“Elhamdülillâhi Rabbil-‘âlemîn. Vel-‘âkıbetü lil-müttekîn. Vessalâtü vesselâmü ‘alâ Rasûlinâ Muhammedin ve ‘alâ âlihî ve sahbihî ecma’în”.
Biliyorsunuz epey bir zamandır Müslümanlar olarak üzüntülü durumdayız. Gece uykularımız kaçıyor, uyuyamıyoruz. Çünkü Mısır’da kardeşlerimiz öldürülüyor. İşte bu gece camiye hapsolundular. Ne yiyorlar, ne içiyorlar? İhtiyaçlarını nasıl karşılıyorlar? Bu tabi büyük bir sıkıntı. Bu sıkıntı daha önce birçok yerde yaşandı. Birçok yerde katliamlar yapıldı. Son zamanlarda İslam âleminde bu tür şeyler artık normal hal gibi ortaya çıkmaya başladı. Dolayısıyla bu konularda acaba bir yerde bir hata mı yapıyoruz, bir eksiğimiz mi var, kusurumuz mu var ona bakmak lazım. Yoksa ortaya çıkıp da işte Batı görevini yapmadı. Birleşmiş Milletler nerede? Hani Uluslararası İnsan Hakları ve örgütleri? Neden Amerika bu işe müdahale etmiyor şeklindeki sözler bir Müslümana yakışmaz. Yani müslüman bulunduğu yeri bilmek zorundadır. Yani müslüman, bir başkasından medet umamaz. Şimdi burada birçok yapısal yanlışlıklar yapılıyor. Şimdi durum biraz nazik. İnsanların çok hassas olduğu bir an. Şunu çok iyi bilmemiz lazım: Bu din Allah’ın dinidir. Bu din için yapılan bütün hareketler Allahu Teâlâ’nın kitabına uygun olmak zorundadır. İşte Allahu Teâlâ yapılan davranışlarla ilgili olarak bize Nisa suresinin yetmiş birinci ayetinde şöyle diyor:
“Ya eyyühellezine amenu huzu hizraküm (4/71)” Müminler! Korunma tedbirinizi alın.
“Fenfiru sübatin evinfiru cemia (4/71)” küçük gruplar halinde ya da toplu halde sefere çıkın, düşmanların karşısına çıkın. Ama öncelikle tedbirinizi alın diyor. Şimdi uzunca bir zamandır işte Dünyada biliyorsunuz işte batılı kriterler, demokrasi, insan hakları gibi bir takım kelimeler İslam âlemine hâkim oldu. Hatta işte demokrasinin İslam ülkelerinde yaygınlaştırılması falan gibi bir takım düşüncelerin de ortaya konduğunu biz biliyoruz. Dolayısıyla şeylerde yani biz bir kere batılı cümleleri konuşmaktan vazgeçmemiz lazım. Yani onların ifadeleriyle biz herhangi bir noktaya varamayız bunu çok iyi bilmek lazım. Şimdi orada mesela bir şey yapılıyor. Günlerce protesto gösterileri yapıldı. Ben şimdi şunu soruyorum: Rasulullah sav Mekke’deyken herhangi bir protesto olayı duydunuz mu? Ya da Medine’de de bir protesto var mı? Siz kimden ne bekliyorsunuz? Dolayısıyla sorularınızı daha sonra sorarsınız şimdi şey yapmayın. Dolayısıyla bizim yaptığımız her davranış Kuranı Kerim’e uymak zorundadır. Öyle olacak ki Cenabı Hakk’ın yardımını alalım. Mısır’da biliyorsunuz Musa as daha önce mısır firavunlarına karşı şey yaptı, mücadele verdi. Ve orada bunların yani firavunlar şeyleri İsrail oğullarının kızlarını sağ bırakıp, erkeklerini öldürüyorlardı. Peki, o zaman Musa as ne yaptı orada? Şimdi onları bu şeyler yani önceki nebilerin hayatıyla ilgili Kuranı Kerim’de geçen ayetlerin hiç birisi bize tarihi bilgi vermek için değildir. Ondan dolayı olayın geçtiği yer zikredilir ama bir tarihçi gibi zikredilmez. Oranın coğrafi sınırlarından bahsedilmez. İşte bu Mısır’da olduğunu biliyoruz ama Mısır’ın hangi şehrinde olduğunu Kuranı Kerim’den tespit etmemiz mümkün değil. Şimdi bakıyoruz işte Ehramlar var Mısır’ın merkezi Kahire imiş herhalde orada olmuştur diyoruz. Ve şu tarihte olmuştur ifadesi de geçmez. Oradaki tarihi şahsiyetlerin isimleri de geçmez. Evet, bir Haman geçiyor, bir Firavun geçiyor, bir şey neydi o zenginin adı? Karun geçiyor. Yani bunlar aslında birer simge birisi sermayeyi temsil ediyor evet her ne kadar birer isimse de aynı zamanda birer simge. Sermayeyi temsil ediyor, askeriyeyi temsil ediyor, siyasi gücü temsil ediyor.
Şunu söylemek istiyorum: Yani Kuranı Kerim’de geçen nebilerle ilgili hayatlarında onların hayatlarını anlatan ayetlerde bir tarihçinin aradığı bilgilerin birçoğunu bulamazsınız. Ama insana ömür boyu lazım gelen öğütleri orada buluruz. Her insana her topluma orada lazım gelen öğütler vardır. Şimdi Musa as Mısır’da öyle bir despot kişinin yönetimi altında Allah’ın dinini yaydı ki bu insan erkekleri öldürüyor, kadınları da kendileri için sağ bırakıyordu. Yani nefsinde kötü niyetlerin onlardan onlarla gerçekleştirmek için kızları sağ bırakıyordu. Çünkü erkekleri öldüğü zaman o nesil, o erkeklerin nesli değil, o kadınlarla ilişkiye girenlerin nesli olacak. Dolayısıyla orada İsrail oğullarının neslini kurutma hareketi vardı. Top yekûn neslini kurutma hareketi vardı. Tamamen yok etme hareketi vardı. Şimdi böyle bir ortamda Musa as mücadelesini yaptı ve başarıya ulaştı. Şimdi Allahu Teâlâ bize Musa as’ı örnek veriyor. Dolayısıyla bunu çok iyi kavramamız gerekiyor.
Mesela şey var: Musa as’a biliyorsunuz İsrail oğullarından da çok az kimse inanmıştı. Yunus suresinin seksen yedinci ayetinde (Galiba burada bir hata yapılmış seksen üçüncü ayet olması gerekiyor) diyor ki Cenabı Hak:
“Fe ma amene li musa illa zürriyyetüm min kavmihi (10/83)” kendi kavminden birkaç genç. Onların dışında Musa as’a inanan olmadı. Neden olmadı? Musa as haksız diye değil.
“Ala havfim min fir’avne ve meleihim (10/83)” Firavundan ve onun çevresindeki etkili kişilerden korktuklarından dolayı inanmadılar.
“En yeftinehüm (10/83)” Kendilerini sıkıntıya sokacak diye inanmadılar. İşlerinden olacaklar, güçlerinden olacaklar, belki hapse atılacaklar e işkence görecekler falan.
“Ve inne fir’avne lealin fil ard (10/83)” Çünkü firavun o topraklarda tam bir hâkimiyet kurmuştu.
“Ve innehu le minel müsrifın (10/83)” Bir de o aşırı gidenlerdendi. Öyle hak hukuk falan tanımıyordu. Kanun manun tanımayan bir insandı.
“Ve kale musa ya kavmi in küntüm amentüm billahi fealleyhi tevekkelu in küntüm müslimin (10/84)” Peki Musa as’ın sözü ne? Diyor ki: Ey kavmim, eğer Allah’a inanıyorsanız, bakın şimdi bu şeyler İsrail oğulları inanların şey, firavun inanların çocuklarını öldürmüyordu. İsrail oğullarının çocuklarını öldürüyordu değil mi? Yani inansın inanmasın İsrail oğullarını yok etmek istiyor. Çünkü Yusuf as’dan sonra yani Yusuf as ile birlikte Yusuf as da biliyorsunuz Yakup as’ın oğludur. İsrail oğulları Yakup as’ın soyundan gelenlerdir. On iki tane çocuğunun soyundan gelenlerdir. Dolayısıyla bunlar o nesli ortadan kaldırırsak rahat ederiz diyorlardı. Yani bu insanların işte biz inanmadık falan demeleri çocukların öldürülmesine mani değil. Çocuklar zaten gidiyor bari biz de gitmeyelim diye inanmamış oldular şeye Musa as’a. Ama oradan gençlerden bir grup inandı. Yani şimdi oradaki ortamı çok iyi düşünmemiz lazım. Bak:
“Le minel müsrifın (10/83)” diyor kesinlikle israfçı ne demek. Aşırı davranışlar gösteren biri kişi. Yani hak hukuk tanımıyor. Öyle yasa masa diye hiçbir şey tanımayan bir insandı o. Şimdi Musa as diyor ki: Eğer Allah’a inanıyorsanız ona güvenin diyor. Ona güvenin. Ona dayanın onun korumasına girin. Eğer ona teslim olan kişilerseniz. Onlar da dediler ki: Onu söyleyenler tabi bu bir grup, küçük bir grup.
“Fe kalu alellahi tevekkelna (10/85)” Biz Allah’a güvendik ve dayandık dediler.
“Rabbena la tec’alna fitnetel lil kavmiz zalimın (10/85)” Ve sonra da dua ediyorlar ya rabbi şu zalimler topluluğu için bizi fitne yapma. Fitne ne demek? Fitne işte şöyle bir şey alıyorsunuz mesela böyle diyelim bir bunu bir pota olarak düşünün içerisine altın koyuyorsunuz. Yani hurda altın dedikleri şey vardır ya mesela eski bilezik, eski altın parçaları şunlar bunlar. Buraya koyarlar. İşte içerisinde bakır vardır, başka madenler vardır. Eritirler. Eridikten sonra o saf altın diğer madenlerden ayrılır. İşte bu fitne buradaki bu erime olayına deniyor yani. Efendim? (Seyirci: 13:34 Anlaşılmıyor.) Yani şeyin içerisinde yani bir potada bir madenin erimesi için ateşin yüksek olması gerekir. O madeni eriten bir ateş. Onun için fitne ateşi falan derler. Yani insanı yakar. Şimdi kim bu madenin yerinde olmak ister? Hiç kimse istemez değil mi? Ama o ateşler ayrıştırır. Ondan dolayı fitne bazen imtihan manasına kullanılır; yani iyiyi kötüden ayıran yani madenin iyisini kötüsünden ayıran şeydir; bazen oradaki sıkıntı anlamına kullanılır. Şimdi burada diyor ki ya rabbi bizi bu kâfirler için fitne yapma diyor. Bu zalimler kavmi için fitne yapma. Yani onlar kendi kötülüklerini bizim üzerimizde denemesinler. Yani bizi onların eline bırakma. Türkçe karşılığı o. Onların eline bırakma. Bu çok mühim yani kendilerini de koruyorlar. Yani bir taraftan dinlerini yaşarken bir taraftan da kendilerini ortaya atmıyorlar. Mesela Mekke’yi Mükerreme’ye bakın. Rasullullah sav orada ashabını hem çok iyi yetiştirmiştir. Yani Allah’ın kitabını çok iyi bir şekilde öğretmiştir. Öğretirken de gece öğretmiştir unutmayın yani. Gündüz değil. Müddesir suresinde şey Müzzemmil suresinde Allahu Teâlâ ne diyor:
Estauzübillah:“Ya eyyühel müzzemmil kumilleyle (73/1-2)” Ey örtüsüne bürünmüş olan kişi gece kalk diyor. Gece kalk. Yani önce bir yatmadan kalkma olur mu? Demek ki herkes gibi uyuyacaksınız ve gece kalkacaksınız. Öyle bir durumda siz kendinizi Mekke’de o günün Mekke’sinde düşünün herhangi bir kimsenin sizi soruşturma imkânı var mı öyle bir zamanda kalkıyorsunuz ki herkes uyuyor.
“İlla kalile (73/2)” Gecenin az bir kısmı hariç kalk diyor.
“Nısfehu (73/3)” Gecenin yarısında.
“Evinkus minhu kalile (73/3)” Ya da ondan biraz azalt.
“Ev zid’aleyh (73/4)” Ya da biraz artır. Peki, ne yapacaksın?
“Ve rettilil kur’ane tertile (73/4)” Kuranı yavaş yavaş oku. Peki niye?
“İnne naşietel leyli hiye eşeddu vat’en ve akvemu kile (73/6)” Çünkü gecenin o gece kalktığınız zaman gece kalkışı daha etkili olur. Orada okuduğunuz şeyler zihninizde daha çok kalır.
“İnne leke fin nehari sebhan tavile (73/7)” Orada bir ayet atladım gibi geldi bana da.
“İnna se nulki aleyke kavlen sekila (73/5)” Sana ağır bir görev vereceğiz diyor. Yani ağır bir söz. Yani sana zaten esas mesele o doğru sözü söyleyebilmektir. Şimdi o hikmeti kavrayabilmek için doğru işler yapabilmek için ne yapıyorlar? Önce Müslümanlar yetişiyor. Rasulullah sav Mekke’de iken kendisi bunu okuyor. Sadece kendisi mi okuyor? O surenin yirminci ayetinden ne öğreniyoruz? Medine’de inen ayet:
“İnne rabbek (73/20)” Bu baştan Mekke’de inmiş. İlk inen ayetlerden okuduklarım. Şimdi Medine’de inen ayette diyor ki:
“İnne rabbeke ya’lemu enneke tekumu edna min suluseyil leyli (73/20)” Senin rabbin biliyor ki gecenin üçte ikisine yakın bir vakitte kalkıyorsun.
“Ve sulusehu (73/20)” Üçte birinde. Şimdi yalnız sulusehu yarısının üçte birinde kalkıyorsun.
“Ve taifetun minelleziyne me’ak (73/20)” İnananlardan bir grup da seninle beraber kalkıyor. Demek ki tek başına değildi Rasulullah orada. Peki, kalkıyor ve yetişiyorlar. Yani cemaatinin;
1-Kimliğin oluşması,
2-Şuurun oluşması. Bilginin oluşması.
Medine’ye varıncaya kadar bu bilgi oluşuyor Müslümanların zihninde. Ve Rasulullah sav o zamana kadar ashabını problem çözecek hale getiriyor. Çünkü onun iki görevi vardı birisi Kuran’ı tebliğ. Tebliğ çok kolay.
“Ve yuallimuhumul kitab (3/164)” İkinci görevi de hikmetti. Yani o kitaptan problem çözecek hükümler üretmek. Yani şimdi bir malzemeyi öğretiyorsunuz. Mesela işte pazara gidiyor bir hanım domates alacak. İyi domatesin ne olduğunu öğretiyorsunuz. Patatesin iyisini öğretiyorsunuz. Yağın iyisini öğretiyorsunuz. İşte yumurtanın iyisini öğretiyorsunuz. Malzemenin iyisini öğretiyorsunuz. Tamam güzel. Bu Kuranı Kerim’i tebliğ gibi bir şeydir. Malzeme bu. Peki, bunlar bütün bunları aldı eve geldi. Şimdi domates var, patates var, bulgur var, efendim fasulye var, falan e hadi getirin şunları yiyelim şimdi bir tabağa getirip de birazcık o pazardan aldığı o fasulyeden birazcık işte nohuttan birazcık ondan bundan şey yaptı. Hiç kimse yiyemez dişleri kırılır milletin. Bu ne Allah’ını seversen böyle yemek mi olur der? Bir de onu pişirmesini öğretmek gerekiyor. İşte Rasulullah sav’in hikmet öğretmesi de öyledir. Evet aldığınız bazı şeyleri pişirmeden yersiniz. Elmayı yersiniz, muzu yersiniz, ne bileyim belki salatalığı yersiniz, bazı şeyleri yersiniz ama mesela bir kuru fasulyeyi pişmeden yiyemezsiniz. İşte Rasullullah’ın öğrettiği hikmet de o yemeği pişirmektir. Dolayısıyla o süre içerisinde bu insanları on beş yıl kadar yetiştirmiştir. Ama öyle bir zamanda yetiştiriyor ki Mekkelilerin müdahale edemeyecekleri bir zamanda. Yok, falan yere toplandınız işte siz kendiniz bakın neler yapıyormuşsunuz falan diyemeyecekleri. Herkes yatıyor. Kalkılıyor şey yapılıyor. Şimdi işte burada da bakıyorsunuz ki benzer bir işi Musa as yapmış bu ortamda. Bak burada ayette diyor ki şimdi önce dua ettiriyor. Cenabı Hakk’a inanacaksınız. Güveneceksiniz.
“Fe kalu alallahi tevekkelna rabbena la tec’alna fitneten lil kavmiz zalimin (10/85)” Ya rabbi sen bizi bu zalimlerin eline düşürme. Çünkü ellerine düştün mü artık bizi evirirler, çevirirler, işkence yaparlar şunu yaparlar. Her şeyi yaparlar. İşte fitne o olur yani. Ondan sonra:
“Ve neccina bi rahmetike minel kavmil kafirin (10/86)” Senin merhametin ve ikramınla şu kâfirlerin elinden bizi kurtar. Şimdi bu ne oluyor? Bu bir umut oluyor. Çünkü umutsuz bir toplumun yaşaması mümkün değil ve Cenabı Hakk’a güven var. Dolayısıyla hep ileriye hep ileriye yönelik bir tavır içerisine giriyorlar. Şimdi Cenabı Hak diyor ki:
“Ve evhayna ila musa ve ahihi(10/87)” Musa ve kardeşine vahyettik. Kardeşi Harun as biliyorsunuz.
“En tebevvea li kavmikuma bi mısra buyüten (10/87)” Kavminiz için Mısır’da evler yapın. Kendiniz için değil kavminiz için. Ne demektir bu? (Seyirci: Toplanılacak yer.) Hah toplanılacak yer tamam mı? Yani bir kamu şeylere ait kendi kavimlerine ait herkesin gidebileceği yerler. Rasulullahın da Mekke’de öyle bir yeri vardı. Darül Erkam. Şimdi evler yapın diyor. Beytler yapın diye vahyediyor Allahu Teâlâ yani o işi sadece dua ile değil bir de toplaşıp kendilerini yetiştirecek eğitimler yapmaları gerekiyor.
“Vec’alu buyüteküm kıble (10/87)” Evlerinizi kıble yapın. Ne demek kıble ne demektir? Namaz kıldığımız zaman yöneldiğimiz taraf demektir değil mi? (Seyirci: İstikamet.) Hah istikamet. Yani şimdi şu yüzümüzü çevireceğimiz taraf. Peki, evleri kıble yapın ne demektir? Hepinizin aklında oraya gitmek olsun. Oraya. Yani oraya gitmeye kendinizi planlayın. Hedefiniz orası.
“Ve akimus salah (10/87)” Ve namazı tam kılın. Oraya gittiği zaman cemaatle namaz kılacaklar ve tabi ki orada Allah’ın indirdiği ayetleri de okuyacaklar.
“Ve beşşiril mü’minin (10/87)” Ve müminlere de müjde ver. Şimdi bu iki şeyi şey yaptığımız zaman bakın en zor zamanda bunu Cenabı Hak ne yapıyor? Bir kere kimliğin muhafazasının yollarını gösteriyor. Yani Allahu Teâlâ her şeye kanun koymuştur. Kural koymuştur. Siz o kanun ve kurala uymazsanız bir sonuç alamazsınız. Yani şimdi yemek yemenin bir kanunu kuralı vardır. Ona uygun yemek yemezseniz karnınız doymaz kardeşim. Yaşamanın da bir kanunu kuralı vardır. Ve bu evrenseldir bunlar kişisel değildir. Onlara uyacaksınız. Şimdi bir de bu şeyler Tevbe suresini de bir zahmet açalım dokuzuncu sure. Bir bak buradan dikkat ediyor musunuz? Mekke’de ve firavunun bulunduğu toplulukta Müslümanların gayri Müslimlerden bir beklentileri var mı? Var. Kötülük bekliyorlar. İyilik değil. Yani çünkü bu insanlara bu kişilerin bu insanlara düşman olmasının tek sebebi bu insanların imanıdır başka bir şey değil. Çünkü o insanlar Allah’a kul oluyorlar ve bunların şeyini bozuyorlar. Sistemini bozuyorlar. Yani bunlar da biliyor Allah’a kul olunması gerektiğini ama kendi kafalarına göre bir düzen kurmuşlar. Allah’a kul olduğunuz zaman birdenbire çok güçlü hale geliyorsunuz. Yani sizin o söyleminiz topluma yayıldığı zaman herkes diyor ki: “Doğru söylüyor kardeşim.” diyor. Doğru söylüyor dediğinde bu defa toplumda büyük bir sıkıntı oluyor. Ondan dolayı engellemeye çalışır bu hâkim güçler. Yani sizin tebliğinizin ulaşmaması için ellerinden geleni yaparlar. Bu defa bunlar da o tebliği sunacak olan zaten insanlardır. Bu insanların bir kere can güvenliğinin olması gerekiyor. İşte bak dikkat ediyorsanız bu ayetlerin hepsi o can güvenliğinin sağlanmasına yönelik ve insanların yetişmesine yönelik bir kere yetişin insanlara anlatasınız. İşte Rasulullah sav bakın insanları burada şey yaptığı için yetiştirdiği için onun Mekke’de yetiştirdiği kişilere bir bakın. Yani ondan sonra ilk halife kimdi? Ebu Bekir Radiyallahu anh. Peki, ilk Müslüman olan kimdi? Efendim? (Seyirci : 27:15-27:17 arası anlaşılmıyor.) Yok, hayatta değil hayatta olanlar için gene Ebu Bekr ra ilk Müslüman olanlardan. İkinci halife gene ilk Müslüman olanlardan. Üçüncü halife ilk Müslüman olanlardan. Dördüncü halife ilk Müslüman olanlardan. Bunun manası nedir? Bu dini en çok hazmetmiş olanlardı. En iyi yetişmiş olanlardı. En iyi yetişmiş olanlardan alınıyor. Dolayısıyla onlar, o sahabi gittiği her yere çözüm götürüyordu. O çözümü Rasulullah’tan öğrenmişti. O kadar uzunca bir süre içerisinde. Dikkat ediyorsanız, sloganik her hangi bir şey yok. Kendisini sıkıntıya sokacak herhangi bir durum da söz konusu değil. İşte az önce okuduğumuz ayeti kerimede ne diyordu Allahu Teâlâ tedbirinizi alın. Tedbiriniz alın manasıyla bu ayetlerle daha da bize açık hale getirmiş oluyor. Şimdi son zamanlarda gerçekten Müslümanlar tarih sahnesinden ciddi anlamda çekildiler. Biz bunu burada söylerken birçok kimse rahatsız oluyor. Güzel. Anladım tamam rahatsız oluyorsunuz. Peki, sizin hani şimdi bu kadar ilahiyat fakülteleri oluştu Türkiye’de. Artık bir müddet sonra her ilde bir ilahiyat fakültesi olacak gibi gözüküyor. Sen bırak da Osmanlı zamanında o kadar çok medrese vardı. Bunlar hangi probleme çözüm getirdiler? Ya da bugün İslam âleminde şu kadar üniversite var. Müslümanların hangi problemine çözüm getiriyorlar? Siz problemleri çözümü Batıda aramıyor musunuz? Şimdi bu İslam âlemi dediğimiz şeye bakar mısınız karman çorman. Karman çorman. Yani kardeşim bir kere şu ayeti kerimeyi bir okuyalım da şu Tevbe suresini ondan sonra soruyu soralım. Evet, çok üzücü şeyler ama ya bu iniş sırasına göreymiş. Bakıyorum. Şeyi başka başka yerler çıkıyor. Ben çeviriyorum. Tersten mi başlıyormuş? Tamam. Evet. Şimdi Tevbe suresinin şimdi yedinci ayetini bir okuyalım. Hatta altıncı ayetlerini bir okuyalım bu altıncı ayete kadar olan kısımları biz zaten daha önce konu yapmıştık bizim gayri Müslimlerle ilişkiler diye. Hem sitelerimizde hem ‘Doğru Bildiğimiz Yanlışlar’da bu konu ayrıntılı olarak anlatılıyor. Şimdi burada diyor ki Allahu Teâlâ:
“Ve in ehadun minel müşrikinestecarak (9/6)” O müşriklerden her hangi birisi senin çevrende bulunmayı isterse yani seninle birlikte olmak isterse
“Fe ecirhu (9/6)” onu sen kendine yaklaştır. Yani ona imkân sağla.
“Hatta yesmea kelamellah (9/6)” Gelsin Allah’ın kelamını duysun. Esas olan insanların yetişmesi.
“Sümme ebliğhu me’meneh (9/6)” Sonra onu kendini güvenli hissettiği yere kadar da ulaştır. Yani onun güvenliğini sağla demektir son ana kadar değil mi?
“Zalike bi ennehüm kavmün la ya’lemun (9/6)” Çünkü onlar bilmeyen bir topluluktur.
“Keyfe yekunü lil müşrikine ahdün ındallahi (9/7)” Bu müşriklerin Cenabı Hak yanında nasıl bir Allah onlara nasıl bir söz verebilir bir taahhütte bulunabilir ki?
“Ve ınde rasulihi (9/7)” Rasul yanında.
“İllellezine ahedtüm ındel mescidil haram (9/7)” Mescidi haram yanında anlaşma yaptıklarınız başka. O Hudeybiye.
“Fe mestekamu leküm festekimu lehüm innallahe yuhibbul muttekiyn (9/7)” Onlar size karşı dürüst davranırsa siz de onlara karşı dürüst davranın Allah çünkü kendini koruyanları sever. Neden o muttaki karşı taraf bak muttaki kelimesine niye kendini koruma manası verdim? Karşı taraf sözleşmeye uyduğu zaman da kendini koruyacaktır. Biz de Müslümanlar olarak Allah’ın emrine uyduğumuz zaman kendimizi koruyacağız. Koruma çok önemli bir meseledir. Diyor ki Allahu Teâlâ:
“Keyfe ve in yazheru aleyküm la yerkubu fikum illen ve la zimmeh (9/8)” Ya bunların bunlara nasıl güvenilir yani? Bunlar size hakimiyet (32:57-32:59 arası ses kaydetmemiş veya bozuk anlaşılmıyor)
“Keyfe ve in yazheru aleyküm (9/8)” Nasıl olur? Bunlar size hâkimiyet kuracak olsalar?
“La yerkubu fikum illen ve la zimmeh (9/8)” Sizinle ilgili olarak ne bir yemin ne de size karşı işlemiş oldukları sizi koruma görevini gözetlerler. Yani bunlar verdikleri hiç bir sözü tutmazlar.
“Yurduneküm bi efvahihim (9/8)” Ağızlarıyla sizi memnun ederler. Size karşı güzel sözler söylerler. Şimdi mesela Mısırla ilgili bakıyorsunuz Amerika’dan çok güzel bir açıklama geliyor. İşte Avrupa’dan bazı devletlerden geliyor açıklamalar falan. Laflar güzel. Sizi sözleriyle memnun etmeye çalışırlar.
“Ve te’ba kulubuhum (9/8)” İçleri bunu kabul etmez. Bütün Müslümanların öldürüldüğünü duysalar o günü bayram ilan ederler. Bu adamlar böyle. Peki, biz bunu yaratıcıdan öğrenmemiz lazım. Başkasından değil. Efendim uluslararası değerler, insan hakları, evrensel hukuk kuralları. Ya kardeşim güzel bunların hepsi doğru şeyler de bunlar bu kurallara uyanlar için doğru, uymayanlar için değil ki. Sen buna uymak zorundasın. Çünkü sen hesabı Allah’a vereceksin. Ama o adam Allah’a hesap vereceğini düşünmüyor ki. O kendi kafasına göre bir dünya kurmuş. O dünyanın tanrısı kendisi. Allah’ı ikinci sıraya koymuş. Onun için adam müşrik. Ya da o dünyanın tanrısı başkaları. Dolayısıyla sen orada o evrensel hukuk kuralları dediğini koyan Allahu Teâlâ’dır. Ona Allah’a inanan insanlar ancak yerine getirirler. Evet, o kadar güzel şeyler söylerler ki ona hayır demek mümkün değil ama o güzel şeylerin arkasında durulur mu? Şimdi şöyle bir şey vardır bu hani piyasayı dolandıran insanlar vardır. En güzel konuşmayı yapan onlardır. Öyle konuşurlar ki ağzından bal akıyor. Güven verirler size. Sizden bir malı aldılar mı biraz zor bulursunuz artık onları. İşte bunlar da öyle bak ne diyor Allah:
“Yurduneküm bi efvahihim (9/8)” Ağızlarıyla sizi memnun ederler. E peki Allahu Teâlâ bunu söylerken e şimdi çıkıp da ya işte bu Birleşmiş Milletlere bakın adam orada milleti şey yapıyor, Müslümanları katlediyorlar tutmuş orada iki tane hiç olmayan bir şey işte gayri şeyler Hristiyanlarla ilgili bir takım şeyler söylüyorlar falan. Ya başka ne bekliyordun ki sen? Sen eğer mümin isen burada söyleyeceğin şu: Kimi kime şikâyet ediyorsun? Diyeceksin ki bunlardan zaten başka ne beklenir ki? Allahu Teâlâ Kuranı Kerim’de diyor. Ağızlarıyla sizi memnun ederler. Ama içleri bunu istemez. Bunlardan başka ne beklenir? De ki onlar da kendi konumlarını görsünler ve yutmadığımızı anlasınlar. Efendim işte Batı değerleri bilmem ya Allah Allah ben şuna anlam veremiyorum: Ya Cenabı Hakk’ın değer vermediğine sen nasıl değer verirsin? Hem Müslümanım diyorsun hem sen de kendi kafana göre yeni değerler üretiyorsun. Ya her zaman söylüyoruz. Müslümanların Müslüman olmaya ihtiyaçları var. En büyük ihtiyaç o.
“Ve ekseruhum fasikun (9/8)” Onların çoğusu yoldan çıkmıştır diyor. Evet, şimdi dolayısıyla başka ne beklenir? Bir de Müslümanlarda gerçekten büyük bir şey var. Bütün kavramların içerisi boşaltılmış. Bütün kavramların içerisi boşaltılmış. Şimdi bakıyorsunuz büyük büyük dini kuruluş. Şu kadar ilim okumuş adam. Arapçası tamam. Kuranı ezberlemiş. Kuranı ezberlemek bir ilim zannediliyor. Kardeşim Kuran’ı içselleştireceksin. Kuranı Kerim niye Arapça indi? Muhatapları Arap olduğu için. Sen Arap değilsen kendi dilinle okumak zorundasın. Okusam iyi mi olur? Böyle bir soru olmaz. Başka dille okuyamazsın. Sen kendi anlayacağın dille okuman lazım. İyi Arapça biliyorsan Arapça oku. Bilmiyorsan kendi dilinle oku. Çünkü Allah’ın sana ne dediğini bilmek zorundasın. Ama tabi maalesef bütün kavramların içerisi boşaltılmış. Yani o kadar üzücü bir şey ki; o kadar üzücü bir şey ki. Kâfir ne? Mesela şimdi ben merak ettim. Büyük İslam ilmihalinde kâfiri nasıl tarif ediyor diye. Şuralarda bir yerde vardır. Ama okullarda bize öğretilen var işte kâfir kimdir? Allah’a inanmayan bir insan. E peki şimdi şey yapmıştım şu burada bir gün doktora öğrencilerime ders veriyorum bu salonda. Onlara iblisle ilgili ayetleri okudum. İblis. İşte Âdem as’a secde etmediği için şey yapılıyor. Biliyorsunuz kovuluyor. Şimdi iblis Allahu Teâlâ’ya ne diyor? Ya rabbi beni ateşten yarattın onu çamurdan yarattın diyor değil mi? Bakın Allah’ın varlığını inkâr ediyor mu? Birliğini de inkâr etmiyor. İblis diyor ki bunların yeniden yaratılacakları güne kadar bana süre tanı. Ne zaman yeniden yaratılacak? Ahirette. Ahireti inkâr ediyor mu? Ondan sonra Allah’ın emirlerini, bu emri sen vermedin diyor mu? Sadece ben ondan daha hayırlıyım diyor. Ondan daha hayırlıyım derken ya rabbi sen yanlışsın diye açıkça da bir şey söylemiyor açıkça Cenabı Hakk’a karşı senin verdiğin emir yanlıştır demiyor üstü kapalı bir tavır içerisine giriyor. Peki, bu secde emri verilirken Âdem as nebi olmuş muydu? Olmamıştı. Ona indirilmiş bir kitap var mıydı? Yoktu. Peki, şimdi imanın şartlarına bakın dedim orada o talebelere bunu söyledim. İmanın birinci şartı neydi? Allah’a inanmak. İblis Allah’a inanıyor mu dedik talebeler inanıyor dediler. Ha iyi peki. Ondan sonra meleklere inanıyor mu desen zaten meleklerle beraberdi. Onu inkâr etmesi diye bir şey söz konusu değil yani. Ayetlere bakarsak kendi de meleklerden bir melek. Böyle bir inkâr imkânsız. Allah’ın kitaplarına dersek henüz bir kitap yok ortada. İndirilmiş bir kitap yok. Hadi Cenabı Hakk’ın konuşmaları diyorsan bunları sen söylemedin demiyor Cenabı Hakk’a. Peki, orada da bir problem yok. E elçilere dersek henüz gönderilmiş bir elçi yok. Ahiret gününü dersen inanıyor. Ve talebelere sordum hadi kader konusunda da Cenabı Hakk’ın yaratması dersek işte:
“Halakteni min nari ve halaktahu min tin (7/12)” diyor. Beni ateşten yarattın çünkü hani bir de bir kader inancı var ya şeylerde kitaplarda. (Seyirci: Beni saptırdın diyor.) Ha tam bir kadercilik yapıyor doğru orada. Daha sonra beni sen saptırdın diyor Allah’a. Tam bir kader, zaten kader müşriklerin inancıdır. Ama maalesef Müslümanlara öylesine bir şey yapılmış ki inanılır gibi değil. Şimdi ama geleneksel olarak dedim ki şimdi talebelere size bir hafta müsaade araştırma yapın haftaya gelin bakalım bu iblis Müslüman mı kâfir mi? Bak iblisin kâfir olduğunu Kuranı Kerim söylüyor:
“Eba vestekbera ve kane minel kafirin (2/34)”
Diyor. Şimdi talebeler şaşırdı kaldılar. Çünkü onların bak doktora öğrencisi. Yani bunların her birisi bir yerde müftü bir yerde vaiz olacak konumda kişiler ve doktorasını bitirdikleri zaman da bir ilahiyat fakültesine hoca olarak gidecek değil mi? Bir hafta sonra geldiler ne oldu? Bir şey bulamamışlar. Hadi size bir hafta daha müsaade. Bakın iblisin kâfir olduğunu bilemiyor. (Seyirci: Neden kâfir olduğunu bilemiyor.) Neden kâfir olduğunu bilemiyor. İslam âlemi dediğiniz kâfiri bilmeyen bir topluluk İslam âlemi. Büyük İslam ilmihaline bakabildiniz mi? Evet oradan bir içeriden İslam ilmihalini getirin oradan bakalım kâfir kelimesini şey bulsun. Neyse şimdi biraz sonra yani bakın kâfir nedir? İslam âlemi daha bunu bilmiyor. İblis kâfir mi değil mi bunu bilmiyor. Peki, sen iblisin kâfirliğini bilmiyorsan, senin komşunun kâfirliğini nasıl bileceksin? Efendim diyor adam çok iyi bir din eğitimi görmüş. Peki bilgi yarışmasına girilse iblisle, dini bilgiler konusunda kim galip gelir? Yani iblisten daha iyi bilen birisi olur mu? Bak iblis bu dini öyle biliyor ki:
“Le ak’udenne lehum sırâtekel mustekîm (7/16)” diyor. Onlar için senin doğru yolunun üstünde oturacağım diyor. Doğru yolu bilmeyen orada oturur mu? Sonra tabi ikinci hafta da bizim öğrenciler herhangi bir şey bulamadılar. Sonra ben anlattım. Haa dediler öğrendiler tabi. Evet. Peki, kâfirim demiyor. Müşrik nedir diye sorarsanız Kuranı Kerim baştan aşağı müşrik ile ilgili ayetlerle doludur. Ama kelam kitaplarında şirk bölümü yoktur. Kelam kitabı ne kitabıdır? İnanç ile ilgili kitaplardır. Ya bu ne biçim İslam âlemidir? Siz talebeye müşrik bak biz okuduk yetiştik işte. Bir de biliyorsunuz yani o kadar iyi yetişmişiz ki ilk tayin edildiğimiz İstanbul Müftülüğü’nde fetva işlerini bize verdiler. İstanbul Müftülüğü ve fetva yani inanılır gibi değil. Ben şimdi müftülüğe, şuradan bir bak bakalım. Kâfiri nasıl tarif etmiş. Ben şimdi Ankara’da imtihana girdim. Diyanet İşleri Başkanlığında. Evimiz Kartal’da. Eve geldim. Bir hafta sonra bir sarı zarf geldi. Bir açtım içerisinde İstanbul Müftü Yardımcılığına tayin edilmişim. Böyle nasıl oldum Allah biliyor. Böyle bir dudaklarım kurudu. Bir şey oldum. Çünkü İstanbul Müftülüğü dedim artık çok yüksek bir şey. İstanbul Müftülüğüne geldim. Kapıdan içeri giriyorum ama nasıl yürüdüğümü Allah bilir. Ayaklarımı yere atıyorum belli değil. Yani büyük bir stresle çıktım yukarıya. Allah selamet versin Ahmet Vanlıoğlu Müftü Yardımcısı. Ben o tayin belgesini ona verdim. Hiç bir şey konuşamıyorum. O da çok sayıda yani imam, müezzin tayini geldiği için hiç bakmadan havale ediyor şeylere memurları. Bizimkini de havale etti. Bir aşağı gittim ondan sonra müftü yardımcısı olarak yukarı çıktım. Allah Allah dedi. Ya sen müftü yardımcısı oluyorsun bana bir müezzin gibi evrak uzatıyorsun ki şunu imzala. Ya böyle şey olur mu dedi. Ya ben konuşabilecek durumda mıyım? Ağzım kurumuş. Şey yapmış bütün nefesim kesilmiş vaziyette oraya içeri girerken ne halde olduğumu sen biliyor musun? Şimdi gözümde o kadar büyüttüğüm müftülüğe birkaç ay sonra işte fetva işleri falan bize bırakıldı yirmi küsur sene bu işi yürüttük. Ama bak şunun için söylüyorum? Bu işte iyi bilen falan. Ya kardeşim ben kâfiri, müşriki belki on on beş sene sonra öğrendim. O da nasıl öğrendik? Vatandaşların sürekli sorularıyla öğrendik. Ondan dolayı ben kendi açımdan Cenabı Hakk’a son derece şükürler ederim ki İstanbul Müftülüğü gibi bir yeri bize nasip etti. Çünkü bir üniversite olsaydı bu noktaya gelmemiz imkânsızdı. Çünkü üniversitede sizin elinizde bir not silahı var. Talebe her konuda size itiraz edemiyor. Susturabiliyorsun. Sus otur diyorsun. Fakat vatandaşı susturamıyorsun. Vatandaş susmuyor. Konuşuyor. Niye? Sana borcu yok. Her şeyi söylüyor. Mesela ben ya kardeşim Diyanet İşleri Başkanlığına gidin diyordum. Burası İstanbul Müftülüğü. Diyanet kim oluyor diyor adam. Yani şimdi hani İstanbul’un Osmanlıdan gelen bir şeysi var ya bir etkisi var ya o zaman artık onu da diyemez olduk. Bu defa mecburen gece gündüz çalıştık. İstişare heyetleri kurduk. Türkiye çapında toplantılar yaptık her ay. Ve Allah’a hamdolsun birtakım şeyler öğrenmek nasip oldu buldun mu kâfiri? Akideyle ilgili bölüm yok mu? (Yardımcı: 48:40 anlaşılmıyor.) Ya da şu şeyden al bak büyük İslam ansiklopedisinden alsana. Daha iyi. İslam ansiklopedisi daha iyi. Şuradan bak. İslam ansiklopedisi. Kâfir maddesine bir bak. Yok yok o değil. Ha tamam. Şey bir dakika. Sen İsmail Bey’e ver şeyi. Oradan okusun. Ver ya da buraya getir buradan tamam İslam ilmihalinden sen ver onu buradan Fatih Hoca okusun. Bakalım kâfiri nasıl tanımlıyor? O maddeyi aç ondan sonra şey yap. (Fatih Hoca: O şey Diyanet onu ben de buldum Diyanet’in sitesindeki tanım.) Olsun onu olsun onu bir oku. Tamam Diyanet ansiklopedisi bu tamam. (Fatih Hoca: İslam dininin temel prensiplerine inanmayan, Hz Peygamberin yüce Allah’tan getirdiği kesin olan ve tevatür yoluyla bize kadar ulaşmış bulunan esaslardan bir veya bir kaçını yahut tamamını inkâr eden kimseye kâfir denir.) Evet, bak şimdi. İstersen cümle cümle oku. Bir daha oku. (Fatih Hoca: İslam dininin temel prensiplerine inanmayan.) Şimdi İslam dininin temel prensiplerine inanmayan. Yani biz şimdi biz bir Müslüman olarak karşımıza gelecek kişiye kâfir dememiz için hatta Cenabı Hakk’ın kâfir demesi meselesi değil o. Biz görüntüye bakarak. İşte adam diyecek ki ben Kuran’a inanmıyorum diyecek. Ya da ahirete inanmıyorum diyecek. Bak dikkat ediyor musun ben az önce iblis tarifinde hepsini saydım. Evet. (Fatih Hoca: Hz Peygamberin yüce Allah’tan getirdiği kesin olan ve tevatür yoluyla bize kadar ulaşmış bulunan esaslardan bir veya bir kaçını yahut tamamını inkâr eden.) Tamam. Rasulullah’ın getirdiği esaslardan bir veya birkaçını ya da tamamını inkâr eden tamam güzel. Aslında bu tarif fena değil. Evet bu kâfirdir diyor değil mi? Tamam. Bir de oraya o da aynıdır. Değişmez. Değişmez. Aynıdır küfür maddesi aynıdır. Bir de Cenabı Hakk’ın kâfir tanımına bakacağız. (Fatih Hoca: Küfrü şöyle tanımlamış: Allah’tan alıp din adına tebliğ ettiği hususlarda Peygamberi tasdik etmemek, ona inanmamak.) Allahtan alıp tebliğ ettiği konularda Peygamberi tasdik etmemek ve ona inanmamak. (Fatih Hoca: Küfrü benimseyene fıtri yeteneğini köreltip örten anlamında kâfir demiş.) Neyse tanımını yaptı işte. Şimdi bir daha oku onu. Peygamberin (Fatih Hoca: Hangisini?) Yo şeyi tarifi küfür tarifini (Fatih Hoca: Allah’tan alıp din adına tebliğ ettiği hususlarda Peygamberi tasdik etmemek, ona inanmamak.) Tamam tasdik etmemek ona inanmamak. (Yardımcı: 51:44 Buradaki isim anlaşılmıyor. aitmiş bu tarif.) Yani Kuranı Kerim’de ki zaten bu tarifi yapanlar hadisi de Allah’tan alınmış kabul ederler. İşte inanmayan, gerçi hadise inanmayana prensip olarak kâfir demezler ama kitaplar hep o hadiste geçen hususlara inanmayanları kâfir saymakla doludur. Yani koydukları prensiplere kendileri kesinlikle uymaz. Şimdi bir de Allahu Teâlâ kime kâfir diyor yani şu andaki şaşkınlığın ortaya çıkması açısından diyorum. Bakın İbrahim suresini bir açalım lütfen on dördüncü sure. Şimdi burada diyor ki Allahu Teâlâ ilk ayetleri okuyoruz.
“Elif lam ra kitabun enzelnahu ileyk (14/1)” Bu sana indirdiğimiz kitaptır.
“Li tuhricen nase minez zulümati ilen nur (14/1)” İnsanları karanlıklardan alıp aydınlığa çıkarasın diye.
“Bi izni rabbihim (14/1)” Rablerinin izniyle. İnsanları neyle karanlıklardan alıp aydınlığa çıkaracakmış? Kuran’la. Müzzemmil suresinden de okuduk neyi öğretecekti insanlara? Kuran’ı öğretecekti ve de hikmeti tabi. Yani Kuran’ı bilmeden bir malzeme dedik değil mi mutfaktaki malzeme. Malzemeyi bilmeden yemek yapabilir misiniz? Evet, önce o Kuran’ı öğreneceksiniz. Sonra ondan hikmetin nasıl çıkarılacağını öğreneceksiniz. Siz çok iyi biliyorsunuz ki Müslümanlarda maalesef hikmet diye bir şey yoktur. Yani Kuranı Kerim’in en temel, Kuran’dan sonraki ikinci temel kavramıdır ama hikmet nedir diye sorarsan bir tek İmam Şafi’nin söylediği sünnettir diye var ama o da maalesef içerisi doldurulmamış bir kavramdır. Şimdi diyor ki:
“Allahillezi lehu ma fis semavati ve ma fil ard (14/2)” Allah’ın yoluna ki göklerde yerde ne varsa hepsi onundur. Yani göklerde yerde olan her şey onunsa buraya koyduğu kanunlarla indirdiği bu ayetlerdeki kanunlar birbirine tamı tamına uyduğu için siz bu şekilde karanlıklardan çıkıp aydınlığa girmiş olacaksınız. Yani aydınlık bir yaşayış yaşayacaksınız. Peki,
“Ve veylun lil kafirine min azabin şedid (14/2)” O kâfirlerin şiddetli azaptan çekecekleri var. O kâfirlerin şiddetli azaptan çekecekleri var. Peki, o kâfirler kim? Bak şimdi Allah nasıl tarif ediyor şimdi bu kitaplarda okuduk bakalım buralarda nasıl tarif ediliyor? Diyor ki Allahu Teâlâ:
Ellezine yestehibbunel hayated dunya alel ahirah (14/3)” Bu kâfirler kendilerine en yakın olan hayatı, sonrakinden daha çok severler. Bu anlarını. Onlar için önemli olan o anlardır, sonraki değil. Ya da dünyayı ahiretten daha çok severler. Her iki şekilde de meal verilebilir. Dünyayı ahiretten daha çok sever. Peki, dünyayı ahiretten daha çok sevince ne yapıyor? Burada belirtildiği gibi Kuranı Kerim’i, Rasulullah’ın getirdiklerini inkâr mı ediyor? Ne diyor bak Allahu Teâlâ burada diyor ki:
“Ve yesuddune an sebilillah (14/3)” Allah’ın yolundan uzaklaşır ama,
“Ve yebğuneha iveca (14/3)” Orada iveç arkasına düşerek iveç peşine koşarak uzaklaşır. Yani bir iveç var, bir de aveç var. Yani aynı kökten gelen iki kelime. Aynı harfleri içeren iki kelime ikisi de eğrilik demek. Ama aveç, dışarıdan baktığın zaman hemen görebileceğin bir eğriliktir. Mesela diyelim ki şu mikrofonun eğri olduğunu görüyorsunuz. Her gören, konuşmacıya doğru eğrilmiş diye görür değil mi? İşte buna aveç deniyor. Yani bunu tarif etmeye gerek yok. Ama iveç öyle değil. İveç çok iyi düşünülmediği takdirde anlaşılamayan eğrilik. İyi düşüneceksin, iyi araştıracaksın, ancak o zaman anlayacaksın. Şimdi bunlar Allah’ın yolunda bu iveç peşinde koşarak Allah’ın yolundan uzaklaşıyorlar. Bunların hangisi der ki ben Kuran’a aykırı hareket ediyorum? Şimdi bakın mesela iblisin yaptığına bakalım. İblisin yaptığı iveç midir aveç midir? Allahu Teâlâ emrediyor. Diyor ki: Âdem’e secde edin. İblis secde etmiyor. Cenabı Hak soruyor niye secde etmedin? Diyor ki: Beni ateşten yarattın onu çamurdan yarattın. Ben ondan daha hayırlıyım. Şimdi bak dikkat ediyor musun? Eğer düşünmezseniz hemen ilk önce anlayacağınız nedir? İblis, ben daha hayırlıyım derken kendini büyük görüyor. Kimden büyük görüyor burada? İlk akla gelen Âdem’den. İşte öyle bir şeyle kamufle ediyor ki aslında Âdem’den büyük görmüyor, Allah’tan büyük görüyor. Tamam mı? Yani dıştan baktığınız zaman sanki Âdem’den büyük görüyormuş gibi bir hava veriyor. Çünkü ben ondan da hayırlıyım diyor. (Seyirci: Makul konuşmuş gibi yani.) Son derece makul konuşma yapmış. Ama peki emri Âdem mi verdi? Âdem mi dedi ki gel bana secde et. Kim dedi? Allah dedi. Öyleyse burada sen Âdem’le boy ölçüşmeyi nereden çıkardın? Şimdi iveç mi aveç mi bu? İveç. Dışarıdan baktığında hemen anlaşılmıyor. Düşündüğün zaman anlıyorsun. Bir iki tane soru sorduğun zaman anlıyorsun. İşte ondan dolayı ben size dedim ya bak doktora öğrencilerine bir hafta süre verdim. İşin içinden çıkamadılar, bir hafta daha süre verdim. Bunların hepsi ilahiyat fakültesi bitirmiş, hepsi işte doktorayı bitirmiş olsalar gidecekler şey yapacaklar. İlahiyat fakültelerinde öğretim üyeliği yapacaklar. Bakın iveçle, avecin farkı bilinmiyor. Şimdi burada Allahu Teâlâ’nın bu tarif ettiği kâfir bu kitaplarda var mı? E kardeşim! Sen daha kâfiri tarif edememişsin.
Bir de müşrik şeyine bakalım. Burada vardır herhalde. Müşrik. Şu şeyden bir müşrik maddesini şey yapabilir misiniz? Ya da şirk maddesi şirk. Müşrik değil de ş harfiyle. İslam ansiklopedisinden bakalım çünkü en yeni bilgi orada. Şirk maddesine bakalım. Yani ana kavram daha kâfirin ne olduğunu bilmiyorsa bir Müslüman ne yapar? Şimdi bakın Allahu Teâlâ burada bu kitapta ne diyor? Bu bir kitap ki onu sana indirdik. Bu bir kitap ki onu sana indirdik yani şeyde: İbrahim suresinde. İnsanları karanlıklardan alıp aydınlığa çıkarasın diye. Şimdi Kuran Müslümanlığı sapıklığı diye bir kavram dolaşıyor biliyorsunuz son zamanlarda. Evvelki gün bir televizyondaydım. Oradaki sunucu dedi ki “Bana” dedi. “Bizim eve” dedi. “Bir tane dergi atılıyor, her ay. Bu ay” dedi “İsim vermeden bu konuyu esas almışlar hep sana yükleniyorlar.” İşte Kuran’ın sünnete ihtiyacı, sünnetin Kuran’a olan ihtiyacından daha fazlaymış. Şimdi bakın nereden şimdi bu iveç-aveç meselesine bakın. Şimdi kelimeler o kadar şey ki sünnet kelimesi kullanılıyor. Kuranı Kerim’de sünnet hangi manada kullanılır? Allah’ın kanunları anlamında kullanılır. Değişmez kanunlar anlamında. Peki, İslam âleminde bugün sünnet hangi anlamda kullanılıyor? Bu manada kullanılıyor mu? Bak burada bir iveç var mı? Onun için şimdi burada evet Mısır olayları vesilesiyle bu sohbeti yapıyoruz ama problem çok derin. Bunları söylediğimiz için biliyorsunuz herkes çok rahatsız oluyor ama önemli değil. Allah’a sonsuz şükürler olsun bugün Türkiye’de bu konuyu anlayan büyük bir kitle oluşmaya başladı. Sadece dükkânının kapanmasından korkanlar şey yapıyor. Rahatsız oluyor. Şimdi az önce işte Azerbaycan’dan bir arkadaşımız burada Fatih. Az önce geldi. Bakü’de ticari işler yapıyor. Diyor ki: Bir arkadaşla konuşuyorum demiş ki ya ben senin dediklerini kabul etmek için şu ana kadar öğrendiklerimin hepsini yani İslami bilimler sahasında çalışan birisi. Hepsini inkâr etmem lazım. Öyle dedi değil mi? Şimdi Fatih ticaretle meşgul olan bir adam. Tüccar bir adam. Öbürü? Ömrünü İslam’ı öğrenmeye ve öğretmeye vermiş olan bir adam. Siz şu fecaati görüyor musunuz? Ticaretle meşgul olan bir adamın karşısında bunu söylüyor. Bunu şunun için diyorum: Allah’a hamdolsun çok iyi konumdayız. Eskiden böyle bir sorgulama yoktu. Şimdi insanlar bunu sorguluyor. Ya bu artık dünyanın her yerinde sorgulanıyor. Sadece Türkiye’de sadece Azerbaycan’da sadece şurada burada değil. Artık her yerde sorgulanıyor. (Seyirci: 1:03:50-1:03:54 arası anlaşılmıyor.) Ne diyor Allah bakın sana biz bu kitabı indirdik ki insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarasın. Peki, Kuran Müslümanlığı sapıklığı dediğiniz zaman, bu ayetin tam zıttı olmuyor mu? Ve bu din adına söyleniyor değil mi? Din adına söyleniyor. Şimdi bu bir iveç değil mi? Evet. Şimdi işte diyor ki: Bunlar böyle yaparlar diyor. Bunlar dünyayı ahiretten daha çok severler diyor. Bir bakın bakalım hangisini daha çok seviyorlar. Adamlar kendilerini öyle bir noktaya getiriyorlar ki ölürken sizi naime sokacağım diyor. Yani Allah bana karışamaz. Siz karışmayın ben ben ne diyorsam ona bakın. E şimdi şimdi Müslümanlar bir kimlik sorgulaması yapmak zorundalar. Bir adamın iyi bir dini eğitim almış olması o kişinin Müslüman olması demek mi? Peki, iyi bir ortamda yetişmiş olması Müslüman olması manasına gelir mi? İşte iblis meleklerle beraberdi bak. Peki, Müslümanlar böyle mi değerlendiriyorlar insanları? Bak dikkat ediyor musunuz baş kâfir olan iblise bile doktora öğrencisi kâfir diyemiyor. Çünkü onun öğrenmiş olduğu kitaplara baktığı zaman bunu söyleyemiyor. E şimdi bu durumdaki bir İslam âleminden siz İslami mücadeleyi nasıl beklersiniz? Daha temel daha küfür kavramını öğrenememiş. Şirki nasıl tarif ediyor bir oku bakalım. (Yardımcı: Şirk, kâinatı yaratan ve idare eden en yüce varlığın ulûhiyetine ortak tanıma demektir.) Ulûhiyetine ortak tanıma demektir. Ne anladınız? (Seyirci: Sanki bir ilah daha varmış gibi.) Hah bir ilah daha var. İkinci Allah. Peki, ikinci Allah’ın varlığını iddia eden Hristiyanları çıkın yani şeyde İsa Allah’tır diyorlar. Ama onun dışında başka bir grup var mı? Mekkeliler putlarına hiç Allah dediler mi? Peki, ilah ne? İlahlık nedir diye sormak lazım tabi. Başka bir şey söylüyor mu orada? Şimdi bizim biz okuduğumuz zaman müşrik denince aklımıza gelen Mekkeli müşrikler. Çünkü bu konuda bir çalışma yok şeylerde kitaplarda Mekkeli müşrikler ve şey put var karşısında ona secde eden birisi var. Ondan sonra da diyorsunuz ki taşa toprağa secde ediyorlardı. Hep öyle anlatılır. Ya taşa toprağa bir tek insan secde etmez yeryüzünde hiçbir insan. Orada varlığını düşündüğü bir ruhaniyete secde eder. Mekkeliler, Allah’ın kızı diyerek meleklere şey yapıyorlardı. Yöneliyorlar, yardım istiyorlardı. Ve söyledikleri de şu: “Allah’ın yanında bize destek olurlar, şefaatçi olurlar diye.” Peki, şimdi bu açıdan baktığımız zaman bugünkü Müslümanların hali nedir? Şimdi iveç ve aveç meselesiyle hareket edelim. Lütfen şeyi bir açın bakalım elinizdeki Kuranı Kerim’lerden kırk altıncı surenin beşinci ayetini. Ahkaf suresi beşinci ayet. Bir açın lütfen. Hatta birkaç tane meal sen şuradan bir aç da oku. Mesela önce şu bende ki Diyanet meali değil. Neyse sen oku oradan mealleri aç da. (Yardımcı: Hangi surenin?) Kırk altı Ahkaf suresi. Beşinci ayet. Mesela önce Diyanetin mealinden oku. (Yardımcı: Diyanetinki şöyle: Kim Allah’ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan daha sapıktır. Oysa onlar bunların tapınmalarından habersizdirler.) Şimdi bakın burada iveç yapılmış mı yapılmamış mı? Bir daha yavaş yavaş oku istersen. (Yardımcı: Kim Allah’ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan daha sapıktır.) Cevap veremeyecek şeyler derken aklınıza ne gelir? (Seyirci: Cansız.) Cansız. Putlar gelir değil mi? Şimdi buna tapandan dediğin zaman aklınıza ne gelir? Tapma dediğin zaman ne gelir? (Seyirci: Secde ediyor.) Secde ediyor, onlardan yardım istiyor falan. Yani putun karşısında secde eden bir insan akla gelir değil mi? (Seyirci: Müşriklere gelmiş bir ayeti bize okumayın diyorlar. Müşrikleri kastediyor bu ayet.) E tabi ki müşrikleri kastediyor. Tabi ki müşrikleri kastediyor. Onun için okuyoruz onlara bu ayeti. Şimdi peki şimdi bakın beni asıl üzen şu: Bu ayetle ilgili 2001’de bir televizyonda bir şey yapmıştık. Televizyonda yani 2001 diye hatırlıyorum ama belki bir hata olabilir. Ama ben 2001 olarak hatırlıyorum. Bir televizyona çıktık. Bu Oruç Baba dolayısıyla bir program yapılmıştı. (Seyirci: Kanal7’de) Evet, Kanal7’de evet. Şimdi orada Hayrettin KARAMAN var. Biliyorsunuz işte Hayrettin KARAMAN bugün Türkiye’de son derece saygın bir noktada olan âlimdir. Hasan Kamil YILMAZ vardı. Şu anda Diyanet İşleri Başkan Yardımcısıdır. Süleyman ATEŞ hoca vardı o da emekli Diyanet İşleri Başkanıdır. Ondan sonra şey vardı. Süleyman ULUDAĞ vardı. Ve ben vardım. Beş kişiydik. Şimdi o zaman Ahmet HAKAN da yönetiyordu. Ahmet HAKAN şeyi sordu: Dedi ki: “Bu işte ramazanın başında gidiyorlar Oruç Babaya. İşte orada birtakım dileklerde bulunuyorlar. İşte orada sirke ile oruç açıyorlar falan bu nedir?” Tabi orada dileklerde bulunmak için gidiyorlar. Onlardan bir şey istiyorlar. Dedim ki bunu benim söylememe gerek yok. Yani ben böyle bir şey de hüküm verecek durumda değilim ama Allahu Teâlâ’nın ayetini okuyayım ben size dedim ve okudum:
Estauzübillah “Ve men edallü mimmey yed’u min dunillah (46/5)” Allah ile kendi arasında kural koyarak birisini yardıma çağırandan daha sapık kimdir? Kimi? Men o kişiyi çağırıyor ki:
“La yestecibü lehu ila yevmil kıyameh (46/5)” Kıyamet gününe kadar ona cevap veremez. Yani o şimdi o Oruç Baba gidenlere cevap verebilecek durumda mı kıyamet gününe kadar. Kıyamet günü herkes konuşacak. Kendisine cevap veremedi.
“Ve hüm an düaihim ğafilun (46/5)” Zaten onlar, o kabirde yatanlar bunların ne dediğini de bilmezler. Ne istediklerinden de habersizdirler. Bu ayeti okuyunca Ahmet HAKAN dedi “Hah bu çok dedi tam böyle oturdu cuk oturdu” dedi “Tam bir cevap oldu” dedi. O sıra Hayrettin KARAMAN hoca dedi ki mealden oku mealden dedi. Ben hakikaten o zamana kadar bu ayetin mealine hiç bakmamıştım. Tefsirlere de bakmamıştım. (Seyirci: Hocam mealden ben okuyabilir miyim?) Yok yok burada var mealler burada var. Şimdi senin sesini canlı yayın olduğu için kimse duymaz. (Seyirci: Onlar cansız olduklarından. Bu ifade kullanılıyor.) O zaman şey olacak sana bir mikrofon verilecek ki okuyasın. O zaman bir mikrofon verin arkadaş okusun tamam. (Seyirci: Evet şimdi bu meali ben buradan buldum sizin kütüphanenizden hafız Osman Mustafa VARLI diyor ki: Oysa onlar cansız olduklarından bunların yalvarmalarından hiç haberleri bile yoktur.) Peki, hiç haberleri bile yoktur da Allahu Teâlâ ne diyor kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek. Kıyamet günü o cansız varlıklar o şeyler dile mi gelecek o putlar? Öyle bir şey var mı? Şimdi orada bana mealden oku dedi. Hakikaten yani ben dedim ki ya niye mealden oku diyorsunuz ki bir hata mı yaptım dedim. Yani de ki şu kelimeye yanlış mana verdin değil mi? (Seyirci: Arapça bakımından.) Arapça bakımından şunu hatalı yaptın. Orada tabi Hasan KAMİL çok rahatsız oldu. Siz işte bütün şeyhleri müşrik yaptınız dedi. Şeyhleri tarikat şeyhlerini ondan sonra şey Süleyman ULUDAĞ dedi ki: Eğer bu ayete böyle mana verirsek bütün tarikatları ve Şia’yı müşrik saymamız gerekir. E dedim yani biz başka bir mana verdiğimiz zaman Cenabı Hak bize bakarak mı karar verecek dedim yani. Şimdi biliyorsunuz yani Rasulullah’a da bir söz mal ediyorlar: İşte haşa Cenabı Hakk’ı harekete geçirmemek için teravih namazından vazgeçmiş yoksa neme lazım farz marz kılardı falan. Tövbe estağfirullah. Allah sanki Rasulullah’ın emrinde haşa. Ondan sonra sadece Süleyman ATEŞ dedi ki: Ya arkadaş çok doğru bir meal verdi dedi. Niye şey yapıyorsunuz. İş karışınca hemen reklama girildi. Canlı yayınlar gerçekten çok tehlikelidir yani çünkü mecburen reklama giriyorlar yoksa orada sıkıntı olur. Şimdi daha sonra ben bu ayette altı temel hata yapıldığını yazdım. Altı temel hata yapıldığını yazdım. Ya bu seneki Yeni Şafak gazetesinde şey vardı. Hayrettin Hocanın. Bulabilir misin onu? Getir. Tamam. Altı temel hata yapıldığını yazdım. Yani Arapça bakımından temel hata yapılmış. Bunlar olacak şeyler değil.
1- yediu kelimesine yabudu anlamı verilmiş. Yediu demek yardım isteyen demektir. Burada tapan diye mana verilmiş. O yabudu, bu yediu şimdi şeye giden Oruç Babaya giden her hangi birisi ondan yardım istediğini biliyor değil mi? Peki o insana sen buna tapıyorsun dersen, ne der sana? Ben tapmıyorum ki der. Bak şimdi ona yediu’ya yabudu manası verdiğin an şimdi bu bir iveç oldu mu? Dışarıdan bakan anlamıyor hemen. Bu bir iveç oldu. Ondan sonra buradaki men, şey şu mimmey yed’u men şey şu la yestecibu’daki men akıllı varlıklar için kullanılan bir kelimedir Arapçada. Ma olsa, akıllı ve akılsız. İkisi için de kullanılabilir. Ama men mutlaka akıllı varlıklar için kullanılır. Buna bak cansız varlıklar diyor. Peki, oradaki Oruç Baba akıllı değil mi? Bir insan değil mi yatıyor? Ondan sonra bu dun kelimesine tabi Allah’ı bırakarak da manası verilmiş bu yanlış. Allah ile kendi arasına koyarak demektir ki çünkü hiçbir kâfir Allah’ı bırakmaz. Ondan sonra işte onların dualarından habersizdirler. Bütün bunların hepsi şeyde var bizim doğru bildiğimiz yok. Aracılık ve Şirk kitabında da var; Tarikatçılığa Bakış kitabında da var. Şimdi ben bunları yazdım ve bu hocalara gönderdim. Ya hala bu ayetin mealini değiştirmemişler arkadaşlar. Ya bakın işte şimdi hala değiştirmemişler. Ya bu insanlara iyi niyetli denir mi? Kusura bakmasınlar yarın Cenabı Hakk’ın huzurunda öyle yakalarına yapışacağım ki görecekler onlar. Herhalde bana da fırsat, ihtiyaç da kalmaz zannediyorum. (Seyirci: 1:18:30 daki kelime anlaşılmıyor.) Evet. Ve bu sene ramazanda Hayrettin Hoca efendim o muhterem zatlara gidenler şunun için gidiyorlar. Onlara müşrik dememek lazım. Buldun mu orayı bir oku sana zahmet. Bu seneki Ramazan’da (Fatih Hoca: 29 Temmuz tarihli yazı: Şöyle yani ortası.) 29 Temmuz Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan yazısı. Hmm? Sesini yükselt evet duyulmuyor. Yükselt yükselt. (Fatih Hoca: Evet halkın hem bu türbelerde yatan kimselerin özellikleri, hem de onlarla kurdukları ilişki, hem de onlardan veya onlar vasıtasıyla bir şeyler istemeleri konularında önemli yanlışlar yapılıyor. Ancak bunların büyük çoğunluğu şöyle inanarak bunları yapıyor: Allah bu sevgili kullarına bazı yetkiler, imkânlar, özellikler bahşetmiştir. Bunlar şefaatçilerimizdir.) Bahşetmiş midir? Haşa böyle bir şey var mı? Evet. (Fatih Hoca: Onlar şefaatçilerimizdir. Bizler günahkâr olduğumuz için doğrudan Allah’tan istemeye yüzümüz yok. Belki bunlar sayesinde Allah dileklerimizi kabul eder.) Tamı tamına bu ayetin söylediği değil mi? Bak bunlardan daha sapık kimdir diyen Allahu Teâlâ. (Fatih Hoca: Türbe ziyaretleri, bazı zararları ve kusurları yanında din duygusunun güçlenmesi ve dindarın tatmin bulması yönünde müspet sonuçlar doğuruyor.) Hangi din? Allah’ın dini mi başka din mi? Onun için bakın yani derdimiz gerçekten büyük. İşte Hayrettin KARAMAN. Bugün herhalde şeydeki Mısır’daki olayları değerlendirin dense Türkiye’de çağırılacak dini bakımdan hocaların başında gelir değil mi? Evet ben burada adını telaffuz ediyorum cevap hakkı doğsun da bir cevap versin diye telaffuz ediyorum. Gerçi gerek yok ben onu, aynı yazıyı yıllar önce yazmıştı ve ona mektup olarak da göndermiştim. Ve bana dönmemişti. Telefon ettim dedi ki: “Yazılı gönder.” Yazılı gönderdim ve bana dönmedi. Şimdi niye bu kadar açık konuşuyorum elbette açık konuşuyorum çünkü derdim var da konuşuyorum. Ya bu Türkiye’deki Türkiye’de böyle de Mısır’da, Suudi Arabistan’da farklı mı? İstersen şu şeye bir bakalım bu Celaleyn tefsirine bir bakalım. (Fatih Hoca: Bunu bir bitireyim mi?) Ha bitir. Bitir. (Fatih Hoca: Dindarlığın arkasından telaşa kapılarak ve bu arada bidat ve hurafe kavramlarını istismar ederek ziyaretlere karşı çıkanların da bulunduğunu bilmeliyiz.) O bana gönderme tabi. (Fatih Hoca: İyi niyetli hocalara ve eğitimcilere ise tavsiyemiz, türbe ziyaretlerindeki yanlışları, kusurları yıkmadan, kırmadan, incitmeden düzeltmeye çalışmalarıdır. Bize göre hayatlarını öğrenmek, başarılı kulluk tecrübelerini örnek edinmek ve ibret almak üzere kabir-türbe ziyareti sakıncalı değil, faydalıdır. Yeter ki müminler Allah’tan istemeleri gerekeni kuldan istemesinler, Allah’a yapmaları gerekeni kula yapmasınlar.) E zaten Allah’tan istemesi gerekeni kulu da bırak, ölüden istemiyor mu bu insanlar? Yani Allahu Teâlâ’nın bu ayeti öldü mü ve daha nice ayetler. Ben işte o zaman o televizyon programından sonra baktım ki hakikaten yani ben o şeye meallere tefsirlere bakmamıştım yani bu ayetleri şey yaparken bir de baktım ki ya bu tefsirlerde de aynı şey: Yediu’ya yabudu manası veriyorlar. Men’e ma manası veriyorlar. Ya rabbi bu ne oluyor? Şimdi gelelim tekrar şeye, bir başka noktaya gelelim. (Fatih Hoca: O şeyle ilgili hocam çok affedersiniz Elmalılı Hamdi YAZIR’ın orijinali var o ayetin mealiyle ilgili bir de sadeleştirilmişi var ikisini de okuyayım mı?) Ha çok iyi olur. Orijinali güzeldir. Bir tek Elmalı’da doğruya yakın bir anlam bulmuştum şimdiye kadar. (Fatih Hoca: Orijinali şöyle: Hem o kimseden daha şaşkın kim olabilir ki Allah’ı bırakır da kendisine kıyamete kadar cevap veremeyecek kimselere dua eder, onlar ise onların dualarından gafildirler. Sadeleştirilmişi ise şöyle:) Ama burada bak dun kelimesi bırakıp da gene verilmiş. Hâlbuki o bir tek orada hata. Başka yerde dun kelimesine doğru anlam veriyor burada vermemiş evet. (Yardımcı: Sadeleştirilmişi: Allah’ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine hiçbir cevap veremeyecek olan putlara dua eden kimselerden daha sapık kimdir?) E buyur işte. Bu Elmalılı Hamdi YAZIR ahirette bunların yakasına yapışmaz mı? Siz benim mealimi niye katlettiniz demez mi? Evet. Şey yok mu? Celaleyn yok muydu? Ne yazmış orada aç bakalım. Hmm yani bu ayette yani şey. Ahkaf suresi arkadan fihristten kolay bulursun. Evet, şimdi şimdi bir de bir ayet daha okuyalım da ondan sonra Müslümanların hali perişanlığını görelim. Sonra tekrar ilgili ayetlerden buldun mu? Ne diyor orada? İstersen ben çünkü senin sesin şey yapmaz. Aha bak şimdi şimdi bu Celaleyn tefsiri. Ve şeylerde medreselerde en çok okunan tefsirdir. Kısa. Ben hayret ediyorum bu kadar kısa tefsire bu kadar yanlışı sığdırmayı nasıl başarmış bu adam diye? Yani büyük bir maharet olsa gerektir. Bak şimdi diyor ki burada. Ve men edallü mimmey yed’u yabudu . Ve men edallü mimmey yed’u yabudu. Yabudu ne demek? İbadet eden. Yediu ne demek? Yardım isteyen demek. Bak işte aynı yanlış görüyor musun? Yani Allahu Teâlâ dua edenden daha sapık kimdir? Allahu Teâlâ’ya yabudu diyor ya Allahu Teâlâ şeyde ibadet kelimesini de kullanıyor. Bak mesela hemen:
“Ve iza huşiren nasü kanu lehüm a’daev ve kanu bi ibadetihim kafirin (46/6)” E onu da kullanıyor. Yani burada Allah yabudu demesini bilmiyor muydu? Sen nasıl yani sen Cenabı Hakk’a laf mı öğretiyorsun? Bakın bu ibadetle dua kelimesi arasında bir yakınlık var. Zaten iveç yapanlar hep oradan yararlanıyorlar. Yani öyle bir şey yapacaksınız ki çok dikkatli bakmayanlar anlayamayacaklar. Yakınlık nedir mesela Rasulullah sav’den gelen bir rivayette:
“Et dua muhhül ibadeh (Tirmizi, “Daavat”, 1)” tir. Dua, ibadetin özüdür. Doğru gerçekten niye biliyor musunuz? Dua, insanların isteğidir. Hepimiz cennete gitmek istiyor muyuz? Onun sebebi nedir? İbadet yapmaktır. Yani işin temeli o. İnsanlar niye çalışır bir ay boyunca? Para kazanmak için. O parayı çalışmadan elde etseler çalışırlar mı? Ya da o ibadeti yapmadan insanlar cennete gidecek olsalar yaparlar mı ibadeti? Tamam, çalışmaya para denir mi arkadaşlar? E siz duaya nasıl ibadet diyorsunuz? Ama tabi ki yakın bir ilişki var. Tabi ki yani hedefi odur yani. Asıl gaye odur. Niye namaz kılıyor? Çünkü namazı kılmadığı takdirde ahirette göreceği kötülükleri bildiği için kılıyor.
“Vesteînû bis sabri ves salâh (2/45)” diyor. Namazla ve sabırla yardım isteyin diyor Allahu Teala. Bak isteînû yardım isteyin. Bis sabri sabırla ve namazla. Tabi ki yakın bir alaka var ama her birini yerinde kullanmak lazım. Ondan sonra min dunillahi ey ğayrihi diyor. Gayri Allah’tan başkası ya dun kelimesinin manası gayrı mıdır Allah aşkına? Sen Arapça bilmeyen bir adam mısın ya? Dun bir şeyin aşağısı demektir. Ama tabi Allah’ın dununda, insanların fevkinde olacak. Allahtan başka dediği zaman her şey girer. Ama bu mindunillah dediğin zaman o değil bak dun şimdi şöyle şey yapın şurası tavan. Şirkin yapısı odur zaten şurası tavan şimdi bu tavanda bu tavana ne yaparsan yap ulaşamıyorsun araya bir şey koyuyorsun işte araya koyduğun şey tavanın dununda senin fevkindedir. Tamam mı? Şimdi Allah’ın dununda dedikleri insanların fevkinde olan varlıklardır. Yani insanlardan yüce, Allah’tan aşağı. Ara varlık . Mindunillah budur. E kardeşim şirki siz kitaplardan çıkardığınız zaman dun kelimesinin anlamı kayboluyor. Ondan sonra,
“Men la yestecibü lehu (46/5)” Bak Allah rızası için şuraya bakar mısın? “Mel la yestecıbü lehu ila yevmil kıyameh (46/5)” Şimdi bu mene ne manası vermiş Akif bak iyi dinle bak “Mel la yestecibü lehu (46/5)” vehümül asnam. Onlar putlardır diyor. Bak Allah men diyor akıllı varlık diyor. Putlara kimse akıllı varlık der mi yeryüzünde? Ya Allah’ın ayeti böyle anlamlandırılır mı? İşte bak iveci görüyor musunuz? Bak La yucibune abidihim ila şeyin yeselune ve ebeden. Bak burada çok kurnazca bir şey daha yapmış. Bakim bunu hanginiz yakalayacaksınız? Ayeti okuyacağım şey yapacağım bak çok ustaca yaptığı iveç. Bak “Mel la yestecıbü lehu ila yevmil kıyameti (46/5)” Nasıl mana vermiş? Vehümül asnam la yucibune abidihim ila şeyin yeselunehu ebeden. Manasını da vereyim. Kendilerine kulluk edenle ibadet edenlerin kulluk edenlere istedikleri hiçbir konuda ebediyen yardım edemez. (Seyirci: Kıyamet mi?) Hah. Kıyamet kelimesinin yerine ebedi kelimesini koymuş. Çünkü kıyamette bunlar cevap verecekler. Çünkü ondan bir sonraki ayet ne diyor:
“Ve iza huşiren nas (46/6)” insanlar haşr olduğunda kanu o varlıklar o kendilerine kulluk edilen varlıklar ve “Kanu lehüm a’daev (46/6)” bunlara düşman olacaklar. Peki, putlar düşman olabilir mi? Yani düşünebiliyor musunuz? İşte bu iveci görüyor musunuz arkadaşlar? Allah’ın ayetleri ne hale getirilmiş. E şimdi Müslümanların beslenme kaynakları bunlar. Peki, ben çok daha önemli bir şeyi size söyleyeceğim belki bu çok daha ağır gelecek ama hiç kusura bakmasın Müslümanlar bunu hak ettikleri için söylemem lazım. Ağır gelsin dost acı söyler. Onlar ölmeden tövbe etsinler diye söyleyeceğiz. Şimdi Araf suresinin otuzuncu ayetini lütfen açalım. Buradaki iveç çok net belli oldu değil mi? Belli oldu mu? (Seyirci: 1:32:15-1:32:28 arası arapça anlaşılmıyor.) Ama aynı ayet. Şeyde vaktimiz fazla kalmadı da onun için yani onu daha değişik şekilde bu ayetin mesanisi olmuş oluyor. (1:32:36-1:32:39 arası anlaşılmıyor.)Tabi tabi. Elbette. Hiçbirisi kabul etmez ki onların kulluğunu. Allahu Teâlâ ahirette İsa as’a demiyor mu: Sen mi dedin ki beni ve annemi birer ilah edinin diye? İsa As ne cevap verecek? Olur mu ya Rabbi. (Seyirci: Hocam ya da kıyameti oradan diriliş anladım. Ya da kıyameti kimisi kullanıyor ya tam o dirilirken diyor kıyamete kadar.) Hesap zamanında. (Seyirci: Yani dirilirken.) Evet, şimdi yedinci surenin otuzuncu ayetini açıyoruz. Şimdi burada ben soruyu size soracağım cevabı sizden almaya çalışacağım. Şimdi Allahu Teâlâ insanları ikiye ayırıyor:
“Ferikan heda ve ferikan hakka aleyhimüd dalaleh (7/30)” Bir grup, bu Allah yoluna kabul etmiş, bir grubun aleyhine de sapıklık hak olmuştur. Yani ne demek Türkçe karşılığı sapık sayılmayı hak etmiştir. Peki, sapık sayılmayı hak edenler kimler?
“İnnehümüt tehazü eş şeyatiyne evliyae min dunillahi (7/30)” Allah’ın dununda yani Allah ile kendi aralarına Allah’tan önce şimdi veli kelimesi vardır. Veli, birisinin hemen arkasından gelendir tamam mı? Şimdi az yaklaşır mısın bana doğru. Şimdi mesela şimdi bak. Şu anda lügat olarak veli olmuş oluyoruz. Çünkü benden hemen sonra bu geliyor tamam mı? Ama onun öbür tarafı benden uzak kalmış oluyor. Şimdi bak bunlar diyor ki:
“İttehazü eş şeyatıyne evliyae min dunillahi (7/30)” Allah’tan önce yani Allah ile kendi aralarında şeytanları kendilerine daha yakın kabul etmişlerdir. Evliya diyor veli. Dedik ya tam böyle. Şeytanlar kendilerine çok daha yakın.
“Ve yahsebune ennehüm mühtedun (7/30)” Ve kendilerini doğruların ortasında hesap ediyorlar. Şeytanlar nereye oturur? Doğru yolun ortasına oturur. Peki, Allah ile kulun arasına girince? Peki, bu iveç yapmasa oraya oturabilir mi? Kendini doğru yolda göstermek zorundadır. Peki, şimdi biz bu Müslümanlara Allah’ın ayetlerini okuyoruz ve Kuran Müslümanlığı sapıklığı diyorlar değil mi? Peki kime dayanarak diyorlar bunu? Bir kısım âlimlere dayanarak diyorlar. O âlimler onlara Allah’ın ayetlerinden daha yakın olmuyor mu? Bir ayet okuyorsunuz diyor ki “Ben kitaplara bakarım.” diyor. (Seyirci: Yani Celaleyne) Yok meal okumuyor meal falan yok. (Seyirci: Öbürkü Kuran okuyor o diyor ki meale gel.) Yok yok meale de gelmiyor. Bizim ulemanın görüşü hocaya gel diyor. (Seyirci: Yani üçüncü safta geliyor tamamen, tamamen uzaklaştırıyor.) Şimdi bakın bir hatıramı kurumun adını söylemeyeceğim bilenler bilir. Şimdi bir toplantıda Kuranı Kerim’deki Talak suresi var biliyorsunuz. Kocanın karısını boşamasıyla ilgili ayetler. O konudaki o yetkili durumda olan kişilerin hepsine o ayetleri okudum. Hanefi mezhebinin Talak ile ilgili bütün ayetleri yok saydığını bütün ayetleri. Talak ile ilgili bütün hadisleri yok saydığı iveç de değil o aveç. Az önce ayeti okuduk şu bu falan ya ayetleri yok sayıyor. Açın El Hidayeyi. Talak bölümünü bakın bir tane ayet bulabiliyor musunuz? Bir tane sahih hadis bulabiliyor musunuz? Ve orada erkeğin karısını boşamayla ilgili hükümler var. Asırlardır bu memlekette ona göre fetva veriliyor. Ve onlara söyledim dedim arkadaşlar bakın bunu yapmayın dedim. Sonra benim adımı Şeyh İmamiye yani Caferiliğe çıkardılar. Allah Allah niye Caferi dediler bana? Ben o zamana kadar hiç bilmiyorum. Bir de baktım ki Caferilerde bu soruya göre talak ile ilgili fetvalar varmış. Caferiler dediği için değil, Allahu Teâlâ dediği için onlar da bu kitaba inanıyor. Yani onlar doğruyu yaptılarsa o doğruyu yapmak Caferi olmak mıdır? O şekilde suçlandığımızı şey yapıyoruz. Ve kimse fetvasını değiştirmedi arkadaşlar. E peki bakın bu iveç de değil bu aveç. Yani yanlışlık çok ortada. Talak suresi yok. Talakla ilgili ayetlerden hiçbir tanesi yok. Rasulullah’ın sahih hadisleri yok. Bir tek hadis almış Hidaye ki Hanefiler Hidaye’ye toz kondurmazlar. Öyle. Toz kondurmazlar. Bir tane hadis almış. Nasburraye diye. Seylaninin bir Hidaye’nin hadislerini değerlendiren bir kitabı vardır o kitapta o hadisle ilgili şöyle diyor: Batilun la yecüzül ihticacü bihi diyor. Bu hadis batıldır. Bu delil getirilemez diyor. Bir tek hadise dayanmış o da batıl. Bir de orada şu vardır. Kadınlar için pencereden baktın boşsun. Bak bana karşı bir daha böyle bağırdığını duymayayım, bağırırsan boşsun. Çehre dökersen boşsun. Ya bunun batıl bir hadisi bile yok. Ha öbürüne gene bir tane batıl bir hadisini buldunuz bir tane de buna bulsaydınız bari. Ve bunun adı talak oluyor. Ve biz bunu anlattık. Ya yıllardır anlatıyoruz. Allah rızası için şu fetvalarınızı bir değiştirin ne olur? Ya bu iveç falan değil bu aveç bu herkesin açıkça göreceği şeydir. Şimdi sonuca gelelim. Niye Mısır’dan buraya kadar geldik? Baştan söylediğimi söylüyorum. İslam âleminin Müslüman olmaya ihtiyacı var. Bak bunu söylediğimiz için şu ramazanda bizi etkisizleştirmek için ne kadar büyük gayretlere girdiklerini herhalde biliyorsunuz. Son ramazanlarda nerede bir hurafeci varsa, televizyonlarda başköşeye oturtulmadı mı? Hala öyle değil mi? Neyin peşindesiniz kardeşim? Ben Müslümanım demek yetmiyor beyler. Ben dindarım demenin de bir anlamı yok. Hangi dinin dindarısınız? Sen ben Müslümanım dediğin zaman yani şey iblis kendini kâfir mi zannediyor?
“İnni ehafullah (8/48)” diyor iki ayette ben Allahtan korkarım diyor yani. Senin kendini Müslüman sayman yetmez, Allah seni Müslüman sayıyor mu?
Dolayısıyla sonuç: İslam âleminin Müslüman olmaya ihtiyacı var. Kuran’a yönelmeye ihtiyacı var. Ya arkadaşlar yani hakikaten karikatüristlerin bile şaşıracağı olaylar oluyor. Yani bir hata arıyorlar ki bayrak yapalar. Neyse detayından bahsetmeyeyim ama şunu söyleyeyim: Geçenlerde Diyanet İşleri Başkanı bir açıklama yapıyor. Yeni Şafak gazetesinde. Diyor ki: “Bu sene” diyor “Suudi Arabistan’da da Türkiye’de de ne ramazanın başında ne de bitiminde hilal görüldü.” “İslam âlemindeki bu probleme kesin bir çözüm bulabilmek için Toroslarda diyor bir gözetleme kulesi yapıyoruz. Onun şeysini projesini başlattık” diyor. Ya sen Toroslara onu yaptığın zaman orada gözükecek mi? Toroslarda zaten var şeyin Akdeniz Üniversitesinin. Yani o gözlem kulesi olmadığı için mi Türkiye’de ve Suudi Arabistan’da gözükmedi? Ya bu ne mantıktır Allah aşkına? Ya bu hakikaten Müslümanların yani bilmiyorum bunu ancak bir patolojik vaka mı diyor doktorlar ne diyorlar? Öyle bir şey. Ya bu ne Allah aşkına namaz vakitleri, Diyanetin yapması gereken bir görevken astronomlara onu havale ediyor, siz yapın diyor. Çünkü namaz vakitleri yeryüzüyle alakalı bir olaydır. Gökyüzüyle ilgili değil. Uzayla ilgili değil. Bunu astronomlara havale ediyor. Sanki biz orucu tutmak için şeye çıkıyoruz. Samanyolu galaksisine çıkıyoruz. Yani şey ay falan kurtarmaz. Ay kurtarmaz. Samanyolu galaksisine Samanyolu galaksisine göre bir şey yapılıyor takvim yapılıyor. Ve bunu astronomlara bırakıyorlar. Ya bu astronomlar gerçekten talebelerinin yüzüne bakamazlar bak söyleyeyim. Çünkü onların o söyledikleri sözleri kendi kitapları yalanlıyor. Astronom bilimine yüzde yüz aykırı beyanatta bulunarak diyor ki: “-18 derecede fecri sadık olur.” Ya bunu nasıl söylüyorsunuz insanların gözünün içine baka baka. Herkesi cahil mi zannediyorsunuz? İçlerinden bir tane bilen çıkar yazık olur size. Şimdi yav kardeşim bu ne mantıktır Allah aşkına yeryüzüyle ilgili olan güneş ışınlarının ufka gelişi ile alakalı olan bir olayı astronomiye veriyorsunuz; tamamen astronomiyle alakalı olan kısmı siz elinize alıyorsunuz? Ya sen onu kurup da ne yapacaksın kardeşim? Allaha şükür bütün dünyanın her tarafında astronomlar (01:44:34 burası bozuk anlaşılmıyor) hesaplar yapıyorlar.
Tekrar ediyorum: İslam âleminin problemi öyle Mısır değil yani. Mısır, evet çok üzüyor. Ben mesela o Mısır olayları başladığı günden beri hakikaten uykum kaçıyor. Şey yapıyorum ya rabbi diyorum şimdi bu insanlar susamışlardır nereden su içecekler? Birisinin tuvalet ihtiyacı varsa nereye gidecek? Böyle hemen hop diye uyanıyorum şeyden tabi son derece insanı üzüyor. Orada öldürülenlerin çolu var çocuğu var. Mesela kendi evladım gibi düşünüyorum kendi kardeşim gibi düşünüyorum ve son derece üzülüyorum ama o bir şey değil, asıl üzülmesi gereken şunlardır: Böyle giderse İslam âleminin dünyası da ahireti de bitiktir. Adına İslam âlemi dememiz de mecazendir. Hakikaten değildir. İşte ayetleri gördünüz. Ve işte yapılanları gördünüz. Temel kavramların içi boşaltılmış olan, daha kâfirin ne olduğunu bilmeyen bir İslam âlemi İslam âlemi olur mu? Bakın Allah’ın kelamını okuyun diyoruz insanlara değil mi? Başka söyleyeceğimiz bir şey yok. Ama Allah’ın kelamını ne hale getirmişler hadi Türkçesi böyle. İşte Arapça tefsir. İnsanlar ne halde. Onun için bize çok büyük iş düşüyor. Biz elimizden geldiği kadar yapacağız ama ben de yani birazcık da sitem edeyim yani bu harekete destek verenler hep uzaktan destek vermeyi tercih ediyorlar. Hiç yaklaşmak istemiyorlar. Yani çok az böyle çok az kişiler hani seni uzaktan sevmek aşkların en güzelidir diye bir şarkı var ya hep o aklıma geliyor. Ya kardeşim bu çok büyük bir olaydır bu basit değil. Yani şimdi siz düşünün yani bir ülkenin ilahiyat fakülteleri size karşı olacak, Diyaneti size karşı olacak, cemaatleri size karşı olacak, tarikatları size karşı olacak, efendim etkili ve yetkili kişileri size karşı olacak ve siz bu mücadeleyi yürüteceksiniz. Allah’a çok şükür çok başarılı bir şekilde yürüttüğümüzü de görüyorsunuz. Ama ben şunu da artık iyice anlamaya başladım: Neden Cenabı Hak Medine’ye hicreti çok önemli bir görev olarak Müslümanlara yükledi? Çünkü bir araya gelmeden etkili olunamıyor. Şimdi herkes bizden bir şey istiyor. Şimdi birisi geliyor diyor ki: Hocam sizi bir ziyaret edeyim buyurun hay hay gel. Diyorlar ki: Hocam işte gelmiş kardeşim gelme diyecek halimiz yok ama söyleyin de az kalsın diyoruz tabi az kalıyorlar bir iki saatten fazla kalmıyorlar. Bazısı. Ya kardeşim tamam güzel de yani bir insanız yani. Ya bizden bir iş beklemeyin, ya da bu işi kısa kesin ya. Ya da ya da ki asıl mesele o. Öyle sadece üç beş kişiden de olmaz bu iş. Yüzlerce araştırmacının çalıştığı ekipleri kuralım o zaman sizlerle saatlerce oturup konuşalım. Yani hep birlikte ancak yapılırsa yapılır ve bu çok büyük projedir. İslam âleminin kurtuluşu buna bağlıdır, insanlığın kurtuluşu buna bağlıdır. Evet. (Rasim Osman ZADE: Hocam bir uzantı da söyleyeyim bu Celalyenin kitabında.) Bir dakika bir dakika o şeyi al da mikrofonu al da evet Rasim Osman ZADE bizim Rusça bölümü başkanı. (Rasim Osman ZADE: Bu Celaleynde söylediğiniz benim de aklıma geldi hemen diyeyim ki katılayım ki yani ki bu trajedinin ne kadar daha derin olduğunu siz de bilesiniz hepimiz de bilelim. Siz bildiğiniz, güzel tanıdığınız Mihailof var. Basın evinin Moskova’da ana evlerinden bir tanesidir. O Kuran’ı da basıyor.) Yuri. (Seyirci: Yuri. Bir arkadaş var bir beş sene, beş altı sene önce Kuran kitabını çevirip. Mir Osman Osmanof dı. O kitap bizde var. Sizin bu kitaplığınızda. Yeşil kitap biliyorsunuz.) Hediye etmişti evet. (Rasim Osman ZADE: O diyor ki men bu kitabın üzerinde men yani Mihailof ana editör. Men diyor iki sene çalıştım.) Üç sene dedi. (Rasim Osman ZADE: Üç sene bu kalem sürdü bu kitaba bu kişinin pek Kuran bilgisi yok. Şimdi bu bilgiylen yani olmayan bilgiylen bu üç sene bu kitabı karıştırsa bu kitap ne hale gelir. Ne haşile gelir. Düşünün. Bu bir. İkincisi de men baktım şaşırdım bütün önemli noktalarda bu Celaleyni gösterir.) Şey mi Yuri mi? (Rasim Osman ZADE: Osmanof gösterir.) Yuri bilmez ki onu. (Rasim Osman ZADE: Yuri bilmez. Osmanof gösterir. Yuri de bunun arkasında peşinde geliyor. Ya Yuri sen egitürsen. Sen bilmelisen ki Celaleynden başka başka bir kaynaklar da var. Kendinden egi tür hakkın var. Yaz. Bunu yaz. Yaz göster. Yazıp göstermiyor.) Arapça bilmez ki. (Rasim Osman ZADE: Bilmez ama bilenleri sorsun bilenleri davet eylesin. Bu bir. İkincisi de şimdi bu Kuran Rusya’da yaygındır. Zaten dört beş altı Kuran var ise bu Kuran’ların arasındadır. Çok yaygındır. Şimdi Rus diyelim ki icması, Rus Müslümanları bu Kuran’ı okuyanda ne anlayacaklar? Bak sapma Türkiye’yi bırakın, Saudiyi bırakın, Rusya’ya kadar gider. Teşekkür ederim.) Ama bir şey daha söyleyeyim o bütün bu yanlışlara rağmen Yuri Mihailof bu üç yıllık çalışmasından sonra bir kitap yazmış hatta hep makaleler yazmış o Kuranı Kerim okuduğu sıralar. İşte Rusya’nın problemleri ve Kuran. Her sahada makaleler yazmış. Yayınladığı kitabın adı neydi? (Rasim Osman ZADE: Kuranı öğrenme.) Kuranı anlama zamanı. Yayınladığı kitap o. Kuran’ı anlama zamanı. Ve bize söylediği de şu: Tabi bir hafta beraber olduk Rusya’da. Ama programı son derece yüklü olduğu için hiç konuşamadık. Sadece Kazan’da bir akşam bir yarım saat kadar konuşma fırsatı bulduk yani bir hafta Rusya içerisinde Rusya’da bir hafta hep beraber kalıyoruz iki dakika oturup birbirimize konuşacak vaktimiz yok yani. Öylesine yoğun program hazırlamışlar ki o akşam dedik ki ya Yuri şunu bir anlat bakalım Rasim Hoca tercüme ediyor tabi. Sen bu kitabı niye yazdın? Kuran’ı anlama zamanı. Adamın söylediği şu dedi ki işte az önce Rasim Hocanın anlattıklarının şey yaptı ben tabi Kuran falan bilmiyorum. Ama Müslüman da değil bu adam. Fakat daha sonraki ben yazılarından o zaman Müslüman olmadığını tereddütlü gibi gözüküyordu. Olayım mı olmayayım mı diye. Daha sonraki yazılarından ben olduğu kanaatine vardım şahsen. Bilmiyorum kendisi bilir. Benim şahsi kanaatim bu. Orada dedi ki:
“Rusya’nın problemlerini çözümünün olmazsa olmaz kaynağı Kuran’dır.” dedi. Bırakın Rusya’yı dedi ben dedi işte bir ay önce mi ne şeydeydim dedi. Paris’e gitmiştim bu kişi şeyde devlette de çok önemli bir konumda olan bir insan. Moskova’daydım dedi. Şey affedersiniz Paris’teydim dedi. Eyfel kulesine çıkıp gençler intihar ediyorlar dedi. Onların probleminin çözümünün de tek kaynağı Kuran dedi. Avrupa’nın probleminin, Amerika’nın probleminin, Rusya’nın probleminin, tüm dünyanın probleminin çözümünün tek kaynağı Kuran’dır dedi. Zaten dedi burada size gösterdiğimiz itibar da ondan kaynaklanıyor. Niye size bu kadar itibar gösterildi yani? Süleymaniye Vakfının nesi var ki? Ve oradaki bütün temaslarımız internette. İsteyenler A dan Z ye kadar dinleyebilir. Ve orada şunu çok net görür ki biz burada ne konuşuyorsak, orada da aynısını konuşmuşuzdur. Değişen bir şey yok. Tabi buyurun. Şey alın da (Seyirci: Hocam Allah razı olsun. Birincisi gündemle ilgili hocam. Mısır’la ilgili. Dün Türkiye’de bir yürüyüş yapılmış. Demokrasi İslam’a uygun değil istemeyiz hilafet isteriz gibi sloganlar ve pankartlar varmış. Bunu sorayım. İkincisi Hocam az önce tefsir okudunuz Celaleyn tefsirini. Şimdi Celaleyn tefsirini yazan kişiler yani bu işi bilmediklerinden mi böyle yapıyorlar? Kasıttan mı yapıyorlar? Bu ikincisi hocam. Üçüncü sorum sorudan ziyade işte birileri size işte şöyle diyor böyle diyor işte Diyanet şunu diyor falan. Bence onlara takılmayın hocam. Siz Allah razı olsun doğru yolda gidiyorsunuz. Allah yolunuzu açık etsin.) Ben birileri onlara takıldığımız yok da birlikte olalım diyorum. Olur mu? Zaten takılmadığımızı herkes görüyor zaten onu söylemeye lüzum yok. Evet şimdi hilafet isteriz diyen insanlar kimden istiyorlar? Kim verecek onlara bunu? Ya kardeşim hakikaten yani ben zaten buna canım sıkılıyor. Ya siz Müslümanlar olarak öyle bir idare kurmak zorundasınız ki bir kere sizin emrinizde bulunan herkes hürriyeti doruk noktasında yaşamak zorundadır. Sizin idarenizde asla hapishane olmaması gerekir. Sizin idareniz borca dayalı bir sistem olamaz. Kredi sistemi olamaz. Çünkü borç, insanları köleleştirir. İnsan Allah’tan başkasına kul olmaması lazım bugün Türkiye’de kredi sistemi hâkim bütün insanlar bankaların kölesi halinde. Bugün kim kimden ne istiyor? Kimden istiyorsun bize hilafeti. Hadi verdim ne yapacaksın? Yav bunlar hakikaten gülünç şeyler yani bize Müslüman olmak yaraşır. Bizim vazifemiz o. Cenabı Hak, Allah ne emretmişse onu. Rasulullah’tan sonra onun yerine geçen sahabiler mecburen onu devretti halife demek birisinin arkasından gelen kişi demektir. Ve orada çalış gayret et. Oraya ehil olduğunu ispatla. Zaten sen gelirsin orada. Birisi sana vermez bunu. Olmaz yani bu olacak şey değildir. Evet. (Seyirci: Tefsile ilgili vardı.) Ha Celaleyn tefsiriyle alakalı. Tabi bunu kim başlatmış bilmiyorum ama bunun tabi orada biliyorsunuz benim ihtisas alanım tefsir değil yani bu işin tarihi arka planı ta eski tefsirlere kadar inmek gerekir. Gerçi en eski tefsirler var bakılabilir ama o zaman alır. Kim başlattıysa başlattı ama bu hale gelmiş. Bu hale gelmiş. Şu anda durumumuz bu. Yani onlar ilk suçu işleyen günahkâr olacak da arkasından işleyenler olmayacak mı? E bitti. Bizi o ilgilendiriyor. (Seyirci: Nehir kenarında bir sarayı olan bir âlim olarak söyleniyor. Yani belli ki o zamanki şey tarafından iktidar tarafından kullanılmış.) Evet. Abdullah diyor ki: Suyuti nehir kenarında sarayı olan bir âlim olarak biliniyor. Ben bilmiyorum o tarafını. Sen okumuşsun. (Seyirci: Celaleddin iki tane Celaleddin.) Evet Celaleddin el Mahalli ve Celalettin es Suyuti evet iki tane Celaleddin. (Seyirci: Kasıt yok yani?) Evet, şeye ver. O kasıt konusu bizim bileceğimiz bir şey değil. O Cenabı Hakk’ın soracağı soru. Şimdi burada kasıt sorusunu sordunuz ona bir cevap vereyim. Şey vardı bir ayeti kerime “Ve minhum ummiyyûne (2/78)” Bakara suresinde “Lâ ya’lemûnel kitâbe illâ emâniyye (2/78)” bulsana şuradan. Şimdi ben tam orayı tam orayı açmışız. Şimdi burada ehli kitabı Allahu Teala anlatıyor. Hatta ondan önce ben kendi kendimi sorguladım geçende. Ya biz mesela şimdi Celaleynin böyle yanlışlar yapacağını ben asla kabul edemezdim yani eskiden. Sen kabul edebilir miydin Enes hoca? (Enes Hoca: Yok.) Mümkün mü? Sen de yapamazdın zaten mümkün değil. Yani mesela işte Mebsut’tur diğer kitaplardır. Diğer fıkıh kitaplarıdır. Hidaye’dir. Hidaye yanlış olacak. Birisi yanlış dese adamın boğazını sıkarsın gerçi ben öyle bir şey yapmazdım ama. Öyle yapılırdı yani. Gelenek oydu. Şimdi ben kendi kendime hatta burada arkadaşlarla oturduk bir namazın arkasından şey yaptık ya kardeşim ya ben o zaman işte gene şey yapayım yani örnek olsun diye ya geldik işte fetva verecek bize yok efendim işte Mebsut’u okumuş Fetava-i Hindiyye’yi okumuş, Fedaüssenai’yi okumuş, Hidayetül Müçtehid’i okumuş, İmam Şafi’nin kitaplarını falan. O zaman böyle şeyleri medreselerde böyle bir şey olmadığı için biz tabi çok bayağı bir farklı kişi olarak oraya geldik ve kısa sürede bize fetva. Ya kendi kendime düşünüyorum geçende. Ya ben bunların hiçbirisinin farkında değildim ki. Peki, o zaman ölseydim ne olacaktı? Şimdi sizin sorunuzun cevabı bu. Şimdi şu ayeti kerime aklıma geldi burada okuyayım bak:
“Ve minhum ummiyyûne lâ ya’lemûnel kitâb (2/78)” Bu şeyi söylüyor Yahudi ve Hristiyanları söylüyor. İçlerinde ümmiler vardır. O Ümmi kim? Okuma yazma bilmeyen değil. Kitabı bilmeyen. Değil mi? Okuma yazma bilmeyen değil. Ben de ümmiydim o zaman. Şimdi fetva işi bana verildi ama ümmiydim. Kitabı bilmiyordum. Kuran’ı bilmiyordum yani.
“Lâ ya’lemûnel kitâb (2/78)” İşte onun için Fatih’e diyor ki ben şey yapsam bütün kitabı bilmiyor Fatih kitabı bilince fark atıyor şeye. Siz hepiniz görüyorsunuz bunu değil mi? Kitabı bilenin nasıl farklılaştığını. Bak içlerinde ümmiler vardır. Kitabı bilmezler. Okuma yazma bilir ama kitabı bilmiyor.
“İllâ emâniyye (2/78)” Bir takım kuruntuları vardır. İşte benim kuruntularım gibi. Ya bu bizim ulema hep buna uymuştur. Mümkün mü yani? Ebu Hanife imam dört mezhep haktır. Bizimkisi sevabidur. Öyle öğretmişler. Dördü de hak ama bizimkisi doğrusu. E bizim ya. Yoksa bizim olur muydu yani? Bir takım kuruntular işte bu kuruntu değil mi o bizim şey yaptığımız. Kuruntu işte.
“Ve in hum illâ yezunnûn (2/78)” Onlar sadece zan, tahmin peşindeler. Böyledir. Muhakkak bizim bu ulema böyle yapmaz ya falan filan. Bak dikkat ediyorsanız burada bu insanları günahkâr kâfir falan diye tanımlayan bir ifade yok değil mi? Hah ama bak diyor ki:
“Fe veylun lillezîne yektubûnel kitâbe bi eydîhim (2/79)” Ama yazıklar olsun o insanlara ki bu kitabı elleriyle yazıyorlar. Şimdi Celaleyn bunun içine girer mi? Girer. Kuran? O zaman elleriyle gene bugün de elle yazıyorsun. Bilgisayara yazsan bugün de yazıyorsun, elinle yazıyorsun yani şey yaptığın zaman klavyeyle şunla bunla.
“Summe yekûlûne hâzâ min indillâhi (2/79)” Sonra diyorlar ki: Bu Allah’tandır. İşte mesele yedune’ye ya’budun dediği zaman işte Allah bunu demiş oluyor demiyorlar mı? Peki, bunların içerisinde de bazı şeyler vardır. Hakikaten hiç düşünmeden bu böyledir diye yazanlar da vardır. Ama bir grup var ki biliyor ne yaptığını.
“Li yeşterû bihî semenen kalîlâ (2/79)” Bunu yaparken de geçici bir menfaat peşinde. Yani bile bile yapıyor. Çünkü yapanlar da ikiye ayrılır bazıları bilmeden yapar, hiç düşünmez ama bazıları bir takım menfaatler elde etmek için yapar. İşte asıl şeyler, suçlular onlar.
“Fe veylun lehum mimmâ ketebet eydîhim (2/79)” Yazdıklarından dolayı yazıklar olsun onlara.
“Ve veylun lehum mimmâ yeksibûn (2/79)” Kazandıklarından dolayı yazıklar olsun onlara. İşte bunlar içerisinde bilerek yapanlar Cenabı Hakk’ın bu ayeti kerimesinin şeyine. E şimdi bak bu Allah nasip etti. Burada insanları uyarmaya çalışıyoruz. Hala uyanmak istemeyenler de aynı gruba girerler. Buyur. Evet Sadettin Bey. Biraz ağzına yaklaştır ki millet duysun. (Sadettin Bey: Talakla ilgili hadisi, hadisi uydurmamışlar demiştiniz. Ben yirmi beş yıl önce uydurulmuş iki hadis söyleyeyim: Maalesef uydurmuşlar.) Uydurmamışlar demedim canım. (Sadettin Bey: Hayır hayır buna bir hadis) Ha şeye falan yere gidersen boşsun’a uydurmamışlar (Sadettin Bey: Bir tane hadis mesela yirmi yıldır hatta bizim evde de çok münakaşa oldu bu mevzu şimdi erkeklerin hakkını ödemek için diyor ki: Kolundan irin aksa, akşama kadar kocası yalasa yine hakkını ödeyemez.) Kocası yalayacak? (Sadettin Bey: Hayır kadın yalayacak, kocanın hakkını ödenmiyor. Kişinin kişiye secde etmesini emretseydi, erkeğe, kadının erkeğe secde etmesi emrederdi.) Ama bu şey değil o dediğim olayla alakalı değil. Cenabı hak ne diyor? Bak. Kuranı Kerim’i okursanız Kuran’da kadınlar hep korunmuştur. Muhsanat deniyor onlara Allah korumuştur onları ama işte hali perişanlığımız ortada. Evet. Arkadaşa verin şeyi. (Seyirci: Hocam dersin başında da belirttiğiniz ayeti kerimeler ışığında Mısır konusuna dönersek bugün Türkiye’de protesto için toplanan cemaatler için şöyle bir şey söyleyebilir miyiz veyahut söyleyebilir misiniz hani bunu sorsam cevabını nasıl alırım? Hani bunu yalnızca gereksiz bir şey olarak görmekten de öte çünkü burada kuru kuruya hani toplanılıp da Mısır’daki veyahut da orada buradaki öldürülen, katledilen, zulüm gören Müslümanlara kuru kuru direnin, direnin, direnin mesajları verilerek oradaki onların da bu tedbirsizce direnişlerini teşvik edip de ölümlerin sayısının artmasına vesile oldukları için bir vebal de olabilir mi acaba yani yalnızca gereksiz değil, aynı zamanda vebal de üstlenilen bir hareket olabilir mi? Evet teşekkür ediyorum. Şimdi bu yani oradaki dikkatsizlik ve tedbirsizliğe bundan birkaç hafta önceki dersimizde gene dikkat çekmiştik burada bu yanlıştır diye. Tedbir almak lazım. İnsan göğsünü karşıdakine siper edemez. Tedbiri almak gerekiyor. Çünkü Allahu Teala Nisa suresinin yüz ikinci ayetinde diyor ki:
“Veddellezîne keferû lev tagfulûne an eslihatikum ve emtiatikum fe yemîlûne aleykum meyleten vâhıdeh (4/102)” Bu kâfirler çok isterler ki sizin yanınızda silah ve mallarınız olmasın, ani bir baskın yapsınlar ve sizi perişan etsinler. E şimdi onların isteklerine uygun bir tavır ortaya konmuştur. Maalesef yani ben anlayamıyorum. Evet, insanların çıkıp ta bu tepkilerini ortaya Türkiye gibi bir yerde ortaya koymuş olmaları bir duyarlılıklarını göstermeleri güzel de; o insanlara da doğruları anlatmak lazım. Ama şimdi ulemasının ne halde olduğunu gördük işte. İveçi de bırak aveç noktasına gelmiş olan yani yanlışlar öylesine açık ki bunu anlamak için düşünmeye bile gerek yok. O noktaya gelmiş olan bir İslam âlemi var. Ve burada bu vesileyle şapkamızı önümüze koyup düşünmemiz lazım ve tekrar ben etkili ve yetkililere söylüyorum: Müslümanlık lafla olmaz. Allah Teâlâ’nın ayetlerinin hiçbir tanesi hafife alınamaz. Bir Müslüman da gayri Müslimleri asla ve kat’a taklitle bir noktaya varamaz. Halkımızın arasında bir şey vardır. Kılavuzu karga olanın ne olur? Burnu pislikten kurtulmaz. Bir de şöyle de derler bizde: Yani bizim köydeki bunun devamı şudur: Kılavuzu karga olanın konacağı yer çöplüktür derler. Buna da çok dikkat edelim. Artık İslam âlemi bu vesileyle kendine gelmeye başlasın. Gelmeli. Efendim Allah’ın kelamına insanlar gelmeyecek ama gelmeyecek olanların gücü çok çok zayıf olduğu için Allah’ın kelamına gelenlerin gücü her şeyi halletmeye yeter Allah’ın izniyle. Bunlar çok zayıftır. Yani şey değil. Ama Cenabı Hakk’ın kelamına gelenlerin ne kadar güçlü olduğu ortada. Yani onu herkes biliyor. Dolayısıyla bizim Allahu Teâlâ’nın kelamına sıkı bir şekilde sarılmamız, doğruları anlatmamız, bu doğrular sadece Müslümanların değil, tüm dünyanın doğrularıdır. Buna bütün dünyanın ihtiyacı var. O insanlar Müslüman olur olmaz o kendi problemleridir ama biz insanlara Allahu Teâlâ’nın hükümlerini götürmek zorundayız. Peki, hepinize çok teşekkür ediyorum. Tabi oradaki Mısır’da sıkıntıda olan kardeşlerimize de Cenabı Hakk’ın yardımcı olmasını niyaz ediyorum. Çünkü oradaki kardeşlerimizin çok büyük bir çoğunluğu az önce okuduğum ayette ummiyyûn grubuna giriyor. Kötü niyetli değiller. Kendilerine yanlış anlatılmış. Elbette ki Cenabı Hak onları niyetlerine göre mükâfatlandıracaktır. Türkiye’de sokağa dökülenlerin de çok büyük bir bölümü kötü niyetli değil. İyi niyetli Allah rızası için yaptıklarını şey yapıyorlar ama bu sürdürülebilir bir yol değil. Bu insanları başarıya götürmez. Ona bakalım Allah hepsine rahmet eylesin. Allah yardımcıları olsun.