Euzubillahimineşşeytanirracim,
Bismillahirrahmanirrahim,
Elhamdülillâhi Rabbil-‘âlemîn. Vel-‘âkıbetü lil-müttekîn. Vessalâtü vesselâmü ‘alâ Rasûlinâ Muhammedin ve ‘alâ âlihî ve sahbihî ecma’în.
Bugün Müslümanların gerçekten büyük problemleri var. Allah nasip ederse, Karlıtepe’de yapacağımız toplantıda, 1-2-3 Haziran toplantısında, Kartepe’mi? Sen şimdi kar olmadığı zaman Kartepe, kar olmadığı zaman Karlıtepe olur. Kartepe, Maşukiye’nin Kartepe’si düzeltiyorum. Evet Maşukiye’nin Kartepesi’nde yaptığımız toplantıda bana göre şimdiye kadar en önemli konuları konuşacağız Allah nasip ederse. Bugüne kadar hiç böyle önemli konular konuşulmuş değil.
Buradaki asıl konu Müslüman fakihlerin iddia edildiği gibi gerçekten bir usüle sahip olup olmadıklarıdır. Yani hakkaten herkes söylüyor. Bu ulema önce kitaba uyar. Kitapta bir hüküm bulamazsa sünnete uyar. Sünnette bir hüküm bulamazsa icmaya uyar. İcmada bir hüküm bulamazsa, kıyasa uyar. Bunlar asli delillerdir, yoksa fahri deliller de vardır. Şimdi bir kere bu usül kitaplarının sonradan yazıldığı bilinen bir şeydir. Bunların içerisinde usulu olan ilk fakih İmamı Şafi olarak biliniyor. Değil mi usulcü, biz bu işi senin kadar bilemeyiz yani. Yani elimizde bizim en eski usül kitabı olarak gördüğümüz İmam Şafii’nin kitabıdır. Şimdi İmam Şafii’nin o kitabını okuduğunuz zaman o da diyor, önce kitap, sonra sünnet, sonra icma, sonra kıyas falan. Kıyası da falan bizim anladığımız manada anlatıyor. Bazı terimleri henüz yerleşmemiş, mesela illet yerine el Cami kelimesini kullanıyor, doğru mana kelimesini kullanıyor, o yüzden ben talebeyken el Risaleyi okuyorum. Yahu bilmediğim hiçbir kelime yok ama okuduğum hiçbir şeyi de anlamıyorum. Çünkü o terimler oluşmadığı zaman yazılmış ya. Yahu ben ne yapayım dedim. Erzurum da hocalara götürdüm hiçbirisi anlamadı. Anlamamakta da haklılar, bilinmeyen bir kelime yok ki, çünkü görüyorsun tüm kelimeleri biliyorsun. Ne anlattığını da biliyorsun, kıyası anlatıyor. Ben bu gece bir bakayım dedim. Kalktım iki rekat namaz kıldım, Cenabı Hakka dua ettim. Sonra “mana” kelimesini illet manasında olabileceğini düşününce bütün problem çözüldü. Çok şükür. Şimdi uzaktan bu zatların kitaba ve sünnete uyduklarını düşünmek tatmin ediyor, rahatlatıyor da. Fakat İmam Şafii de bakıyorsunuz ki problemleri Kitaba ve Sünnete uydurma gayreti değil, Kitabı ve Sünneti problemlere uydurma gayreti var. Yani önce meseleyi ortaya koymuş. Şöyle hür bir şekilde, mesela biz burada yapıyoruz, kardeşim bize ne, biz hesabı Cenabı Hakka vereceğiz, ister uysun ister uymasın diye çok rahat bir şekilde hareket ediyoruz. Ama o zaman onların bizim kadar rahat etmedikleri ortada. Şimdi siz şöyle düşünün, şu anda Türkiye’de şeriat uygulanacak olsa, üzerinde çalıştığımız konu şeriat olsa ve insanlar da İslam ülkelerinde biliyorsunuz bir yasama meclisi yok. Yasama yerine kayyum olanlar ulema. Dolayısıyla ulemanın verdiği fetvalar, parlamentonun çıkarmış olduğu kanunlar gibi kabul ediliyor. Şimdi böyle bir ortamda yürütmeyle yasama arasında bir mutabakat olması lazım. Yürütme dediğiniz devlet gücü elinde bulunduruyor. Yasama dediğiniz ulemanın herhangi bir gücü yok. Osmanlılar bu gücü oluşturmak için bir kanun çıkarmışlar mesela Fatih Sultan Mehmet’in meşhur kanunlarının içerisinde var, ulemaya tam bir özerklik verilmiş, hakimler ulemayı yargılayamazlar ceza konusunda. En fazla kaçmasından korkulan, bir adamı öldürmüş te, kaçmasından korkulan bir durum varsa, o zaman sadece tutuklar divana durumu bildirirler, merkeze bildirirler. Divan da sarayda toplaşır, bu durumları müzakere eder, eğer yargılamayı gerektiren bir şey varsa, bunun için özel bir hakim tayin eder o alim için. Hakim gider, onu yargılar ve sonucu yine saraya bildirir, uygulama sarayın emriyle yapılır. Yani böyle bir özerklik tanımışlar. Ondan sonra maddi bakımdan devlete bağlı olmamak için de vakıflar oluşturulmuş. Dolayısıyla maaşlarını vakıflardan almışlar. Yani devlet bütçesinin bir parçası olarak değil. O zaman görüntüde bir özerklik var, ama bunun fiili yansımasını pek göremiyoruz. Şimdi burada bir özerklik var ama bir de mesela devletin bir kurumu olan şeyhülislamlık var. Onun başında ki şeyhülislama bir yetki verilmiş, şeyhülsilam ölünceye kadar görevden alınamıyor. Yasamanın başı durumunda olan kişi, bugünkü manada kullanırsanız. Fakat şeyhülislam da verdiği fetvalar, yani anayasa mahkemesinden de onaylanmış fetvalar kabul edildiği için bu defa tam hakimiyet onun elinde oluyor. bakıyorsunuz ki mesela Ebu Suud, Muameliyi Şeri adı altında faize fetva veriyor. İşte biliyorsunuz, meşhur olay, siz gider birisinden 100 TL alırsanız daha sonra 101 TL ödemek üzere, bu faiz olur. O kanunlar sistemi içerisinde bu geçerli değildir, hiçbir mahkeme böyle bir dava kendisine geldiği zaman alacaklı lehine hükmedemez, yoksa faiz olur. O zaman bunu caiz yapabilmek için tutmuşlar araya bir muamele sokmuşlar. İşte önce bir 100 TL borç alıyorsunuz. Arkasından da bir kitap satın alıyorsunuz diyelim buradan. 100 TL yi 1 yıllığına borç aldıysanız, kitabı da 1 yıllığına alıyorsunuz. 100 TL’ye kaç kuruş faiz verecekseniz kitabı o fiyata alıyorsunuz. 10 TL ise 10 TL ye alıyorsunuz. Ondan sonra kitabı hediye ediyorsunuz. Buradan çıktığınız da cebinizde 100 TL oluyor, borcunuz 110 TL oluyor. Ama o 10 TL kitap bedeli olduğu için, mahkemelere bu meseleyi götürülüp, lehine hüküm çıkarılabiliyor, muameleyi şeriye, yani olayı meşrulaştırmak için yapılan işlem.
YŞ: Adam dese ben kitabı yanımda götürmek istiyorum, vermiyorlar değil mi?
AB: O kitabı alamıyorsunuz. Kitabı hediye etmezse para verilmez ona. Ondan önce zaten şey yapması da gerekiyor. Kefil mefil herşeyin alınması lazım. Para verilmez, o kitabı hediye edecek ki o parayı alsın. Şimdi mesela Birgili Mehmet efendi demiş ki bu faizdir, bunu yapmayın. Adamın burada rütbelerini sökmüşler, medreseden tard etmişler, gitmiş Birgi’ye, İzmir’in kazasına, adam çiftiyle meşgul oluyor, fakat gene gelip gidenlere diyor ki, işte Ebu Suud faize fetva veriyor, devleti aliye faize batmıştır falan diyor. Kadı efendi mektup gönderiyor. Mesela yargı da özerktir Osmanlı’da. Bugünkü manada yasama, yürütme, yargı, buna kuvvetler ayrılığı deniyor ya, orada da özerktir gerçekten. Ama bugün de birbirlerine nasıl karışılıyorsa, o gün de karışıyorlar birbirlerine, Birgili Mehmet efendiye resmi bir yazı gidiyor. Eğer sen böyle söylemeye devam edersen, o kelle senin vücudunun üzerinde kalmaz, çok basit bir tehdit. Şimdi biz şimdi böyle bir ortamda yaşamadığımız için, belki Türkiye’de İslam’ın şeriat olarak uygulanmamasının nimetini yaşıyoruz. Şu verdiğimiz fetvaların nasılsa halkın kendi vicdanına kalmış bir yansıması var, uygulayan uygular, uygulamayan uygulamaz ama devleti ilgilendirmiyor. Bu rahatlık var, ama İmam Şafii zamanında böyle bir rahatlık yok. Ebu Hanefi zamanında böyle bir rahatlık yok. Ahmet Bin Hanbel zamanında böyle bir rahatlık yok. Şimdi öylesine baskı altındaki bu ulema, mesela Mebsut’ta geçen bir olay var, size daha önce anlatmıştım. Halife Harun Reşit mi bir başkası mı, ismi kitapta yazılı değil, onu tarihçilere sormak lazım. Halifeliğe gelirken milletten zorla beyat almış. İmam Muhammed de bir kitap yazmış, Kitabul İkrah diye bir kitap yazmış. Kitapta şunu yazmış demiş ki, baskı altında yapılan işlemden o işi yapan sorumlu olmaz. O baskıyı yapan sorumlu olur. Dediği bu, başka bir şey yok. Bunu birisi halifeye duyuruyor ve şöyle duyuruyor. İmam Muhammed senin bu makamı gasp ettiğini ve hırsızlık yaptığını, seni gasıp ve hırsız olarak vasıflandırdığını kitabına yazmış diyor. Hemen şurada diyor, polisi gönderiyorlar, İmam Muhammed’i derdest edip doğru saraya. Şimdi halk ulemaya yapılan baskıya karşı öylesine duyarlı hale gelmiş ki, İmam Muhammed’in götürüldüğünü görünce burada ciddi bir problem var demiş gitmişler, İmam Muhammed’in kapılarının çiviyle üzerine çakmışlar. Tabii tahta kapı olduğu için, yani biraz sonra polis gelir, bu evi kapalı bulsun, içeri girmesin diye. İmam Muhammed’in talebesi, adı Ebu Sema mıydı neyse işte, ismi aklımda değil şu anda. İmam Muhammed’le beraber gidiyor saraya, orada problemi öğrenince zeki birisi, bir yolunu bulup İmam Muhammed’e diyorlar ki sen halifeyi hırsızlık ve gasp yapmakla suçlamışsın. İmam Muhammed böyle bir şeyim yok benim diyor, öyle bir şeyi niye söyleyeyim diyor yani. Ama o talebe zeki hemen fark ediyor, geliyor, kapıları kapalı görünce, evin damından içeriye giriyor, evin kitapları arasından Kitab-ül İkrah’ı çıkarıyor. Evin içindeki kuyuya atıyor. O sıra kapıları vuruyor polisler. Neyse kapıyı açan olmayınca kapıyı kırıp içeri giriyorlar. Bu da orada bir yerde saklanıyor. İçerideki bütün kitapları alıp saraya götürüyorlar. Sarayda bütün kitaplara bakıyorlar ki böyle bir şey yok, o zaman İmam Muhammed’den özür dileyip gönderiyorlar. O olsaydı ne yaparlardı? Kellesini kucağına verip gönderirlerdi. Kesin hiç, hem de neyle suçlarlardı, zındıklıkla suçlarlardı. Bu adam zındık, onun için böyle yaptık derlerdi. Şimdi onların zındıklık kavramı bize dinsizlik gibi şey yapıyor, onlar dinsiz saymıyor. Yerleşik düzene aykırı fetva verdi mi zındıksın, isterse verdiği fetva yüzde yüz Kuran’ı Kerim’e uysun, hiç önemli değil. Zaten tövbeye davet edilmez, tövbe edeceği suçu yok, neye tövbe etsin ki? Günah olmayan bir kişiye tövbe şey yapılır mı? Şimdi olay böyle, bizde oturuyorlar, eskileri methediyorlar. Methiyede kim daha ileri geçiyorsa, üzerine bir madalya takıp etrafta gururlana gururlana dolaşıyor ama bunun kimseye bir faydası yok. Şimdi böyle bir ortamda bu insanlar fetvalarını vermişler. Ya da şöyle söyleyelim. Böyle bir ortamda doğru fetva veren bir kişinin yaşama imkânı var mı? Bana göre var, niye Cenabı Hak korur da ondan. Delil ne? Firavun gibi birisinin karşısına çıkıp da estaüzibillah, (Mümin 40/28);
28-) Ve kale racülün mu’minun, min ali fir’avne diye anlatıyor ya Allahü Teala Mü’min suresinde. “İmanını gizleyen kişi”. Kalkıp orada gerçekleri bütün açıklığıyla söylediği zaman sonuç ne? (Mü’min 40/45);
Fevakâhallâhu seyyi-âti mâ mekerû “Onların tuzaklarından, kötülüklerinden onları Cenab-ı Hak korudu”. Allahü Teâlâ’nın böyle bir şeyi var yani.
Tabii Allahü Teâla onları koruyor ama bu defa da onlar da şey kalıyorlar yani. bugünkü manada marjinal, yani yerel, lokal kalıyorlar, fazlaca bir etkileri olmuyor, çünkü arkalarında kimse gelmiyor. Karşı tarafta koskoca bir devlet var, seni kim dinler? Mesela oraları da düşünün, bu şahıs konuşurken orada Musa AS, Harun AS var. O İsrailoğullarından ne kadarı bunlardan yana olmuşlardı? Kuran’ı Kerim’e bakarsan, pek bir kişi yok yani, şimdi vaka bu. Şimdi böyle bir ortamda, İmam Şafii şunu söylemiştir sözü ne derece İmam Şafii’nin sözüdür? Buna güvenmek olmaz. Çünkü çok rahatlıkla insanların güvendiği kişilerin ağzından yanlış şeyler söylenebilir İmam Şafii şöyle demiştir diye. Mesela biz gayet iyi biliyoruz ki, Ebu Hanife Abbasilerle hiç iyi ilişkiler içerisinde olmamıştır. Ama sonra fetvaları Ebu Hanife’nin sözleri diye Abbasilerin bir tek cümlesi geçmiyor şeylerde, fıkıh kitaplarında. Fiilen mücadele vermiş, hayatıyla ödediği şey, fıkha yansımamış, olacak şey değil, mantık dışı bir olay. dolayısıyla aynı şeyi gene mesela Malikiler var. Bakın Endülüs Emevi devleti kurulduğu zaman, orada Maliki mezhebi kabul edilmiştir. Kabul edilmesinin sebebi de Abbasilere karşı İmam Maliki dik durmuştur. O dik durmasından dolayı Malikiler onu kabul etmişler Endülüs Emeviler, ama şu anda elimizdeki yazılı kaynaklara geldiğiniz zaman, İmam Maliki bırak şeyi, Ebu Cafer el Mansur’a Peygamber SAV’in kabrine dönerek dua etme fetvası verdiği bile var bugünkü kitaplarda. Yani şirke, şirkin en ağırını fetva verdiğine dair de bugünkü kitaplarda var. Şimdi bu adam orada gerçekten dik durmasaydı, Endülüs Emevileri bunu önder olarak kabul etmezlerdi. Şimdi o İmam Malik mi yoksa Abbasilerin süzgecinden geçmiş bilgilerle bize anlatılan İmam Malik mi? O şeylerin Abbasilerle mücadele veren Ebu Hanife mi? Onlara teslim olmuş gözüken Ebu Hanife mi, yani sözlerinde? Burada çok ciddi bir problem var. Mesela İmam Şafii de yaşadığı sürece tek başına yaşamış. Mezhebi ondan çok sonra mezhep diye oluşmuş. Peki, İmam Şafii yönetimle bu derece barışıksa niye tek başına yaşamış? Niye hep reddedilmiş, oradan oraya gönderilmiş? Neden sonradan mezhep haline gelmiş? Burada da çok ciddi problemler var. Bu zaatların şu anda bizim elimizde, işte el Risale İmam Şafii’nin kitabıdır deniyor. Değildir desen, bir anlamı yok. Ne yapalım orada adı yazılı olan İmam Şafii kimse ben onu tenkit ediyorum. Gerçek İmam Şafii’yi Allah bilir değil mi? Bizim onu bilme şansımız yok. Ya da şurada yazılan Ebu Hanife kimse ben onu tenkit ediyorum ama gerçek Ebu Hanefi’yi, gerçek Ebu Yusuf’u, gerçek İmam Muhammed’i ne bilelim. Bilme şansımız yok, elimizde ki kitaplar böyle diyor, bizde onu alıyoruz. İşte şimdi onları aldığımız zaman, yani el Risale’nin bize naklettiği İmam Şafii maalesef yani savunulacak bir tarafı yok. Mesela burada okuduk çok iyi biliyorsunuz. Mesela kitap-sünnet ilişkisinde bugün Araplar en çok İmam Şafii’yi bayrak ediniyorlar. Estaüzibillah. Estaüzibillah diyorum neyse euzubillah demek lazım aslında.
”es-Sünnetü kadiyetün ale’l-kitab” diyorlar. “Sünnet kitap üzerinde tam hâkimdir, son sözü sünnet söyler” diyorlar. Bunu söylerken de aslında İmam Şafii’nin, gerçek İmam Şafiiyi gene bırakalım da, nedir onu Allah bilir, el Risale’nin yazarı kimse, ya da el Risale’yi belki bozmuş olan kimse, onun gösterdiği şeyde olay bu derece de vahim değil yani, o kitapta. Çünkü bir adım daha ileri geçirmiş, şimdi orada diyor ki “kitap, kitabı nesheder, sünnet sünneti nesheder. Kitap sünneti, sünnet kitabı neshetmez”. Aralarında bir saldırmazlık anlaşması var. İkisi ayrı ayrı hür, iki taraf hür. Bu mantık ne mantığıdır? Kuvvetler ayrılığı değil mi? Yani Allah bir başka kuvvet, Peygamber bir başka kuvvet değil mi? (Haşa)
SB: Bu imamlarla ilgili etkili bir şahsiyet olduğu bazı şeylerde ortaya çıkıyor. İsterseniz küçük bir şey söyleyeyim.
AB: Tabii tabii söyle söyle.
SB: Son dönemler çok merak ettiğim için, onların üzerinde duruyorum. Mesela İmamı Ebu Hanife hakkında mesela. İkili şahsiyet gösteren şeyler, mesela o kadar önemli şeylerde diyor mesela Kuran hadis, ya da “sünnet kadiyetün ale’l-kitab” demesine rağmen, bir adam var diyor ki çok zor durumdayım diyor. Fakirim diyor, yaşayamayacak hale geldim diyor. Evli misin diyor, evet diyor. Boşan diyor. Sonra ikinci bir şahıs geliyor, onun durumu daha berbat. Evli misin diyor, bekarım diyor, evlen diyor. Talebesi de şaşırıyor, diyor biri geldi evlen diyorsun, zaten zor durumda, biri geldi boşan diyorsun. Diyor ki bunların her ikisi de Kuranı Kerim’de vardır diyor. Adam tembellik basmıştır, evlenir, iki kişi olur çalışır, kendine çeki düzen verir. Ötekisi de karısı iyi değildir, sürekli kavga yaşıyordur, düzensiz bir hayatı vardır, boşanınca her ikisi de kendi derdine şey yapar ve böylece hayatını düzeltir diye buna göre hüküm verdim diyor. Bu Kuran’a göre daha uygun hareketken, daha önemli konularda Kuran’ı Kerim’i almaması bu adamın iki şahsiyeti olduğunu gösterir.
AB: Ya da imamı iki şahsiyetli göstermiş oluyorlar. Bunlar ahirette ortaya çıkacak şeyler.
SB: Biri Kuran’a daha yakındır, biri Kuran’dan daha uzaktır.
AB: Doğru, bir tarihi İsa var, Allah’ın peygamberi olan, bizim gibi bir insan olan. Bir de 3. Asırdan itibaren, Hristiyanların oluşturdukları İsa var, o da Allah’ın oğlu olan, Tanrı olan İsa. İmamlar da oluşturulmuş gözüküyor, yani başka bir yolu yok. Neyse işin o şu anda bizim o konuda konuşmamızın bir anlamı da yok, çünkü elimizde kitaplardaki neyse o.
SB: Hocam şöyle bir şey de var Hanefi mezhebinde ve bir de Şafii mezhebini karşılaştırdığımızda Hanefi mezhebinde birçok hadisin terkedildiği görülüyor, ayete de bakılmadığı. Yani Şafiilere göre hadisler daha çok mesela zahir, birçok hadislere göre hüküm verilmemiş mesela.
YŞ: Eleştiriliyordu hatta.
SB: Hanefilerin en çok eleştirildiği konu bu zaten, hadislere uymamaları. İmamı Azam’ın çok az hadis bildiği, bize hep söylenen şeydir.
AB: neyse inşallah ona da temas ederiz de, hadisi bırak ayeti terk etmelerinden bahsediyoruz biz şimdi. Hadise razı olduk, ayete uysalar. Şimdi mesela işte genel görüş bu. Şafiiler hadise çok büyük önem vermişlerdir, zaten Arapların da en fazla dayandıkları taraf bu. Ona inşallah bazı örneklerle temas ederiz de fakat şimdi şu husus el Risale de var kesin olarak yani; “Kitap kitabı, sünnet sünneti nesheder. Sünnet kitabı, kitap sünneti neshetmez”.
Seyirci: Aslında o görüş te kendi içinde tutarlı değil mi hocam, yani şu anlamda. Hadislerin sübutunun zanni olması dolayısıyla, ayeti neshedecek güçte olmadığını söylediğini zannediyorum.
AB: Tamam da, ayet hadisi neshedemez’e ne diyeceksin? Hadis ayeti neshedemezde problem yok da, kimse ses çıkaramazdı onda, ama bak başka şeyler de gelecek şimdi inşallah. Bir şey mi diyecektin?
SB: Ayet hadisi nesheder desek,recm..
AB: Ya Kerim şuralara da birer tane şey koysan.
Seyirci: Birkaç konu var işte orada iş karışıyor. Birçok şey boşa gidiyor.
FO: İşte bu bence çok önemli bir şey. Kafalarına çözüme kavuşturdukları bir şey var, ona uydurmaya çalışıyorlar. Bu konuda hüküm buysa demek ki sünnetin böyle bir fonksiyonu var, Kuran’ın böyle bir fonksiyonu var (diyorlar). Çözümlerden usul üretiyorlar.
AB: Tabii neticeden usüle geçiş var.
FO: Doğrudan Kuran’dan bir usul doğrulamadan yok.
AB: Evet, şimdi peki bunları, İmam Şafii demeyelim de El Risale’nin yazarı diyelim yani, onu buna sevk eden ne? Şimdi diyor ki, eğer kitap sünneti nesheder dersek diyor, o zaman recm cezası kalmaz diyor ortada. Niye çünkü Kuranı Kerim’de recm yok, recm hadislerde var. Peki, şimdi sadece bu söz de yetmiyor, kitap sünneti nesheder, recm cezası elden gider dediğiniz zaman bu söz yetmiyor. O zaman o kadar çok işlem yapmak gerekiyor ki, bunun arkasından recimi kurtarmak için ayetleri de saptırmak gerekiyor. Onun için bakıyorsunuz ki el Risale’de ayeti kerimede estaüzibillah (Nisa suresi/25);
Zâlike li men haşiyel anete minkum. Ve en tasbirû hayrun lekum. Vallâhu gafûrun rahîm. İsterseniz o ayetleri bir açın, bir Kuran’ı Kerim de bana ver.
Mesela burada diyor ki ayette,
Ve men lem yestetı’ minkum tavlen en yenkıhal muhsanâtil mu’minâti fe min mâ meleket eymânukum min feteyâtikumul mu’minât. “namuslu mümin kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyenler (ki burada hür olduğu anlaşılıyor), hür namuslu kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen, yönetiminiz altındaki Müslüman esirlerle evlensin” diyor. Ondan sonra,
fenkihûhunne bi izni ehlihinne “onları ailelerinin izniyle nikâhlayın”
ve âtûhunne ucûrehunne “kendilerine mehirlerini verin”. Çünkü o aldığı mehirle, fidyesini ödeyerek hürriyetine kavuşacak.
bil ma’rûfi “marufa göre de verin”. Yani onun ölçüsü de buradaki marufa göre, bilinen bir şekle göre olsun. Ve bu esireler de
muhsanâtin gayra musâfihâtin ve lâ muttehızâti ahdân, “muhsana olsunlar (yani namuslu olsunlar), açık ya da gizli zina etmemiş olanlardan olsunlar”. Şimdi buraya kadar problem yok. Bundan sonra,
fe izâ uhsinne “bunlar evlendikleri takdirde, nikahlanır ve eş sahibi olurlarsa”
fe in eteyne bi fâhışetin “bundan sonra bir fuhuş yaparlarsa”
fe aleyhinne nısfu mâ alâl muhsanâti minel azâb “diğer muhsana kadınlara, evli kadınlara verilen cezanın yarısı bunlara verilir”. Şimdi burada İmam Şafii evli kadınların, yani Kuran sünneti, sünnet Kuran’ı neshetmez diyerek, Müslüman evli kadınların zina etmeleri halinde verilmesi gereken cezanın recm olması için zaten o hükmü ortaya koymuş. Şimdi buradaki muhsanata evli manası verirseniz, bunun yarısı nasıl olur? Recmi nasıl yarıya indirirsiniz? Bir kadın yüz tane taşla ölür, 50 tane taş atın. Denmez yani. Yarısı olması için öldürmemen gerekiyor değil mi? Nasıl olacak? Ölüm öyle bir şey ki yarıya indirilemez. Sakat bırakmak da olmaz, yarıya indirilemez. Sakat bırakmak da olmaz. İndirilemez yarıya, tamam mı? O zaman işte bak burada da değişiklik yapma mecburiyeti ortaya çıkıyor. Açın el-Risale’yi, “fe izâ uhsinne”ye ne diyorlar, hatırlayanınız var mı? İmam Şafii el Risale’de “fe izâ uhsinne”ye “fe izâ estemne” diye mana veriyor. “Müslüman olurlarsa”. E kardeşim bu kadınlar zaten mümin bu kadınlar. Zaten “min feteyâtikumul mu’minât”. Peki şimdi İmam Şafii gibi gerçekten çok güçlü bir Arapçası var, yani o kitabı okuyanlar o güzel Arapçayı görürler. Çok güzel bir Arapçası var, divanı da var, şair ve Arap kabilelerini 17-18 sene dolaşmış sırf Kuran’ı daha iyi anlayabilmek için. Bütün dil inceliklerini ortaya koyan bir insan.
SB: Müslüman olduktan sonra zaten tasnife gerek kalmaz ki. Bütün olur, tamamı Müslüman olurdu.
AB: Evet. Hayır, “fe izâ uhsinne” ye “fe iza estemne” manası vermek.
YŞ: Tamam, sonra ne demiş hocam? “estemne” dese ne oluyor? Nasıl verecek meali?
AB: İşte o zaman, “fe iza estemne” dediği zaman, şöyle söyleyeyim “uhsinne”ye “estemne” dediği zaman, “muhsanat”a “muhsinat” diyor, ve bakireler diyor. Onu da değiştiriyor.
YŞ: Onu nereden çıkarıyor?
AB: Öbürünü nereden çıkardıysa, bunu da oradan çıkarıyor. Öbürünün bir mantığı var mı? Yani “fe iza uhsinne”ye “fe iza estemne”ye
YŞ: “muhsanat”a mı “muhsinat” “bakire” diyor?
AB: Bakire mümin kadınlar diyor. Yani sistemi bozuyor ya, bir yerde kalmıyor, sürekli bozmak zorunda kalıyor. Yani siz bir yerde bir yalan söyleyin, tek yalanla kalırsanız hemen açığa çıkarsınız. Onun için arkasından onlarca yalan söylemeniz lazım.
SB: Aslında o manayı vererek, o evliliği olanları töhmet altında bırakmış oluyor, kim yapmışsa onu. Çünkü gayri-muhsanat nedir yani, kendini korumuyor, yani evli olsa da, gözü dışarıda olan.
AB: O zaman “muhsanat” denmez ki, tamam dediğin doğru. Yani lügat manasında da mümkün değil. Yani bir aklı başında, âlime lüzum yok, aklı başında olmasına da lüzum yok. Sıradan herhangi bir insan, bu ayete bu manayı asla veremez. Ama açın İmam Şafii’ye mal edilen o kitapta bu var. Ondan sonra tabii bu da yetmiyor, Ahzab suresinde peygamber eşleriyle ilgili, (Ahzab 33/30);
Buradaki fahişe kelimesine fuhuş manası vermiyorlar. Ne manası vermişler? Açık bir hayâsızlık yaparlarsa. “onun cezası iki katına çıkarılır da ahirete gönderilirler” diyorlar, ahirette ki cezası diyorlar. Orada ne demişler senin tefsirinde?
SB: Tefsir değil de. Çirkin bir iş demişler.
AB: İki kat ceza nerede? Ahirette, değil mi? Mesela buradaki el azap kelimesi mecburen Nur suresindekini göstermek zorundayken, hiçbirisi onu göstermiyor. Ondan sonra, Nur suresinin 6.ayeti dolayısıyla, el azabı da oraya gösterir yapmıyorlar, dolayısıyla yani zincirleme hatalar yaparak ki bunların hiçbirisi yapılabilecek küçüklükte hatalar değil, hepsi bilenler için son derece büyük bir hata, ortaya ne çıkıyor? Evli olanlar zina ederlerse recm edilirler. Kuran’da olmayan bir hüküm monte ediliyor Kuran’ı Kerim’e, yani bir sürü yanlışlarla monte ediliyor. Şimdi bize böyle bir İmam Şafii geliyor. Bu şahsın bir usulü var mı, o zaman el Risale kaç para eder? Ne işe yarar o el Risale? Bir insan bu zat bir usule uymuş diyebilir misiniz?
SB: Şimdi İmam’ı Şafii adında kim olursa olsun, bu Risaleyi yazan insanı Allah’a hizmet etmiştir. Çünkü amacı nedir? Müslümanları oyalamak, Kuran’dan uzaklaştırmak.
AB: Kuran’dan uzaklaştırmak için yazılmış bir kitap işte. Amacına ulaşmış. Peki, şimdi bu İmam Şafii. Aynı konuda Hanefilere baktığınız zaman, oradaki vahamet bundan daha aşağı seviyede değil. Orada da şeye bakın, Cassas’ın ki, Cassas Hanefilerde en tepede yer alan bir zattır. Ve kitabının adı da Ahkam’ül Kuran’dır, Kuran hükümleri. Doğrudan doğruya ana kitap. Şimdi el Risale elimizde değil ama Cassas burada isterseniz bakalım. Hangi cildi diyor da bir dakika. 2.cildiyle 3.cildini getir.
SB: Hocam bu ayet Kuran’da böyle cilt diye böyle düşünecek bu azap kelimesini, mesela orada anlatılan (anlaşılamadı) 40:00 diye böyle bir genel bir hüküm koydu. Sonra burada köleye (anlaşılamadı) 40:08 dedi peygamber eşleri, böyle bir genel hüküm, böyle bir şey.
AB: İstisnalar her zaman olur canım. Her zaman, her şeyin istisnası olur. Cenabı Hak peygamberlerde istisna yapıyor. Ondan sonra kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz diye peygamber eşleri için istisnalar yok mu? İstisna bütün her konunun istisnası olur. İstisnası olmayan hiçbir konu yoktur ve istisnayı da Allahü Teâla orada belirtmiş. Orada bak şimdi 100 değnek dediğiniz zaman bu yarıya bölünür, elli değneğe iner, iki katına çıkar, 200 değnek olur. Ama ölüm derseniz ikiye çıkarılmaz, Peygamber eşleri öldürülüp, diriltilip tekrar mı öldürülecekler? Yarıya da bölünmez.
SB: Peki hocam, ayetin sonunu nasıl anlamak lazım? Ahzab suresi 9. Ayet.
AB: Yani Peygamber eşine böyle bir ceza verilebilir mi diyebilir insanlar.
SB: Çirkin şey diye çevirirler de.
AB: Tamam da hangi el-azabın iki katını vereceksiniz ona?
SB: O ayete gelince hemen şey yapıyor, ama Allahü Teâlâ (Zumer 39/65)
“le in eşrekte le yahbetanne ameluke”
AB: O ayet zaten hiç piyasada yok. Yani “le in eşrekte” “eğer şirk etsen bütün yaptıklarının tamamı gider”. Yok, bunu aslında Allahü Teâlâ Peygamber efendimize farzı mahal diye söylüyor diye haşa.
SB: Açıkça ortaya koyuyor. Yapmazsa o ayrı şeydir ama yaparsa ister Peygamber ister Peygamber eşi olsun.
AB: Sen şuradan bir Nur suresini bul, ben de şuradan Nisa suresini bulayım.
SB: Burada yazmış.
(anlaşılamadı) 42:15
AB: Bir emretmediği kalmış.
SB: (anlaşılamadı) 42:25
AB: Hey Allah’ım, hey Allah’ım. Sen onun bir mealini de ver de şimdi izleyiciler şey yapmaz, ben bu arada şeyi bulayım.
SB: Haseneyn Muhammed Mahluf diye bir zatın Kelimatül Kuran, bunu biraz daha geniş anlatayım. Burada diyor ki, (anlaşılamadı)42:55 mürsel hakkındaki hüküm neshedilmiştir, recm hükmünü peygamber emretti ve uyguladı, bunda hadisle kati suretle Kuran nesholunur. Buna selefte, ittifak etmiş, imamlar da ittifak etmiş, sahabe de ittifak etmiş.
AB: Bak şimdi imamlar ittifak etmiş diyor, sünnetle Kuran nesholunur diyor, halbuki İmam Şafii olunmaz diyor, Kuran Sünnet’i, sünnet Kuran’ı neshetmez. Nasıl ittifak etmiş diyorlar. Yahu bu icma dedikleri şey var ya, bu icma dedikleri şey tam bir komedi.
SB: O dönemde icra demokrasi her parti kendisine göre kullanıyor.
AB: Yok benim demokrasi anlayışım gibidir. Nasıl Yahya benim demokrasi anlayışım? Ben çok demokrat bir adamım, ben ne dersem o olur; icma bu. Ben dedim ya, işte icma o. Benim ağzımdan çıkan sözdür icma. Kabul etmek zorundasınız bitti.
SB: Veya şöyle bir şey söylenemez mi hocam? Şimdi diyelim ki filan asırda şu konuda icma vardır denilmişse, o tarihi bir bilgidir, yani bugün de o hüküm geçerlidir anlamına gelir mi?
AB: Tarihi bilgi değildir beyefendi, sen bunu bir tarafta tut, ben sana onun delilini biraz sonra göstereyim, konuyu değiştirmemek için. Şimdi bak burada, şimdi şu ayeti kerimede, Nisa suresinin 15 ve 16.ayetlerini açın lütfen. Sen oradan aç ben de buradan açarım. 4.sure. Şimdi mesela burada diyor ki 15-16’da, mesela şeyde biliyorsunuz, Tevrat’ta, İncil’de Recm var, Peygamberimiz bunu başlarda uygulamış, sonra şu ayeti kerime gelerek o neshedilmiş, bu konuda kimsenin ihtilafı yok yani. İlk defa bu indiğinde, şu ana kadar söylediklerimi herkes kabul ediyor.
Estaüzibillah;
Vellâtî ye’tînel fâhişete min nisâikum festeşhidû aleyhinne erbaaten minkum “kadınlarınızdan fuhuş yapıp gelenlere 4 tane şahit getirin, şahitlik yaparlarsa evlerde tutun, ölüm gelip onları alıncaya kadar ya da Allah onlara bir yol açıncaya kadar”,
Şimdi kadın fuhuş yaptı, 4 tane de şahit geliyor, ev hapsine alındı, ne zamana kadar ev hapsinde kalacak? Ya ölecek, ya Allah bir yol açacak. Allah bir yol açacak ne demek? Yeni bir hüküm gelecek ve çıkacak oradan. Yol açma kelimesi kolaylaştırma manasını gösteriyor değil mi? Bana bir yol göster derler değil mi? Bir çıkış olacak, ya ölecek ya da çıkacak. Şimdi bununla ilgili olarak, diyor ki burada. Bu ayeti nesheden bir hadisten bahsediyor, Cassas Ahkamul Kuran, 1.cilt, benim elimdeki baskının 1.cildi, 107.sayfa, pardon 2.cilt 107.sayfa, Nisa suresiyle ilgili sayfa bu. Sen de orayı aç bak. Aynı hadis o iki tane ayeti neshedecek, birisi inmiş, birisi inecek. (anlaşılamadı)46:45 hadisi. Yani Cüneyt Arkın, birisine tekme, birisine kafa, ikisi de haşat.
SB: İnmeden önce!!!
AB: Maalesef öyle yani, çok üzücü ama maalesef böyle.
(anlaşılamadı)4711. Hadisiyle nesholunmuştur bu ayet. Anlatıyor anlatıyor, ravilerini falan verdikten sonra, diyor ki Sami söyle dedi, Resullullah SAV dedi ki;
(anlaşılamadı)4735 “bekar bekarla, dul dulla zina ederse”. (anlaşılamadı)4746 Bekar bekarla, dul dulla, şimdi şu cümle yapısına bakın, bu cümle yapısı Peygamberimize yakıştırılacak bir yapı değil. Şöyle dikkat edin bir bakın, şöyle okuyorum.
(anlaşılamadı)4806 hükmü ne? Bir şey var mı? Yok. Ondan sonra? Ondan sonra diyor. (anlaşılamadı)4820 “yüz değnek vurulur ve sürgün edilir”. (anlaşılamadı)4826 “Dul, yüz değnek vurulur ve recm edilir”. (anlaşılamadı)4837 “doğru olan görüş budur”. Bu hadis bu ayeti neshetmiştir. Peki dul dulla değil de, dul bekârla yaparsa ne olur, ya da bekâr dulla yaparsa ne olur?
SB: Biri recmedilecek, biri de
AB: Hayır onu sen söylüyorsun, bu ibarede o yok. Şimdi bu hadis bu ayeti neshetmişmiş, şimdi bu ayet diyor ki Allah onlara bir yol açıncaya kadar, Allah bu şekilde yol açmışmış. Şimdi bu kadınlar evli kadınlar, bu ayeti kerimeye göre. Bu yol açma mıdır?
SB: Örtüşmüyor.
AB: Örtüştüğünü farz et. Hapis duracağına ölsün, yolu açılmış oluyor öyle mi? Gidiyorsunuz hapis kadına, müjde müjde ne var Allah sana yol açtı. Ne oldu? Öldürüleceksin. Hoppola, ulan evde oturuyorduk.
SB: Derler ahiret açısından daha iyi, eski ceza daha şiddetli olabilir ama bunun sevabı daha fazla olduğu için.
AB: Onu da söylemesi lazım, ne yapsın? Şimdi bir talebe sormuştur, cevap verememiştir. Sıkışmıştır, öyle topu taca atmıştır. Ondan sonra hâlbuki bakın, ayette nesihle ilgili Allahü Teala ne demiş? Estaüzibillah, (Bakara 2/106);
ne’ti bi hayrin minhâ “Ondan daha hayırlısını getiririz”.
Şimdi hadis ayetten daha hayırlı olur mu?
SB: Her yönüyle öyle bir şey mümkün değil.
AB: O zaman ayet ayetle olur. Zaten bir başka ayette (Nahl 16/101);
SB: O zaman mubeddel mekanahu münezzel olmazı gerekirdi.
(anlaşılamadı)
AB: Ben kendi başıma yapamam diyor.
SB: Onu da çözmüşler, el hayri gayri metluv diye.
AB: Hayır, bunu şöyle çözmüşler. Neshi bu ayetteki tarife göre tarif etmeyerek çözmüşler. Çünkü bu ayeti neshin merkezine bu ayeti yerleştirirlerse, çözüyorlar. Ama bunun üzerinde hiç duran yok. Neshi bu ayete göre çözseler, ilgili bütün sistemleri bitiyor. Tüm sistemleri bitiyor neshle ilgili koydukları.
SB: Hocam o hadise bakarsak da, gene (anlaşılamadı)5120 ifadesinden yola çıkarak bir ayetin olmasını gerektirmiyor mu?
AB: Şüphesiz, ben de onu anlatmaya çalışıyorum. Yerine bir ayet olması lazım, Mehmet hocanın dediği gibi, şimdi bir vahiy gayrimetluv diye bir şey uydurarak Peygambere Kuran’da olmayan bir başka vahiy daha gelmiştir diyorlar.
SB: Hatta bu hadisin başında şöyle bir şey var. Peygamberimize vahiy geldiğinde, bu hadisi kelimede üzerlerine ağır bir şey basılmış gibi çok sıkıntı çekti, ondan sonra fesurriye diyor. Fesurriye dedikten sonra “eyyühel muminun” “Allah’ın izniyle” diye başlıyor.
AB: Bunda minareyi çalan kılıfını hazırlar ya, işte bu da Peygambere Kuran dışında yapılan bir vahiydir ve şunu söylüyorlar, Fatih doktorasını yaparken kitabında yazmıştı. Mesela Zahirilerden İbni Hazım bu konuda en hassas olması gereken kişidir. Hepsinin görüşü budur, bu daha da netleştirmiş. Diyor ki Kuran’ı Kerim Cenabı Hak tarafından vahyedilmiştir diyor, sünnet te vahyedilmiştir. Vahiy olma bakımından ikisi birbirine eşittir. Ama sünnet Allah’ın muradını, ne kastettiğini anlatır bize, ayetten Allah’ın ne kastettiğini anlayamayız, sünnetten anlarız. Dolayısıyla esas hükümler sünnete göre verilir, Kuran’a göre verilmez diyor. Öyle değil mi?
SB: Şöyle bir soru sordum adama, vahiy gayrimetlub Kuran sayılır mı?
AB: Hayır, gayrimetlub vahiy için getirdikleri delil, delil değil.
(anlaşılamadı)5320. Devamını okumuyorlar orada kesiyorlar işi.
SB: Eğer gayrimetlub Kuran değil diyorsa o zaman gayrimatluv adından belli, Kuran değilse, o zaman (anlaşılamadı)5330 “Kuran’ın Mübin olduğunu, kolay olduğunu” söylüyor.
AB: Yahu bunların hiç tutarlı tarafları yok ki. Onun için ben size anlattım Medine’de onların en meşhur alimlerinden birisi bunları bize savunmaya kalkınca adama bir iki karşı soru sordum adam dedi ki (ellerini başının arasına alarak) “Daha fazla soru sorma bu kompütür patlayacak çünkü bütün yanlışlar ortaya çıktı”. Adamın söyleyecek lafı kalmadı. Ya yumruklaşacaktık ya da sohbete son verecektik, çünkü söz bitti. Adam dedi ki lütfen burada bitsin, başını göstererek bu kompütür patlayacak dedi. Orada bitirdik.
SB: Çok mu zeki, kendini bilgisayar yerine koyuyor?
AB: Bilgisayar zekiyse, o da. Şimdi bakın ama ortada bir gerçek var. Nur suresinde nesheden ayet hangisiydi? Hiçbir şey yok ki, mana aynı. Sadece bir yıl sürgün meselesini kaldırmış ama kime yutturabilirsin? Aynı hadis.
YŞ: Onu da kabul etmiyorlar zaten, Kuran’a ziyade getiriyormuş.
AB: Kuran’ı Kerim’dekini kesip atıp kabul ediyorlar, ziyade getiriyor kabul etmiyorlarmış. Demiş ki dinime söven bari Müselman olsa.
SB: Kadın tek başına yolculuk edemez o şeylerde değil midir?
YŞ: Normalde Kuranı Kerim’deki ceza, celde cezası, celdeye ilaveten bir de şey gelmiş, 7 yıl sürgün gelmiş. Sürgün Kuranı Kerim’de olmadığı için kabul edemeyiz demişler.
AB: Öldürme de Kuran’da yok, onu kabul ediyor. Yani şimdi burada İmam Şafii, bize tanıtılan İmam Şafii, bize tanıtılan Hanefi Mezhebi, neyse o gerçeği ancak Allah bilir. Bu dünyada öğrenme şansımız yok, çünkü elimizde kitap yok. Bize intikal eden kitapların en eskisi 6.asrın sonlarında. Olan kitap asır derken 6.asır. 11.12 mi 13 mü?
SB: En eski nüshadan 7.yüzyıl geçmiştir.
AB: Yani 13.yüzyılda yazılmış kitap olmuş oluyor. Şimdi birisi diyor ki “Kuran Kuranı, sünnet sünneti nesheder”. Birisi diyor ki “Sünnet Kuran’ı nesheder”. Sünnet Kuran’ı nesheder derken, bir hadis hem inmiş ayeti nesheder diyor, hem inecek ayeti nesheder diyor. Onun için Cüneyt Arkın gibi öne bir tekme arkaya bir kafa ikisi de haşat.
SB: Ama hiçbiri gerçek değil, gerçek olsaydı Türk milletini (anlaşılamadı)5628
AB: Bu da sadece filmlerde oluyor, bu da kitaplarda olur. E bakın bu da gerçekleşmemiş. Ondan sonra zinaya da öyle şartlar getirmişler ki fiilen imkânsız, diyor ki –affedersiniz- adamın cinsel organının kadının cinsel organına girdiğini göreceksin diyor. Yahu kardeşim sen onların yanında da olsan göremezsin. Yani o zaman da uygulanamaz bir ceza olmuş oluyor.
SB: Öldüreceğiz ama kusura bakma öldürmeyeceğiz. İstediğini yap.
AB: Bir acayip bir şey, bir deli saçması bir şey. Şimdi buradan bir neticeye varalım arkadaşlar. İddia edildiği gibi, bu mezheplerin bir usulü var mı size göre? Gerçekten bunlar Kuran’a uymuş diyebilir miyiz? Bu şartlar altında? Mesela bir kesit aldık sadece. Diyebilir misiniz Kuran’a uyduklarını. Bunların yaptıkları yanlışlar ben şahsen hatırlamıyorum şu ana kadar da, belki unuttuğum olabilir. Yani bu mezheplerin tamı tamına Kuran ve Sünnet’e uydukları, ister ibadet olsun, ister muameleler olsun herhangi bir olayı ben şahsen hatırlamıyorum. Sizin hatırladığınız var mı? Ben yani unutmuş olabilirim. O açıdan diyorum. Şöyle zihnimi yokluyorum, bunlar tamı tamına şu konuda tamı tamına kitap ve sünnete uymuşlardır, ister ibadet, ister muamele olsun, öyle bir olay hatırlıyor musunuz?
FO: (anlaşılamadı)5820 sağır olduğu için konuyu anlayamamış.
AB: Sağır olduğu için konuyu anlayamamış. Hâlbuki ayet açık. Çocukların evlendirilemeyeceğine dair ayeti evlendirilebileceğine delil getiriyorlar.
FO: Aksine delil getirenlere de hakaret ediyorlar.
AB: Bak mesela şimdi ne diyorlar? Mesela çocukların evlendirilmesiyle ilgili bir ayetin manasını bozarak delil getiriyorlar. O ayet hangisi? (Talak 65/4)
Estaüzibillahi
SB: O küçük çocuklara muminat dediğine göre izahatül muminat diyor.
AB: Yahu onlarca ayeti yok saymışlar, sen o tarafı boşver. Bu ayeti de bozarak o manaya getirmişler. Kuranı Kerim’e baktığın zaman, reşit olmazsa evlendiremezsin. Bir de bir hadis uydurmuşlar, hikâye uydurmuşlar Peygamberimiz çocukla evlenmiştir diye. Bu da mümkün değil, onu ona delil alarak dayanıyorlar. Peki, diyebilecek miyiz bu insanlar kitaba uymuş, sünnete uymuş diyebilir miyiz?
SB: Osmanlı’da son dönemde çıkarılan kanunlarda da Fatih hocanın belirttiği gibi, benim aklıma ilk gelen, çoğunluğun görüşüne dayanacaklar. yani Kuranı Kerime razı etme (anlaşılamadı) 10224…
AB: Kural da koymuşlar, Kuran’a aykırı hareket edilmeyecek diye, en önemli kararlardan birisidir o. Ama Kuran’a baktıkları yok.
SB: Şartlar zorlanmış, (anlaşılamadı) 10235 küçük çocukların evlendirmesi geçiyor o konu. Küçük çocukların evlendirilmesinin çok olumsuzluklara sebebiyet verdiğine dair bir ifade var. Onunla ilgili Ebu Bekir Harasan’ın görüşü vardı, diyorum, bu adam da yaşamasaydı yanmıştı. İyi ki varmış.
AB: İyi ki varmış.
FO: (anlaşılamadı)10250
AB: Hala öyle ama kabul görmüş mü? İki sene zor uygulayabilmişler. Ondan sonra niye siz Hanefi mezhebine muhalefet ediyorsunuz, sanki dinden çıktınız diye kabul etmemişlerdir. Allahü Teala dini bu hale getiren ümmete merhamet eder mi?
SB: Ondan sonra içtihat kapısı kapandı diye kimseyi yaklaştırmıyorlar.
AB: İçtihat kapısını mecburen kapatacaksınız, birisi çıkar da muziplik eder diye. Bu şartlar altında açık tutamazsınız ki. Zaten ondan sonra içtihat edenleri zındık diye öldürmüşler ondan sonra. Şu ayet var dedin mi sen zındıksın hadi bakalım öldürmüşler. Şimdi bir de icma dedin, icmadan bir tane örnek göstereyim. Şimdi bak, İmam Nebevi, yani İmam Nebevi’nin görüşünü beğen, beğenme, ama iyi bir hadisçi olduğunda da herkes ittifak eder. Eski ulemanın görüşlerini, sahabeden, tabiinden gelen rivayetleri nakleder düzgün bir şekilde, bunda herkes ittifak etmiştir. Ama fıkıhta İmam Şafii’yi takip etmiş orada hatalar, yanlışlar var, o ayrı. Şimdi İmam Nebevi Müslim şerhinde, burada işte açıp bakabilirsiniz, şöyle bir ifade kullanılıyor. Sahabeden, tabiinden ve sonraki ulemadan büyük bir kesime göre, Safa ile Merve arasında say Haccın rükünlerindendir. O olmadan Hac olmaz. Onun eksikliği demle veya başka bir şeyle giderilemez. Yani bir hayvan keserek Hacı ondan kurtulamaz. Maliki, Şafii, Ahmet, İshak ve Ebu Serv bu görüşte olanlardandır. Seleften bazılarıysa bunun nafile olduğunu söylemişlerdir.
fe lâ cunâha aleyhi en yettavvefe bi himâ “o ikisi arasında tavaf etmesinde bir günah yoktur”. Ebu Hanife’ye göre ise vaciptir say, sadece Ebu Hanife’ye göre. Terkeden günahkar olur, ama yine de bir dem keser ve Haccı say olur. Şimdi burada sadece vaciptir diyen kim? Ebu Hanife, başka yok. Şimdi el Mecbu diye de bir kitabı var, Kitabu’l Mecbu İmam Nebevi’nin. Onun 8.cildinin 65-66.sayfaları orada da şu ilaveleri yapıyor. Diyor ki İbni Messud, Übey bin Kab, İbni Abbas, İbni Zübeyr, Enes bin Enes, İbni Sirin bunlar hep sahabaden olan, tabiinden olan kişiler. Sayin tattavvu olduğunu, yani nafile olduğunu, kişinin gönlüne kalmış olduğunu, rükün veya vacip olmadığını, terk edene dem gerekmediğini söylemişlerdir. Mezhebimize göre say, Hac ve Umrenin rükünlerindendir. Bu olmadan bunlar tamam olmaz. Dem onun eksikliğini gidermez, bir adım eksik olsa Hac tamam olmaz ve ihramdan çıkamaz. Ayşe, Malik, Ebuzer, Davut ve bir rivayete göre Ahmet bu görüştedir. İbni Münzir şöyle dedi. Eğer Ebu Ticrah’ın kızının rivayet ettiği hadis sahih ise Say rükündür. Hadis şudur; (anlaşılamadı)10726
“say edin çünkü Allah size sayi yazdı”. Buldun mu ibareyi? İmam Şafii dedi ki bu hadis olmasaydı, say nafile olurdu. Hani sen kitaba uyuyordun? Bu hadis olmasaydı Kuran’a uyacaktık ta, say nafile olurdu. Yahu kardeşim böyle bir mantık olur mu? O hadislerin yazdığı kitabı kastediyor. Bu Şafii kendisi işte Nebevi’den daha iyi Şafii kaç kişi çıkar. Sayin nafile olduğunu söyleyenler ayete dayanmışlardır, bu Nebevi’nin ifadesi. Çünkü sayin günah olmaması farz olduğunu değil, mübah olduğunu gösterir. Acayip halbuki farz olduğuna dair ayet okumuştuk biliyorsun sen. Ama onlar ayet üzerinde fazla durmuyorlar ki. Peki şimdi burada Nebevi’nin naklettiği buralarda, Hanefilerin dediği gibi Sayin onların dediği manada vacip olduğuna dair bir görüş geçti mi? Geçti mi? Şimdi Hanefilerin bir vacip kavramı değil mi? Farzla sünnetin arasında bir kavram. Bu kavramı Hanefilerden başka kabul eden var mı? Yok. Peki, bu anlamda bir görüş geçti mi Seleften? Geçmedi. Şimdi bakın sıkı durun el Mebsut’tan okuyacağım size. Mebsut’un da 4.cilt, 50.sayfa, bak Mebsut şurada. Burada şunu söylüyor, oradan itibaren aldım, dersiniz ki bu hadislerden haberi yok falan filan dersiniz. Az önce dedim ya hadis bilgisi yok diye, yok değil, gayet iyi biliyorlar. Ondan dolayı okuyacağım tamam mı? Şafii’ye göre, Say Hac ve Umre’nin rükünlerindendir. Onun delili Nebi SAV’in Safa ile Merve arasında say ettikten sonra söylediği şu sözdür;
(anlaşılamadı)10950 “Allah size sayi yazdı”. Yazılan şey rükün olur, bu İmam Şafii’nin Nebevi. Zaten yukarıda da aynı şey geçti, Nebevi’nin söylediği ile bunun söylediği arasında bir uyuşmazlık yok. Bunların en çok hoşuma giden tarafı da o, dürüstçe nakil yapıyorlar. Peygamberimiz bir de şöyle demiştir;
(anlaşılamadı)11020 “Allah safa ile merve arasında say etmeyen kişinin Haccını ne tam sayar ne de Umresini”.
FO: Aslında bütün parçaları bulmuşlar:
AB: Bütün parçaları bulmuşlar yahu. İnanılır gibi değil. Ama nasıl oluyor da bunları dikkatten kaçırıyorlar. “Bizim delilimiz ise”, şimdi burada dikkat edin, “bizim delilimizse Allahü Teala’nın şu sözüdür”.
(anlaşılamadı)11055“”
SB: Zaten ayeti delil alıyor dediydi ya, bu kadarına…
AB: Bak dinle bakalım alıyor mu gerçekten, bak burada böyle bir de şey yapıyor, bak sana 5 milyon lira kredi vereceğim diyor, adam bir seviniyor, koyuyorsun cebine hani? vazgeçtim. Mesela. Aynen öyle. Şimdi buradan dikkat edin.
“Kim Hac veya Umre niyetiyle Kabe’yi tavaf ederse, o ikisi arasında Safayla Merve arasında say etmesinde bir günah yoktur.” bu ayeti delil almışlardır. Öyle mi gerçekten? Böyle bir ifade, vacipliği değil, mübahlığı göstermek içindir. Siz mübah mı diyorsunuz? Safa ile merve arasını say’e vacip diyorsunuz. Bu sebeple ayetin zahiri, sayin vacip olmamasını gerektirir. Ama biz say’in vacip olduğu hükmünde ayetin zahirini terk ederek, hani ayete uyuyordunuz?
SB: Nereye geçmiş terk ederek hocam?
AB: (anlaşılamadı)11210 Sıkıntı içerisine. İcma deliline dayandık.
SB: İcma var mı ki? Herkes bir şey söylüyor.
AB: Bunların icma dedikleri hikaye, işte gördüğün için diyorsun. Ben dedim ya az önce, ben demokrat bir adamım, ben ne dersem o olur, bunların icma anlayışı bu. Biz dedik ya delil kendisi, başkası değil.
SB: Ben şu anlamda söyledim hocam, diyelim ki bu meselede bütün ulema o dönemde icma etmiş olsa dahi, bu bir delil olur mu? Bugün gelseler belki icma etmeyecek onlar. Bugün etmiş, onu kastetmiştim.
Seyirci: Şu anda Safa Merve arasında say etme konusunda ne yapacağım ben. Nasıl hüküm vereceğiz? Vacip mi diyeceğiz?
AB: Belli ki sen epeyce bir zaman derse gelmemişsin. Sen bu konudaki şeyi dinlemedin değil mi? Bu konudaki derste bulunmadın mı bu konuyla ilgili derste?
Seyirci:
AB: Yok yok say’la ilgili dersimizde sen bulundun mu?
Seyirci: Bir defa geçmişti, ama tam olarak anlayamadım.
AB: Tamam, onu anlatırız o zaman. Rükündür rükün. Bilmişsin işte. Zaten hadisi şerif bu ayetteki hükmü gösteriyor, aynı kelimeyle kullanmış Peygamberimiz SAV. Eta emmahe, “kabul etmez” diyor, tamam saymaz diyor. Aynı kelimeyi Ayşe validemiz de kullanmış. Yani bu meseleyi bunlar da anlamışlar, Şafii de diyor, tamam olmaz. Peki, siz niye ilgili ayeti kullanıp da biz ayeti bıraktık, ayet olsaydı nafile derdik diyorsunuz? Öbür ayet demiyor mu (anlaşılamadı)11438 bu ayet sizin sa yapmadığınız gösteriyor, ama bu ayet sa’yı emrediyor, daha niye farz olmasın?
SB: Peygamber ta karşısına geliyor geri dönmüş gitmiş.
AB: Orada levhayı da görüyor. Gördün mü şimdi icma anlayışlarını?
SB: Ben fakat farklı bir şey fıtraten bile yapan kişi sadece tavaf yapıp namaz kıldığı zaman kendisinde bir boşluk hissediyor, bir şey daha olması lazım diye.
AB: Onu bilmiyor olsan boşluk olmaz. Biliyorsun da onun için boşluk hissediyorsun.
SB: Niye canım fıtrata Arafat’ta da vakfe yapmıyoruz diye hissedebilir adam şimdi.
SB: Doğru yani, o kadar boşluklar var ki boşluk hissetmiyoruz.
YŞ: Vakfesiz olur mu?
AB: Şimdi neticeyi keram vel meram. Bu mezhepler bize anlatıldığı gibi, gerçekten, kitaba, sünnete, bize anlatılan manada icmai kıyasa uyuyorlar mıymış?
SB: Seraksiydi değil mi hocam?
AB: Evet Seraksi, el Mebsut’tan.
SB: Seraksi o zaman şunu da söylemiş oluyor, biz bu konuda icmaya uyduk, ayetin zahirini de terkettik derken ayetin zahirini terketmekle suçlamış oluyor.
AB: Bak ayeti terk ettiler burada, ayeti terk etti, hadisi de terk etti, hadisleri de zikrettim burada, onun için hadisleri de naklettim. Bu hadisler sahih değildir demedi dikkat ediyor musunuz? Ayeti terk etti, hadisleri terk etti, icmaya uyduk dedi, icma diye de bir şey yok. Ondan sonra Safa ile Merve arasında say etmeyen kişi kurban keser diyor, böyle bir şey hiç yok zaten, bunları nereden çıkarıyorsun? Bu ibadet konusu diyorlar ki bu ibadet konusu tevkifidir, Allah ve Resulü ne derse öyle yapılır, e hani? Allah’ın dediğini yapmıyorsun, Resulün dediğini yapmıyorsun, peki sen ne oluyor? Sen misin Tanrı? Öyle olmuyor mu neticede? Biz şimdi ehli kitabı tenkit ettiğimiz dürüstlükte Müslümanları da tenkit etsek bu problemler hemen çözülür.
FO: Yalnız hocam faiz konusunu, nikah konusunu söylüyorlardı, insanlara uydurmaya çalışabilirler mi? İbadet konularında da bu tür şeyler yapıyorlarsa çok ciddi bir üslup sorunu var demektir.
YŞ: Yani menfaat de yok burada değil mi?
FO: Öyle bir kafa karışıklığı var ki her şey allak bullak yani.
AB: Kendilerini Tanrı yerine koymuşlar kardeşim, ben ne dersem o olur, o kadar. Bunun sağı solu yok.
SB: (anlaşılamadı)11800. Yani yasama, yargı, yürütme. Ben yasama organının yasama şeyi olmadığını düşünüyorum. Olsa bile yasamadan yargı daha güçlü olduğunu düşünüyorum.
AB: Canım işte kâğıt üstünde yasamayı ulema yapıyor. Yargıyı şeyler yapıyor, buna belki en titizlikle uyan Osmanlıdır. Ama Osmanlı uleması kendisine verilen değerin kıymetini bilmemiş.
SB: Yasama organından yargı daha güçlü gibi görünüyor, bunun aksi olması gerekirken. Bunun sebebi ne olabilir? Yani yasama diyoruz, yani meclis.
AB: Şu anda şunun için, mesela Türkiye yani Dünyanın genel gidişatı içerisinde Türkiye’nin demokratik bir ülke olarak gözükmesi lazım. Demokrasi bütün dünyada kabul edilen bir şey, güzel sistem vardır, kimse buna itiraz etmiyor. Ama Türkiye’nin derin güçleri dediğimiz insanlar da bu demokrasiyi kabul etmiyor, çünkü ne demişti şey, bu İnönü Üniversitesi’nin eski rektörü siz %95 le de iktidara gelseniz, bizim dediğimiz olur, siz böyle istediğinizi yapamazsınız diyor. Onu yaptırabilmek için de ne yapmışlar. Şimdi yasama organına hâkimiyet kuramazlar, çünkü o zaman demokrasi diye bir şey olmaz. Efendim yürütmeye de hâkimiyet kurmuşlar. O yürütmedeki bir memuru değiştiremiyorsunuz, yasama derhal onu göreve iade ediyor.
SB: Yürütmeyle yargı arasında sorun var,
AB: Yok yasamayla yürütme tamamen birbirini destekliyor.
SB: Mesela yargı birinin idamına karar verirken, yürütme aksi bir karar veriyor.
AB: Yok o cüzi konularda o. Küllide mesela siz bir memuru görevinden alıyorsunuz, yargı onu iade ediyor. İade ettikten sonra daha güçlü olarak geliyor oraya.
SB: Yargıyla yürütme arasında bir insiyak var ama yargıyla yasama arasında çok şey.
AB: Tamam, ama bak yasama, şimdi burada bu o derin güçler diyor ki bu adamlar şey yaparsa, istedikleri kanunu çıkarırlarsa, bizi devre dışı bırakırlar, öyleyse onların çıkardıkları kanunu biz denetlemek zorundayız. Denetimi de yargı yapar diyorlar. Onun için 411 tane milletvekilinin imzaladığı şeye ne dediler, kaos dediler ve yasalara tamamen aykırı olmasına rağmen iptal ettiler. Bu eskiden de böyle bak işte, eskiden de böyle. Ama eskiden bizimkilerin yaptığı bundan çok daha çirkin, bunlar Allah’ın kitabı falan demiyorlar, biz böyle yapıyoruz diyorlar. Ama bunlar dini devreye sokmuşlar.
SB: Yasama organı bir şahıs almış, yasama görevini görmüş.
AB: Mesela bugün iyi kötü yasamada yine bir şeyler yapılabiliyor. Ama o zaman yaptığınızda, sizi hem dinsiz yapıyor, hem öldürüyorlar, hem de yargısız infaz yapıyorlar. Siz hem bugün herhangi bir hâkimin birisine yazı yazıp böyle demeye devam edersen seni öldüreceğim diyebileceğini hayal edebiliyor musunuz bugün kü Türkiye’de, dünyada. Hâkim hâkim. Resmen devletin görevli hâkimi bugün bunu söyleyebilir mi? Ama Ebu Suud’un dönemindeki hakim bunu yapmıştı işte. Düşünebiliyor musun? Şimdi yargısız infaz, halife bir işaret ediyor, adamın kellesi gidiyor. Bu ne demek? Sen kimsin? Sen kimsin? Allahü Teâla haksız yere adam öldürmeyi yasaklamış, bunlar haksız yere adam öldürmeyi yasallaştırmışlar. Efendim siyaseten katil diye bir şey çıkarmışlar, her şey siyaseten katil, her şey. Herkes için geçerli ve bu öldürme yetkisini vatandaşa vermişler. Vatandaş sorgusuz sualsiz hocayı öldürebiliyor. İspatlasın ki yanlış fetva verdi, bitti.
Seyirci: (anlaşılamadı) 12320 Fatiha suresinin anlamını istemiş, fitne Anlatmıştı galiba
AB: Evet Hidayet Aydar anlattı, bir tarihi vaka olarak anlatmıştı. Diyor ki, Farsça konuşulan bir bölgede, ya Afganistan olur, ya Tacikistan olur, ya İran olur. O bölgenin de adını da söyledi de aklımda kalmadı. Adam çocuğunu hocaya gönderiyor, adam da cahil. Hoca buna Kuran’ı öğretiyor. Gelip hocaya rica ediyor, hocam diyor şu Fatiha Suresinin Farsça mealini yazsan da biz de bu Fatiha’nın manasını öğrensek diyor. Hop terbiyesiz diyor, hemen adamın kellesini orada uçuruyor. Bu sözü söyleyen kişiyi hemen öldürüyor. Ve olay valiye intikal ediyor, ya da devlet başkanına artık kimse. Derhal hocayı derdest ediyor. Sen nasıl böyle bir şey yaptın? Diyor ki adam fitne çıkarıyor diyor. Adam böyle böyle yaptı, onun için öldürdüm. Ha öyle mi? O zaman iyi yapmışsın diye, kusura bakma seni üzdük diye adamı geri gönderiyorlar. Niye? Fatiha’nın mealini öğrenecekmiş, problem çıkaracakmış.
Seyirci: Hoca gelmiş Buhari’nin hadisinde. Kuranı açmış ayetleri biraz tefsir vermiş. Talebeler gelmiş oraya, dinlemiş. Sonra hoca medrese öğrencilere demiş ki hepiniz tecridi iman yapın demiş. Niye? Kuran dinlediniz imandan çıktınız demiş. Bu hale gelmiş, tecridi iman. Yakın zamanda Mekke’de.
AB: Şu anda bize karşı tavırları da aynı değil mi? Bizim en büyük şansımız ne biliyor musunuz, 1. Türkiye’de şeriat uygulanmıyor. Gerçekten, bu Tunus’ta Raşid Gannuşi diye bir zat var. Bir akşam buraya geldi, siz yoktunuz, burada mıydınız? Bir akşam geldi oturdu, biraz konuştuk, bizi anlatmışlar mı ne yapmışlar, dedi ki sen dua etki laik bir yönetimdesin dedi.
SB: Arkadaşların dediği gibi, “orada tecelli yapması gerekir”. Eğer inkilaplaşma imtihan olsaydı, gerçekler ortaya çıkmazdı, inkilaplaşma fırsatını vermemişler.
AB: Verme mecburiyeti var, bak Allahü Teâla ne diyor ayeti kerimede? A’li İmran 186;
Le tublevunne fî emvâlikum ve enfusikum “mallarınız ve canlarınız konusunda kesin zor bir imtihandan geçirileceksiniz”.
ve le tesmeunne minellezîne ûtûl kitâbe min kablikum ve minellezîne eşrakû “sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlar ve müşriklerden kesin olarak işiteceksiniz”
ezen kesîrâ “can sıkıcı/canınızı yakan çok şeyler işiteceksiniz”. Peki, ne yapalım ya Rab? Bunları öldürelim mi?
, ve in tasbirû ve tettekû “tedbirinizi alır ve sabrederseniz/katlanırsanız onların yaptıklarına”
fe inne zâlike min azmil umûr “bu kararlılık gerektiren işlerdendir” diyor. Peki, gelenek ne? Gelenek bu adamların öldürülmesidir. Burada Allahü Teâla onların bizim aleyhimizde propoganda yapmasına müsaade ediyor değil mi? Dinimize hücum etmesini de müsaade ediyor. Aynı zamanda da bu olmuş. Yok, efendim biz şeysiz istiyoruz, muhalefetsiz bir iktidar istiyoruz. Ondan sonra ne yapılmış? Bir kere “minellezîne eşrakû” kelimesi silinmiş, hiçbir müşrik bizim toprağımızda barınamaz. Sadece Yahudi ve Hristiyanlar barınır, onlar da sadece kendi kabuklarına çekilecekler ortalığa çıkıp konuşmayacaklar, kendi semtlerinde, kendi bölgelerinde. Ortaya çıkıp konuşmayacaklar. Ondan sonra bizim kitaplardan da şirkle ilgili ayetler değiştirilmiş, ondan sonra ortaya çıkan ne? Büyük bir münafıklar ordusu.
SB: Toplumda ihtilaf etsin ki insanlar, hakem yapmak için Allah’a gitsinler.
AB: İhtilaf edecek ki inancı sağlam olsun. Soru mu geldi? Özgür Kara, Yusuf Şentürk Bursa’dan. Mehmet Mumyün, Hasan Belçika’dan, Özgür Kara Zonguldak’tan. 3 tane soru var. Evet, Yusuf Şentürk diyor ki son zamanlarda Mevlevilik aldı başına gidiyor. Mevlana peygamber, Mesnevi Kuran oldu, bu konuda görüşünüz nedir? Görüşüm şudur. Mesnevi’ye Kuran demek, onlara göre, Mesnevi’ye hakaret olur. Bunu şaka olsun diye söylemiyorum, gerçekten öyledir. Çünkü Mevlana Mesnevi’nin başında diyor ki; bu diyor, dinin asıllarının asıllarının asıllarıdır diyor. Aslıdır diyor, “aslı usulü usulü din” diyor. Dinin asıllarının asıllarının aslıdır diyor. Dinin aslı nedir? Kitaptır. Onun aslı Levhi Mahfuz, onun da aslı Allahü Teala. Onun için siz Mesnevi’de geçeni Kuran’a aykırı sayıyorsunuz. Ondan dolayı deniyor ki bunlar anlamaz diyor. Siz işin kabuğundasınız diyor. Peki, ondan sonra Levhi Mahfuz ne diyor işte, ben baktım değiştirdim ben Levhi Mahfuz’u diyor. Değiştirir tabii, çünkü bu Zerdüştlüktür. Zerdüştler Allah’ın bazı kişilerin vücuduna girdiğini kabul ederler. Brahmanlar da öyle. O zaman şeye bakın, bu semada dönenlere bakın, bir el yukarıda bir el aşağıda. Allah’tan alıp halka veriyorlar, halk aşağıda, Allah yukarıda, kendileri ne? Kendileri aracı Tanrı kendileri. Bakın Hak’tan alıyor, Levhi Mahfuz’dan değil, Kuran’dan değil. Said’i Nursi ne diyor? Bu diyor Kuran’ın alındığı yerden alınmıştır diyor, Kuran’dan demiyor, o bir alta düşüyor. İmam Gazali ne diyor? Diyor ki
“Peygamberlerin bilgisi melekler vasıtasıyla gelir, biz doğrudan Allah’tan alıyoruz” diyor. Aramızdaki fark odur. Şimdi bu Gazali bizde kutsallardan değil midir? Hiç laf dokundurulmaz. Hiç laf dokundurulmaz. Hem de Hüccetül İslam. Niye? İslam’ın delili, Kuran’a gerek yok ki. Doğrudan kaynaktan alıyor, Kuran’ı Kerim kenarda kalıyor. Bugün Nurcular niye Kuran okumuyorlar? Gerek yok ki. Gerek yok. Diyorlar ki bu da aynı şey, aynı yerden alınmadır. Şimdi dolayısıyla bu tabii neyse görüşümüzü sormuş anlattık.
Belçika’dan soran Mehmet Yumhasan: Şafii fıkhında hazreti peygamberin idranının temiz olduğu iddia ediliyor ve yanlış hatırlamıyorsam Alevi fıkhında Arap olan biriyle Acem olan evlenemez bunların gerçekliği ne kadardır? Şimdi Şafii fıkhında peygamberimizin idrarının temiz olduğuna dair bir yorum hatırlamıyorum, hatırlayanınız var mı?
SB: Rivayet var, Peygamber SAV’in bir cariye varmış, idrar yapmış, gece yaptığı idrar yatağın altındaymış, sabah kalkınca idrar yok orada. Nereye gitti demiş. Ben onu içtim diyor o cariye. O zaman çok iyi yapmışsın demiş, öyle bir rivayet var.
AB: Şafii fıkhında ben şahsen bilmiyorum da o bakımdan sordum yani. Tamam, mesela Hanefi fıkhında Arap olan biriyle Acem olan bir bayan evlenemez, bu doğru, mesela Ebu Hanife’ye göre Osmanlı Padişahı, Fatih Sultan Mehmet olsun, Yavuz Sultan Selim olsun, bir Arabın, çok böyle bir fakir fukaranın kızına denk değildir. Ondan sonra Araplar arasında da herhangi bir Arap ta Kureyş’e denk değildir, Kureyş’ten herhangi bir Kureyş te beni Haşime denk değildir. Hani ayeti kerimede Allahü Teala diyor ki işte (Hucurat 49/13);
ve cealnâkum şuûben ve kabâile “ve şubelere ve kabilelere ayrıştırdık”
li teârefû “sadece birbirinizi tanıyasınız diye”. İşte ben mesela sana Uygur Mehmet derim, sana da Türk Suat derim, öbürüne Kürt Ahmet derim falan. Ne tanıyabilmek için? “li teârefû”. Ondan sonra Allahü Teâla ne diyor?
inne ekremekum indallâhi etkâkum, innallâhe alîmun habîr “Allah katında en kerimin olanınız, en fazla kendisini günahtan koruyanınızdır”. Zaten bütün peygamberler de demiyor mu? (Fussilet 41/6);
Estaüzibillah,
AB: Tamam, tarihi bir, yok o karşı duruşu sırasında da Hz. Ali evladından yana olarak karşı duruyor, Ehli Beyt’ten yana oluyor. Gerçi biz bilmiyoruz Ebu Hanife’nin görüşü nedir ama Hanefi mezhebindeki görüş budur. Ebu Hanife’ye nispet edilen görüş budur.
Özgür Kara Zonguldak’tan soruyor, bazı müfessirlerimiz, Maide 38’de geçen hükmün o dönemin insanları için geçerli olduğunu, bu nedenle bu ayetteki hükmün günümüz şartlarına göre yeniden yorumlanması gerektiğini belirtiyorlar. (Maide 5/38);
Ves sâriku ves sârikatu faktaû eydiyehumâ “erkek ve kadın hırsız, her ikisinin de ellerini kesin”
cezâen bimâ kesebâ “yaptıklarının cezası olarak”. Şimdi ceza ne demek? (Şura 42/40);
nekâlen minallâh “Allah tarafından caydırıcı bir ceza olmak üzere”.
İkisi birleşince herkes mesul olacak.
vallâhu azîzun hakîm “Allah güçlüdür, doğru karar verir”. O zaman bu tarihseldir dediğiniz zaman bu karar ne olacak? Yani o zaman doğruymuş olacak. Devamını okuyun ayetin (Maide 5/39);
Adam hırsızlık yapmış, tövbe etmiş, durumunu düzeltmiş, nasıl anlarız bunu? Yakalanmadan gelir, tövbe ettiği anlaşılır, malı teslim eder, özür dilerim derse o zaman eli kesilmez, ne olur? Normal bir nekal kelimesi ortadan kalkar, ceza kalır o zaman çaldığı malı geri verir, bir de o kadarını verir ve kurtulur. Fakat tabii bu ayetler, fıkıh kitaplarında bu dediğim de yok maalesef, öyle olunca da eli kesmemek için bin bir türlü oyuna giriyorlar, yok efendim bir ekip halinde bir adam hırsızlık yaparsa, yok efendim kuyumcunun önünden geçip dışarıdan camı kırar, bütün altını boşaltır götürürse eli kesilmez. Niye efendim? İçeri girmemiş olur. Peki, organize suç işler, biri içeriden altınları dışarıya atar, biri hemen götürürse, ikisinin de eli kesilmez. Böyle acayip saçmalıklar ortaya konuyor, bütün ayetler arası ilişkileri bozdukları için. Halbuki öyle bir şey ki Allahü Teala’nın ayetleri, pişmanlık yasasını bütün ayetler kendi içinde barındırıyor. Allah’ın o sonsuz merhameti her noktada ortaya çıkıyor ama siz bunları ayetler arası ilişkileri bozduğunuz zaman, her şey altüst oluyor maalesef. Ama yani o tarihsellik falan, ama burada tarihsellik görüşünde olanlar, bir kere şunu söyleyelim, “o o zamanmış” sözü Batılılara ait bir söz değil. Bugün Batılılar, tarihsellik yanlış bir kavram değil, mesela siz Fatih Sultan Mehmet’in bütün davranışlarını bugün taklit etmeye kalkarsanız bu olmaz. Ama bazı prensiplerini alıp uygulayabilirsiniz. Niye? Çünkü Fatih Sultan Mehmet’in o işleri yapmış olması o günün çerçevesinde bir anlam taşıyordu, bugün bazı prensiplerinden yararlanabilirsiniz. Batılılar Muhammed SAV’I peygamber saymadıkları için, işte Fatih’e yaklaşım neyse, Muhammed SAV’e de yaklaşımı o. Onun kitabı nedir diyor? 7.asrın, Mekke ve Medine’de yaşamış akıllı bir adamın yaptığı derlemedir diyor. Ona uyulmaz diyor, bir takım prensiplerinden yararlanılabilir diyor. Şimdi siz olaya hakikaten onu Allah’ın peygamberi saymaz, Allah’ın kitabını saymazsanız başka bir sonuç doğurması mümkün değil. Ama Kuran Allah’ın kitabı, Muhammed SAV de Allah’ın peygamberiyse tarihselcilik iddiasında bulunamazsınız. Ama tarihselcilik iddiasını bizim ulema yapmamış mı? Pekâlâ yapmış. Bunlar dolu fıkıh kitapları bu tip şeylerle.
AB: Peki ekranları başında bizi dinleyen arkadaşlarımızdan bu güzel soruları soran kardeşlerimize de çok teşekkür ediyoruz. Allah hepsinden razı olsun, sizlerden de razı olsun, bugün böyle akılda olmayan farklı bir sohbet yaptık. Başlarken bunları söylemek hiç aklımda bile değildi ama. Önümüzdeki toplantılar dolayısıyla inşallah hayırlı olmuştur. Miras’a girelim dedik.