Abdulaziz Bayındır: Bir ramazan-ı şerifi arkamızda bıraktık. Orucumuzu tuttuk. C. Hakk, tekrarını nasib eylesin ve tüm ömrümüzü O’nun rızasına uygun geçirmemizi nasib eylesin. Bayramımızı da yaptık. Biliyorsunuz ramazan ve kurban bayramları sadece bize mahsus iki bayram değil Adem(as)’dan itibaren herkesin bayram yaptığı günlerdir. Çünkü ramazanın başındayken yapmış olduğumuz bir derste, ramazan orucunun bizden önceki ümmetlere farz kılındığı gibi bize farz kılındığını gösteren ayeti okumuştuk. “Ya eyyuhallezine âmenu kutibe aleykumus sıyâmu kemâ kutibe alellezine min kablikum”(BAKARA 183) Sizden öncekilere nasıl farz kılındıysa oruç, size de aynı şekilde farz kılınmıştır. Tabi orucun bitiminde bir iftar var. Biz, iftar kelimesini güneş battıktan sonra orucu bozma anlamında kullanıyoruz ki Arapça’da da o anlamda kullanılıyor. Ama bir de ramazandan iftar dediğimiz “fıtr” günü. O gün, ramazan orucu tutumuş olan yada tutabilecek durumda olan kişilerin bir miskini/çaresiz kalmış bir kişiyi doyurma görevleri de var biliyorsunuz. “Ve alellezine yutikûnehu fidyetun taâmu miskin”(BAKARA 184) diyor Allah Teala. Oruca güç yetirenlere bir de fidye gerekir. Çaresiz kalmış bir kişiyi doyurma. “Fe men tetavvea hayran fe huve hayrul leh”(BAKARA 184) diyor. Ama kim daha fazlasını verirse kendi hayrına olur. Ama asgari görev, çaresiz kalmış bir kişiyi doyurabilecek bir yardımda bulunmaktır. Bu ne demek oluyor? Ramazan- şerif “ve alellezine yutikûnehu” diyor, ramazana gücü yetenlerin bir miskini doyurmaları gerekir. Ertesi gün, ramazanın bittiği gün bayramın birinci günü, güneşin doğması ile birlikte bitmiş oluyor. E orada miskinlerin doyurulması kelimesini kullandığınız zaman “taâmu miskin”, adamı çağırırsınız yemek yedirirsiniz, doyurursunuz. Doyuracak kadar bir şey de verebilirsiniz. Yani bugün Türkiye’deki uygulamada olduğu gibi. E şimdi Allah’ın bu emrini yerine getirirken adamı çağırdığınız zaman “ben oruçluyum” derse ne olur? Olmaz değil mi? Onun için bayramın birinci günü oruç tutmak Resulullah(sav) tarafından yasaklanmış değil mi? Öyle bir hadis var. O hadisleri bir oku.
Enes Alimoğlu: Ömer(ra) diyor ki “haza yevmani nehyi resulullah(sav) savmihima yehmi fıtrikum min savmikum vel yevmullezine te’kulune fihi nuskikum” diyor.
Abdulaziz Bayındır: Yani şu iki günde diyor, Resulullah(sav) oruç tutmayı yasaklamıştır. Birisi fıtır gününüz yani orucun bittiği gün. Ramaza orucundan çıktığınız gün diyelim. Yani bizim, bayramın birinci günü dediğimiz gün. Bir de şu kurbanı kestiğiniz gündü değil mi? Etinden yiyeceğiniz gün. Ondan sonra bir de üçgün, eyyamı teşrik var. Bu günlerde de oruç tutmayın çünkü bunlar yeme içme günleridir. Şimdi burada bu konu şu açıdan önemli: Resulullah(sav)’e ait herhangi bir söz Resulullah’a aittir deniyorsa hiç bir zaman çalakalem reddedilmez. Biliyorsunuz yani şimdi zamanımızda bir çok şeyler var. Yani insanları İslam dininden tamamen uzaklaştırmak için çok büyük organizasyonlar var. Bunu gayet iyi biliyoruz. Ve İblis’in de doğru yolun üstünde oturduğunu da biliyoruz. Elbetteki İslami kavramları kullanacaklar. Şimdi bakıyorsunuz ki önce Allah’ın resulünü devre dışı bırakıyorlar. Çünkü Kur’anı devre dışı bıraktığınız zaman bu olmaz. O zaman siz, kendiniz devre dışı kalırsınız. Resulü devre dışı bırakmak için uydurulmuş bir kaç tane hadisi öne alıyırlar. Onunla kendilerini haklı çıkaracak bir söylem geliştiriyorlar, arkasından da ne kadar Resulullah’tan gelmiş hadis varsa hepsini çöpe atıyorlar. Bu, birinci adım. İkinci adımda da Allah Kur’anda her şeyi açıklamış, açık olan şeye ne ihtiyaç var gibi tam bir şeytani yolla hareket ediyorlar. Tamam her şey açık, güzel. Tarlada patates var. Gayet açık ve net. Hadi al da ye bakayım. Al da ısır. Kapalı bir tarafı var mı patatesin? Toprağın altındaysa da elinle karıştırır çıkarırsın. Al da ye bakayım yiyebiliyormusun? Şimdi çok oyunlar yapılıyor. Allah’ın resulünün bize örnek olması, bize hikmeti öğretmiş olması tamamen kaybolmuş vaziyettedir. Dolayısıyla ben bu dersimizin asıl konusu bugün nafile oruçlar ama bu konularda da sorular sorulduğu için onu da söylemek istiyorum. Yani Resulullah(sav)’in O’na ait olduğu söylenen bir söz, hiç bir zaman çalakalem reddedilemez. Üzerine çok dikkatle durulması lazım. Eğer kavrayamamışsanız bir kenarda dursun dersiniz. Ama bazı şeyler var ki yanlış olduğu çok açık ve net. Mesela işte “birisinin bir başkasına secdesi caiz olsaydı kadının kocasına secde etmesini emrederdim”. Bunun olması imkansız. Artık bunun üzerinde durmanın bir anlamı yok yani. Bunun gibi bir çok sayıda şeyler var. Yok efendim Resulullah(sav) bir bayram günü gelmiş kadınlara demiş ki; “aklı ve dini noksan olanlar içerisinde, sizin kadar bir erkeği yoldan çıkaranı görmedim”. Öyleydi değil mi ifade? Şimdi demek ki aklı ve dini noksan olanlar diye bir taife var. Bunların hepsi erkekleri yoldan çıkarmak için uğraşıyorlar. Bunlar diyelim 10 taife. Bunlar içerisinde kadınlar daha başarılı oluyor. Bir numara. Peki o diğer guruplar kim? Yani aklı ve dini noksan olan? Peki aklımızın noksanlığı ne? İki kadın, bir erkeğin yerine geçer. Öyleyse, madem iki kadın bir erkeğin yerine geçiyor, o zaman kadınlar, erkekler günde beş vakit namaz kılıyorsa kadınlar iki kılmalı. Madem yarısıdır, değil mi? Erkekler mallarının kırkda birini zekat veriyorsa, onlar da seksende birini zekat versinler. Böyle çok bariz şeyler var. Efendim neymiş “siz, adetli iken oruç tutmuyorsunuz, namaz da kılmıyorsunuz”. Peki oruç tutmamak ve namaz kılmamak bunların kendi kişisel tercihleri mi bu geleneksel anlayışa göre? Eğer dinin emriyse dinin emrini yerine getirmek ne zaman dinin noksanlığı oldu? Bunlar çok açık. Böyle saçma sapan şeyler. Bazılarının hesabına geliyor. Ama onun dışında işte ramazan bayramında ve kurban bayramında oruç tutmak haram. Ne haramı efendim, var mı Kur’anı kerimde? Tabiki Kur’anı kerimde var. İşte şimdi şu anda bir mikrofondan konuşuyorum. Bu mikrofon tabiatta var mı? Elbette var. Tabiatta olmayan bir şeyi buraya gerirmiş değiller ki. Ama büyük bir teknoloji ile üretilmiş ve buraya kadar gelmiş. Resulullah(sav)’in de söylediği bir söz, mutlaka O’nun kurandan çıkarmış olduğu bir hikmettir. İşte madem C.Hakk diyor ki; miskini doyuracaksınız diyor. E miskini doyurma kelimesini dediğiniz zaman yani bunun en nazik olanı sofrana alıp doyurmaktır. Misafir etmektir. Sen yemeyeceksin, ona da yedirmeyeceksin hiç hoş bir şey değil yani. İkincisi de orucu tamamlamış olduğunu bir şekilde göstermen lazım. Oruca ters işler yapman gerekiyor, ona da fıtr deniyor. Dolayısıyla bu, son derece yani Kur’anı kerimde olanı Resulullah(sav), bizim hemen Kur’anda bulamayacağımız cümlelerle bize söylemiş. İkincisi, kurban bayramı günleri. Kurban bayramı günleri ile ilgili olarak daha önce anlatmıştık hani, Hıristiyanlar’ın da paskalya bayramı var. O da ramazan bayramı. Onlar, işte kırk günlük bazılarında elli günlük bir perhizden sonra o bayramı yapıyorlar. Kurban bayramı da Adem(as)’dan beri olan bir şeydir. AllahTeala, mesela İbrahim(as)’a kabeyi bina ettirdiği zaman diyor ki; “insanlar arasında haccı ilan et” diyor. İnsanlara “gelin hac yapın de” demiyor. Haccı ilan et diyor. Artık hac yapılacak noktaya gelindi. Herkes zaten haccı biliyor. Ondan sonra gelsinler buraya diyor. “Li yeşhedû menfia lehum: kendi menfaatlerine şahit olmaları için. Yani hac varsa orada bir de panayırlar kuruluyor zaten tarihin eski yıllarından beri. Artık onu da kurgulayacaklar. İşlerini, ticarerlerini yapsınlar. “Ve yezkurusmallâhi fi eyyâmin mâ’lûmatin alâ mâ rezakahum min behîmetil en’am”(HAC 28) “günde” demiyor, “günlerde”. En az üç olur. Daha fazla da olabilir. İşte “yevmul atha” ve “eyyami teşrık” dedikleri, toplamı dört günden ibaret olan, bizim, hepsine de kurban bayramı günleri dediğimiz günler. O günlerde diyor, Allah’ın adını, kendilerine diyor rızık olarak verdiğimiz en’am cinsi hayvanlar üzerine ansınlar. Koyun, keçi, sığır, deve. Yani kessinler. Peki kestik ne olacak o zaman? “Fe kulû minhâ: siz yiyin”. E orucum! Olur mu? Yani yiyin diyor AllahTeala? Gündüz kesecksiniz hatta ne zaman yiyeceğimizi de söylüyor. Bak mesela 36.ayetinde “vel budne cealnâhâ min şeâirillâh” bedence gelişmelerini tamamlamış, daha hoşuma gidiyor yani insanların buluğa ermiş olması gibi yani. Senesini tamamlamış. Ona “musin” deniyor Arapça’da. Gelişimini tamamlamış, işte kapak atmış deniyor, işte yavru yapabilecek. Dişlerini deştirmiş falan evet. Bedence gelişmesini tamamlamış hayvanları da sizin için diyor Allah’a kulluğun simgelerinden yaptık. Onlar sıra sıra dururken diyor üzerine besmele çekin. Eski dönemi düşünün: güneş battıktan sonra hayvanlar kesilebilir mi? Bugün elektrik var, mezbaalarda bugün kesersiniz. Eskiden mümkün değil yani. Köylerde de bugün gene mümkün değil. O zaman sıra sıra dururlarken Allah’ın adını üzerlerine anın. Ondan sonra? “Fe izâ cenebet cunûbuhâ: ne zaman yanları yere yapışırsa “fe kulû minhâ: hemen ondan yiyin”. Hayvanı kestin, yere: ye diyor Allah. “Orucum ya Rabbi” denir mi orada? Sadece ye demiyor. Başka ne diyor? “Ve at’ımûl: yedirin” diyor. “El kânia vel mu’terr” yani olmasa da olur diyene de yedirin. Yani olmasa da olur diyene de yedirin. Yani “bana vermesniz de olur, sen başkasına ver”. Yok, sen de ye. Biz ne diyoruz ona? Eşe dosta yedirin diyoruz değil mi? Bir de “vel mu’terr” sıkınıda olan yani maddi sıkıntısı olan kişilere de yedirin. Ee? O gün oruçlu olursanız bu emri yerine getirebilirmisiniz? Ve “günler” diyor, “gün” demiyor. Dolayısıyla demek ki ramazan bayramında oruç tutmak, kurban bayramı günlerinde oruç tutmak Allah’ın bu emirlerine ters geliyor. Resulullah(sav)’in söylediği de budur. “Kur’anın neresinde var?”. Ee çok güzel. Neresinde var? Tamam. Biz hep söylüyoruz; sırtında gömlek var. Hangi ağaçta yetişiyor bu gömlek? Hiç. O zaman gömleksiz dolaş. Geçmişten gelen yanlışları ortaya koyduğumuz zaman bazıları çok aşırı gidiyor. Efendim işte Kur’anı mubin her şeyi ortada olan bir Kur’andır. Ne demek mubin? Efendim şeyi yok, batınilik dedikleri. Aslında bu işin bir de batıni manası vardır diyenler var değil mi? Sırlar! Kur’andan bir takım sırlar çıkaran. Rakamları ortaya koyuyor. İşte sırlı kelimeler vardır diyor. İşte şunu da ilave edersek bu çıkar, bunu yaparsak bu çıkar gibi bir takım ebced hesabı ile Kur’anı kerimi kendi keyiflerine göre konuşturanlar var biliyorsunuz. İşte bunun batınında şu şu anlamlar var, sen zahirine ne bakıyorsun diyenler var. Öyle değil. Açık ve net. Açık net ama bu işin bir metodu var. Yani şimdi mutfağa gittin, her türlü yiyecek maddesi var çok güzel. Un var, yağ var, şeker var ama helva yapacak birisi yoksa unu yiyemezsin. E şekerden bir iki tadımlık alırsın ama helva diye bir şey asla yiyemezsin yani. O malzemelerden hiç bir zaman yemek pişiremezsin. Bir müddet sonra o malzemeleri ya bir başkasına verecksin yada çöpe atacaksın. Kur’an’ın ondan farkı şu var: Kur’anı Kerim, hiç bir zaman çöpe atılamaz. Bu şekilde de istifade edersin. Okursun, elbette ki istifade edersin. Ama toplumun ve dünyanın problemlerine çözüm üretmen, kendi kişisel problemlerine çözüm üretmen mümkün olmaz. O çözümü üretmek için gereken ekiplerin kurlması lazım. Şimdi sonuç olarak: çok ileri giden kişileri görüyoruz ve bizleri de referans veriyorlar. İşte Hocam böyle değil mi? Öyle değil kardeşim, öyle değil. “Ben Kur’an’dan bir şey çıkaramadım”. Çıkaramazsın! Kur’an’dan istifade edersin güzel. Sen, elma yersin ama elmadan marmelat yapamazsın kardeşim. Elmadan bir şey yapamazsın yani. Reçel yapamazsın. Onu yapabilmek için o işin uzmanı olman lazım. Ispanak, tamam güzel. Ispanağı getir. Pişirmeden yiyebiliyormusun? “Yerim”. E ye tamam buyur afiyet olsun. Yiyorsan ye. Hakikaten böyle şey yapıyorlar çok. Şöyle bir şey var: bir şeyler söyleniyor, geleneksel hatalar. Kur’an’a açıkça aykırı olan hatalar var. Uzunca yıllar hocaların karşısında kendisini ezik hissetmiş olan kişiler, hocaların bir yanlışını bulduğu zaman bu defa kendilerini de hoca hatta hocanın da üstünde kabul ediyorlar. Başlıyorlar bu defa kendileri büyük hatalar yapmaya . Evet şimdi bu demek ki yani Resulullah(sav)’in söylediği bir sözün, Kur’an’i temelini bulmak öyle kolay bir iş değil. O ciddi bir uzmanlık ister. Ve işi de uzmanı olan kişilere bırakmak lazım. Mesela neydi şeyde? Bir ayet vardı. “İzâ câehum emrun minel emni evil havfi” diyor. Yani güvenlik ve korku ile alakalı bir iş geldiği zaman kendilerine “ezau bihş” hemen onu yayarlar. Yani duydukları sözü hemen yayıyorlar. İster güvenlik ile ilgili olsun iste korku ile alakalı olsun. Ama böyle yapmasalar da “ve lev raddûhu ilâl resul” gelip de bunu Resul’e anlatsalardı “ve ila ulul emri minhum” bir de kendi içlerinden bu konularda görüş ortaya koyabilecek kişilere söyleselerdi “le alimehumullezine yestennitûnehu minhum” onların içerisinde bunun kaynaklarından çıkarabilen, ilgili delillerden hüküm çıkarabilecek olan yani hikmeti çıkarabilecek olan kişiler kesinlikle bilirlerdi diyor. “Ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhû letteba’tumuş şeytâne” eğer Allah’ın sizin üzerinizde ikramı ve rahmeti olmasa elbetteki şeytana uyardınız, “illa kalilâ”(NİSA 83) az bir kısmınız hariç. Yani demek ki duyduğunu, gördüğünü derhal kendisine göre değerlendirenlerin yaptıkları doğru olmuyor. Yani herkes kendi haddini de bilmek zorundadır.
Peki şimdi bu nafile oruçlarla ilgili, nafile kelimesini biliyorsunuz. Nafile, ek görev manasına geliyor. Türkçemiz’de nafile, boş anlamına gelir. Ne söylersen nafile deriz. Yani kimsenin dinlediği yok. Boş söz manasına gelir. Yada boş iş manasına gelir ama dini terim olarak, farz yada vacip olmayan ama yaptığınız zaman sevap kazanacağınız, yapmadığınız zaman da günah kazanmayacağınız ibadetler anlamına geliyor. İşte nafile oruçlar da farz, vacip şeklinde nitelendiremediğimiz oruçlardır. Şimdi onunla ilgili hadisleri Enes Hoca’dan dinleyeceğiz.
Enes Alimoğlu: Nafile oruçlar konusunda bir kaç tane hadis var. Ben, bunları tertipledim. Birincisi, bu şevval ayında, şimdi şevval ayında olduğumuz için. Şaban ayında 6 gün oruç tutmak mustehabtır denir.
Abdulaziz Bayındır: Mustehab ne demek? “Hub” sevgi demek. Mustehab, yaparsan güzel olur demektir. Yapmazsan bir eksiğin olmaz ama yaparsan güzel olur.
Enes Alimoğlu: Şöyle bir hadis var Müslim’de. “Men same ramadane summe edbahu sitten min şevval kane kesia dehri”.
Abdulaziz Bayındır: Müslim’de geçen bir hadis. Kim ramazan orucunu tutar, altı gün de şevvalde tutar ise sanki bir yılı oruç ile geçirmiş gibi olur. Siz bunu genel bilgilerinizle nasıl değerlendirirsiniz? Allah, bir günlük ibadete kaç günlük sevap veriyor? On gün. Peki bir ay tuttuk ramazanı, kaç ay tutmuş gibi sevap alırız? 10 ay. Geriye ne kaldı? İki ay kaldı. Peki 3 gün kaç güne bedeldir? 30 güne değil mi? 6 gpn de 60 güne. 60 gün kaç ay eder? İki ay. Öyleyse ramazanı tuttuğun zaman 10 ay. 6 gün daha tuttuğun zaman 60 gün. E tamamı? 12 ay. AllahTeala’nın vaad ettiğidir bu zaten. Tutmuş gibi olur diyor. C. Hakkın vaad ettiğidir. Bakn bu, Resulullah’ın sözü olduğu belli yani burada. Bir yılı oruçlu geçirmiş gibi olursun. Yani tutmuyorsa..
Yahya Şenol: İfade eden başka bir rivayet var.
Abdulaziz Bayındır: Hadis olarak mı?
Yahya Şenol: Tabi tabi. Bu, İbni Mâce’de geçiyor. Orada diyor ki; “men sâme ramadane ve sitteti eyyamin bâdel fıtri” yani kim ramazandan sonra altı gün oruç tutarsa ramazan ile birlikte “kâne tamame senete”..
Abdulaziz Bayındır: Şevval demiyor burada. Altı gün. Bu, daha net yani. Yılın içinde herhangi bir altı gün.
Yahya Şenol: Oruç tutarsa diyor. Ne olur? “Men câe bil haseneti fe lehu aşru emsaliha” direk ayeti okuyarak açıklıyor Resulullah. Diyor ki; kim bir iyilik ile gelirse Allah’ın huzuruna, ona 10 misli ile karşılığı vardır. Bu hesabı yaptığımız zaman 60 gün iki ay. 10 ay da ramazan orucu.
Abdulaziz Bayındır: Burada şevval ifadesi yok. Ki öyle yani. Yani şevvalde tuttuğun zaman bire on da sanki başka gün tutsan daha az değil.
Yahya Şenol: Şevvale özel görmemek lazım o zaman.
Abdulaziz Bayındır: Bu, şevvale özel değil. Öbür ramazana kadar müsadesi var. Altı gün tutmadıysan? O zaman 10 aya tekabül etmiş olur. 6 gpn tuttunmu 12 ay tutmuş olmuyorsun. 6 gün tuttuğun zaman en fazla 2 aylık sevap almış oluyorsun o kadar. Tutmadığın zaman yine bire on devam ediyor ramazandaki.
Enes Alimoğlu: Mustehab oruçların ikincisi, Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutmaktır. Peygamber(as) bu konuda diyor ki; “tuhretul amali yevmel ismeyni vel hamis ve hubben ameli saim” diyor.
Abdulaziz Bayındır: Bir hadiste Resulullah(sav), ameller pazartesi ve perşembe günleri Allah’a arz edilir. Benim amelim arz edildiği sırada oruçlu olmaktan hoşlanırım diyor. Siz tutun demiyor. Değil mi? Tutun, yapın edin falan demiyor. Ben bundan hoşlanıyorum. Ben isterim ki benim amelim arz edildiği zaman oruçlu olayım diyor.
Enes Alimoğlu: Bu hadis de Tirmizi ve Müslim’de geçiyor. Ondan sonra eyyamin bid dediğimiz, her ayın 13. 14. 15. günleri. Her ayda 3 gün olmak üzere bu günlerde oruç tutmak da mustehabtır. Peygamber(as), Ebu Zerr(ra) şöyle diyor; “emerena Resulullah(as), enne sûmu minel şehri selesete eyyamin biyzın selasete aşer erbban aşer ve hamse aşer ve kale hiye kesmu dehri”.
Abdulaziz Bayındır: Evet, o da aynı şey. Yani Resulullah(sav), her ayda üç gün “eyyamı biyz”da beyaz günler yani. Beyaz gün, beyaz geceleri de hatırlatıyor. Her ayın 13, 14, 15. Yani bu üç günde ay, dolunay şeklinde gözükür. Dışarısını da aydınlatır yani bulunduğu tüm çevreyi aydınlatır. Kandile, el fenerine ihtiyaç olmadan siz orada yürüyebilirsiniz. Onun için beyaz günler diyor.
Enes Alimoğlu: Bu hadis de Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud’da geçiyor. Nesai’de de var.
Abdulaziz Bayındır: Yani çok sayıda hadis kaynağında var.
Enes Alimoğlu: Hatta Peygamber(sav), seferde yolculuk esnasında da bu üçgün oruç tuttuğu var. Söyleniyor.
Abdulaziz Bayındır: Kim bunu tutarsa bir ayın tamamını oruçlu geçirmiş olur. Şimdi üç gün, on ile çarparsanız ne yapar? 30 gün eder. E her ayın üç günü o zaman ilaveten yani ramazana ilave bir yılı oruçlu geçirmiş olursunuz.
Enes Alimoğlu: Ondan sonra muharrem ayı. Kameri ayların birinci ayı. Şaban ayı, şaban ayının ilk 15’i. Çünkü sonraki 15’inde oruç tutmayı yasaklamış. Bir hadis var. Peygamber(as) diyor ki; “izen tesefe şabanu fe la tesumu” diyor.
Abdulaziz Bayındır: Şabanın 15’inden itibaren oruç tutmayın demiş. İlk 15’inde tutulabilir evet. Şaban da ramazandan bir önceki ay.
Enes Alimoğlu: 8.ay kameri hesapla.
Abdulaziz Bayındır: Peki muharrem ile ilgili?
Enes Alimoğlu: Bir de hadiste diyor ki; “erdulus sıyam bade ramazan şehrullahu muharrem ve erdulus salat badel salatul leyl” diyor. Müslim’de geçen bir hadis.
Abdulaziz Bayındır: En faziletli oruç, ramazandan sonra Muharrem ayında tutulan oruçtur. En faziletli namaz da farz namazlardan sonra gece kılınan namazdır. Yani teheccüd namazıdır.
Enes Alimoğlu: Zulhiccenin ilk onu diyor. Ama 19 gün oruç tutuyor, bir gün de kurbanlık yaptığı için 10 gün ibadet etmiş oluyor. Öyle bir hadis var.
Abdulaziz Bayındır: Nerede geçiyor hadis?
Enes Alimoğlu: Buhari’de geçiyor.
Abdulaziz Bayındır:
Enes Alimoğlu: O sanki “ve leyâlin aşrin”i biraz yanlış temellendirilmesi gibi geliyor bana. Resulullah’a mı atfetmiş.
Enes Alimoğlu: Evet öyle diyorlar. İbni Abbas’tan geliyor. Diyor ki; “ma min eyyamin el ameli salihun fi ha ehabbul minallahi eyyami teşrık”..
Abdulaziz Bayındır: Ama eyyamı teşrık başka, o başka.
Enes Alimoğlu: Yok “eyyami aşri”. “Kale ya Resulullah ve lel cihadu fisebilillah illa reculun harace bi nefsihi emvalihi fe lem ya’cıl emvalike bi şey’in”. Buhari’de geçiyor.
Abdulaziz Bayındır: Evet yani zikhiccenin ilk on günü ile ilgili olarak bu hadisi şerif. Herşeyden daha hayırlımıydı, neydi?
Enes Alimoğlu: “Ma min eyyamin el amelu salihun fi ha ehabbul minallahi”.
Abdulaziz Bayındır: Yapılan iyi işlerin Allah katında bu günlerden daha çok değerli sayıldığı gün yoktur. Cihaddan da mı ya Resulallah? Evet, cihaddan da diye şey yapılmış. Tabi orada cihadı..biraz aşırı gidildiği var yani. “Cihaddan da mı” ifadesi. Cihaddan daha iyi hiç bir şey olamaz. “Ve hakka cihadihi” diyor. Cihad dediğimiz yani sıcak savaş falan değil. Allah’ın emirlerini her türlü engele rağmen söylemeye, yaşamaya ve yaymaya çalışmak demektir. Dolayısıyla bu biraz şüpheli bir rivayet. Sonra bir kere on gün olamıyor. Olamıyor, çünkü onuncu gün zaten oruç tutmak haram. Olamıyor. Orada sistem bozuldu.
Enes Alimoğlu: Arefe günü dediğimiz kurban bayramından bir gün önceki gün.
Abdulaziz Bayındır: O hadisi bir daha okurmusun. İbareyi parça parça oku.
Enes Alimoğlu: “Eyyamin el amelus salihu fi ha hubbulallahu minha eyyam”.
Abdulaziz Bayındır: Bugünlerden Allah katında salih amelin daha iyi olduğu gün yoktur bu günler dışında. Nasıl yok? Ramazan var. Hac, eyyami teşrık var. Kurban kesiyorsunus. Yani Allah yolunda cihad var. Hatta cihaddan daha önemli. İşte az önce söyledik ya. Yani işte rivayet eden Buhari de olsa kim olursa olsun yanlış ise hemen kendini gösteriyor.
Enes Alimoğlu: Arefe günü orucu da mustehabdır. Hadiste şöyle: “suile resulullah(as) savmi yevmil arefe” bu da biraz abartılı. “33:20-33:22″ anlaşılmadı.
Abdulaziz Bayındır: Bak mesrla arefe günü oruç tutarsan. Arefe günü hangi gündür? Sadece kurban bayramından bir gün öncekine arefe günü derler. Bizde mesela ramazandan öncekine de arefe denir. Öncesine, falancanın arefesi derler. Hayır. Arafe günü, hacıların arafata çıktığı gün anlamına gelir. Şimdi bu hadisin de doğru olma şansı yok. Çünkü ne diyor? Hem geçmiş yılın bütün şeylerini örter hem gelecek yılın. Ne güzel, bir arefe günü orç tut. Ramazana da gerek kalmadı. Geçmişi de geleceği de hepsini kapatıyor zaten.
Enes Alimoğlu: Aşure günü dediğimiz Muharremin 10. günü. İbni Abbas’tan geliyor bu da. Muttefakun aleyh olan bir hadis. Resulullah(as) same muharreme aşere savmi” diye bir hadis var.
Abdulaziz Bayındır: Resulullah aşure günü oruç tutulmasını emretti. A o tek gün değil, ona ilave yapılıyor.
Enes Alimoğlu: Ondan sonra başka bir hadiste diyor ki;”le in bekitu ila kabirin le 34:28 anlaşılmadı”.
Abdulaziz Bayındır: Bir sene daha yaşardan 9.
Enes Alimoğlu: Yahudilere benzememek için diyor.
Abdulaziz Bayındır: Halbuki benzememek için sözü doğru mu?
Enes Alimoğlu: Öyle hadisler çok var.
Abdulaziz Bayındır: Hayır ibadet konusunda benzememek sözü yanlış bir söz. Çünkü Resulullah, tasdik için gelmiştir. Ayrı bir söz değil ki. O yolu aynen devam ettiriyor. Kur’an’ı Kerimde olmayan, Kur’an’a ters düşen bir konuda onları taklit ediyorsan Kur’an’a ters düştüğün için kendini ayıplaman lazım, Yahudiler’e benzediğin için değil, Hıristiyanlar’a benzediğin için değil. Bütün bunlar, Resulullah’ın tasdik için geldiğine ters düşmüyor mu? Ters düşüyor. Ondan sonra öyle bir yapı oluşmuş ki mesela Yahudiler de namaz kılar dediğimiz zaman, yok ya diyorlar. Onlar da abdest alır dediğimiz zaman, yok ya diyorlar. Birkaç gündür Sonia Hanım Zerdüşler’in sitelerini inceliyor. Onların da abdestleri ve namazları ile ilgili gördüklerini bir anlat bakalım. Biz ne yaparız Zerdüşler’i? Zerdüş dediğiniz zaman bizim geleneksel kitaplarımızda şu vardır: iki tanrıya inanan. İyilik tanrısı ve kötülük tanrısı. Zulumat ve nur tanrıya inanan. Ama Zerdüşler, böyle bir şeyi kabul ediyor mu?
Sonia Hanım: Zerdüşler, baktığımız zaman onları Şiiler ile karşılaştırdım. Daha muvahhid gibi gözüküyorlar. Beş vakit namazları var. Vuduları yani abdest şekilleri de çok bize yakın.
Abdulaziz Bayındır: Bak Zerdüşler, beş vakit namaz kılıyor. Şu andaki zerdüşler. Ve bize yakın bir şekilde abdest alıyorlar.
Sonia Hanım: Ve daha önemlisi, namaza durduğu zaman yine Fatiha suresini nasıl okuyorsak hamd ile başlıyoruz sonra Allah’ı anıyoruz “maliki yevmid din” diye. Senden başkasına tapınmıyoruz, onların hepsi “iyyake na’budu ve iyyake nestain” onlarda var hepsi. Aynı Fatiha suresi gibi bir şey okuyorlarmış namazlarında. Yani şok oldum bunları gördüğümde. Sadece bu Zerdüşler hakkında Müslümanlar’ın yazdıklarını okursa eğer Zerdüş’ü hiç tanımamış gibi oluyoruz. Öyle bir kanaat getiriyor. Çünkü kendi kaynaklarından öğrendiğimiz zaman böyle bir şey ortaya çıktı. Çok güzel.
Abdulaziz Bayındır: Yıllar önce Zerdüşler’e yazdığım bir mektup vardı. Sizin din adamlarınızın Allah ile sizin aranızdaki rolü nedir diye. Hemen sert bir cevap vermişlerdi; biz müşrikmiyiz? Allah ile bizim aramızda ne işi var? Din adamının diye. Şimdi bunlar, şu bakımdan çok önemli. Bakın bu Hac sureeinin 17.ayetinde şöyle diyor; “innellzine amenu” sınıflara ayırıyor. 1- Mümünler, diyor. Tamam, onlar biz oluyoruz. Ondan sonra ikinci ellezine ile “velledizine hâdu ves sabiine ve nasara vel mecus” Yahudiler, Sabiiler, Nasraniler yani bizim Hıristiyan dediğimiz. Ve Mecusiler. Bak, Mecusiler. Mesla biz, ehli kitap dediğimizde o zaman aklımıza gelen kimdir. Yahudi ve Hıristiyan. Ama Allah o guruba kimi kattı? Sabiiler’i kattı ve Mecusiler’i kattı. Mecusi dedim mi ateşe tapanlar. Bunu kesinlikle kabul etmiyor. Bu insanlar ateşe taptıklarını. Şimdi haa, yaptıkları yanlış olabilir de ama yanlışı da anlatmanın bir usulü olması lazım. Yani önce o insanlarla ortak noktada çünkü tasdik meslesi. Buna nereden geldik? İşte Yahudiye benzememek oruçta. Oruç doğru ise niye benzmeyeceksin? Bir kere bu “kemâ kutibe alellezine min kablikum”a ters bir şey. Sizden önckilere nasıl farz klındıysa size de öyle farz kılınmıştır. Benzemek durumu esastır, benzememek esas değildir ki. Çünkü önce, onlaı tasdik ettiğinizi göstermeniz gerekir. E şimdi madem AllahTeala burada Hıristiyan dedi, Yahudi dedi, Mecusi dedi, Sabii dedi. Müslmanlar, bu 4 gurup hakkında da çok çalışmaları lazım, çok iyi incelemeleri gerekir. En azından bu 4 gurup. Zaten başkalarına da atıfta bulunan ayetler var. O insanlar, kendilerini tasdik eden bir nebi bekliyorlar. Bugün hala kendilerini tasdik eden bir nebi beklentisi Yahudiler’de de, Hıristiyanlar’da da var. Biz onlara, bu nebi geldi diye göstermek zorundayız. Yani kendilerindeki o tasdik, bizim tarafımızdan gösterilmiş olmalı ki “aa öyle mi?”. Bak, şunlar şunlar yanlış dediğiniz zaman zaten onların fıtratlarına da ters olan şeyleri söylemiş olacaksınız. Yani tıpkı Allah’ın resullerinin söylediği “e fe lâ tetezkkerûn” aklınızı çalıştırsanıza, şöyle bir düşünün, kafanızı bir yoklayın yanlış bu. Değildir diyemeyeceklerdir. O zaman “haa, demek ki beklediğimiz mehdi gelmiştir”. Mehdi! Ne demek mehdi? Kendisi doğru ve doğruyu gösteren kişi. Zaten Allah’ın resulü de öyle yani. Mehdidir işte Muhammed(sav). Beklenen mehdi O’dur. Beklenen nebi O’dur. Beklenen resul O’dur. Hepsi de O’dur. Ama biz şimdi onlara yanlış yaklaştığımız için bunlar kaybolmş gitmiş oluyor. Yani şimdi beş vakit namaz kılıyorlar. Hiç garip tarafı yok ki. Tabiki kılacaklar. Olmaması gariptir. Abdest alıyorlar, tabiki alacaklar. Sabiiler de öyle. Sabiiler, Yahya(as)’a inanan, O’na indirilmiş olan kitaba inanan. Ginza diye. İşte arapçası ‘kenz’. Kenz nedir? Hazine manasına geliyor. Ginza da kitapları olan. Şinasi Gündüz Hoca, o konuda çalışmalar yapmıştı. Onun vesilesiyle biz öğrendik. İnsanlar, onlar da abdest alıyor ve beş vakit namaz kılıyorlar. Mesela onlardan, ben bir hoca ile karşılaşmıştım. Temizliklerine son derece dikkat ediyorlar. Son derece hassa insanlar. Karşılaştığım gün de oruçtu. Oruçları aynen bizim orucumuz gibi. E şimdi onlara, Kur’anı kerimin kendilerini tasdik ettiğini söylediğin zaman kendilerini bunun içerisinde buluyorlar. Hatta biraz da konuşmuştuk. Vakit fazla değildi yani uzun uzun konuşamadık. İşte dolayısıyla şeylerde, işte onlara benzememek falan, bunlar pek tutarlı şeyler değil yani. Bitti mi?
Enes Alimoğlu: Var iki tane hadis. Bir gün yiyip bir gün oruç tutmak da mustehabdır. Peygamber(as) şöyle demiş; “inna habbes sıyamu ilel AllahuTeala sıyâmu dâvud ve habbes salate Davud(as) kane yenamu nısful leyl ve yekumu sulusehu ve yenamu sulusehu ve kane yesumu yevmen ve (42:51 bir kelime anlaşılmadı) yevmen”.
Abdulaziz Bayındır: Bu da çok enteresan bir hadistir. Bu hadiste geçen kavramlar, bizde unutulmuş olan kavramlardır gerçekten. Resulullah diyor ki; en güzel oruç, Davud’un tuttuğu oruçtur aleyhisselam. Davud, bir gün oruç tutar bir gün yerdi. En güzel namaz, Davud’un kıldığı namazdır. (Tabi beş vakit namazın dışında) Gecenin yarısında uyurdu. Gecenin yarısı ne? Şimdi güneşin batması ile doğması arasındaki kısım gecedir. Güneş battığı zaman hava tam kararmaz. Yani yavaş yavaş kararır biliyorsunuz. Hava tam karardıktan sonra bir gecenin artık karanlık bölümü vardır, sonra tekrar alaca karanlık başlar. Yani gecenin iki ucu alacakaranlıktır. Ortası da karanlıktır. Dolayısıyla gece üçe bölünmüş oluyor. Birinci bölüm, akşamın alaca karanlığı. Üçüncü bölüm, sabahın alacakaranlığı. İkinci bölüm de gecenin ortası. Yani o iki alacakaranlığın ortasına gecenin ortası deniyor. Bütün kültürlerde bu, böyledir. Başka bir şekilde adlandıramazsınız. Türkçe’de de gecenin ortası kavramı var. Peki. Akşamın alacakaranlığı ikiye bölünür biliyorsunuz. İşte akşam namazı ve yatsı namazı vakti. Tabii olarak bölünüyor ışık şeklinde. Sabahın alacakaranlığı da ikiye bölünür: seher vakti ve sabah namazı vakti. Mesela dikkat edin sabah seher vaktinin başında kuşlar ötmeye başlar. Hatta bu sabah dikkatimi çekti. Sanki o kuşlar Allah Allah der gibi geldi bana yani koro halinde. Biraz daha dikkat ettim, herhalde ben kendim öyle yapıyorum. Sanki öyle geldi. Tam o saatte, o dakikada kuşlar ötmeye başlıyor. Tabiatın uyandığı vakit, insan vücudu da uyanıyor o saatte. Peki o zaman sabahın alacakaranlığı ikiye bölündü. Akşamın alacakaranlığı da ikiye bölündü. Tabii olarak siz, zihnen gecenin ortasınında ikiye bölerseiniz. O zaman gece kaç bölüm olur. 6 bölüm olur değil mi? İşte 6’nın yarısı da 3 eder. O zaman akşam namazı, yatsı namazı vakti 2. Bir de sabah namazı vakti 3. Onun dışında kalan kısım da gecenin yarısıdır. Yani seher vakti dahil. Seher vakti ile gecenin ortası dediğimiz vakitin toplamı, gece yarısıdır. İşte Davud(as), nısful leylde uyuyor. Yani bizim yatsı namazının son vakti diye şeyimizde geçiyor ya. Yani yatsı namazını kıldıktan sonra uyuyor. Biliyorsunuz Resulullah, konuşulmasından da hoşlanmaz yatsı namazından sonra. Yatıp dinleneceksiniz. Sonra gece kalkıyor namaz kılıyor. Gecnin nısfında uyuyor, gene nısfında kalkıyor. Son altıda biri hangisi olur o zaman? Seher vakti olur, seher vakti. Seher vakti altıda bir. O altı da birinde de uyuyor. Yani seher vaktinde de uyuyor. Resulullah da seher vaktinde uyurdu. Aişe validemiz diyor ki; işte O, seher vaktinde yanımda uyurdu diyor. Bugün saat var. Gece yarısı saat 12 olarak düşünülüyor değil mi? Saat yok, nasıl bulacaksın? Saat olduğu zaman da gece yarısı 12 değil. Bugün mesela İstanbul’da gece yarısı 12 değildir. İzmit’te 12’dir ama İstanbul’da değildir. Kaldı ki İzmit’te de hangi saat dilimine göre hareket ettiğinize bağlı. Yani mahalli saat ile 12 gece yarısıdır. Mahalli saat hiç kimse kullanmaz bugün. Eskiden kullanılırdı mahalli saat. Öyleyse gece yarısını zaten belli noktalar dışında hiç kimse bulamaz. Elde saat lazım. Hiç bir tabii işareti de yok onun. Ondan dolayı gece yarısı zaten halk örfünde de öyledir. Mesela köyleri düşünün. Biz şimei şehir yerlerinde sokaklar aydınlık, evler aydınlık. Gece gündüz birbirine karışmış vaziyette. Ama köy yerlerinde bir insan yatsı namazından sonra kalkıp da sizin evinize misafir olarak gelse ne yaparsınız? Gece yarısı gelinir mi? Adam, gece yarısı kalkmış gelmiş denir. Gerçekten gece yarısıdır o. Yani fıtraten gece yarısıdır. Sabah namazına kadar o, gece yarısıdır. Sabah namazından önce kalkıp gelse gene aynı şeyi söylersiniz. Gecenin yarısında kalkmış gelmiş adam dersiniz. İşte gece yarısı odur. Şu andaki şartlarda oluşmuş olan değil. Bugün de elektriksiz köylere gidin, gene gece yarısı odur. Yaylalara tidin odur. Niye? Çünkü o saatte hava karanlık olduğu için bir yere gidilmez. Herkes dinlenme modundadır. Tüm tabiat. Evet onun için Davud(as), bir gün oruç tutar bir gün tutmazmış. Gece yarısında kalkar namaz kılar. Tabi seher vakti de ona dahil. Ama seher vaktinin sonuna doğru biraz uyuyor, vücudu dinleniyor. Sonra da kalkıp sabah namazını kılıyor.
Enes Alimoğlu: Tutulması mekruh sayılan oruçlar var.
Abdulaziz Bayındır: İstersen şey yapalım. Bu Şia’da bundan farklı görüşler var mı? Burada anlatılandan?
Sonia Hanım: Şiiler’de nafile oruçlara mustehab oruçlar diyorlar. Üç çeşit oluyor. 1- Mustehab olduğu için herhangi ibadet yaparsan Allah’a yaklaştırdığı için yılın istediğin haram olmayan günlerde oruç tutabilirsin denen oruçlar. İkinci çeşidi ise bir amaç ile tutma. Mesela istisfa, yağmur az olduğu zaman mesela oruç tutyorlar. Mustehab diyorlar ve oruç tuttuğun esnada yağmur yağsın diye dua ediyorlar. Ve eyyamı has denen bir şey de var. Yani özel günlerde oruç tutma sipariş edilmiş yani tavsiye edilmiş diye üç çeşit oluyor. Şimdi bu söylenen hadislerden tam tersi var mesela Şiiler’de. Aşure günü tavsiye edilmiş, Enes Bey okudu. Tam tersi diyorlar ki; aşure günü oruçlu olmak mekruhtur. Tavsiye edilmez. Arafat günü oruç tutmak mustehabtır ama şartı var. Arafat günü yani zilhiccenin 9. günü özel duası okunur dua-i arafat diye. Bu dua-i arafat, eğer senin orucuna engel olursa o gün oruç tutmak mekruhtur diyor.
Abdulaziz Bayındır: O gün, zor bir gündür. Sıkıntı olabilir.
Enes Alimoğlu: 51:27 -51:29 duyulmuyor.
Abdulaziz Bayındır: Hacı olmayanlarla ilgili.
Sonia Hanım: Ama dua-i arafat, Şiiler’de sadece hacılar okumuyor. O yüzden ayrım yapmazlar.
Abdulaziz Bayındır: O zaman bu önemli. Bizim bazı yerlerde de hep duyarız ya. Demek ki Şia’dan kaynaklanıyormuş. Arefe günü yani hacılar arafattayken hacılar orada dua ederler. Şiiler de nerede dua ediyorlar?
Sonia Hanım: Her yerde. Camilerde falan.
Abdulaziz Bayındır: Toplu halde mi, tek tek mi?
Sonia Hanım: Toplu halde.
Abdulaziz Bayındır: Toplu halde tam o saatte gelip dua ediyorlar. Onun için arefe günü oruç tutmayı mustehab görüyorlar.
Sonia Hanım:
Abdulaziz Bayındır: Sonra İmam Sadık’tan şöyle bir rivayet ediyor. Ali(as)’dan. Diyor ki; ruzu mahşer yani ramazan ayında oruç tutma ve siz her ay üç gününde oruç tutarsanız sanki tüm ömrünüzde oruç tuttunuz gibi oluyor. Ve bunun delili de En’am suresinin 160.ayeti. “Men cae bil haseneti fe lehu aşru emsaliha”dan yola çıkarak diyor ki; tüm ömrünüz oruç..
Abdulaziz Bayındır: Bir iyilik yapana on katı verilir. Az önceki hadislerde söylenenlerin aynısı.
Sonia Hanım: Şimdi Peygamber’den de bir rivayet var. Denir ki; siz, tamam peki eğer her ayın üç günü diyorsunuz. Bu üç gün belli bir günleri var mı dediği zaman diyor ki; evet, her ayın ilk on günün ilk perşembesi. İkingi on günün çarşamba günü ve son on günün perşembe günleri oruç tutmak daha iyidir. Sonra birisi soruyor, ravi soruyor. Hammad Bin Osman. Diyor ki; neden bugünler. Aynen siz şey yapıyorsunuz dediği zaman diyor ki; perşembe günü arz edilen gün. Ameller arz edilen gün oruçlu olmak daha iyi diyor. Ama çarşambaya geldiğimiz zaman diyor; çarşamba, AllahTeala, cehennem ateşini yarattığı gün çarşambaya denk geliyor diyen bir şey var. Zaten bu Şiiler’de bir şey de var. Eskiden Zerdüşlerden kaynaklanan. Çarşamba suri denen bir olayları var. Yılın en son çarşambasında şeyden atlıyırlar, ateş falan yapıyorlar. Çarşamba sûri diyorlar yani yakılan günler. Böyle her yerde ateş falan yanıyor. Bilmiyorum bununla irtibatı var mı yok mu. Başka bir hadiste de perşembe ve çarşamba günlerinin sebebini sorduğu zaman Peygambeimiz(as) demiş ki; bu günlerde, geçen ümmetlerin başına gelen belalar hep bu günlere denk geliyor diyor. İlk ve son perşembeleri ve ortadaki çarşambaya denk geldiği için bu günlerde oruçlu olmak daha iyi diyen bir hadis de var. Sonra bir şey de var, diyor ki; üç çeşitler için mustehab oruçlar tutmayı tavsiye etmiyorum. Eğer mesela diyor bir kadın, eşinin izni olmadan nafile mustehab oruç tutamaz. Neden? Eğer eşinin hakkını yerine getirmek için bu oruçlu gün engel olursa diyor. İkinci olarak şey diyorlar. Mesela evladın tuttuğu mustehab orucu, baba-annesine eziyet olursa eğer tutmaması gerek. Ve üçüncüsü köleler için sahibinin verdiği emirleri yerine getirmesine oruç engel olursa onlar tutmasın diyorlar. Seferilere gelince. Bazıları diyor ki Şiiler’de biliyorsunuz ramazan ayında terk-i vacip diyorlar, ruhsat yok.
Abdulaziz Bayındır: Yolcu oruç tutamaz diyorlar.
Sonia Hanım: Tutamaz diyorlar. Ama mustehab oruçlar tutabilir. Bir de şartı var: mustehab oruç tutmanın en büyük şartı: sizin borcunuz olmaması gerek. Zaten eğer bir borcunuz olursa sizin tuttuğunuz oruç, onu yerine getirmek olur. Mustehab yada nafile sayılmaz.
Abdulaziz Bayındır: Hangi niyetle tutarsan tut, kazan var ise onun yerine geçmiş olur diyorlar öyle mi?
Sonia Hanım: Evet. Ve bir de şey var. Diyorlar ki; eğer siz, mustehab oruçsanız eğer, bunu gizlemeniz çok önemli diyor. Yani aşikâr etmeyin diyor. Ona göre eğer siz mustehab oruç gününüzde evinize din kardeşiniz geldiği zaman onun önünde sanki oruçlu değil gibi iftar ederseniz, Allah size oruç tutanın sevabını verecek diye şey var.
Abdulaziz Bayındır: Çünkü eve gelen misafir: siz yemeyeceksiniz o yiyecek, o hoş olmaz tabi. Yani hiç oruçlu olduğunuzu hissettirmeden onunla beraber yeyin deniyor. Sünniler’de de aynı şey vardır. Peki teşekkür ediyoruz. Siz mekruhlarla ilgili değil mi? Oruç tutulması mekruh olan.
Enes Alimoğlu: Arafatta vakfe eden hacıların arefe günü oruç tutması mekruhtur.
Abdulaziz Bayındır: Çünkü arefe günü, hacıların en sıkıntılı günleridir gerçekten. En zor günleridir. Onun için mekruhtur diyor. Çünkü sıkıntıyı arttırır.
Enes Alimoğlu: İkincisi de sadece cuma günü, bir gün oruç tutmak da mekruhtur. Peygamber(as) demiş ki; “inne yevmel cumuati itikum fe la tesumu illa,entesumu kablehu ve badehu” diyor.
Abdulaziz Bayındır: Cuma günü oruç tutmayın demiş Resulullah(sav). O, sizin bayramınızdır demiş. Ondan öncesi ve sonrası ile birlikte olabilir. Yani cuma günüdür diye oruç tutma şekli. Yoksa siz, kaza tutacaksınız yada oruç tutarken işte bu hadiste olduğu gibi cumaya rastlamış. Onda bir sıkıntı yok.
Sonia Hanım: Tam tersi tavsiye edilir Şia’da.
Abdulaziz Bayındır: Cumayı mı tavsiye ediyor Şialar? Evet.
Enes Alimoğlu: Üçüncüsü de cumartesi günü. “La tesumu sebti illa mefturin illa fi ma mefturi aleykum” diyor.
Abdulaziz Bayındır: Farz oruçlar dışında cumartesi günü oruç tutmayın diye de hadis varmış. Ramazanda tuttuğumuz oruçlar gibi yada kaza edilen oruçlar gibi.
Enes Alimoğlu: Şaban ayının son 15’i de oruç tutmak mekruhtur. “İzen aşerehamse şaban ve la tesumu”.
Abdulaziz Bayındır: Şabanın son onbeş günü. Vücudu ramazan orucuna hazırlamak için herhalde.
Enes Alimoğlu: Ondan sonra visal diyorğ iki gün hiç birşey yemeden oruç tutmak.
Abdulaziz Bayındır: Savmu visal. Yani iftar etmeden ertesi gün de oruca devam ediyorsunuz. Rejim yapanlar için düşünülebilir. Böyle bir şey yapmayın demiş.
Enes Alimoğlu: Bazı tarikatlarda üç gün tutanlar var.
Abdulaziz Bayındır: Onlar için farketmez. Nasıl olsa onlar, ayrı bir inanca mensup olan insanlar. Kendi kafalarına göre ibadetler uyduruyorlar, bir şeyler yapıyorlar.
Enes Alimoğlu: Bir de yevmul şek diyor şekkin. “Men savmu yevmin şek 59:22 anlaşılmadı” diyor.
Abdulaziz Bayındır: Şekk günü de oruç tutulmaz. Şekk günü demek şu: ramazan mı değil mi diye şüpheleniyorsunuz ramazandan bir önceki gün. Mesela biz, bu sene Türkiye’de biliyorsunuz ramazan diye ilan edildi oruç tutuldu. Başka ülkelerde oruç tutulmadı. İşte o, şekk günü. O zaman o başka ülkelerde yaşayanlar da ya bugün ramazan ise biz oruç tutalım demesinler demiş oluyor. Çünkü bu konularda kesinlik esastır. Yani bu ibadetlerde. Eğer, zaten daha önce anlattığımız gibi Kur’anın emrine uyarak yapılan takvimlere göre yani astronomik hesaplara göre oruca başlanırsa şekk günü diye bir şey de kalmaz.
Enes Alimoğlu: Savmu dehri diyor. Yani yıl boyu oruç tutmak.
Abdulaziz Bayındır: Arayı açmadan oruç tutmak da mekruh.
Enes Alimoğlu: Mesela “la same la savmen ebed” diyor. Öbür hadiste “la same men savmen ebed fe la savme eftare” diyor.
Abdulaziz Bayındır: Ne oruç tutmuş olur ne de bozmuş olur. Yani yılın tamamının oruçlu geçirilmesi de mekruhtur. Şimdi burada diyorlar ki bazıları yorum yaparken; işte, tamamını oruçlu geçirirken kurban bayramını ve ramazan bayramını da oruçlu geçirdiği için mekruhtur diyenler de var yorumlar olarak. Ama tabiki o istisna kaideyi bozmaz. Yılın tamamını oruçlu geçiren kişi, o günleri oruç tutmuyırdur hadise göre.
Enes Alimoğlu: Dördüncüsü, kadının kocası yanındayken nafile oruç tutması da mekruhtur. Peygamber(as) demiş ki; “la tesumu yevmen vahiden şahidun illa bi izni illa ramadan”.
Abdulaziz Bayındır: Ramazan dışında eşinin onayı yoksa, kocası varken yani kocası yanındayken kadının oruç tutması caiz değildir. Ama mesela sabahleyin kalkıp erkenden işe gidiyor, akşam da geç geliyorsa yanında sayılmaz.
Yahya Şenol: Kadın izin vermezse kocasına?
Abdulaziz Bayındır: Kadın izin vermez ise herhalde o da o şeye girmesi lazım normalde. Kadın erkek ayrımı olmaz böyle şeylerde. Evet?
Enes Alimoğlu: Bu kadar.
Abdulaziz Bayındır: Tamam. Senin söyleyeceklerin ne?
Yahya Şenol: Burada, şimdi hadisler okundu. Özellikle şu an içinde bulunduğumuz şevval ayı en çok merak edilen. Hani şevval ayında 6 gün oruç tutmanın hükmü ne? Mustehab mı? Sünnet mi? Falan diye. Burada bir farklı bir görüş var, ben sadece onu arz edeyim. Şafiler’e göre, Hambeliler’e göre ve Zahiriler’e göre Davud Zahiri’nin, İbni Hazm’ın mezhebine göre şevval ayında 6 gün oruç tutmak mustehab olarak kabul ediliyor. İyi, yaparsanız sevabı var, güzel. Hanefi mezhebine hakim olan görüşte de mustehab kabul ediliyor. Fakat Ebu Hanife’nin ve İmam Ebu Yusuf’un kendi görüşleri farklı. Bir de İmam Malik’in. Bunlar, şevval ayında oruç tutmayı mekruh kabul ediyorlar. Geleneğin aksine. Mekruh. Öyle bir görüş isnad edilmiş kendilerine. Bunlardan, görüşünü en açıkça ifade eden kişi İmam Malik. Şimdi Ebu Hanife’nin kendisine ait bir kitabı olmadığı için ona isnad ediliyor görüşü sadece. Deniyor ki; Ebu Hanife, bu oruçları mekruh kabul ederdi. Ama İmam Malik’in kendisine ait bir kitabı var Muvatta diye. O, zaten meşhur hadis kitabı. O, aynı zamanda hadislerin sonunda fıkhi görüşlerine de yer veriyor İmam Malik. Şimdi bu kitabı rivayet eden ravi, İmam Malik’in ağızından bir söze yer vermiş. Çok ilginç. Bak hadisleri kısaca bir hatırlayalım. Müslim’de, Tirmizi’de, Ebu Davud’da ve İbni Mâce’de geçiyordu hep bu hadisler. Neydi? Her kim, ramazan orucunu tutar da sonra ona şevvalden 6 günü eklerse bütün seneyi oruçlu geçirmil gibi olur. Müslim’de bile var bu hadis. Buna rağmen İmam Malik’in yorumu şu. Diyor ki Muvatta’nın ravilerinden biri; “ben, İmam Malik’in şöyle dediğini işittim. Dediği yer de oruç bahsini anlattığı kısmın sonu. Yani farz olan oruçlar, nafile olan oruçlar, hepsini anlattıktan sonra şevval ile ilgili yorumu. Diyor ki; ben, İmam Malik’ten şöyle derken işittim diyor. “İlim ehli ve fakihlerden hiç birinin, ben bugünlerde oruç tuttuğunu duymadım”. İmam Malik böyle demiş.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi Türkiye’de olsa diyecekler; zaten hocalar tutmaz ki.
Yahya Şenol: Hocalar söyler geçer! Bunların oruç tuttuğunu duymadım diyor. “Ve bana, seleften(yani geçmişteki alimlerimizden) de hiç birinin tuttuğuna dair bir bilgi de ulaşmadı hiç”. Çok ilginç değil mi? Müslim’de hadis var. Tirmizi’de var. Ebu Davud’da var. İbni Mâce’de var ama İmam Malik..
Abdulaziz Bayındır: Bir şeyi geçmeyin. İmam Malik’in kitabı hepsinden daha önce.
Yahya Şenol: Hepsinden önce. O var. Bir de İmam Malik, biliyorsunuz Medineli. Ve İmam Malik’in bir metodu var. Bu Medine ehlinin ameline çok önem veriyor diğerlerine göre. Bu ne demek? Medine’de olan dini yaşantıya bakıp bir şeyin dinden mi değil mi olduğuna daha rahat karar verebiliyor. Diyor ki; Resulullah, son 10 yılını burada geçirdi. Ashabın çoğu burada. Eğer bir şey varsa Şamlılar’ın veya Iraklılar’ın değil bunların daha iyi biliyor olması lazım diye bir mantığı var. Kabul edersiniz, etmezsiniz. Şimdi bu, Medine’de ben böyle bir şey duymadım diyor. Bizim geçmişteki ulemadan da böyle bir şey gelmedi. Şimdi bu, neye delalet eder? İki şeyi söyleyebilirsiniz. Dersiniz ki; bu hadislerin hepsi İmam Malik’ten sonra uydurulmuş diye bir yorum yapabilirsiniz. Veya dersiniz ki Medine’de bunlar bilinmiyordu ama Şam’da veya Irak’ta veya daha uzak yerlerde oralara zamanında hicret etmiş sahabeler bu haeisleri rivayet etmiştir. Medine’de bilinmiyorsa da orada biliniyordur. Dolayısıyla bu hadisler uydurma değildir diyebilirsiniz. İki yorum da yapılabilir. Ama İmam Malik’in şahsi görüşü böyle. Ben diyor, ne gördüm ne de duydum. Hiç kimsenin şevvalde oruç tuttukları yok. Hatta “ve ehlel ilmi yekrehune zalik” kendisinin ehli ilim olduğuna güvendiğim kişilerin bunun mekruh olduğunu biliyorum diyor. Onlar, onu mekruh görürlerdi. “Ve yehafune bidatehu” ve bunun bidat olmasından korkuyorlardı diyor. Şimdi gördük, bir dünya hadis var ama birileri, hayır bu bidattır da diyebiliyor. Hadisçi biri. Bu, şunu da gösteriyor. Sürekli ben her platformda bunu vurgulamaya çalışıyorum. Bir yerde bir hadisin rivayet ediliyor olması onun mutlak manada amel edilebilir olduğunu göstermez. Hiç bir zaman göstermez. “Ya efendim Müslim’de hadis geçiyor sen ne diyorsun” İşte bak, kendisi hadisçi olan ne diyor; bidat olmasından korkuyorlardı onun. Bidat ne demek?
Abdulaziz Bayındır: Bir de şey var yani. İmam Malik, Müslim’i döver! Ondan önce yaşamış. Dedesi sayılır.
Yahya Şenol: Evet. Hatta şöyle diyor. Eğer diyor, ehli ilim fakihler, şevval konusunda az buçuk bir taviz vermiş olsalardı bütün “ehlul cehaleti vel cefa” diye hani bilmeyen, konu hakkında bilgi sahibi olmayan kişilerin diyor, bunun tamamını oruç tuttuklarını falan görürlerdi diyor.
Abdulaziz Bayındır: “El cefa” da ilginç bir ifade değil mi? Bazıları, eziyet çekmeyi ibadet sayıyor ya, o da önemli.
Yahya Şenol: Azıcık bir şey ehli ilimden de taviz görselerdi bu konuda, halk onun hepsinde oruç turardı bırak 6 günü falan. “Levrau fi zalike ruhsaten min indi ehli ilm ve raeyhum ya’melune zalik”. Tamamını oruçlu geçirdiklerini görürlerdi. Şimdi bu, hadislerin dediğimiz gibi mutlak manada öyle her hadisin kendisi ile amel edilebilir olmadığını göstermesi bakımından önemli bir ayrıntı. İkincisi, cuma günü orucu ile de alakalı. Biraz önce Enes Hoca’nın da söylediği hadis var. Cuma günü oruç tutmayın. Mutlak manada bu hadisi aldığımızda bizim ne dememiz lazım? Ya haram, ya mekruh değil mi? Haram, ayet ile uyuşturabiliyorsak haram, uyuşturamıyorsak deriz ki; en fazla mekruhluk ifade eder. Şimdi İmam Malik’in bu konudaki görüşü ne olması lazım hadis varsa? Ya haram, ya mekruh demesi lazım. Şimdi diyor ki; “lem esma aheden min ehlil ilmi vel fıkhi” yine ehli ilimden ve ehli fıkıhtan/fakihlerden hiç birinden ben işitmedim. “Ve men yukteda bihi: kendisine tabi olunacak, peşinden gidilecek önde/imam, hiç birisinden işitmedim”. Neyi? “Yenha an sıyami yevmil cumuati: cuma günü oruç tutmayı yasakladıklarını hiç duymadım” diyor. Yok böyle bir şey.
Abdulaziz Bayındır: Şia’nın görüşüne uyuyor.
Yahya Şenol: “Ve sıyamuhu hasenun” cuma günü oruç tutmak çok da güzel bir şeydir diyor.
Abdulaziz Bayındır: Evet, Şia’nın görüşü ile aynı.
Yahya Şenol: “Ve kad raeytu ba’de ehlil ilmi yesumuhu” aksine ben, ehli ilimden bazılarını, o gün özel oruç tuttuklarını da gördüm. Diğerlerini duymadım, bunları bizzat gördüm, tutuyorlardı cuma günü. Fakihler arasındaki ihtilaf bu tür şeylerden kaynaklanıyor ve anormal şeyler değil bunlar. Normal. Birinin amel ettiği hadis ile diğeri de amel etmez. Birinin sünnet dediğine biri bidat diyebilir. Netice ne? Kur’anı kerime bağlantısını bir şeyin kurabiliyormusunuz, o. Kurabiliyorsanız ne alâ ama kuramıyorsanız bu tip ihtilafların yaşanması gayet normal.
Sonia Hanım: Burada bir şey var, onu da eklemek gerekir. Biliyoruz İslam tarihinde bir dönem oldu tedvini hadis denen. Yani hadis yazımı yasaklanan bir dönem oldu. Bu sadece Ehli Sünnet’de oldu. Ama Şiiler’de öyle bir dönem olmadığı için Maliki’de ehli Medineliyi kendisi bir örnek olarak alması daha mantıklı görüyor. Yani o hadisde bulmadım diyebilir. Çünkü o hadisler sonradan yazıldı. Ama uygulamayı görmemiş. O yüzden bunun Şiiler’e uyması daha mantıklı gözüküyor.
Abdulaziz Bayındır: Bu görüşün oraya uyması.
Yahya Şenol: Sizin de sürekli anlattığınız örnek var ya. Namazın farzları dışında yapılan hareketlerinde de İmam Malik’in diğerlerine göre bir adım önde olması var. Mesela işte bu ellerin de şeylerde kaldırılması yok zannedersem İmam Malik’te rükuya gideken, rükudan kalktıktan sonra. Niye? Çünkü bu tip ibadetin ifası ile ilgili olan şeyler, yazılı metinden ziyade pratik ile nakledilir. Resulullah da zaten öyle demiş. Bakın bana, ben nasıl namaz kılıyorsam “sallu kema raeytu yusalli” ben nasıl namaz kılıyorsam aynı şekilde kılın. Yani bu ne demek? Bu tip şeyler görerek bakledilir. Şimdi İmam Malik, Medine ehlinin amelini ön plana aldığı için diğerlerine göre, işte bu tip ihtilafları pek fazla orada göremiyorsunuz. Yani diyor ki Şafiler; sadece iftitah tekbirinde değil, rükuya giderken, rükudan kalktıktan sonra falan da eller kaldırılır, bir daha tekbir alınır. Hanefiler, hayır diyor falan. Ama bakıyorsunuz ikisi rivayetlere dayanıyor, İmam Malik, ben diyor, uygulamaya bakıyorum. Uygulamada da ellerin kaldırılması yok. Tahiyyatta otururken: eller şimdi açık olacak, sadece eşhedu en la ilahe illallah derken mi kaldırılacak yada Şafiler’in yaptığı gibi tahiyyat boyunca böyle şu şekil sadece kelime-i tevhid söylenirken mi böyle kaldırılacak falan.
Abdulaziz Bayındır: Yada Hambeliler’in, Selefiler yapıyor böyle böyle böyle.
Yahya Şenol: İmam Malik ne diyor? Yok diyor böyle bir şey. Elin düz dursun falan. Bu tip şeyler görmedik, böyle bir şey yok Medine ehlinde. Daha temellş gibi, daha mantıklı gibi.
Abdulaziz Bayındır: Mantığına uyuyor. Resululah, ön tarafta namazı kıldırıyor. Cemaatin hepsi arkada. Nafile namazları da halkın yanında kılmamış. Bu tür rivayetler de eşlerinden gelmiyor. Eşlerinden gelse hani yine anlarsınız. O zaman şeyin ki çok mantıklı geliyor. Hanefiler de burada şunu söylüyorlar. Diyorlar ki; tamam, evet elleri kaldırma ile ilgili hadisler var ama bu öyle üç beş kişinin görebileceği bir olay değil. Eğer Resulullah, ellerini her defasında rükudan kalkarken, rükuya giderken kaldırıyor olsaydı cemaatin tamamının yapması lazım. Niye iki üç kişiden bunu rivayet ediyorsunuz ki. Namazların rekatları ile ilgili herhangi bir ihtilaf yok. Bu da aynen namazların rekatları gibi bir şeydir diyerel onu sünnet saymıyorlar. Yoksa orada hadisler yoktur demiyorlar.
Yahya Şenol: Ama bu tür rivayet çelişkilerinde, şimdi iki farklı iki zıt rivayet bulabiliyorsunuz. Bir tarafta diyor ki rivayette; Resulullah, ellerini kaldırırdı rükuya gideken ve rükudan kalktıktan sonra. Öbür rivayette diyor ki; hayır, kaldırmazdı. Bu tip rivayet çatışmalarında pratik sanki bir hakem rolü oynayabilir gibi. Pratiğe bakarsın. O zaman İmam Malik’in görüşüne başvurulabilir. Yani bir çözüm yolu olarak İmam Malik’in görüşleri kullanılabilir.
Abdulaziz Bayındır: Bir de şeyi söyleyeyim. Mesela Tunus’ta gördüm, daha önce hiç görmemiştim. Namaz kıldıkları zaman imam böyle “esselâmun aleykum ve rahmetullâh” yok “esselamun aleykum” bitti. Daha ikinci tarafı yok. Tek taraflı.
Yahya Şenol: Farz namazlarda mı?
Abdulaziz Bayındır: Farz namazda. “Esselamun aleykum”.
Yahya Şenol: Sadece sağdakine selam vermiş.
Abdulaziz Bayındır: Bütün günahları yazıyormuş ya soldaki melekler. Onun için ona selam vermemiş Temel.
Enes Alimoğlu: Selamın ilkinin farz, ikincisinin mustehab olduğunu söyleyenler var. Onun için olabilir. Cenaze namazında sadece sağa selam verip çıkıyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Bütün bunları bilmekte fayda var.
Yahya Şenol: Bir de bu belki hani söylemek gerekir. Bu aşure günü ile ilgili oruç rivayerleri var. Şimdi bunlardan bir tanesi Mekke dönemini anlatıyor, bir tanesi Medine dönemini. Kitaplarda rastlayabilirsiniz belki. Mekke dönemini anlatan rivayet şöyle. Bu da Buhari’de, Müslüm’değ Tirmizi’de falan geçiyor. Aşure günü, cahiliye devrinde müşriklerin de oruç tuttukları bir gündü. Resulullah da tutuyordu bu oruçları. Ama daha sonra ramazan orucu farz kılınınca Resulullah dedi ki; artık tamam, aşure orucunu tutmamız gerekmez. Dileyen tutar, dileyen tutmaz. Tutan sevabını alır, tutmayan için herhangi bir günah yok. Bir rivayet böyle. Bir rivayette de sanki bunu Medine’ye bağlayan bir rivayet var gibi. O da diyor ki; Resulullah, Medine’ye gelince, Yahudiler’in aşure gününde oruç tuttuklarını gördü. Sordu sebebini. Onlar da dediler ki; bugün Allah’ın Riravuna’a karşı Musa’ya yardım ettiği gündür. Biz, o günü tazim için yani o günün hatrına bugünü oruçlu geçiriyoruz. Resulullah da diyor ki; mesele Musa’ya yakınlıksa eğer, biz, Musa’ya sizden daha yakınız dedi ve mümünlere aşure gününde oruç tutmalarını söyledi, emretti. Çelişiyor gibi rivayet. Biri Mekke’de tutuluyordu diyor, biri de Medine’ye gelince. Nasıl uyuşturabiliriz? Biz, sitede verdiğimiz cevapta şöyle bir uyuşma önermişiz. Artık yorumu sizlere ait nasıl diye. Demişiz ki biz; ikisi çelişmeyebilir. Mekke’de tutuluyordu oruç. Resulullah Medine’ye gelince bakıyor Yahudiler de tutyor aynı orucu. Soruyor siz niye tutuyorsunuz peki? Onlar, İbrahim(as)’dan kalma bir şey olarak tutuyor olabilirler (Mekkeliler). Geliyor, Yaudiler de tutuyor. Yahudiler de bunu, Musa(as) örnekliği ile açıklayınca Resulullah diyor ki; biz, Musa’ya sizden daha yakınız. O yüzden 9-10 veya 10-11, bir gün fazla ikave ettiriyor aşure gününe. Aşure gününe Medine’de başlanmıyor. Siz o günü oruçlu geçiriyorsanız biz, iki günü oruçlu geçiririz o zaman deyip 9-10 veya 10-11 şeklinde orucu. Her iki rivayeti bu şekilde uyuşturmuş olabiliriz. Yani Medine’de Yahudiler’in oruç tutma sebebini sormuş oluyor. Yoksa onlardan görüp de bu orucu emretmiş olmuyor Resulullah. Bilmiyorum uyuşturabilmişiz mi iki birbirine zıt rivayeti.
Sonia Hanım: 01:17:27-01:17:30 duylmuyor.
Yahya Şenol: Farz değil. Farz olmayan şeylerde Resulullah’ın muhalefeti var.
Sonia Hanım: Farz olmasa bile ibadi bir önemde bakayım sen niye böyle yapıyorsun, biz daha şeyiz diye bir..
Abdulaziz Bayındır: Esas olan tasdik olmasıdır. Orada bir problem var. Soru var mı?
Yahya Şenol: Nafile oruç bozulursa. Kişi nafile oruç tutuyor, bozarsa bir daha kazasını yapması hükmü ne olur?
Abdulaziz Bayındır: Hanefiler’de ve Malikiler’de kaza yapmalı deniyor. Ama Şafiiler kazaya gerek yok diyor. Benim aklımda kalan o.
Yahya Şenol: Şafi ve Hambeliler’de kazaya gerek yokmuş.
Abdulaziz Bayındır: Bunlar diyor ki; siz, ibadete başlamakla kendinize vacip ettiniz. Allah’a karşı oruç tutma sözü vermiş oldunuz niyet ederek başladığınızdan dolayı. Bunu yapmanız lazım. O gün yapamadıysanız başka gün yapın diyorlar ki oldukça mantıklı gözüküyor.
Yahya Şenol: Daha çok şey ayetini delil gösteriyorlar. Muhammed suresinde “fe lâ tubtilû a’mâlekum” diye. Amellerinizi boşa çıkarmayın, iptal etmeyin gibi.
Abdulaziz Bayındır: Ama “yûfûne bin nezri”(İNSAN 7) daha uygun düşüyor oraya. “Ve lâ tubtilû a’mâlekum”(MUHAMMED 33) o zaten iptal ediyor. Orucunu bozmakla iptal etmiş oluyor. Orada bütünüyle iptal etmek manası olabilir.
Yahya Şenol: Yenisini tutunca yerine geçirmiş olursunuz.
Abdulaziz Bayındır: İkisi de olur.
Yahya Şenol: Hatta şöyle bir hadis de varmış Tirmizi’de. Aişe validemiz diyor ki; biz oruçluyken Hafsa ile birlikte yani yine Peygamberimiz’in eşlerinden, bir hediye getirildi ve biz de orucumuzu bozduk diyor. Sonra Resulullah geldi, durumu ona bildirdik. Ya Resulullah, bize yiyecek bir şeyler getirdiler canımız çekti orucumuzu bozduk. Resulullah da diyor ki; günahı yok ancak yerine bir gün tutmanız gerekir yani onun yerine başka bir gün oruç tutun buyurmuş.
Abdulaziz Bayındır: Burada da aynı şey. Yani Resulullah’ın o sözü de onu gösterir. Ben şimdi ne yapmış oluyorum? Diyorum ki, mesela bu gece kalktım. Niye kalkıyorum? Yarın oruç tutayım diyorum. Niçin tutacağım? Allah rızası için tutacağım. Ne yapmış oluyorum? Ben, Allah için oruç tutmayı kendime görev haline getiemiş oluyorum. Bir nezir oluyor yani. “Yûfûne bin nezir”(İNSAN 7) var. Allah’a verdikleri sözü yerine getirirler. Allah’a verilmiş olan söz de tabiki yerine getirilmesi en uygun olanıdır. Bozduysan bir gün yerine tutarsın. Sadece, sözünü yerine getirmiş olmak için. Ama Şafiler de diyor ki; adamın zaten böyle bir borcu yok. Tuttuysa tuttu. Buna bir nezir yani adak muammelesi yapamayız diyorlar. Onlar da öyle bir yorum yapıyorlar.
Yahya Şenol: Geçen derste sorulan bir soru yine sorulmuş. Fitre verilmediyse ramazandan önce, bayram geçince ödenir mi?
Abdulaziz Bayındır: Ödenir tabi. O da bir borçtur. Çünkü ayet ne diyor? “Ve alellezine yutikûnehu fidyetun taâmu miskın” yani oruç tutabilecek durumda olanların üzerine çaresiz kalmış bir kişiyi doyurma görevi vardır diyor. O görevi bir zamanla sınırlamıyor ki. İlla şu tarihte yapacaksın da bu tarihte yapmayacaksın demiyor. Falanca günlerde demiyor yani. “Yutikûnehu” meselesi, ramazanın sonunda ancak tahakkuk eder. Hadislerde de ramazanın sonunda fitrenin vacip olduğuna dair rivayetler var. Ama illa falanca gün yerine geririlmesi/getirilmez diye bir ifade yok. Zimmette borçtur. O borcu ödemesi lazım.
Yahya Şenol: Salon içinden varsa soru onları alalım. Çünkü konu dışı soru var.
Katılımcı: Hocam, bu muhalefet ile ilgili. Kafama takılıyordu bu. Şu açıdan: Kur’anı kerimde AllahTeala, Yahudiler’e diyor ki; tevrata uydukları zaman Müslüman sayıyor onları. Şimdi Peygamber efendimiz Medine’ye geldiği zaman diyor ki; Musa(as), bize daha yakındır. Yani o söz biraz garip geliyor. Neden? Onlar da Müslüman ise o orucu tutyorsa Peygamber efendimizin öyle demesi mantıklı olmuyor, doğru olmuyor bir açıdan. 2-Geçende dergiye bakıyordum. 4.sayıda, Yahudiler’in bizim gibi namaz kılmaları. Orada deniliyor ki; Yahudiler, ellerini böyle salardı. Peygamber efendimiz de onlara muhalefet ellerini bağlamış. Şimdi böyle bir şey olur mu? Onların da aynı namazı ise bizim de aynı namazımız ise bir yerde böyle yapıp, bir yerde böyle yapmak yani ne kadar doğrudur? Biraz mantıklı gelmiyor.
Abdulaziz Bayındır: Biliyorsun Şia’da ellerini bağlarsan namazın olmaz. Malikiler’de de ellerin bağlanması görevi yoktur. Ellerin bağlanması ile ilgili mesela Hanefiler’de ellerin bağlanması farz mı? Öyle bir görev değil yani. Eğer seni haklı kılan ifade olarak söylüyorum, ellerin bağlanmasını şart koşması gerekirdi Resulullah’ın. Öyle bir şart koşma yok. Eğer Resulullah ellerini sürekli bağlıyor olsaydı az önce Yahya’nın uzunca anlattığı gibi Malikiler bir kere yani Medine halkının amelini esas alan Malikiler, el bağlamayı şart koşarlardı. Tekrar edeyim. Bizim oluşmuş geleneğimizde mesela işte siz ilahiyat tahsili görmüş kişisiniz, ben şahsen kendim şu ana kadar bir yerde okumadım. Kur’anı kerim de olmasa hiç bilmeyeceğiz; Kur’anın öncekileri tasdik ile ilgili usul kitaplarında yada geçmiş kitaplarda bir başlık hatırlayanınız var mı sizin içinizde? Halbki tasdik son derece önemli. Tasdik eden bir resul gelirse inanacaklar yoksa inanmayacaklar. O tasdik konusu tamamen ortadan kaldırılmış. Tasdiki bırakın işte şimdi senin de haklı olarak itiraz ettiğin gibi sanki muhalefet ile gelmiş. Muhalefet ile gelmiş olan bir nebiye inanma görevi doğar mı? Ne diyor AllahTeala? Tasdik eden birisi gelirse inanacaksınız diyor. Muhalif olana niye inansın ki? Dolayısıyla o tasdik üzerinde, bizim de şimdi ısrarla durmamız lazım. Dün bir arkadaşımız anlatıyor, diyor ki. İşte bizim Süleymaniye Vakfı’nın bir düsturu var. Aslında bizim şey değil biz Kur’anı kerime uymaya çalışıyoruz. Yoksa bizim ortaya koyduğumuz şey değil ama karşı taraf öyle değerlendiriyor. İşte Allah’ın indirdiği ayetler, yarattığı ayetler. Dinin, fıtrat olarak algılanması. Yani bir yabancı ülkedeki algıyı anlatıyor. Şimdi oradakiler şunu söylemişler; yaa, şimdi sizin anlattığınız din, bu anlayış bizde yok. Son derece etkileyici. Ona karşı bir cevap da üretemiyoruz. Onun için yani en iyisi sizinle ilşkileri dondurmak. Söyleyecek bir söz yok. Bu, zaten C. Hakkın her tarafta uygulanmasını emretmiş olduğu prensiptir. Yani Kur’anın Allah’ın kitabı olduğunun delili nedir diye sorarsak ne cevap vereceksiniz? Allah’ın yarattığı ayetlerdir. E şimdi o zaman bizim gelenekte Kur’anın Allah’ın kitabı olduğunu ne ile ortaya koyarız? Hadis falan da değil. İşte inanmıyormusun? İnanmazsan kafir olursun. Böyle piskolojik şeylerle. Yani elde herhangi bir delil yok. İşte Resulullah’ın en büyük mucizesi. Tamam, bunu söyleriz. Güzel ama mucizeyi nasıl bileceğim? Müslümanların da Kur’an ile ilşkileri sadece ezber boyutundadır biliyorsunuz. İşte kim daha düzgün harfleri telaffuz ediyor, kim daha iyi seslendiriyor. Kur’anın Allah’ın kitabı olduğunun ıspatı ile alakalı bir şey de yok bizim gelenekte. O da yok. O zaman tasdiki de ortadan kaldırıyorsunuz. O şekilde gittiğimiz zaman gerçekten bu dine inanmayın demek oluyor. Ama Allah’ın emrettiği şekilde gidersek, indirilen ayetler-yaratılan ayetler. Ne kadar ilim var ise onlar, yaratılan ayetlerden elde edilmiş oluyor. O zaman bütün ilim adamlarına tasdik ile gitmiş oluyorsunuz sadece şeyle değil. O yaratılan indirilen ayerler mesrlesi ile tüm ilime tasdik ile gidiyırsunuz. O zaman o ilim adamları da Kur’anı kerime bakma ihtiyacı duyacaklar gerçekten böyle mi diye. Bakınca, bunun Allah’ın kitabı olduğunu onlar da görecek. Tüm insanlığa sizin gözlemlediğiniz, tabiattan elde ettiğiniz bilgiler ile bu kitabın Allah’ın kitabı olduğunu göreceksiniz diyeceğiz. Bütün nebilerin söylediği tezkir kelimesi ortaya çıkacak. Orada da tasdik ile gidilmiş olacak. Ondan sonra da işte Zerdüştü’ne, Sabiisi’ne, Nasranisi’ne, Yahudisi’ne de böyle gidilmeli. Evvelki gün birisi anlatıyor. İsrail’de bir gurup Yahudi varmış. İsrail’in devlet kurmasına karşı çıkıyormuş. Bizim kuracağımız bütün devletlerin sonu fiyaskoyla sonuçlanacak, bunu yapmayalım. Mesih gelecek, Mesih geldikten sonra ancak dünya hakimiyeti olacak diye. Şimdi onlara, geldiğini de göstermemiz lazım. Sizin dediğiniz, Muhammed(as)’dır. İşte bu tasdiklerle gittiğimiz zaman çağımızın da bu iletişim haberleşme araçları uygun bir şekilde kullandığımız zaman her şey düzelecek. İşte orada Rüstem Hoca’nın itiraz etmiş olduğu haklı itiraz etmiş olduğu şeyler ki Enes Hoca da daha önce şey yapmıştı, ortadan kalkacak. Efendim niye muhalefet ediyorsunuz? Eğer muharremin onunda oruç tutmak yanlış ise hiç tutmaması gerekir değil mi? Doğruysa niye ilave ile çıkarma yapıyorsun? Çünkü sen, tasdik ile gelmişsin.
Katılımcı: Hocam, ramazanda bilerek orucunu yiyen bir insana fidye verilir mi?
Abdulaziz Bayındır: Fidye mi vereceksin? Fitre.
Katılımcı: Oruç tutmayanlara fidye verilebilir mi? Yoksa oruç tutanlara mı verilmeli.
Abdulaziz Bayındır: Ayette diyor ki; bir miskin taâmı. Miskin ne demek? Çaresiz kalmış. İster Müslüman olsun ister olmasın farketmez. Yani o fidye dediği AllahTeala’nın, bizim fitre diye artık insanlar tarafından yaygınlaşmış. Seni anlıyorum, fidye diyeceksin de artık bir söz vardır; deme kalbura kallabur, galatı meşhur galatı mushadan evladır diye. Öyle, bir şey meşhur olmuşsa onu kolay kolay değiştiremezsin. Önemli olan, yanlış anlaşılmamasıdır. O fitre, Müslüman’a verilecek diye bir şey yok. Çaresiz kalmış kişiyi doyuracaksın. O kim olursa olsun. Şart değil. Biliyorsun bir de fitir namazı kıldırırlar insanlara. İki rekat da namaz. Adam diyecek ki; valla kalsın diyecek. Evet başka?
Katılımcı: Hocam, bu oruçlara niyet etme bakımından farz veya nafile olması bakımından bir ayrım var mı? Nafile namazlarda geceden niyet edilen yada gündüzden niyet edilen şeklinde bir bilgi var bende de doğruluğu hakkında şüphem var.
Abdulaziz Bayındır: Nasıl diyorlar? Söyle.
Katılımcı: Yani geceden niyet edilen, imsak vaktine kadar niyet edilen. Mesela ben, kalktım sabah namazını kıldım yattım. Öğle namazının işte o kerahat vaktine kadar, 45 dakikalık bir vakite kadar nafile oruçlara niyet edebilirsin şeklinde bir bilgi var bende.
Abdulaziz Bayındır: Farzlar için de aynı şey vardır.
Katılımcı: Gündüzden bir ayrım yok.
Abdulaziz Bayındır: Farzlar için de aynı şey vardır. Yani fıkıh kitaplarında vardır o.
Katılımcı: En azından mesela ramazan ayı için zaten ben, bu ramazan ayıdır oruç tutacağım şeklinde bir niyet yapıyorsunuz ya. Ama benim dediğim şöyle; kafanızda hiç oruç tutmak yok. Sabah kalktım, ben bugün nafile oruç tutayım şeklinde bir niyet ettim. Bunun da sınırını öğle namazına 45 dakika kala gibi bir vakit ile sınırlıyorlar. Ben bunun doğruluğunu teyid etmek istiyorum.
Abdulaziz Bayındır: Orada şöyle yapılıyor. Yani fıkıh kitaplarında o var. Günün yarıdan fazlası niyet ile geçmiş olmalı diye ki bunun ben kaymağını bilmiyorum şahsen. Yani bir delili olacağını da zannetmiyorum. Onu da şöle diyorlar. Diyorlar ki işte; 45 dakika demelerinin sebebi, fecirden güneş batana kadar olan kısmı ortadan ikiye bölüyorlar. İşte öğlen namazına 45 dakika kalıncaya kadardır diye düşünüyorlar. O zamana kadar niyet etmişsen günün çoğu niyetli geçer diye düşünüyorlar öyle bir görüş var. Ben şahsen bu görüşün doğru olduğuna inanmıyorum. Çünkü ibadet ise niyetsiz olmaz yani. İnnemel âmâli bin niyet” hadisi şeye uygun yani. Sizin kafanızda oruç tutma şeyi yani siz Allah’ın emrine uyma kararındasın, müslümansan, ben mümin isem bir kere Allah’ın emirlerine uymaya karar vermişim demektir. Ramazanda oruç tutmamak için ikitane sebep var: hasta olurum, yolcu olurum. Değilsen oruç tutacaksın kardeşim. Yok “ben niyet etmemiştim”, böyle şey yok. Bu, sana verilen emirdir. Bu orucu tutacaksın. Bu senin görevindir. Ne diyor? “Fe men şehide minkumuş şehra fel yesumhu: kim o ayda yaşarsa o ayı oruçlu geçirsin”(BAKARA 185). Bir kere o ayda oruçlu olma Allah’ın emridir. Burada sana yetki verilmemiş. Yok ben bugün niyet etmedim, bugün niyetli değilim: bir müslümanın böyle bir söz söylemeye hakkı yok. Onun dışında, eğer ben karar vermemişsem. Niye? Çünkü oruç tutma görevi diye bir görevim yok başka bir gün. Oruca başlamanın da vakti var. İşte fecri sadıktan itibaren başlayacağız. O zaman benim oruç tutmaya niyetli olmam lazım. Bazı hadislerden hareketle bunu şey yapıyorlar. İşte Resulullah demiş ki; evde bir şey yoksa o zaman biz bugün oruçlu olalım falan diye. Bana pek mantıklı gelmiyor o. Ramazan orucunda zaten oruç tutma dışında herhangi bir şansın yok, tutmak zorundasın. Ama onun dışında imsak öncesi niyet etmiş olmalı. Bilmem sizin farklı görüşünüz var mı?
Yahya Şenol: Bir hadis var. Aişe validemizden geliyor. Diyor ki; “dehale resulullahi(sav) zate yevmil fe kale: Resulullah bir gün yanıma geldi ve sordu “hel endekum min şey’in: yiyecek bir şeyler var mı evde?”.”Fe kulna la: biz de hayır dedik, yok”,”fe kale fe inni izen saimun”.
Abdulaziz Bayındır: Acaba ne zaman geldi O? Akşamdan mı dedi yoksa..
Yahya Şenol: Sabah kahvaltı edecek vakitte.
Abdulaziz Bayındır: Öyle yazıyor mu?
Yahya Şenol: Yok şeyde anlatılıyor. Devamı da onu gösteriyor zaten. “Summe etana yevmen ahar: başka bir gün yine geldi”,”fe kulna ya Resulallah: yine sordu yiyecek birşeyler var mı?”,”uhdiye lena haysun” işte bir çeşit yemek getirilmiş biz hediye edildi “fe kale elinihi fe lekad ısbahtu saimen fe ekele” o zamana kadar hiç bir şey yememiş. Oruçlu olarak sabahladım dedi ve yedi. Bundan dolayı deniyor ki; nafile oruçlarda kuşluk vaktine kadar niyet edilir.
Abdulaziz Bayındır: “Isbahtu saimen” manası ile olur. Hiç bir şey yememiştim şimdi yiyeyim dedi. Yoksa niyet etmiş manasına gelmeyebilir. Yani akşamdan da diyebilir.
Yahya Şenol: Bir öncekinde o zaman niyet ediyor ama. “Ve inni izen saim” o zaman ben şimdi oruç tutayım bari diyor.
Abdulaziz Bayındır: Ama ne zaman? O vakit fecirden sonra mı yoksa akşamdan da olabilir.
Yahya Şenol: “Yevm” dediğine göre güneş doğmuş olmalı.
Sonia Hanım: Şiiler’de şöyle bir görüş var. Diyor ki; eğer ölen namazına kadar orucu bozan bir şey yapmadıysanız niyet edebilirsiniz.
Yahya Şenol: Aynı şey işte.
Abdulaziz Bayındır: Hanefi mezhebinin görüşü o. Zaten Hanefi ile Caferilik arasında çok büyük bir yakınlık vardır. Hanefi mezhebinin görüşü bu.
Katılımcı: Ben bir soru sormak istiyorum. Öncelikle ben bir Hanefiyim. Fakat bundan dolayı üzgün olduğumu belirtmek istiyorum. Çünkü ben de bir çok Hanefi gibi malesef taklit ediyorum bir çok şeyi. Bu taklit ettiğimiz şeyleri, bizim hikmetini, illetini, sebebini bilmemiz açısından bunları araştırmamız ve sizin gibi değerli hocalarımızı takip etmemi son derece önemli. Gönül ister ki bütün müslümanların bu tür şeylere katılmak kaydıyla bu yaptıkları taklitlerin niçin, neden yapıldığını çok ta kıyas ederek muksyese ederek anlayabilmeleri. Çünkü aksi takdirde bizim çok da böyle taklit ettiğimiz şeylerden dolayı, bir takım şeylerden dolayı malesef müslümanlar arasında birbirlerine karşı olan kin ve nefret duyguları artıyor. Çok hoş olmayan mslesef nahoş şeylerle karşılaşıyoruz. Fakat benim daha çok üstünde durmak istediğim ve özellikle sizden cevabını beklediğim şey şudur ki bizim taklit ettiğimiz bu fıkhi konulardan dolayı müslümanların kin ve öfkeden dolayı kaldırmamak gibi nedenlerden dolayı birbirlerini katlettiklerini, birbirlerine karşı savaş açtıklarını bilmiyorum böyle bir şey var mı tarihte ki ben kendi mahallemde, kendi çevremde Şafilerle kavga etmiyorum, kin de tutmuyorum. Fakat müslümanlar Fatiha’da, tahiyyata oturdukları zaman ettehıyyatüyü okurken işaret parmaklarını kaldırıp indirene kadar şu bir aşikar ve acıdır ki yeryüzünde yüzlerce müslüman birbirini katlediyor. Biz bunları tartışırken. Benim çok üstünde durmak istediğim ve sizden özellikle cevabını beklediğim, müslümanlar arasında bir takım ameli noktalardan dolayı birbirlerini katletmezlerken fakat bazı mezhep sahipleri birbirlerini katletmektedirler. Şii, Sunni, İşid, karşı mezhep görüşündeki insanları katletmektedirler. Neden farklı mezhepten olan müslümanlar birbirini hangi nedenden dolayı kalediyor? Ki aşikardır ki bu fıkhi meselelerden dolayı olmasa gerek. Bundan dolayı sizden açıklama ve bilgi talep ediyorum. Teşekkür edeim.
Abdulaziz Bayındır: Evet şimdi öncelikle fıkıh kitaplarında şöyle bir şey vardır. Mukallidin mezhebi olmaz. Mukallid ne demek? Mukallid demek yani herhangi bir görüşün gerekçesini bilmeyen kişi demektir. Ben, Hanefi mezhebindenim diyebilmek için Haneriler’e ait olan bir görüşün delillerini bilmek ve onu doğru kabul etmek lazım. Bakın Ebu Hanife, burada şöyle demiş yada Hanefi mezhebi şöyle demiş, delilleri şu doğru söylemiş ben de onu kabul ediyorum demek gerekir. O zaman kişi o mezhepten olur. Ama bizim gelenekte öyle değil. İşte biz Hanefiyiz. Niye? Annem Hanefi, babam Hanefi falan. İşte sordum Hanefymişiz. Hatta bir gün bir karı koca gelmişti İstanbul Müftülüğü’ne. Diyor ki; kızımızı bir adam istedi diyor. Baktık abdest, bamaz çok temiz bir delikanlı. Kızı verdik diyor. Sonra bir de duyduk ki Şafi imiş. Hanım bir tarafta, ben bir tarafta ağlıyoruz. Kıza da bir şey hissettirmemeye çalışıyoruz. Perişan olduk Hocam. Ona göre Şafii demek kafir demek. Neyse anlattım, şaşırıp gittiler geriye. Bu mezhepler, bazen din haline geliyor. Bir de biliyorsunuz müslümanlar çok uzun süredir problem çözme yeteneklerini kaybettiler. Bütün İslami kavramların içerisi boşaltıldı. Şu anda boşaltılmış kavramlar müslümanlara hakim. İçerisi boşaltılınca bazı şeyler öne getiriliyor, falanca kafirdir öldürülmesi gerekir diyor. Çünkü dinden döneni öldürün diyen şeyler var. Ee kendi mezhebine uymadığı zaman onu dinden dönmüş olarak kabul ediyor. Bir gün Fatih camisinde ikindi vaazı yapmıştım pazar günü. İmam odasına gitim. Birisi geldi böyle kıpkırmızı, son derece sinirlenmiş. “Hocam, az daha elimden bir kaza çıkacaktı”. Ne oldu? Adam orada namazla düpedüz dalga geçiyor dedi. Ne var dedim? “Kalkıyor ellerini kaldırıyor, yatıyor ellerini kaldırıyor. Kardeşim bir kere kaldırdın ya ne böyle..”. Adama dedim ki; Şafii mezhebinden o adam. “Haa! Öyle mi?” dedi. Dolayısıyla bilhassa gençleri çok kötü bir şekilde şartlandırıyorlar. Mesela Avrupa’da Selefiler, eski Rus cumhuriyetlerinde Selefiler çeşitli yerlerde, belli şekillerde şartlandırıldılar yıllardır. Ve belli noktalardan beslendiler. Şimdi onlar, cihad adı altında şimdi biliyorsunuz Türkiye’de de oy veren kişi ne olur diyorlar? Kafir olur diyorlar. Aynı mantıktır. Ama mesela aynı kişilere gidin de bakayım Suudi Arabistan’da devletin aleyhine tek kelime söyleyebiliyormusunuz. Hadi burada sizi millet konuşturuyor. Bu şekilde şartlandırılıyorlar. Halbuki bilmiyorlar ki Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirdirler doğru da işte Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenlerin başında siz geliyorsunuz. Çünkü söylediklerinizin hiç birisi Kur’anı kerim ile Resulullah’ın sahih hadisiyle bağdaşacak şeyler değil. Size din diye öğretilmiş, şartlandırılmış, şimdi de gönderiliyor cihad yapacaklar ve orada insanları kesmeyi, boğazlamayı cihad zannediyorlar. Ama müslmanlar buna layık olmasaydı, C. Hakk bu kadar büyük bir ceza ile cezalandırmazdı. Biliyorsunuz işte ramazandan önce, ramazanın içindeydi galiba. Alimler toplantı yaptı, bir bildiri yayınladılar günde 900 kişi birbirini öldürüyor diye müslümanlardan. Yani biz, Filistin üzerinde üzülerek duruyoruz. Gazze tabi çok üzüntü verici bir şey ama günlerdir daha sayısı binleri yeni geçti. Ama hergün 900 kadar müslüman birbirini öldürüyor. İslam aleminin ne kadar kötü bir durumda olduğu ortada. Problem çözme yeteneğşni asırlar öncesinden kaybetmiş bir şey. Tabi olan, metbu olmayan yani önde gitmeyen, başkalarının arkasından giden, hep böyle güdülen bir İslam alemi var. Onu da siz çok iyi biliyorsunuz ki Kur’ansız ve sünnetsiz bir İslam, İslami ilimler var. Yani bugün siz, istediğiniz kadar İslam üniversitelerini, ilahiyat fakültelerini, imam hatip okullarını çoğaltın. Ne öğretiliyor orada? Orada öğretilenler, hayata bakışını değiştirecek ve önder olmasını sağlayacak, problem çözmesini sağlayacak şey değil. Onun için bu, çok büyük bir problem. Allah’a çok şükür ki yavaş yavaş anlaşılmaya başlandı. Onun için tavsiye edeyim hiç biriniz herhangi bir mezhebin adını söylemeyin. Ben müslümanım deyin. Ben müslümanım. Sen: ben Selefiyim. Ben müslmanım. “Ben değilmiyim?”, bilmiyorum ben müslmanım, sen de kendi inancınla alakalı kararı sen kendin ver. Sen, bana soruyorsun. Ben Müslümanım o kadar. Çünkü Müslüman, İslam, Allah’ın bize verdiği dinin adı. Müslman da o dine uyan kişi. Müslim tabi şeyde, Türkçe’de Müslüman diyoruz. Farsça’dan gelmiş. Müselman diyorlar değil mi Farsça’da. Oradan gelme bir şey. Dolayısıyla bu şeyi mutlaka ortadan kaldırmak zorundayız. Bunlar, C. Hakkın bize bir cezasıdır. Bütün dünyaya örnek olması gereken, problemleri çözmesi gereken Müslümanlar malesef altta ezilen durumdadır. Çünkü kendi dinlerini, ellerinde Kur’an olmasına rağmen Kur’anlarını bir kenara itmiş insanlardır. Allah’ın kitabından çözüm aramayanlardır. Bu problem büyük yani. Evet başka var mı?
Katılımcı: Hocam, sadece anladığımı doğru anlamışmıyım anlamında soruyorum. Şimdi Kur’anda C. Hakk, işte Meryem annemize rüku edenlerle birlikte rüku et dediğinde Yahya Hocamız’ın söylediği gibi onu gözünle gör ve uygula dediğini anlıyorum. Şimdi bir de Kur’anda kıraat var, secde var, rüku var, kıyam var. Hepsini Allah bildiriyor bize ve bir ayette de hani Kur’an indirilirken sorduğunuzda açıklanır, açıklanmayan kısmı da affettiği anlamında bir ayet var. O zaman bu ellerin bağlanış şekli hiç de önemli değilmiş gibi geliyor bana bir şekilde. Hani şeytan beni sonradan dürtmesin diye bunu öğrenmek istedim.
Abdulaziz Bayındır: Yok zaten az önce söyledik ya. Hanefiler’de elleri bağlamak farzdır denmiyor ki. Hiç bir mezhep farz demiyor ellerin bağlanmasında. Ama bir tek Şia diyor ki; elleri bağlarsan namazın olmaz diyor değil mi? Öyle diyor. Sadece Şia diyor, başka değil. Ellerini bağlarsan namazın bozulur diyor. Onun dışında şey değil. Bağlasan da olur salıversen de olur. Ama mesela Hanefiler diyor ki; bağlamak sünnettir. Peki hepinize çok teşekkür ediyoruz sağolun. Allah razı olsun.