Bugün vereceğim bilgilerin büyük bir bölümü yeni bilgiler. Yeni bilgiler olduğu için de tepki çekmemesini beklemek biraz zor. Allah-u Teala’nın vakit ile ilgili koyduğu ya da dünyanın matematik coğrafyasıyla alakalı, fizikiyle alakalı, güneş ışınlarının dünyaya gelişi, gölge açılarıyla alakalı çok ince kurallar var. Tabi bu ayetler üzerinde düşündükçe insan şaşkınlıktan kendini alamıyor. Hayretler içerisinde kalıyorsunuz yani, her yeni bir ayeti gördükçe şaşkınlığımız artıyor. Bugün onların bir kısmını ancak aktarabileceğiz, tabi fazla detaya girmek istemiyorum çünkü asıl anlatmak istediğimiz konu 45° enlemin yukarısındaki Müslümanların ibadet vakitleridir ve oralarda onlar birçok sıkıntılarla karşı karşıya kalıyorlar bu ramazan günü. Yunus suresinin 5. ayetinde Allah-u Teâlâ diyor ki:
Huvellezî cealeş şemse dıyâen
“Size güneşi ziya haline getiren Allah’tır.” (Yunus 10/5)
Yani sizin için güneşi bir ışık haline getirmiştir. Yani aslında siz güneşi görmüyorsunuz, sizin gördüğünüz güneşin ışınlarıdır, başka bir şey değil. O ışınları toplu halde gördüğümüz yere güneş diyoruz biz. Yoksa asıl güneş o değil. Onun arkasında o ışınlara sebep olan artık adına ne deniyorsa teknik olarak, varlıkları gönderen arkadaki varlık; güneş. İnsanlar güneşi değişik şekillerde hayal ederek resimlerini, temsili resimlerini yapıyorlar, yoksa herhangi bir kişinin gidip de güneşin fotoğrafını çekmesi mümkün değil.
Şimdi şurada (slaytta) gördüğünüz güneş uzaydaki güneştir. Uzaydaki hali bu. Uzaydayken aslında hiçbir yeri aydınlatmaz güneş. Bunu biraz sonra onunla ilgili ayet-i kerimeleri okuyacağı. Şimdi diyor: “Allah-u Teâlâ sizin için güneşi ziya yapmıştır.”(10/5) yani siz güneşi görmezsiniz, güneşin aydınlığını görürsünüz.
vel kamere nûran
“ayı da nur yapmıştır” (Yunus 10/5)
Ayın kendisi mi nur? Ayın kendisinin nur olduğunu düşünürseniz, ayda değişiklik olmaması gerekir. Yani ışığın her zaman aynı oranda gelmesi lazım. O zaman Arapçadaki nur yerine “münir”, çünkü nur mastardır, ism-i fail manasına da gelir, “münevvir” manasına “münir” manasına, yani “bir aydınlığı yansıtan varlık” anlamına gelir.
Şimdi, “ve kadderahu”, buradaki “hu” zamirini ziyaya götürüyoruz, mecburen oraya götürüyoruz, başka bir yere gitme şansı yok. Şundan dolayı biraz sonra diğer ayetlerimizi okuyacağız, öyle olmak durumunda olduğunu da göreceğiz. Gerçi bu bir ilmi müzakere ortamı değil, fazlaca da akademik şeylere dalınca bazı kimseler kopuyorlar.
ve kadderehu menâzile
“onu(o ziyayı) iniş yerleri halinde ölçülendirmiştir” (Yunus 10/5)
Yani o güneş ışınlarının bir geliş açısı vardır bulunduğunuz yere. Mesela şurada bir elektrik var, o elektrik ışınının buraya bir geliş açısı var, o geliş açısına göre be bunu buraya böyle koyduğum zaman bir gölge oluşuyor burada. “menazil” dediği işte o geliş açıları halinde ölçüler koymuştur Allah-u Teâlâ. Güneş ışınlarının geliş açıları dünyanın her yerinde farklıdır, her gün farklıdır, her dakika farklıdır. Yani sürekli değişir o. Peki bu iniş yerleri; İniş yerleri hem dünya üzerine güneş ışınlarının geliş açıları vardır hem ay üzerine geliş açıları vardır “ve kadderahu menazile” “hem ay üzerine geliş açısını, hem dünya üzerine geliş açısını ölçülendirmiştir Allah-u Teâlâ”, neden öyle yapmıştır:
li ta’lemû adedes sinîne vel hisâb,
“yılların sayısını ve hesabı bilesiniz diye” (Yunus 10/5)
Böyle yapmıştır. O zaman hem yıllık hesap, hem günlük zaman hesabı güneş ışınlarının geliş açısına göre yapılması icap eder.
Ay ile ilgili olarak da diyor ki:
Vel kamere kaddernâhu menâzile hattâ âdekel urcûnil kadîm
“Ayda da iniş yerleri takdir etmişizdir; öyle bir noktaya gelir ki eski bir hurma salkımının sapına döner.” (Yasin 36/39)
Yani şimdi burada ayı görüyorsunuz, temsili resmidir, gerçek resmi değildir ayın. Şurada güneş ışınlarının indiği yerdir. Biz ayı hiçbir zaman göremeyiz, yani nasıl güneşi göremiyorsak ayı da hiçbir zaman göremeyiz, mümkün değil yani ayı görmemiz. Güneşten gelen ışınlara iz güneş diyoruz, güneşin kendisini görme şansımız yok. Tıpkı yani şu lamba yanarken onun içindeki ampulü görebiliyor musunuz? Aynı onun gibi bir şeydir. Kaldı ki güneş bu kadar zayıf bir ışık değil, çok güçlü bir ışık. “ay için de güneş ışınlarının iniş yerlerini ölçülendirmişizdir”(36/39) yani güneş ışınları ayın üzerine de ölçülü olarak iniyor. “kuru bir hurma salkımının sapına dönünceye kadar”(36/39) görürsünüz onu. Yani bizim aydan gördüğümüz de ayın üzerine inen güneş ışınlarından yansıyan ışıklardır. O ışığa Arapçada “nur” deniyor. Güneş ışınlarından yansıyan ışıklardır. Peki, bunlar niye ölçülendiriliyor: işte zaman ölçüsünü bilebilmemiz için. Mesela burada hurma salkımının sapı var, burada da ay var(slaytta) şimdi bakın dikkat ediyorsanız Allah-u Teâlâ o kadar basit ifadelerle tanımlama yapıyor ki hemen herkes kolayca anlasın.
Dünyanın şekliyle alakalı ayetleri ben geçiyorum, daha sonra oraya geleceğim. Mesela dünyanın bu eğikliğini de çok ayrıntılı bir şekilde ayetler anlatılıyor. Yani inanılmaz ayrıntılar veriyor Kur’an-ı Kerim bu konuda. Dünya yuvarlak mı, yuvarlaklığıyla ilgili ayet var mı, falan diye bazen tartışıyorlar. Ya yuvarlaklığı çok basit bir olay ne ki yani dünyanın yuvarlaklığı, Allah-u Teâlâ her noktanın hesabını vermiş Kur’an-ı Kerim’de. Yuvarlak dediğin ne ki, çok basit kalıyor. Mesela dünyanın kendi etrafında dönüşünü de, Allah-u Teâlâ dağları bir kazık olarak ifade ediyor.
E lem nec’alil arda mihâdâ / Vel cibâle evtâdâ
“Yeri bir beşik yapmadık mı, dağları da kazıklar haline getirmedik mi” (Nebe 78/7-8)
Diyor dağlar şeyin içerisine girmiş bir kazık, yani bunu yeryüzü sayarsanız dağlar kara parçaları bizi sarsmasın diye yani bu depremler olmasın diye Allah tarafından bu kara parçalarının üzerine adeta çivi çakar gibi çakılmış oluyor, kazıklar haline getirilmiş oluyor. Şimdi bu dağlar, biz baktığımız zaman pek zemine bakmayız hep karşımıza kişilere bakarız, işte dağı görürüz tepe görürüz falan… “yeryüzünü bir beşik haline getirdik” diyor burada çeşitli şekiller var, bunları daha sonra geleceğiz. Şimdi burada diyor ki Allah-u Teâlâ Neml suresi, 27 nci surenin 88 inci ayeti:
Ve terel cibâle tahsebuhâ câmideten
“sen dağlara bakıyorsun zannediyorsun ki onlar duruyor” (Neml 27/88)
Orada hiç hareketsiz, donmuş. Şimdi senin çocukluğumdan beri daha aynı yerdeki dağdır öyle hesap ediyorsun.
ve hiye temurru merres sehâb
“O bulutların yürüdüğü gibi yürüyor” (Neml 27/88)
Şimdi biz baktığımız zaman bulutun gittiğini görüyoruz. O bulutun gittiği gibi gidiyor sen buradan görmüyorsun, ama gidiyor. O zaman şimdi kara parçasının üzerine çiviler gibi çakılmışsa, dağlar yürüyorsa, o dağların tuttuğu kara parçası da mecburen yürümez mi? İşte o da ne oluyor dünyanın kendi etrafında dönmesi oluyor.
sun’allâhillezî etkane kulle şey’
“bu her şeyi tam ve yerinde yapan Allah-u Teâlâ’nın yaptığı iştir” (Neml 27/88)
Birde burada Cenab-ı Hakk gölge dikkatinizi çekiyor diyor ki Furkan suresi 25. surenin 45 ve 47. ayetlerinde
E lem tere ilâ rabbike keyfe meddez zılle
“Rabbinin ne yaptığına bakmadın mı o gölgeyi nasıl uzatıyor” (Furkan 25/45)
Gölgeler uzanıyor kısalıyor bu nasıl oluyor ona bakmadım da diyor
ve lev şâe le cealehu sâkinâ
“eğer farklı bir tercih olsaydı tabii ki o gölgeyi hareketsiz hale getirirdi” (Furkan 25/45)
Ondan sonra da diyor ki:
summe cealneş şemse aleyhi delîlâ
“birde güneşi gölgeye delil yaptık” (Furkan 25/45)
Bu ne demektir güneş ile gölge arasında yani delili ne oluyor bir şeyi gördüğünü zaman bir başka şey hatırlatıyor. Mesela bakıyorsun ki akşam hava kararmış diyorsun ki akşam oldu, bakıyorsun ki aydınlık var diyorsun gündüz oldu. Yani bir şeyi görünce başka bir şeyi hatırlatan şeye delil deniyor. O zaman demek ki güneşle gölge arasında çok sıkı bir ilişki var. Düşünün bakalım gölge nasıl şey yapıyor, sabahleyin güneş doğdu zaman buradan doğduğu zaman her şeyin gölgesi ilk doğduğu zaman 90 derecelik açı yapar bulunduğu yerdeki şeyle, yani oradan bir dik çıkarırsanız yukarıya doğru 90 derecelik açı yapar. Güneş yukarıya çıktıkça açı azalır azalır azalır sonra tekrar artmaya başlar, sonra eğer ekvatordaysanız ve 21 Aralıktaysanız tepeye geldiği zaman da 0 derecelik açı yapar. Gölge 9 0dereceden sürekli azalarak 0’a iner. Ters bir ilişki. Güneç açısı 90 derecenin altına indiği zaman gölge uzanır. Yani güneç tam tepeden geliyorsa gölge 0 olur, güneş tam 0 noktasındaysa gölge 90 derece olur. Güneş 90 derecedeyse gölge sıfır, güneş 0 derecedeyse gölge 90 derecedir. Ve o arada güneşin derecesi arttıkça gölgenin derecesi azalır. Ama 90 dereceyi aşmaz, niye çünkü güneşle dünyanın arasında bir mesafe var. Bu şekilde gelen bir şeyin, 90 derecenin üstünde gelme şansı yok. Yani ayrı bir cisimden gelen güneş ışınlarının 90 dereceyi geçme şansı yok. Ve onun yeryüzüne bıraktığı gölge de aynı şekilde. Sonra diyor ki, önce “bir bak bakalım nasıl uzuyor bu gölgeler”
Summe kabadnâhu ileynâ kabdan yesîrâ
“sonra o gölgeyi çekeriz geriye doğru.”(Furkan 25/46)
“İleyna” bize doğru”, ileyna dediği, Cenab-ı Hakk ne diyor: E emintum men fîs semâi (67/16) yani ileyna dediği zaman yukarıya doğru. Gölgeyi yukarıya doğru çektiğiniz zaman, gölge kısalmaya başlar. kabdan yesîrâ: “yavaş yavaş kısaltırız”(25/46). Bu güneş ve gölge ilişkisi bize neyi öğretiyor; bize o kadar çok şey öğretiyor ki inanılır gibi değil gerçekten.
Allah-u Teâlâ yeryüzüne beşik diyor, beşik şöyle düşünürseniz, bir ileri bir geri sallanır, beşiğin burası şişkin olmak zorundadır, üstü de hafifçe kapalı ki çocuk çıkıp ta kendi başına düşmesin aşağıya doğru. Bir böyle bir böyle sallanır. Şimdi, böyle gelir, böyle geldiği zaman dik olur, böyle gelir böyle geldiği zaman dik olur. Yani iki kere dik olur, iki kere bir sağa bir sola sallanır. Bir yıl içerisinde Cenab-ı Hakk yeryüzünü beşik haline getirmiş, ama bu öyle bir sallanma ki içerisinde bulunan insanları hiç rahatsız etmeden sallanma. O beşiğin içindeki çocuk da biliyorsunuz hiç rahatsız olmaz.
Ondan sonra bir de, bugün fazlaca ayrıntıya girmeden bunları çok genel bilgiler olarak size şey yapıyorum da, neyse biz Yunus suresinin 5. ayetine gelip oradan devam edelim. Zaten bu akşam da Allah nasip ederse Habertürk’te bu konuları daha ayrıntılı bir şekilde anlatacağız inşallah. Ha yok ora değil şeye geçelim, İsra suresinin 12. ayetine. Ama önce size bazı çok kısa bilgiler vereyim, yani bu konuda uzman olan kişiler hemen anlayacak da diğerleri anlayamayacak, kusura bakmasınlar.
O güneş ışınlarının, bir animasyon vardı ona bakayım bulabilirsem… Evet şu aşağıdaki mesela şu resim geceyi mi gösteriyor gündüzü mü, benim işaret ettiğim resim, buna gece mi dersiniz gündüz mü?
Katılımcı: Gündüz herhalde.
Abdülaziz BAYINDIR: Bu Swalbard’da güneşin ufkun 10 derece altında olduğu zamanki hava aydınlığıdır. Yani burada hiç kimse böyle bir aydınlık olacağını hayal bile edemez. Tabi Kur’an-ı Kerim’in de oraları ne kadar ayrıntılı olarak anlattığı ortaya çıkıyor. Bizim bunu anlattığımız bir videoyu Amerika’dan bir bilim adamı dinliyor, ban e mail gönderdi dedi ki, burada vardır e mail, “bu konuda” dedi, “bir kitap çalışması yapsak, birlikte uluslararası konferanslar versek ne dersin” diye, ben de “bu çalışmalar bitmeden olmaz dedim, daha sonra inşallah”. Bizim Türkiye’deki kendisini ilim adamı denenler de geçenlerde bir toplantıda “bu hoca ne saçmalıyor, bizim itibarımızı düşürüyor” falan diye kendilerini âlim zanneden bazı kişiler “uyarmak lazım falan” demişler. Uyuduğumuzu zannediyorlar herhalde. Neyse onlar da öğrenecekler zaman zaman. Çünkü bu işin içine girince bu konuların bilinmediği ortaya çıktı. Daha önce biz bildiklerini zannediyorduk.
Şimdi, şeyde “güneş ışınları” diyor ya Allah-u Teâlâ, diyor ki “gölgeyi nasıl uzatıyor, kısaltıyor bakın”. Şu ekvator dediğimiz şu merkeze güneş ışınları senede iki gün dik gelir. Senede iki gün daha fazla yok. Senede iki gün, güneş ışınları dünyanın her yerine, yani o dik geldiği zaman o iki gün, her yerinde geceyle gündüz eşit olur. Güneş ışını ekvatora 90 derece geldiği zaman hani “gölgeyi nasıl uzatıyor, düşündünüz mü?”(25/45) diyor ya, ekvatordan bir derece ötesinde ışın 89 derecedir, gölge 1 derecedir. 45 derecede gölge de 45 derecedir, ışın da 45 derecedir. 90 derecede gölge 90 derecedir, güneş ışını 0 derecedir. Bu coğrafyacılar gölgeye göre Kur’an-ı Kerim’de belirtilen gölgeye göre enlemleri belirlemişler, yani gölge açısına göre. Ne zaman ki gölge açısına göre, 21 Mart ve 23 Eylüldeki gölge açısına göre yapılmıştır. Ondan sonra gölgeler kısalmaya başlıyor, yani bir tarafta uzuyor, dünyanın bir tarafında (yarımküresinde) uzuyor, öbür tarafında kısalıyor. Ve 23 derece 27 dakikaya çıkıncaya kadar her noktada güneş 90 derece geliyor bir önceki noktada azalıyor. Bu da mecburen dünyanın 23 derece 27 dakika eğik olmasını gerektiriyor, tamamen gölgeden dolayı. Böyle eğik olduğu zaman dünyanın, çünkü dünyayı eğer sabit tutsaydı Allah-u Teâlâ o zaman şey olmazdı, yazın gölgelerin kısalması, kışın uzaması diye bir olay olmazdı ve ama mevsimler de olmazdı. Her zaman her taraf bahar gibi olurdu yani ilkbahar ve sonbahar gibi olurdu. Ne kış olurdu ne de başka bir şey. İşte bunları inşallah bunu yazıyoruz, ayrıntılı olarak Allah nasip ederse. Mesela öğlende gölgelerin en kısa olduğu vakittir, güneşin öğlende bulunduğu noktalar da boylamları oluşturur. Yani meridyenleri oluşturur tamam mı? Öğlende güneşin saat on ikide bulunduğu nokta meridyendir. İşte Cenab-ı Hakk bu konulara dikkat edin diyor, güneş ile gölge arasında sıkı bir ilişki kurarak.
Bu ayeti kerimeye gelelim, ayet diyor ki dünya yattığı zaman 23 derce 27 dakikalık bölün kuzey kutupta yazın güneş alırken, güney kutbunda hiç güneş almıyor. Yani güneşi görmüyor. Aynı şey kışın kuzey kutup için oluyor, yazın güney kutup da güneşi görüyor. Yani bunların ayrıntıları tekrar ediyorum Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hakk tarafından çok ayrıntılı bir şekilde verilmiş. Tabi başka bilgiler de verilmiş orada.
Kutup bölgesindeki namaz vakitlerine gelince, Allah-u Teâlâ burada diyor ki, İsra suresinin 12. ayetinde:
Ve cealnel leyle ven nehâre âyeteyni fe mehavnâ âyetel leyli
“geceyi ve gündüzü biz iki ayet(belge) yaptık, gecenin belgesini kaldırdık.” (İsra 17/12)
Peki, biz gece derken aklımıza ne gelir, karanlık gelir. Karanlık gecenin belgesi değil. Bizim yaşadığımız bölgelerde gece karanlıktır da, kutup bölgelerinde yaşayanlara sorarsanız “yazın geceler nasıl oluyor?” diye sorsanız, aydınlık oluyor. Hiçbirisi demez ki “yazın gece olmuyor”. Yani kutup bölgesinde yaşayan hiç kimse demez ki “yazın gece olmuyor” demez. Mesela kışın gittiğimiz zaman Trömso’ya, hiç güneşin doğmadığı bir anda orada bizim Hüseyin var Bingöllü Hüseyin KARTAY, anlatıyor “ya hocam” diyor, “yazın adam gece vakti kalkıyor bahçesini düzenliyor, odununu biçiyor, bizi de uykumuzdan ediyor”. Bak, yazın gece vakti. Gece vakti dediği güneşin hiç batmadığı bir vakit, güneş tepede dolaşıyor ama Türkiye’den giden Hüseyin bile ona gece diyor. Gündüz demiyor. O zaman gecenin eğer işareti, belgesi karanlık olsaydı, Hüseyin orada ona gece diyebilir miydi?
Burada diyor ki Allah-u Teâlâ “gecenin belgesini giderdik” diyor. Evet, daha önce, karanlık gecenin işaretiydi, daha önce dünya dikti, hiç sağa sola eğilmiyordu, ilk yaratıldığı zaman. O zaman dünyanın her yerinde gece ve gündüz oluyordu.12 saat gece, 12 saat gündüz. Ama “gecenin belgesini giderdik” demesinin sebebi dünya artık 23 derece 27 dakika, bir beşik gibi oldu yani bir oraya eğiliyor, bir buraya eğiliyor. Öyleyse bu demektir ki biz geceyi her zaman karanlık beklemememiz lazım.
ve cealnâ âyeten nehâri mubsıraten
“gündüzün belgesini de mubsira kıldık.” (İsra 17/12)
“mubsira” gösteriyor. Bak! “güneşi gündüzün belgesi kıldık” dedi mi? Demiyor. Eğer “güneşi gündüzün belgesi kıldık” dese, kutup bölgesinde kışın hiçbir zaman gündüz olmaz. Çünkü güneş görmüyorlar. Mubsira dediği zaman ne yapıyor, gösteriyor. Gösterme, kendisini de gösterebilir, başkasını da gösterebilir değil mi? Kendisini de gösterse mubsira olur, başkasını da gösterse mubsira olur.
Şurada işte bu Svalbard’a biz ki 80 derece enlemde yer alır orası. Tromso dan 2 saat uçakla uçtuk ki Tromso da hiç güneş doğmadığı zamanlarda Tromso 70 derece o 80 derece. Oraya giderken orada gündüz göreceğiz dedim bizim adnan bey dedi ki “biraz zor görürsün orada gündüz de ağrıyor” dedi “güneş öğle vakti 10 derece ufkun altında” dedi “gündüz ne arıyor orada”. Ve gittik işte gördük, bak size burada resimlerde görüyorsunuz. Gündüz kendisini gösteriyor, mubsira olan gündüz. Peki, mubsira kelimesinin başka şeyi nedir güneş ışınlarını aydınlığa çevirmektir.
Şimdi şu ayetlere bir bakın
Veş şemsi ve duhâhâ.
“güneşe duhasına (yaydığı aydınlığına) yemin olsun.”(Şems 91/1)
Aslında o duha aydınlık değil de güneşten gelen bir ışın çeşidi. Yani onun üzerinde fizikçilerin çalışması lazım. Bir ışın çeşidi aydınlık değil yani duha.
Vel kameri izâ telâhâ.
“güneşin hemen arkasından doğru zamanda ayın on dördüne yemin olsun” (Şems 91/2)
Ven nehâri izâ cellâhâ.
“gündüze yemin olsun güneşi ortaya çıkardığı zaman” (Şems 91/3)
Bak cellaha, cella eş-şemsi değil mi Arapça bilen arkadaşımız. İza cellaha iz’eş-şemsi. “Güneşi ortaya çıkardığı zaman.” Ya da ” iza celle duhaha” ikisi de müennestir çünkü. Ya da “aydınlığını ortaya çıkardığı zaman”. Mesela burada gündüz güneşin aydınlığı ortaya çıkarıyor duhasını ortaya çıkarıyor ama başka bir yerde o saatte ufkun aydınlık olması mümkün değil. Yani güneşin ufkun 10 derece altındayken daha da fazla altında tabi o kadar aydınlık olma ihtimali yok, çünkü güneş ışınlarını aydınlığa çeviren varlık gündüz. Gündüz denen varlık güneşi aydınlığa çevirdiği için siz orada…
Neyse o arkadaş gelinceye kadar. Mesela şeyde göstereceğim Tromso da güneşim hiç doğmadı bir zamanda bakıyorsunuz sabah namazını, öğlen namazını, ikindi namazını, akşam namazını, yatsı namazını güneş ışınlarıyla çok rahat bir şekilde anlayabiliyorsunuz. Hâlbuki mesela başka bir zamanda başka bir yerde olsa o saatte hava karanlık olur. Ama o gündüz denen ayrı bir varlık yaratmış Allah-u Teâlâ bu gündüz denen varlık güneş ışınlarını çekiyor kendisine ve onu ışık haline getirerek dünyaya salıveriyor. Öyle olunca da dünyanın her yerinde, yani kutup bölgesinde yılın her günü gece ve gündüz oluyor. Yılın her günü gece ve gündüz olmasının manası yılın her günü 5 vakit namaz vakti oluyor yılın her günü her yerde her noktada ibadet vakti vakitleri oluyor, oruç tutma vakitleri oluyor, şu oluyor bu oluyor. Şimdi mesela bu günlerde bizim genel anlayışa göre güneş olduğu zaman gece olduğu için, kutup bölgesinde yaşayan insanlar oruçlarını nasıl tutacağını bilemiyorlar. Güneş sürekli tepede dolaşıp duruyor, batmıyor. Batmadığı zaman ne zaman oruca başlayıp ne zaman bitireceksin, çünkü bizim anlayışımız nedir güneş varsa gündüzdür değil mi? ama tekrar edelim Kur’an-ı Kerim’in hiçbir ayetinde güneş ile gündüz doğrudan ilişkili kılınmamıştır. Güneşle gece doğrudan ilişkili kılınmamıştır. Kur’an-ı Kerim’in vakitlerle alakalı bir tek yerde güneşi bize gösterdiğini görüyoruz diyor ki: akımi’s-salati li duluki’ş-şems “güneşin batıya kaydığı vakitte namazı kıl”(17/78) diyor. Yani bulunduğumuz meridyenden geçişi olarak bugün tanımlıyoruz, yani tepe noktasından kayışı. Dünyanın her yerinde en kolay hesap edilen budur. Bunu bütün astronomlar, coğrafyacılar, herkes hesabın başlangıcı için güneşin batıya kayışını esas alır. Ondan sonra güneşin doğuşu batışı falan bu hesapta esas alınacak bir şey değildir. Yani her zaman esas alınması olmazsa olmaz değildir. Güneş olmazsa olmaz olmayınca, kutup bölgesi’nde de gece olunca, bu defa kutup bölgesinde hiçbir zaman 24 saat gece 24 saat gündüz diye bir kavram söz konusu değil. İşte Allah’a çok şükür bizim bu çalışmamızın ortaya çıkardığı yeniliklerden bunlar. Neyse fazla ayrıntıya girmeyeyim çünkü çok fazla vakit geçiyor. Ama bu yeni gelen belgeden ben bu vakit hesabını şey yapayım, ya da İbrahim sen gel aç bu yeni aldığım belgeyi.
Şimdi, size daha öncede anlaşmıştık Tromso da yazın gittik, yattığımız odaların içersine gece güneş doluyor. Gece kalkıyorsunuz ki odanın çerisi güneşle dolmuş, ama sizi hiç rahatsız etmiyor. Yani perdeyi kapatmak hiç aklıma gelmemiş ben onu sonradan Türkiye’ye geldikten sonra anladım. “ya Allah Allah bizi perdeleri de kapatmamıştık” diye. Çünkü Türkiye’deki güneş değil o, o oradaki güneş. Çünkü orada gece güneşle bizim aramızda gidiyor ve gece rahatlatıyor insanları, bütün tabiatı rahatlatıyor.
Şimdi bakın şuraya şimdi burada gece ve gündüz var mı? Var değil mi? Ama astronomiye göre yok oranın tamamı gece. Şimdi gittik oraya, Tromso burası, bu resimlerin tamamı bizim tarafımızdan çekilmiştir. Tromso’ya gittik, buraya gösteriyor musunuz? Tamam. Tromso’ya gittik, bakıyoruz Allah selamet versin Adnan Ökten hocaya dedim ki; “siz buna gece diyorsunuz değil mi, bunun neresi gece?” dedim. Şimdi düşündü düşündü “ya biz güneş gözükmediği zaman gece deriz” dedi. Güneş yok ya. Ama bakın şu sabah namazı. Türkiye’de de aynı değil mi? bu öğle namazı bak tam tepede bak güneşi, Türkiye’de güneşi böyle yuvarlak göremezsiniz görüyor musunuz? Çünkü bakamazsınız. Ama öğle olduğu belli çünkü bulunduğunuz yerin tepe noktasından güneşin geçtiği belli burada büyük, bir hale meydana getirmiş. Bak bu batıya kaymış, bu da ikindi. Güneşin Türkiye’de battığı zaman hava böyle olmuyor mu? Aynı görüyor musunuz bak değişen bir şey yok. Şu da yatsı vakti işte. Türkiye’de de aynı dünyanın her yerinde aynı ve dereceleri da aynı. Şimdi, tabi buralardaki kriterler farklı, 45 derece den itibaren farklı kriterler uygulanıyor. Şimdi yazın güneş hiç batmıyor, gündüzün kısa kollu gömlekle dolaştığımız yerde güneş yine tepede olmasına rağmen gece çok sıkı giyinmek zorunda kalıyoruz. Hatta işte gözleme çıkarken oranın halkından olan Sandıra Meryem onun eşi İbrahim Bey. Sandıra Meryem Norveçli onun eşi İbrahim Bey İngiliz. İkisi de çok samimi mümin insanlar orada gayret gösteriyorlar. Orada epeyce bir Müslüman cemaat var ister Norveçli olsun ister yabancı olsun orada 3 tane mescitleri var. Şimdi rasata çıktık ben buradan giderken o kadar çok resim incelemiştim ki kendi kafamda orada gece bulacağımı düşünüyordum, çünkü niye çünkü ayeti kerimede Allah-u Teâlâ “geceyi ayrı bir varlık olarak yarattık” diyor ya. Bir de kışın gittik kışın gündüzün aydınlığı gördük. O zaman yazında gecenin karanlığını göreceğiz diye düşünüyoruz. Çünkü gecenin alametinin kaldırıldığına dair bizim kitaplarımız da hiçbir ifade yoktur ve bu ayeti kerimede farklı anlamlandırılmıştır. Orada muhakkak geceyi bulacağız diye gittik. Birde kutup bölgesinde çok fazla bulut oluyor. Bulutların iyice yoğunlaştığı sırada ben hayalimdeki geceyi yakaladığımı düşündüm, tam böyle doğu tarafına yok batı tarafına doğru bakıyorum yok yanlış oldu kuzeye doğru bakıyorum çünkü güneş sürekli dolaşıyor ya yönlerde kayboluyor, kuzeye doğru bakıyorum, güneşin orada olduğunu düşünerek “bak işte şimdi durumu ortaya çıktı” dedim. Orada zaten belgesel yapan kuruluşlar var hemen mikrofonu ağzıma dayadılar ben de orada zaferimi ilan ettim tabi, meseleyi tamamen hallettik diye çok şükür falan. Ondan sonra bir geri döndüm baktım ki güneş arkamda. Ulan biz orda gecenin arkasında kaybolmuş diye burada hava attık. Bir de orada havalı havalı da konuştuk, gerçi şey yapmadık ama Allah’a şükür hallettik falan derken orayı görünce öyle bir moralim bozuldu ki, bütün bir çuval inciri berbat ettik buraya gelmemizin hiçbir anlamı kalmadı yani o kadar uğraş git geceyi arayacaksın. Neyse ben ekipten ayrıldım orada bir gözetleme istasyonu var, boş kimse yoktu, orada gittim onun bir köşesinde oturdum kimse beni görmesin diye. Ondan sonra Kur’an ayetlerini tekrar gözden geçirmeye başladım ve şu ayeti orada anlamak orada nasip oldu elhamdülillah.
Ve cealnel leyle ven nehâre âyeteyni fe mehavnâ âyetel leyli ve cealnâ âyeten nehâri mubsıra
“Gece ile gündüzü iki gösterge yaptık, gecenin göstergesi kaldırdık” (İsra 17/12)
Haaa! Gecenin göstergesini bende bekliyorum karanlık. Allah kaldırdık dediğine göre ben boşuna bekliyorum demek ki. Allah “gecenin göstergesini kaldırdık” dediğine göre, ben boşuna bekliyorum ya. Sonra
Ve cealnel leyle libâsâ
“Geceyi bir elbise haline getirdik” (Nebe 78/10)
Ayeti kerimesi de var. Sonra ben kendime baktım serinleme oluyor falan. Baktım ki Allah Allah bak sabahleyin işte şu saatte giydiğimiz elbiseyle bu aynı değil. Oradan kalktım şöyle bir çevreye baktım, baktım tabiat hep uyuyor bütün tabiat uyuyor. Allah Allah! Sonra geldim şimdi orada da birde bir piknik hazırlamışlar o Norveçliler. Şimdi millet yiyor ama benim hiç gözümde yok. Şey yaptım olayın etkisi ile. Yalnız burada söyleyeyim o adamlar orada piknik yaptılar ama yani bir çöp parçası bırakmadılar, tertemiz hiçbir şey bırakmadılar hakikaten yani iyi bir kültürleri var onu da takdir etmek lazım. Yani hani derseniz ki bir ağaç parçası kalsın onu bile bırakmadılar yani, bir kibrit çöpü bile bırakmadılar. Orada işte çevreye baktım her şey uyuyor baktım ki atlar uyumuyor ayakta. Dedim “niye bu atlar uyumuyor?” benim için köy hayatı yok ya. Dediler ki, “atlar ayakta uyuyor”. Ha tamam o zaman oradan da yırtık. Ondan sonra, arkadaşlar dedim o sıra saate baktım şimdi evimize gideceğiz ki Allah razı olsun o bizim Bingöllü Hüseyin kendi evini boşalttı 2 katlı bir dubleks evi vardı. Arabasını da bize verdi, evini de bize verdi kendisi de Türkiye’ye geldi. Orada o bölge o kadar güzel oluyor ki yazın, burada hiç yıldızla bile girmeyecek bir otel odasının geceliği bin lira, onu da bulamıyorsun yok yani. Allah razı olsun bize o öyle yaptı, Selahattin bey var o da Oslo’dan bir lokantacı geldi oda yemeğimizi pişirdi, ne yemek parasını verdik ne otel parası verdik arabada altımızda araba kirası da vermedik böyle şey yaptık. Şimdi dedim ki “arkadaşlar saat 5 e çeyrek kala eğer kuşlar öterse biz bu problemi çözdük”. Şimdi oradan gittik evde bekliyoruz yani zaten saat 2 de mi 3’te mi ne geldik eve. Evde bekledik tam 5 e çeyrek var kuşlar koro halinde ötmeye başladı, tamam biz bu işi hallettik dedik. Ondan sonra ve bu işe girdik Allah’a çok şükür tabi çok uğraştık çünkü bu konunun hiç altyapısı yokmuş, kaç senedir uğraşıyoruz şimdi bu işin matematiğini yapmak bize nasip oldu.
Bir de baktık ki Allah-u Teâlâ bir ayeti kerimede diyor ki “gece üçe böldüm” diyor Cenab-ı Hakk. “Geceyi üçe böldüm. Tamam üç. Birincisi akşamın alacakaranlığı güneşin batmasından gasaku’l-leyl’e kadar olan kısımdır gasaku’l-leyl ne zaman gasaku’l-leyl’e biz ne mana veriyoruz Enes hoca? Gecenin en karanlık vakti oralarda gece karanlık olmuyor ne olacak? Baktık ki gasak karanlık değilmiş gasaku’l-leyl gecenin en serin vakti demekmiş Arapçada o manaya geliyor muş da, e tabi gecede serin olduğu için, gece de deniyor yani. gasaku’l-leyl gecenin karanlığı değil gecenin en serin vakti demekmiş. en serin vakti denince de kutup bölgesi’nde de güneş tepedeyken elbisemizi giymek zorunda kalıyoruz. Ondan sonra diyor ki geceyi üçe ayırıyor. Baştaki birinci üçte bir üçüncü işte bir de seher vakti ve sabah namazı vakti, birde ortası diyor gecenin. Yani gecenin iki başı var. Gece üçe bölünüyor, birinci üçte bir ki akşam ve yatsı namazının vaktidir, üçüncü üçte bir seher ve sabah namazının vaktidir, bir de o ikisinin ortası. Bunların boyutları hiç değişmiyor yaz kış, birinci üçler birle ikinci üçte birin boyu dünyanın her tarafında aynı değişmiyor. Onun derecesi şusu busu aynı. Fakat o ortası bir akordiyon gibi gidip geliyor. Gece kısaldığı zaman uzadığı zaman o ortası uzuyor ve kısalıyor. Birinci ve üçüncü üçte bire hiç bir şey olmuyor. Peki bunu nereden anladık? Mesela
“Ve minel leyli fe tehecced bihî nâfileten lek”
Ayeti kerimesi vardır yani
“o gecenin ortasında kalk sana ilave bir görev olarak teheccüt namazını kıl”(İsra17/79)
Ayeti var. Bir de bir başka ayeti kerime de var
Ve minel leyli fescud lehu ve sebbihhu
“gecenin bir bölümünde Allah’a secde et,” (İnsan 76/26)
Buradaki ilk emir resulullahadır değil mi? Yani teheccüt namazı kıl” manasında.
leylen tavîlâ
“gecenin uzun bölümünde”( İnsan 76/26)
Şimdi gecenin uzun bölümü dediğiniz zaman o zaman o gecenin ortası bu kısım çok önemli yani o kutup bölgesindeki namazla ilgili olarak bu kısım son derece önemli. Gecenin ortasın denen bölüm hiçbir zaman birinci ve üçüncü bölümünden kısa olamaz. Birinci ve üçüncü bölüm birbirine eşit zaten. Ama ortası hiçbir zaman oradan kısa olamaz mutlaka uzun olması lazım. Niye mutlaka uzun olması lazım? Çünkü Allah-u Teâlâ bir mizan koymuş oluyor diyor ki rahman suresinde:
Ves semâe refeahâ ve vedaal mîzân
“Göğü yükseltti ve mizanı(dengeyi) kurdu”(Rahman 55/7)
Diyor.
Ellâ tatgav fîl mîzân
“mizan aşmayın”( Rahman 55/8)
Ondan sonra
Ve ekîmul vezne bil kıstı ve lâ tuhsırûl mîzân
“O ölçüyü dengeli olarak tutun, mizanı azaltmayın da dengeyi azaltmayın”( Rahman 55/9)
Dengeyi artırmayın da azaltmayın da neyse o. O zaman Allah-u Teâlâ geceyi üçe böldüyse, dünyanın her yerinde gecenin üç bölümü olmak zorunda. Birinci ve üçüncü bölüm birbirine eşit ortadaki bölüm uzun olmak zorunda dünyanın her yerinde. Dünyanın her yerinde her zaman insanlar isterlerse o bölümde kalkıp teheccüt namazı kılabilmeliler, seher vakti olmalı. Şimdi bu kriterler Kur’an-ı Kerim’in olmazsa olmazları. Bunları koydunuz zaman 45 derece enlemi geçtikten sonra 21 Haziranda bu ölçüler 45 derece enleme kadar sağlanıyor, hiç değişmiyor. Ama 45 derece enlemden sonra gecenin o gasaku’l-leyl denen ortası artık uzunluğunu kaybediyor. Uzunluğunu kaybettiği andan itibaren ikinci bir hesap devreye girmek zorunda kalıyor, senin o gündüzü geceye katman lazım. Çünkü Allah-u Teâlâ “gecenin işaretini giderdik”(17/12) diyor ya. O zaman güneşli geceler başlıyor 21 Haziranda 45 derece enlemden sonra. Yani azar azar başlıyor artıyor artıyor artıyor 66 derece enlemi geçtikten sonra da 24 saat aydınlık geceler başlıyor. Şimdi biz bu hesaplara göre bu sene takvimimizi yaptık geçen sene yaptık ve o takvimi kullandırdık. Şimdi bizim şeyler çok haklı tabi orada Ömer ÖZSOY Bey ile görüşmüştük Frankfurt’ta o da bu problemden bahsetmişti bize Ömer ÖZSOY orada öğretim üyesidir Frankfurt’ta İslamî ilimler bölümü vardır. Kendisi tefsir profesörüdür. Dedi ki “ya dedi biz dedi “güneş havadayken orucumuzu nasıl açalım dedi, güneş havadayken nasıl sahur yemeği yiyelim” dedi “bu da olmuyor” dedi yani ciddi bir sıkıntı. Mesela şimdi Oslo’da bize gelip yemek yapan Selahattin beyin eşi dedi ki “ya hocam lütfen bir çare bulun” dedi ya. “gece saat 11 buçukta akşam namazı oluyor hadi yarımda yatsı diyorlar yarımı biraz geçerek, bir buçukta da sabah diyorlar. Ne zaman akşamı kalacağız yatsıyı kılacağız bir de sahur yemeği yiyelim falan filan dersen namaza da bir de teravih araya sokuluyor zaten hiçbir şeye vakit kalmıyor.” hocam lütfen dedi ya bir de dindar hanım “çoluk çocuğumu da iyi yetiştirmek istiyorum çocuklar sabahleyin okula sarhoş gidiyorlar” dedi.
Şimdi bugün gelen bir maili okuyayım size. Şimdi bu bizim vakıfla yakından alakası olan Asiye TÜRKAN Hanım var. Geçen sene onlar başlarından geçen olayları falan burada özetlemiş bu sabah göndermiş bugünkü konu ile alakalı olduğu için. Onlar 52 derece enlemde yaşıyorlar, yani 45 dereceden 7 derece daha yukarda. Bizim oralar için 2 tane takvim hazırladık birisi “mizana uygun takvim” dedik. Yani Allah-u Teâlâ’nın gece ile ilgili koyduğu bütün kuralları yerine getirmek için şey yapılan takvim, birde “astronomik takvim” koyduk astronomik takvimde gece hiç olmuyor bazı yerlerde yani o gasaku’l-leyl falan hiç olmuyor. Onu da koyduk ki millet bir mukayese yapsın. Şimdi diyor ki “oturduğumuz ev orman içinde güneşin hem doğuşunu hem batışını çok rahat izleyebileceğimiz bir şekilde. Balkonunuzun birinden güneşin doğuşunu diğer balkondan da batışını izleyebiliyoruz. Yazın balkonun en solundan güneş doğup 270 derece dolaştıktan sonra diğer balkonumuzun sağ tarafından bakmaktadır. Kışın ise doğu tarafındaki balkonun sağ tarafından doğup 90 derece gibi çok şekilde batışına şahit oluyoruz. Geçen sene bütün bir ramazan güneşe göre gözlem yaptık.” yani bizim takvimi almışlar ama sürekli 25 gün gözlem yaptık diyor. “25 gün orucunuzu bu şekilde tuttuk” güneşe göre tuttuk diyor. “bunun yanında kâinatı takip ettik, kuşları takip ettik, yakınımızdaki çiftliğe gidip horozların ötüş saatini takip ettik. Koyunların kalkışını, ördeklerin ayaklanmasının saatlerini yazlık, her defasında şaşırıyorduk. Saat 4 30 civarlarında kuş seslerindeki coşkuya şahit oluyorduk, lakin bir tane kuşu göremiyorduk. Horozların ilk ötüş saatleri fecri kazip zamanına, ikinci ötüş zamanlarının imsak bitişine, son ve uzun ötüşlerin de diğer hayvanların kalkışına şahit olduk. Bu son ötüş zamanında güneş çoktan doğmuş olduğunu görmek bizi daha da şaşırttı. Bu vakitte Abdülaziz hoca’nın verdiği namaz vakitlerinin sabah namazının çıkış saatine denk geldiğini şahit olduk ve geçen sene ramazanın son 4 gününü hocanın verdiği zamanda orucumuzu uyduk” son 4 güne kadar yapmışlar o zaman doğru olduğu kanaatine varmışlar. “bu sene ise baştan beri bu takvime göre yapıyoruz. Erken kahvaltı şeklinde olan sahurumuzun son saatinde yani imsakte güneş doğmuş oluyor.” yani sahur yaparken güneş doğmuş oluyor tamam, buna alışmak kolay değil 25 gün gözlemledikten sonra alışabilmiş. “saat 21 civarlarına denk gelen zaman diliminde kâinata baktığımızda da hayvanların sessizliğine şahit oluyoruz.” işte orda da yatsı olmuş oluyor herhalde öyle diyecek zannedersem bakim. Bitti bu kadar daha yok.
Şimdi bu 52 derece enlemden gelen şeydir. Şimdi bu öyle bir şey ki o Kur’an-ı Kerim’in koyduğu kriteri koydunuz zaman o ölçüye göre hareket ettiğiniz zaman, o ölçü kısa süre sonra asliyetine geri dönüyor. Çünkü 21 Haziran da problem başlıyor, aşağıya doğru indikçe geceler hızla karanlık geceye dönmeye başlıyor. Şimdi yine dün aldığımız bir mail var. bu da yine Almanya’dan Etlingen’den. Şimdi bakın Süleymaniye Vakfı Takvimi 16.7.2013 tarih 48 derece enlem 48,9, 49 derece diyelim. Bu 52 derece. Şimdi bu şeyin başında ramazanın başında aynı sıkıntıyı bunlarda yaşıyorlar, “ya hocam bu kadar aydınlıkta biz nasıl oruca başlayacağız bitireceğiz” ama gün geçtikçe sizlerde dikkat ediyorsanız Türkiye’de de günler hızla kısalıyor o güneşin gelişi sebebiyle, oralarda daha hızlı hissediliyor güneye doğru gittikçe azalır kuzeyden geldikçe günlerin kısalması çok hızlı oluyor. Şimdi bakın şu şeyi görüyorsunuz 04.43 bizim ilan ettiğimiz imsak vaktiymiş. Bu fecri kazip, fecri kazipte bu 4.43 değil burada saatini söylüyor 4.21 şu anda fecri kazip. Fecri kazip seher vaktini gösterir, seher vaktinde tabiat uyanır. Yarın inşallah milliyette Doktor Hakan ERTOK kardeşimizin yazısı çıkacak bu konuda çalışma yapmış. Kendisi geçen sene bizim takvime göre oruç tutuyor Allah Allah diyor niye bu kadar rahat ettim yani, mutlaka bunun bir tıbbi sebebi olmalı. Bir araştırma yapıyor bakıyor ki seher vaktinden önce vücut ısısı düşük, seher vaktinden itibaren vücut ısısı artmaya başlıyor. Seher vaktinden itibaren vücut insülin salgısını artırıyor. İşte birçok şey böyle tıbbi şeyler. O seher vaktinde bir yemek yerseniz o yemekte onun şekerinin parçalanması yani yağların yakılması falan çok rahat oluyor. Vücut yemek yemeye hazır hale geliyor. Ama seher vaktinden önce yerseniz vücut dinlenme modunda olduğu için yemek yemek istemiyor. İşte bu Diyanet İşleri Başkanlığının imsak diye yayınladığı saat seher vaktinin başlangıcı, yani insanların sahur yemeği yiyecekleri vakittir ki, seher gündüzün aydınlığının gecenin karanlığına karıştığı vakittir. Bak işte burada görüyorsunuz, gündüzün aydınlığı gecenin karanlığına karışıyor. İnsanları bu tan yeri aldattığı için buna fecri kazip deniyor. Bak işte kızıllık var henüz kızıl ışık ve beyaz ışık karışık dikkat ediyor musunuz? Bu karışık olduğu vakit şeydir fecri kaziptir. Bu yatsı namazının simetriğidir. Yatsı vaktinde de aynıdır ufuk. Şimdi biraz daha netleşme var, ama tam bir şeyde resulullah diyor kızıl ışıkla kesilmedikçe böyle o ışık yarılacak şeyle. O ışık yarılacak ki adına fecir demiş olsun, bir kızıl ışıkla yarılacak. Ondan sonra bu artık yarılma, 4.30. Yalnız burada şu da var, fotoğraflar insan gözünün bin kat daha fazlasını gösterir. Işıkları emer ne kadar hızlı çekseniz bile insan gözü bu kadar bir ışık görmez orada yani.
Şimdi, şu bizim imsak dediğimiz vakit. Burada artık bir kızıl ışık yani “kızıl ışık net bir şekilde gözüksün” diyor. Ufuk boyunca kızıl ışığı görüyor muyuz? İşte onun adına “fecr” deniyor. Ben bunu şunun için anlatıyorum, bundan birkaç gün önce rahatsızlıklarını dile getiren kardeşlerimiz şimdi işin tam aslına uygun hale gelmiş olmayabilir, gün be gün hızla asli noktasına geliyor. Şimdi, tekrar ayet-i kerimeye gelelim. Bakın buradaki mucizeyi de görün tekrar. Diyor ki Allah-u Teâlâ İsra on ikinci ayette:
Ve cealnel leyle ven nehâre âyeteyni fe mehavnâ âyetel leyli ve cealnâ âyeten nehâri mubsıraten
“gece ile gündüzü iki gösterge yaptık. Gecenin göstergesini kaldırdık, gündüzün göstergesini de mubsira kıldık” (İsra 17/12)
Yani güneşten gelen ışınları aydınlığa çevirecek bir şekle getirdik, gündüzü. Yani, gündüz ya çevreyi gösterir, ya kendini gösterir. O olmadan gündüz olmaz. Peki bunu niye böyle yaptık?
li tebtegû fadlen min rabbikum
“Rabbinizin ikramını arayasınız diye” (İsra 17/12)
Çalışasınız, dinlenesiniz falan, başka:
ve li ta’lemû adedes sinîne vel hisâb
“yılların sayısını ve o hesabı bilesiniz diye.”(İsra 17/12)
“O hesap” ne hesabı olur burada? Namaz vakitlerinin hesabı. Şimdi, namaz vakitlerinin hesabı maalesef hiç bilinmez bizim İslam âleminde. Yoktur, böyle bir hesap yoktur. Ben bunu söylediğim zaman millet hop oturup hop kalkıyor. Varsa gelin, buyurun. Buyurun konuşalım. Allah’a hamdolsun o hesap ilk defa bize nasip oldu. Bugün gösterdiklerimizle bu hesabı tam olarak yaptığımız ortaya çıkıyor. Asiye hanım çıkıyor bakıyor ki tabiatın uyanması, mesela köylerde yaşayanlar çok iyi bilirler, hele bilhassa horoz çok enteresan bir varlıktır. İlk öttüğü zaman sahura kalkın diye öter. Kalkarsınız yemeğinizi yersiniz, bir daha öter, biraz acele edin bak şey yaklaştı. Üçüncü ötüşünde artık imsak oldu yeter. Ondan sonra bir müddet sonra gene öter. Şimdi, işte kuşların ötüşü, rüzgârın esişi falan, mesela şöyle bir dikkat edin, bizim seher vakti ilan ettiğimiz vakitte, ondan iki üç dakika önce kalkın, köpeklerin ve kuşların birdenbire seslerini duymaya başlarsınız. Niye? Uyanıyor tabiat. Peki, insanın vücuduyla hayvanların vücudu arasındaki fark ne? Tek fark insanın ruh taşıyor olmasıdır, Cenab-ı Hakk ‘ın ayrıca ruh üflemiş olmasıdır. Çünkü şeyde Mü’minun Suresinin 14. ayetinde “Ruh üfleyerek onu ayrı bir varlık haline getirdik” (23/14) diyor. Yoksa bu et ve kemiğin çalışma kanunları hayvanlarda neyse bizde de aynı, onun için benzer hastalıklar onlarda da oluyor bize de oluyor. O zaman o saatte bu hayvanlar uyanmaya başlıyorsa bizim vücudumuz da uyanmaya başlıyor demektir. işte uyanmaya başlaması ile birlikte vücuda salgılar geliyor, işte o saati seher vaktini uyanık geçirirseniz vücut açısından çok faydalı oluyormuş, o yağları yakıyormuş ve hücreleri besleyen glikozları gönderiyormuş. yani bu yapılan hesap tabiata uyuyor, insanın yapısında uyuyor, her şeye uyuyor, ama bir tek problem şu; kutup bölgesinde yaşayan kardeşlerimizin hepsi Asiye hanım gibi iyice gözlem yapmalı kesin kanaate varmalı ondan sonra uyumalı. Fikret HEKİM’de gözlemler yapıyordu yaptığı gözlemler bizim hesapları uygun düşüyordu ama ondan henüz rapor gelmedi.
Katılımcı: hocam Fikret HEKİM (anlaşılmıyor 1.06.18)
Abdülaziz BAYINDIR: Eh geliyorsa geldiği zaman konuşuruz. Evet, şimdi işte “yılların sayısını ve hesabını bilesiniz diye”(10/5)
Takvim çıkaran kuruluşlar astronomik tanı esas alıyor diyanet takvimi de biliyorsunuz ilan etti işte diyanet işleri başkanlığı geçen Temmuzun 17’sinde bir bildiri yayınladı biz ona dün cevap verdik, bugün de cevabımız çıkmış olması lazım aldınız mı gazeteyi. Milliyet’te. Yarın da seher vakti ile ilgili o doktor arkadaşımızın yazısı yayınlanacak inşallah. Şimdi buradaki tek program dediğim gibi kuzey kutup bölgesindeki kişilerin alışması. Bir müddet sonra insanlar o havanın değişimi ile tabii işaretleri kesin olarak öğreneceklerdir ve biz de onlardan öğreneceğiz. Yani biz üç kere yetmiş derece enlem ve kuzeyine gittik, bir kerede Hollanda’da da bir gözlem yaptık o da çok faydalı oldu. Biz o bölgeye her zaman gidemeyiz ama o bölgede yaşayanlar bu konuda kendi gözlemlerini yapmalılar, aynı Asiye hanımın gönderdiği gibi bize göndermediler ve bizde bunu bu şekilde zenginleştirmeliyiz. Yani ben şimdi Allah’a şükür kesin inanıyorum bu yazı ortaya çıktığı zaman çok ciddi yeniliklerde ortaya çıkacak inşallah. Yani bu hesabı tamı tamına yaptık ve öyle enteresan bir şey ki beni mesela çok heyecanlandıran şeylerden bir tanesi de o. Ya 45 derece enleme kadar geliyorsunuz 45 derece enlem adeta şey gibi oluyor mesela bunu bir top düşünün top aşağıya vurdunuz ama ne yapar yukarı çıkmaya başlar 45 derece enlemden kutba kadar yapacağınız hesaplar ekvatordan 45 derece enlem e kadar yapılan hesapları simetriği. O hesabı yaptığınız zaman müthiş bir şekilde tutuyor. Allah hesap diyor ya; “hesabın ölçülerini koydum” diyor. Onu bulduğun zaman bir problem yok, hesap ölçüyledir. Bunu kış içinde mesela demin işte Swalbard’ı göstermiştik Swalbard’ta gündüzün uzunluğunun ne kadar olduğunu biz Kur’an-ı Kerim’den zaten çıkartıyoruz. Yani orda gözlem yapmadan önce çıkarabiliyoruz o Allah’ın koyduğu kurallarla. Ve onu gidip Swalbard’da da gözlem yapınca, tamam diyorsunuz. Ben simdi mesela size Swalbard’dan bir iki bir şey göstereyim. Şuna bir bakar mısınız, ne yi tanımlıyor şu, hangi vakit bu?
Katilimci. Seher
Abdülaziz BAYINDIR: Yok seher değil. Sabah namazı vakti tam, bütün ayrıntılarıyla. Bu Swalbard’ta çekilmiş fotoğraftır. Hiç kimse orada böyle bir fotoğrafın çekileceğine ihtimal vermez. Biz çektik başkası değil. Böyle bir fotoğraf asla olmaz derler. Ama işte Kur’an-ı Kerim Allah’ın kitabı dünya da Allah’ın yarattığı yer olduğu için, yani oradaki günün uzunluğunu dakika dakika Kur’an’dan çıkarıyorsunuz, gidip orada gözlem yapıyorsunuz, birebir uyuyor. Onun için orada 12 Ocakta buraya 11 Ocakta gitmiş olmamız lazım Swalbard’a öyle hatırlıyorum neyse. 12 Ocakta Tromso’da ilmi toplantı yaptık tromsolu o Sandra Meryem ve eşi ki onların da bir dernekleri var, o dernekleri çağırmış. Avrupa’nın çeşitli yerlerinden katılımcılar olmuştu. Birinci gün herkes konuştu, ileri geri konuşanlara oldu, böyle havalı havalı konuşanlar oldu. İkinci gün sabahı dedim ki yarın sizinle bir gözleme çıkalım toplantı bitmişti zaten bir günlük bir toplantı. Aynı otelde kalanlara dedim sabahleyin gözleme çıkalım. Sabahleyin çıktık bir 10–15 kişi var, güneşin hiç doğmadığı yerlerde tan yerinin ağarmasını gözlemleyeceğiz. Fecri kazip oldu gözünüzle görüyorsunuz şimdi fecri sadık bekliyoruz o sırada ufku büyük bir bulut kapattı, hiçbir şey gözükmüyor oralarda da bulut çok. Şimdi onlar rahat rahat kendi aralarında konuşuyorlar ama ben yine sancılanma ya başlarım gene aynı ayrıldım onlardan başladım dua etmeye. neyse biraz sonra baktım ki söyle öyle oluyor doğu tarafından tatlı bir rüzgar esme başlıyor seher rüzgarı denen şey, 7–8 dakika kala. O saatte de mutlaka bir kuş ötmesi oluyor. Dedim ki bir herkes muhabbete dalmıştı “bir dakika şöyle bir tabiatı biraz dinleyin ne hissediyorsunuz?” aa! tatlı bir rüzgar. Tamam, işte buna seher rüzgârı denir işte Kur’an-ı Kerim’de
Ves subhı izâ teneffes
“sabah nefeslendiği zaman”(81/18)
Der ya Allah-u Teâlâ işte bu odur. Bundan 7 8 dakika sonra da fecri sadık olur. Şimdi tabi herkes şaşırdı kaldı ondan sonra gittik namazlarımızı kıldık dediler ki bir toplantıda yapalım. Otelde kalanlar. Gidenlerden gitmişti de ortada kalanlar için zaten büyük çoğunluk oradaydı, üç beş kişi ya gitmiştir ya gitmemiştir. Şimdi oradan Oslo’dan gelen birisi bir üniversitenin sahibimiz neydi, tabi çok kalabalıktı çok meşgulsün tanışma imkânımız olmuyor ki ama aklı başında insanlardan birisiydi. Diyor ki ya diyor Allah Allah diyor siz diyor “söylediğiniz her söze bir tane ayet getiriyorsunuz delil olarak, hadis getiriyorsunuz, ondan sonra kuşların ötüşünden delil getiriyorsunuz, rüzgârdan delil getiriyorsunuz, tabiattan delil getiriyorsunuz. Her şey… Ya kardeşim bize takvim gönderiyorlar,” işte şimdi mesela şimdi kuzey kutup için kutup bölgesi için takvim yapan kuruluşların tamamı oradaki verdikleri vaktin ne için olduğunu anlatamazlar. Bak şimdi mesaj şey yapmış mesela buradan gelen habere göre eğer doğruysa bu sabah gelen habere göre diyanet kutup bölgesinde bizimle arayı iyice kapatmaya başlamış iyice aşağıya çekmiş. Şimdi bu sabah Mustafa EVLİ diyor ki “diyanet işleri başkanlığı bir ramazanda 3 kere değiştirdi diyor saatleri” hatta bir ramazanda 2 saat değiştiriyor yani sahur diyelim ki saat 1 de olacaksa 3 de olacak diyor. Peki, bunu neden dedin, niye buraya çektin, daha önceden neden bir diyordun şimdi niye üç diyorsun, bunların hiçbirisini gerekçesi yok. Ben dedim oldu ben dedim oldu. Yani diyanetin yok ta Ümmül-Kura takviminin var mı? Hiçbirisinin yok. Çünkü bu takvim çıkaran kuruluşlardan hiç bir tanesi zahmet edipte gidip bir gözlem yapmamıştır. Oturuyorlar astronomları çağırıyorlar çıkartıyorlar. Ya astronominin işi değil bu kardeşim. “astronomik tan” dedikleri şey işte şurada bulunan bir insanın yıldız gözlemlediği zaman şeydir, bununla en uzak yıldızın arasına güneş ışığı gelmemesi lazım. O yıldız kaç milyar kilometre uzaklıktaysa önemli değil yani. Araya güneş ışığı görmemesi lazım. Güneş ışığının girmediği an -18 derecedir. İşte o sınır. Ondan sonra güneş ışığı girmeye başlıyor bir müddet sonra o seher vaktinin başlangıcı oluyor, güneş ışığı çok yüksek noktalara geliyor. resulullahın hadislerinde de var, bizim kitaplarda var, küçük yıldızlar gözükmeme başlıyor, uzaktaki yıldızlar. Sonra diğerleri diğerleri diğerleri derken 12 derece düşüyor, yani güneşin ufka yakınlığı. Ona “denizci tanı” deniyor. “denizci tanı” demek eşyanın dış görünüşünü görüyorsun, denizci denize girerken, şurada bir dağ varmış görebiliyor, şurada bir ada varmış görebiliyor. Yani o kadar yaklaşmış oluyor, yani dış sınırlarını görüyorsunuz. -10 dereceye indiği zaman da ufku net olarak görmeye başlıyorsunuz ve o zaman denizciler oradan gönye alarak bir yıldızla yönünü belirleyebiliyor. O ikisi arasında. Ve en iyi şey de o saatten itibaren yapılabiliyor, -6 dereceye yaklaşınca kadar yapılabiliyor. Peki, şey bizde bir fecri kazip kavram olduğu için o zaman fecri kazip. 1 derece daha aşağıya indiği zaman fecri sadık ortaya çıkıyor. İşte şuradaki aydınlığa benzer bir aydınlık ortaya çıkıyor. Dolayısıyla yani Allah’a hamdüsenalar olsun şimdi az da sorulara vakit bırakalım. Cenab-ı Hakk lütfetti, ilk defa tarihte ilk defa Kur’an-ı Kerim’in emrettiği ölçülere uygun olarak namaz vakitlerini dünyanın bütün noktaları için hesap ettik ve bizim hesaplarımız Allah’a şükür dakiktir ve her birisi gerçekçidir Her birisinin tabiatla çok yakından alakası vardır, insan vücuduyla çok yakından alakası vardır, ondan dolayı. Bizim yaptığımız hesaplara göre oruç tutanların tamam mı çok rahat bir şekilde oruç tutar, midede ekşime olmaz ve yemek yerken yemek onlara sıkıntı vesilesi olmaz. Çünkü Allah’ın yarattığı vücutla, yani işte “din fıtrattır”(30/30) diyor ya Allah-u Teâlâ yani oradaki oruç emri bizim vücudumuza uygun hale gelmiş oluyor. Evet, şimdi soruları alalım.
Yahya ŞENOL: hocam demiş “gündüz denen varlık kutuplarda güneş yokken gündüz olduğunu fark etmemizi sağlar” dediniz. Bugün gündüz denen şey atmosfer olabilir mi? bildiğimiz kadarıyla atmosfer güneş ışınlarının yayılmasını sağlar diyor.
Abdülaziz BAYINDIR: şimdi onu izah edemedikleri için öyle diyorlar. Yani şimdi şu anda işte Amerika’nın önde gelen fizikçilerinden yani türk arkadaşımız var Erşed AKÇASU diye, bu arkadaş oranın silikon vadisi’nde yaşıyor ve güneş enerjisi konusunda dünyanın en önde gelen uzmanlarından bir tanesi. Şimdi o arkadaşımızın, ona ben soru sordum dedim ki “bu güneş ışınları nasıl ışığa dönüşüyor” dedim “onu bana izah eder misin?” bir şeyler yazmış yazmış, sonunda demiş ki; “vallahi bu konuda kimse bir şey bilmiyor, böyle atıyoruz” dedi. Yani öyle bitirmiş, yani bu konuda kimse bir şey bilmiyor dedi. Atmosfer diyenler hep böyle bu şekilde işte böyle oluyor diyorlar öyle olmuyor. Öyle oluyor diyenler mecburen 6 ay gece 6 ay gündüz tanımı kullanıyorlar. Güneş olmadığı zaman gece olduğu zaman gündüz diyorlar. Bunlar yanlış şeyler. İşte onun için bu çalışmamız bunların hepsini ortaya koyuyor. Kur’an-ı Kerim’de Allah-u Teâlâ yani atmosfer zaten ayrı bir varlık da, ne diyor Allah-u Teâlâ
Ve huvellezî halakal leyle ven nehâre veş şemse vel kamer
“Allah geceyi yarattı gündüzü yarattı güneşi yarattı ayı yarattı” (Enbiya 21/33)
Şimdi biz güneşin ve ayın ayrı birer varlık olduğunu gördüğümüz için bunda hiçbir sorun yok. Ama geceyi ve gündüzü güneşin birer fonksiyon olarak gördüğümüz için gecenin ayrı varlık olması bize çok uzak geliyor, gündüzün ayrı bir varlık olması da uzak geliyor. ondan sonra ne diyor:
kullun fî felekin yesbehûn
“bunların her birisi bir yörüngede yüzer” (Enbiya 21/33)
Her birisi dediği güneş. Güneş bir yörüngede gidiyor dediğin zaman hiç kimse itiraz etmesin, ay gidiyor dediğin zaman kimse itiraz etmez, ama gece gidiyor gündüz gidiyor dedin mi… çünkü gece ile gündüzün güneşle yakın ilişkisi kurulmuştur bizim bütün ilim dallarında hepsinde. İşte o zaman olmuyor. İşte onu anlamadığın zaman da takvim yapamıyorsun, onu anlamadığın zaman da kutup bölgesini anlamıyorsun. İşte Erşet Bey Amerika’dan konferans için Türkiye’ye gelmişti Amerika’dayken bana e-mail attı teknik üniversitede konferansım var, ben de gittim oraya gelirsen çok memnun olurum dedi, ben de gittim. Orada konferans sırasında dedi ki “ben gece gündüz tanımlarını Abdülaziz BAYINDIR’dan öğrendim” dedi. Beni niye çağırdığını anlayamamıştım. E benden öğrendiği yok, Kur’an-ı Kerim’den öğrendi de, ben tabi onu tercüme ettiğim için benden öğrenmiş olduğunu söylüyor. Ve arkasından da programın başında söylemiştim e-maille, işte ‘birlikte konferanslar verelim kitap yazalım’ diye teklifte bulundu. Çünkü bu bilgiler şuan anlattıklarım ilim âlemi için çok yeni bilgiler ve çok daha farklılıkları var da ben şimdi hazmedilemeyeceğine kesin inandığım için, daha bir aydınlatan gündüzdür dediğim için bir sürü dedikodular internete girin bakın ne alaylar görüşürüz. Bir de öbürlerini söylersek bu defa ilim adamları bizim aleyhimize kıyam ederler. Gerek yok alıştıra alıştıra onların zamanı var. Daha birçok şeyleri izah edemiyorlar, soru soruyoruz cevap veremiyorlar, ama bizim bu bulduklarımızın Allah’a şükür cevapları var Kur’an-ı Kerim’den hepsinin cevapları çıkmış vaziyette. Evet.
Yahya ŞENOL: Bu gündüz denilen varlık güneş ışığını kendisine çekiyor dediniz herhalde
Abdülaziz BAYINDIR: Bir ayna gibi hayal ediyorum yani şimdi şu uzaktaki bir ışığı aynayı buraya koyduğum zaman ayna o ışığı buraya taşıyor.
Yahya ŞENOL: Bu varlık bir madde midir, deneysel olarak ispatlanabilir mi ve yani kütlesi, hacmi, eylemsizliği var mı?
Abdülaziz BAYINDIR: Ona ben bir şey diyemem, artık ondan sonraki fizikçilerin işi, onu benim bilmem mümkün değil. Biz ancak buraya kadar getiririz, ondan sonraki fizikçilerin yapabileceğim bir şeydir.
Yahya ŞENOL: Dünya yaratıldığından ekseni dikti iddianızı nasıl kanıtlarsınız?
Abdülaziz BAYINDIR: Biz ayeti kerimeyle söylüyoruz tabi başka şeyle değil. şimdi diyor ya ayeti kerimede, İsra suresinin 12. ayetinde, diğer ayetlerde de var inşallah çalışmamız bittiği zaman hepsi ortaya çıkar. Orada diyor ki:
Ve cealnel leyle ven nehâre âyeteyni fe mehavnâ âyetel leyli
“gece izle gündüzü iki tane gösterge yaptık. daha sonra gecenin işaretini kaldırdık”(İsra 17/12)
diyor “daha sonra kaldırdık” dediğine göre, demek ki baştan vardı. Baştan olması için de ekseninin dik olması gerekir, yani eğiklik sonradan oluştuğunu bu ayetten anlıyoruz. Ama tabi bunun arkasında büyük ilmi çalışmalar yapmak gerekir. Yani bu konunun uzmanları ile çalışmak lazım orada bizim pilimiz biter.
Yahya ŞENOL: İmsak ve namaz vakitleri konusunda size ilmi bir cevap verilmediğini görüyoruz. Anlayamadığım bir nokta şu, bazı kurumlar sizi reddediyor herhangi bir dayanağı olmadan, ama bazı ilim adamlarından da sizi destekleyenler var. Neden o ilim adamları profesörler bu doğruları TV programlarında seslendirmezler, neden her ramazanda sadece siz bunu seslendiriyorsunuz, siz yalnız bırakmış olmuyorlar mı? Yoksa şüphe mi ediyorlar diyor bu çalışmalardan.
Abdülaziz BAYINDIR: Şimdi köyden kovulmak istemiyorlar da ondan. Dokuz köyden kovulmak kolay mıdır yani? O köyden kovulmayı göz önüne alamazsan Cenab-ı Hakk da bu bilgileri nasip etmez. Yani hakikaten şeydir. Ne diyor Allah-u Teâlâ ayeti kerimesinde
Vellezîne câhedû fînâ le nehdiyennehum subulenâ
“bizim yolumuzda cihat ve gayret edenleri elbette yollarımıza yönlendiririz” (Ankebut 29/69)
Yani tahdis-i nimet olarak söyleyeyim burada çok şükürler olsun. Bazıları bunu farklı değerlendiriyor, istedikleri kadar değerlendirebilirler serbesttirler niye söylüyorum:
Ve emmâ bi ni’meti rabbike fe haddis
diyen Allah-u Teâlâ.
“Rabbinin nimetini de söyle” (Duha 93/11)
diyor şimdi biz buradan eğer Tromsoya gidip de bütün bu zorluklara katlanmasaydık herhalde bu ayeti anlayamazdık yani. Anlamak için de aylar öncesinden hatta yıllar öncesinden çalışmalar yaptık nasıl olabilir diye. Ama gittik sonra Cenab-ı Hakk “bizim yolumuzda cihat eden (yani her türlü güçlüğe göğüs gerene) elbette bizim yollarımızı yönlendireceğiz”(29/69) diyor. Ve şimdi oraya gittik, şöyle bir hesap diyorum arkadaşlar şunun hesabını nasıl yaparsınız? Matematikçilere soruyorum, zihinlerinde bir türlü canlandıramıyorlar olayı, ben de o işin uzmanı olmadığım için sormasını da beceremiyorum oda doğru yani. Fizikçilere soruyorsun yapılabilir diyor, e yap yok. Ondan sonra şu bu falan. Allah’a şükür uğraş uğraş uğraş sonra Cenab-ı Hakk nasip etti o hesabın ölçülerini de Kur’an-ı Kerim’den çıkarmak nasip oldu. Sonra oradan çıkarınca birebir uyumunu tespit etmek kolaylaştı artık. Yani güneş ışınlarının geliş açılarına, gölge açılarına şuraya buraya, bu çok netleşti. Şimdi Allah yolunda gayret gösterince Allah veriyor. Ama birisi çıkıyor da, geçen de bir yerdeyiz böyle ilim adamı arkadaşlar iftara gittik. Orada birisi bize bir hakaret etti: “şimdiye kadar kimse bilmemişte sen bilmişsin”. Ya kardeşim ilim adamına bu yakışır mı? Ona yakışan şudur, “senin şu şu söylediğin şundan dolayı yanlıştır” o kadar. Şimdi bunlar hep Arapça bilen kişiler. Bir de mesleği Arapça olan bir arkadaş orada oturuyor öyle. Peki, şu ayete bir okuyun dedim hiçbirisi okumadı. Peki, siz bir ayet ve hadis söyleyin dedim “bizim ehlisünnet ulemasının dediğine biz inanıyoruz”. İyi peki hadi sizin ehlisünnetiniz size mübarek olsun. Yani ve o doğrular karşısında insanlar, doğruları söylemek istemiyorlar. Doğruları herkes bilir ama doğruları herkes söylemez çünkü onun bedelini ödemek lazım. Evet.
Yahya ŞENOL: o yayındaki kesintilerden dolayı anlaşamayan bir yer olmuş. Fecri sadıkta güneş kaç derecedir dediniz. Orayı kaçırdık demiş.
Abdülaziz BAYINDIR: 9 derecedir güneş 9 derecededir. Ama bu 9 derece enteresan bir şey, yani bizim buralarda ufka uzaklığı anlamında 9 derece oluyor 45 derece iyi geçin geçtikten sonra da 9 yay derecesine dönüşüyor. Yani yavaş yavaş dönüşüyor birdenbire değil yavaş dönüşüyor.
Yahya ŞENOL: Diyanetin takvimine göre İzmir sahur yaparken, İstanbul İzmir’den 20 dakika önce orucu kapatmış oluyor diyor, ama iftarda orucunu İzmir ile birlikte açıyor bu geçen yıl da böyleydi burada bir yanlışlık yok mu?
Abdülaziz BAYINDIR: Orada bir yanlışlık yok bu vakit hesabı çok karmaşık bir hesaptır yani öyle basit bir şey değildir. İzmir güneyde olduğu için bu güney kuzey farkından kaynaklanıyor, enlem farkından kaynaklanıyor, bu enlem farkı çok etkindir böyle yerlerde evet.
Yahya ŞENOL: Akıllı olarak adlandırılan telefonlarda çalışan ve ücretsiz sunulan imsakiye için öncelikle teşekkür etmiş, sonra demiş ki yükseklik ya da rakım tanımlanamıyor bu imsakiyeleri belirlemede etkili değil midir? Diyor.
Abdülaziz BAYINDIR: Tanımlanıyordu. Niye şey var lokasyon ayarları girilmiyor mu? lokasyon ayarlarına göre hemen şey yapıyor.
Yahya ŞENOL: Önceki Excel programında değeri girebiliyorduk demiş.
Abdülaziz BAYINDIR: ha geçen sene. Tabii bizim arkadaşlarımız Allah razı olsun gerek Murat MİRASYEDİ gerek Enis DOKU selam Murat beyden Allah razı olsun. Murat bey tatile gitti tatil boyunca bu işle uğraştı, yani hiçbir şey yapmadı. Gece gündüz bu işle uğraşıyor, Enis bey de uğraşıyor. Yani bu tür şeylerle uğraşmak kolay değil oturtmak kolay değil yani dünyanın çeşitli yerlerinde sürekli şikâyet geliyor. Şimdi bir de şu oldu bu sene en büyük sıkıntı şu oldu. Bizim geçen sene takvimimize fazla girişler olmadı, kimse adam yerine koymamıştı herhalde, bu sene çok yoğun girişler oldu. Bu Google Map’ in Türkiye’ye verdiği hizmetin sınırlarını aşmış. Aşınca onlar da bu problemi nasıl çözeceklerini bilemediler yani. Onun için sık sık aksaklıklar olmaya başladı. Yani ramazan sırasında şey yapılamadı yanı çünkü böyle bir program onlarda da çıkmamış şimdiye kadar, dolayısıyla bu arkadaşlarımız da o problemi aşmak için de gece gündüz ne kadar uğraştılar yani başka yöntemlerle falan…
Yahya ŞENOL: O saat farkından dolayı bir şey vardı yaz saati kış saati düzeldi mi?
Abdülaziz BAYINDIR: İyi ya yaz saati kış saati hep ondan oluştu yani. Birdenbire bir bakıyorsunuz ki yaz saatine dönüşüyor kendiliğinden, düzeltiliyor dönüşüyor. Hep o verilen hizmetin kapasitesini aştığı için oluyor. Yani bu aksaklıkları ondan dolayı. Yani mesela işte Kum’da bir şey yapmışlar İran’ın Kum şehrinde de yani böyle sıkıntılar zaman zaman olabiliyor.
Yahya ŞENOL: İçeriden varsa
Abdülaziz BAYINDIR: Var mı buradan soru sormak isteyen?
Evet, şimdi o zaman reklâmlar. Bak bunu ben daha bende yeni görüyorum Harun ÜNAL hocanın teravih risalesi çıkmış. Duyduk duymadık demeyin. Öyle küçük olduğuna da bakmayın yani, içerisi dolu doludur ve teravihin ne olduğunu buradan rahatlıkla öğrenebilirsiniz. Yine Harun ÜNAL hocanın tercüme etti Aliyyül Kari’nin Vahdeti Vücut Risalesi bu da yeni çıkan kitaplarımızdan, bu da çok güzel bir çalışma. Şimdiye kadar Abdullah TEKHAFIZOĞLU diye bizim sitemizde yayınlanan Mustafa GÖK beye ait olan bir şey var Risale-i Nur Eleştirileri, bu da ilk defa kitap haline getirdik. Mustafa beyden de Allah razı olsun. Allah bundan sonraki çalışmalarında da Allah başarılar ihsan eylesin. Bunu da yeni çalışmalarımız arasında görebilirsiniz. Arzu edenler alabilir. Bir de Kur’an-ı Kerim’in Meali 30 cüz. Bunu böyle yaptı ki buraya koyabilirsin böyle insanlar, çünkü bu namazda okunan sureler genellikle 30 cüz. Şöyle açar “ha Fecr suresinde Cenab-ı Hakk ne demiş “şafak vaktine, on iki geceye” ha tamam!” böyle hemen okusun diye bu da bu şekilde cep boyu çıkmış oldu. Evet, Kitap ve Hikmet dergisi zaten biliyorsunuz bu dergi 3 aylık dergidir
Yahya ŞENOL: abone sayısını bir öğrenelim mi Sait’ten?
Abdülaziz BAYINDIR: şu anda 325 abone gidiyor
Yahya ŞENOL: yani yaklaşık bir 4 ay geçti ama dimi yeni çıkışından itibaren.
Abdülaziz BAYINDIR: Yani 325 bin demek istiyorsun değil mi? çünkü her bir kişi bin kişiye bedeldir evet. Şimdi bir de bir de şey var İslamî İlimler Sertifika Programı var SUSEM, SUSEM var. Buda yeni talebeler kaydetmeye başladık en son rakam kaç? 150 ye çıkmış ön kayıtlarda evet. Birde SEVAD diye yeni bir çalışma başlatıyoruz Süleymaniye Vakfı Evlilik Ve Aile Danışmanlığı burada Prof. Celalettin VATANDAŞ, Biz, Prof. Saffet KÖSE, Prof. Abdülkerim BAHADIR, Dr. Hamdi KALYONCU, Doç. Fatma BAYRAKTAR KARAHAN, Dr. Ünzile GİRİŞGİN, Ali Rıza DEMİRCAN, Mehmet Zeki AYDIN, Harun ÜNAL hoca, Servet BAYINDIR ve Fatih ORUM’un da ders verdiği bir şey aile danışmanlığı çalışması. Bunun da kayıtları başladı mı? Başlamadı, sadece bir bilgi olarak sunuyoruz. Peki, böylece bugünkü dersimize de son verdik, ama son kapanmadan önce şunu tekrar edeyim o 45 derece enlemin kuzeyinde yaşayanlar bugünlerde tabi yavaş yavaş artık düzelmeye başladı ama epey bir zaman daha devam eder. Mesela Oslo da, Rotterdam da, Frankfurt’ta henüz güneşli geceler devam ediyor. Artık o bölgede yaşayanlar güneşli gecelere alışmak zorundadırlar. 45 derece enlemi geçtikten 46 dereceden itibaren başlayan 90 derece kadar devam eden güneşli geceler oluyor. Artık buna alışmak zorundalar ve Allah’a hamdolsun takvimlerimiz doğru. Aksaklıklar tamamen bizim elimizde olmayan sebeplerden kaynaklanıyor, az önce dediğim gibi Google Map’de daha önce böyle bir olay başına gelmediği için onlar da nasıl çözüleceğini bilemediler. Çok yüksek oranda girişler oldu oluyor da her gün. Artık o aksaklıkları inşallah yavaş yavaş giderilir. Hepinize çok teşekkür ediyorum Allah hepinizden razı olsun.