Enes Hoca: Gördüm bizim ilmihal kitabında. Orada diyor ki; farzı Allah rızası için kılarız, farzı kılmazsak Allah sorguya çeker. Sünnetleri kılmazsak Peygamber(as) kıyamet günü bize kızar diyor. Aynen bu şekilde.
Abdulaziz Bayındır: Bizim kitaplarda da öyle yazılı.
Katılımcı: Öyle öğretildi bize sünnetin karşılığı itap,farzın karşılığıysa ikap.
Abdulaziz Bayındır: İkili bir ilah anlayışı, yani şirk anlayışı.
Haşim: Peygamberimiz onlara şey edecek değil yani. Sen neden sünneti kılmadın, bana aittir. Gene Allah tarafından itap gelecek Peygamberimiz tarafından değil.
Abdulaziz Bayındır: Delili?
Haşim: Doğru olup olmadığı bir tarafa, yani Enes Hoca dedi ki; işte, namaz kılmayanı Allah cezalandıracak, diyecek sen neden namazı kılmadın. Sünneti kılmayan da Peygamber diyecek sen neden sünneti kılmadın, ben öyle anladım.
Enes Hoca: Öyle. Peygamber itap edecek.
Katılımcı: O zaman şöyle bir şey olmaz mı? Mesela o zaman C.Hakk sorumlu tutmadığı bir şey için Peygamber adına biğe kızacak gibi bir şey oluyor o zaman. Doğru kılınmadığı içim.
Haşim: Doğruluğuna falan burada bir şey demiyorum. Doğrumudur, değilmidir, böyle bir şey olmalı mı olamamalı mı? Sadece itabın peygamberimize ait olmadığını, onu diyorum.
Abdulaziz Bayındır: Tamam sen öyle söylüyorsun da kitaplara da öyle yazmak lazım. Aslında bu meseleleri tamamen kitaplardan çıkarmak gerekiyor. Bunlar son derece..
Katılmcı: Teravih neredeyse geçmiyor. Daha sonlarda bir yerde geçiyor. Nafile namazlarda zaten bahsetmiyor.
Abdulaziz Bayındır: Hangi kitap bu?
Aynı Katılımcı: Şafi’nin. Nafileler arasında saymıyor. Farzlar arasında zaten yok. Şuralarda bir yerde sadece bahsediyor.
Yahya Şenol: Şey var hocam şimdi. Bu namazın terkiyle ilgili olan hadislere baktığımız zaman, farzı terkedenlere çok büyük tehditler içeren hadisler var. Ama sünnet meselelerine gelince bu sefer kılanlara da çok büyük vaad olduğundan bahsediyor.
Abdulaziz Bayındır: O kadar. Terkedene bir şey yok.
Yahya Şenol: Farzı terkedene, şirke düşme, küfre düşmeye bu kadar büyük tehditler var, ama nafileyi anlatırken Peygamber efendimiz, kim kılarsa işte Allah ona cennette şöyle verir, cennette böyle verir falan.
Abdulaziz Bayındır: Sadece teşvik.
Yahya Şenol: Teşvik babında, mükafatını öne çıkarıyor. Ama farzı kılarsan işte şöyle olur falan. Bunu zaten yapmak zorundasın, terkedersen..
Enes Hoca: Farzın mükafatının verildiğini bilmiyorum ben.
Yahya Şenol: Ne var: günahlar affedilecek.
Abdulaziz Bayındır: “İnnel hasenati yuzhibnes seyyiat”(HUD 114) diyor ya.
Yahya Şenol: Sünnetde mükafat vaad ediliyor sürekli. Yapıldığında artı getirecek şeyler.
Abdulaziz Bayındır: Yapılmadığı zaman herhangi bir şey..
Katılımcı: Herhangi bir zorunluluk kalbi olarak oluyor Hocam. Peygamberimiz şefaat edecek dedi ya kıyamet günü. Şimdi orada onu üzmemek lazım. Yani şimdi bak sen sünneti kılmadın, sen şimdi şefaati zor alırsın.
Abdulaziz Bayındır: İşte orada ne olmuş oluyor? Peygamberimiz şefaat konusunda kendisi yetkili gibi anlaşılıyor. Ama öyle bir olay yok. “Men zellezi yeşfeu indehu illa bi iznih”.(BAKARA 255)
Enes Hoca: Sünneti kılmadığımızı nereden bilecek kıyamet günü mesela?
Abdulaziz Bayındır: Nereden bilecek? Hesabı o mu soracak? Yani burada çok ciddi bir inanç kayması söz konusu. Tabi kabul edilemez şey var. Kitaplara kadar da geçmiş malesef. Peygamberimiz bir kere (sav) kendiliğinden hiç kimseye bir şey konuşamaz. “La yetekellemune illa men ezine lehur rahmanu ve kale sevaba”(NEBE 38) Allah izin verecek de işte şu şahısla alakalı şefaat yapabilirsin diyecek. Sınırını da C.Hakk belirleyecek ve Peygamberimiz öyle yapacak. Karar Peygamberimize ait değil ki şefaat konusunda. Sen gel, sen gel, hadi sen git dese. Öyle bir şey yok, bu mümkün değil.
Katılımcı: Hocam belki yeri değil şu anda ama aklıma geldi belki sormak imkanımız olur mu bilmiyorum. Mesela biz dersleri falan dinliyorum internette. Oradan rızkın yayılmasıyla alakalı olarak, onunla şey olarak mesela “allahu yebsutur rızka”(RAD 26) onunla şey olarak mesela “vallahu faddale ba’dukum ala ba’din fir rızkı”(NAHL 71) ayetinin izahı ne şekilde anlaşılmalı. Yani birisinde rızkı yayar, birisinde de Allah rızık konusunda bazınızı bazınıza üstün.
Abdulaziz Bayındır: Tabi mesela bir yer var ki, bizim köyde en büyük tarla bir başka yerde, en zenginin tarlası bir başka yerde en fakirin kabul etmeyeceği kadardır yani. Bizim köyde öyledir yani. Çünkü her taraf dağ her taraf taş. Bize anlatırlar, işte Tortum. Arabayla giderken siz bahçenizi gösteremezsiniz, çünkü gösterene kadar orayı çoktan geçmiş olursunuz. Yaya giderken ancak gösterebilirsiniz. Biraz unutsanız, gene geçmiş olursunuz.
Katılımcı: O kadar az yani.
Abdulaziz Bayındır: Tabi o kadar küçücük yerler. O kadar küçük. Ama bazı yerlerde de şu kadar dönüm, bu kadar dönüm diyorlar. Bizim köylüler duyunca şaşırıyor, bunlar yalan mı söylüyor acaba diyor. Bu kadar büyük arazi olur mu bir adamda? Böyle yani, olur. Birisi petrol çıkarır, birisi altın çıkarır. Birisi Sakarya ırmağının kenarında olur, birisi de efendim falan çölün ortasında olur, aynı değil ki. Ama her ikisi de çalışmadan rızık sahibi olamaz.
Katılımcı: Bazen şey oluyor: dededen kalıyor adama, hiç çalışmıyor.
Abdulaziz Bayındır: O kendinin değil. “Ve en leyse lil insani illa ma se’a: kişinin kendi çalıştığından başkası kendinin değil”(NECM 39) o başkasına ait olan. O da kendisi bir takım işler yapmışsa o kısımdır ona ait olan.
Katılımcı: Namazla ilgili az evvel Yahya Şenol Hoca bir şey söyledi. Farzlarla ilgili cezaları söylerken, sünnetleri işleyene sadece bir sevap. Hadisi şerifte de farz namazları terk etmenin küfürle eşdeğer olduğu hadisi şeriflerde benzer.
Abdulaziz Bayındır: Bir kere namaz kılmamak diye bir olay bir müslüman için söz konusu değil. Böyle bir şey olamaz. Ama nafileyi kılarsan sevap alırsın, kılmazsan günah almazsın. Bir adama niye nafile kılmıyorsun denmez. Ama bir adam müslümansa mutlaka farzını kılmak zorunda.
Katılımcı: Niye nafile kılmıyorsun değil niye takken yok bile diyorlar.
Katılımcı: Hocam bizim meslekte mesele çok böyle birebir enteresan olaylar oluyor. Mesela ben yatsı namazından sonra bazen, şimdi bulunduğum camide değil de daha önce bulnduğum cami daha küçüktü. Orada mesela yatsıdan sonra bazen “amener resulu”yu okumazdım. Mesela adam geldi dedi ki; hocam olmadı bu akşam namazımız. Bunu bire bir yaşıyoruz biz yani . Niye dedim. “Amener resulu”yu okumadınız Hocam. Bana gönül koydu bu adam. Epey bir zaman camiye gelmedi.
Abdulaziz Bayındır: “Amener resulu”suz camiye gidilir mi?
Katılımcı: Hocam adam günde bir defa sadece orada duyuyordur. Belki o manada söylemiştir.
Abdulaziz Bayındır: Evet, şimdi burada yanlış eğitimin tabi etkisi var. Bu insanlar, diyorsun ki takkesiz olmaz diyorsun. Tabi imamı mihraba sarıklı cübbeyle geçirirseniz, kılık kıyafetin büyük bir önemi olduğu anlaşılır. Adam, bakıyorsun ki başından başlığı çıkarıyor cebine koyuyor, buradan takkeyi çıkarıp başına takıyor, namazını kılıyor. Sonra takkeyi çıkarıp buraya koyıyor, sonra başlığı tekrar başına takıyor. Bu ne kadar büyük külfettir. Sanki iyi bir şey yapıyormuş gibi. Halbuki Peygamberimiz(sav)’in namaz için herhangi bir kıyafet kullandığına dair bir bilgi var mı? Duydunuz mu şu ana kadar?
Mehmet Hoca: Namaz için eğer daha çok eskiden okuduğum. 82 civarında okuduğumuz şey var, yani namaz için elbise olsa diye. Daha sonra Peygamber(as) zamanında kimin iki elbisesi falan var diye. O hadis doğru değil diyen var ama böyle bir rivayet
Abdulaziz Bayındır: İki kat elbiseniz olsa da keşke birisiyle namaz kılsanız falan diye ama o şey değil. Mesela Peygamber efendimiz(sav) mescide girdiği zaman, işte gidipte şu dolaptan şunu aldı, giydi yada cebinden şunu çıkardı yada işte elbiselerinde şu gibi değişiklikler yaptı diye rivayetler var mı? Yani dışarıda dolaştığı elbisenin dışında bir elbieyle mi geçti.
Katılımcı: “Ya beni ademe huzu zinetekum inde kulli mescidin”(ARAF 31)
Abdulaziz Bayındır: Hayır o başka. Zineti de var işte, dışarıda da zinetsiz dolaşmıyor. Zinet elbise demektir. Vücudu örten elbise manasına geliyor.
Katılımcı: Şu olabilir mi Hocam: namaz için özel, temiz bir elbise.
Abdulaziz Bayındır: Tabi , onu öyle yorumluyorlar zaten. Temiz elbise diye yorumluyor. Çünkü dışarıda işte güçte kullandığınız. Ama o da zayıf kabul ediliyor. Çok zayıf kabul ediliyor.
Katılımcı: Sarıkla kılmanın 27 derece fazls sevabı var gibi bir takım şeyler var.
Abdulaziz Bayındır: Evet, hadislere geçmiş malesef.
Yahya Şenol: Tirmizi’de falan geçiyor o hadis.
Abdulaziz Bayındır: Buhari’de de var, işte müslüman ile şeyin arasındaki fark sarıktır diye. Halbuki Ebu Cehil’in de sarığı vardı yani. Neyse o şey değil. Sarık da bugün bizimki gibi sarık değil. Yada Osmanlı sarığı da değil. Onların sarık dediği, zaten başlarına o sıcaktan kendilerini korusun diye örttükleri bir örtü var.
Enes Hoca: Baş örtüsü. Koruyor başını.
Abdulaziz Bayındır: Böyle kapalı yere geldikleri zaman her taraflarını kapatmıyorlar da onu etrafına sarıyor ki buralar açık kalsın. Yoksa böyle sarık falan değil o.
Mehmet Hoca: Sardığı için sarık deniyor.
Abdulaziz Bayındır: Heh. Sardığı için sarık deniyor. Yoksa bizim Osmanlı sarığı tamamen işin süsüdür. Başını örtüyorsun, bunun hiç bir anlamı yok. Ama araplardaki o örtünün ciddi bir anlamı var. Adam sıcaktan koruyor kendisini, tozdan koruyor. Herhangi bir yerde de yemek yiyecekse altına şey yapıyor, yani oturuyor, oturduğu yerde üzerine şey yapıyor. Hatta bir adam ölse kefen bile olabiliyor. Çok kullanışlı çok maksatlı bir bez parçası. Hatta biliyorsunuz bu Sudanlılar, Nijeryalılar çok daha kalın yaparlar. Daha büyük yaparlar.
Katılımcı: Namaz aracı yani.
Enes Hoca: Kadınlarınkisine hımar, erkeklerinkisine imame deniyormuş. O da başının tamamını örtülecek büyüklükte olduğu için.
Abdulaziz Bayındır: Yani “hamme” manasına
Enes Hoca: Nur suresinin 31.ayeti indikten sonra kadınlar erkekler gibi topluyor başörtülerini, bu engellenmiş, yasaklanmış. Buralara kadar bırakmasın. Ama erkekler eskisini nasıl yapmışsa öyle yapıyor. Bazıları yanaklarının altından topluyor, bazen başının üzerine öyle örtüyor.
Abdulaziz Bayındır: Dışarıda örttükleri o örtüyü başlarında topladıkları için sarık diyorlar. Sarık değil aslında. Ama kadınlar da bunu topluyorlarmış. Nur suresi kadınların onu toplamasını yasaklamış. O kadar.
Abdurrahman Yazıcı: Hocam 70 rekattan daha sevapmış diye bir şey sarıkla kılınan namaz. 27 değilmiş, 70.
Abdulaziz Bayındır: Onlar Tac da geçer genellikle o hadisler. Peki tamam konu bitti mi anlatacaklarınız? Peki sen gidebilirsin.
Mehmet Hoca: Farz, nafileyle ilgili. Namaz birbirinden çok farklıysa, farklı namazlarda birbirine uymak yasak diyor.
Abdulaziz Bayındır: Farklı dediğiniz ne?
Mehmet Hoca: Mesela biri salatı kusuf kılıyormuş, biri salatı husuf kılıyormuş.
Abdulaziz Bayındır: Birisi husuf namazı kılıyor, biridi kusuf namazı kılıyor.
Mehmet Hoca: Bu şekildeki namazlarda..
Abdulaziz Bayındır: Nasıl oluyor bu?
Katılmcı: Nasıl oluyor,ikisi aynı anda gelirse..
Abdulaziz Bayındır: Hayır, şimdi orada şu olabilir bak, şimdi güneşle ay kaybolurken, güneş arkaya geçti mi ay der ki; dur ben. Bir birleriyle şey yaparlar. O, onun önüne geçer, o onun önüne geçer, olabilir o. Yok canım, aralarında bir münafasa olur. Bak şimdi aynı anda hem ay hem güneş tutulmaz.
Abdullah Bayındır: Öyle değil ama. Salatı kusuf kılıyor birisi, öbürü geliyor arkadan zannediyor ki, mesela öğlenden sonra diyelim güneş tutuldu. Öğlen kılınıyor zannedip durursa? Çift rüku var.
Abdulaziz Bayındır: Öyle demedi ama.
Mehmet Hoca: Biri salatı kusuf kılıyor, biri cuma namazı kılıyor.
Abdulaziz Bayındır: Abdullah Bayındır’ın dediği gibi.
Mehmet Hoca : “Fe in kane yehte salate tuhalitil uhra fil efal salatı kusuf ev cuma halfu men yusalli gayraha ve salatı gayraha vera emma yusallihima venhasıhru vahide” diyor. Bu konudaki rivayet caiz değildir diyor.
Abdulaziz Bayındır: Caiz değildir. Çünkü o namazda iki kere ruku yapıyorlar değil mi? Farklı bir namaz o kusuf namazı. Hambeliler farklı kılıyorlar. Onun için şekil farkı varsa diye okudunuz az önce. Normal iki rekat olsa şekil farkı yok onda. Şimdi bu konu da okunmuş oldu. “Yusallil muteneffilu halfel muftarıdi”. Bunu okumuştum değil mi zaten az önce. “Nafile namaz kılan kişi farz namaz kılan” yok, okumamıştık orayı. Nafile kılan farz kılana uyar diyor. Onda ihtilaf yok. Ama burada.