmeu nefsehu” bu da kendine işittirirse diyor, cehri en azdır. Bu Abdurrahman Yazıcı’ın görüşündeymiş. Kendi kulağına duyuruyorsa. “Ve enne muhafeteti” sessiz okumanın en alt sınırı da “tashilul huruf: harfleri doğru çıkarmaktır”.”Le ennel kıraate filul lisani: çünkü okuma dilin işidir”.”Dunes sımahi: kulağın işi değildir”.
Fatih Orum: Bu diğerinden daha zor.
Yahya Şenol: Sadece dille yapmak yeter diyor, duymasına gerek yok.
Fatih Orum: Dille yaptın mı harfi nasıl çıkartacaksın.
Abdulaziz Bayındır: Çıkar bakalım nasıl çıkaracaksın. İçeride kalır o zaman.
Enes Hoca: O olmadan onun yazdığı gibi sadece gönlünden geçirmek daha sevap diyor.
Abdulaziz Bayındır: Bu tarif güzel ama. Evet. “Ve fil lafzil kitabil işarati haza” İmam Muhammed’in kitabının lafzında da yada bu kitabın lafzında da buna işaret vardır diyor. Kuduri diyor evet. Zaten Kuduri de İmam Muhammed’in kitabıdır aslında. “Ve ala hazal asli kulluma yeteallaka bil nutki” buna göredir diyor konuşma ile ilgili olan her şey. “Fettelakı vel itakıl istisnai gayri zalik” bir adam yani şimdi içinden karımı boşadım diye geçirirse karısı boş olmaz. Ama diliyle karımı boşadım der, kulağı duysa da duymasa da karısı boş olur. Kölesini azad etmesi de öyledir. Talakta istisna yapması da, azad da istisna yapması da öyledir diyor.
Enes Hoca: “İn kale imraatihi enti talukun velev yusmeu nefsehu in kale talaku innel kafi talakel in zevanikum”.
Abdulaziz Bayındır: Ona göre olur, ona göre olmaz. Peki C.Hakka göre olur mu? AllahTeala’ya göre ikiside hiç olmaz. Çünkü C.Hakk şahit getirilmesini şart koşmuştur. Zaten onu dinleyen yok.
Enes Hoca: Dilini hareketlendirnek ve harfleri doğru okumak diyor ya, duymasada kıraat sayıyor.
Mehmet Hoca: Kıraat ile talak gibi önemli olan bir konuların ikisi..
Abdulaziz Bayındır: Ne alakası var değil mi? “Vedne ma yucziu minel kıraati fis salati” haftaya inşallah oradan başlarız Allah nasib ederse, bir mani olmazsa eğer.
Fatih Orum: Hanefiler’de şey meşhurdur: işte Hidaye çon zordur. Takip edenler de diyorlardır; gerçekten zor ilerlemiyor.
Enes Hoca: Rasim Hoca’nın dediği şey var. Orada bir şey yanlış anlaşılabilir.
Abdulaziz Bayındır: Söyle.
Enes Hoca: Namaz iki şekilde kılınır: ya fiziksel ya zihinsel. Bu olmasa da olur dedi. Böyle değil aslında. Her ikisi olur, havf olduğu zaman fiziksel tarafı kaldırılır, zihinsel tarafı kalır.
Abdulaziz Bayındır: O da aynı şeyi söyledi.
Enes Hoca: Ya o, ya bu diye bir şey..
Abdulaziz Bayındır: Yok, ya o ya bu demedi. Dedi ki; zihinsel namaz mutlaka olacak dedi.
Enes Hoca: Öyle dediyse tamam.
Abdulaziz Bayındır: Yani her halukarda olması lazım. Esas olan Allah’n karşısında içten saygıyla zikirde bulunmaktır. Ama bunu şekle göre yapabiliyorsan öyle yapmak zorundasın. Yapamıyorsan gene yapacaksın ama yapabildiğin kadar. Öyle söylüyor yani.