Bu günkü dersimiz örtünme. Kuranı kerimdeki ayetleri esas alarak örtünme konusunu işleyeceğiz inşallah. İnsanlara Adem ile Havva’nın çıplak olduğunu anlatıyorlar ya karikatürlerde şurada burada. Halbuki kuranı kerim çıplak olmadıklarını gösteriyor. AllahTeala Adem ile Havva’ya şunu söylüyor;
“Ve ya ademuskun ente ve zevcukel cennete fe kula min haysu şi’tuma vela tekreba hazihiş şecerete fe tekuna minez zalimin”.
Değişik ayetler var ya, ben Araf 19 dakini okuyorum.
AllahTela Adem’e ve eşine diyor ki; şu cennete yerleşin, istediğiniz yerde yiyin. Buradakilerin tamamından yiyebilirsiniz. Ama şu ağaca yaklaşmayın yanlış yapmış olursunuz.
“Fe vesvese lehumuş şeytanu li yubdiye lehuma ma vuriye anhuma min sev’atihima: şeytan onlara vesvese verdi”.
Niye?
“Onlar için sev’elerinden örtülü olan bir yeri açmak için”.
Sev’elerinin tamamını değil. Sev’elerinden örtülü olan bir yeri açmak için. Demek ki sev’elerini örten bir yer var. Bir örtü var Adem ile Havva’da. Peki “sev’e” ne demek? Kabil Habil’i öldürmüştü değil mi? Ayeti okusana. Karga geldi ya. Maide suresi 31. ayet. Olayı zihnimizde şey yapalım: Kardeşini öldürdü. Adem(as) ve Havva validemiz cennette örtülüydüler. Yani o bahçede. O zaman bunların çocukları da örtülü olmak zorundalar. Öyleyse bu sev’e kelimisi ne? Manası ne?
“Fe beasallahu guraben yebasu fil ardı: Allah bir karga gönderdi yeri kazıyor”.
“Li yuriyehu keyfe yuvari sev’ete ahih: kardeşinin sev’esini nasıl örteceğini ona göstersin diye”(MAİDE 31).
O zaman burada sev’e ne demek oluyor?
Enes Hoca: Tüm beden oluyor.
Hoca: Tüm beden oluyor değil mi?
Enes Hoca: Buradaki ceset.
Hoca: Tüm beden oluyor.
Enes Hoca: “min sev’atihima” da örtülmeyen kısım var beden içerisinde.
Hoca: “ma vuriye anhuma min sev’atihima: bedenlerinden örtülü olan bir kısmı açmak için”
Enes Hoca: Evet evet.
Hoca: Şimdi, o zaman sev’e beden olmuş oluyor değil mi? Hatta devamında;
“Kale ya veyleta e aceztu en ekune misle hazel gurabi ve uvariye sev’ete ahi: kardeşimin bedenini gizlemek için(örtmek için) şu karga kadar olmaktan aciz kaldım”.
Yani karga kadar olamadım, yazık olsun bana demiş oluyor. Şimdi burada şu var bak, az önce senin söylediğin bedende açık olan yer var, olabilir de. Yanlız bir fark daha var ona biraz dikkatinizi çekeyim sizin.
“Fe lem ma zekaş şecerete bedet lehuma sev’atuhuma”(ARAF 22).
“Min sev’atihima” değil. “Ma vuriye anhuma min sev’atihima”(ARAF 20)değil.
Bana şöyle geldi. Bak diyor ki orada; “şeytan onların sev’elerinden” o zaman bu bedenlerinden demek oluyor.
Muhammed: Çünkü orada öldürdükten sonra orada yarısını gizleyip de yarısını açık bırakacak değil ya.
Hoca: Öldürülen kişinin edep yerleri kapatılmaz ki. Edep yeri zaten kapalı Adem ile Havva’dan anladığımıza göre. Zaten kapalı olması gereken bir şey. Zaten elbiseli yani bu. Zaten elbiseli kardeşim. O zaman bedenini gizleme meselesidir. İlk öldürülen kişi olduğu için. O zaman burada sev’e beden manası olmuş oluyor.
“Fe vesvese lehumuş şeytanu li yubdiye lehuma ma vuriye anhuma min sev’atihima”(ARAF 20). Sev’elerinden yani bedenlerinden onlara gizlenmiş olan yeri açsın diye, bedenlerinin örtülü olanlarından bir kısmını açsın diye. Örtülü bedenin tamamını açmak için uğraşmıyor şeytan. Bedenin bir kısmını açmaya uğraşıyor. Ama ” Fe lem ma zekaş şecerete bedet lehuma sev’tuhuma”(ARAF 22).Bu defa bütün beden açılıyor. Tamam.
Muhammed: Şeytanın dediğinden daha fazla oluyor.
Hoca: Şeytanın dediğinden daha fazla oluyor. Şeytan bir kısmını açmak için uğraşıyor, burada bütün beden açılıyor.
Muhammed: Burada da Hocam bir kısmı değil de bedenlerinden örtülü yerleri açmaya. Min beyaniye.
Hoca: Ben şimdi o mana var da “bazı” olarak mana vermek bana yakın geldi de onun için söylüyorum. Tabiki senin dediğin mana beyaniye olur. Sev’elerinden örtülü olanı açsın. Tamam olur. Ama şimdi ben şu aradaki farka dikkat çekmek istedim. Burada “min sev’atihima”(ARAF 20)geçiyor, Öbüründe min (ARAF 22) geçmiyor. Onun için ikisinin arasında bir fark olması lazım. Ondan dolayı birinci “min’e” bazı manası verilmesi daha uygun gözüküyor. Anlatabildim mi? İlk ayette “min sev’atihima” geçiyor. Mesela bak burada min sev’atihima geçiyor. Aynı surede şeyde de geçiyor bak. Min sev’atihima sadece burada geçiyor değil mi? Başka yerde yok. Başka yerde var mı baksana. Bu manada başka yerde yok. Bak şimdi doğru. O zaman beyaniye olma ihtimali çok daha yüksek oldu. “Bazı” dan sa, beyaniye olma ihtimali, senin dediğin daha uygun oldu. Aynı surenin 27. ayetini açarsan orada “min”siz.
Fatih Orum: Aşağısı sev’atihima
Hoca: O tamam
Fatih Orum: Yukarıdaki min sev’atihima’dan(ARAF 20) sonra sev’atuhuma geldiyse buradaki sev’atuhuma (ARAF 22) şey olması lazım, yani açılmış olan yerleri gördüler. Sırf o açılmış yerler için sev’atuhuma’yı genel kullanıyor. Yukarıda min sev’atihima yor. O min sev’atihima bence aşağıdaki sev’atuhuma’ya eşit. Yani o parçayı bu defa sev’atuhuma olarak kullanıyor.
Hoca: Tamam. Şimdi senin bu dediğin arapça bakımından uygun. Muhammed de aynı şeyi söyledi de, şimdi bu min sev’atihima ile sev’atuhumadaki bir farktan dolayı “bazı” olabilir diye düşündüm ama şu ayet sizi destekledi; “ya beni ademe la yeftiennekuşum şeytanu kema ahrece ebeveykum minel cenneti yenziu anhuma libasehuma li yuriyehuma sev’atihima”(ARAF 27). Burada “min”siz.
Enes Hoca: “Bedet lehuma sev’atuhuma”(ARAF 22)’da var.
Hoca: “Bedet lehuma sev’atuhuma”. O zaman şeytanın istediği ile olan aynı olmuş oluyor. Ordaki “min” beyaniye oluyor. Ama, yani bedenleri açıldı. Demek ki bedenlerinin tamamı kapalı değildi. Ne kadarı kapalı o ayrı bir konu. Fakat “sev’e” kalimesinin beden manasına geldiği de bir gerçek
Şimdi, bedenleri açıldı. Bu edep yerleri falan değil o zaman. Edep yerleri diye tercüme etmek uygun olmuyor. Değil mi?
Enes Hoca: Evet.
Hoca: Şimdi bir de şu var bakın. AllahTeala diyor ki. 26. ayete gelin aynı surenin.
“Ya beni ademe kad enzelna aleykum libasen yuvari sev’atikum ve rişa: size bir elbise indirdik ki bedeninizi örtüyor”(ARAF 26). Artık öyle diyeceğiz. “Bedenlerinizi örtüyor. Ve bir süs”.
Şimdi, iki türlü elbise olduğunu herkes biliyor zaten. Birisi bedeni örtsün diye giyilen elbisedir. Mesela pijama giyiniyoruz. Eve gittiğimiz zaman dışarıda giydiğimiz elbiseyi çıkarıyoruz. Ütüsü bozulmasın diye bir kenara koyuyoruz falan. Dışarı çıkarken gösterdiğimiz özeni yada başka insanların yanına çıkarken gösterdiğimiz özen başka kendi içimizde başka. Hatta şimdi genelde insanlar iki kat elbise giyiniyorlar. Bir iç elbise bir dış elbise. Onun için mesela namazda tek bir elbiseyle namaz kılınırmı diye de tartışılmış. Yani bir adam altı tamamen çıplak bir tek elbise giyecek, bu namaz olur mu? Böyle bir şeyin tartışılması ne demek? Genellikle iki tane elbise olur demektir. Birisi içte, mesela atlet giyiyorsunuz alt tarafa bir şeyler giyiniyorsunuz. Bir de dış. E şimdi evin içerisinde güzel gözüken elbise dışarıya çıktığınız zaman çirkin olur. Aile içerisinde normal karşılanan bir elbise misafir geldiği zaman olmaz. Uygun olmaz. Bu ne oluyor? Birisi bedeni örten elbise biriside bedeni güzel gösteren elbisedir. İki tane elbise var. Şimdi burada diyor ki işte size diyor “ya beni adem kad enzelna aleykum libasen yuvari sev’atikum ve rişa”. Peki burada “ve libasut takva zalike hayr”(ARAF 26). Ve takva elbisesi. Şimdi takva dediğimiz zaman olay elbise olduğuna göre, bunu hemen şey konusuna getirmek olurmu bilmiyorum yani. Bir mani yok ama işi hemen maneviyata çekmek. Esasen insanın kişiliğini koruyan elbise demek daha uygun.
Enes Hoca: “Libasut takva” diye ayrı bir şey değil ki “zalike” diyor. “Riş” olan kısmı elbisenin.
Katılmcı: O “zalike” “libasut takva’ya” gidiyor.
Hoca: “Zalike”, “libasut takva’ya” gidiyor. “Libasut takva zalike”.
Enes Hoca: “Zalike” o “riş” olan “libasut takva”. “Vav” ibtidaiye değil mi?
Muhammed: Oradaki “zalike hayr”, yani takva elbisesi. O daha iyidir.
Katılmcı:Zaten burada gramer bakımından sorun olduğu için bunu delil olarak gösteriyorlar. Bazı muktedanın tekrarı mesela ismi müşaret olarak geliyor ya bazen habere zamir bazen bir rabıta olduğu zaman ismi müşaret
Hoca: Burada rabıtaya ihtiyaç yok ama.
Katılımcı: Çünkü zalike. Ondan dolayı rabıtaya ihtiyaç yoktur.
Hoca: Rabıtaya ihtiyaç yok.
Katılımcı: Bir şey daha söyleyeyim, geçen haftaki o fadı tafdil vardı ya, eğer o “ala gayrı badihi” ancak elif lam ile kullanıdığı zaman olur, yani mim ile kullanıldığı zaman olmuyor.
Hoca: Olmaz. Şimdi bu ismi tafdil meselesi çok farkına varılmıyor, çok ciddi hatalara sebep oluyor. Her yerde ismi tafdil kalıbına ismi tafdil manası verilemez. Verdin mi çok ciddi karışıklıklar olur. Ben müfessirlerin bunu atladıklarını görüyorum.
Katılımcı: Geçen hafta da anlatmıştık.
Hoca: Gayet normal yani öyle kolay bir şey değil. Şimdi, takva elbisesi mesela bizim burada otursn bir adam vardı beraber hacca gittiğimiz yaşlı bir adam vardı. Gençler gibi elbise giyinir gelirdi iş yerine. Mesela şimdi artık yaşlılar da giymeye başladılar o kotları. Ama o zaman yaşlılar hiç kot giymezdi. Üstü de kot altı da kot giyinir. Kendisi 65-70 yaşlarında bir adam. Burada Süleymaniye’de işe gelirdi hakikaten bir acayip gözükürdü. İşte o takva elbisesi değil o. Yani kişinin konumuna göre giydiği elbise değil. O zaman takva nedir? Kişiyi insanların alayından koruyan, günahtan koruyan, sıcaktan koruyan, soğuktan koruyan, rüzgardan koruyan. Çünkü vücudun bir çok şekilde korunmaya ihtiyacı var. Günahtan koruyan elbise de gene o manada da takvaya girer. Hayırlı olan budur demiş oluyor SllahTeala. “Zalike hayr”. Hayırlı olan budur.
Katılımcı: O baştaki ikisine atıf da olabilir mi yani. Sev’anızı örten olsun, isterse zinetinizi örten için olsun bunun takva yani dediğiniz gibi koruma amaçlı olması önemlidir.
Hoca: Yani siz evinizin içerisinde çoluk çocuğunuzun yanında da, böyle acayip gözüken elbise giyip de babalık itibarını sarsacak şekilde dolaşmanız doğru değildir. Evet örtünüyor olabilirsin yani “riş” denen örten elbiseyle de insan kişiliğini koruması lazım. Süslenen elbisede de koruması lazım. Örten elbiseyle de günahtan korunmak lazım, süslenilen elbiseyle de günahtan korunmak lazım. Yani “riş” için de, efendim vücudu örten elbise için de esas olan kişiyi günahtan koruyan başkalarının hafif görmesinden sıcaktsn soğuktan koruma görevi olan elbise hayırlıdır.
Katulımcı: Şimdi orada “libasen yuvari sev’atikum ve rişa”(ARAF 26) diyor. Tefsirlerde bu “riş” başka manaya açıklayanlar var.
Hoca: Bu “riş” şeyin kuyruğuna deniyor değil mi?
Katılmcı: Tüy
Enes Hoca: Kuşların tüyüne “riş” denir.
Hoca: Kuyruğuna, kuyruğuna. Kuyruğundaki tüylere deniyor bildiğim kadarıyla.
Muhammed: Kanat, kuyruk
Hoca: Kanat mı? Arkasındaki o esas dümeni ayarlayan tüy. Yani esas kuşun uçarken sağa sola gitmesini ayarlayan, dengeyi ayarlayan değil mi, o değil mi?
Enes Hoca: Riş; libasu zinet, libasu tayr demiş.
Hoca: Tamamen tüy manasına.
Enes Hoca: Riş; libasu tayr.
Hoca: Evet, gerçekten kuşlar o şeylerle çok güzel gözükür.
Şimdi burada asıl benim kendi açımdan kazancım sev’e kelimesine verilen mana kuranı kerimde. Hatta sev’e kelimesini su ile bir alakası var. Gerçekten de insanın vücudunu, ölmüş bir kişinin vücudunun ortada kalmış olması ona yapılan büyük bir kötülüktür. O zaman bunu gömmek bir insanlık gereği olmuş oluyor. Bedenin gözükmeside öyledir yani. Birde “avreh” kelimesi de var “avreh”. Avreh kelimesinde de bir husus var. Mesela “inne buyutena avreh” diye ayet var değil mi? Ne demek “inne buyutena avreh”? Avreh yani “eş şakkı beyne şey eyni diyor; iki şey arasındaki aralıktır”. Şimdi, buradan şeye gelilim
Enes Hoca: Arayı ayırdın avreh, sev’e kalıp olarak da uyuyor.
Hoca: Uyuyor evet.
Enes Hoca: El avretu el helalu suilbiladi kullin mekmenin lissetri kulli emrin yussahya minhum (22:04-22:15 arası metin duyulduğu gibi yazıldı)
Hoca: Utanılan her şey iki şey aradındaki, mesela iki dağ arasındaki açıklığa da avreh deniyor.
Enes Hoca:Ondan sonra kulli şey’in yesturuhu lisani hi min adaihi kunfeten ahyae (22:23-22:28 arası Hocanın aşağıda tercümenin verdiği arapça metni duyulduğu gibi yazıldı).
Hoca: Utandığı için organlarını örttüğü şey.
Fatih Orum: Hocam ben bir şeye takıldım da. Burada ifade edilen sadece edep yerlerinin örtülmesi olmayacağı ortaya çıkar dediniz. Nasıl ortaya çıkar acaba. Edep yerleri olmadığı. Yani edep yerlerinin dışında da mı örtülü olduğunu söylüyorsunuz. Nereden çıktı bu.
Hoca: Sev’e kelimesinden. Yani bizim edep yeri dediğimiz diz kapağı ile (biraz sonra ayette okuyacağız) göbek arası. Ama bunlar, sev’e kelimesi beden olduğuna göre “yuvari sev’atikum”(ARAF 26) diyor, bedeninizi örten elbise olmuş oluyor.
Fatih Orum: Ama dedik ya hani “min sev’atihima” onun bir parçası diye düşünüyorum.
Hoca: Şimdi “ma vuriye”(ARAF 20). Elbisenin örtyüğü yerler. Şimdi bedeni örten dediğimiz zaman da zaten örfen onun istisnası vardır.
Katılımcı: Her iki sev’e arasında fark varsa sorun yok ama yoksa Fatih Hoca’nın söylediği gibi
Fatih Orum: Yani siz buradaki Adem ve Havva’nın örtünme biçimi olarak neyi düşünüyorsunuz. Nereye kadar örtünüyorlardı mesela başı açıkmıydı yoksa sadece edep yerleri veya işte neresiydi?
Hoca: Şimdi burada şu var. Bunların örtülerini açmak için dediğine göre, “bedet lehuma sev’atuhuma”(ARAF22) dediğine göre “sev’ete ahihi”(MAİDE 31) yani biz burada tutup da edep yerleriyle sınırlarsak bunun bir delili olmadığı ortaya çıkar.
Fatih Orum: Lafzın delili
Hoca: Yok, yani edep yerleridir diye söyleyemeyiz, aksi de olabilir. Niye aksi olur; çünkü bulundukları yerlerde bir kere bunlar ,”libasut takva”(ARAF 26) dediğine göre bir kere bunlar da insan. Sıcaktan,soğuktan, ne bileyim tozdan, şundan bundan koruyacak bir elbise olması lazım. Çünkü insanoğlu diğer canlılar gibi değil ki. İnsanoğlu korumasız bir şekilde yaratılıyor. Diğerlerinin tüyü var, şu su var bu su var.
Fatih Orum: Sırf bu söylediğiniz mazeretlerden dolayı da insanoğlu açabilir yani. Sıcaktan dolayı açıyorum der, şundan dolayı açıyorum der.
Hoca: O istisnai olur. O sıcaktan dolayı açıyorum istisnai olur. Ama sıcaktan dolayı örtünme mesela sıcak bölgelerde başınızı Afrika’ya falan gittiğiniz zaman bizim soğuk bölgelerde örtündüğümüzden daha fazla örtünmek zorundalar. Mesela başlarına o kadar kalın şeyler örtüyorlar ki güneşten kendilerini korusun diye. Sırtlarında da çok kalın şeyler giyiniyorlar. Çünkü güneş ışınlarından ancak o şekilde korunabiliyorlar. Tamam. Kış bölgelerinde de öyle. Hatta mesela araplar güneşten korunmak için gözleri dışında her tarafı örtmek zorunda kalıyorlar. “Libasut takva” meselesi. Yani insanoğlu bu dünyaya diğer canlılar gibi kendisini koruyacak bir elbiseyle gelmiyor. Bu da tabi AllahTeala’nın koyduğu bir kanun gereği. Canlılar belli, insanın dışındaki canlılar belli yerlerde yaşıyorlar. Birisi ekvator canlısı, birisi efendim kutupta yaşayan canlı, birisi dağlarda yaşayan canlı,birisi işte şurada yaşayan burada yaşayan.. Ama insanoğlu dünyanın her tarafında yaşayan bir canlı değil mi? Dünyanın her tarafında yaşadığı için kendi giyimini kuşamını işte “libasut takva” olarak kendi ayarlayacak. Kendini bulunduğu toplumda ayıplanacak bir duruma sokmayacak. “Libasut takva” ya da gerek yok. Türkiye’de çok ayıplanan bir elbise bir başka yerde büyük saygı görebilir. O zaman burada bu elbiseyi giyeceksin orada da o elbiseyi giyeceksin demektir, tamam mı? Siz şimdi kravatlı olarak işe gidersiniz gayet güzeldir ama kravatlı olarak tarlaya gidin. Tamam mı. Yada denizci balık tutmaya giderken çarşı pazara gittiği elbiseyle gitsin bakalım ne hale gelir. İşte o da libasut takva ile giyinmiş oluyor. Evet örtüneceksin ama korunacaksın da. İnsandaki bu özellik sebebiyle insan bulunduğu bölgeye göre örtünecektir. İşte Adem ve Havva’da mutlaka örtünmüştür, mutlaka başlarını örtmüşlerdir. Çünkü güneşten korunmak için mutlaka sıcaktan, soğuktan,rüzgardan,tozdan korunmak için vücutlarını örtmüşlerdir. Bu çok tabii bir şey.
Enes Hoca: Hocam bu durumda “libsut takva” nın bir taraftan dini bir içeriği var, bir taraftan da diyoruz ki güneşten korunmak için,tozdan korunmak için
Hoca: Ve günahtan korunmak için
Enes Hoca: İşin içine çok da bilimsel şeyler girmiyor da yine bir dini emir giriyor; örtüneceksin. Yararları şunlar şunlardır. Yoksa o güneşten korunmak için bir kremle de zaten güneşten korunabiliyor.
Hoca: Korunamıyor. O sadece kerm güneşten korumuyor ki. Mesela gündüzün güneştesin biraz sonra güneş şey yapacak yağmur yağacak, krem ne yapacak? Peki rüzgar esecek o krem ve rüzgar karışacak. O kadar kolay bir iş değil yani. O böyle bir insanların paralarını almak için kandırdıkları şeyler var o başka. Sonra biz libastan bahsediyoruz. Krem sanayisinden bahsetmiyoruz.
Katılımcı: Hocam “zinetekum inne kulli mescidin”(ARAF 31) ayetini de düşünebilirmiyiz.
Hoca: Gelecek ona sıra. Yavaş yavaş.
Enes Hoca: “İnne leke ella tecua fi ha ve la ta’ra” ayetinden örtünme olduğu ortaya çıkıyor.
Hoca: “İnne leke ella tecua fiha ve la ta’ra” işte ben de az önce o ayeti düşünüyordum.
Enes Hoca: Taha 118.
Hoca: “İnne leke ella tecua fiha ve la ta’ra: bu bahçede sen aç kalmazsın çünkü her türlü yiyecekler var, açıkta da kalmazsın( çıplak, ari de kalmazsın)”. Avretin de ortaya çıkmaz yani. Niye? Senin giyineceğin şeyler de var burada.
Katılımcı: Hocam bu durumda bu avretleri onlara göründü onu örttüler,
Hoca: Sen biraz geç geldin onun için sen şimdi o baştaraftan haberdar değilsin.
Aynı katılımcı: Bu iki ayeti beraber..
Hoca: Kardeşim bak yarım saat oldu başlayalı. Yarım saat önce gelseydin bu soruyu sormazdın, bunların cevapları verildi çünkü.
Katılımcı: Kısacası Maide suresindeki o sev’e ile
Hoca: Maide suresinde “li yuriyehu keyfe yuvariye sev’ete ahi” diyor ya, ne demek? Sev’e ne orada? Beden oluyor. İşte o zaman “ma vuriye anhuma min sev’atihima”(ARAF 20) ne oluyor; bedenlerini örten elbise oluyor.
Katılımcı: Burada da bir anlam kayması mı olmuş
Hoca: Öyle gözüküyor. Yani şimdi, insanlar böyle normalde vücutlarının gözükmesinden, kontrollü gözükmesinde problem yok da hemen her tarflarını gözükmesinden hiç hoşlanmazlar yani. Gören de hoşlanmaz gösteren de hoşlanmaz. Onun için yani hoşlanmayınca da yani “sev’e” de “ma yusiuhu” olur. O kişiyi rahatsız eden şey, sıkıntıya sokan şey olmuş olur. Beden, beden manası daha zahir oluyor burada tamam mı. Onun için diyor ki; “kad enzelna aleykum libasen yuvari sev’atikum”(ARAF 26) diyor. Vücudunuzu örten elbise. Şimdi iki türlü elbise giyilir. Bak şimdi sen buraya gelirken sabahleyin yataktan kalktığın elbiseyle gelebilirmisin? O da vücudunu örtüyor. Ama o “riş” değil. Yani seni dışarıya karşı şık göstermiyor. Takva elbisesi değil. Senin bütün saygınlığını ortadan kaldırır. Mesela Ebu Hanife’nin öğrencilerine elbiselerini giyerken dikkatli olmalarını, işte kollarının geniş olmasını tavsiye ettiği rivayet edilir. O zaman kol önemli ve diyor ki insanlar sizin ilmi kıymetinizi bilmez görüntünüze bakar. Onun için görüntüyü iyi koruyun diyor. Güzel bir tespit. Bu önemli yani. Şimdi buraya bir polis elbisesi giyerek gelen kişinin bizde bıraktığı etki farklı olur, asker elbisesi giyip gelen başka olur, kaptan elbisesi giyip gelen başka olur. Yani ne yapmış oluyor bunlar, üniforma haline gelmiş olan elbiseler de var. İşte sen şimdi camiye git büyük bir ilim adamı olarak gidersin ama Fatiha’yı bilmeyen adam başına bir sarık, uzun da bir sakal, bir de cübbe giydi mi millet onu en öne alır, bir şey zanneder.
Katılımcı: Bunların elbiseleri olabiliyor mu? Mesela fıkıh kitaplarında kafirlerin kıyafetlerini giymek onlara benzemek..
Hoca: Üniforma meselesi. Üniforma olayı farklı, onu okumadık. Şu anda o noktada değiliz. Biz önce ayetlere bakıyoruz.
Katılımcı: Diyanet İşleri Başkanı’nın kıyafeti biz geçen eleştiriyorduk. Doğru çıktı şimdi.
Katılımcı: “kad enzelna aleykum libasen”(ARAF 26) libasın indirilmiş olduğu,
Hoca: Şimdi dikkat ederseniz bizim mesela elbiselerimizin kaynağına bakalım; pamuk. Gökten inen su olmasa pamuk olmuyor değil mi? Yün. Gökten inen su olmazsa olmuyor. Hatta “enam’ın” inzal edildiğine ayet vardı. “Ve enzelna minel lekum en’ami semaniyete ezvac” öylemiydi? “Enzele” ile geçiyor “en’am”. “En’am” ile ilgili “enzelna” geçiyor. “En’am” ile ilgili “enzelna” geçiyor.
Katılımcı: Demirin indirilmesiyle geçiyor.
Hoca: Yok demirin indirildiği tespit edilmiş. Bak; “Ve enzele lekum” Zümer suresinde “halakakum min nefsin vahidetın summe ceale minha zevceha ve enzele lekum” o zaman indirmiş olduğu halde. O zaman indirmiş “minel en’ami semaniyete ezvac”(ZÜMER 6) enamdan sekiz eş indirmiş oluyor. Şeyde belirttiği gibi koyun,keçi,sığır,deve. Şimdi bu enam çok farklı bir hayvan türü. Kafirlet de Allah anam’a benzedi diye hayvanlara benzetmez.
Enes Hoca: Bayağı değerli yani.
Hoca: Hayır çok farklı bir hayvan türü. Mesela enam o kadar zeki değildir ama köpekler çok zekidir. Kuşlar zekidir. Ne bileyim yani işte karıncalar zekidir ama enam öyle değildir. Enam farklı bir şey. Yani enam’ın indirildiğine dair şey var. Dolayısıyla demek ki öyle bir ortam yaratmış ki AllahTeala orada orada giyecekleri şeyler de var, yiyecekleri de var. Öyle bir ortam yaratmış. Bir de Adem(as)’a her şeyi öğrettiğine göre pamuktan elbise yapmasını da öğretmiştir mutlaka, yünden elbise yapmasınıda öğretmiştir.
Katılımcı: Bu “enzelna en’am” da hocam çok büyük iktisadi boyut da var . Mesela insanın giyimi de sonuçta iktisadi boyutu da var, meslekler işte. Demir de çok büyük bir iktisadi. Sonuçta hayvanlarda çok büyük bir iktisadi insan hayatında. Giyim de öyle hocam.
Hoca: Bak şimdi size libas indirdik ifadesi yani şimdi az önce konuştuk ya giydiğimiz şeylerin tamamı ya topraktan biten yada hayvanın sırtında oluşandır. Başka bir şey var mı? Üçüncüsü var mı?
Katılımcı: İpek?
Hoca: Topraktandır o. Hayvandan geliyor. Dut yaprağı getiriyorsunuz, şurada hayvan onu vücudunda iplik haline getiriyor
Katılımcı: Sentetikler de petrolden
Hoca: Sentetik de petrolden o da topraktan bitiyor. Tamam mı?
Katılımcı: Av hayvanları Bakara suresinde Musa’nı kavmi bir takım gökten bazı yiyeceklerle besleniyor
Hoca: O başka, o bir mucize. Maidenin istenmiş olması İsa(as)’dan o başka bir konu.
Şimdi, tekrar konumuza gelelim. Bir de insanların mutlaka AllahTeala’nın emrettiği bir takım mutlaka örtmesi gereken şey var. Bir de şu benim dikkatimi çekti giyim kuşamda AllahTeala örf kelimesine yer vermiyor. Maruf kelimesi giyim kuşamda hiç geçmiyor. Çünkü her yerin farklı marufu olabiliyor. Mesela adamlar bulamamış oluyor giyecek, bir müddet sonra o bir adet haline geliyor.
Katılımcı: Afrika’da olduğu gibi.
Hoca: Afrikada olduğu gibi evet.
Şimdi burada müminler için bir şey söylüyor AllahTeala, diyor ki;
“Kul lil mu’minine yaguddu min ebsarihim yahfezu furucehum: mümin erkeklere söyle gözlerini önlerine eğsinler ve ferclerini korusunlar”(NUR 30).
Şimdi, “ve kul lil mu’minati yagdudne min ebsarihinne ve yahfezne furucehunne: mümin kadınlara da söyle gözlerini sakınsınlar, önlerine eğsinler ferclerini korusunlar”(NUR 31). Şimdi bu iki konuda kadın erkek ayrımı yok. “Yahfuzne furucehum”. Şimdi bu “ferc” ne demek? Diyor ki “el fercu eş şakku beyne şey eydihim”. İki şey arasındaki açıklıktır diyor. Mesela duvar yarılırsa ona ferc denir. Ferec derler mesela bir açılma oldu. Ondan sonra “vel fercu ma beyni ricneyn: iki ayak arası”. “Ve kunye anin sev’eti” diyor. Şimdi bunlar sev’e yi kuranda anlatılan anlamda almamışlar. Farklı bir manaya almışlar. Zaten o sev’e nin ferc manasında olması kinaye olarak geçiyor bazı yerlerde buradan da o tarafa doğru geçiyor. Şimdi, çok enteresan birşey biz bunu her zaman görüyoruz, bunu birazcık müfredat sahibi yapmış. Yani kelimelerin felsefelerini yapmamışlar. Yani o kelimeler kuranı kerimde nasıl geçiyor, hadislerde nasıl geçiyor, bunun takip ettiği silsile ne bunu yapmayınca bizim için çok ciddi sıkıntılar doğuyor yani hüküm verirken. Aslında onlar için sıkıntı doğmuyor. Çünkü gelenekte hüküm hadislere göre verilmiş. Kuranı kerime göre vermediklerinden dolayı iş kolay. Kurandaki ayetlere hangi manayı verirsen ver farketmez. Yeter ki makul bir anlam çıksın. Kuran sünnet arasında da hiç bir ilişki kurmamışlar. Öyle bir ihtiyaç duymamışlar. Böyle bir ihtiyaç duymayınca da, yani tıpkı şeye benziyor siz sürekli evde yemek yemişsiniz bu yemeğin nasıl yapıldığı sizi hiçbir zaman ilgilendirmemiş. Zengin bir adamın çocuğusunuz. Önünüze sürekli yemek gelmiş yemişsiniz. Sizi sadece o ilgilendiriyor. Ama dışarıda tarladan bir patatesi getirip de pişime meselesi hiç hayatınızda olmadığı için orada şaşırıp kalmışsınız. Ben sık sık anlatıyorum ya, bir makarna pişirme olayını. Rahmetli babam bir makarna pişirdi. Annem köye gitmiş. Nasıl olacak baba dedim? Yaparsın. Koyarsın tencereye su dökersin haşlarsın dedi. Öyle hatırlıyorum, yanlış da hatırlıyor olabilirim. Bir müddet sonra baktım tencere tamamen doldu. Hiç su kalmadı. Biraz daha su dökeyim dedim. Ondan sonra, biraz sonra yine su kalmadı. Biraz daha döktüm. Gene kalmadı. Sonra dedim herhalde pişmiştir dedim. Ama iyice büyüdü makarnanın parçacıkları. Bu kadar da büyük oluyormuydu falan. Sonra babam dedi ki; piştimi? Pişti dedim. Baktık ki su olmuş her tarafı, döktük. Yenmesi mümkün değil. Şimdi, bizim için yani bizim hadisçiler de öyle yani. Peygamber(sav) bir yemek pişirmiş ya hep onu gündeme getirmişler. Peki yeni bir yemek pişirme? Beni örnek alacaksınız diyor? Ne demek örnek alacaksınız? Sen de yemek pişireceksin demektir değil mi? Ben de yemek pişirmezsem, şimdi bir kız annesinin yanında yetişiyor. Annesi diyor ki bak kızım iyi öğren yarın sen de yemek pişireceksin. Hep benim yemeklerim olacak değil ya. Ama bizlere yemek pişirme derdi yok.
Peygamber ne yapmışsa, hayat donduruluyor orada. Bir müddet sonra o da yetmiyor kuran da sünneti de bir tarafa atarak bu defa hayali şeyler yapmaya başlıyorlar. Öyle olunca kuranı kerimdeki kelimeleri kimse ilgilendirmiyor.
Örtünmenin kuran ile irtibatı kurulmuyor. Hiç bir şeyin kuran ile irtibatı kurulmuyor. Biliyorsunuz yani, mesela şu anda üzerinde bulunduğumuz konu: Kurulmayınca bütün kelimeler böyle acayip bir haller alıyor. Mesela “ferc” kelimesi “eş şakka beyne şey eyni”. Tamam “furce”. “Furce” kelimesini biz bilmiyoruz. Bir açıklık manasına gelir.
Katılmcı: Aynı şeyde bir sürü isim var araplarda.
Hoca:”Farec” var “farec”. “Farec” nedir? Açıklıktır!
Enes Hoca: Mutluluk anlamında.
Hoca: Rahatlamadır, açılmadır. O zaman öyle olunca, bak “ferclerini muhafaza etsinler” diyor. “ve yahfezne furucehunne”(NUR 30-31) diyor ayeti kerime değil mi? “Kul lil mu’minine yagdudu min ebsarihim ve yahfezu furucehum”(NUR 30). “Kul lil mu’minati yagdudne min ebsarihinne yahfezne furucuhunne”(NUR 31). “Vel hafızine furucehum ve hafizat”. Ondan sonra ferclerini mutlaka korurlar kelimesi var. Mesela “vellezine hum li furucihim hafizun illa ala ezvacihim ev ma meleket eymanuhum: ferclerini korurlar sadece eşleri yada sahip oldukları köleler hariç ferclerini korurlar”(MUMİNUN 5-6). Şimdi eşleri meselesini bir kenara bırakalım. “Ev ma meleket eymanihum” dan hareket edelim tamam mı? Buradan bir şey çıkacak. “ve la yubdine zinetehunne illa li buuletihinne ev abaihinne ev ebnai buuletihinne”(NUR 31). O ayeti okuyalım, iyi söyledin. Ama oradan başka bir ayete geçeceğim. Bak mesela şimdi “eşlerine veya sahip oldukları köle ve cariyelere. Şimdi buradan bakalım. Nur suresi 31. Ayeti açın. 58’i açalım 31’e daha sonra gelelim sıra bozulmasın. Benim zihnimde oluşturduğum sistem bozulmasın.
“Ya eyyuhellezine amenu yes’zinkumullezine meleket eymanukum vellezine lem yeblugul hulume minkum selase merrat: ellerinizin altında bulunan köle ve cariyeler ve sizden buluğa ermemiş olanlar üç kere izin istesinler”(NUR 58).
Şimdi şurayı odamız kabul edelim. Şu kapısı, içeri girerken üç vakitte izin isteyecekler.
“Min kabli salatil fecr: sabah namazından önce”
“Ve hinetadaune siyabekum minez zahirat: öğlen vakti elbiselerinizi çıkardığınızda”
“Ve min ba’di salatil işa: ve yatsı namazından sonra”.
Niye ya Rabbi?
“Selasu avratin lekum: üç avret zamanıdır”.
Yani utanabileceğiniz üç vakittir. İzin almadan girerse ona karşı, köle veya çocuğa karşı utanabilecek durumda olabilirsiniz. Bluğa ermemiş. Şimdi bu üç vakitte izin alsınlar bunlar.
“Leyse aleykum ve la aleyhum cünahun ba’de hunne: bu üç vakit dışında izinsiz girebilirler”.
Kim? Köle, cariye ve çocuk. Buluğa ermemiş olacak. Neden böyle?
“Tavvafuna aleykum: çünkü sürekli sizin hizmetinizde”.
Giriyor çıkıyor. Çocuklar da öyle. Sürekli sizinle temas halinde olmaları lazım. İlleti de bu. “Tavvafune aleykum”. Köle ve cariye olmaları değil bu da önemli.
“Ba’dukum ala ba’dın kezalike yubeyyinullahu lekumul ayat: işte Allah ayetleri, öbür ayetleri de sizin için böyle açıklıyor” diyebiliriz. Şimdiye kadar okuduğunuz ayetler var ya. Örtünme ile ilgili ayetlerin manasını buradan öğrenin demiş oluyor Allah.
“Vallahu alimul hakim: Allah bilir doğru karar verir”(NUR 58).
Şimdi bakın devam edelim.
“Ve iza belegal eftalu min kumul hulume: çocuklar ihtilam olup buluğa erdikleri zaman”.
“Felyeste’zinu kemeste’zenellezine min kablihim”. Bu defa 24 saat. “Hangi saatte olursa olsun yanınıza girerken izin almadan girmesinler”(NUR 59). Odanıza girerken. Sizden öncekilerin izin aldığı gibi alsınlar.
Fatih Orum: Köle ve cariyelerde durum devam ediyor.
Hoca: Devam ediyor. Köle ve cariyeler sadece üç vakitte. O üç vakit elbiselerinizi çıkarmış olursunuz. Yani ne olur? O furuc denen, bak eş ile ilgili yok. “illa ala ezvacihim ev ma meleket eymanuhum” dedi.Eşi o üç vakitin dışına bıraktı. Tamam mı? Eş ile ilgili herhangi bir şey olmadığı anlaşıldımı burada?. Demek ki eşlerin birbirlerine karşı örtünmeleri gerekmiyor. Bu net anlaşılıyor mu? Çünkü eşin hiç bir vakit izin alması gerekmiyor yanına girerken. Ama “ev ma meleket eymanuhum” dedi orada, “illa ezvacihim ev ma meleket eymanuhum” dedi değil mi? O zaman eş değilse bu üç vakit de izin almadan giremez. Bu ne demek? Bu o “ferc” dediğimiz olayın bir kısmını görür demektir. Değil mi? Bunların slaytını da yapmak lazım ki çok iyi anlaşılsın. Bu çok önemli bir husus. Yani “ayetleri böyle açıklar”(NUR 58) diyor ya, bunu buradan anlayacağız başka yerden anlayamayız. Örnekten anlarız. Şimdi , “ferclerini eşleri yada elleri altındaki köle ve cariyeler dışındakilere açmasınlar” dedi mi? O zaman her vakit girer çıkarsa. O zaman ferclerinin bir kısmını görebilirler demektir. O zaman diz kapağı ile göbek arası diye Peygamber efendimiz, biraz sonra hadisleri de şey yapacağız yani. O zaman öyleyse o üç vakitteki giyim kuşamla diğer vakitlerdeki giyim kuşam farklı ki üç vakit izin alsınlar diğer zamanda izin almayabilirler. Öyleyse ferc dediğimiz küçük bir nokta değil. Ön ve arka değil. Zaten iki ayak arasındaki açıklık deyince; bu farklı bir şey. O zaman bunun bir sınırı olması lazım. Ön ve arkanın tabii sınırlarrı yukarıya doğru çıkarsan göbek, yani bir isim vereceksin. Aşağıya doğru inersen diz. Bu mantıki bir şeydir. Hadisi şeriflere de bakıyoruz Peygamber(sav), bunu mutlaka söylemiş. Mutlaka söylemiş. Yani o diz kapağıyla göbeğin arasının avret olduğunu hadislerinde çok açık ve net bir şekilde söylemiş. Biraz sonra o hadisleri görürüz. Ama önce bu, zihin karışmasın diye şu meseleyi bitirelim. Tamam mı? Bu ayet meselesini bitirelim.
Katılımcı: Hocam şunu söyleyebilirmiyiz? Buradaki “ev ma meleket eymanuhum” evli olmayan,
Hoca: Evli değil evet.
Katılımcı: O diğer yerdeki “vellezinehum min furucuhum ala ezvacukum ma meleket eymanuhum” evli olanlarla beraber. Burada izin gerekiyor diğeri ise ferclerini koruyorlar eşlerine ve
Hoca: Veya
Katılımcı: Evet, bir tarafta evlilik vardır, diğer tarafta sadece mülkiyet vardır, bunun da bir hukuku vardır. O hukuku düzenlemiştir.
Hoca: Şimdi burada şu da ortaya çıkıyor. Sahip oldukları köle ve cariyeler dizden yukarı, mesela şort, onun yanında şortla olabilir demek bu. Küçük çocukların yanında şortla olabilir demektir. Ama öbürlerinin yanında şortla olamaz demektir.
Katılmcı: Hocam şey de var Müminun ile Mearic de “illa ala ezvacihim ey ma meleket eymanuhum fe innehum gayru melumin” ikisinde de aynı şey var.
Hoca: İkisinde de aynı şey var. “Vel hafuzune furucihum hafizat”da var.
Katılımcı: Ama oradaki “la ala ezvacihim ey ma meleket eymanuhum” ile “buradaki ve ma meleket eymanuhum” biraz hüküm yönünden farklı olmalı. Geçen de okuduk.
Hoca: Fark şu oluyor; “ve ma meleket eymanuhum” “ev ma meleket eymanuhum”. Geçen de okuduğumuz olayın bir başka açısı. Evlenme meselesi. Bu başka açısı.
Katılımcı: Başka yönü. “Ve” ile geldiği zaman.
Hoca:Şimdi burada şu oluyor; demek ki eşler arasında hiç bir zaman izin gerekmiyor. Eşlerden biri hangi halde olursa olsun. Ama köle ve cariyeler ve çocuklar üç vakit “selasu avratin” o zaman tam çıplak olabilir bu insanlar demektir değil mi? O zaman demek bunun dışında tam çıplak değil. Avret mahalli kapalı ama mesela diz kapağından yukarısı açık mesela.
Enes Hoca: Ferclerini ev ma meleket eymanihimden saklamış oluyor değil mi?
Hoca: Bizim fevc dediğimizi saklamış oluyor ama lugavi fevcin bir kısmını göstermiş oluyor. Esasen zaten Peygamberimizin hafisinde de fevc diz kapağı ile göbek arasıdır. Yani şimdi şunu biz tespit etmiş oluyoruz. Peygamberimizin o sözü bu ayetlerin gereğidir. İşte hikmet bu, tamam mı Muhammed. Bak böyle yaptığın zaman yerine oturuyor mu? Ve şunu da ortaya koymuş oluyorsun: mesela rivayet ediliyor. Ayşe validemizden gelen bir rivayet var. Peygamberimiz(sav) oda da oturuyordu. Dizinin üst kısmı açıktı. Ebu Bekir girdi yerini bozmadı, Ömer girdi bozmadı ama Osman girdi örttü. Niye örttü? İşte, meleklerin kendinden haya ettiğinden ben etöeyeyim mi dedi. Şimdi bu hadisin değişik rivayetleri var. Bir de Sevide validemize şey yapılan rivayet var. Dizi açıktı, Osman’ın geleceği söylendi hemen dizini örttü. Sonra Osman girdi. Bunun zıddına rivayetler de var. O zaman bu tür rivayetleri, Peygamberimizden gelen çok sayıda sahih rivayette diz kapağı ile göbek arası. Diz kapağının açıldığına dair rivayet var. Bu normaldir. Çünkü “min ila” da değil mi? Bunu nereden başlatıyorsun? O diz kapağı buna girer mi girmez mi? Göbeğin kendisi girer mi girmez mi. Burada tartışmalar fazla önemli değil. Bu dil ile alakalı bir tartışmadır. Ama diz kapağı ile göbeğin arasının örtülmesi gerektiği şu ayetten net bir şekilde anlaşılmıyor mu? Herkese karşı örtülü. Sadece eşe veya elinin altında bulunan köleler cariyeler ve küçük çocuklara. Bir de buluğa ermemiş olan çocuklara. Demek ki insanın buluğa ermiş olan kendi çocuğunun yanında da diz kapağıyla göbeğinin arası kesin kapalı.
Katılmcı: Şimdi o ayette ferc örtüleceği geçiyor da. Diz kapağı ile işte göbek deliği olması hafisi şeriflerde olduğu için farklı farklı rivayetler o fercin kapsamı, sınırları tartışılabilir yani.
Hoca: Mesela?
Aynı katılımcı: Az önce bir başka hadisi şerifde baldırı gözüküyordu Peygamberimizin
Hoca: Öyle rivayetler var da o rivayetler zayıf. Mesela şey ile ilgili o senin dediğin
Aynı katılımcı: Çok açık böyle
Hoca: Bak şimdi şey var ya, Enes Bin Malik var. E.Bin Malik Peygamberimizin hizmetinde olan bir kişidir değil mi? Peygamberimizin yanına girip çıkıyor. Şimdi burada şu soru sorulabilir, köle ve cariyelerle diğer hizmetçilerin farkı ne? O senin dediğin rivayet Enes B. Malik tarafından gelen bir rivayet. Yani işte bacağı açıldı beyazını gördüm diye bir rivayet var. O nerede olmuş? Bu Hayber savaşı sıradında. Hayber savaşı içerisinde, sokaklara içeri giriyorlar, atı hızla sürerken Enes B. Malik’in ayağı Peygamber efendimizin ayağına dokunuyor ve o sırada bir açılma oluyor. O iradi bir açılma değil. O anda bir görüyor. Bu şunu bize ifade eder: Enes B. Malik gibi Peygamberimizin hizmetinde olan bir kişi bile sadece orada görebiliyor. Başka bir yerde görmüyor. O zaman bu ne demek? Demek ki diz kapağı ile göbek arasını kapatmak son derece önemli. Tamam mı? Mesela Malikiler açılabilir derken bu tür rivayetleri esas alıyorlar
Katılımcı: Avreti hafife
Hoca: Avreti galiza, avreri hafife diye bir ayrım yapıyorlar.
Katılımcı: Sadece namazda geçerli olduğunu söylüyorlar.
Hoca: Namazda geçerli demiyorlar Malikiler.
Hoca: Malikiler avretin namaz için farz olduğunu söylemezler.
Katılımcı: Muallaza için
Hoca: Muallaza için. Tabi Avreti muallaza namazda kapalı olmalıdır diyorlar. Şimdi, burada şu, biz her konuda görüyoruz. Maliki olsun, Şafi olsun, Hambeli olsun, Hanefi olsun bunların hiç birisi mezheplerinin görüşlerini oturturken ayetleri esas almıyorlar. Bir kere bu çok açık. Göremezsiniz ayetleri onların bu şeylerinde. Ayetleri esas almayınca hadisleri oturtacak yer bulamıyorlar. Bu defa biri onu alıyor biri bunu alıyor. Bak işte lugatta da görüyorsunuz. Ayetleri esas almayınca kelimelere anlam vermekte sıkıntı çekiyorlar. Gelenekte oluşmuş anlamı veriyorlar.
Katılımcı: Söylediğiniz sadece ferc için mi geçerli yoksa
Hoca: Bak ne dedi Allah; ferclerini korurlar. Bir de tam tersini düşünelim. Dedi ki” vellezine min furucuhum hafızun: ferclerini koruyan kişilerdir”. Bir ayette de AllahTeala demedi mi ki “La takrabu zina: zinaya yaklaşmayın”. Yaklaşmayın derken mutlaka arada bir “huma” yani bir koruma çemberi olması gerektiği anlaşılıyor. Bu örtünmede de olmalı. Şimdi “vellezine min furucihim hafızun” daki ferc’i gelenekte olduğu gibi ön ve arkadan olduğunu düşünün. Sev’eteyn diyor Malikiler. Diğerleri de söylüyor. Öyle olduğunu kabul edelim. Bir an için öyle kabul edelim. Peki bu ön ile arkanın hangi kısmı bu üç vakitte açık olacak, hangi kısmı bu üç vaktin dışında kapalı olacak?
Katılımcı: Tasavvur etmesi bile zor
Hoca: Tasavvuru imkansız yani. Bunu öyle bir ikiye ayıracaksın ki o “ma meleleket eymanuhum” un görebileceği kısım göremeyeceği kısım olacak, bu mümkün değil öyle bir şey olmaz. Mümkün değil yani öyle bir şey olması. Dolayısıyla yani işte o ikisi AllahTeala diyor ya: “Kezalike yu beyhinullahu ayat” işte bu konudaki ayetleri size böyle Allah açıklıyor. Örnek vererek açıklıyor. C. Hakk burada örnek vererek açıklıyor ve çok güzel tasavvur etmemize sebep oluyor. Ayetin devamı da var. “Ve iza belagal eftalu minkumul hulume felyeste’zinu kemeste’zellezine min kablihim”.