ABDULAZİZ BAYINDIR: Değerli izleyiciler bugün farklı bir konuyla karşı karşıyayız. Konu başlığımız; Kuranın tarihselliği iddiası ve miras örneği. MuhammedSav’in bekledikleri son nebi olduğunu kabul etmeyen yahudi ve hıristiyanlar, kurmuş oldukları islam enstütüleri ile daha doğrusu islamı araştırmakla görevli enstütülerle Muhammed’in aslında Allah’ın nebisi olmadığını, nebilik iddiasında bulunduğunu, bir kitap oluşturduğunu, onun da Allah’ın kitabı olmadığını, tevrat ve incil gibi olmadığını hep anlatıp dururlar. Bunların asıl temel iddiaları odur. Onun için islam yerine Muhammedilik derler. Zeki bir insanmış, gelmiş güzel şeyler söylemiş. Onların yetiştirdiği ve bize akademisyen olarak gönderdikleri de bu kafayla yetişiyor. Ama bazıları tabi bunu kabul etmiyor. Kabul ederek islam ülkelerine gelenler, Muhammed Allah’ın elçisi değildir diyemiyorlar. Bunu derlerse ilahiyat fakültelerinde yada islami eğitimin verildiği yerlerde öğretim üyesi olamazlar. Mecburen Allah’ın elçisi diyorlar. Kuran Allah’ın emridir de diyemiyorlar. Fakat öyle bir yapı oluşturuyorlar ki “o, o zamanmış” diyerek kuranı tarihe gömüyorlar. İşte hicri 7.asırda Mekke ve Medine’nin şartları altında ortaya çıkarılmış, o günün problemlerini çözen bir kitaptır. Muhammed de tabi ki Allah’ın elçisidir demek zorundalar islam ülkesinde oldukları için. Melek vasıtasıyla vahiy aldığını kabul edemiyorlar. Yapmış olduğu gözlemler, edindiği bilgiler, temasa geçtiği kişilerden aldığı bilgilerle toplumun problemlerini çözmüş. Dolayısıyla onlardan kendi içinde oluşan şeye vahiy diyorlar. Böyle bir yapı var. Bu, Fazlurrahman bunun asıl şeyidir. Türkiye’deki en etkili kişisidir. Sonra Ankara Okulu diye bir oluşum oldu Ankara İlahiyat Fakültesi’nde. Uzun süre onu dile getirdiler. Şimdi oldukça yaygın ve kuranı devre dışı bırakma çalışmaları din adına yapılıyor. Yani öyle bir şey ki kurana hizmet adına kuran devre dışı bırakılıyor. Bir takım örnekler veriyorlar. Bu verdikleri örneklerden bir tanesi de miras örneğidir. Mirasta kadın erkek ikili birli miras alıyor. O zamanın şartlarına göre çok güzel bir gelişmeydi çünkü kadına hiç miras vermiyorlardı. Ama bugün günümüzün şartlarına göre bunların yenilenmesi lazım! Yani nasıl o zaman Muhammed çıktı bir takım şeyler yaptıysa bugün de biz yapmalıyız. O günkü Muhammed’in görevini biz yapmalıyız. Ve burada dikkat ederseniz Allah devre dışı, Cebrail devre dışı islam devre dışı. Din, Odüskont’un anladığı bir yapı içerisinde: toplumun ürettiği şey. Ondan dolayı sünnet toplumun ürettiği bilgilerdir, icma vardır gibi bir takım şeyler söylenip duruyor. Sözü fazla uzatmadan, önce tarihselcilik nedir ne değildir kısaca onu Vedat’tan alalım. Ondan sonra da miras örneği üzerinden dersimizi devam ettiririz.
VEDAT YILMAZ: Hocalarımızın biraz sonra değineceği konuları iyi anlayabilmemiz için öncelikle tarihselciliğin ne olduğunu ne tür iddialar ortaya attığını bilmemiz gerekiyor. Ben burada kısaca tarihselciliğin en temel iddialarını söyleyeceğim. Öncelikle bir sözlük anlamı olarak tarihselcilik; bir metni normu ve eseri tam olarak ancak kendi tarihsel bağlamı içinde oturtulmak suretiyle anlaşılabileceğini ve değerlendirilebileceğini görüş ve yaklaşımı ifade eder.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İstersen anlaşılır şekilde şöyle yapalım; mesela diyelim ki hicri 7.asırda Mekke ve Medine’de doğup büyümüş bir ilim adamı düşünün. O, bulunduğu çevresindeki ilmi seviyeyi ancak bize intikal ettirir. Dolayısıyla onu o kendi bölgesi içerisinde kendi dönemine göre değerlendirmek lazım.
VEDAT; Dini ıstılahi bir anlam olarak tarihselcilik, kuranın 7.yüzyıl arap toplumuna hitaben Muhammed’e vahyedildiğini savuna görüştür. Buna göre kuran, tüm insanlığa indirilmiş evrensel yasaları taşıyan ilahi bir metin değil, 7.yy. arap toplumuna gelmiş ilahi bir hitaptır.
ABDULAZİZ BAYINDIR; İlahi kelimesi nerden geliyor?
VEDAT YILMAZ: İlahi kaynaklı olması hitabın.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tamam da ilahi kaynaklı olduğunu kim söylüyor ki? Allah’ın kendisi tarihle sınırlandırılamaz ki Onun sözünü tarihle sınırlandırasınız.
VEDAT YILMAZ: İlahi demeseler bu sefer müslümanım diyemeyecekler.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Arka planında başka bir şey var. İlahi kitap diyorlar aslında değil.
VEDAT YILMAZ: İlahi hitap diyorlar Hocam.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hitap mı? Ben onu kitap diye anladım, onun için. Hitap tamam.
VEDAT YILMAZ: Bu görüşe göre kuran, sadece o toplumun ahlak, inanç ve hukuk sorunlarını ele alır ve ona göre çözümler sunar. Tarihselci düşünceye göre kuran bir metin değil şifai bir hitabdır. İlahi vahiy Muhammed’in dilinde şifai olarak hayat bulmuştur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İlahi vahiy Muhammed’in dilinde..
VEDAT YILMAZ: Şifai olarak hayat bulmuştur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İlahi vahiy ne demek burda? Yani benim içime şunlar şunlar geldi. Yoksa bir melek falan yok. Düşünür gibi. Vahiy demek zorundalar çünkü aksi takdirde müslümanlara bir şey söyleyemezler.
VEDAT YILMAZ: Bu bağlamda kuran sistematik okumalara, îcâza, literal çıkarımlara konu olabilecek bir metin değildir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir dakika!! Bir daha oku.
VEDAT YILMAZ: Bu bağlamda kuran sistematik okumalara..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sistematik okuma yani biziö yaptığımız gibi. Kur’an’da Allah diyor ya açıklama ilmi! İşte, Fatih Hoca ile Erdem Bey her Pazartesi, Hilal Tv ekranlarında anlatıyorlar ya kuranı açıklama ilmini. Artık bundan sonra “usül” demeyeceğiz. Allah ilim diyorsa biz de ilim diyeceğiz. Kuranı açıklama ilmini. Böyle bir şey yok diyor. Efendim burda şurdan şu ayeti al burdan bu ayeti al, bunları birleştir, bir sonuca var. Böyle bir şey olmaz diyor. Birinci konsept dedi. İkinci?
VEDAT YILMAZ: Bir îcâza.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yok efendim bu mucizeymiş de insanlar bunu yazamazlarmış da, öyle bir şey yok.
VEDAT YILMAZ: Ve literal çıkarımlara konu olabilecek bir metin değildir. Yani mesela burda Allah böyle bir kelime kullanmış, demek ki Allah böyle bir şey söylemek istiyor. Metin üzerinden bir takım çıkarımlarda bulunmak.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sonuçta kuran Allah’ın kitabı. Muhammed’in o zaman yazdığı bir kitap. Haşa.
VEDAT YILMAZ: Kuranı bir metin olarak görmek, ondaki pek çok çelişkiyi, gereksiz tekrarları ve gramer hatalarını anlamayı imkansız kılar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kur’an’da çelişki varmış! Allah ne diyor? “velev kâne min ‘indi ġayri(A)llâhi levecedû fîhi-ḣtilâfen keśîrâ: eğer Allah’tan başkasından olsaydı çok büyük çelişkiler bulurlardı”(NİSA 82). E tabi siz o kuranın kendi metodunu ortaya koymazsanız, kelimelerin anlamını da değiştirirseniz tarih içerisinde çelişki varmış gibi gözükür.
FATİH ORUM: Kuranı bir metin olarak okunması durumunda çelişkiler yumağı olduğuna dair bir alıntı var. İsterseniz okuyayım onu. İskoç asıllı bir hıristiyanın, “kuran eğer bir metin muamelesi yaparsanız kuran şöyle bir kitaptır” diye ifadesi var. Müellif de buna katılarak diyor ki; “eğer hakikaten şu an elimizdeki kuranı bir metin olarak görürsek bu adamın söylediği her şeyin altına imza atmamız gerekir. Kuran Kıssalarının Mahiyeti, Mustafa Öztürk. Kuramer tarafından basılan kitaptan okuyorum.
ABDULAZİZ BAYINDIR; KURAMER: Kuran Araştırmaları Merkezi. İsmine dikkat edin.
FATİH ORUM: İskoç asıllı Hristiyan kuran için şu ifadeleri kullanıyor; “şunu söylemeliyim ki kuran bugüne kadar okumakta en çok zorlandığım, okurken yorulup usandığım bir kitaptır. Bezdirici bir intizamsızlık, karmakarışıklık, hamlık, bitmez tükenmez tekrar, laf kalabalığı, dolambaçlılık, kısacası son derece ham, yavan ve kahrı çekilmez bir saçmalık. Bir batılı insan tıpkı devlet arşivlerinde okunması güç evrak yığınlarında olduğu gibi kuran metnini de ancak vazife hissinin baskısı altında okuyup bitirmeyi başarabilir. Bütün bunlara rağmen kuranın nasıl olup da semada yazılmış bir kitap olarak kabul edildiğini anlamak güçtür. Kuranı iyi yazılmış bir kitap diyebilmek şöyle dursun herhangi bir kitap diyrbilmek dâhi meseledir. Kaldı ki o, daha ziyade teğanni ile okunan manzum metinlere benzer niteliktedir. Sonuçta kuran ancak kötü bir yazılı metin olarak nitelendirilebilir. Kuran sürekli olarak Muhammed’in çağındaki arapların hafızasında mevcut olan geçmiş peygamberlere ait kıssaları aktarır. İbrahim, Hud, Musa, İsa ve diğer gerçek veya efsanevi peygamberlerin birbiri ardınca şu veya bu kavme gelip günahlarından ötürü onları nasıl uyardıklarını defalarca anlatır ve can sıkıcı bu tekrarlardan bıkıp usanmaz”. Müellif diyor ki bu alıntıyı yaptıktan sonra;
ABDULAZİZ BAYINDIR: Müellif dediği Mustafa Öztürk. Halk bunu kurancı olarak düşünüyor. Kur’an’dan yanaymış diye millet düşünüyor. Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin tefsir hocasıdır. Bir de meali vardır. O, bu görüşe katılarak ne diyormuş?
FATİH ORUM: “Eğer kuranı hakikaten bir metin olarak görür ondan-biraz önce sözü edildiği şekliyle-lafızlar üzerinden bir anlam çıkarma, bir üretim faaliyetine girer isek bu adamların söylediği şeylerin altına imza atmamız gerekir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İstersen kendi ifadelerini oku da.
FATİH ORUM: Bir metin olarak algılandığında, bu algı ile okunduğu takdirde Kur’an’da tekrar bulunduğunu kabullenmek hatta bunun bir kusur olduğunu kabullenmek mümkündür” dedikten sonra bu alıntıyı yapıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Alıntıdan sonra bir değerlendirmesi var mı?
FATİH ORUM: Ondan sonra işte daha geniş açıklamalar yapıyor bu defa
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani savunmuyor değil mi O buna karşılık. O adam yanlış söylemiştir demiyor.
FATİH ORUM; Metin olarak kabul edersek bu adamın söylediği şeyler doğru. Onun altına imza atıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İşte buyurun. Yani resmi görün.
VEDAT YILMAZ: Tarihselci düşünceye göre Kur’an’daki kıssaların tarihsel bir gerçekliği yoktur.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Yani İbrahim As ile ilgili, AdemAs ile ilgili Musa, böyle bir şey olmamıştır yani. Böyle bir olay yok. Zihinlerindeki uydurdukları hikayeler.
VEDAT; Bu kıssalar mesajın muhataplarca sağlıklı bir şekilde benimsenebilmesi için kullanılan araçlardır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İnsanları etkileyebilmek için oluşturulmuş şeyler.
VEDAT YILMAZ: Bu düşünceye göre kuranın ahiret ile ilgili anlatımları arap toplumunun zevklerine ve zihin yapısına hitab etmektedir. Örneğin kuranın cennette kadın vaad etmesi, arap toplumunda oğlancılığın yaygın olmasından dolayıdır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Oğlancılıkla uzaktan yakından alakası yok. Oradaki, batılıların garson dediği-türkçede de deniyor-hizmet edenler. Hizmet eden erkekler. Haşa burda oğlancılık. Ne alakası varsa? Kuranın neresinden bulabiliyorlarmış onu?
VEDAT YILMAZ: Yine bu düşünceye göre Kur’an’da mucizeler kabul edilmez ve cin ve ruh gibi kavramlar kabul edilmez. Yani ontolojik bir varlık olarak kabul edilmez.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mucizeler kabul edilmez ne demek? Mucizenin varlığı kabul edilmez. Mucize diye anlatılan şeyler, öyle bir şey yoktur.
YAHYA ŞENOL: Denizin ikiye ayrılması gel-git olayı denk gelmiştir.
VEDAT YILMAZ: Aslında öyle de demiyorlar. Şöyle diyorlar Hocam; mesela MusaAs’ın asasını yere atıp yılan olması gibi bu tarz anlatımlar, aslında bu tarz bir şey yaşanmadı ama kuran bunun yaşanmışlığı yaşanmamışlığı üzerinde tartışmaya girmek istemediği için Allah yaşanmış kabul edelim diye bunu aktarmıştır. Çünkü kuran tevhid mesajını öne aldığı için bu tarz gereksiz tartışmalara girmek istemediğinden sanki bunlar yaşanmış gibi aktarmıştır diyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Görüyor musunuz? Bakın, bunda da var mı aynı şey.
FATİH ORUM: Çok daha detaylı bir şekilde var. Kıssaların aslında kurgu olduğu.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kurgu. Bunu ilahiyat hocası yapıyor, Kur’an Araştırmaları Merkezi de bastırıyor. Kurana büyük hizmet yapıyorlar!
VEDAT YILMAZ: Tüm bu sebeplerden ötürü kuran bugün herhangi bir meselenin çözümünde referans kaynağı olamaz. Böyle bir yaklaşım tarzının imajını yerlebir etmek anlamına gelir. Çünkü bugün tanrı insanlarla konuşacak olsa çok daha farklı şeyler söylerdi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani bu kitabı Allah’a mâletmek ne olmuş oluyor? Allah’a iftira oluyor değil mi? Şimdi anlaşıldı mı? Aslında kuran Allah’ın kitabı değildir diyememenin sıkıntısıyla evirip çevirip bir takım şeyler yapıyorlar. Böyle bir yapı içerisindeyiz. Ama bu yeni değil. Emeviler’den beri bu böyle. Şu anda hiç olmazsa dürüstçe bu söyleniyor. O zaman biz kurana uyuyoruz diyerek uymuyorlardı. İşte kuran birinci kaynaktır diyerek onu kaynak olarak uygulamıyorlardı. Dolayısıyla biliyorsunuz bizim bu Kitap Ve Hikmet dergimizin şurada resimi olan son sayısında Aslında Hepsi Paralel diye bir başlık atmıştık. Şu ana kadar oluşturulan her şey malesef paralel yapı. Yani altta Allah’ın hak dini, sanki üstte de Allah’ın diniymiş gibi ortaya çıkarılan bir yapı var. Biliyorsunuz son bir haftadır belki bir haftadan biraz daha fazla çocukların cinsel istismarı diye bir şey tartışıldı Türkiye’de. Bu bir siyasi tartışma niteliği şey yapıyor. Halbuki bu konu siyasi değil dini bir olaydır. Günedoğu’da töre cinayeti derler, töre cinayeti değil din cinayeti işlenir. Ama töre cinayeti derler. Çünkü şii-sünni ne kadar mezhep varsa kuranın çok açık ayetlerine rağmen Resulullah’ın çok açık hadislerine rağmen evlenme yaşı diye bir yaş kabul etmezler. Sıfır yaşından itibaren çocukların evlendirileceğini ifade ederler. Hatta böyle cımbızlamasına aldıkları iki tane kelimeyle o kelimelere de yanlış anlam vererek çocuklarla gerdeğe girilmesine bile fetva verirler. Kim? Mezheplerin yüzde yüzü. Peki tarihselcilikten farkları ne? Var mı bir farkları? Ama onlar bunu biz tarihselciyiz diyerek yapmıyorlar. Kurana saygıları var. Sabahtan akşama kadar ayakta beklemeyi bir şey zanneden saygı. Kuran uymak için gelmiştir, karşısında ayakta durmak içim değil. Fakat mesela enteresan bir şey, asıl çözülmesi gerekem insanlara çünkü bu müslümanlar şii olsun sünni olsun bütün mezheplere mensup olan insanlar, sokaktaki insanlar kuranın Allah’ın kitabı olduğunda şüphe etmez. İnanır ve güvenir. Bu insanlara bizim “işte beyler Allah’ın ayeti işte Resulullah’ın uygulaması işte sizin mezheplerin görüşü” diye doğruları anlatma mecburiyetimiz var. Biz anlatıyoruz Allah’a hamdolsun. İşte bak bu ekrandan anlatıyoruz, internet üzerinden sitelerimiz vasıtasıyla anlatıyoruz ama dine hizmet ettiğini söyleyenler bütün bunlara kulaklarını tıkıyorlar. Adeta kurşun döküyorlar kulaklarına ki en küçük ses gelmesin. İşid’e karşı çıktılar. Ezidi kadınları alıp cariye olarak pazarda sattılar falan. Onu da bütün delilleri ile kölelik cariyeliğin olmadığını Emeviler’den beri ilk defa koymak nasib oldu ama kulaklarına bu defa daha fazla kurşun doldurarak duymamaya çalışıyorlar. Ben de bunu gayet normal kabul ediyorum. Musa as o kadar mucizeleri gösterdi de görmediler bizi mi görecekler. Onu görmeyen Firavun neden dolayı görmedi? Çok kesin olarak biliyordu ki bu Allah’ın emridir, Musa ve Harun as Allah’ın elçisidir, gelenler Allah’ın ayetleridir ama Neml suresinin 14.ayetine göre sadece otoritesini kaybetmemek için böyle yaptı. “Tamam ama”, tamam ama dediğiniz an orada islam kalmaz. Ne farkı var bunların tarihselcilerden bizim geleneksel islam anlayışının? Fazlurrahman’dan okuyacak, kendi kitabını göster istersen.
VEDAT YILMAZ: Fazlurrrahman’ın Ana Konularıyla Kur’an isimli eseri. Bu da Ankara Okulu Yayınları’ndan çıktı. Burada Garanik hadisesi var biliyorsunuz Hocam. Buraya çok ilginç bir yaklaşımda bulunuyor. Granik hadisesi, Allah resulünün Habeşistan’a göç sırasında Mekkeliler ile yaşadığı bir tartışmada Necm suresinden bir ayet okurken o ayete ekleme yaptığına dair bir iddia. Orada şöyle bir iddia söylüyorlar; Lat, Uzza ve Menat putları için Allah resulü sözde ayete şöyle bir ekleme yapmış; “bunlar yüce kuğulardır, onların şefaatleri elbette umulur” yani bu putların şefaatleri umulur demiş Allah’ın resulü.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Tilkel garaikul ula ve innel şefeatunne le turca” böyle bir iddia anlatırlar. Yani bunlar çok yüce kuğulardır(Lat, Uzza, Menat), bunların şefaatleri umulur. Zaten Mekkeliler’in dediği de o. Ahirette bizi Allah’ın cezasından kurtaracak. Böyle güya bir ayet olmuş da Resulullah da haşa bunu söylemiş de!
VEDAT YILMAZ: Peygamberin uzlaşma konusundaki endişeleri, korkuları ve hatta uzlaşma için gösterebileceği tavırları Hac suresinin 52.ayetinde açıkça belirtildiği gibi nesh edilmiş yani iptal edilmiş. Yani Allah resulü bir dönem uzlaşma çabasına girmiş, daha sonra Hac suresinin 22.ayetiyle bu nesh edilmiştir. Bu çaba.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Şeytanın attığını Allah giderir”. O zaman vahiy de karma karışık oldu. Vahiy ne oldu? Şeytanın Resulullah’ın içine attığı vesvese oldu haşa. “Ve ma erselna min kablike min resulin ve ma nebiyyin illa iza temenna elka şeytanu ümmiyetihi: senden önce bir resul göndermedik ki bir şeyi temenni ettiği zaman şeytan onun temennisinin içerisine bir vesvese sokmasın”, “Allâhu mâ yulkî-şşeytânu: Allah şeytanın attığını nesh eder” yani yaptığı vesveseyi giderir. “ümme yuhkimu Allâhu âyâtih: sonra Allah ayetlerini sağlamlaştırır”. Şimdi burada az önce işte yapılan o iftiranın arapçasını söyledim size. Efendim orada ne diyor? Bu ayet gelmiş diyor.
VEDAT YILMAZ: Bununla birlikte nesh edilmiştir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ayet gelmiş diyor. Bu ayeti kim Resulullah’ın içine attı? Şeytan değil mi? Görüyormusunuz şeytanın vesvesesi ayet oluyor.
VEDAT YILMAZ: Hocam zaten devamında bunu açıklıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu, Ankara İlahiyat Fakültesi’nin Kuran Okulu diye açtığı ve onun başöğretmenidir Fazlurrahman. Bu insanların Süleymaniye Vakfını etkisizleştirmeleri yerden göğe kadar haklı değil mi? Herkes elinden geldiği kadar burayı susturmanın gayreti içerisinde ama C.Hakkın yardımıyla hamdolsun yürüyoruz.
VEDAT YILMAZ: “Bu açıdan şu meşhur hikaye tamamen anlaşılabilir mahiyettedir. Necm suresi 19 ve 20.ayetlerinde müşriklerin putlarından bahsettikten sonra “gördünüz mü o Lat, Uzza’yı ve üçüncü olan öteki put Menat’ı”. Peygamberimiz onlar hakkında “bunlar yüce kuğulardır ve onların şefaatleri elbette umulur” ifadesini kullanmıştır”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Niye “peygamberimiz” diyor orada? Şeytanın içine attığına ayet diyen kişiye nasıl peygamber diyor O şahıs? Ama demek zorunda yoksa kimse dinlemez onu.
VEDAT YILMAZ: “Bunun nedeni ise yine Necm suresinin 21 ve 23 ayetlerindeki ifadeleri ılga etmektir. Zira bu olay zaten müslümanların güç şartlar altında ve işkence edildikleri günlerde ve bir çok kimsenin yapılan zorlamalarla Habeşistan’a göç etmek zorunda kaldığı günlerde vukuu bulmuştur. Bazı ayetlerin diğer bazı ayetlerle değiştirildiğine kuran açıkça işaret etmektedir. Biz daha iyisini ve benzerini getirmedikçe bir ayetin hükmünü nesh etmeyiz veya onu unutturmayız.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şeytanın attığı vesvese ayet şimdi ayet oluyor değil mi?
VEDAT YILMAZ: Bunu neshe bağlıyor Hocam ve nesh olayını şöyle yorumluyor; “kuran açısından bir insan olarak peygamberin her zaman tutarlı olması ne garip bir şeydir ne uyumsuzluk arzeden bir şeydir ve ne de ayıptır. O ancak bir insan olarak insanlığa örnek olabilir” diyor. Yani buradaki olay, Allah resulünün insanlığından beşerliğinden kaynaklanan bir şeydir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani bu aslında ayet falan değil Onun sözü ama ayet demek zorunda kalıyor.
VEDAT YILMAZ: Bu olayı neshe bağlıyor Hocam. O da çok enteresan.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Peki o nesih ne? Zihinlerinin ne kadar darmadağınık olduğunu görüyor musunuz? Ve bu oluyor bir ilim. Ankara İlahiyat Fakültesi yıllarca bunu sanki bir şeymiş gibi Ankara Okulu diye şey yaptılar. Yıllarca uğraştılar. Onlardan bir tanesi diyor ki; “oturup Allah gibi bir tane kitap yazmak lazım” diyor. Otur da yaz hadi bakalım. Otur yaz. Bugüne kadar bir tane parağraf yazamadın madem öyle?
VEDAT YILMAZ: Hocam bir de sizin söylediğiniz gibi bütün bu şeyler, eleştirdiğimiz noktaları tarihselcilik de kurana mâl ediyor zaten. Yani küçüklerin evlendirilmesi Kur’an’da vardır diyorlar, mut’a nikahı Kur’an’da vardır diyorlar, cariyelerle ilişki Kur’an’da vardır diyorlar, mürted ve kafirin öldürülmesi, bunların hepsi Kur’an’da vardır diyorlar. Hatta tarihselci bir arkadaşımla konuştuğumda bana dedi ki; “eğer sen kurana göre yaşayalım diyorsan, kuran müslümanlığı diyorsan senin İşid’e katılman lazım. Çünkü bugün İşid’den daha iyi kuranı uygulayan yok dünyada” diyor. Böyle bir kafa var Hocam.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Evet kafa bu. Eskiden bana da birisi söylemeye çalıştı da başaramadı tabi. Perde arkasından konuşurlar yüzümüze gelip konuşamazlar. Çünkü diyecek sözleri yok. Ellerinde avuçlarında hiç bir şey yok. Laf kalabalığından başka bir şey değil. Bunlardan birisiyle oturduk konuştuk uzun uzun. Yarım saatten fazla konışuyor, konuşuyor işte batıda yetişmiş gelmiş. Ya nir tane örnek ver de ne dediğini anlayayım, ne dediğini pek anlayamıyorum dedim. Örnek yok. Peki çözdüğünüz bir problem var mı? Yok. Daha ne konuşup duruyorsun ya! Ve bu oluyor ilim. Bunalar çok çabucak yükseltiliyor, etkili noktalara getiriliyorlar. Bugün bir arkadaş söyledi. Sen mi söyledin yoksa? Yok sen değil başkası galiba. Televizyonda meşhur bir tanesi demiş ki; “kuran müslümanlığı Fetöcülük’ten başka bir şey değildir”. Fetö de “kuran müslümanlığı sapıklığı” diyor üstelik. Şimdi görüyormusunuz dini öğrensinler diye öğrencileri kimlere teslim ediyoruz. Ve bizim de etkimizin mümkün olduğu kadar azalması için de elden gelen ne varsa yapılıyor. Bunlar her yerde baştacı. Televizyonlarda, şurda burda istedikleri gibi konuşurlar ama burda yapılanları kimsenin duymaması için ellerinden gelen her şey yapılır.
FATİH ORUM: Vedat bu meselenin alt yapısını oluşturdu. En azından hatırlattı. Yani böyle bir damar var. Bugün odukça revaçta olan tarihselcilik diye bir şey var be bugün kurana bakış açısından temel bir ilke olarak kabul ediliyor. Şu ana kadar anlatılanlar esasında teorisi. Peki bu düşüncedeki insanların bir adım sonraları nedir? Böyle düşünüyor, kuran hakkındaki düşüncesi bu. Peki pratikteki değeri nedir bu düşüncenin dersek işte asıl bizi asıl ilgilendiren şey o. Biz inşallah seri halinde bu iddiaları gündeme getireceğiz. Bugün onu ilke olarak miras hukuku yani insanlar şunu diyorlar; “elimizdeki ilahi kitap dediğiniz şey 1400 yıl önce belli bir coğrafyaya belli bir eğitim, kültür, ekonomik, sosyal seviyesi olan insanlara indirildi, onların problemlerini çözdü. Dolayısıyla siz oradaki uygulamaları, çözümleri, hükümleri bugüne taşırsanız esasında Allah’ın rızasına muradına da uygun bir iş yapmamış olursunuz deniyor. İşte bunlardan birisi miras hukukuna dair bir mesele.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İndirildi derken neyi kastettiikleri de ortaya çıkar.
FATİH ORUM: Hepimizin malumu, burada defalarca şu veya bu şekilde gündeme getirildi yazıldı çizildi. Kur’an’da detaylı bir şekilde kıyamete kadar geçerli olacak miras hükümleri var. Ve bunlardan en çok gündeme getirilen ve güncelliğini koruyan konu kadın ve erkek arasındaki ikili-birli taksim. Yani ölen bir kişinin erkek ve kız çocukları olduğunda erkeğin iki hisse kadının bir hisse alması ikili-birli şeklindeki hüküm. Şimdi diyorlar ki bu tarihselci yaklaşımı benimseyenler: Önce şöyle bir zemin oluşturuyorlar; kuranın indiği coğrafyada kadının hiçbir hakkı hukuku yoktu. Bütün mahrumiyetlerle muhataptı. Zaten kocası tarafından sürekli baskı altında tutılan zulme uğarayan ve kocası yada işte ne bileyim babası öldüğünde kendisine mirastan hiç bir hak verilmeyen toplumun bireyleriydi kadınlar. Peki kuran inerken bunları görmeyecekmiydi? Tabi ki görecekti. Görmezden gelemezdi. Ve esasında o dönem için çok radikal ve köklü bir adım attı ve dedi ki; “siz kadınalara mirastan hiç pay vermiyorsunuz. Bari gelin bir orta yol bulalım. En azından şimdilik erkeğin payının yarısını da onlara verin” diyerek esasında o toplum için büyük bir adım atmış oldu. Yani Kur’an’daki ikili-birli taksime bakış açısı bu. Dolayısıyla peki bunu yaparken kuran neleri dikkate aldı? Şunu dikkate aldı: kadının o toplumda ekomomik açıdan sosyal açıdan fazla bir etkinliği yoktu. Aileye bir getirisi yoktu katma değeri yoktu. Dolayısıyla ama tamamen mahrum bırakmak da çok hakkaniyete uygun değildi. Tüm bu parametreleri bir araya getirerek dedi ki; “kadınalara erkek gibi tabi ki vermek şu an için doğru olmaz. Yarısını verin, onları da sevindirin” diyerek bir adım atmış oldu.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O zaman, kuran atmadı Muhammed attı da mecburen kuran diyorlar.
FATİH ORUM; Peki bugüne gelirsek Kur’an’da ayrıntılı bir şekilde anlatılan bu hükümler bugünün insanı için ne anlam ifade eder denilirse? Diyorlar ki; “aradan 1400 yıl geçti, insanlık şu veya bu şekilde bir tekamül geçirdi, ilerleme geçirdi gelişti ve kadının toplumdaki statüsü değişti. Kadın, gelir-gider dengesi içinde artık bir etken yol oynamaya başladı ve bu, kuranın ikili birli taksimi bugün için hakka, adalete, sosyal değişim ve gelişim ilkelerine uygun bir yaklaşım tarzı olmaz. Nitekim zaten olmadığı için de bugün fıtratlarını konuşturan kadınlar buna karşı çıkmaktalar. Ve demektedirler ki burada bir yanlış var. Ve evet mesela Fazlurrahman, biraz önce..
ABDULAZİZ BAYINDIR: İstersen Fatih önce şey yapalım bak! Bu iddialarının bir tarihi arka planıyla bir karşılaştırma yapalım. Resulullah’ın ilk eşinin adı neydi? Hatice validemiz. O dul idi değil mi? Dul bir hanımla evlendi yani. Neydi O, zengin bir kadın değil miydi? Peki madem Ona babasından miras kalmadı, o parayı nerden buldu? Madem kocası Ona hiçbirşey vermedi nasıl zengin oldu? Madem bu kadınlar o toplumda hiç bir sosyal ve ekonomik etkinlik gösteremiyorlar onu nasıl tüccar yaptılar? Değil mi? Gerçekten böyle bir cahiliye toplumu oluşturuluyor ki ne kadar yanlış ararsanız orda ne kadar kötülük ararsanız orda. Halbuki öyle değil ki. Allah onaları Kureyş suresi diye özel bir sure indirmiş. Kureyş suresi ile onların ne kadar saygın bir konumda olduğunu anlatmış. Peki onun dışında bir şey söyleyeyim ben sana. Çağımızda kadın çok saygın dedi değil mi? Peki bugün dünyanın en ileri devleti hangisi? Amerika değil mi? Peki Amerika’nın başkenti nere? Washington değil mi? Bak? Washington’dan bir hanım doktora yapmak üzere bize gelmişti. İstanbul Müftülüğü’ndeyken. Yani oradaki arşivde. Şeriyye Sicilleri arşivinde. Kız yani evli falan değil. Geldi orada iki sene kadar kaldı. Geldiği zaman türkçe tek kelime bilmiyordu. Arşivde Osmanlı arşivinin o kadar güzel yanı vardır ki araştırma çok kolaydır. Çünkü o kavramlar asırlar boyunca hiç değiştirilmemiştir. Belge şekli değiştirilmemiştir çok kolaydır. Sonra türkçeyi öğrendi. İki yıl kadar geçti baktım ki çok üzgün. Niye üzülüyorsun dedim hayırdır. İzinim bitti dedi Washington’a geri dönemek zorundayım. Dedim bundan dolayı sevinmen gerekir. Senin orada annen baban yok mu? Var. Arkadaşların eşin dostun hepsi var. Senin doğup büyüdüğün yer değil mi orası? Evet. E niye üzülüyorsun? Aynen sözleri şöyle Onun; “ben insan olduğumu burada öğrendim” dedi. İnsan olduğunu! Burada öğrendim dedi. Bak dedi “ben iki senedir burdayım sizin hiç biriniz benim dişiliğimle uğraşmadınız, hiç aklınıza bile gelmedi. Hep kişiliğim ile uğraştınız. Bana insan gibi değer verdiniz. Sanki sizin kız kardeşinizim sanki sizin en yakın akrabanızım gibi davrandınız. Hep sizden ilgi gördüm sıcaklık gördüm. Benden hiç bir şey beklemeden bana her türlü yardım ve destekte bulundunuz”. Tabi maddi olarak maddi ihtiyacı yok da. Ben dedi böyle bir şey hiç görmedim ki şimdiye kadar”. E hadi şimdi buyrun. Buyrun hadi. O algı yönetimi ile insanları aldatmaları başka bir şey gerçekler başka bir şeydir.
FATİH ORUM; Mesela bunu dillendirenlerin başında bu sözüne ettiğimiz durumu biraz önce Vedat Hoca’nın atıfta bulunduğu Fazlur Rahman bunu kitabında bizzat söylüyor. İslami Yenilenme/Makaleler kitabında. Bu konuda değişimleri de dikkate alarak yeniden düşünmenin ve bu hükümlerde değişiklik yapmanın zorunluluk olduğunu söylüyor ve devamında diyor ki; “zaten ayetler de buna müsait”. Biraz önce Yahya Hocam biraz sonra şey yapacak. Onların iddialarını detaylı bir şekilde. Zaten ayetlerin de yapısı buna müsait böyle düşünmemizi gerektirir diyerek mesela çok da ilginç bir örnek verir ve der ki; “kocası ölen bir kadın çocukları varsa 1/8 alırken çocukları yokken 1/4 alır. Bakınız bu bile değişiklik olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bu bütün burdaki ifadeleri zamana, şarta göre düşünmemiz gerektiğinin önemli bir göstergesidir” diyor. Ve öte taraftan şunu söylüyor; “siz ayetlerle oynamayın. Tamam, ayetler orada olduğu gibi kalsın ama hayattayken kitabın yapmış olduğu, en azından bu şekildeki bir tasnife uymayın. Ayetleri değiştirmeyin ama hayattayken bir takım vasiyetlerle bu pürüzü halledin” diyor. Zaten müslümanlar bunu bu şekilde hallediyorlar diyerek de yanş Kur’an’daki bu..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Vasiyet diye bir şey yok biliyorsun. Vasiyet konusu: bugün biz vasiyet derken algıladığımız konuda kurana ve Resulullah’ın uygulamasına yüzde yüz aykırı, mirasçıdan mal kaçırma dışında bir anlamı olmayan bir yapıdır ki kabul etmeyen tek mezhep yok. Niye? Çünkü bir insanın mirasçılarına kızdıktan sonra malını ondan almak çok kolay. Bir de cennet vaad ederseniz adama o da kolay. Malını almanın çok kolay bir yolu. Hadi bunu kabul eden hep bütün mezhepler kabul eder ama mezhepler şunu da söyler; “la vasiyeti varisin; mirasçıya vasiyet yoktur” derler. Bu onu da değiştirmiş değil mi? Mirasçılara vasiyet ederek bırakıyorlar. Batı hukukunda yapılır bu. İslam hukukunda olmaz. Mirasçıyı mirastan mahrum etme diye bir olay da yoktur islam hukukunda.
FATİH ORUM: Genel itibariyle sonuç bu. Bunun bence tarafı bence bugün ister tarihselci diyelim ister kuranı ön plana çıkaran olsun ister gelenekçi olsun şu olsun, bu olsun şu veya bu şekilde artık çok kişi tarafından dillendiriliyor olması. Yani evet kardeşim burada bir sıkıntı var ve bu giderilmelidir diyerek bu yaklaşımı bugün kadın erkek bir çok insanın günümüzde benimsediğini görüyoruz malesef.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Ben müslümanım diyor hem de bakıyorsunuz ki Allah’ın emirleri eğer keyfine uymuyorsa çok rahat bir şekilde ordan başka tarafa geçebiliyor. Zaten imtihan odur: dünyayı ahirete tercih. Bir insan “aman benim konumum sarsılmasın, bulunduğum makamı kaybetmeyeyim” diyerek Allah’ın ayetlerini ikinci sıraya atar ise işte imtihanı kaybetmiş olur. Aman işte maddi durumumuz, işlerimiz problemlerimiz ama falan derse kaybeder. Dünya budur yani. İmtihan esasen C.Hakkı her şeye tercih edip etmeme imtihanıdır. Allah’ı ikinci sıraya koyduğunuz an Allah ile ilişkimiz biter. Allah’ın emirlerini yasaklarını ikinci sıraya koyduğunuz an ilişkiniz biter. Yoksa lafta herkes kendini mümin sayar. İblis bile kuranın ayetinde “inni ahafullah” der yani “ben Allah’tan korkarım” der. Senin lafınla olmaz ki. Araf suresinin 30.ayetinde bütün sapıkların kendilerini doğru yolun ortasında gördükleri ifade edilir. Bizim görmemiz önemli değiş Allah görüyor mu? Bir de bu Fatih’in anlattığo miras meslesine bir ilmi kılıf verenler var. Yani kurana biz uyuyoruz ama ayetlerde şu var diyerek ilmi kılıf verenler var. İstersen ikisinden bahsetmeden onu sen anlat Yahya.
YAHYA ŞENOL: Konumuz tabi esas itibarıyla tarihselcilik. Yani tarihselcilik neydi? Bir metni kaleme alındığı dönemin, o zamanın, o mekanın şartlarına göre değerlendirip ona göre okumak. Yani şu an görüyorsunuz bizim arkamız, sağımız solumuz her taraf kitap. Bunlar çoğu fıkıh kitapları, hadis kitapları falan da var. Siz herhangi bir fıkıh kitabını okuduğunuz zaman yani bir Hanefi fıkıh kitabı Mebsud’u veya Şafi fıkıh kitabı Mûni’yi veya Mecmû okuduğunuz zaman ne bakış açısıyla okuyacaksınız onu? Yazarı kim? Serahsi, öbürünün yazarı Hatip Şirbini veya Nevevi. Kendi döneminde yaşadığı çağda oluşmuş ilmi birikimi kaleme almıştır. Kendisinin yaşadığı özel şartlar da buna dahildir çevresindeki her türlü ilmi gelişme buna dahildir. Siz o kitabı okuduğunuz zaman bileceksiniz ki o dönemin görüşlerini ve şartlarını yansıtıyor. Bu fikri bir de alıp Allah’ın kitabına uyguluyorlar. Yani diyorlar ki; “kuran da neticede 610 yılında nübüvet ve risaletle görevlendirilmiş olan MuhammedAs”..
ABDULAZİZ BAYINDIR: O cümleyi niye söylüyorlar?
YAHYA ŞENOL: Onu kalkıp buna getiriyorlar. 632 yılına kadar..
ABDULAZİZ BAYINDIR; Nübüvvet ve risaletle görevlendirilmiş kelimesi ne? Öyle olduğunu iddia eden demeleri lazım dürüst olmaları için.
YAHYA ŞENOL: Ama müslüman sonuçta bunu söyleyen ya! Mecbur tabi ki.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Müslüman olduğunu iddia eden.
YAHYA ŞENOL; Şimdi kuran da o dönemin yani 610-632 yılları arasında Mekke ve Medine’de ve onun çevresinde yaşanan sosyal, siyasi, askeri, ekonomik hayatın bize bugün metin şeklinde sunulmuş bir hâli kısacası. Biraz önce okundu baş tarafta: o gün yaşanan sorunlara cevap olsun diye tarihin belli bir döneminde söylediği sözlerdir. Bugün için de bugün sen karşına Nisa suresinin miras ile ilgili ayetleri geldiğinde yapacağın şey, kendini o döneme taşımak Mekke ve Medine’ye götürmek, o günün şartları çerçevesinde bu ayetleri anlamak. Sen 2016 yılında kalkıp kuranı sanki bugün inmiş gibi okur ve bugüne bir çözüm sunuyormuş gibi değerlendirirsen hata etmiş olursun. Tarihselciliğin temel iddiası budur. Kuran 610-632 yılları arasındaki sorunlara çözüm sunmuştur, 2016 yılında, 2020, 40 ilerleyen yıllarda kuran bize bir çözüm sunmayacak. Çözümü biz başka yollardam bulacağız. Ve bunu islam adına müslümanlık adına söylüyorlar. Yani İskoç gayrımüslim biri tarafından yazılmış olanlara biz ne dedik; “ya böyle şeyler söylenir mi? Bir müslüman bunu asla söyleyemez” zannediyorsunuz ama malesef söylüyorlar. İşte gördünüz. Bugün bir tefsir hocası bir meal yazarı, tefsir çalışmasına devam eden ilahiyatçılarımız bügün aynı görüşü daha değişik daha yumuşak sözlerle ifade ediyorlar. Özeti ne: “kuran bugüne ait bir çözüm sunmaz. Biz kuranı Fatihası’ndan Nas’ına kadar okuyup da 2000’li yıllarda ortaya çıkmış olan sorunlara çözüm bulamazsınız. Baştan yanlış yapıyorsunuz. Zaten siz buna kitap muamelesi yaptığınız an düğmeyi baştan yanlış bağlıyorsunuz. Ondan sonra sizin doğruyu tutturmanız mümkün değil. Niye? Çünkü bu, sizin bildiğiniz gibi bir kitap değil. Bu hitap. Allah’ın o döneme ait o dönemle sınırlı kalmak kaydıyla söylediği sözlerden ibarettir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hitap ile kitabın farkı ne? İzleyicilerimiz bir şey yapsın yani. Niye hitap niye kitap?
FATİH ORUM: Aslında onu şöyle ifade ediyorlar Hocam. Diyorlar ki; “elimizdeki bu ilahi mesaj gökten indi..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu “ilahi” kelimesini kullanmasalar keşke başka bir şey söyleseler. Allah’a ait olduğu iddia edilen kitap desinler, metin desinler.
FATİH ORUM: Gökten indiği kadar yerden bitmedir diyorlar. Yani hem gökten inme hem yerden. Şunu kastediyorlar; “aşağıda bir takım olaylar oluyor, bir takım talepler oluyor, bir takım beklentiler oluyor, tartışmalar oluyor. Aşağıdakiler yukarıdan gelecek mesajı şekillendiriyor. Dolayısıyla bu, Allah’ın kurguladığı..
YAHYA ŞENOL: O sorun olduğu için ayet iniyor. Yoksa ineceği falan yok. O sorunu çözmek için.
FATİH ORUM: “Kelimeleri şöyle tasarladım şöyle yaptım, birbiriyle bağlantılı olarak hazırlayıp aşağıya gönderiyorum ve alın bunu tahlile tabi tutun ve burdan çözüm üretin” değil de aşağıdaki bir takım sorunları çözmek, bazen oradaki sorulara cevap vermek, bazen orda.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Günü kurtarmak
FATİH ORUM: Aynen öyle. Dolayısıyla bu esasında aşağı ile yukarıdaki arasındaki diyalog. Bir metin değil. Beraberce oluşturulmuş bir şey.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onlara şöyle şöyle söyle susarlar. Şunu de tamam.
YAHYA ŞENOL: Bir nevi pansuman gibi. Yara olmuş yarayı kapatmak için acil bir çözüm. O yüzden bir kitap değil hitap. O güne söylenmiş ve o gün bitmiş o hitabın içeriği. Bugün farklı şeyler bulmamız lazım. Dolayısıyla o görüşte olanların kuranın bugün örneğini vereceğimiz miras konusundaki temel yaklaşımları da aslında şu. Fatih Hocam özetlemeye çalıştı, tekrar olsun diye söylüyorum. Evet, kurana baktığımız zaman Nisa suresinin 11.ayetinde Allah şöyle buyuruyor; “yusikumullahu fi evladikum liz zekeri mislu hazzıl unseyeyn” Allah miras konusunda erkeklere kızların iki payı verilmesini emrediyor. Yani bir adam ölmüş geriye bir kızı bir de erkek çocuğu kalmış. Erkeğe iki kuza 1 pay verilmesini Allah emrediyor. Doğru mu doğru! Peki bu ayet bugün için de mi böyle? Hayır işte yanlış burda. Bu ayetin indiği dönemin şartlarını hani okumamız gerekiyordu ya bizim, öyle bir öngörümüz vardı. O zaman o bakış açısıyla okuyalım. Tarihselci bakış açısı şunu bize söyler. Der ki: kuran nasıl bir ortamda indi? Kadınlara mirastan hiç bir şekilde pay verilmediği, kadınların hep ikinci, üçüncü plana atıldığı, “insandan” bile kabul edilmediği bir ortamda indi. Erkeklerin mal edinme yöntemi de en birinci sırada savaş ve savaş sonucunda elde edilen ganimetlerdi. Veya ikinci sırada ticaretti ama erkek egemen bir kültürde bunlar hep oluyordu. Erkekler savaşır erkekler ganimet elde eder. Erkekler ticarete gider erkekler kazanır. Böyle bir ortamda kadınlara hiç bir şekilde mirastan pay verilmiyordu. Ama işte Allah, o günkü ortamda adaleti tesis edebilmek için hiç bir şekilde ata binip savaşa gitmeyen, kılıç sallamayan adam öldürmeyen gerektiğinde veya yine atına binip Şam’a, Yemen’e, şuraya buraya ticarete gidip de para kazanmayan kadınlara adaleti tesis etmek için en azından erkeklerin yarısı kadar pay vermeyi murad etti ve o gün böyle bir adalet tesis etti C. Hakk. Dolayısıyla bugün kadınların da çalıştığı kadınların da üretime doğrudan katıldığı, ticaret yaptıkları bir ortamda siz hala ikili-birli bir pay yapamazsınız doğru değildir diyorlar. Dolayısıyla tarihselci bakış açısına göre ayetler o gün için doğruydu. Doğru bir paylaşımı öngörüyordu ama siz bunu 7.yy’da bırakmak durumundasınız. Bugüne farklı bir şeyler söyleyeceksiniz. Bugün kadınlar da erkeklerle eşit bir hayat yaşadıkları için mirasta da baba öldüğü zaman kızına ne veriliyorsa erkeğine de o verilecek. Ama bu tarihselci bakış açısının dışında kendilerine tarihselci olarak sunmayıp kuranı temel aldıklarını söyleyen hocalarımız da benzer görüşlerle ayetleri algılayabiliyorlar. Fakat onlar, dediğimiz gibi ayetleri tabi ki kendilerine temel almadıkları için buna bu görüşlerine ayetten de dayanak gösteriyorlar. Mesela diyorlar ki; “evet 11.ayetini Nisa suresinin temel alırsak biz, kızlara erkeklere yarım hisse pay vermemiz lazım ama bu eksik bir okuma olur. Niye? Birincisi tarihsel şartlar: evet, kuran bir devrim yapmıştır. Kadına mirastan hiç bir şekilde pay verilmeyen bir ortamda en azından yarım pay vererek anormal bir derecede yenilik getirmiş. Muazzam bir yenilik getirip kadının konumunu yükseltmiştir.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Bunlar o tarihselciler ile alt yapı açısından birdir.
YAHYA ŞENOL: Tarihsel bakış açısından aynı ama bir de onlardan farklı olarak diyorlar ki; “Nisa suresinin hem 7 hem de 32.ayetlerinde bu oranların değişmez oranlar olmadığını da biz anlıyoruz. Yani o gün için o idi ama bugüm için şu, şu, şu olabilir” görüşünü temellendiriyorlar. Diyorlar ki mesela; “Nisa suresinin 7.ayetinde C.Hakk buyuruyor ki; NİSA, 7.. Ayet: Lir ricali nasıybüm mimma terakel validani vel akrabune : erkeklere anne ve babalarından ve yakınlarından kalanlar/onlara bıraktıklarından bir pay vardır”. “Nasibun”. Bu, arap dili açısından nekira bir ifadedir. Tercüme ederken “bir pay” yani o belirsiz bir paydır. Yoksa rakam olarak 1 pay demek değildir. Anne ve babadan erkeğe sadece 1 pay var değil. Bir pay vardır. Ne kadar? Onu Allah daha sonra açıklayacak. Ayet devam ediyor; “ve lünnisai: kadınlara da vardır/kızlara da vardır”. Ne? “nasıybün: yine bir pay vardır”. Neyden? “mimma terakel validani vel akrabune: anne ve babalarından kalan mallardan ve yakın akrabalardan kalan mallardan” kadınlara da bir pay vardır. Bakın 1 erkeğe 1 kadına. Demek ki diyor 11.ayette erkeğe 2 kadına 1 her zaman için genel-geçer bir prensip değilmiş. Anne ve babadan 1 pay erkeğe 1 pay kadına. İşte bu Allah’ın aynı zamanda kadına bu ayetteki de emri. Hem de ayet diyor ki devamında “mimma kalle minhu ev kesura: azdan veya çoktan”. Şimdi bunu da çok değişik bir şekilde aynen alıntıdan şöyle okuyayım.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Verdikleri meali bir oku.
YAHYA ŞENOL: “Mimma kalle ev kesur” şöyle; “azdan ya da çoktan”. Mal az kalmış yada çok kalmış önemli değil.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Miras kalan malla alakalı.
YAHYA ŞENOL: Bu şimdi birinci bakış açısı. Deniyor ki bakın; “önce ‘kalle minhu ev kesur’ az olsun çok olsun bu pay verilir. Bakın, azdan çoğa doğru aslında bir ilerleme olduğunu görüyoruz biz bu ayette. Çoktan aza doğru değil. ‘Mimma kesura minhu ev kalle’ değil “kalle minhu ev kesura: az veya çok’. Bu, şu bakış açısıyla da okunabilir: azdan az verin çoktan çok verin olabileceği gibi şimdilik az olur ama gelecekte şartlar uygun hale gelince çok da olur bu paylar.
ve lin nisai nasıybüm mimma terakel validani vel akrabune
Yani kadına zaman gelir ikiye-birli taksim yaparsınız, zaman gelir ikisine de eşit pay verirsiniz, zaman gelir kız kardeşe erkek kardeşten daha fazla da pay verirsiniz. Bu, hükmün değişebileceğini göstermesi bakımından önemli bir veri bizim için”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kuranı kendilerine uydurmaya çalışıyorlar ama uyması mümkün değil ki.
YAHYA ŞENOL: Yani bu, ayetleri aslında illete dayalı olarak önemini de gösteriyor deniyor bizim için.
ABDULAZİZ BAYINDIR; İllet neymiş? Nerde varmış? İllet: sebep demek.
YAHYA ŞENOL: Ayetleri okuduğumuz zaman hem Nisa 11.ayeti hem 12.ayeti, C.Hakkın miras paylaşımında esas maksadının-aslında makasıdı şeria açısından okunuyor bu-adaleti en güzel şekilde yerine getirmek olduğunu anlıyoruz.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Neresinden anlıyorlarmış onun?
YAHYA ŞENOL: İşte o, çıkıyor bir şekilde. “O gün için adalet en güzel o şekilde yerine getiriliyordu. Bugün için adalet nasıl en güzel şekilde yerine getiriliyorsa o şekilde. Yeri gelir eşit olur yeri gelir kadın fazla alır. Eşit olmak da zorunda değil.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Bak şimdi kendini bir an için onların yerine koy onları gerçekten savunmaya çalış. Bir an için. Hatta Fatih de yapabilir onu. Sen yapma boş ver söyleyeceğini söyledin. Şimdi bak! Bunlar dediler ki; 😮 toplumda kadınların bir şeyleri yoktu” değil mi? Tamam. Peki bu sure indiği zaman bu surenin ilk muhatapları o toplumda doğup büyümüş insanlar değilmiydi? Bak burada diyor ki; “anne-baba ve en yakınların bıraktıklarından”. Baba demiyor. Bunlara göre babası demesi lazım değil mi? Annenin nesi var ki? Niye anne-baba diyor orada? O zaman çıkar Ebu Cehil dalga geçerdi “o da nerden çıktı” derdi. Şimdi bu bir. İkincisi: zaten burada “nasiyben mefruda” ona hiç değinmişler mi?
YAHYA ŞENOL: Değinmişler. Bu “nasiyben mefruda” hani “Allah tarafından belirlenmiş olan paydır bu” ifadesi 11.ayette yapılacak olan paylaşımları değil, daha önce kadınlara hiç verilmeyen ama artık bu ayetlerle birlikte kadınlara da verilmesi gereken payı ifade eder.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Demek ki 11.ayeti hiç okumamış bunlar.
YAHYA ŞENOL: 11.ayet başka. Bu ayet sadece kendi içerisinde..
ABDULAZİZ BAYINDIR; Neyse.. Sen şimdi az önceki savunmaya karşo bir şey diyor musun? Onların yerine koy kendini.
YAHYA ŞENOL: Şimdi şöyle savunabileyim. Bu ayetler zaten Allah’ın kadınların da geriye mal bırakabileceğini söylemesi bakımımdan önemli. Ama öncesine dair bir bilgi edinemeyiz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani demek ki bu ayetler indikten sonra büyümeye başlayanlarla ilgili. Ondan sonra müslüman olacaklarla ilgili. Ama o zaman tarihselcilik kalmıyor ki.
YAHYA ŞENOL; Zaten bunu söyleyenler tarihselcilik iddiası olanlar değil. Sadece uyuştukları açısından aynı görüşleri ileri sürüyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Nasiyben mefruda”ya ne demişler?
YAHYA ŞENOL: “Nasıyben mefruda: Allah’ın artık belirlediği bu pay” yani kadınlar da mirastan pay alsınlar. Allah tarafından onlara da bir pay verildi artık.Eskiden hiç alamıyorlardı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Farz kelimesinin Arapçası “kesmek”. Şunu böyle kesiyorum: ayırdım. İkisi birbirinden ayrı parça oldu mu? İşte kesilmiş, belirlenmiş, belirli paylar demektir “nasiyben mefruda”. Belirlenmiş paylar! Peki hani kuranın ayetleri birbirlerini açıklar ya, “mafrud” kelimesinin açıklaması 11.ayette var. Şimdi burda ben bu arkadaşların isimlerini söylemedim ki inşallah kendilerini düzeltirler çünkü bu, birilerinin zihin karıştırması olabilir. Biz de çok yaşıyoruz. Biliyorsunuz yanlış öğrendiklerimizi az sonra düzeltmeye çalışıyoruz. Şey değil o. 11.ayetin sonunda şöyle diyor Allah; “abaukum ve ebnaukum”. “Âbaukum: babalarınız”. Babalarınız derken anne de girer arap dilinde. Çünkü zaten vâlidani anne dedi yukarıda. “Ve ebnaukum; oğullarınız”. Bu kelimenin içine kızlar da girer. Çünkü ayette kız ve erkek ayrımı var. Arap dili böyledir yani. Dilin ifade tarzı bu. Diyor ki Allah; “la tedrun; siz bilemezsiniz”. Ben burada payları verdim ya, bu paylaştırma sizin yapabileceğiniz bir şey değil diyor. Neyi bilemezsiniz? “Eyyuhum akrabul lekum nef’a”. “Eyyuhum: onlardan hangisi”, anneniz mi babanız mı, oğlunuz mu kızınız mı hangisinin faydası daha fazla olur. Bunu bilemezsiniz diyor. Siz bunun hesabını yapamazsınız diyor. Ondan sonra diyor ki; öyle olduğu için “feridaten minallah: Allah tarafından belirlenmiş paylardır” bu payları siz belirleyemezsiniz diyor Allah. Tamam mı?
YAHYA ŞENOL: Aynı kelime, sayfanın 3.satırına gidelim “nasiyben mefruda” – “feridaten minallah”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Mefrud” kelimesi “farida” kelimesi arap dili bakımından fail veznindedir. İsmi fail ismi meful olur. Yani medrud manasına da gelir.
YAHYA ŞENOL: Dolayısıyla orda anlatılan paylar bunlar olması lazım.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Aynı kelime burada başka bir kalıpta tekrarlanıyor. Yani belirlenmiş pay. Belirleyen kimmiş? Allah. “Siz bilemezsiniz” dedi. Siz bilemezsiniz dediğine göre bunu MuhammedSav mi belirlemiş? “Siz” kelimesinin içerisine O girmiyor mu? Hangisinin size faydalı siz bilemezsiniz yani faydanın orantısını belirleyemezsiniz. Şimdi bakın kadınlar genellikle hayatlarının şöyle 20 yaşına kadar şimdi son zamanlarda evlenme yaşı biraz uzadı ama ortalama ki eskiden 20 yaşında kimse bekar kalmazdı, birkaç tane de çocuğu olurdu. O zamana kadar babasının evinde kalır ondan sonra babasının evinde kalır. Ama erkek sürekli babası ile yakın ilişki içerisindedir. O zaman da bugün de falan yere gitse bile irtibat devam eder. Yani kadın gider bir başka aile içerisinde onunla kaynaşır. Onun için ondan doğan çocuk o ailenin soyunu devam ettirir. Ama oğlandan doğan çocuk bu ailenin soyunu devam ettirir. Anne? Acaba annem mi bana daha faydalı babam mı? Şu kadar zaman karnında taşıdı, büyüttü doğru hiç şüphe yok. Elbette. Onun için işte bakın baba? Mesela burada diyor ki; eğer diyor bir kimsenin çocuğu yoksa mirasın 3’te 1’i annesinedir. 3’te ikisi de kime? Anne-baba mirasçı olursa. Şimdi tamam anneniz sizi besledi büyüttü ama günlük hayatınızda her konuda size hangisinin, ikisinin de faydası var ama hangisi daha faydalı? Onu siz tespit edemezsiniz. Kim tespit eder? Allah tespit eder. Tabi bu kişiler kuranı önemsemeyen kişiler değil. Ama öbürleri buna ne diyecekler? Diyecekler ki; “Muhammed milletin sesini kesmek için böyle söyledi”. Yani gelip de müdahale ederler öyle değil mi? Gelip derler ki; “niye böyle yaptın?”, “ben yapmadım Allah böyle dedi. Onun için siz anlamazsınız sesinizi kesin”. Bunlar öyle diyecekler. Tamam onları geçtik. Peki bu insanlar şuna lütfen dikkat etsinler bakın “feridaten minallah” bu arkadaşlarımız arapça bilmeyen insanlar değil. Yani onlar için söylüyorum ; “feridaten” ‘farida’ faile veznindendir. İsmi fail ve ismi meful olur. Dolayısıyla ismi fail olamaz burada. Burada ismi meful olur mecburen. Yani ‘mefrud’ kelimesi. Mefrud anlamında olur. Allah tarafından belirlenmiş demektir. Onun için siz Nisa suresinin 7.ayetini dediğiniz şekle asla o anlamı verme imkanı yoktur. Yani bu, tirilyonda katrilyonda bir ihtimali bile yoktur arapça dili açısından. Peki öbür delilleri ne?
YAHYA ŞENOL: İkinci delilleri de yine Nisa suresinin bu sefer 32.ayeti. Deniyor ki; “siz 11.ayeti 7 ve 32’yi okumadan anlayamazsınız. Öyle okursanız her zaman sanki ikiye birli taksimin kıyamete kadar geçerli olacağını falan zannedersiniz. Halbuki 7’de gördük “kalle minhu” az çok oranlar değişebilir. Mesela 32.ayette de C.Hakk buyuruyor ki yine ayetin ortasında “lir ricali nasiybun: erkeklere bir pay vardır” neyden? “min mektesebu: kazandıklarından” ki buna hem çalışıp kazanma hem miras diyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Miras erkeklerin kazandığı mı?
YAHYA ŞENOL: Hayır miras kazanılan bir şey mi zaten mantık olarak? Ne gayret gösterirsiniz de mirasta?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Öyleyse küçük çocukların hiç miras almaması lazım. Ya bunu da hiç bir insan söyleyemez.
YAHYA ŞENOL: Ayeti tamamlayayım Hocam. Erkeklere “lir ricalin nasiybun min mektesebu; kazandıklarından bir pay vardır”, buna miras da dahil. “Ve linnisai nasiybun: kadınlara da pay vardır”, “min mektesebne: kazandıklarından” bakın nasiyb nasiyb ikisi de bir ona bir ona. Yine rakamla değil tabi ki ayet ama bir pay onlara bir pay bunlara.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Pay değil yani “kazandıklarından bir nasiyb”.
YAHYA ŞENOL: Bu da diyor kadınların da erkeklerle aynı duruma gelebileceklerini göstermesi bakımumdan illete dayalı bir okuma yapılacağını bize öğretiyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Peki “Ves’elullahe min fadlih” ne oluyor? O kısma da geçiyorlar mı?
YAHYA ŞENOL: Onu görmedim.
ABDULAZİZ BAYINDIR; C. Hakkın ikramından isteyin diyor. “İnnallahe kane bi kulli şey’in alim”.
YAHYA ŞENOL: Her şeyden önemlisi burada C.Hakk çalışıp kazanma suretiyle edinilen malları haber veriyor. Kadının kendisi kaznmışsa kendi malı kendinindir.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Mal olması gerekmez burda. Bak şimdi Bakara suresinin son ayeti nasıl hatırlarmısınız? “La yukellifullahu nefsen illa vus’aha: Allah hiç kimseyi kendi gücünün üstünde bir şeyle yükümlü tutmaz”. Ondan sonra “leha ma kesebet ve aleyha mektesebet” bu kelimeler aynen burada var mı? “Leha ma kesebet ve aleyha mektesebet” mirasla ne alakası var? Şimdi olay şu bakın: “Ve lâ tetemennev mâ faddalallâhû bihî ba’dakum alâ ba’d: Allah’ın birinizi diğerinizden üstün kıldığı özellikler vardır”. Kadınların bazı özellikleri vardır ki erkeklerde yoktur. Onlar o yönleriyle üstündür. Ondan dolayı da insanlığın gözünde en önemli noktadadırlar. Ali İmran suresi 14.ayette Allah diyor ki; ALİ İMRAN, 14.. Ayet: Züyyine lin nasi hubbüş şehevati minen nisai” önce kadını koyuyor. “İnsanların gözünde kadınlara karşı ciddi bir arzu oluşur” ki kadınlar da birbirlerine karşı öyledirler. Diyor ki Allah; “erkeklerin de üstünlüğü var”.NİSA 34; “Erricâlu kavvâmûne ‘alâ annisâ-i”. Erkekler kadınları titizlikle korurlar.Şimdi erkeklerin bir üstünlüğü var: güçlü. Kadınlarını korurlar. Savaşa gittiği zaman savaştan düşman geldiği zaman zarar görecek sadece erkekler değil ki kadınlar da. Ondan sonra efendim bir de mallarından harcamaları var. Onların ihtiyaçlarının karşılanması var. Erkeklerin bir takım üstün özelşikleri var kadınlara karşı. Kadınların bir takım üstün özellikleri var erkeklere karşı. Bu özellikleri veren kim? Allah değil mi? Allah diyor ki; “ve la tetemennev:istemeyin”. ey kadınlar erkekler gibi olmayı niye istiyorsunuz”. Ey erkekler kadınlar gibi olmayı niye istiyorsunuz. Allah size başka özellik vermiş onlara başka özellik vermiş. Peki Allah katında üstünlüğün şeyi ne? Diyor ki Allah; “her birinin kendi kazancı kendinedir”. Bir kişinin kadın olması ne eksidir ne artı. Erkek olması da ne eksidir ne artıdır. Bunlar hazır bulunan şeylerdir. Sen ne yapıyorsun ona bakılacak. Ondan dolayı 53.surede NECM 39: “ve el leyse lil insani illa ma sea: kişinin kendi gayreti ile yaptığı şey kendinindir”. Bu ayette söylenen bu. Bunun mirasla uzaktan yakından aşakası yok.
YAHYA ŞENOL: Bir de çalışıp kazanma sonucu elde edilen mallar. Yani bilmiyorum miras kazanılmış bir malmıdır? Çalışıp kazanma sonucu elde edilen bir malmıdır?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sonra bak aynı kelimeyi nerde tekrarlıyor.
YAHYA ŞENOL: Bir insana kalır yani. Anne karnındaki çocuğa bile miras düşer yani. Anne karnındayken mal mı kazanır insan?
ABDULAZİZ BAYINDIR: evladı değil mi onun? Kazanılmış hak, tamam ama bundan dolayı sevap söz konusu değil ki. Sevapla günahla ilgisi yok.
FORUM: 33.ayet de mirasla ilgili bir ayet olduğu için akla gelebilir belki.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Gelse de bununla ilgisi yok. Niye biliyormusun? 34.ayette ne diyor; “er ricalu kavvumune”
YAHYA ŞENOL: Ona da bir pay var buna da bir pay var. Hangi oranda pay bir pay? Bak Nisa 11,12’ye
ABDULAZİZ BAYINDIR: Oranlarını belirtmiş. “faddllahu ba’dahum ala ba’d” kısmı 34.ayette tekrarlanıyor.
YAHYA ŞENOL: Hocam bir de şu var. Bakın ben biraz önce söyleyecektim ama şimdi yeri geldi. Şimdi bu ikili-birli paylaşım sadece adam öldü geriye çocukları kaldı, kardeşler arasında ikiye birli. Her durumda değil. Mesela okudunuz ya ayeti. Adam öldü, geride çocukları var. Anne ve babası da hayatta ise babaya ne kadar pay kalıyor? 6’da bir. Peki babanın eşine..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Baba erkek değil mi?
YAHYA ŞENOL: Erkek. Anneye ne kadar kalıyor? Yine 6’da bir kalıyor. Eşit. Burada ikili birli yok. Devam edelim. Yine aynı şekilde adam öldü, bu sefer çocukları yok, anne ve babası sağ.
ABDULAZİZ BAYINDIR; O zaman anneye 3’te bir babaya 3’te iki.
YAHYA ŞENOL: Bakım oran yine değişiyor. Burada da eşit olmak zorunda değil. Yani ölen kişinin çocuğu olup olmamasına göre annesi az veya çok mal alıyor. C. Hakk demiş oluyor ki payları siz düşünmeyin.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Siz belirleyemezsiniz bunu diyor.
YAHYA ŞENOL: Biraz önce Fatih Hoca da okudu 12.ayette de bu sefer kocası ölen kadın çocuğu olup olmamasına göre az veya çok miras alıyor. Orada da oranlar değişebiliyor. Oranlar her durumda farklılık gösterebiliyor. Ama oranlar farklılıklarına rağmen Allah tarafından belirlenmiş. Bir içtihat sonucu değişime açık bir şey değil yani.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Şimdi bu şahıslar yanlış falan neyse çok iyi niyetli bir şekilde böyle bir şey yapmış olabilirler ama geleneğin inanılmaz yanlışını ben şimdi size söyleyeyim bakın. Cevabını siz verin. Mezheplerde şu vardır: bir kimse öldü, sadece 1 tane kızı var. Başka da mirasçısı yok. Kızı malının yarısından fazlasını alamaz. Yarısını kız alır gerisini de onun erkek akrabası alır. O erkek akraba hayatta hiç görmedikleri bir kişi de olabilir. Allah menfaat meselesinden bahsediyor. Hayatta hiç görmedikleri bir kişi de olabilir. Bu böyle. Bu ittifakla kabul ediliyor. Bu arkadaşlar şu kelimelere bu manaları vermiş dedik. Evet orada baya büyük hata yapmış olabilirler ama mezheplerin ittifakla yaptıkları bununla kıyas kabul etmeyecek bir şeydir. Şimdi bak. Ölenin bir tek kızı olduğunu düşünün ve şu ayeti dinleyin. Bunun için alim olmaya gerek yok. Nisa suresinin son ayetini açıyorum. Şimdi şu mealden okuyacağım. “Senden fetva istiyorlar. De ki; Allah size kelale babasız ve çocuksuz kimsenin mirası hakkında hükmünü açıklıyor. Çocuğu olmayan bir kişi ölür de”. Bir tek kızı olan kişiye çocuğu olmayan denir mi? Aytlerde de denmez. Çünkü ayette veled kelimesi kullanılıyor. Nisa 11.ayette kıza da erkeğe de veled kelimesi. Veled kelimesi bizim türkçede farklı manada ama arapçada çocuk manasındadır. Mealden okuyorum yani. “Çocuğu olmayan biri ölür de kız kardeşi bulunursa bıraktığı malın yarısı onundur. Kız kardeşi ölür ve çocuğu da bulunmazsa erkek kardeşi ona varis olur”. Kardeşin vâris olmasının şartı ne bu ayette? Çocuk olmaması. Anlamak için alim olmaya gerek var mı? Bu kadar açık hükme rağmen sadece ve sadece Abbasiler’i Resulullah’ın mirasçısı sayıp onlara ehli beyt demek için mezhepler ittifakla bu ayetleri saptırmışlardır. Yani görmemişlerdir. Yani kurana göre bunu görmemek tam bir kafirliktir. Hiç kusura bakmasınlar. Bakın sırf Abbasi otoritesi sarsılmasın diye ayet ortadan kaldırılmıştır. Şia ile ilgili hükmü bilmiyorum. Olmaması gerekir orda. Ama sünni mezheplerin tamamında bir insanın sadece bir kızı olursa mirasının yarısını işte kızkardeşi varsa kız kardeşi alır. Erkek kardeşleri varsa onlar alır. Kızlı erkekliyse ikili birli paylaşırlar. Ayete yüzde yüz aykırı nasıl yapıyorsunuz bunu? Ayete ben meal vermedim dikkat ediyormusunuz? Verilen meali okudum. Birisi çıkar der ki sen kendine göre meal verdin. Bu yeni bir şey değil ki. Ve bugün bunların yaptığı islam sayılıyor. Daha da öteye, yine bugün bütün mezheplerde şu vardır: diyelim sizin iki tane oğlunuz var. Bir trafik kazası oldu oğlunuz sizden bir dakika önce öldü oğlunuzun biri. Birisi hayatta. Sizden bir dakika önce ölen oğlun mirasının 6’da birini siz alırsınız. O oğlun eşi var, çocukları var. Onların elindeki mirasın bir kısmı babaya, babadan da öbür kardeşe geçer. Ama babanın mirasının tamamı yaşayan kardeşe verilir. Ölen kardeşin mirasının 6’da biri dâhi hepsi. Öbürüne de dede mahrumu derler. Burda da malesef ne ayete ne hadise uyulmuştur. Bunu kurtarmak için kanun çıkarırlar bilmem ne yaparlar. Sanki Allah’ın hatasını düzeltecekler. Bu da bugün islam aleminin temel problemlerindendir. Dersin başında çocukların evlendirilmesi,her taraf problem hangisi düzgün ki. Ne taraf düzgün ki. Allah’ın bu kadar açık ayetlerine rağmen hangi mezhebe gitseniz kurana uyma konusunda hiç şeyleri var mıdır? Baş tâcı değil mi? 1 numara. Hani? Hani fiilen? Ve şimdi esas ilginç olanı şu: Nisa suresinin 13.ayeti. Orada ne diyor Allah? Hatta 12.ayette diyor ki bak. Payları belirledikten sonra diyor ki; “tilke hududulla: bunlar Allah’ın çizdiği sınırlardır”.
YAHYA ŞENOL: Buraya kadar anlatılan bütün hükümler Allah’ın sınırlarıdır. Burada söylemeden geçmeyelim: miras paylarının bugün itibarıyla değişebileceğini söyleyenler şu şekilde anlıyorlar. Diyorlar ki; “Allah’ın burada belirlediği sınırlar en alt sınırdır. Haddi ednadır. Yani burada belirlenen paylardan daha azını vermeyin. Yoksa yukarısını tabi ki verebilirsiniz.”
ABDULAZİZ BAYINDIR: Peki güzel! Dün akşam konuşuyorduk..
YAHYA ŞENOL: Orta yaptım ben şimdi ceza alanına doğru bakalım gol gelecek mi? En alt pay ikiye birlidir. Bundan daha az vermeyin kızlara.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Dün akşam bir şey söylüyordun neydi o?
YAHYA ŞENOL: Haddi ednayı kabul edecek olursak.
VEDAT YILMAZ: Burada en alt sınır kabul edilecekse kıza üçte birden daha az verilmemesi kabul ediliyorsa o halde haddi ednaya göre erkeğe de 3’te 2’den daha az verilmemesi lazım.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Madem en alt sınır, erkek için de odur. Sonra sınırın altı üstü olur mu? Sınır kardeşiö ya! Türkiye’nin güney sınırı başka kuzey sınırı başka ama bu ülke bu sınırlar içerisindedir.
YAHYA ŞENOL: Haddi ednaya göre kadınlar şöyle diyrbilirler. Yani en azını bana yarısını ver, dolayısıyla bundan daha azı olmaz. O zaman erkekler de Allah ikiye bir demiş, sen en az ikiyebirini bana ver de fazlasını verme diyebilir bu görüşe göre. Niye eşit veriyorsun? En az payım benim ikiye birli olmalıysa en az bunu ver bari. Bu hududullahı da alt sınır olarak algılıyorlar. Bunlar Allah’ın alt sınırlarıdır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ama Allah ne diyor burada; “ve men yutiıllahe ve resulehu: kim Allah’a ve resulüne” yani kitapta yazılanlara itaat ederse “yudhilhu cennatin tecri min tahtihel enharu halidina fiha: içinden ırmaklar akan bahçelere onu sokar” cennetlere. “Fe zalik el fevzul azim; bu büyük bir kurtuluştur”. Peki Allah ve kitabı ölçüsünü belirlemiş. Ona uyarsan kurtuldun.NİSA, 14.. Ayet: Ve mey ya’sıllahe ve rasulehu: kim Allah’a isyan eder” yani Allah’ın kitabına aykırı davranış gösterirse”, “ve yeteadde hududehu: koyduğu sınırı aşarsa” ikili-birden daha fazla verirse “yudhılhü naran haledn fıha; onu da hiç ölmemek üzere bir ateşe sokar”, “ve lehu azabüm mühın; ona da alçaltıcı bir azab vardır”. İslam alemi bak bu sınırları tarumar etmiş, şu anda alçaltıcı, diğer insanlarla karşılaştırırsanız en kötü durumdadırlar. Çünkü cezayı veren Allah’tır başkası değil. Şimdi burada bir kaç kelime daha ilave edelim. Bakın kadın hayatının yarıdan azını babasının ailesinde diğer yarısını kocasının ailesinde geçirir. Kadın evlendiği zaman kocasından mihir alır. Kuranın emridir bu. Efendim almamış bağışlamış? Bağışlayabilir. Miras kalan malı da bağışlayabilirsiniz. Ama alır. Sistem budur. Erkek karısına bakmak zorundadır ama kadın kocasına bakmak, ailenim geçimini yapmak zorunda değildir. Ondan sonra kuranın tamamında kadın korunur. Çünkü kadın çok değerli bir mücevher gibidir Aliİmran suresinin 14.ayetine göre. Onu çok dikkatle korumak gerekir. Zaten kadının korunmadığı yeri ben şeye benzetiyorum. Elektrik sisteminde kontak yapmasına. Kontak yaptı mı tüm sistem çöker. Dikkat edin elektrik sisteminde elektrik yüklü kablo dikkatle korunur. O gelen elektrik yüküne göre dışında bir koruma çemberi oluşturulur. Aksi takdirde şerare yaptı mı tüm sistem çöker ve hiç bir aleti çalıştıramazsınız. Kadın da gereği gibi korunmadığı zaman toplumlarda sistem çöker. Bakın batıda sistem çökmüştür. Nesilleri bitti. Onun için batının en büyük zaafı budur. Ama kadını Kur’an’da Allah muhsana diye tanımlar. Ne demek? Kalenin içindeymiş gibi korunan. Ama erkeğe muhsın der koruyan. Erkek korunan değildir korunandır. O korumasına karşılık da bir şey alıyor. Yediriyor, içiriyor, çocuklarına o bakıyor maddi olarak. Ondan sonra mihrini veriyor falan. Yeri geldiği zaman savaşa da gidiyor. Bugünkü olay o değil. Şimdi bütün bunları birleştirdiğiniz zaman matematiksel bir hesap yapın kadın daha fazla alır. Kur’an’da kadınla ilgili hükümlere baktığınız zaman daima pozitif koruma vardır zaten ondan dılayı Allah muhsana demiştir. Korunmuş! Ama işte siz burada gördüğünüz gibi nasıl batıda kadın değersizleştirilmişse kendilerini müslüman kabul eden insanlar da bu konuda batıyı taklit ederek daha önce derslerimizde defalarca söylemiştik işte kadının boşanma hakkını elinden almışlar, erkeğin boşanma hakkını kuşa çevirmişler, kölelik ve cariyeliği icad etmişler ve işte az önce miras ile ilgili kısımlarda söyledik. Şimdi aslında yapılacak şey budur. Ama bu insalar mevcut fıkhı kuranın bir sonucu zannediyorlar değil mi? Sıkıntı oradan kaynaklanıyor. Bunların hepsine de bu yanlışları teker teker göstermek lazım. Allah’a şükür elimizden geldiği kadar göstermeye çalışıyoruz ama bu çalışma o kadar büyük ki çok büyük bir araştırma merkezine ihtiyaç var gerçekten. O kadar çok problem var ki hangisine elimizi atıyorsak elimizde kalıyor. Ve bizim yazdığımız Süleymaniye Vakfı yayınları olanların çok küçük bir parçasıdır. Neden? Çünkü onları vakit bulamıyoruz, çok sayıda elemana ihtiyaç var ki onlar da bunları ortaya çıkarsın bütün dünyaya bu dini doğru bir şekilde anlatalım. Allah yardımcımız olsun. Yani son olarak şunu söyleyeyim. Kuranın açıklanması ilmi kaybolunca artık kuran zaten o ilim kaybedilmiş hikmet ortadan kaldırılmış sahabeden sonra. Hem din siyasilerin emrine uydurulmuş. Bugün de siyasilerin emrine uydurmak için birbiriyle yarışan hocaları malesef görüyoruz sürekli. Hiç değişen bir şey yok. Yani kim güçlü ise o ilah, öbürleri onun karşısında kayıtsız şartsız itaat ediyor ama ikisine de sorsan Allah’tan başkasına itaat etmeyen şeyler. Onun için gerçek manada Allah’a kul olmamız lazım. Allah’ın emri varsa gerisi tamamı ikinci sırada yer alır. Efendim şunu yaparsam bu olur dediğiniz zaman Allah’ın gücüne inanmıyorsunuz demektir. Başkasını Allah’tan güçlü görüyorsunuz demektir. Bu da bir müslümanın söyleyebileceği bir söz değildir. C.Hakk yardımcımız olsun. Allah kitabını çok iyi anlamayı ve uygulamayı cümlemize nasib eylesin.