Kur’an’a Göre Zekat Oranları

4 Aralık 2010 tarihinde yayınlandı. görüntülenme Mukayeseli Fıkıh Müzakereleri

Abdülaziz  Bayındır: El-hamdu-li’llâhi  Rabbi’l-Alemin  ve’l akıbetü  li’l müttekîn, ve’s-salâtü ve’s-selâmü  alâ rasûlina Muhammedin  ve  alâ  âlihi  ve  sahbihi  ecma’în.

Biliyorsunuz, her  konuda  KitapSünnet  bütünlüğünü dikkate  alarak  çalışmalar  yapmaktayız. Sünnet’in  Kur’an’dan  ayrı, müstakil  bir  kaynak  olduğunu  iddia  edenler, sıklıkla  “Sünnet  olmasaydı  namazın  vakitleri, rekatları  ve  zekatın  miktarları  nereden  öğrenilecekti”  derler. Aslında  bu  söz, doğru  bir  sözdür. Elbette ki  biz  bunları  Sünnet’ten  öğrenmekteyiz. Fakat  burada  yanlış  olan  şey  şudur: Sünnet’i  Kur’an’dan  ayrı, müstakil  bir  kaynak  saymak. Tabii  ki, peygamberimiz  (s.a.v)  bunları  dile  getirmeseydi  öğrenemezdik. Bu, tıpkı  şuna  benzer: Kullandığımız  bilgisayarları  birileri  yapmasaydı  pek  çok  şey  için  onlardan  nasıl  yararlanacaktık? Kalkıp  da, bu  bilgisayarlar  doğadan  bu  şekilde  kullanıma  hazır  olarak  çıkıyor  dersek, yanlış  olur. Bilgisayar, çok  sayıda  insanın  bilgilerini ve  teknolojiyi  kullanarak  ürettikleri  bir  üründür. Bu demektir ki, onların  üretebildikleri  bu  malı, aynı  bilim  ve  teknolojiye  sahip  olabilirsek  yarın  biz  de  pekala  üretebiliriz. Peygamberimizin  (s.a.v)  hadislerini  de  bu  şekilde  düşünmemiz  gerekmektedir. Peygamberimiz  (s.a.v)  şayet  bir  şey  söylediyse, bunun  muhakkak  Kur’an’ı Kerim’den  olduğunu  bilmemiz  lazımdır. Daha  sonra  da, İlahiyat  ilmiyle  meşgul  olan  insanların, tıpkı  bilgisayar  teknolojisiyle  meşgul  olan  insanların  yapması  gerektiği  gibi, peygamberimizin  bu  hükümleri  çıkarırken  hangi  ayetlerden  yararlandığını  araştırması  gereklidir. Tüm  bunlar, birer  ekip  çalışması  halinde  yapılır. Hemen  1-2  ay  içinde, 5-10  sene  içinde  netice  elde  edilecek  diye  bir  şey  yoktur.  Siz  bunu  prensip  olarak  koyarsanız, onlarca  ekip  üzerinde  çalışırsa, biri  bulamadığı  takdirde, öbürü  mutlaka  neticeye  ulaşır. Bugünkü  buluşlar  da  bu  şekilde  oluşmaktadır. Her  ekip, netice  alamamakta, araştırmaların  bir  çoğu  çöpe  atılmak  zorunda  kalmaktadır. Fakat  yapılan  bu  çalışmalar, ilme  mutlaka  katkıda  bulunur, ilerlemenin  vesilesi  olur.

İşte  biz  burada, kendi  çapımızda  yapmış  olduğumuz  bir  kaç  yıllık  çalışmaların  sonucunda, zekat  nispetlerinin/oranlarının  Kur’an’dan  çıkarılabileceğini  ya  da  bir  başka  ifadeyle, peygamberimizin  (s.a.v)  ticaret  mallarından  40’ta 1  oranında  zekat  verilmesi  gerektiği  emrini, Kur’an-ı Kerim’den  çıkardığını  gördük. Zaten  öyle  olmak  zorundadır. Peygamberimize  Cenab-ı Hak  şöyle  buyurmaktadır: Enam 6/106

İttebi’  mâ ûhiye ileyke mir-Rabbik.” “Rabbinden  sana  vahyedilen  neyse  ona  uy.”

En’am 6/50:

İn ettebiu  illa  mâ yuha ileyye” “Ben, bana  yapılan  vahiyden  başkasına  uymam.”

Peygamberimizin  (s.a.v), kendisine  yapılan  vahiyden  başkasına  uymadığı  konusunda  herkes  mutabıktır. Sünnet  için, Kur’an’dan  ayrı  müstakil  bir  kaynaktır  diyenler, peygamberimize  yapılan vahyin  iki  türlü  olduğunu  iddia  ederler. Onlara  göre  bunlardan  biri; Kur’an, ikincisi; Kur’an’ın  dışındaki  vahiy  yani  Sünnet’tir. İkisini  birbirinden  ayırt edebilmek  için  Kur’an’  “Metlüv”(namazda  okunabilen),  Sünnet’e  “Gayr-i Metlüv”(namazda  okunamayan)  ismini  vermişlerdir. Metlüv  demelerinin  sebebi, namaz  kılarken  insanların  onu  okuyor  olmalarıdır. Namazda okunmadığı  takdirde  gayr-i  metlüv  olur. Bu  iddiaların  sebepleri  çoktur. Burada, önemli  olanlarını  söylemekte  fayda vardır. Kur’an-ı Kerim’de  bir  Nebi, bir  de  Resul  kavramları  vardır. Geleneğimizde, Kur’an’daki  resul tanımına  ters  olarak, ayrı  bir  şeriat ve  ayrı  bir  kitap ile  gelen  peygambere  Resul  denilmektedir. Buna  mukabil, resullerin sayısı  bir  hayli  azaltılmış  olmaktadır. “Mâ ala’r-resulu  illa’l-belağ” “Resule  düşen  tebliğidir. (Maide5/99)” Ayetine  istinaden, resulün  görevi  aldığı  vahyi  tebliğden  ibarettir  denilince, bu sefer  Sünnet  de  tebliğin  bir  parçası  haline  getirilmiştir. Sünnet, tebliğin  bir  parçası  sayıldığında, Kitab  ve  Sünnet’in  ayrı  birer  kaynak  olduğu  söylenmiştir. Böyle  bir  durumda  Muhammed  as  bize  nasıl  örnek  olacaktır? Bu, şuna  benzer: Bilgisayar  bir  yerden  bulunmuş, bulunduğu  yer  ise  saklanıyor  ve  piyasada  satışa  sunulmuştur. Örneğin: ABD, var  olan  teknolojisiyle  Mars’ta  bir  bilgisayara  rastlamış, getirip  getirip  satıyor. Bilgisayar  madeni  bulunmuş. Böyle  bir  durumda, kimsenin  aklından  bir  bilgisayar  da  ben  yapayım  diye  geçmeyecektir. Peygamberimizin  hadisleri  de adeta  bizlere  böyle  tanıtılmaktadır. O zaman  bizim  onu  örnek  almamız  mümkün  değildir. Halbuki, Kur’an’ı Kerim’e  baktığımızda, Rabbimiz  orada  Kitab’ı  ve  Hikmet’i  indirdiğini  beyan  etmiştir. Peygamberimiz  de  aynı  şeyi  dile  getirmiştir:

Ûtitül  Kitabe  ve  misle-hu mea-hu” “Bana  Kitab  ve  onunla  beraber  onun  gibisi  verildi.”

Hikmet  ne anlama  gelmektedir? Hikmet, bir  konuda  doğru  karara  varmaktır. Kur’an’a  baktığımızda, Hikmet’in  yalnızca  peygamberlere  verilmediğini, başka  insanlara  da  verildiğini  görüyoruz. Bakara 2/269:

“Yû’til  hikmete  men yeşa’  ve  men  yû’tel hikmete    fekad ûtiye  hayran kesîra” “Alla  hikmeti  dilediğine  verir. Kime  hikmet  verilirse, ona  pek çok hayır  verilmiş demektir.”

İşte  bu  noktada, İslam  alimleri  gerçekten  çok  ciddi  zihin  karışıklığıyla  karşı  karşıya  kalmışlardır. Bakıyorsunuz  ki, bu  zihin  karışıklığını  gidermek  için kendilerine  başka  çıkış  yolları  aramaya  başlamışlardır.

Filistinli  Cemal  Bey, geçenlerde  hepinizin  haberdar  olduğu  fetvayı  yayınlamıştı. Çocukların  evlendirilmesi  konusu, bugün  İslam  dünyasında  oldukça  önemli  konulardan  birisidir. Biz, bu hususta gerekli  fetvayı hazırlayıp, konunun  gündemde  olduğu Yemen’e  gönderdik. İlgili  bütün  ayet  ve  hadislerin  ittifak  ettiği nokta; reşit  olmayan  kişinin  evlendirilemeyeceği  şeklindedir. Enteresan  olan, bizim  İslam  alimleri  de  evlenmenin  yaşının  olmadığı konusunda  ittifak  etmişlerdir.

Cemal  Bey, Araplarda  da  evlilik yaşı  sınırlaması  olduğunu  dile  getirmiştir. Bunun  delillerinin  ne  olduğunu  sorduğumuzda  ise, delil  olmadığını  söylemiştir. Bu durum, devlet  başkanına  mubah  sahayı  sınırlama  yetkisi  verildiğinden, devletin  bu  sahada  aldığı  kararlara  uyma  mecburiyetinden  kaynaklanmıştır. Diyelim  ki, şeriat  bir  adamın  bir  çocukla  evlenmesini  helal  kılmışsa, devletin  yasaklaması  bu  mubahı  sınırlama  mıdır  yoksa  helali  haram  mı  yapmaktır? Helali  haram  kılmaktır. Allah, bu  yetkiyi  kimseye  vermemiştir. Yağmurdan  kaçarken  doluya  tutulmak  vardır  ya, çok  büyük  bir  hata  yapılmaktadır.

Geçenlerde, Hayrettin  Karaman’ın  recimle  alakalı, gazetelerde  bir  makalesi  yayınlandı. Orada  şöyle  bir  ifade  geçmektedir: “Kur’an  ve  Sünnet’te  recim  yoktur. İslam’da  recim  yoktur  ama  devlet  başkanı  bunu  tazir  olarak  uygulayabilir.” Allah  Allah!  Sen  hangi  hakla, hangi  ayetten, hangi  kitaptan  devlet  başkanına  adam  öldürme  yetkisi  veriyorsun? Bu ne  demektir?! Devlet  başkanı, Allah’ın  hükümleri  karşısında  sıradan  bir  insandan farklı  değildir. Tarihte, devlete  adam  öldürme  yetkisi  verilerek  bu  hata  yaşanmıştır. Osmanlılarda  ve  ondan  önceki  dönemlerde  bunun  örnekleri  görülmüştür. Siyase-i Şeriye  diye  saçma  sapan, şeriata yüzde  yüz  aykırı  olan  bir  şey uydurmuşlar, adam  bir  işaretle  kelleyi  aldırıyor! Bunun  dinle  imanla  uzaktan  yakından  alakası  yoktur. Ama  gelin  görün  ki, bugün  de  bir  hoca  çıkıp  böyle  bir  cevaz  verebiliyor.

İçinde  bulunduğumuz  konuya  dikkat  çekmek  için  bir  giriş  yapmış  olduk. Peygamberimiz  (s.a.v)  ne  demişse, Kur’an’da  olan  odur  diyebilmelisiniz. Böylece  olayın  şekli şemali  tamamen  değişir. Bu  açıdan  bakanlar, peygamberimizin  tasarruflarını  3’e  ayırırlar: a) Komutan  olarak  yaptıkları, b) baba  olarak  yaptıkları, c) devlet  başkanı  olarak  yaptıkları. Peygamberimiz, ikinci  bir  vahiy  almıştır, Sünnet  de  gayr-i  metlüv  vahiydir  denildiğinde, vahiyde  hata  kabul  edilemez. Fakat Kur’an’ı  Kerim’de  peygamberimizin  yaptığı  hatalara  örnekler  vardır. O zaman  bu hataları  nereye  koyacaksınız? Koyacak  yer  yoktur. Böylelikle  daha  büyük  hatalar  yapılmaktadır.

Allah-u Teala  En’am suresi 6/160.  ayeti  kerimede  şöyle  buyurmaktadır:

Men  câe  bi’l-haseneti  fe-lehü  aşru  emsâlihâ” “Kim  bir  iyilik  yaparsa, ona  bunun  10  katı  vardır.”

Yani  kişinin  yaptığı  1  iyilik, 10  yapmış  olarak  kabul  edilmektedir. Misal; Allah  rızası  için  1 tl  vermişsen, 10 tl  vermiş  sayılıyorsun.

Bakara  suresi  2/219.  Ayette  şöyle  buyrulmaktadır:

Ve yes’elûneke  mâzâ  yünfikûn. Kuli’l afv.”  “Sana  neyi  infak  edeceklerini  soruyorlar. De ki: El-Afv

El-Afv  denildiği  zaman  işin  şekli  şemali  değişmektedir. Elimdeki  mealde  el-afv  “ihtiyacınızdan  artan”  olarak  tercüme  edilmiş. El-Afv’ın  5  manası  vardır. “İhtiyaç  fazlası”, bu  beş  anlamından  birisidir. El-Afv’ın diğer  manalarından  biri  ise  nema (artma  özelliğine  sahip  olan)dır. Burada  esas  bu  mana  üzerinde  duracağız.

Biliyorsunuz, bir  arkadaşımız  “artan  ne  varsa  hepsini  zekat  olarak  vermek  lazım”  demiştir.

Bakara  2/219. Ayetin  devamında  şöyle  buyrulmaktadır:

Kezâlike  yübeyyinu’llâhü  lekümü’l âyâti le-allekum  tetefekkerun” “Belki  tefekkür  edersiniz  diye, Allah  size  ayetleri  böyle  açıklıyor.”

Tefekkür  ne  demektir? Tefekkür; zihni  olanca  gücüyle  çalıştırmaktır. Bu, kolay  bir  şey  değildir. Hemen  akla  gelen  şeye  tefekkür  denilmez. Türkçe’ de  de  aynı  anlam  verilir. Şu adam  mütefekkirdir  deniliyorsa bu, o adamın  olanca  gücüyle  bir  sonuca  varabilmek  için  çaba  sarf etmesini  ifade  eder. Bu ayeti kerimedeki  “Belki  tefekkür  edersiniz”  ifadesi  bizim  için  ne  anlama  gelmektedir? Hemen  el-afv, artanı  harcamaktır  şeklinde  anlamlandırılmamalıdır. Bu ayetle  ilintili  başka  ayetler  aranmalıdır. O  ayetleri  bulabilmek  için  zihni  bir çaba  harcanmalıdır. El-afv’ın  çeşitli  manaları  vardır: Artan, kendisinde  artma  özelliği  olan, nema, en helal, en temiz  olan. Bir de  “bilinen, maruf  olan”  manası  vardır. Maruf, el-afv  için  ölçüleri  belli  demektir. Belirttiğimiz  üzere, en helal  ve  en  temiz  olan  demektir. Zaten Allah-u Teala  “ Kazandıklarınızın  temiz  olanlarından  harcayın”  buyurmuştur.

Nâmi  olan  yani  artma  özelliği  olan  mallardan  zekat  verilir. El-Afv  kelimesi  zekatla  alakalı  5  ayrı  önemli  hususu  ortaya  koymaktadır: 1) Senin  ihtiyacından  artan  olacak. Bu neyi  gösteriyor? Demek ki, zekatı verebilmek  için  bir  hacet-i asliye  kavramı  olması  lazımdır. Temel  ihtiyaçların  hariç  tutulması  gereklidir. Mesela  bugün, asgari  ücretten  vergi  alınabilip alınamayacağı  hep  tartışılır. Asgari  ücret; en  az  yeten  demektir. Bundan  nasıl  vergi  alınabilir?! İşte  artan  kavramı  bu  noktada  açıklayıcıdır. Eğer, asgari  ücret  sahiplerinin  de  ihtiyaçlarından  artan  bir  şey  varsa, onlar  da infak  etmek  zorundadırlar. Hayat  nasıl  yürüyecek! Siz  yolda  yürürken  burada  neden  çukur  var, elektriklerimiz  neden  kesildi  diyebilme  hakkını  elde  edebilmek  için  vergi  vermek  zorundasınız.

Bir  insan  olarak  sen, öncelikle  asgari  yaşama  şartlarına  sahip  olacaksın. El-afv  bunu  gösterir. Bir; temel  ihtiyaçlarını  ayıracaksın. İki; Nema  manasıyla  artma  özelliğine  sahip  olan  bir  maldan  vereceksin. Artma  özelliğine  sahip  olan  bir  mal  dediğimizde, tüketim  mallarından  hiç birinde  artma  özelliğinin  olmadığı  akla  gelecektir. “Evim  var, arabam var, zekat vermeli miyim?”  şeklinde  sorular  soruluyor. Bunlar  tüketim  malıdır. Bunlar  zekata  tabi  değildir. Ama  bir  kişi  evler  inşa  edip  satıyorsa, ona  göre  bu  evler  tüketim  malı  değildir. O evler, o  kişinin  maddi  açıdan gelişmesini  sağlayan nema  özelliğine  sahip  bir  maldır. Çalıp  çırpıp, sonra  sevap  kazanmak  için  zekat  veriyorsan, bilmelisin  ki, Allah-u Teala’nın  pis  mallara  ihtiyacı  yoktur. Zekat, temiz  mallardan  verilmelidir. Onun  için  Allah (c.c)  şöyle  buyurmaktadır: Bakara 2/267:

Ve  enfikû min tayyibâti  ma  kesebtüm” “Kazançlarınızın  temiz  olanlarından  bir  kısmını  harcayın.”

Bu ayeti  kerime, el-afv  kelimesinin  anlamlarından  biri  olan  “helal  ve  temiz  olan”  manasına  uygun  düşmektedir.  Talep  etmek  ve  infak  kolaydır  ama  karnı  aç  olanın  infak  etmesi  kolay  değildir.

Bir  malın  durumuna  göre, şekline  göre  kişi, malının  onda  birini, yirmi  de  birini, kırkta  birini  verdiği  zaman, Cenab-ı  Hak  onu, malının  tamamını  vermiş  gibi  kabul  etmektedir.

El-afv  kelimesinin Maruf  anlamı  vardır  demiştik, Maruf; bilinen  demektir. Bilinense, o  zaman  Kur’an-ı  Kerim’de  bilinenin  ölçüsünün  konulması  gerekmektedir. Takdire  şayandır  ki, Allah-u  Teala  bir  kelime  veriyor  ve  o  kelimeye  zekatla  ilgili  bütün  kavramları  sığdırıyorsunuz. Bu  kelime, pek  çok  bağlantısı  olan  bir  merkez   oluşturmaktadır. Bu  kelimenin  5  ayrı  bağlantısının  olması  gerekmektedir. Bugün, bu  bağlantıların  biri  üzerinde  durmaktayız. En’am  160.  Ayeti  kerimeyi  yukarıda  zikretmiştik. Bakara  suresi  2/267’de  şöyle  buyrulmaktadır:

Ya  eyyuhal-lezine  âmenu  enfikû min tayyibati  ma  kesebtüm” “Ey iman  edenler! Kazançlarınızın  temiz  olanlarından  bir  kısmını  harcayın.”

Tayyib”  kelimesi, yalnızca  güzel, iyi, lezzetli  manalarına  gelmeyip, her  bakımdan  talep  edilebilen, istenen, rağbet  gösterilen  anlamlarını  da  ihtiva  etmektedir. Örneğin, yiyecek  ise  hem  lezzetli  olacak, hem  temiz  olacak, hem  de vücuda  faydalı  olacaktır. Bakara 2/267’nin  devamı:

Ve  mimmâ  ahrecnâ  leküm  mine’l arz.” “Ve  sizin  için  yerden  çıkardıklarımızdan  harcayın.”

Peygamberimiz  bir  hadis-i şerifte:

An  Cabir  bin  Abdillah yezkürü ennehü  semi’an-nebiyye  kâle: fîma  sekati’l-enharu  ve’l-ğaymu’l-uşûru  ve fima  sükıye  bi’s-saniyeti  nisfu’l-uşr.” Nehirler  ve  yağmur  suları  ile  sulanarak  elde  edilen  toprak  mahsullerinden  onda  bir  nispetinde, sulama  ameliyesiyle  yetiştirilip  elde  edilen  ürünlerde  yirmide  bir  nispetinde  zekat  vergisi  vardır.” (Sahihi  Müslim  Zekat  Bahsi  503 nolu  hadis)Buyurmuştur. Buna, insan  emeği  dahil  edilmemiştir. Misal; tohum  tarlaya  atılıyor, yağmur  tarlayı  suluyor. Bu  tarladan  biten  üründen  10’da  1  öşür/vergi  verilir. Peki  neden  10’da  1  verilmektedir? Cevap; En’am  suresi  6/160. Ayeti  kerimede  çok  açık  bir  biçimde  verilmektedir:

Men  câe  bi’l haseneti  fe-lehü  aşru  emsâlihâ”  “Kim  bir  iyilik  yaparsa  ona  on  katı  vardır.”

Kişi, 10’da  1’ini  verdiği  zaman, tamamını  vermiş  gibi  kabul  edilmektedir. Bu, “artanın  tamamı”  manası  noktasında  “Kul-il Afv”a  uymaktadır. Hatırlarsanız  beş  manadan  biri  o idi. Peygamberimizin  aynı konu  ile  ilgili  söylediği  bir  başka  hadis-i şerifte  de  şöyle  bir  ifade vardır:

Eğer  dolap  ya  da  dere  sularıyla  sulanırsa, 20’de 1  vardır.

Dolap  yahut  dereden  su taşınması, ürün  sahiplerinin  emeğini  gerektirmektedir. Böylelikle, tarladaki  ürün  bir  emek sarf edilmeksizin  kendi  haline  bırakıldığı  zaman  10’da  bir  öşr  gerekirken, o  ürünün  çıkarılması  için  bir emek  sarf edildiğinde  ise  Allah  o  emeğin  karşılığını  ürün  sahibine  bağışlayıp, 20’de 1  öşr  alarak, Allah (c.c), nasip ettiği  ürünün  10’da 1’ini talep etmektedir.

Bir tarla düşünün  ki, bu tarlayı, taşıdığımız kuyu sularıyla, dere sularıyla  bizzat  emek  sarf ederek  suladık. Üzerinde  çalışılan  bu  tarlanın  ürününde muhakkak  bir  artış görülecektir. O  zaman  Cenab-ı  Hak  bunu  ikiye  bölmektedir; yarısı  kişinin  emeğiyle, yarısı Allah’ın  lütfuyla  elde  edilen ürün. Allah-u Teala  “Mim-mâ ahrecna leküm” (sizin için  çıkardığımızdan) buyurduğuna  göre, kendisinin  (c.c)  çıkardığı  kısımdan  10’da 1’ini  istemektedir.  Örneğin; 100  kg  X  bir ürünün  yarısını  kişinin emeğine  ayırıp, yarısını  da  “mim mâ ahrecna leküm”  hükmüne ayırırsan, 100 kg’dan alınması  gereken  5  kg olur. 100 kg’da  5  kg ise, 20’de  1  oranına  denk gelmektedir. İşte  bu  da, tarımı  teşvik  etmektir. Kişi  çalışıp  daha  iyi  üretim  yaptığında, onun  emeği  ona  bırakılmaktadır.

Bir Katılımcı: “Mim mâ ahrecna”  ifadesi sadece  yağmur  ile  mi  bağlantılıdır  yoksa  bunun  içine  toprak  da  mı  girmektedir?

Abdülaziz  Bayındır: Toprak her  halükarda  elde  mevcuttur, adam  toprak  icat edecek  değildir. (gülüyorlar)

Bir Katılımcı: Bazı ürünler vardır,  hiç  yağmura ihtiyaç duymaksızın  adamın  kendi  sulamasıyla  ürün  verir.

Servet Bayındır: O su  nereden  gelir?

Abdülaziz  Bayındır: O toprağı  nereden  suluyor?

Bir Katılımcı: O da  Allah’ın suyudur elbette.

Abdülaziz  Bayındır: Şüphesiz, sen de  Allah’a  aitsin.

Bir Katılımcı: Benim  demek  istediğim  kuyudan  çıkarılan  sudur.

Abdülaziz  Bayındır: Tamam  işte, o kuyudan  çıkarılan  su  bir  emek  gerektirmiyor mu?

Bir Katılımcı: Ama  hiç yağmura  ihtiyaç  duymuyor, yağmur  da yağmıyor.

Abdülaziz Bayındır: Yağmur  yağsın yağmasın bu  ayrı  bir durumdur. Tarlayı sen ekip  bıraktığında, üzerinde  çalışmazsan  aldığın  ürün  az  olacaktır. Fakat  günümüzde, tarlanın  çeşitli bakımları, ilaçlamaları  yapılmakta, gübrelenmekte, temizlenmekte  ve  sulanmaktadır. Bu halde,  çok  ciddi  bir  üretim  meydana  gelmektedir. Görüyoruz  ki, Cenab-ı Hak  burada, ürünün  yarısını  üreticiye  bağışlayarak  ciddi  manada  tarımı  teşvik  etmektedir. O zaman  ürünün  çıkmasına  insanlar  da  destek vermiş  olmaktadırlar.

Servet  Bayındır: Şöyle  düşünebilir  miyiz? Mesela  çayırlar  var, adam  bir baharda  gidiyor, şöyle  bir bakıyor, sınırı  belirliyor  ve  başka  bir  gün  gidip  çayırları  biçiyor. Hiçbir katkısı  yok.

Abdülaziz  Bayındır: Evet  üzerinde hiçbir emeği  yok. Mesela  ağaçlarla  hiç ilgilenilmiyor.

Servet Bayındır: Bir de, bir  kişi  yonca  ekiyor, onu  gübreliyor, onun  bakımını  yapıyor, suluyor ki  sulamasa  zaten  kurur, bu, emek  harcanarak  elde  edilen  bir  üründür.

Abdülaziz  Bayındır: Örneği  verilen  bu  2  tarladan  elde  edilen  ürünün  miktarı  da  aynı  çoklukta  olmamaktadır.

Servet Bayındır: Evet, aynı  olmuyor. Bu  durumda  vergisinin  de aynı  ölçüde  olmaması  gereklidir.

Yahya  Şenol: Peki miktarı  belli  midir  bunun? Ne  kadar  ürün alınırsa  10’da 1  verilecektir?

Abdülaziz  Bayındır: Bu  güzel bir soru. Bu  soruya  cevap vereceğiz.

Enes Alimoğlu: Bir hadis-i şerif  vardır  ya: “Leyse  fi’l hadravâti  sadakatün.” (yeşillikte  sadaka  yoktur). O hadravât, kişinin  emeğiyle  elde  edildiği  için  sadaka  alınmıyor  olsa  gerek.

Yahya  Şenol: Hadravât, bütün  yeşillikleri  mi  kapsar?

Enes Alimoğlu: Salatalık, domates, patlıcan, biber vb  şeyler.

Abdülaziz  Bayındır: Bu, mezhepler  arasında  ihtilaflı  bir konudur. Fakat okuduğumuz  ayeti kerimeye  göre, onlar  için  de  öşr  vermek  gereklidir. Yahya  Şenol’un  sorusunu  tekrar  dinleyelim:

Yahya  Şenol: 10’da 1  verilecek  olan  mahsülün  miktarı  ne kadar  olmalıdır?

Abdülaziz  Bayındır: Yani  nisap  miktarı. Bunu  da öteki  ayetten  anlayabiliriz. “Kul-il afv” dediği  için  cevap; ihtiyaç  fazlası  olmuş  oluyor. Ayetleri  birleştirdiğin  zaman, tarım  ürünlerinde  de  nisap olduğu  anlaşılmaktadır.

Enes Alimoğlu: Bir  hadisi şerifte: “An  Ebi Saidel Hudri  enne’n-nebiyye  kâle: leyse  fi habbi  ve lâ  temrin  sadakatün hatta  yeblüğa  hamsete  evsûkin  ve  lâ  fîma  düne  hamsi  zevdin  sadakatün. Ve lâ fima  düne  hamsi  evâkin  sadakatün.” “Ebû  Said  el-Hudri’den: Nebiyyi  Mükerrem: ‘Beş  veska  ulaşmadıkça  hububatta  ve  hurmada  zekat  yoktur. En  aşağı  üçer  yaşında  beş  deveden  aşağısına  zekat  yoktur. Beş  ukıyyeden  az  miktardaki  gümüşde  de  zekat  yoktur.” (Sahihi  Müslim, zekat  bahsi  502  nolu  hadis)Buyrulur.

Abdülaziz  Bayındır: Bu hadis-i şerif  de  oradan  geliyor  demek ki.

Yahya  Şenol: 5 vesk  herkesin  ihtiyacı  mıdır?

Abdülaziz  Bayındır: 5 vesk, 1  ton  civarında  bir  ağırlıktır. Bu  miktar  yeterli  mi  değil  mi bu,  bizim  uzmanlık  sahamız  değildir. Kaç  kişilik  aileye  yeter, ne  kadar  yeterlidir, bu  başka  bir  sahanın  işidir.

Servet Bayındır: Bu hadisler, özel  bir  kişi  ya  da  aile  için, muhatabı dikkate  alarak  söylenilmiş  hadisler  olabilir  mi?

Abdülaziz  Bayındır: Ya  da  bölgenin  durumu  dikkate  alınarak.

Enes  Alimoğlu: O zamanın  şartlarında  olabilir  evet.

Abdülaziz  Bayındır: Esas  bu  derste  göstermeye  çalıştığımız, “Ve kezâlike yübeyyinu’llahü leküm-ül  ayâtihi” (Allah  size  ayetleri  böyle  açıklar) ifadesi, bir  de  “tefekkür”  kelimesidir. İlgili  bağlantıları  bulmak  için  çok  ciddi  düşünmek  gereklidir. Zaten şuanda  da  hep  birlikte  düşünme  eylemi  yapmaktayız. Bunu  yıllarca  yaptık. Şimdi  ise, elde  ettiğimiz  neticeyi  paylaşmaktayız. Miktarı şu  olur, bu olur  ayrı bir  meseledir. Hadis-i şerif  vardır:

Tarım günlerinde, 5 veskin  altında  sadaka  yoktur.”

5 vesk, 1 ton civarındadır. Burada  da  bir  nisap  olması  şarttır. Bazı  mezhepler, bazı  alimler  nisabı  şart  koşmazlar. İşte, “Kul-il  Afv”  ile  irtibatlandırdığımızda  bu  ortaya  çıkmaktadır. 10’da 1, 20’de 1  konusu  anlaşılabilir  mi  asıl  üzerinde  durulması  gereken  husus  budur.

Ürününüzün  20’de 1’ini  verdiğiniz  takdirde, emeğinizin  karşılığı  size  bağışlanmış  olmaktadır. Kalan  diğer  kısmın  10’da 1’i  alındığında, tamamının 20’de 1’i  olmuş  oluyor. Ve  burada  siz, El-afv’ın  tamamını vermiş  oluyorsunuz. Artanın  tamamını  vermiş  gibi  sevap  alıyorsunuz. Dolayısıyla  ilgili  ayeti  kerimenin  bir  anlamı  da  artanın  tamamı  olduğu  için, burada  o  anlam  da  oluşmaktadır. İşin  bu  kısmı  burada  ilk defa  konuşulmaktadır.

Servet Bayındır: “Artanın  tamamı  verilmelidir”i kabul  ederek  bu  teoriyi  geliştirmekteyiz  ama  “o artanın  tamamı  verilmelidir”  kuralı  çıkıyor  mu bu ayetten? Afv’ın 5 manasından  birinde  “artanın  tamamı”  manası  var  mıdır?

Abdülaziz  Bayındır: O 5  manadan  biri  “artan”  demektir.

Yahya  Şenol: Peki, artanın  tamamı  mı  kastediliyor?

Abdülaziz  Bayındır: Evet  hepsi  diye  anlaşılıyor. 5 anlamdan  birini  benim  elimdeki  mealde  vermişler. “Allah  yolunda  ne  harcayacaklarını  soruyorlar, de ki;  ihtiyacınızdan  artanı.”  Mesela, burada  anlaşılan  budur.

Yahya  Şenol: Geçenlerde  Celal Hoca  geldiğinde  de aynı  konu  geçmişti. Burada  konu, zekatı  neyden  vereceğimiz  değildir. Zekatla  ilgili  Bakara 2/219  ayetinin  hemen  yan  sayfasındaki  Bakara 2/215. Ayeti  kerimede  aynı  soruyla  karşılaşıyoruz:

Yes’elûneke  mâ zâ yünfikûn. Kul mâ enfaktüm min hayrin fe-lil vâlideyni ve’l akrabîne ve’l yetaâma ve’l mesâkini ve’bni’s-sebîl.” “Sana  ne  harcayacaklarını  soruyorlar. De ki: Maldan  harcadığınız  şey, ebeveyn, yakınlar, yetimler, fakirler  ve  yolcular  için  olmalıdır.”

Soru, 219. Ayetteki  soru  ile  aynıdır  fakat  bu ayeti kerimede  verilen  cevap, neyin verileceği  değil de, nereye verileceğidir. Bunun  zekat  olmadığı  anlaşılıyor  sanki  bu  ayetten. Çünkü ana-babaya  da  gidiyor.

Abdülaziz  Bayındır: Yok, zekat değildir  diyemeyiz. Ana-babaya  verilmez  diye  bir olay  yok. Akrabin, Yetimler, Miskinler, İbn-i Sebil var.

Yahya Şenol: Zekatın  üstü bir şey  bu. Ama  zekatı  da  içine  alır.

Abdülaziz  Bayındır: Ana-babaya  da  vereceksin, sen de  o arada  yaşayacaksın.

Yahya Şenol: Burada  soru: “biz  malımızı  kendi ihtiyaçlarımızdan da mı harcayalım”  gibi  bir  soruya  benziyor. İllaki  zekatı  kaçta  kaçından  verelim, neyi vermemiz  farz  gibi  bir soru değil  her halde. Sorunun çerçevesini  anlayabilirsek  iyi  olur.

Abdülaziz  Bayındır: Soru, “neyi  zekat  olarak  vermeliyiz?” anlamına  neden  gelmesin, pekala  bu  anlama da  gelebilir. “Artanı  vermen  gerekir” denildiğinde, ilk  olarak, “hepsini  vermen gerekir” olarak  anlaşılır. El-afv’a  “artan”  anlamı  verdiğimizde, anlaşılan  budur. 5 manasından  birinin  “artan”  demek  olduğunu  burada  belirtmiştik. Dolayısıyla, bu ayeti kerimede  bu  mana  kullanılmıştır. Allah-u Teala, “Size  böyle açıklıyorum, tefekkür edesiniz”  buyurduğuna  göre, ilgili  “Kim bir  iyilik yaparsa, 10 katını veririm” ayeti gereğince, burada  öşrünü  veren  adamı Cenab-ı Hak  tamamını  vermiş  sayıyor  mu  saymıyor  mu  biz ona  bakalım. İlgili  ayetler  arası  tam  bir  uyum  söz  konusudur. İşte  mesele  budur.

Bir Katılımcı: İyilik  yapana  10 katının  verileceğini  ifade eden  ayet  olmasaydı, ihtiyaç fazlasının  hepsinin  verilmesi  gerekecekti.

Abdülaziz  Bayındır: İşte, İhsan Eliaçık onu iddia  etmektedir. Onun  bu  iddiasının  arkasında  durmasının sebebi, bu ayette  belirtilen tefekkürü  yapmamış  olmasıdır. Zihni  iyice  çalıştırıp, Kur’an  üzerinde  tefekkür  etmek gerekmektedir. Kur’an-ı Kerim  üzerinde tefekkür  ettiğin  zaman  görüyorsun ki, Allah (c.c): “Ayetleri  ben açıklarım  başkasının  açıklama  yetkisi  yoktur” (bkz: Hud 1) buyuruyor. Öyleyse, El-afv  ifadesi  geçen  ayetin  bağlantılı  olduğu  diğer  ayetleri  bulmak gerekmektedir. Bunları  araştırırken  hata  yapabilirsin. Bu  hataları  en  aza  indirgemek için Cenab-ı Hakk’ın bize  emrettiği  toplu halde çalışmaktır. İlim adamları topluluğuyla  çalışmaktır. Mesela  Yahya, “asgari 1 ton yeterli olur mu  olmaz  mı” dedi, Servet; “Acaba bu  hadis  belli  kişiler  için  mi  söylenmiş” dedi. Bu, tamamen  bizim  ihtisasımız  dışında  olan  bir  sahadır. Bu  konuda  uzman  olan  kişilerle  çalışılabilir, bir sonuç  ortaya  çıkarılabilir. El-afv  kavramı, bu  konunun  bağlanacağı  ana  direktir.

Servet Bayındır: El-afv  kelimesinin  marife  gelmesi  burada  önemlidir. Bir yere  bir gönderme  olabilir.

Abdülaziz  Bayındır: O göndermelerle  uğraşıyoruz zaten.

Servet Bayındır: Bir  de, nisabın  üstündeki  her hangi  bir  miktar  da  el-afv  şeklinde  ifade  edilebilir.

Abdülaziz  Bayındır: Elbette.

Servet Bayındır: Dolayısıyla  el-afv  genel  bir  ifadedir. Başka  ayeti  kerimelerde  el-afv’ın  kendi  içinde bölünmesi, el-afv’ın  şu kadarının  verilmesi  gerekir  gibi  bir  ifade  çıka da  bilir.

Abdülaziz  Bayındır: Az  önce  söylediğimden  o  anlam çıkmadı  mı?

Servet Bayındır: O  anlam  çıkıyor da  ama  ona  şöyle  bir  teoriden  varmaktayız: Artanın  sanki  tümü  verilmelidir  fakat  biz, tümüne  denk  gelecek  10’da  1  oranında  infakta  bulunduğumuzda, tümünü  vermiş  gibi  kabul  edilmekteyiz.

Abdülaziz  Bayındır: Bu  bir  teori  değildir  ki. İlgili  ayetten  tümünün  verilmesi  anlaşılmıyor  mu?

Yahya  Şenol: Tümünün  verilmesi  anlamı  5’te  1  ihtimaldir (5  anlamından  biri; artanın  tümünün  verilmesidir). Onu  bu  şekilde  kabul  edip  ilerleyemiyoruz. Dedik  ya, el-afv; en  helali, en temizi olabilir, artıcı  olur, ihtiyaç fazlası olur.

Abdülaziz  Bayındır: Dersin  başında, bu  anlamların  biri  üzerinde  duracağımızı  söylemiştik. Günümüzde, Türkiye’de  yapılan  tartışmaların  odağında  da  bu  5  anlamdan  biri  vardır. Cenab-ı Hak  öyle  bir  kelime  ortaya  koymuş  ki, el-afv  kavramının  5  anlamından  hepsi, zekatla  ilgili  her  şey  o kelimeye  bağlanabiliyor. 5’de  1  ihtimal  de  olsa, artanın  tümü  anlamı  vardır.

Bir Katılımcı: 5’te 1  ihtimalden  biri  diyoruz  da, geriye  kalan  4  ihtimal de  bu  5’inci  anlamın  sıfatı olabilmektedir.

Abdülaziz  Bayındır: Tabii, 4  ihtimalden  hepsi  de  bu  kelimenin  tamamlayıcı  parçası  olmaktadır.

Servet Bayındır: 5 anlamın  hepsi, tek bir  şeyi tarif  ediyor  aslında.

Abdülaziz  Bayındır: Her  biri  zekatı  ifade  etmektedir. Aynı  zamanda  her  biri, farklı  açılardan  yaklaşmamıza  sebebiyet  vermektedir.

Servet Bayındır: Bu  şekilde  devam  ettiğimiz  zaman, diğer  ayetlere  de  baktığımızda,  şöyle  bir  sonuç  ortaya  çıkmaktadır;  Ben  ekonominin  kuralı  gereği, ürünümden  10’da ‘ini  yahut  20’de 1’ini  verdiğimde  bu, aslında  ürünün  tümüne  bedel  olacaktır.

Abdülaziz  Bayındır: Zaten ayette  1  veren, 10  vermiş  kabul  edilmektedir.

Enes Alimoğlu: (43:10-43:40  arası  anlaşılmamaktadır)

Abdülaziz Bayındır: Enes  hocanın  söylediklerini  bir çok  kimsenin  anladığını  düşünmüyorum  zira  bize  çok  basit  gelen  kelimeler, piyasada  çok  bilinen  kelimeler  değildir. Son  derece  önemli  bir  husus  olduğundan, söylediklerini  şerh  edeyim: Kur’an-ı Kerim  içersinde  “Kur’an”  diye  bir  kelime  vardır  ki, “Küme, mecmua, topluluk”  manalarına  gelmektedir. Allah’ın  ayetlerinin  hepsinin  toplandığı  yer  olması  sebebiyle  bu Kitabımızın  adına  da  Kur’an denilmektedir. Kur’an-ı Kerim’in  içinde  de  Kur’an’lar  vardır. Örneğin; “Karye”  kelimesi, aynı  kelimeden  türetilmiştir. İnsanların  toplu  olarak  yaşadıkları  bölgelere  “karye”  denilmektedir. Bu kelime, hep birlikte  olmaktan, Cem’  kelimesinden  gelir. Kur’an-ı Kerim’e baktığınız  zaman, İstanbul da, Türkiye de  bir  “karye”dir. Türkiye’nin  başka  “karyeler”i  de  vardır. Büyük  şehirlerin  her  biri  birer  karyedir. Her  büyük  şehrin  içinde  başka  karyeler  vardır. Kur’an’ın  tamamı  bir  “Kur’an”dır  ama  Kur’an-ı Kerim’in  içinde  pek çok  “Kur’anlar”  vardır. Her  sure  bir  “Kur’an”dır. Surelerin  içindeki  ayetlerin  oluşturduğu  kümeler  ayrı  bir  “Kur’an”dır. Bu kümeler  oluşmadan  her  hangi  bir  hükme  varmayı  Cenab-ı Hak  yasaklamıştır. Az  önce  Enes  hoca  bu  konuyla  ilgili  ayeti kerimeyi  okudu. Taha  20/114. Ayet  şöyledir:

Ve lâ ta’cel  bi’l  Kur’an’i  min  kabli  en  yukdâ  ileyke  vahyuhû.” “Vahyi tamamlanmadan, o Kur’an ile  hüküm  vermekte  acele  etme”.

Yani  parçalar  tamamlansın, ondan  sonra  hüküm  vermeye başla. Örneğin; evde  su  var, ateş  var, kaplar  var, kısacası  her şey var, hemen  bir  çay  demlemek  için  suyu  kaynatıyorsunuz  ama  çay  bitkisi  yok! Çay  bitkisi  geldiği  zaman  küme  tamamlanmış  olur  ve  çay  demlenebilir. Dolayısıyla  Cenab-ı Hak: “İlgili  ayetlerle  hüküm  vermek  için  hemen  acele  etme, vahiy  tamamlansın, tüm  parçalar  tamamlansın  öyle  hükmünü  ver.” Buyurmuştur.

Nitekim  peygamberimiz, Kevser  suresi  nazil  olur  olmaz  kurban  kesmeye  başlamamış, ilgili  ayetlerin  tamamı  nüzül  edince  başlamıştır. Bütün  olaylara  bu  açıdan  bakmamız  gerekmektedir. El-afv  kelimesini  anlayabilmek  için, ilgili  tüm  ayetleri  birlikte  değerlendirmemiz  gerekmektedir. Allah-u Teala  burada  “artanın  tamamı”  demiştir. Servet  hocanın  ifadesine  cevap olarak  şunu  d  belirtmek  gerektiğini  düşündüm; ahirette  bildiğimiz  gibi, sevapla  günah  tartılacaktır. O, onda  bir  ayetinin  (En’am 160)  devamı  da  vardır  aslında:

“Ve men câe  bi’s-seyyieti    fe lâ  yüczâ illâ  mislehâ ve hüm lâ yuzlemûn.” “ Kötülük  yapan da  sadece  yaptığının  dengiyle  cezalandırılacaktır. Onlar  haksızlığa  uğratılmazlar.”

10  tane  günah, 1  tane  de  sevap işlemiş  olsanız, bunlar  teraziye  konulduğunda, kefelerin  durumu  ne  olur? Eşitlenecektir. Bu, Allah-u Teala’nın  koyduğu  bir  kuraldır. 9  günah  işlediniz, 2  sevabınız  varsa, sevabınız  ağır  gelecektir. Allah-u Teala, bu  kuralı  infak  meselesinde  de  koymuştur. 10’da  1  verdiğiniz  takdirde, tamamını vermiş  olarak  kabul  edilmektesiniz. Daha  fazlasını  verdiğinizde, elbette  bu, sizin  sevabınızı  kat  kat  artıracaktır. Siz, asgari  görevinizi  yapın.

İşin  en  zor  kısmı, 40’ta  1’dedir. 10’da  1  meselesi  kolaydır. Peki, 40’ta  1’i  nasıl  hesap  etmemiz  gerekmektedir? Gerçi, 10’da  1  de  kolay  bir  mevzu  değilmiş, buradaki  müzakereler  bunu  gösterdi (gülüyorlar).

Enes Alimoğlu:mim mâ ahrecnaküm”  ayetinden  anladığımız  kadarıyla, ürünün    çıkmasında fail  yalnızca  Allah  olursa  farklı, insanların  da  emeği geçerse  farklı  vergi  ödemesi  yapılmaktadır. En’am’ı Saime  olması  şartı  var (49:10 anlaşılmamaktadır), onun  da  dikkate  alınması  gerekmektedir.

Abdülaziz Bayındır: Çok  doğru  diyorsun. Ben  bu  derste  En’am’a (hayvanlar konusuna) girmek  istemedim. En’am  ile  ilgili  tüm  hadisleri  okudum. Ben  şahsen, bu  konunun  içinden  çıkabileceğimi  zannetmiyorum. Hayvanlar  konusunda  uzman  kişilerle  tartışmadan, peygamber  efendimizin  oradaki uygulamalarını  anlamamız  benim  açımdan  mümkün  değildir. Enes  hocanın  bu  söylediği  doğrudur. Fıkıh  kitaplarında  bu  konu  vardır. 6  aydan  fazla  ahırda  beslenen  hayvanların  zekatı  yoktur. Bu, hayvancılığın  teşviki  değil midir? Fakat  ticaret  mallarında  ve  parada  böyle  bir  durum söz  konusu  değildir. Altın  ve  gümüşünüzü  kasalara koyup  saklayabilirsiniz. Cebinize  yetecek  parayı koyar, dünyayı  gezersiniz. Döndüğünüzde  paranızın  olduğu  gibi  durduğunu  görürsünüz. Ama  sizin  koyununuz, keçiniz, sığırınız  vs  varsa, onları  bir  kenara  koyup  gitme  şansınız  yoktur.

Servet  Bayındır: Hayvanların  başına  adam  onlarla  ilgilenmesi  için  adam  tutulabilir.

Abdülaziz  Bayındır: O  hayvanın  yaşamasını  sağlayacak  kişilerin  tespitinden  sonra  gidilebilir. Dünyanın  en  cimri  adamı, hayvancılık  yapıyorsa, o  hayvanların  etini, sütünü, yününü, gübresini  satmak  zorundadır. Cimriliği  o  şahsa, mallarından  sizi  faydalanmaktan  men  etme  lüksü  vermez. Fakat  aynı  kişi, kasasına  koyduğu altın ve  gümüşten  size  zırnık  koklatmayabilir.  Dolayısıyla  Cenab-ı  Hak  öyle  bir  sistem  koymuştur  ki, bu  iki  durum  arasındaki  farklılıktan  dolayı, birisine  muafiyet  konulmaktadır. Malın  yapısı  çok  farklıdır. Hayvanlara  6  aydan  fazla  kapalı  bakılıyorsa, bundan  zekat  alınmamaktadır. Bazıları  bu  durumun, o  hayvan  sahiplerine  bir  ayrıcalık  olduğunu  düşünmektedir. Bu  esasen  bütün  toplum  için  bir  ayrıcalıktır. Geçtiğimiz  Kurban  Bayramı’nda, Türkiye’de yeterli  hayvan  olmaması  sebebiyle  Türkiye  sıkıntı  çekmiştir. Hayvan  üretimi  ve  tarımcılık, başlı  başına  toplum  yararınadır. Kişi, ne  kadar  cimri  olursa  olsun, ürününü  satmak  zorundadır. Ne  kadar  çok  kişi  üretim yaparsa, fiyatlar  da  buna  paralel  olarak düşecektir. Üretim  az  kişi  tarafından  yapılırsa  da  fiyatlar  yine  aynı  oranda  yükselecektir. Allah-u Teala  muhteşem  bir  denge  oluşturmuştur.

10’da  1  ve  20’de  1’in  anlaşıldığını  düşünüyorum. Asıl  zor  olan  40’ta 1  konusuna  geçelim: 40’ta  1  oranı, bizim  fıkıh  kitaplarımızda, peygamberimiz  (s.a.v)in  uygulamalarından  hareketle  belirlenmiştir. Bu, çok  güzel  bir  tespittir. Tabii  ki, bir  işin  ucu  peygamberimize  bağlanıyorsa, onun  yanlış  olma  ihtimali  yoktur. Fakat, peygamberimize  isnat  edilen  bir  husus, iftira  ise  bu  elbette  ayrı  bir konudur. İftiraları  da  tespit  etmenin  en  kolay  yolu, bu  argümanları Kur’an  ile  karşılaştırmaktır. Ticaret  malından  ve  paradan  neden  40’ta  1  verilmektedir? 40’ta  1’ini  veren, tamamını  vermiş  olacak mıdır? Eğer iyi  ameller  1’e  10  ise, o  zaman  40’ta  1’i veren  kayrılmış  mı  olmaktadır? Bir kere, ticaret  malının  vasfı  farklıdır. Ticaret  malı, satılmak  üzere  alınan  bir  maldır. Burada  iki işlem  şarttır. Alacaksınız, satacaksınız  ki  ticaret  malı  olabilsin. Örneğin: Benim  cep  telefonum  bir  ticaret  malı  değildir. Çünkü, benim  onu  satma  niyetim  yoktur. Ben bir  tüketiciyim. Benim  için  bu  mal  bir  ticaret  malı  değil, tüketim  malıdır. Dolayısıyla, bundan  zekat  verilmez, bu cep telefonu  “el-afv”  kapsamına  girmeyecektir. Ama  bu  cep  telefonu, onu  satan  kişi  için  bir  ticaret  malı  nispetindedir. Bir  ürünün  ticaret  malı  olabilmesi için, satılmak  niyetiyle alınması  gerekmektedir. Peki  tarladaki  ürün, üreten  kişi için  bir  ticaret  malı  mıdır? Dikkat  edin, satılabilir  mal  demiyorum  zira  gerektiğinde  ceketini  de  satabilirsin. Tekrar  ediyorum, ticaret  malı  satılabilir  mal  değildir, satma  niyetiyle  alınan  bir  maldır. Çünkü, satılabilir  dediğimizde, yeri  gelir  ayağındaki  ayakkabını  da  satabilirsin. Bunu  ticaret  malı  olduğu  için, ihtiyacın  olduğu  için  satarsın. Ticaret  malı, satmak  için  alınan  bir  maldır. Öyleyse, tarladaki  ürün  ticaret  malı mıdır? Cevap; ticaret  malı  değildir.

Bir  Katılımcı: Ticaret  malı  değildir  ama  işlem  bakımından  ticaret malında  olduğu  gibi  iki  şey  eylem  vardır; ekmesi  ve  satması.

Abdülaziz  Bayındır: O  ayrı  bir  konudur. Bu çiftçi, bir  yerden  almıyor, üretiyor.

Yahya  Şenol: Tohumu  satın  alıyor.

Bir Katılımcı: Tarlayı  sürerken  mazot  kullanıyor.

Bir Katılımcı: Mazotu  satmıyor  ki, harcıyor.

Abdülaziz  Bayındır: Mazot  ve  gübre  kullanılması  başka  bir şeydir. O tarladan üretilen  mal  ticaret malı mıdır değil midir? Satılabilir  mal  başka  bir konudur, ticaret  malı  başka  bir  konudur. Benzerliklerle  hareket  ederseniz  hiçbir  sonuca  varamazsınız. Şu masanın  etrafında  pek  çok  erkek  birlikte  oturmaktayız. Bizim  birbirimizle  benzerliklerimiz  sayılamayacak  kadar  çoktur. Birimize  Abdülaziz, birimize  Haşim, birimize  Servet, birimize  İsmail  ismini  veriyorsak, aramızdaki  benzerlikler  sebebiyle  mi  bu  adları  vermekteyiz? Tabii  ki, aramızdaki  farklılıklardan  dolayı  bu  adlar  verilmektedir. O nedenle, benzerliklerden  hareket  etmek  son  derece  yanlıştır. Şeytan, benzerliklerden  hareket  ederek  insanları  kandırmaktadır. Ama  esas  olan, farklılıklardan  hareket  etmektir.

Bir Katılımcı: İki  ayrı  din  arasında  da  benzerlikler  çoktur.

Abdülaziz  Bayındır: Mesela  bir  Müslüman  ile  bir müşrik  arasında  o kadar  çok  benzerlik mevcuttur  ki. Misal  vermek  gerekirse, müşrik; Allah’a, peygambere, ibadetin  gerekliliğine  vb  inanır. Mekkeli  müşrikler  hac  ve  umre  yaparlardı, fakir  fukaraya  yardım  ederlerdi. Müminlerden  farkları; Allah  ile  kendileri  aralarına  kendilerini  Allah’a  daha  çok  yaklaştırsınlar  diye  melekleri  koyarlardı. Oysa, Allah  insanlara  şah  damarından  daha  yakındır (bkz: Kaf 50/16). Allah  ile  araya  başka  biri  konulduğunda, Allah  ile  ilişki kesilir  kusura  bakmayın. İşte  bu  farktır  onları  müşrik  yapan. Müşrik  ve  Mümin  arasında  benzerlik  çoktur. Şarap, öz  olarak  helal  olan  üzümün  suyundan  elde  edilir. Şaraba  haram  dediğimizde, bir  kişi  kalkıp  da  “o  üzümün  suyudur, helale  haram  diyorsun” diyerek  tepki  gösterebilir. Evet, ikisi de  üzümün suyudur. Ama  aralarındaki  bir  fark, birisine  şarap  ve  haram, bir  diğerine  de  helal  dememizi  gerektirmektedir. O nedenle, benzerliklerden  değil, farklılıklardan  hareket  etmemiz  gerekmektedir. Mala  baktığımızda  da, satılan  mal  ile  tüketilen  mal  aynı  maldır.

Bakara suresi  2/276. Ayeti kerimeye  bakalım:

Yemhaku’l-lâhu’r-ribâ ve yürbî sadakât.” Allah, ribayı  daraltır, sadakaları  artırır.”

Ribâ  ve  sadaka  kelimesi  için  aynı  kökten  gelen  ra-ba-va  kelimesi  kullanılmaktadır. Yürbi ve  Ribâ  aynı  kökten  türetilmiştir. İnsanlar  mallarını  ribaya  verirken  ne  niyetle  vermektedirler? Artsın  diye  verir. El-afv  kelimesinin  anlamlarından  biri  de  nema’dır.

Bir  adam  faize  100  lira  verir  ki, 110  lira  olarak  geri alabilsin. Bu bir  ribâ  yani  artıştır. Yukarıda  belirttiğimiz  ayette, Allah (c.c)  bu  artışı  darlığa  çevireceğini  beyan  etmektedir. Nasıl  darlığa  çevrilir, bir  örnekle  açıklamaya  çalışalım: Dikdörtgen  masanın  bir  tarafı  finansal  kesim, bir  tarafı  real  kesim  olsun. Real  kesim  mal  ve  hizmet  üretir ve  paraya  ihtiyaç  duyar, zira  para  üretemez. Finansal  kesim  ise  bu  kesimin  ihtiyacı  olan  parayı  belli  bir  süre  için  onlara  verir. Real  kesimde  de  az  çok  para  vardır  ama  yeterli  gelmediği için  finansal  kesimden  borç  almaktadır. Finansal  kesim, onlara  100  lira  verip, 110  lira  aldığı  zaman, real  kesimin  daha  önce  mevcut  olan  10 lirası  da  böylelikle  azalmış olacaktır. Real  kesimin  daha  önceki mevcut  parası  zaten  yetmiyordu, 10  lira  daha  azaldığı  zaman  hiç  yetmemeye  başlayacaktır. Finansal  kesim  de, real  kesimin  ürettiği  mal  ve  hizmet  olmasa  ayakta  kalamayacaktır  çünkü  sahip  oldukları  para  yenilmez  içilmez. Adamın  kasalar  dolusu  parası  olsa, içecek  bir  bardak  suyu  olmasa, susuzluktan  ölür  gider. Dolayısıyla  ne  olacak? Real  kesim  daralacak, finansal  kesimden  borç  isteyemeyecek  duruma  gelecek, finansal  kesimin borç  verecek  kimsesi  olmayacak, real  kesimin  kullanacağı  para  kalmayacak  ve  üretim  yapamayacak  duruma  geleceksiniz, finansal  kesim  de  parayı  kullanamayacak  duruma  gelecek  ki  işte  şuan  dünyanın içine  düştüğü  durum  budur.

Bu ayeti  kerime (Bakara 2/276), piyasadaki  krizlerin  sebebinin  faiz  olduğunu  söylemektedir. “Yemhaku’l-lâhu’r-ribâ (Allah  ribayı  daraltır)”. Bir  cümlede  Allah lafzı  varsa, bu  bir  kanun  demektir. Cenab-ı Hakk’ın  koyduğu  ekonomik  bir  kanun  demektir. Faiz, ekonomik  krizi  beraberinde  getirmektedir. “Ve yürbi’s-sadakât”, aynı  kelimeyle;  “Ribayı  yani  gelişmeyi  istiyorsanız, işte  sadakalar”. Sadaka ne  demektir? Diyelim  ki, si  bin  kişisiniz. Her  birinizin  diğerine  biner  lira  borcu  var. Ben  ilk  kişiye, bin  lira  sadaka verdim. O  kişi, Haşim’e  olan  borcunu  ödedi. Haşim, Enes’e  olan  borcunu  ödedi. Enes, Adem’e  olan  borcunu  ödedi. Derken, bir  müddet  sonra, bu  bin  kişi, birbirlerine  olan  borçlarını  benim  sadaka  ettiğim  bin  liramla  ödemiş  oldu. Farazi  olarak  söylüyorum, anlaşılması  için. Yoksa,insanlar  böyle  yapar yapmaz ayrı  bire  konudur. Bu, nazari  olarak  mümkündür. Bin’i  binle  çarpın, piyasada  1  milyonluk  bir  rahatlama  sağlanmış  oldu. Şimdi  bu  bin  kişi, bu  rahatlamadan  dolayı, tekrar  üretime, tekrar  çalışmaya  başlamış  oldu. Bu  bin  kişi, üretimlerinden  artan  gelirleri  sebebiyle, benim  dükkanıma  artık  müşteri  olarak  gelme  fırsatını  buldu. Ben  de  ciddi  manada  kazananlardan  oldum. Benden  para  çıkmış  oluyor  ama  ben  o  1000  lirayı  geri  verme  amacıyla  teslim etmediğimden, o  bin  lira  sürekli  dolaşmaktadır. Bu para, sadece bin  kişinin  işini  görmekle  kalmamıştır. Tıpkı, vücutta  dolaşan  bir  kan  gibi, bağırsak  pazarından  gıdaları  alıp, dolaşmakta, bunları  bütün  hücrelere  satmakta  ve  hücrelerdeki  atık  maddeleri  alıp, boşaltım  merkezine  götürmektedir. (Bu esnada katılımcı Doktor  Mustafa  Bey  onaylamaktadır.) Böylelikle, bütün  hücreler  çalışmış  olmaktadır. O kan  orada  görevini  tamamlamıyor, aynı şeyi  sürekli  yapmaktadır. Sadaka  edilen  para, esasen  verenin  elinden  çıkmış  olmamaktadır. Karşı  tarafı geliştirmektedir. İlgili  ayette, “Gelişme  istiyorsanız, sadaka  verin”  buyrulmaktadır. O zaman  bizim  için  ikinci  bir  kural  ortaya  çıkmaktadır: Kalkınma, sadaka verilmesiyle  mümkün  olur. Bu, Allah’ın  kanunudur. Sadaka, gelenekte  belirtildiği  gibi  değildir, bunu  belirtmek  isterim. Kur’an-ı Kerim, sadakayı  sekiz  kısma  taksim  eder. Bu sekiz  sınıf, toplumun  ihtiyacı  olan  tüm  ana  kalemleri  oluşturur. Her şeyi bu  sekiz  kısım  içine  dahil edebilirsiniz. Fakat  fıkıh  kitaplarımız, sadaka  verilecek  hedefi  teke  indirir; fukara. Sadaka  denilince  hemen  akla, fakirlere  verilen  üç-beş  kuruş  gelmektedir. Siz  de, bundan  nasıl  gelişme  meydana  geleceğini  sormakta  haklısınızdır. Benim  zihnimde  olan  ve  örnekleriyle  aktardığım  sadaka  türü, Kur’an’da  bize  Allah-u Teala’nın  anlattığıdır. Allah (c.c): “artırırım”  buyurmaktadır. Bu  artmanın  ölçüsü  nedir? Faiz  veren  kişi  nasıl  bir artış  beklemektedir? Cenab-ı Hak, sadakalardan  nasıl  bir  artış  murad  etmektedir? Diğer  ayete  geçmeden, burada  şunu  da  ifade  etmekte  fayda vardır: Sadakanın  da, Ribâ’nın  da  aynı  maldan  olması  gerekmektedir. Hangi,  malda  artış  olsun  istiyorsun, bu  malı  nasıl  artırmak  istiyorsun? Faize  verilen  mallar  hangileridir? Tarih  boyunca, ilk  önce  akla  gelen, altın  ve  gümüştür. Geçen  asrın  1926’sından  sonra Türkiye’de altın  ve  gümüş  paralar  yerini  kağıt  paralara  bırakmıştır. Geçen  asrın  1960’ından  sonra, Bidogol(?)’ün  Amerika  ile  yaptığı  meşhur  dolar  savaşının ardından, bütün dünyada para, kağıda  dönüşmüştür. Artık  altın olması gerekmiyor  fakat  yine  de  bir  şekilde, bir  karşılık  olmazsa, paranın  itibarı  zedelenmektedir. Her  hâlükârda günümüzde, altın  ve gümüş  ve  onların yerine  geçmiş  olan  kağıt  para vardır. İnsanlar  faizli  işlemleri  yalnızca  altın  ve  gümüş  ile  mi  yapmaktadırlar? Senin  buğdaya  ihtiyacın  varsa, benden  faizli  bir  şekilde  borç  buğday  alamaz mısın?

Enes Alimoğlu: Evet, alınabilir.

Abdülaziz  Bayındır: Bana  1  ton  buğday  ver, güzün  sana  1  ton  250 kg buğday  olarak  geri  vereyim. İşte  böyle  bir  alış-veriş  de  faizdir. Peygamberimizin  (s.a.v)  meşhur  6  mal  hadisi  vardır:

An  Ubadete  İbni  Samit’i  kâle  resulullah: “Ezzehebü  bi’zzehebi, ve’l-fiddatü  bi’lfiddati, ve’l-bürrü  bi’lbürri,  ve’ş-şeîru  bi’şşeîri, ve’ttemrü  bi’ttemri, ve’lmilhu  bi’lmilhi  mislen  bi  mislin. Sevâen  bi  sevâin. Yeden  bi  yedin. Feiza’htelefet  hâzihi’l-esnâfü  fe  bî’û  keyfe  şi’tüm, iza  kâne  yeden  biyedin.” “Ubâdetü’bnü  Sâmit  (r.a)’den: “Resulullah  şöyle  buyurdu: “Altına  mukabil  altın, gümüşe  mukabil  gümüş, buğdaya  mukabil  buğday, arpaya  mukabil  arpa, hurmaya  mukabil  hurma, tuza  mukabil  tuz  misli  misline, birbirine  eşit  olarak, peşin  olarak  satılır. Şayet  bu  sınıflar  başka  nevi  şeylerle  mübadele  edilirse, peşinen  olduğu  takdirde  nasıl  isterseniz  öyle  satın.”

Altın, gümüş, arpa, buğday, hurma, tuz. Bunlar  temel  maddelerdir, örnek olanlardır. Hepsi  de faizli  mallardandır. Yoksa, diğer  ürünler  faizli  olamaz  diye  bir  kural  yoktur. Bu altı  malın  hepsi  ticaret  mallarıdır. İnsanlar  bunları faize  vererek  gelir  elde  edebilirler. Zaten  altın  ve  gümüş  olmazsa, ticaret olmaz. Zekat  mallarıyla  faiz  malları  aynı  olmuş  oluyor. Bunlar  da, ticaret  malı  hüviyetine  bürünmüş  mallardır. Yani, üretimi  bitmiş, artık  alınıp  satılabilecek  özellikte  olan  mallardır. Buradaki  riba, artış  nedir? Buradaki  artıştan  kasıt  nedir? Enes  hocanın  bahsetmiş  olduğu  gibi, Kur’an  kümesi  oluşturulmadan  meseleyi  anlamak  mümkün  değildir.

Allah-u Teala  Rum suresi  30/39’da  şöyle  buyurmaktadır:

Ve  mâ âteytum  mi’r-riben li-yerbüve  fî  emvâli’n-nâsi  fe lâ yerbû ‘ınde’l-lâh. Ve mâ ateytum min zekâtin  türîdûne  veche’l-lâhi fe ülâike  hümü’l-mud’ıfûn.” “İnsanların  mallarında  artış  olsun  diye  verdiğiniz  her hangi  bir  faiz, Allah katında  artmaz. Allah’ın rızasını  isteyerek  verdiğiniz  zekata  gelince, işte  zekatı  veren  o  kimseler, evet  onlar  kat kat  arttıranlardır.”

Ayeti  kerimede  geçen  “mi’r-riben”  ifadesindeki  mim, lam  manasındadır; “Li’r-riben”. Ayette  dikkat  ederseniz  faiz, insanların  nazarında  artmaz  denilmiyor, “Allah’ın koyduğu  kurala  göre, piyasada  artış sağlamaz”  buyruluyor. Faiz, Allah’ı  koymuş  olduğu  iktisat kanununa  göre  artmamaktadır. Yoksa, faize  bulaşan  insanların malları  artabilir. Bakara 276’da  geçen  “sadaka”  kelimesi, bu  ayeti kerimede  “zekat”  kavramıyla  beyan  edilmektedir. Ayeti kerimenin  sonunda  geçen  “el-mud’ıfun”un  anlamını  da  bir  başka  yerden  anlamamız  gerekmektedir. “el-mud’ıfun”, kat kat  arttıranlar, mallarını  katlayanlar  onlardır” anlamına gelmektedir. Esas  istedikleri  geliri  zekat verenler  sağlamaktadırlar. Ekonomi  faize  dayalıysa gelişme  olmaz, mutlaka  krizler  yaşanır. Ekonomi  sadakaya  dayalı olduğunda  ise  artış  gerçekleşecektir. Burada  parantez  açıp  dikkatinizi  çekmek  istiyorum. Şöyle  bir  düşünce de  günümüzde  dile  getirilmektedir: “Riba, fakirden  alınandır. Eskiden  Mekke’de  fakirlere faizle  borç verilirdi, onların  da  ödeyecek  durumları  olmadığından  faiz  haram  kılınmıştır. Şimdi  ise  faiz, üretim  için  verilmektedir. Krediler, zenginlere  verilip, zenginlerden  alınmaktadır.” Bunların  hepsi  gerçek  dışı  ifadelerdir. Ayeti kerimeye  dikkat  edin. Riba, insanların malında  artış  olsun  diye  verilmektedir. Demek  ki, malı olmayan  kimseye  faizli  borç  verilmemektedir. Bugün  siz, bir  bankadan  kredi  almak  isteseniz, banka sizden, size  verdiği  kredinin  en  az  dört  katı  teminat  isteyecektir. Sen, sahip  olduğun  malınla  ve  almış  olduğun  kredi ile, kazancına  kazanç  katacaksın  ki artandan hem  borcunu  ödeyebilesin, hem  de  fazlasını  ödeyebilesin. İlgili ayette: “İnsanların  var olan mallarında  artsın  diye” ifadesi  buna  işaret  etmektedir. Bu ayette  riba, zenginden  alınandır. Fakirden  alınmaz  manasına  da  gelmez  tabii.

Servet  Bayındır: Evi  olmayana  kimse  kredi  vermez. “Allah  katında  artmaz”  ifadesi  dikkat  çekicidir. Bize  esas  lazım  olan “Mud’ıfun”  kelimesidir.

Enes Alimoğlu: Yukarıda  geçen  Rum suresi  39’daki  riba  ve  zekat  kelimelerinin  nekra (belirtisiz  isim)  kullanılması  dikkatimi   çekti. Buradan  şu  sonuç çıkmaktadır; Bakara 2/276’daki “riba”  kelimesi, buradaki  riba  kelimesine  gönderilmiştir.

Abdülaziz  Bayındır: Doğru, iki  ayet  arasında  bir  irtibat  var.

Servet  Bayındır: Rum  39, birinci  ayet  o  zaman.

Enes  Alimoğlu: Üstelik  bu  ayet, Mekki, öbürü  Medeni’dir.

Abdülaziz  Bayındır: Görüyor musunuz  önce  inen  ayet  bu. Önce  bu  ayeti kerimeyi  okumak  gerekirmiş.

Servet  Bayındır: Zaten  zekatla  ilgili  ayeti  kerimelerin, içki  ile  ilgili  ayetlerde  olduğu  gibi  tedricen  nazil  olduğunu  söylemektedirler. İlk  ayetin  Rum 39  olduğunu  dile  getirirler.

Abdülaziz  Bayındır: Kitaplarda  öyle  yazıyor  evet. İşte  Allah  ribayı  artırmaz, sadakaları  artırır. Burada  da  zekat  kelimesi  nekradır. Demek  ki, Rum  39, zekatla  ilgili  ilk  ayet  olduğu  için  önce  bundan  bahsedilmekte, sonra  Bakara 276’da  zekat ve  riba  anlatılmaktadır. Aynı  zamanda, bu ayeti  kerimelerden  ticaret  mallarıyla, faiz  mallarının aynı  olduğunu  öğrenmiş  olduk. Bu  ayeti kerimelerden  dolayı, ticaret  malları  diğer  mallardan  ayırt edilmektedir. Bunları  gördüğümüz  zaman, peygamberimizin (s.a.v), hükümleri  tamamen  Kur’an’dan  çıkardığını anlamaktayız. Hadis-i şerifler, Kur’an’dan  çıkarılmış  hükümlerdir, hikmetlerdir. Hikmet  de, Kur’an’ın  içinde  vardır. Tabiatta  bir  bardak çay  hazır  halde  yoktur  ama  o  çayın  içindeki her şey tabiattan  elde  edilmektedir. Hadisler  de  böyledir. Peygamberimizin  hadislerini  Kur’an’da  bulamazsınız. Bulsanız  niye  söylemiş  olsun  ki, açın  okuyun. Fakat, peygamberimizin  bütün  sözlerinin  parçaları  Kur’an-ı Kerim’den  alınmıştır. Onun  içinde  saklı  olan  hikmetlerdir. Bunları  araştırıp  bulmak  ulemanın  görevidir.

Servet  Bayındır: Biraz  daha  açıklama  anlamında bir şeyler  söylemek  istiyorum; Nihayetinde, insanın  malı  ya  altın ve gümüş  gibi tasarruf  edilen veya  bir  köşeye  atılan para  olabilir, ya  diğer  tür  bir  mal  olabilir  ya  da  normal/anormal  ihtiyaçları  için  almış  olduğu  bir  mal  olabilir. Kişi, ihtiyacı  için  almış  olduğu, kullandığı  veya  kullanmak üzere olduğu  malı  başkasına  vermez, yani  bu  mal  “el-afv”  kapsamına  girmez. Bu mal, birine  borç olarak  verilmez. Borç  olarak  veriliyorsa, bir  şekilde  piyasaya  aktarılmış  demektir. O  da, ya  para  olur, ya  da normal  ihtiyaçların  dışındaki, para  yerine  geçen  her  hangi  bir mal  olur.

Abdülaziz  Bayındır: Para yerine  geçen  mallar  tanımı  da  vardır. Misli mal  olması  gereklidir.

Servet  Bayındır: O  da, borç  verdiği  için, geri  alacağı  için, misli  mal  olmalıdır. Borca  konu  olabilen  bir  mal  olmalıdır.

Abdülaziz  Bayındır: Senin  o  söylediğinin  karşılığı  “Kard”dır. “Kard”ın  manası: Kat’ idir. Sen  bunu  kendi malından  ayırıyorsun, belli  bir  süre  bu  mal  bende  olmasa  da  olur  diyorsun. Çünkü, senin  o  mala  ihtiyacın  yok. O  da  “el-afv”  yani, “ihtiyaç fazlası”  kavramına  girmektedir. İlgili  ayeti  kerimelerde, mallarını  faize  verenlerin  hangi  beklentiyle mallarını  verdiklerinden  bahsedilmektedir. Bu  beklenti  kavranamayınca, bu ayetlere  farklı manalar  verildiğini  zaten  bilmekteyiz. Al-i İmran  3/130:

Ya eyyuhal-lezine  âmenû! Lâ te’kulu’r-riba  ed’afen  mudâafeten”  “Ey  Müminler! Kat  kat  arttırılmış  olarak faizi  yemeyin.”

Ed’afen Mudâ’afeten”  burada  Hal  cümlesidir. “Ed’afen Mudâ’afeten”, faizin  durumu  yani  özelliğidir. Hal  ile  Sıfat  arasındaki  tek  fark; kelimelerin yapısıdır. Hal  cümlesinde, gramer  açısından  çok detay  aranmamaktadır. “Hâli  edafen  mudâafeten  olan  faizi  yemeyin”. Ed’afen Mudâafe  ne  demektir? Arapçada  “Dı’f”  kelimesi  kullanılmaktadır. Bir  kağıt  parçasının  mislini  o  kağıt  parçasına  eklersem  buna  “Dı’feyn”  denilmektedir. Aynı cinsten  ikincisini, birinciye  ilave  etmiş  oluyorsun. Dolayısıyla  adam  yüzde  beş  malını  faize  verirse, birinci  sene  yüzde  beş, ikinci  sene  yüzde  on  geliri  olacağını  düşünerek  verir. Bu, “Dı’feyn”dir. Ed’af  olması  içinse, ikiden  fazla  olması  gerekmektedir. Birincisi; “Dı’f”, ikincisi; “Dı’feyn”, üçüncüsü; “Ed’af”  olur. Eklenen üçüncü  kağıt  ed’af  olur. Ed’af  olur  ama  Mudâ’afe olur  mu? Arapçada  şeddeli  kelimelere  “Muda’af”  denilmektedir. Mudâ’af; iki  “dı’f”ın biraraya  getirilmesi  demektir. Mesela  “medde”  kelimesindeki  “dal”  harfi  mudâ’af’tır. İki  dal  harfi  yan yana  getirilip, birleştirilmiştir. Üç  tane  kağıt  ed’af’tır  ama  mudâ’af ’değildir. Çünkü,  mudâ’af, ikinin  katı  olmalıdır. İki  veya  katları  olmalı  ki  mudâ’af  olabilsin.

Servet  Bayındır: “Yemhaku’l-lâhu’r-ribâ” ayetindeki  ma-ha-ka  kelimesi, kısırlaşan, soyu  kuruyan  deveye  denilmektedir. Riba  ayetinde  de  aynı  şekilde  bu  kök  kelime  kullanılmaktadır.

Abdülaziz  Bayındır: Tekrarlarsak, bir  kağıda; dı’f,  ikinci  kağıda; dı’feyn, bu  iki  kağıt  üst  üste  getirilirse  buna; mudâaf  denilir. Tüm  bunlara  üçüncü  bir  kağıt  daha  eklerseniz  bunlara  ed’af  denilir. Yani  arapça  olarak  ed’af’ın  en  azı  üçtür. Bu artık  ed’af’tır  ama  mudâ’afe  değildir. Mudâ’afe  olması  için  ikişer  ikişer  artması  gerekmektedir. Bir şeyin hem  ed’af, hem  mudâaf  olmasının en  az  şartı; dörttür. İki  artı  iki  şeklinde. İki  kağıt  üst üste  geldiğinde  mudâaf  olur. İki  tane  ikili  kağıdı üst  üste koyarsanız  o  da  mudâaf  olur. Mudâaf  olması  için  ikişerli  olması  lazımdır. Müşakere  olduğundan  dolayı. İki  kağıt mudaaftır  ama  ed’af  değildir. Ed’af  olması  için  en  az  üç  olması  gereklidir. Üç, ed’af’tır  ama  mudâafe  değildir. Dört  olunca  hem  ed’af  olur, hem  mudâaf  olur. Bu  durumda, paralarını  faize  verenlerin  en  az  beklentileri  bile  dörttür. Buradan  şuraya  varabiliriz; yaş  yiyecekler  faize  verilebilir  mi?

Enes  Alimoğlu: Verilmez. Bunlar, günlük  ihtiyaçtır.

Servet  Bayındır: Bu  konuda  modern  görüşler vardır.

Abdülaziz  Bayındır: O ayrı  bir  konudur. Yine  dondurulmuş  olanlar  ayrıdır. Bunlar, farklı  bir  vasfa  bürünür. Başka  bir  mala  dönüşür. Bir  malın  faize  verilebilmesinin  yolu  şudur: Bakara 2/279:

“Ve  in  tübtüm  fe leküm  ruûsü  emvâliküm.” Eğer  tövbe ederseniz, ana  malınız  sizindir.”

Ben birisine  faizli 100 lira  borç  verdiysem, benim  ana  malım  100 liradır. Zamanı  geldiğinde  borçlu, bana  o  100  liramı  ve bir de  faizini  verecek. Şayet  ben, faizden  tövbe  edip  vaz  geçtiysem, borçlu, bana  sadece  100  lira  olan  ana  paramı  verecektir. Fakat  saklanamayan  mallarda  bu  olmaz  ki.

Servet  Bayındır: Bir  ton  X  kalite, X  standartlarındaki  bir  patates, o özelliğinden  çıkıp, başka  bir  mal  grubuna  getirilebilmektedir.

Abdülaziz  Bayındır: Patates  farklı  bir  şeydir. Biz  az  önce  yeşil  sebzelerden  bahsettik. Patates  ve  buğday saklanabilen  bir maldır. Fakat  marul  saklanamaz  bir  maldır. Servet  hocanın  da  dediği  gibi, bugün  marulları da  değişik bir  şekilde  o  hüviyete  büründürebiliyorsanız  o  da olur  elbette.

Servet  Bayındır: Zerka’nın  bir  görüşü  var, demiştir  ki: “Artık  bu  tür hadravât, belirli  standartlarda, hatta  her  yaprağı  dahi  denk  bir  şekilde üretilebilmektedir. Öyle  ki, standardize  edilip  belirli  bir  süre  kullanılabilmektedir.”  Yani  eğer  bu  tür ise, misli  mal  grubuna  girmiştir.

Abdülaziz  Bayındır: Tabii o hale  getirilmiş  ise.

Peygamberimizden  (s.a.v)  gelen  sözlerin, o  hadislerin  tek  bir  harfinin  atılmasına  gönlüm  asla  razı gelmez. Tekrar  edeyim, hadislere  pek  çok  ilave  ve çıkarmalar  olmuştur. Ama  siz, ilgili  ayetlerle  hadisleri  birleştirdiğiniz  takdirde, o  ilave  ve  çıkarmalar  kendiliğinden  ortaya çıkacaktır. Zekat vb  sahalara  insanların  aklı  kolay  kolay  ermediği için, bu  konularda  hadis  de  uyduramazlar (gülüyorlar). Buradan  şu  sonuca  varılmaktadır; Allah-u Teala  zekat  mallarıyla  faiz  mallarını  karşılaştırmıştır. “İşte  asıl  artış  buradadır”  buyrulduğuna  göre, “Ed’afen Mudâafe”, artış  beklentisiyle  vermektir. Siz  1  tl zekat verirseniz, ed’afen mudâafe  yani  4  lira  vermiş  gibi  olursunuz. Bu malını  faize  verme imkanın da  vardır. Bir  lira  zekat  verdiğin  zaman, asgari  dört lira  zekat  vermiş  gibi  sayılırsın. Daha  önce  anlattığımız  1’e  10 hesabına  göre, bir  lira  dört  lira  sayılıyorsa, bunu  on  ile  çarparsanız  40  lira  edecektir. Bu  ayeti  kerimeye  göre, 40  lirada  1  lira  zekat  vermiş  olan  kişi, bu  miktarın  tamamını  vermiş  sayılmaktadır. Böylece, peygamberimizin (s.a.v) 40’ta  1  hükmünü  çıkarırken, bunu her hangi bir şeye dayanarak  değil, Kur’an’a  dayanarak  yapmış  olduğu  iyice  anlaşılmaktadır.  Altın  ve gümüşün  ticaret  malı  olduğu  çıkarımı  Kur’an’dan  elde  edilmiştir. Bakara 219’da  yukarıda  da değindiğimiz  üzere şöyle  buyrulur:

Kezalike  yübeyyinu’l-lâhu  lekümü’l-ayâti  leallekum  tetefekkerun.” “Allah  size  ayetleri  böyle  açıklar ki  tefekkür  edesiniz.”

Tetefekkerun  ne  demektir? Zihinde  en  ufak  bir  fikir  oluşması  için  çok  çaba  sarf etmektir. Ekip  çalışması  yapmalısın. Fussilet  suresi  41/3.  Ayeti  kerimede  şöyle  bildirilmiştir:

Kitâbün  fussilet  ayâtühü  kur’ânen  arabiyyen  li-kavmi’y-ya’lemun.” “Bu  bir  kitaptır  ki  ayetleri  arapça  kur’an  olarak (aynı  anlama  gelen  ayetler  kümesinin  birlikte  anlaşılması  şartıyla) bilenler  topluluğu  için  açıklanmıştır.”

Ne  yazık  ki  ben, bizim  geleneğimizde  toplu  çalışma  örneğinin  olduğunu  bilmiyorum. Yalnız,  Ebu  Hanife’nin  talebeleriyle  müzakere  ettiği, tartışmalarını  sağladığı  rivayet  edilir. Bu  demektir  ki, Ebu  Hanife’nin  fıkhı  bize  intikal  etmemiştir. Benim  bu  konuda  ciddi  şüphelerim  var. Müzakerelerden  beslenmiş  olan  o  fıkıh  şayet  bize  intikal  etmiş  olsaydı, bugünkü  kitaplar  olmazdı. Farklı  bir şey  olurdu. Ebu  Hanife’nin  haricinde, ekip  çalışması  yapan  başka  birini  hatırlamıyorum. Siz  hatırlıyor musunuz?

Bir Katılımcı: Imam  Şafii  ile  ilgili  benzer  bir  rivayet  anımsıyorum.

Abdülaziz  Bayındır: Imam  Şafii’nin  yaptığı, ekip  çalışması  değildir. Talebelerine  ders  okutma  çalışmasıdır. Yapılan  rivayette, kitaplarını  talebelerine  takrir  ettirme (okutma)  çalışması  yaptırdığı  söylenir.

Servet  Bayındır: Zaten  kendisi  toplam  üç  sene  yaşamış.

Yahya  Şenol: Imam  Şafii’nin, Imam  Muhammed  ile  müzakereleri  vardır.

Servet  Bayındır: Imam  Şafii  ve  Imam  Muhammed, Bağdat’ta  karşılıklı  tartışmalar  yapmışlardır.

Abdülaziz  Bayındır: Bu  tür  tartışmalar, ben  doğruyum  sen  doğrusun  iddialarıyla  yapılırsa  bir  sonuç  elde  edilemez. Faydalı  tartışma, bir  problemi  ilgili  tüm  ayet  ve  hadisler  çerçevesinde  çözme  çabasıdır. Bunu  yapmış  olabilirler. Örneğin; Imam  Şafii’nin  el-Ümm’ünü  açtığımızda, böyle  verimli  bir çalışma  yapmamış  olması  mümkün  gözükmüyor. Olayları  o  kadar  güzel, ince  ve  dakik  anlatıyor  ki, bir  bakıyorsun, bir  konudaki  her detayı  mükemmel  bir  şekilde  açıklamış. Fakat  bu  titiz  çalışma  bir  yerde  bıçak  gibi  kesiliyor. Bu  kadar  ince  düşünen  bir  insanın  çıkardığı  sonuç  bu  olamaz  diyorsunuz  ister  istemez. Maalesef, birilerinin  bu  eserlere müdahale  ettiği  çok  açıktır. Bu  Imam  Şafii’nin  suçu  değil, herkesin  suçudur. Peygamberimizin  (s.a.v)  hadislerine  de  aynı şekilde  çok  ilave  ve  çıkarmalar  yapılmıştır. Imam  Şafii, mutlaka  müzakereler  yapmış  olmalıdır. Her  ne  kadar  bunu  tarihten  öğrenememiş  olsak  da, yazmış  olduğu  kitaptan  bu çok  açık  bir  şekilde  anlaşılmaktadır. Hanefi  mezhebinde  de  durum  farksızdır. Bazı  konuların  çözümlemesine  bakıyorsun  ki  mükemmel. Bu  mükemmel  çalışmayı  yapanlar, diğer  sonuçsuz  çalışmaları  yapamaz  diyorsun.

Yılmadan  ve  hiç  acele  etmeden, ilgili  bütün ayetleri  ortaya  koyarak, yıllar  süren  bir  ekip  çalışması  yaptığınız  zaman, her  konuda  peygamberimizin  söylediği  her hükmü  Kur’an’ı  Kerim’den  çıkardığını  göreceksiniz.

Yahya  Şenol: Malının  40’ta  1’inden  zekat  veren  kişi, tümünü  vermiş  gibi  mi  kabul  edilmektedir?

Abdülaziz  Bayındır: Tabii, zekata  tâbi malının  tümünü  vermiş  gibi  olur. Yani, el_afv’ın  tümünü  vermiş  gibi  olur.

Yahya  Şenol: El-afv, ana  malın  üzerinde  kalandır  öyle  değil  mi? Sadece ihtiyaç  fazlasının  tümünü  vermiş  gibi değil, ana  malının  da  tümünü  vermiş  gibi  mi  sayılır? Çünkü, 40’tan  1  tane  veriyorsunuz, bunun  39’u  ana  mal.

Servet  Bayındır: Hayır, artanın  40’ta  1’ini  verir

Abdülaziz  Bayındır: Düşün  ki  ticaretle  meşgul  oluyorsun, ticaretle  meşgul  olan  insanlar  mecburen, ihtiyaçları için  de  bir şeyler  ayırırlar. Buna, sabit  varlıklar  denilir. Bir  kurumun  ayakta kalması için, harcanan  genel  giderlerdir. Bu, vergiden  de  düşülür  ve  matraha  girmez. Bir de, dönen  varlıklar  vardır. Para, ticaret  malları  vb. Bunlar, vergiye tâbidir. Demir  başlar  her  zaman  vergi  dışıdır. Dolayısıyla, Kur’an-ı Kerim’deki  El-afv  kavramına  sabit  varlılar  değil, dönen  varlıklar  girmektedir. Zekat, o  dönen  varlıklardan  verilmiş  oluyor, sabit  varlıklardan  değil. Senin  altındaki  araba  zekata  tâbi  değildir. O 40’ta  1  ile  tamamını verdiğin  takdirde, kullandığın  arabanın da  zekatını  vermiş oluyorsun. Zira, Allah-u Teala, ondan  sizi  muaf  tutmuştur. Yahya  Şenol’un  yorumu benim  için  ufuk  açıcı  oldu. Belirtilen  oranda  zekat  verildiği  takdirde, artan  malın  tamamı  verilmiş  olur.

Yahya  Şenol: Para  üzerinden  bir  örnek verelim: Mesela, 10 bin tl  parası  olan  birinin  ne  kadar  zekat  vermesi  gereklidir?

Abdülaziz  Bayındır: Bunlar  hakikaten  güzel  sorulardır. Para, bugün  de  sabit  varlık  sayılmamaktadır. Fıkıhta  da  yine  aynı  şekilde  para, sabit  varlık  sayılmamaktadır. Dikkat  ederseniz, Hâcet-i Asliye  kavramına  para  girmez. Bir  kurumun  parası sabit  varlık  mıdır, dönen  varlık  mıdır? (Katılımcı bir muhasebeciye sorulmaktadır)

Katılımcı  Muhasebeci: Para  her  zaman  vergiye  tâbidir.

Abdülaziz  Bayındır: Evet, asgari  ihtiyaç için  ayrılmış  olan  para, vergiye  tâbi  olmaz. Çünkü kişi hayatiyetini  devam  ettirmek  durumundadır. Asgari  sınır  aşıldıktan  sonra, onun  tamamı  dönen  varlık  sayılır. Yani, vergiye  tâbi  varlık  durumuna  gelir. Vergi  mantığı, zekat  hükmünden  alıntılanmış gözükmektedir. Zekatı  emreden  sadece  bizim  peygamberimiz  değildir, bilakis  bütün peygamberlerdir. Bu nedenle, zekat  illa  Kur’an’dan  alınmıştır  dememize  gerek  yoktur. Kendisine  Allah’ın  kitabı  gelmemiş  hiçbir  toplum  yoktur.

Katılımcı  Muhasebeci: Muhasebede  şöyle  bir  şey  vardır; satışlar  eksi, masraflar  eşittir. Bürüt  kârdan  vergi  düştüğünüz  zaman, firmaya  kalan  gerçek  net  kârdır. O da  işte  bahsettiğimiz  gibi, 40’ta  1’den  sonra  kalan  kısım  olur.

Abdülaziz  Bayındır: İşte  artan  kısmın  40’ta  1’ini  infak  ettiğinizde, bu  artanın  tamamını  vermiş  gibi  olmaktasınız.

Bir  Katılımcı: Bakara  suresi  267.  Ayette:

Ya  eyyuha’l-lezine  âmenû  enfikû min  tayyibâti  ma  kesebtüm  ve  mimmâ  ahrecnâ  lekum  minel  erzı” “Ey  iman  edenler! Kazandıklarınızın  iyilerinden  ve  rızık  olarak  yerden  size  çıkardıklarımızdan  hayra  harcayın.”  Buyrulur. Yine En’am  suresi  141. Ayette:

Külû  min  semerihi  ve  âtû  hakkahu  yevme  hasâdihi.”  “..herbiri  meyve verdiği  zaman  meyvesinden  yiyin  ve  devşirilip  toplandığı  gün  de  hakkını  verin.”

Eskiden  sofitler; “bu  memlekette  acı şarap  içmek  iyidir, diğer  memlekette  kötüdür.” Derlerdi. Görecelik  dediğimiz  şey  tam  da  budur. Fakat  bir de  genel  geçer  iyi  vardır. Misal; dünyanın  her  yerinde, bütün  toplumlarda  kumar  oynamamak  iyidir. Çünkü  sonuçları  kötüdür. Günümüzde  iyilik, Müslümanlar  tarafından  izafi  bir  hale  dönüştürülmüştür. İşine  yaramayan  her  hangi  bir şeyini  veren  kişi, bunun  bir  iyilik  olduğunu  düşünüyor. Bir  taraf  da, o  çöpü kaldırmaya  uğraşıyor.

Abdülaziz  Bayındır: Evet  bu  söylediğiniz, Bakara 267.  Ayetin  devamında vardır.

Bir  Katılımcı: İyiliğin  bir ölçüsü  var  mıdır? Yüzlerce  karpuz  olan  bir  tarladaki  iyi  karpuzlar tarla  sahibine  verilip, gözden  çıkarılan  kötü karpuzlar   gelen geçenin  alması  için tarlada  bırakılıyor. Bu  karpuzları  bir  kişi  de  alabilir, oranın  bir  çobanı  da  alabilir. Bu, çözüm  değildir.

Servet  Bayındır: Ama  bu  vergi  sayılmaz  ki.

Abdülaziz  Bayındır: Bu  başka  bir şeydir. Ağacından  meyve  toplarsın, bir  kısmını  da  ağaçta  bırakırsın, insanlar  ister  alsınlar, ister  ağaçta  kalıp  çürüsünler. Bu  bir  infak  değildir. Bir  kişi, ürününden  bir  kısmını  tarlada  ya  da  ağaçta  bırakmakla  öşrünü/zekatını  vermiş  sayılmaz. Zekatın, ihtiyacı  olana  elden  verilmesi  gereklidir. Böyle  durumlarda  ürün  bir  kişiye  verilmiyor. İsteyen  kalan  ürünü  gelip  alıyor. İki  durum  farklılık  arz eder.

Bir  Katılımcı: Zekatta  temlik  kavramı  vardır.

Abdülaziz  Bayındır: Zekatla  ilgili  ayeti  kerimelerden  birinde  “âtû”  buyruluyor (Bkz: En’am 141). “Ve âtû hakkahu  yevme  hasadihi”  ayetini  hatırlayalım, bu  ayete  göre, ürününüzü  hasat  günü, zekat  olarak  tarlada  veriyorsunuz. Az  önce  dile  getirdiğimiz  gibi, bu, faize  verilebilecek  bir  mal  hüviyetini  kazanmaz. Hasat  günü  tarladan  alınan  ürünün  taşıma, depolama  vb  masrafları  ürün  sahibine  aittir. Ayette  geçen  “Hakkahu”  ifadesi, infakın, ürünün  tamamını  kapsamadığını  gösterir  ki  bu  kelime, “Hakkını”  demektir. Eğer  tarım  ürününe  senin  bir  katkın  yoksa, onun  hakkı  10’da  1’dir  ve  bu  miktarı  zekat  olarak  verdiğinde, tamamını  vermiş  olursun.  Şayet  ürünün  oluşumuna  katkın  varsa, 20’de  1’ini  verdiğinde, yine  tamamını  vermiş  olursun.

Servet  Bayındır: “Hakkahu”  ifadesi  burada  çok  önemlidir.

Bir  Katılımcı: Peygamberimiz (s.a.v), zekat hükmünü  ne  zaman  uygulamıştır?

Abdülaziz  Bayındır: Medine’de, ikinci  yıldan  itibaren.

Bir Katılımcı: Aklıma  şöyle  bir şey  geldi. Cebrail as  gelip  de, şifahen,  peygamberimize  zekatın  40’ta  1, 10’da  1  gibi  oranlarını  öğretmiş  olabilir  mi?

Abdülaziz  Bayındır: Mümkündür. Cenab-ı  Hak: “Er-Rahman, alleme’l-kur’an” “Er-Rahman, Kur’an’ı  öğretti.” ( Rahman 55/1-2) buyuruyor  ya, buradan  şu  çıkar; Allah-u Teala, Kur’an’ı  bizzat  kendisi  öğretmez, Cebrail as’ın  pekala  kendisi  gelmiş  ve  öğretmiş  olabilir. Kur’an-ı Kerim’deki  zekat, namaz, tüm  peygamberlere  verilen  emirdir. Bu, Cebrail as’a gelen  bir  vahiy  değildir. Cebrail  as’ın  bütün  peygamberlerde  gördüğü  ve  bildiği  bir  durumdur. Bu  dediğinizde  hiçbir  mani  yoktur. Pekala  olabilir. Ama  zekat  konusunda  elimizde  böyle  bir  rivayet  mevcut  değildir. Bu  oranları  Cebrail as  öğretmiş  olabilir. Fakat baştan  beri  söylediğim şu; Cebrail as  peygamberimize  öğretmek  için  geliyor. Hatta  peygamberimizin  Hassan  b. Sabit  ile  ilgili  söylediği  bir söz  vardır: “Allahumme  eyyidhu  bi ruhi’l-kudüs” “Ya Rabbi! Sen  onu  Ruhu’l-Kudüs  ile destekle”. Cenab-ı Hak, Mücadele  suresi 58/22. Ayette  şöyle  buyurmaktadır:

Ülâike  ketebe fi kulûbihimü’l-imane  ve  eyyedehüm  bi-rûhi’l-kudüs.” “Allah  onlara (doğru  yolda olanlara)  imanı  yazmış ve onları  katından  bir  ruh ile desteklemiştir.”

Biz  de  eğer  doğru  davranırsak, Allah (c.c)  bizi ruh  ile  destekler. O  ruh, Ruhu’l-Kudüs  olur, bir  başkası  olur  biz  bilemeyiz. Bu  desteği  biz  her  zaman  hayatımızda  görmekteyiz. Bir  meseleyi  müzakere  etmeye  başladığımızda, hiç  aklımıza  gelmeyen  şeyler, müzakere sırasında  ortaya çıkıyor. Allah-u Teala, bir şekilde  bizlere  yardım  etmektedir. Bu  durum  sadece  Müslümanlar  için  değil, her  toplum  için  geçerlidir. Allah (c.c)  Şems  suresi  91/7-8’de  şöyle  buyurur:

Ve nefsin ve ma sevvâhâ. Fe-elhemehâ fücûraha  ve takvâhâ.” “Nefse  ve  ona  bir takım kabiliyetler  verip, kişinin  fücurunu ve  takvasını  ilham  edene (yemin  olsun ki).”

Enes Alimoğlu: Enfal suresi  8/29. Ayette  şöyle  buyrulur:

Ya  eyyuha’l-lezine  âmenû  in tettekullahe  yec’al leküm  furkânen.” “Ey  İman  edenler! Eğer  Allah’tan  korkarsanız  O, size  iyi  ile  kötüyü  ayırtedecek  bir anlayış  verir.”

Abdülaziz  Bayındır: Bir çok  kimse  bu  metedolojiyi  nereden  bulduğumuzu  sorup şaşırmaktadırlar. Bu  metedolojinin hiçbir  kitapta  yazılı  olmadığını  söylemektedirler. Bilakis, ayeti ayetle  açıklama  metedolojisi  Allah-u Teala’nın  kitabında  mevcuttur. Siz  bunu  kitap  saymıyor musunuz?! Hiç  kimsenin  bu  yöntemi  uygulamadığını  söylemektedirler. Peygamberimiz  bu  metodu uygulamıştır. “Peki nasıl  uyguladı?”  diyorlar, o  zaman  ben  de  Allah’ın bizlere  vaadini  söylüyorum; “İn tetteku’l-lâhe  yec’al leküm furkanen”, yine  Talak  suresi  65/2.  Ayette  de  şöyle  buyrulur:

Ve  men  yettekı’l-lâhe  yece’al lehû  mahraca” “Kim  Allah’tan  korkarsa, Allah  ona  bir  çıkış  yolu  ihsan  eder.”

Bu  konuda  o  kadar  çok  ayet  vardır  ki. Cenab-ı  Hak, yolunda  olduğumuz  takdirde, kendinden  bizleri  desteklemektedir. Şüphesiz, peygamberimizi  de  desteklemiştir. Fakat  elimizde, namazla  ilgili  olduğu  gibi  bir  Cibril  hadisi, zekat  konusunda  mevcut  değildir. Belki  bir  zaman  gelir  böyle bir bilgiye  rastlarız  ama  şu  an  için  bilmiyoruz.

Yahya  Şenol: Zekat  oranı  açısından, çiftçi, tüccar ve  hayvancılıkla  uğraşan  bir  kişiden  hangisi  daha  az, hangisi  daha çok  zekat verir? Sıralama  nasıl  oluyor? Çiftçi  her  hasatta  10’da  1  veya  20’de 1  verirken, tüccar  40’ta 1  vermektedir.

Abdülaziz  Bayındır: Tüccar  daha  az vermektedir. Ticarette  risk  çok yüksektir. Gelir  de  aynı oranda  yüksektir.

Yahya  Şenol: Çiftçi  daha  çok veriyor  sanki. Hem  her  hasatta, hem  de  10’da  1.

Abdülaziz  Bayındır: Daha  fazla  vermiyor  aslında. İşler  hiç  iyi  gitmese, çiftçinin  elinde  en  kötü  ihtimalle  tarlası  kalır. Ama  işlerin  ters  gitmesi  durumunda, tüccarın  elinde  avucunda  ne  varsa hepsi  gider.

Servet  Bayındır: Bir de  çiftçi, ne  kadar  hasat  ederse  o  kadar  öşür vermektedir.

Yahya  Şenol: Yılda  iki üç  defa  bile  olsa  10’da  1  verecek.

Abdülaziz  Bayındır: Olsun, hasat  ederse  veriyor. Burada  esasen  müthiş  bir  denge  vardır.

Yahya  Şenol: Burada  şu  da  sorulabilir: Çiftçi, ne  zaman  hasat  ederse  o  zaman  zekat verecektir. Tüccarın  zekat  verme  zamanı  yılda  bir  kez  midir? Her yıl  olması  gerektiği  nereden  çıktı? Ya da  her kâr ettiği  zaman  mı vermek  durumundadır?

Abdülaziz  Bayındır: Sen  bu  soruyu  sormuş  ol, biz  de  cevabını  araştıralım. Şuanda  bunun  cevabı  kafamda  yok. Hadisi  şerifte  her  yıl  vermesi  gerektiği  belirtilir. O  zaman  peygamberimiz  bu  hükmü  muhakkak  bir yerden  çıkarmış  olmalıdır.

Yahya  Şenol: Mesela  hayvancılıkla  uğraşanlar  ne  zaman  40’ta  1  vereceklerdir? Her  yıl  mı?

Abdülaziz  Bayındır: Hadisi  şerifte  her  yıl  vermesi  gerektiği  söylenir. Bu, muhakkak  Kur’an-ı Kerim’e  dayanır. Peygamberimizin  hiçbir  sözü Kur’an  dışı  değildir. Zaten  bu  da  Kur’an’ın  emridir. Bu  yolda  yürüdüğümüz için  sağlıklı sonuçlara  varabildik. Bu  demek  değildir  ki, bütün sonuçlara  biz  ulaşacağız.  Bizim  yaptığımız  bir  kaç  örnekten  ibarettir. Bütün  İslam  alemi  içinde  bunları  değerlendirirsek, küçücük  çalışmalar  olduğu  görülecektir.

Yahya  Şenol: Hayvanlardaki  nisap  konusu  henüz  beklemede.

Abdülaziz  Bayındır: Kolay  değil. Onların  üzerinde  uzun  uzun  özel  çalışmalar  yapmak  gereklidir. 40  tane  koyunda  1  koyun  zekat  olarak  veriyorsun, 120  koyuna  kadar  bir şey  yok. Hala  1  koyun  zekat  olarak  veriliyor. Kur’an-ı Kerim  öyle  bir kitaptır  ki, teşviki  de, pişmanlık  yasasını  da, her  tür  hayati  konuyu  bünyesinde  barındırmaktadır. Bu, elbette  Allah’ın sistemidir. Her  açıdan  mükemmeldir. Ama  biz  maalesef, onları henüz  bulamamış  olabiliriz. Dolayısıyla, peygamberimiz  bu  konularda  ne  demişse  onu  yapmak  zorundayız. İlim  adamlarına  düşen, Kur’an- Sünnet  arasındaki  ilişkiyi kurmaktır. Kur’an-Sünnet  ilişkisi kurulmadığı  zaman, bir  olayın değişik  şekillerine  bir  açıklama  getiremiyorsunuz. Örneğin; hadislerde  zekat  için, ürün  dere  sularıyla  sulanırsa  bundan  10’da  1  zekat verileceği  söyleniyor. Günümüzde  adam  tarlası  için  bir  hayli  masraf  yapıyor. Bu  konuları  ayetlerden  öğrendiğin  zaman, bu  adamın  20’de  1  zekat  vermesi  gerektiğini çok  rahat  bir  şekilde  ifade  edebileceksin. Fakat  gerekli  konuları  ayetlerden  öğrenemediğin  zaman, peygamberimizin  bir  ayeti, sadece  bir  olaya  uygulamasını  öğreniyorsun, diğer  olaylara  verdiği  hükmü  maalesef  bilemiyorsun. Bir  konuyu ayetten  öğrenirsen, onun  çerçevesini çok  rahat  genişletebilirsin. Peygamberimizin  uygulamasını  da  bir  örnek  olarak  kullanırsın. Ama  ayetten  öğrenemezsen, onu  sınırlayıcı  bir  uygulama  olarak  alıp, sıkışır  kalırsın.

Bir  Katılımcı: Ben  bir  soru  sormak  istiyorum: Kur’an  ile  birlikte  düşündüğümüz için, savaş ile ilgili  olan  ayetlerde, “Sizden  bir Mü’min, on  kafire bedeldir”  buyruluyor. Daha  sonra  bu  oran  ikiye  düşürülüyor. Acaba  bu  oranlarda  daha  sonra bir  değişiklik  olmuş  olabilir  mi? Buradaki  ikiye  düşürülme, başka  konularda  uygulanabilir  mi?

Abdülaziz  Bayındır: O  ayetler  savaşla  alakalıdır. Farklı  bir  şey. Düşmana  karşı  yapılan  savaşla  ilgilidir. “Allah  bugün sizden  hafifletmiştir.”  Buyruluyor. Savaşta  10’da  2’ye düştüğün  zaman  hafifletme  gerçekleşmiş  olur  ama  zekatta  10’da 2’ye  düşersen  ciddi  manada  oran, ağırlaştırılmış  olur. Allah-u Teala’nın  “nesih”te  koyduğu  bir  prensip  vardır. Örneğin, bu  dediğiniz  durum  bir  nesih  olayıdır. Ayetin  başında  bir  kişi  on kişiye  bedeldir  denilmektedir. Bu  durumda, siz  bin  kişiyseniz, on  bin  kişi  ile  savaşa  katılmanız  gerekmektedir. Ama  on  bin  kişi, iki  bin  kişiye düşürüldüğü  zaman  bu,  büyük  bir  rahatlık  değil  midir? On  bin kişi  ile  savaşmakla, bin  kişi  ile  savaşmak  bir  değildir. Cenab-ı Hakk’ın  nesihte  koyduğu  prensip  şudur: Bakara 2/106

Mâ  nensah  min  ayetin  ev  nünsiha  ne’ti  bihayrin  minha  ev  misliha.” “Biz  bir  ayetin  hükmünü  yürürlükten  kaldırırsak  veya  onu  unutturursak, mutlaka  daha  iyisini  veya  benzerini  getiririz.”

Allah-u  Teala, bir  ayet  söyler  on  kişi  der, ya  da  daha  hayırlısını  getirir  o  sayıyı  ikiye  düşürür. Fakat  sizin  dediğinizi  zekata uyarlarsak, o  bir  zorlaştırma  olacaktır. Allah’ın  böyle  bir  kanunu  yoktur. Ayette  beyan edildiği  üzere, nesihte  ya  kolaylaştırma  yapılır, ya  da  hükmün  aynısı  getirilir.

SORU-CEVAP  BÖLÜMÜ

HASAN  ÇERÇİ  (İstanbul): Cinsiyet  değiştirenler  Allah’a  isyan  etmiş  mi  olurlar?

Abdülaziz  Bayındır: Cinsiyet  değiştirmek  aslen  mümkün  değildir. Eğer  vücutta,  fiziksel  olarak  farklı  bir  cinsiyet  yapılanması  varsa  ve  bir  ameliyatla  bu  durum  düzeltilebilirse, bu  elbette  tabii  bir  olaydır. Bu  olabilir. Lakin  bir  de  kendileri  erkek  olduğu  halde, kendilerine  kadın  görüntüsü  vermeye  çalışanlar  vardır. Bu  asla  kabul  edilemezdir. Lut  kavmi  gibi  cinsel  hayat  yaşamak  isteyenlerin  varacakları  nihai  nokta onlarla  aynı  olacaktır.

ALAY  AFİYEV: (İsveç) Hocam  bir  hadisi  şerifte: “Benden  bir şey  dinleyip  de  işittiği  şekilde  onu  ulaştıranın  Allah  yüzünü  ağartsın. Çünkü nice  bilgi  taşıyıcısı  vardır  ki  dinleyenden  daha  iyi  beller”  buyrulmaktadır. Bu  hadis  ile, “Benden  Kur’an’dan  başka  bir şey yazmayınız.”  Hadisi  arasında  bir  çelişki  var  mıdır?

Abdülaziz  Bayındır: Verilen  ilk  hadis  örneği, Veda  Hutbesi’nde  dile  getirilmiştir. İki  hadis  arasında  bir  çelişki  yoktur. Zira, “Belliğ  anni  ve lev ayeh” “Bir  ayet  de  olsa  benden  tebliğ  edin”  hadisi  de  vardır. Peygamberimize  Cenab-ı Hak  sadece  Kur’an’ı Kerim’i  değil, aynı zamanda  Hikmet’i  de  indirmiştir. İbrahim as  nasıl  dua  ediyordu?: Bakara suresi 2/129.  Ayet:

Rabbena  veb’as  fihim  rasûlen minhum  yetlü  aleyhim  ayâtike  ve yüallimühümü’l-kitabe ve’l-hıkmete  ve yüzekkîhim. İnneke  ente’l-azîzü’l-hakim.” “Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden  senin  ayetlerini  kendilerine  okuyacak, onlara  kitap  ve  hikmeti  öğretecek, onları  temizleyecek  bir  peygamber  gönder. Çünkü  sen  Aziz  ve  Hakim’sin.”

Bütün  peygamberlerde  Kitap ve  Hikmet  olmuştur. Kitabın  ne  olduğu  belli, peki  Hikmet  ne  demektir? İşte  hikmet  de, bugün burada  yaptığımız  gibi  Kitab’dan  çıkarılan  hükümdür. Bunların  her  biri  bizim  için  son  derece  önemlidir. Peygamberimiz  Kur’an’dan  hüküm  çıkarmıyor  olsaydı, bize  örnek  olamazdı.

ERAY  EREN (Bursa): Şefaatin  mahşer  gününde  olmayacağını  belirtirken, Necim 26’daki  meleklerin  şefaatinin  mahşer  gününde  cennettekilere, Kiramen Katibin  adlı  meleklerin  eşlik  etmesi  şeklinde  olabileceğini  anlatmıştınız. Bu  sebeple, toptan  bir  şekilde  mahşer  gününde  şefaat  olmayacak  demek  yanlış  olmuyor  mu?

Abdülaziz  Bayındır: Yardım  olmuyor  mahşerde. Geçenlerde  Cübbeli  Ahmet  Hoca, bir  takım  ayetlere  kendi  kafasına  göre  mana  vererek, o  ayetlere  bizim  o  şekilde  mana  verdiğimizi  iddia  ederek, bizi  kafirlikle  itham  etti. Bu, şuna  benzer; Siz, “hamr (içki) haramdır” diyorsunuz, o da:  “Evet  hamr  haramdır  ama  bir düşün  hamr  neyden  yapılmıştır?”  diye  soruyor, “Üzümden”  şeklinde  cevaplıyorsunuz, o  da; “üzüm  helaldir, sen helale  haram  dedin  kafir  oldun”  diye  yanıtlar. Mantık  aynen budur. Yılmaz  Tunca  Bey, Cübbeli  Ahmet  Hoca’ya  vakfımızdan  cevap  verip, yayın bantımızı  onlara  göndermemizi  teklif  etti  ve  yayınlayacağını  söyledi. Çok  daha  iyi  oldu.

Servet  Bayındır: Eğer  bantı  montajlamaz, aynen  verirlerse  iyi olur.

Abdülaziz  Bayındır: Zannetmiyorum  öyle  yapacaklarını. Bunu  düşündüklerine  göre, bantı  kesmeden  yayınlamayı  kararlaştırmışlar.

Mahşerle  ilgili  pek  çok  ayet  vardır. Bakara suresi 2/123’ü  okumamız  yeterli  olacaktır:

Vettekû  yevmen lâ teczî nefsün an nefsin  şey’en ve lâ yukbelü  minha  adlün ve lâ tenfeuhâ şefâatün ve lâ hüm yünsarun.”  “Öyle  bir  günden  sakının  ki, hiç kimse  başkası namına  bir şey ödeyemez, kimseden  fidye  kabul  edilmez, hiçbir nefisten şefaat  kabul edilmez. Yardım da  görmezler.”

Peygamberimiz (s.a.v)  ayette  geçen  nefislere  girmiyor  mu? Yardımı  Cenab-ı Hakk’tan  göreceğiz. Öyle  bir  gün  var  ki, o  gün  yardım  görmek  yok. Yine  Bakara  2/254’te:

Ya eyyuha’l-lezine  âmenû  enfikû mim-mâ razaknaküm  min  kabli  en  ye’tiye  yevmün  la  bey’un fîhi  ve  la  hulletün  ve la şefâatün.”  “Ey iman  edenler! Kendisinde  artık  alış-veriş, dostluk  ve  şefaat  bulunmayan  gün  gelmeden  önce, size  verdiğimiz  rızıktan  Allah  yolunda  harcayın.”

Bu  anlatılan, mahşer  günüdür.

Bir  Katılımcı: Müddessir  8. Ayette  de  benzer  ifadeler geçer.

Abdülaziz  Bayındır: Bir çok  ayette  geçmektedir. O  gün  bu  sayılanlar  yoktur  ama  Allah-u Teala  bir  tür  şefaatin  olacağını  belirtmektedir. Ayetlerde, cehennemden  çıkarılma  ile ilgili  ifadeler  vardır. Hadisi  şeriflerin  tamamında  şefaatin  cehennemden  çıkarılma  olduğu  beyan  edilmektedir. O zaman  demek  ki, mahşer  yerinde  şefaat  olmadığı  anlaşılmaktadır. Mahşerden  sonra  olabilir.

Teşekkür  Ederiz…

Tüm Mukayeseli Fıkıh Müzakereleri
# İçerik Adı Yayınladığı Tarih Görüntülenme
1 Kitaba Çağrı 16 Eylül 2017
2 Kurban İbadeti 24 Ağustos 2017
3 Hadislerin Derlenmesinde İran Etkisi 19 Ağustos 2017
4 Diyanetin Fetö Raporu: Bu din bu hale nasıl geldi? 14 Ağustos 2017
5 Hilal, Fitre ve Bayram 28 Haziran 2017
6 Nebi’mizin Ramazan Hayatı 12 Haziran 2017
7 İmsak Ölçüleri 27 Mayıs 2017
8 Dini Siyasete Alet Etmek 20 Mayıs 2017
9 Nebilere Yüklenen Olağanüstü Özellikler 13 Mayıs 2017
10 Tarih Boyunca Nebilere Gösterilen Tepkiler 6 Mayıs 2017
11 Yanlış Şeriat Algısı Suç ve Ceza 29 Nisan 2017
12 Kapitalizmin Sonu 15 Nisan 2017
13 Faiz Bağlamında Modern Finansal Ürünler 8 Nisan 2017
14 Hadislere Bakışımız Nasıl Olmalı 1 Nisan 2017
15 Haram Aylar 25 Mart 2017
16 Kur’an’cılık Tehlikesi 1.Bölüm 20 Mart 2017
17 Din ve Devlet İlişkileri 1.Bölüm 11 Mart 2017
18 Cuma Namazı ve Hutbe’si 4 Mart 2017
19 Kur’an’a Göre Sihir Kavramı 25 Şubat 2017
20 Abese Suresi Bağlamında Nebi’mizin Korunmuşluğu 18 Şubat 2017
21 Ev İçi Mahremiyet Kuralları 11 Şubat 2017
22 Örtünme İle İlgili Hükümler 4 Şubat 2017
23 Baş Örtüsü ve Örtünme 28 Ocak 2017
24 Kur’an’nın Çözüm Üretmedeki Yeri 21 Ocak 2017
25 Yahudileri Gölgede Bırakan Hileler 16 Ocak 2017
26 Müslümanlar’da Allah’a Güven Krizi 31 Aralık 2016
27 Müslümanlığımızı Gözden Geçirme İhtiyacı 24 Aralık 2016
28 Ümmet Olamamanın Ağır Bedeli 17 Aralık 2016
29 Tarihsellik İddialarında Cezalar Örneği 10 Aralık 2016
30 Mezhepçiliğin Doğurduğu Acı Sonuçlar 3 Aralık 2016
31 Kur’an’nın Tarihselliği İddiası ve Miras Konusu 26 Kasım 2016
32 Takiye (Kimliği Gizleme) 19 Kasım 2016
33 Faiz ve Güncel Meseleler 12 Kasım 2016
34 Mehdi Gelicek mi ? 7 Kasım 2016
35 Hz. İsa Gelecek mi? 31 Ekim 2016
36 Çağdaş Ulemanın Usulsüzlüğü 22 Ekim 2016
37 Dinsel Çoğulculuk 15 Ekim 2016
38 Son Kitabı Devre Dışı Bırakma Projesi, Dialog 8 Ekim 2016
39 Fıtrat Zemininde Buluşma 1 Ekim 2016
40 Nisa 34. Ayet Bağlamında Kadına Şiddet 24 Eylül 2016
41 Kurban İbadeti 10 Eylül 2016
42 Kadının Dövülmesi 3 Eylül 2016
43 Kur’an’a Göre Hükmetmek 27 Ağustos 2016
44 15 Temmuz Darbe Gecesine Kurani Bir Bakış 20 Ağustos 2016
45 Paralel Dinin Olmazsa Olmazı Aracılık – 1 13 Ağustos 2016
46 Müslüman Gayrimüslim İlişkileri 2 Temmuz 2016
47 Zekat 25 Haziran 2016
48 Oruçla İlgili Hükümler 18 Haziran 2016
49 Uydurulan Dinde Yatsı Sonu, Seher ve İmsak Vakti 4 Haziran 2016
50 Uydurulan Dinde Mut’a Nikahı 28 Mayıs 2016
51 Uydurulan Dinde Şartlı Talak 21 Mayıs 2016
52 Uydurulan Dinin Dayatması Olarak Çocukların Evlendirilmesi 7 Mayıs 2016
53 Kölelik ve Cariyelik Mezheplerin Dayatması mı? 30 Nisan 2016
54 Musa Hızır Kıssasının Evrensel Mesajı 23 Nisan 2016
55 Sünnetin Delil Değeri 16 Nisan 2016
56 Kira Sertifikaları Faizsiz Ürün mü? 9 Nisan 2016
57 Suç-Ceza Dengesi Açısından Cinsel İstismar 2 Nisan 2016
58 Boşanma Konusunda Allah’ın Koyduğu Sınırlar 26 Mart 2016
59 Allah’ın Koyduğu Sınırlar Nasıl Aşıldı 19 Mart 2016
60 Muhsana, Kadına Pozitif Ayrımcılık 13 Mart 2016
61 İnsanlar ile Cinlerin Ortak Özellikleri 5 Mart 2016
62 Nebiler Günahtan Korunmuş mudur? 27 Şubat 2016
63 Bedir Savaşı Örneğinde Nebi ve Resul Farkı 20 Şubat 2016
64 Dinde Haram-Helal Koyma Yetkisi 13 Şubat 2016
65 Cinler 6 Şubat 2016
66 İlk İnsanın Yaratılışı 30 Ocak 2016
67 İnsanı İnsan Yapan Özellikler 23 Ocak 2016
68 Allah’ı İkinci Sıraya Koymak 16 Ocak 2016
69 Şirkle İman Arasındaki Kararsızlık 9 Ocak 2016
70 Mehdi Beklentisi 2 Ocak 2016
71 Her İnsan Allah’ı Bilir 26 Aralık 2015
72 Fıkıh Müzakereleri | Her İnsan Allah’ı Bilir 26 Aralık 2015
73 Bir Sömürü Aracı Olarak Halifelik – 2 19 Aralık 2015
74 Bir Sömürü Aracı Olarak Halifelik 12 Aralık 2015
75 Kur’ân’da Dindarlık 5 Aralık 2015
76 Tarih Boyunca Bir Siyasi Baskı ve Ötekileştirme Aracı Olarak Zındıklık 28 Kasım 2015
77 Geleneğe Göre Dinden Dönmenin Hükmü (Bölüm 2) 21 Kasım 2015
78 Geleneğe Göre Dinden Dönmenin Hükmü (Bölüm 1) 21 Kasım 2015
79 Kur’an’a Göre Dinden Dönmenin Hükmü 16 Kasım 2015
80 Kur’an’da Zina Suçu Ve Cezası 7 Kasım 2015
81 Tağut Doğru Yolun Üstünde Oturur 31 Ekim 2015
82 Hadis Uydurma Faaliyetleri 24 Ekim 2015
83 Kader İnancı Ve Nesih 17 Ekim 2015
84 Resulullah Sonrası Siyasi Gelişmeler 10 Ekim 2015
85 Nesih 3 Ekim 2015
86 Hac Ve Kurban 19 Eylül 2015
87 Terör Olayları Karşısında Nebevi Siyaset 12 Eylül 2015
88 Dinde Özgürlük 5 Eylül 2015
89 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 4 “Cariyelik” 29 Ağustos 2015
90 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 3 “Cariyelik” 22 Ağustos 2015
91 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 2 “Kitap Algısı” 15 Ağustos 2015
92 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 8 Ağustos 2015
93 Nebimizin Yürüttüğü Dış Politika 1 Ağustos 2015
94 Kadir Gecesi ve İmsak Vaktine Tavırlar 11 Temmuz 2015
95 Zekat 4 Temmuz 2015
96 Oruç İbadeti 2 27 Haziran 2015
97 Oruç İbadeti 20 Haziran 2015
98 Kutup Bölgelerinde İftar ve İmsak Vakitleri 13 Haziran 2015
99 Emtia Borsalarındaki İşlemlerin Fıkhi Hükmü 6 Haziran 2015
100 Kur’ân’a Göre Gece-Gündüz 30 Mayıs 2015
101 Prof. V. A. Yefimov’la Yapılan Toplantının Değerlendirilmesi 23 Mayıs 2015
102 İsra ve Mirac 16 Mayıs 2015
103 Berzah Alemi 2 9 Mayıs 2015
104 Berzah Alemi 2 Mayıs 2015
105 Enflasyon ve Faiz 25 Nisan 2015
106 İşsizlik Probleminin Kaynağı 18 Nisan 2015
107 Peygamberimizin Öldürülmesini Emrettiği Kişiler Hakkındaki Rivayetler 4 Nisan 2015
108 Faizsiz Sistemin İlkeleri (Zekat-Faiz Karşılaştırması) 28 Mart 2015
109 Faizsiz Sistemin İlkeleri – Faizsiz Bankacılık 28 Mart 2015
110 Faizsiz Sistemin İlkeleri (Enflasyon) 21 Mart 2015
111 Faizsiz Sistemin İlkeleri (Bankacılık) 14 Mart 2015
112 Faizsiz Sistemin İlkeleri 7 Mart 2015
113 Tecavüz Suçunun Cezası 28 Şubat 2015
114 İdam Cezası ve Kıssas Tartışmaları 21 Şubat 2015
115 Ceza Hukukunun Genel Prensipleri 14 Şubat 2015
116 Kur’ân’da Ruh Kavramı 7 Şubat 2015
117 İcmanın Delilleri ve Değerlendirilmesi 24 Ocak 2015
118 Fıkıh Müzakereleri | Ceza Hukukunun Genel Prensipleri 17 Ocak 2015
119 Nebiye Hakaretin Cezası 10 Ocak 2015
120 Noel ve Mevlid Kandili Kutlamalari 3 Ocak 2015
121 Kelime Oyunları ve Şeb-i Arus 27 Aralık 2014
122 Evlilik Nedeniyle Ortaya Çıkan Haramlık 20 Aralık 2014
123 Talak’ın Şarta Bağlanması 13 Aralık 2014
124 Kadının Boşanma Hakkı 6 Aralık 2014
125 Boşanmanın Hükümleri 29 Kasım 2014
126 Küçüklerin Evlendirilmesi 22 Kasım 2014
127 İslam Hukuku-Roma Hukuku Karşılaştırması 15 Kasım 2014
128 Beni Kureyza Yahudileri ve Esirlerin Öldürülmesi 8 Kasım 2014
129 İslâm Miras Hukukunda Kelâle 3 Kasım 2014
130 Batı Güdümlü İslam Anlayışında Kur’an Sünnet Algısı – 2 25 Ekim 2014
131 Batı Güdümlü İslam Anlayışında Kur’an Sünnet Algısı 18 Ekim 2014
132 İslam Alimlerinin Işid’e Gönderdikleri Mektubun Eleştirisi 11 Ekim 2014
133 Kurban İbadeti 27 Eylül 2014
134 Birbirimizden yardım istemek şirk midir? 9 Ağustos 2014
135 Nafile Oruç 2 Ağustos 2014
136 Zekat ve Fitre 26 Temmuz 2014
137 Kadir Gecesi 19 Temmuz 2014
138 Tarihi gelişimi ve Hükümleri Açısından İtikaf 12 Temmuz 2014
139 Yatsının Son Vakti 5 Temmuz 2014
140 Vakti Dışında Namaz, Süresinden Fazla Oruç 28 Haziran 2014
141 Bakara 187. Ayet Işığında Oruç İbadeti 21 Haziran 2014
142 Kimler Oruç Tutabilir 14 Haziran 2014
143 Orucun Tarihi ve Meşruiyeti 7 Haziran 2014
144 Ecel ve Şehitlik – Sorular ve Cevaplar 24 Mayıs 2014
145 Ecel ve Şehitlik 17 Mayıs 2014
146 Seferilik Mesafesi ve Müddeti 10 Mayıs 2014
147 Yolculukta Namaz – 2 26 Nisan 2014
148 Dinden Dönmek 19 Nisan 2014
149 Yolculukta Namaz 5 Nisan 2014
150 Namazı Terketmenin Hükmü 29 Mart 2014
151 Namazda Zikir 8 Mart 2014
152 Kadınların Cemaate Katılması 1 Mart 2014
153 Cemaatle Namaz – 2 22 Şubat 2014
154 Cemaatle Namaz 15 Şubat 2014
155 Sehiv Secdesi 8 Şubat 2014
156 Namazı Bozan Haller – 2 1 Şubat 2014
157 Namazı Bozan Haller 18 Ocak 2014
158 Cumanın Farzından Önceki ve Sonraki Sünnetler 11 Ocak 2014
159 Cuma Hutbesi 4 Ocak 2014
160 Cuma Namazı 28 Aralık 2013
161 Sünnet Namazları 21 Aralık 2013
162 Vitir Namazı 14 Aralık 2013
163 Teheccüd Namazı 7 Aralık 2013
164 Kur’an’da Melek ve Cin Kavramları – Sorular 23 Kasım 2013
165 Kur’an’da Melek ve Cin Kavramları – 2 18 Kasım 2013
166 Kur’an’da Melek ve Cin Kavramları 2 Kasım 2013
167 Cezanın Amacı Açısından Mağdur Hakları 26 Ekim 2013
168 Bayram Namazı ve Teşrik Tekbirleri 12 Ekim 2013
169 Tarihi, Amacı ve Ahkamı Yönüyle Kurban 5 Ekim 2013
170 Kur’an’da Münafıkların Durumu – 2 28 Eylül 2013
171 Kur’an’da Münafıkların Durumu 21 Eylül 2013
172 Günümüz İslam Dünyasının Problemleri 14 Eylül 2013
173 Bedel Hac – Doç.Dr. Servet Bayındır 7 Eylül 2013
174 Allah’ın Bilgisi ve Kader 24 Ağustos 2013
175 Mısırdaki Müslümanların Durumu 17 Ağustos 2013
176 Kadir Gecesi 3 Ağustos 2013
177 İmsak Tartışmaları 27 Temmuz 2013
178 Kutup Bölgelerinde İbadet Vakitleri 20 Temmuz 2013
179 Kader 19 Ocak 2013
180 Kıyamet Alametleri 22 Aralık 2012
181 Kur’an Sünnet Bütünlüğünde Kurban İbadeti 20 Ekim 2012
182 Kur’an Sünnet Bütünlüğünde Hac İbadeti 13 Ekim 2012
183 Faiz-Zekat İlişkisi 6 Ekim 2012
184 Namazların Birleştirilmesi 29 Eylül 2012
185 İslama Yönelik Saldırılar 22 Eylül 2012
186 Alternatif Bir Finansal Ürün Olarak Kira Sertifikaları(SUKUK) 15 Eylül 2012
187 Öğle ve İkindi Namazlarının Vakitleri 8 Eylül 2012
188 Yatsı Namazı Vaktinin Bitişi 1 Eylül 2012
189 Kur’an’a Göre Gelenek 25 Ağustos 2012
190 Bayram Namazı ve Fitre 18 Ağustos 2012
191 Televizyondan Kabe İmamına Uyulabilir mi? 11 Ağustos 2012
192 Ramazan Ayının İnsana Sunduğu Fırsatlar 4 Ağustos 2012
193 İmsak Vakti ve Seher – 2 28 Temmuz 2012
194 İmsak Vakti ve Seher 21 Temmuz 2012
195 Nesih, Kıblenin Değişmesi Örneği 23 Haziran 2012
196 İsra ve Miraç 16 Haziran 2012
197 Uydurma Hadisler – Harun Ünal 9 Haziran 2012
198 Sezaryen Doğum 2 Haziran 2012
199 Vahiy – Sünnet İlişkisi 26 Mayıs 2012
200 Nesih Kavramı 19 Mayıs 2012
201 Din ve Tıp Açısından Sünnet 14 Mayıs 2012
202 Din ve Müzik 5 Mayıs 2012
203 Hadislerin Kur’an’a Arzı 28 Nisan 2012
204 Türkiye’de Kutlu Doğum Etkinlikleri 21 Nisan 2012
205 Allah’ın Elçisini Doğru Anlamak 14 Nisan 2012
206 Kur’an Öncesi Mekke Toplumu 7 Nisan 2012
207 Faizsiz Bankacılğın Problemleri 31 Mart 2012
208 Hz.Muhammed’in(S.A.V.) Tebyin Görevi 24 Mart 2012
209 İslam ve Türk Medeni Kanunu(TMK) Miras Sistemlerinin Mukayesesi 17 Mart 2012
210 Kur’an’a Göre Tağut Kavramı 10 Mart 2012
211 Farklı İnançların Birlikte Yaşamasının Doğal Kuralları 3 Mart 2012
212 Kur’an’a Göre Resule İman, İtaat ve İttiba 25 Şubat 2012
213 Organ Nakli 18 Şubat 2012
214 Sebeb-i Nüzul Meselesi 11 Şubat 2012
215 Daru’l-Harbde Faiz 4 Şubat 2012
216 İftida 28 Ocak 2012
217 Talak (Boşanma) 21 Ocak 2012
218 Gayrimüslimlerle Evlilik 14 Ocak 2012
219 A’raf Ehli 7 Ocak 2012
220 Müminler Cehenneme Girecekler Mi? – 2 31 Aralık 2011
221 Müminler Cehenneme Girecekler Mi? 24 Aralık 2011
222 Çocukların Evlendirilmesi 17 Aralık 2011
223 İnanç Özgürlüğü 10 Aralık 2011
224 Evliliğin Denetlenmesi 3 Aralık 2011
225 Adetli Kadın Kur’an’a Dokunabilir mi? 26 Kasım 2011
226 Hz.İsa’yı(a.s.) Geri Getirmek İsteyenlerin Hedefi 19 Kasım 2011
227 Nebi ve Resul Kavramları 12 Kasım 2011
228 Kurban Bayramına Nasıl Hazırlanmalıyız? 5 Kasım 2011
229 İcma Delili ve Değerlendirilmesi 22 Ekim 2011
230 Vekaletle(Bedel) Hac 15 Ekim 2011
231 İhram Yasakları 8 Ekim 2011
232 Kadınların Yolcuğu 1 Ekim 2011
233 Kur’an ve Sünnet Işığında Hac İbadeti 24 Eylül 2011
234 Faiz Anlayışı 10 Eylül 2011
235 Bayram Namazı 27 Ağustos 2011
236 İmsak Vakti 20 Ağustos 2011
237 Teravih Namazı Konusunda Diyanet’e Cevap 13 Ağustos 2011
238 Oruç Tutamayanlar Ne Yapmalı? 6 Ağustos 2011
239 Güneşin Batmadığı Yerlerde Namaz Vakitleri 2 Temmuz 2011
240 Yatsı Namazının Vakti 7 Mayıs 2011
241 Allah’ın İndirdikleri İle Hükmetmeyenler – 2 30 Nisan 2011
242 Allah’ın İndirdikleri İle Hükmetmeyenler 23 Nisan 2011
243 Günahlarla İlgili Kavramlar – 2 2 Nisan 2011
244 Günahlarla İlgili Kavramlar 26 Mart 2011
245 Büyük Günahlar – 3 19 Mart 2011
246 Büyük Günahlar Nelerdir? 12 Mart 2011
247 Büyük Günah İşleyenlerin Durumu 5 Mart 2011
248 Ye’cüc ve Me’cüc 26 Şubat 2011
249 Dabbetü’l-Arz 19 Şubat 2011
250 Tarikatlarda Vesile ve Tevessül 12 Şubat 2011
251 Evliyanın Yardımı İle İlgili İddialar – 2 5 Şubat 2011
252 Kutuplarda Namaz Vaktinin Tespiti 29 Ocak 2011
253 Evliyanın Yardımı İle İlgili İddialar 22 Ocak 2011
254 Kâlû Belâ Olayı Hakkında Sorulan Sorular – 2 1 Ocak 2011
255 Kâlû Belâ Olayı Hakkında Sorulan Sorular 25 Aralık 2010
256 Mehdi İnancı 18 Aralık 2010
257 Kur’an’a Göre Zekat Oranları 4 Aralık 2010
258 Artan Malı İnfak Etme 27 Kasım 2010
259 Vitr Namazı 13 Kasım 2010
260 Bayram Namazları 6 Kasım 2010
261 Sehiv Secdesi – Mukayeseli Fıkıh Dersleri 30 Ekim 2010
262 Kurban İle Alakalı Sorular 23 Ekim 2010
263 Hac Farklı Aylarda Yapılabilir mi? – Fıkıh Dersi 9 Ekim 2010
264 Başkasının Yerine Hacc Yapmak 2 Ekim 2010
265 Hilal İle İlgili Sorulan Sorular 25 Eylül 2010
266 Cariyeler İle İlgili Sorulan Sorular 18 Eylül 2010
267 ORUÇ BOZMANIN CEZASI 4 Eylül 2010
268 Zekat 28 Ağustos 2010
269 İmsak ve Yatsı Vakitleri – 2 21 Ağustos 2010
270 İmsak ve Yatsı Vakitleri 14 Ağustos 2010
271 İsra ve Miraç -2 10 Temmuz 2010
272 İsra ve Miraç -1 3 Temmuz 2010
273 İcma’a Delil Getirilen Hadisler 26 Haziran 2010
274 İcma 19 Haziran 2010
275 Başörtüsü ve Örtünme 12 Haziran 2010
276 Mezheplerin Tutarlılığı 29 Mayıs 2010
277 Asabe Siyaset İlişkisi (Kızın Çocuklarının Mirasçılığı Örneği) 22 Mayıs 2010
278 Kur’an’ı Açıklama Usulü 15 Mayıs 2010
279 Kartepe Programı Değerlendirme 5 Mayıs 2010
280 Abdestte Ayakların Mesh Edilmesi 24 Nisan 2010
281 Hudeybiye’den Geri Kalanlar 13 Nisan 2010
282 Peygamberimizin Zeynep (ranha) ile Evliliği 3 Nisan 2010
283 Bedir Savaşı 20 Mart 2010
284 Kur’an Sünnet Bütünlüğü: Allah’ın İzni Meselesi 13 Mart 2010
285 Vahiy Çeşitleri 6 Mart 2010
286 Kadınların Özel Halleri 11 Şubat 2010
287 Kur’an’a Göre Zekat Nispeti 6 Şubat 2010
288 Vahy-i Gayr-i Metlüv’e Dair Getirilen Deliller -1 30 Ocak 2010
289 Iskat (Ölen Kimseyi İbadet Borçlarından Kurtarmak) 16 Ocak 2010
290 Dini Tebliğ ve Uygulamada Cebrailin Rolü -2 2 Ocak 2010
291 Dini Tebliğ ve Uygulamada Cebrail’in Rolü 26 Aralık 2009
292 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kurban 21 Kasım 2009
293 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kıble Meselesi -2 14 Kasım 2009
294 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kıble Meselesi -1 7 Kasım 2009
295 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kur’anı Anlama 31 Ekim 2009
296 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Yolculukta Namazin Kısaltılması Örneği 24 Ekim 2009
297 İsa Aleyhisselam Tekrar Gelecek mi? -2 17 Ekim 2009
298 İsa Aleyhisselam Tekrar Gelecek mi? 1-1 10 Ekim 2009
299 İsa Aleyhisselam Tekrar Gelecek mi? 1-2 10 Ekim 2009
300 Hanefi Mezhebinin İçki ile İlgili Görüşleri -1 3 Ekim 2009
301 Hanefi Mezhebinin İçki ile İlgili Görüşleri -2 3 Ekim 2009
302 Mirasta Avliye Meselesi -1 26 Eylül 2009
303 Mirasta Avliye Meselesi -2 26 Eylül 2009
304 Kasten Orucu Bozanın Cezası -1 12 Eylül 2009
305 Kasten Orucu Bozanın Cezası -2 12 Eylül 2009
306 Oruç Keffareti -1 29 Ağustos 2009
307 Oruç Keffareti -2 29 Ağustos 2009
308 Adetli Kadının Orucu -1 22 Ağustos 2009
309 Adetli Kadının Orucu -2 22 Ağustos 2009
310 Hastaların Orucu -1 15 Ağustos 2009
311 Hastaların Orucu -2 15 Ağustos 2009
312 Namazda Örtünme / 2-1 8 Ağustos 2009
313 Namazda Örtünme / 2-2 8 Ağustos 2009
314 Namazda Örtünme / 1-1 1 Ağustos 2009
315 Namazda Örtünme / 1-2 1 Ağustos 2009
316 Kur’an’da Örtünme -1 18 Temmuz 2009
317 Kur’an’da Örtünme -2 18 Temmuz 2009
318 Gayrimüslimlerle Evlilik -1 11 Temmuz 2009
319 Gayrimüslimlerle Evlilik -2 11 Temmuz 2009
320 Müşriklerle Evlilik -1 4 Temmuz 2009
321 Müşriklerle Evlilik -2 4 Temmuz 2009
322 Ehli Kitap ve Müşrikler -1 27 Haziran 2009
323 Ehli Kitap ve Müşrikler -2 27 Haziran 2009
324 Hayvan Kesimi / 2-1 20 Haziran 2009
325 Hayvan Kesimi / 2-2 20 Haziran 2009
326 Hayvan Kesimi -1 13 Haziran 2009
327 Hayvan Kesimi -2 13 Haziran 2009
328 Helal Gıda ve Jelatin Konusu -1 6 Haziran 2009
329 Helal Gıda ve Jelatin Konusu -2 6 Haziran 2009
330 Nafile Namazlar -1 9 Mayıs 2009
331 Nafile Namazlar -2 9 Mayıs 2009
332 Vitir Namazı -1 2 Mayıs 2009
333 Vitir Namazı -2 2 Mayıs 2009
334 Kur’an’ın Genel Açıklaması -1 25 Nisan 2009
335 Kur’an’ın Genel Açıklaması -2 25 Nisan 2009
336 Namazın Mekruhları -1 11 Nisan 2009
337 Namazın Mekruhları -2 11 Nisan 2009
338 Namazı Bozan Şeyler -1 4 Nisan 2009
339 Namazı Bozan Şeyler -2 4 Nisan 2009
340 Namazda Konuşmak -1 28 Mart 2009
341 Namazda Konuşmak -2 28 Mart 2009
342 Namazda Abdestin Bozulması / 2-1 21 Mart 2009
343 Namazda Abdestin Bozulması / 2-2 21 Mart 2009
344 Namazda Abdestin Bozulması / 1-1 14 Mart 2009
345 Namazda Abdestin Bozulması / 1-2 14 Mart 2009
346 Namazda İmamlık / 3-1 28 Şubat 2009
347 Namazda İmamlık / 3-2 28 Şubat 2009
348 Namazda Saf Düzeni -1 21 Şubat 2009
349 Namazda Saf Düzeni -2 21 Şubat 2009
350 Namazda İmamlık / 2-1 14 Şubat 2009
351 Namazda İmamlık / 2-2 14 Şubat 2009
352 Namazda İmamlık / 1-1 7 Şubat 2009
353 Namazda İmamlık / 1-2 7 Şubat 2009
354 İmamın Arkasında Kıraat -1 24 Ocak 2009
355 İmamın Arkasında Kıraat -2 24 Ocak 2009
356 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 4-1 17 Ocak 2009
357 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 4-2 17 Ocak 2009
358 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 3-1 10 Ocak 2009
359 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 3-2 10 Ocak 2009
360 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 2-1 3 Ocak 2009
361 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 2-2 3 Ocak 2009
Kuran Dersi Canlı Yayın