Abdülaziz Bayındır:
Bugünkü dersimizin konusu yolcu namazı örnekliğinde Kitap ve Sünnet ilişkisini anlatmaktır. Ama Kitap-Sünnet ilişkisi ile alakalı ortaya konmuş olan detaylar sadece yolu namazı ile sınırlı değil. Orada aşağı yukarı on, on beş tane saymışlar değil mi? “İşte bunlar Kuran’da yok.” Mesela en meşhur olanı da namazın şekli Kuranı Kerim’de var mı diye sorarlar ve birçok şeyleri sorarlar. Ama biz burada bugün yolcu namazını örnek vererek Kitap-Sünnet ilişkisi üzerinde duracağız.
Öncelikle şunu yapmamız gerekiyor, şimdi şöyle elimize birer tane tefsirleri alalım. Biriniz Hud Suresi, biriniz Araplarda çok yaygın olan İbni Kesir tefsirini alalım. Yine Hud Suresi olsun. Bir de Fethül Kadiri alalım Şevkani’nin. Yine Hud Suresi olsun.
Şimdi öncelikle bizim ulema arasında ittifakla kabul edilmiş bir husus vardır. O da şu, derler ki: “Peygamberimiz (sav) Kuranı Kerim’i açıklar”. Değil mi? Yani herkesin ittifakla kabul ettiği o dur. Ulema arasında hiç kimsenin bu konuda bir ihtilafı yok. “Peygamberimiz (sav) Kuranı Kerim’i açıklar.” Hâlbuki şimdi Hud Suresi’nin baş tarafını bir açalım. Burada Allahütealâ şöyle buyuruyor: “Elif-Lam-Ra. Bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmış, sonra hakim ve habir tarafından açıklanmıştır.” Neden dolayı Allahütealâ tarafından açıklanmış? “Allahtan başkasına kul olmayasınız diye. (Hud 11/1-3)” Açıklayan kim hakim ve habir tarafından ayetler ikiye ayrılmış. Bir tarafı muhkem… Muhkem kelimesi hüküm kelimesinden alınıyor, yani “ahkeme”den. Biliyorsunuz sülasilerin mezidinden hem ismi meful olur, hem ismi zaman olur, hem ismi mekân olur, hem mastarı mim olur. Dört manaya da gelir. Şimdi hüküm nedir? Şu şöyledir bu böyledir diye bir kısım ayetler böyle muhkem hüküm ifade eden ayetlerdir. Namaz kıl oruç tut şunu yap bunu yap, baktığınız zaman anlarsınız, bir hüküm anlatılıyor. Ama bu hükümlerin açıklanmaya ihtiyacı vardır. Namaz kılacağım ama nasıl, ne vakit, kim kılacak? O zaman da sonra da açıklanmıştır diyor. Açıklayan kim? Hakim ve habir tarafından yani Allahüteala tarafından açıklanmıştır.
Bu açıklamayı Allah neden yapmış? “Allahtan başkasına kul olmayasınız diye”. Çünkü bir başkası açıklama yaparsa siz onun açıklamasını Allahın ayetinin bir parçası saymak zorundasınız. O zaman da Allahla beraber ona da kul olmuş olursunuz. Peki, Peygamberin görevi ne? “Ben de sizin için Allah tarafından bir uyarıcı ve müjdeciyim. (Hud 11/1-3)” O zaman peygamber burada bir açıklama yapmıyor. Kuran’da açıklamayı Allahütealâ yapıyor.
Fakat bir şey daha var. Bakara Suresi’nin 151. Ayeti. Burada Allahütealâ şöyle diyor: “Nitekim sizin içinizden sizden bir elçi gönderdik. Size bizim ayetlerimizi okuyor. Sizi geliştiriyor. Size Kitabı ve hikmeti öğretiyor.” Size Kitabı ve hikmeti öğreten bir elçi gönderdik diyor. “Sizin bilmediğiniz şeyleri öğretiyor. (Bakara 2/151)” Tabi bu bir affı tefsir şeklinde zaten siz Kitabı ve hikmeti daha önce bilmiyordunuz o Peygamber de bilmiyordu onları size öğretiyor. Şimdi burada bir şeye dikkatiniz çekmek istiyorum. Burada size Kitabı ve hikmeti öğretiyor. O kitap ve hikmet aynı zamanda Peygamber’e (sav) inen şeydir.
Bir de ondan önce Bakara Suresi’nin 269. Ayetine bakalım. “Allah hikmeti hak edene verir. Kime de hikmet verilmişse ona çok şey verilmiştir. (Bakara 2/269)” Hikmet ne demek o zaman bir şeyde doğru karar verebilmek demektir. Şimdi Allahütealâ gereken gayreti, donanımı elde etmiş olan insanlara doğru karar verebilme kabiliyetini nasip ediyor. Bu kabiliyeti nasip ettiği zaman da ona çok şey vermiş oluyor. Şimdi bir doğru karar verebilme kabiliyeti var, bir de o hikmet aynı zamanda doğru karar manasına da geliyor. Yani isim de olabiliyor mastar da olabiliyor. Çünkü hikmet mastar, ne olur bir çeşit hüküm verme manasında olur, o zaman doğru karar verme kabiliyeti olur. (Bakara 231’deki) hikmet isim. Bir de o doğru kararları indirmiş oluyor Allahütealâ peygamberlere. Bu sebeple hikmetin bir verilmiş olanı var bir de indirilmiş olanı var. Doğru karar vermede mesela (Meryem 12’yi[1] okuyor.) Yahya as ile alakalı daha çocukken doğru karar verebilme kabiliyetini ona verdik. Süleyman (as) ile ilgili de var Yusuf (as) ile ilgili de var. Dolayısıyla verilen hikmet başka, indirilen hikmet başka. O ikisini birbirinden ayırmak lazım.
Mesela Peygamber Efendimize Cenabıhak bunu vermiş. Daha önce İbrahim (as) bu konuda bir dua yapmış Bakara Suresi’nin 129. Ayetinde. O duanın kabulü olarak bu gelmiş. Diyor ki İbrahim as Mekke’de o Kâbe’yi yaptırdığı zaman: “İçlerinden bir elçi gönder yarabbi bunların, kendilerinden birisi olsun. Senin ayetlerini onlara okusun, o kitabı ve hikmeti onlara öğretsin… Sadece okumak başka, öğretmek başka, ayrı ayrı şeyler. “…ve onları geliştirsin. Sen aziz ve hakimsin. (Bakara 2/129)” İşte Bakara 151’de de bunun gerçekleştiğini görmüş oluyoruz.
Mesela İsa (as) ile ilgili olarak: “Allah ona kitabı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek. (Ali İmran 3/48)” Meryem validemizin sözü bu. Hani o diyor ya: “Bana çocuk nereden hiçbir beşer bana dokunmadı.[2]” Burada da hikmet kelimesi çok önemli… Yani baktığımız zaman bütün peygamberlere Cenabıhakkın hikmet verdiğini görüyoruz.
O zaman bu hikmet ne? Hikmet işte Allahın indirdiği bu doğru hükümler. İşte bu doğru hükümler ayetler arası ilişkileri ortaya koymakla öğrenilebiliyor. Şimdi diyelim konumuz namazdır, seferde namaz. Seferde namazla ilgili şurada bir cümle söylüyor. Ondan sonra orada bir takım sorular kalıyor. Evet, o meseleyi çok iyi anlıyorsunuz ama bir sürü sorular ortaya çıkıyor. Öbür tarafta da onu açıklıyor. Açıkladığı zaman ikisini birlikte okuduğunuz zaman hikmet orada bulunuyor. Orada hüküm var.
Peygamber bu hikmeti öğretiyor insanlara. Ama peygamber dışındakilerin böyle hikmet öğretme yetkisi yok. Hikmeti bulma imkânları var. Hikmeti bulabilmek için gerekli donanımlara sahip olmak lazım. Kuranı Kerim’deki hikmetleri bulabilmenin de, o peygamberin öğrettiği hükümleri ve diğer hükümleri bulabilmenin de bir yolunu Cenabıhak göstermiş. O da 41. Surede “Ha-Mim. O rahman ve rahim tarafından indirilmiştir. Bu bir kitaptır ki ayetleri mufassal kılınmıştır/ayrıntılı olarak açıklanmıştır, Arapça Kuran halinde…” Kuran kelimesi biliyorsunuz Arapça “küme” manasına geliyor. Tüm ayetleri içine alan bir küme olması itibariyle Kuranı Kerime Kuran deniyor. Ama küçük anlam kümelerinin de olduğunu işte buradan ve diğer ayetlerden öğreniyoruz. Onların hepsine de Kuran deniyor.
O zaman “Arapça anlam kümesi halinde açıklanmıştır”. O açıklamaya ulaşmak için anlam kümesini bulacaksın. “…bilenler topluluğu için. (Fussilet 41/1-3)” O zaman bu hikmeti bulma bir tek ferdin işi değilmiş değil mi? Sadece tek fert olarak Peygamberimiz (sav) (yapabilir). O da Allahütealâ hikmeti ona vermiş ve hikmeti öğretme yetkisini ona vermiş. Ama bizimle ilgili olarak da ne diyor? “Gereken gayreti gösterene o hikmeti verir. (Bakara 269)” O zaman Cenabıhakkın burada ekibi kurarsak, o bilenler topluluğunu kurarsak, o zaman biz de o Kuranı Kerim’in içerisindeki Allahın yarattığı hükümlere ulaşırız. Bu tıpkı mesela Giresun’da çok yüksek kalitede yüksek miktar bulunmuş geçen de haberlerde duyduk. Dünyanın en iyi altın uzmanı gidip tek başına oradan altın çıkarma imkânına sahip midir? Çıkarabilir mi? Mutlaka bir ekibi ve ekipmanı olacak değil mi? İşte tıpkı Kuranı Kerim’in içinde de o dağın içerisindeki o altını biz koymuş değiliz ki Allah koymuş. İşte hikmet Allahın oradaki koyduğu altını dışarıya çıkarabilmektir. Kuran’ın içerisindeki o hükümleri de Allah buraya yerleştirmiş. Hikmet o hükümleri oradan çıkarabilmektir ama çıkarmak için bir ekibin ve ekipmanın olacak. Bir bilenler topluluğu olacak, bir iyi Arapça bileceksin bir de Kuranı bileceksin. Başka şekilde olmaz, bu işin yolu bu.
Şimdi burada önce örneğimizi verelim sonra da “Peygamber (sav) açıklama yetkisine sahip midir?” diye diye soracaklar ona geçelim. (Soru: 151. Ayette hikmetten sonra bilmediklerinizi öğreten diyor.) O atfı tefsir oluyor. Bu ikisini zaten bilmiyorsun. Peygamberimiz (sav) ile ilgili olarak Cenabıhak demiyor mu: “Sen bu kitabı bilmezdin burada anlatılan imanı da bilmezdin. (Şura 42/57)” Peygamberimiz bilmediği gibi o toplum da bilmiyordu bunu. Dolayısıyla o atfı tefsir oluyor. (O ayetle diğer ayetler arasında bir bağ kurulabilir mi? Fussilet Suresindeki :”Bilenler için” ayetiyle) Şimdi o bilenler için o hikmeti bilen toplumlar için açıkladım diyor Allah değil mi o açıklamayı. Ama peygamberimize o hikmet indiriliyor. Ama bize verilmiş oluyor. Aradaki fark o. Yani peygamberimiz o altını tek başına çıkarabilecek kapasitede Allah onu o şekilde donatmış. Dolayısıyla o bize öğretiyor. Onun hikmeti bulması bizim kadar zor değil. Yani onun ekibe ihtiyacı yok. Kendisi onu bulabiliyor. Ama kendisi de zaman zaman yanlış yapıyor Allahütealâ da onu uyarıyor. (Biz onun öğrettiklerini öğrendiğimiz zaman mı bilenler arasında girmiş oluyoruz?) Onun öğrettiklerini öğrendiğimiz zaman hikmeti öğrenmiş oluruz. Ama bu bizim üretimimiz olmaz. O ayeti kerime bizim ondan alacağımız onu örnek alıp yeni hikmetlere ulaşabileceğimizi gösteriyor. Yani bu Kuranı Kerim’deki hükümleri ortaya çıkarabileceğimizi gösteriyor. Bu sınırsız. O hikmetler sınırsız yani Peygamberimiz onların sadece birkaç tanesini ortaya koymuş. Ne diyor Allahütealâ: “Allah sana bu kitabı her şeyi açıklasın diye indirmiştir. (Nahl 16/89)” Her şey dediğin zaman her şeyle ne anlaşılıyorsa odur. Peygamberimiz her şeyi ortaya koymamış ki. Ama bizim burada bugün asıl dediğimiz Peygamberimizin hadisleri ona vahiy olarak gelen şeyler değildir. Onun hadisleri vahiy olarak gelen Kuranı Kerim’deki hikmetlerdir.
Yani şimdi siz tabiatta hiçbir yerde şöyle bir ceket bulamazsınız. Ama bu ceketteki maddelerin tamamı tabiattan alınmadır. Bu ceketin benim sırtıma giyeceğim zamana kadarki geçirdiği safhaları bir düşünün. Ne kadar ekip çalışmasıyla olmuştur. Ferdi çalışmayla bu ceketin olması mümkün değil. İşte aynen onun gibi. Ama o çalışmalar olmasaydı o ceket ortaya çıkmazdı. Bu ceketi hiç kimse yoktan var etmiş değil. Bütün maddeleri ortada… İşte Peygamberin (sav) sözlerinin hiçbirisi kendisine vahiy olarak gelmiş değil. O söylediği sözlerin tamamı Kuranı Kerim’de olanlar. Kuranı Kerim’de bizim geleneksel manada vahiy olarak gelmiş değildir diyorum. Çünkü gelenekte vahiy ikiye ayırırlar. Vahyi metluv, vahiy gayri metluv. Vahiy metluv demeleri namaz kılarken okunduğu için Kuranı Kerim. Vahiy gayri metluv da hadisler. Peki, bunu niye söylüyorlar? Bizim ulemada çok iyi biliyorsunuz ki Kuranı Kerimde anlatıldığı şekilde ayetlerin açıklanması diye bir mantık yoktur. Onu birkaç tane peygamberimizden intikal etmiş bir iki tane örneğini anlatırlar onu da başka bir bağlamda anlatırlar. Mesela Allahütealâ “İmanlarını zulümle karıştırmayanlar” diye geçiyor[3]. Müslümanlar diyor ki “ufak tefek hayatımızda bir sürü yanlışlar var” zulüm yanlış yapmak demek. Diyorlar nasıl olur bu? Peygamberimiz de “şirk en büyük zulümdür” ayetini[4] okuyor. Bu ayetleri birlikte değerlendirmemiz gerektiğini gösteriyor. Ama bu deniyor ki Peygamberimizin zulüm kelimesini açıklamasıdır. Peygamberimizin açıklaması değil bu Kuranın açıklamasını Peygamberimizin bize göstermesidir.
Şimdi, bu girişten sonra Nisa Suresi’nin 101. Ayetini açalım. (Enes hocaya: ) Hatta sen de Beydavi’den Nisa Suresine bak. Keşşafı o özetliyor. Keşşaf da meşhur bir tefsir olduğu için olaya nasıl baktığını hep beraber görmüş olalım. Geleneği özetliyor çünkü. Allahütealâ burada diyor ki: “Yeryüzünde yola çıktığınız zaman, namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur.” Yani kısaltabilirsiniz. Fakat kısaltmayabilirsiniz de. Ne zaman kısaltabilirsiniz? Şartı var: “Kâfirlerin sizi sıkıntıya sokmasından korkarsanız. Çünkü o kâfirler sizin açık düşmanınızdır. (Nisa 4/101)” Şimdi bu ayeti kerimeye baktığımız zaman ne anlarsınız? Kısaltması ancak ne zaman olabilir? “Kâfirlerin sizi sıkıntıya sokmasından korkarsanız kısaltabilirsiniz.” O zaman güven içerisindeyseniz kısaltamazsınız. Öyle değil mi? “Kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır” demiş Allahütealâ. Yola çıktınız gidiyorsunuz karşınıza kâfirler çıktı. O zaman bunu kısaltabilirsiniz. Yani bir düşman çıktı kısaltabilirsiniz. Şimdi sadece bu ayeti kerimeye baktığınız zaman, emniyet durumunda namazın kısaltılmaması gerektiğini anlarsınız değil mi? Şimdi yolculuğa çıktığımız zaman böyle bir şey yok. Ne yapacağız? Ama öte yandan bakıyorsunuz ki Peygamberimiz (sav) namazlarını sürekli kısaltmış. Dört rekâtı iki rekât kılmış. Mekke’nin fethinde de öyle kılmış. Hadi orada savaş ortamıdır falan diyebilirsiniz ama veda haccında da kısaltmış. Mekke’nin fethinden iki sene sonra veda haccına gelmiş ki artık kâfirlerin gücü tamamen kırılmış. Herhangi bir güven problemi yok. O Müslümanlarla beraber hac yaparken Arafat’ta namazları kısaltarak ve birleştirerek kırmış. Müzdelife namazını da kısaltmış, Mina’da kısaltmış ve Mekke’nin içerisinde de kısaltmış ve herhangi bir güven problemi yok. E peki şimdi ne yapacaksınız hadi siz fakihsiniz ne diyeceksiniz? Hadi buyurun.
Şimdi mezhep imamları bakıyor diyor ki ya Peygamberimiz (sav) sürekli kısaltmış namazlarını. Güvende de olsa kısaltmış olmasa da. E ne yapalım? Hanefiler bu ayeti kerimeyi hiç almıyorlar. Çünkü bu ayetin içinden çıkamıyorlar. Çıkmak mümkün değil bu ayetin içinden. Peygamberimiz sürekli kısalttığına göre diyorlar ki “namazları kısaltmak azimettir”. Yani her zaman namazın kısaltılması gerekir yolculuk sırasında. İster güven içerisinde olun ister olmayın. Şimdi Şafiler bakıyorlar diyorlar ki “yeryüzünde sefere çıktığınız zaman namazınızı kısaltmanızda size bir günah yoktur”. O kısmını alıyorlar Şafiler diyorlar ki “namazı kısaltmak ruhsattır azimet değildir”. Yani Allahütealâ “günah yoktur” dediği için kısaltmak ruhsattır. Peki, Peygamberimiz hiç olmazsa bir kere tam kılsaydı. Böyle bir şey yok. Var bir rivayet ama çok zayıf onu kimse kabul etmiyor. Böyle bir şey yok. O zaman ne olacak? Onlar da bir şey diyemiyor. Maliki de aynısını yapıyor, Hanbelî de aynısını yapıyor. İşin içerisinden çıkamıyorlar.
Peki, burada ne yapacaksınız? Mesela Keşşaf tefsiri diyor ki şartı ayıklamış sadece cezadan bahsediyor. Şart ve ceza ya… Yani “kâfirlerin sizi sıkıntıya sokmasından korkarsanız” şart, “kısaltmanızda günah yoktur” onun cezası. Şartı cümlesi var şartı ayırmış buradan ki hepsi öyle ayırıyor. Bu ayetin zahiri “kasırla itmam arasında muhayyer kılınmasıdır” yani yolculuğa çıkan bir kişi ister kısaltır ister tam kılar. Namazı tam kılmak daha faziletlidir diyor. Bu ayet onu gösterir diyor. “Şafi, bu muhayyerlik görüşüne varmıştır” diyor. Seferle ilgili çok zayıf olan rivayeti söyleyeyim: Ebu Hanife’ye göre “seferde kasır azimettir ruhsat değildir”. Yani “mutlaka iki rekât kılmak gerekir dört kılarsan olmaz diğeri caiz değildir” diyor. Hz. Ömer’den gelen rivayet de şu bu cümleyi çok iyi kafanızda tutun: “Seferi namaz iki rekâttır kasır değildir tamamdır.” Yani seferde kılınan iki rekât kısaltılmış namaz değildir tam namazdır. Seferde kılınması gereken namaz iki rekâttır. Dört rekâttan ikiye inmiş değildir. Hz. Ömer’in söylediği bu… Biraz sonra göreceğiz ki Kuran’ı Kerim onu anlatıyor bize zaten. (Yahya Hoca: “Ala lisanı nebiukum” diye devam ediyor diyor) Ha orada değiştiriyor işi tabi. Bunlar genellikle bu hadislere sonradan yapılan eklemelerdir. “Nebinizin diline göre.” Sanki “peygamberinizin diliyle azimettir” diyerek sanki ona vahiy gelmiş. Hz. Aişe’den gelen bir rivayette: “Namaz ilk farz kılındığı zaman iki rekât iki rekât farz kılınmıştır. Seferde iki rekât olarak kaldı, normal durumlarda yani sefer dışında ilave yapıldı dört rekâta çıkarıldı.”
Şimdi bunlar anlattı mı? Sanki bakın burada Keşşaf gibi bir dilcinin cümleyi böyle ikiye ayırması akla zarar bir şey gerçekten. Şimdi onu açıklayacak mecburen açıklayacak başka çaresi yok. Şimdi burada “kısaltmanızda günah yoktur” sözünün anlamı ne? Onu ne yapacaksın? Ebu Hanife’nin görüşü ile alakalı olarak söylüyor bunu. Derim ki yani Hanefiler telif etmişler itmam telif etmişler böyle bir şüpheli bir yer oluyor bir zan yeri olarak zan olarak kesin bir kanaat yok. Çünkü akıllarına şu geliyor ki kasır yaparsak burada bir noksanlık olmuş olur. Yani seferde biz namazımızı tam kılıyoruz kısaltmıyoruz diyerek, iki rekât tamdır diyerek, Hanefiler kısaltma yoktur diyerek bunun kapsamına kendilerini sokmuyorlar. Anlatabildim mi? Yani “seferde namazınızı kısaltmanızda bir günah yoktur”un kapsamına kendilerini sokmuyorlar şundan dolayı sokmuyorlar diyorlar ki iki rekât kısaltılmış değil ki seferde tam olan iki rekâttır kısaltma yapmıyoruz demiş oluyorlar. Böylece onlardan günah gitmiş oluyor, kendi nefislerini kasırla temizlemeleri ve mutmain olmaları için. Evet, işte anlattıklarımızı söylemiş oluyor. Buna ilaveye lüzum yok. Bundan sonra kasır kelimesi ile ilgili bir ifadesi var. Buraya kadar anlattı, “kâfirler sizi sıkıntıya sokar diye korkarsanız o zaman namazı kasredersiniz” bak Hanefiler diyor ki biz kasır yapmıyoruz seferde. Tam kılıyoruz. Tam kılıyoruz dedikleri zaman işin içinden çıkamıyorlar ki. Yani bunun bir cevabı var mı? “Seferde namazınızı kısaltmanızda bir günah yoktur” derken Şafileri dörtten ikiye inince ya da biz tam kılıyoruz derken ellerinde bir delil yok ki. Günah yoktur dersen o zaman seferde iki rekâtı da kısaltabilmen lazım. Ona da fetva vermen lazım değil mi? Bu ayeti alamıyorlar yani kendilerine delil. Bunu, bu yazıyı bu kısmı Hanefiler söylemiş değil az önce anlattıklarımı bunu Keşşaf sahibi kendi zihninde öyle tasarlamış “herhalde böyle demişlerdir” diyor. (Tefsirden okuyor: ) “Kuranı Kerim’in nassıyla korku sırasında yani kâfirlerin sizi sıkıntıya sokması halinde namazınızı kısaltabilirsiniz hükmü Kuran’ın nassıyla sabittir. İşte bu ayeti kerime… Allahütealâ’nın bu sözüdür kâfirler sizi sıkıntıya sokarsa sözüdür.” Ama güven sırasında herhangi bir problem yokken Peygamberimizin işte Arafat’ta Mina’da Muzdelife’de Mekke’de namazı kasretmesi nasıl oluyor? Bu da sünnetle sabittir. Yani “bu Kuran’da yoktur” diyor. Bunu kim söylüyor Keşşaf söylüyor. Bu Kuran’da yoktur diyor.
O zaman siz burada işin içinden çıkın bakalım. Peygamberimiz (sav) Kuran’da olmayan bir uygulamayı yapmış ve bu konuda ittifak var bizim ulema arasında. Yani Hanefi, Maliki, Hanbelî, Şafi istisnasına ben şu ana kadar rastlamadım. Şia’dan da Zahirlerden de Zeydilerden de hepsinden de ben bir istisna görmedim. Sen Zeydileri daha iyi bilirsin var mı orada? Yok. Çünkü bu arkadaşımız Yemen’de Zeydilerin üniversitesinde okumuştur. Adeta bu konuda ittifak var.
Şimdi Hanefiler burada bu ayeti hiç görmüyorlar. İşin içine hiç girmiyorlar “beni bu işe karıştırma diyor bana ne Peygamberimiz hep iki rekât kılmıştır biz de kılarız” diyor. Bu nedir bu topu taca atmak değil mi? Ve diyor ki “bu azimettir”. “Biz zaten namazı kısaltmıyoruz ki seferde iki rekât kılıyoruz öyleyse o ayetin kapsamına da girmeyiz çünkü namaz kısaltılmış değil seferde tam olarak iki rekât kılınıyor” diyorlar.
Şafiler diyor ki, tamam Beydavi Şafi idi değil mi, onu kendilerinden okuyalım. Diyor ki: “Yolculuk sırasında namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur. İki rekât ile yarıya indirmemizde yani dördü ikiye indirmemizde bir günah yoktur. Bir günah yoktur diyorsa Allahütealâ demek ki namazı kısaltmak vacip değil caizdir.” O zaman ruhsat olmuş oluyor. Bu çok zayıf bir rivayeti alıyorlar burada. Ama bunun delil olma vasfı yok onu size söyleyeyim. (Hadisin ravilerini sayıyor iyi duyulmuyor) bütün rivayetler zayıf diye not düşmüş. İşte o zayıf olan rivayete rağmen bu vardır diyor. Ebu Hanife seferde namazı iki rekât olarak kılmayı vacip kılmıştır yani azimet demiştir. Hz. Ömer’in “sefer sırasında namaz iki rekâttır tamdır kasır değildir, peygamberinizin diliyle”. Ona dayanmışlardır. Bir de Aişe validemizin az önce okuduğumuz hadisini veriyor. Ama diyor bu görüşün zahiri bu ayete aykırıdır. Bu ayette kısaltmanızda bir mahsur yoktur diyorsa demek ki kısaltılabilecek bir namaz vardır. O zaman siz kısaltılabilecek bir namazdan bahsetmiyorsunuz. Tarihsel. Şimdi bakın bizim bugünkü anlayışımıza göre o şartı Şafiler tarihsel saymışlardır. Şart tarihsel meşruk bugün de geçerli. Niye tarihsel diyoruz bak diyor ki “o zaman diyor genellikle yolculuklarla korku olurmuş. Ondan dolayı bu şart buraya gelmiştir.” Böyle bir şart olur mu? Bu saçmalığın dik alası. Böyle saçmalık olur mu Allah’ın kitabına bu yapılır mı? İşin içinden hiçbirisi çıkamıyor. Bunun mefhumuna itibar edilmemiştir yani bu şarta itibar edilmez diyor. Neyse ondan sonra öyle gidiyor.
Burada ayetteki o şartı yani kâfirlerin sizi sıkıntıya sokmasından korkarsanız Şafi, Maliki, Hanbelî üçü aynı. O şartı tarihsel sayıp dikkate almamışlardır. Ama Hanefiler ayeti tamamen bırakmışlar. Aslında burada Hanefiler böyle demiştir diyor mu? Bunlar kendi yorumları. Hanefiler bu ayeti tamamen bırakmışlar. Peki de, neticede ne olmuş? Neticede hiç biri bu ayete uymamıştır. Hanefi Kuranı Kerim’e uymamış sefer sırasında namazı kasretmek azimettir demiş. Bu ayete uymamıştır. Çünkü bunu delil olarak gösteriyorlar. Hadisi şeriflere uyarak “seferde namazı kısaltmak azimettir sürekli kısaltmak gerekir “demişlerdir. Şafiler bu ayete uymamış ama kısmen uymuşlar. Feleyse aleykum cunahun’dan dolayı “seferde kısaltmak ruhsattır” demişler. Ama kardeşim Allah onu kâfirlerle yüz yüze gelmekten korkarsanız diye şarta bağlamış. O şartı ne yapacaksınız? İşte onu da tarihsel diyerek bir kenara atmışlar. Yani onlar da işin içinden çıkamamışlar.
Peki, siz bu şartlarda peygamberimiz seferlerinde sürekli kısaltmışsa bu ayete de uymuyorsa Peygamberimiz neye dayanarak bu uygulamayı yapmış olabilir? Söyleyin bakalım. Yani bunların penceresinden bakarak söyleyin kendi pencerenizden değil. Ne diyebilirsiniz burada? Peygamberimiz ayrı bir hüküm koymuştur. Peki, bu hükmün kaynağı ne kendisi mi? Kendisine vahiy gelmiş olması gerekiyor Kuran dışında vahiy gelmiş olması gerekiyor. Hemen onun için de bir hadisi şerifi devreye sokuyorlar: “Bana Kuran ve onun gibisi indirildi.” diye. O Kuran’ı Kerimde zaten var. Kitap ve hikmet diyor. Onun gibisi olan hikmet işte. Bunu hemen Peygamberimizin hadislerine intikal ettiriyorlar. O zaman Peygamberimizin sözleri vahiydir demekten başka bir çıkış yolu var mı? Başka bir çıkış yolu yok. Mutlaka vahiydir diyeceksiniz başka çareniz yok. (Enes Hoca Bakara 231. Ayeti hatırlatıyor.)
Bakara 231’e[5] bakalım orada önemli bir husus söyledi Enes hoca. Size onunla nasihat ediyor. Yani ikisi birbirinden ayrı şeyler olsaydı “yehallakum bihima” derdi Allah. İkisi birbirinden ayrı şeyler değil. İkisi tek şey onun için “bih” deniyor Ayetler inerken onların içerisindeki hikmetlerle birlikte iniyor. Yani o ayetler inerken içersinde hikmet de var. Yani şurada bir sandık getiriyorsanız halının içerisinde bir sürü takılar çeyizler var şunlar var bunlar var. Bihima demediği için ikisi birbirinden ayrı şeyler değil. Zaten siz bakın bizim ulema hikmet üzerine duramamıştır. Çünkü bu mantık insanları hikmet üzerinde durmasını engeller. Siz bu mantığı ortaya koyduğunuz zaman ne yapacağınızı şaşırırsınız. Bu mantıktan dolayı az önce okuduğumuz ayetlerin tefsirlerine bir bakma zamanımız olursa görürüz ki inşallah belki bunu birkaç ders devam ettirirsek bugün bakmamız pek faydalı değil. Önceden hazırlık yapılırsa daha iyi olur. Göreceksiniz ki Hud Suresi’nin ilk ayetlerini size okuduğumuz şekilde açıklayamamışlardır. Fussilet Suresi’ni size okuduğumu şekilde açıklayamamışlardır. Hâlbuki Allahütealâ ne diyor? Allahütealâ diyor ki “Bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmış sonra açıklanmıştır.” E peki kardeşim sen niye açıklamaya kalkıyorsun ki? Senin böyle bir yetkin var mı? Neden dolayı cenabı hak kendisinin açıkladığını niye söylüyor? “Allahtan başkasına kul olmayasınız diye. (Hud 11/1-3)” Allah açıklamıştır diyor. Şimdi sen burada kendin açıklamaya kalkıyorsun, bu defa dini ikiye ayırıyorsun bir grup peygamberin teşri kıldığı din bir grup da Allah’ın teşri kıldığı din. O zaman o bir ikili. Allahütealâ bunu “Allahtan başkasına kulluk etmek” olarak isimlendiriyor. (Bir katılımcı: Ki Hıristiyanlarda ve Yahudilerde de bunun tezahürü var değil mi?)Tabi herkeste var.
Çünkü Allah o ayette Peygambere de diyor ki de ki “Ben sizin için Allahtan yana nezir ve beşirim. (Hud 11/1-3)” Başka bir şey değilim diyor “uyarıcı ve müjdeciyim”. Bu ne mantıktır, sana mı kalmış bir tek ayetten hüküm çıkarmaya kalkıyorsun? Allah bu yetkiyi kimseye vermemiş. “Sümme fussilet” demiş, e bir bak bakalım Allah bu ayeti kerimeyi nerede açıklamış ona bir baksana! İnsana şu gerekiyor normal düşünen bir kişi diyecekti ki Allahütealâ Peygamberimize ne demişti: “Rabbinden sana vahyedilen neyse sen ona uy (Enam 6/106)” demiştir. O zaman Peygamberimiz iki rekât kılıyorsa seferde bunun iki rekât olduğunu bir kabul edeceksiniz. Ona göre düşüneceksiniz diyeceksiniz ki şu ayeti okuyalım. Nisa 101’i tekrar açalım. Şimdi zihninizde onu düşünün ben daha kısa yoldan neticeye ulaşalım diye böyle söylüyorum size biraz sonra göreceksiniz zaten öyle olduğunu. “Yolculuğa çıktınız yolculukta kıldığınız namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur.” Yolculukta kılınan namaz neydi? Kaç rekâttı? İkiydi. Yolculukta kıldığınız namazı kısaltmanızda bir günah yoktur. Ne zaman? Yani o iki rekâtı daha da kısaltabilirsiniz demiş oluyor Allahütealâ. Ne zaman? “Kâfirlerin sizi sıkıntıya sokmasından korkarsanız… Çünkü kâfirler sizin açık düşmanınızdır. (Nisa 4/101)” Şimdi Allahütealâ bu ayeti bir başka yerde açıklaması gerekmiyor mu? Şimdi bu muhkem, anlaşılan ve açık bir cümle… Anlaşılmayan bir tarafı yok ama açıklamaya muhtaç. Benim bu dediğim doğru mu yanlış mı? Zaten iki ikiden kısaltılacak mı yoksa öbürlerinin dediği gibi mi olacak? Açıklamayı Allahütealâ her zaman yan yana yapmaz. Bazen yan yana olur bazen bir ayet şurada olur öbür ayet öbür tarafta olur ama burada yan yana yapmış. Hemen öbür ayete geçelim. Bakın diyor ki ya Muhammed (sav): “Sen onların içinde olursan…” kimin içinde? Bir önceki ayette anlatılanlar değil mi bu? Bu iki ayetin arasını açmaya imkânımız var mı? Bu ayetin onu açıkladığını zaten göstermiyor mu ayet? Şimdi Keşşaf gibi bir müfessir bunu nasıl almaz? Beydavi gibi, İmam Şafi’dir İmam Muhammed’tir o kadar kişi nasıl almaz bunu? En basit Arapçayı bilenler bunu yapar. Çünkü hum zamiri bir önceki ayetteki insanları göstermiyor mu? Yani yolculuğa çıkmışlar karşılarına düşman çıkmış. Diyelim işte gidiyorlardı birden bire Bedir’de karşılarına düşman çıkmadı mı hiç beklemedikleri bir anda? Çünkü onlar o kervan için gidiyorlardı kervan bir şey değil. Birden karşılarına düşman çıkmış. “Sen onların içerisinde olursan, onlar için namazı sen ikame edersen…” namazı kısaltmanızda günah yoktur dediğine göre ister kısaltırsın ister kısaltmazsın demektir değil mi. Akamte ne demek ikame tam kılmak demektir. Sen namazı tam kılıyorsun. Kimin için? Bu cemaat için içinde olduğun insanlar için sen namazı tam kılıyorsun. Çünkü peygamberimiz onlara imamlık yapacak. Herkes de onun arkasında namaz kılmak isteyecek. Bu defa ne yap diyor? O zaman onları iki gruba ayır diyor. Bir grup şimdi biraz sonra göreceğiz düşmanı karşısında nöbette dursun. Siz de gelirsiz şurada bir tepenin arkasında emniyet tedbirlerinizi aldıkta sonra namazınızı kılarsınız. “Onlarda bir grup seninle birlikte namaza dursun.” Bakın burada tekum kame yekumu fiilinden öbürü ekameden. Ekame bir şey ayakta tutmak kame kendisi ayağa kalkmaktır. Dolayısıyla ayakta tuttukları namaz… Peygamber Efendimiz namazı tam kılıyorlar bunlar namaza duruyorlar. “Onlardan bir taife senle beraber namaza dursun. Silahlarını da yanlarına alsınlar.” çünkü karşıdaki düşman. Ani bir hücum eder o zaman onlara karşı koymanız gerekebilir orada o iş öyle devam etmeyebilir. Ama bunlar namazı tam kılıyorlar. Bunu da zihnimizin bir kenarına yazalım. Yani rükünlerde bir eksiltme yapmıyorlar. Kıyamı, rükûsu, secdesi, kıraati hepsi var. Bu birinci grup secdeye vardılar mı hemen çevrenize çekilsinler” Yani nöbeti onlar devralsınlar hemen nöbete geçsinler, hemen diğer bölük gelsin, peygamberimiz namaza devam ediyor. Onlar birinci rekâtın secdesine geçiyorlar diğerleri geliyor. “Namazı kılmamış diğer taife” Bu bize neyi hatırlatıyor birinci taife namazı kıldı kaç rekât kıldı 1 rekât kıldı. Namaz kılmamış diğer taife gelsin onlar ne yapsınlar? “Seninle beraber kılsınlar.” Peygamberimiz zaten kaç rekât kılacaktı? İki. O ikinci rekâtı secdeye vardığın zaman kalkıp gitmesinler ettahiyyatüyü okusunlar selamı da senle versinler çünkü artık onların geri gelmesine gerek yok onlar namazlarını kıldı. Tamam mı?
Ondan sonra ne diyor Allahütealâ burada “ama bunlar da silahlarını yanlarına alsınlar, emniyet tedbirlerini de alsınlar.” Niye böyle yapın diyor Allahüteala? Kâfirler ister ki ah keşke bir gafil olsalar böyle bir sizin unuttuğunuz bir anı yakalasalar “mallarınızdan ve silahlarınızdan şöyle bir gafil olsalar da bir anınızı yakalasalar da size ani bir baskın yapsalar” sizi cezalandırsalar, hep onu isterler. Ondan dolayı tedbirinizi alın diyor Allahüteala. “Hasta olursunuz ya da yağmurdan dolayı bir sıkıntı içerisinde olursanız o zaman bir günah yoktur, silahlarınızı yere koyabilirsiniz.” Ama yine de tedbirinizi alın. Böyle hastalık yağmur deyip de tedbirsiz davranmayın. “Allah o kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamıştır. (Nisa 4/102)”
Şimdi burada peygamberimiz tam mı kıldı eksik mi kıldı. Kısalttı mı Peygamberimiz? Kısaltmadı tam kıldı. Kaç rekât kıldı? İki kıldı. Bakın ikinci ayeti de okuduğumuz zaman, ikinci ayette Allah birinci ayeti eksiksiz açıkladı mı? Örnek vererek açıkladı. Bunlar yan yana ayetler. Bak işte Keşşaft’an okuduk ondan okuduk bundan okuduk dört tane mezhep. Zahirisi Şia’sı bilmem Zeydi’si… O zaman siz bu vahye bununla sınırlı olarak şimdi diğerlerini bana sormayın her birini inşallah teker teker anlatırız burada da. Şimdi sadece şu seferde namazla sınırlı olarak konuşalım aklınıza gelen diğer şeyleri sormayın. Neyi sorsanız bir sürü ayet okumamız gerecek onun cevabını vermek için sadece bununla sınırlı olarak…
Diyebilir misiniz ki Peygamberimizin uygulaması kendisine Kuranın dışında yapılan bir vahiydir diyebilir misiniz? Buna imkan var mı? Yok. Bitti. Ama bu iki ayeti birlikte almadığınız zaman işin içinden çıkma imkânı var mı? Çıkma imkânı yok ve hiçbir tanesi de çıkamamış işin içinden. Bunların Allah’ın asla affetmeyeceği bir hataları var burada. Niye asla affetmeyeceği diyorum? Çünkü tekrar o Hud Suresi’nin ilk ayetlerini tekrar açın ve bir karşılaştırma yapın. “Asla affetmeyeceği” ifadesini onun için kullanıyorum. Ne dedi Allahütealâ burada: “bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmış” İşte muhkem şu: açık ve anlaşılır bir ifade. Bakın “yeryüzünde yolculuğa çıktınız eğer düşmanların size sıkıntı vermesinde korkarsanız namazınızı kısaltmanızda bir günah yoktur. Kâfirler sizin açık düşmanınızdır.” Burada anlaşılmayan bir şey var mı? Açıklamaya muhtaç olan taraf var ama anlaşılmayan taraf var mı? İşte muhkem bu. Hüküm ifade eden bir cümle. Bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmıştır. İşte gayet güzel. Sonra açıklanmıştır. Şimdi ondan sonraki ayet uygulama örneği göstererek olayı detaylı açıklamamış mı? İşte Allah böyle söylüyor. Açıklayan kim? Her iki ayeti de indiren hakim ve habir olan Allah değil mi? Peki niye böyle yaptığını Cenabıhak söylüyor. “Allahtan başkasına kul olmayasınız diye.” O zaman birisinin kendisinin açıklamaya kalkması bu suçu işlemesi demek olmaz mı? Kendileri hüküm koyuyor. Ne diyor orada Şafi “bu tarihseldir” diyor. E kardeşim tarihsel diye sen tarihseldir dedi diye Fazlulrahmana niye kızıyoruz ya? “O, o zamanmış” diyor. Şartı kaldıracaksın tarihsel diye meşrutu uygulayacaksın. Kardeşim şart olmadan meşrut olmaz. Çok açık bir hüküm bu nereden çıkarıyorsun bunu. Koskoca bir mezhep hem de.
Ama sadece Şafi değil ki Maliki de öyle Hanbeli de öyle. Birçokları da öyle… Ya Hanefiler? Hiç bu ayeti almıyorlar, Çünkü bu ayetin içinden çıkamıyorlar. Ya sana kim dedi bir ayetin içerisinden çıkacaksın! Allahütealâ Peygamberine demiyor mu? Taha suresinin 114. Ayetini alın: “Melik ve Hak olan Allah yücedir. Kuran’la hüküm verme konusunda acele etme… ” Kuran o anlam kümesi dediğimiz şey. Kuran’ın tamamı değil. “…Onun vahyi sana tamamlanmadan önce. (Taha 20/114)” Çünkü Kuran’ın tamamını anlayacak olsak Peygamberimizin Kuran’la hüküm vermesi için son iki ayı beklemesi lazımdı değil mi? Ama tamamı değil “Bu bir kurandır ki onu anlam kümelerine ayırdık insanlara dura dura okuyasın diye (İsra 17/106)” İşte burada da diyor ki “inişi tamam olmadan hüküm verme”. Niye? Çünkü Allah o küme içinde onu açıklıyor, ayet iniyor sonra açıklanması gerekiyor açıklaması biter ondan sonra sen hükmünü veririsin çünkü orada Allah’ın hükmünü sen insanlara bildirmiş olursun. Hani “Size Kitabı ve hikmeti öğretiyor. (Bakara 2/151)” var ya. Hikmet o zaman ortaya çıkacak insanlara bunu öğreteceksin.
Şimdi Peygamberimiz ne yapmış? Bu iki ayeti birleştirince buradaki hikmeti, zaten seferi namazın iki rekat olduğu kesin. Öğretmiş. Peki, düşmanla karşılaşılırsa namaz kaç rekata düşer? Bir rekata düşer. Abdullah ibni Abbas’tan gelen bir rivayet var. Diyor ki “namaz seferde iki rekat, korku halinde bir rekat normal durumda da dört rekat olarak farz kılınmıştır” diyor. (Enes hoca bir ayeti hatırlatıyor) Evet ben onu anlatmadım: “De ki yarabbi benim bilgimi arttır. (Taha 20/114)” Çünkü sadece bir ayetle hüküm vermeye kalktı mı Peygamberimiz de veremez. Öbür ayetle birleştireceksin o zaman çıkacak. Zaten bunu Allah emrediyor sen bunu nereden çıkarıyorsun? İşte müteşabih de bu demek. Önceki ayetle sonraki ayet birbirine nasıl benziyor. İşte o benzerlikten hareketle o açıklamaya ulaşmak demektir müteşabih. Ama bizimkiler mi artık ne diyeceksek öyle anlamlar vermişler ki müteşabihe hiçbir şey anlaşılmıyor. “Yıktın haneyi eyledin viran, varayım sahibine haber vereyim heman.” Adamın birisi bir bilmece sormuş demiş ki “havada asılıdır, rengi sarıdır, durmadan öter nedir bu?” Nedir? Hamsidir demiş adam. Öbürleri ne dese kabul etmemiş adam. Ben geçenlerde eğitim fakültesinde sordum bir tane bilen çıkmadı. Birisi kanarya diyor olmuyor. Birisi güneş diyor olmuyor birisi başka bir şey söylüyor. Hamsidir demiş. Adam diyor ki ya hamsi havadan asılır mı? Astım diyor. Rengi sarı olur mu e boyadım. Ya ötmesi? O da yanıltmacasıydı demiş onu demeseydim bilirdin! Şimdi bunların yaptığı da aynı şeye gelmiyor mu? Ondan sonra bunu da bir usul haline getiriyorlar. Peygamberimiz Kuranı Kerimi açıklar (diyorlar). O zaman peygamberimiz mecburen ikinci kaynaktır. Çünkü seferde namazı birinci kaynakta bulamıyorlar. O ikinci kaynak oluyor. O zaman da mecburen Hud Suresi’nin ilk ayetlerine farklı mana veriyorlar. Şimdi oraya girersek… Dün bu arkadaşlarımızla okumuştuk dün o ayetleri. Bir tane o ayetlere doğru dürüst mana veren bir tefsir bulamadık. İlaveler yapıyorlar anlamları sağa sola kaydırıyorlar böyle anlaşılmaz bir hale getiriyorlar. Zaten sistemi bir taraftan bir çökerttiniz mi domino taşları gibi hepsi bozuluyor gidiyor.
(Bir katılımcı bir katkı yapıyor ama tam anlaşılmıyor) Sen korku namazıyla ilgili bu Malikilerden ibnül Arabi var ya. Onun Ahkam-ıl kuranında 25 tane rivayet var. İçlerinde bir tanesi böyle. Peygamberimizin namazı böyle kıldığına dair sahih rivayetler var Abdullah ibni Ömer’de. Zaten ibni Abbas’tan az önce okuduk. Zaten şimdi hiçbirisi olmasa da ayet gayet açık değil mi? Korku namazı konusunda mesela Hanefilerin söylediği ne? Bakın iki ayeti birleştiremeyince bu ayeti de anlayamamışlar. Şimdi Peygamber Efendimiz de, bunlar bir rekat kılacaklar ya. Bunlar gidecekler cepheye. Cephedeki gelecek bir rekat kılacak Peygamberimiz selam verdikten sonra bir rekat daha kılacaklar onlar tekrar cepheye gidecek onlar tekrar gelecekler bir rekat daha kılacaklar. Tam bir savaş alanında tiyatro. Onu da anlayamamışlar yani. Oturtamıyorlar iki ayeti ayırınca. Halbuki Arapça bakımından bu ikisini birbirinden ayırmanın ihtimali yok.
Şimdi burada dün Abdulhalik’in ısrarla sorduğu bir soru vardı. O soruya burada da tekrar değinelim iyi olur değil mi. “Peygamberimizin açıklama yetkisi nedir?” falan diye. Nahl suresinin 43. Ayeti. 16. Sure. Şimdi burada Allahüteala diyor ki: “Senden önce kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını elçi göndermedik. Bilmiyorsanız ehli zikre sorun.” Yani Tevrat ve İncil’in uzmanlarına sorun. Peki neyle gönderdik önceki peygamberleri? “(Onları) açık belgelerle ve kitaplarla gönderdik. Bu zikri de sana indirdik…” Bakın burada da ez-zikr ar öncekilere verilenler de ez-zikr dikkat ediyor musunuz? Önceki Peygamberlere verilenlere de ez-zikr diyor bizim peygamberimize verilenlere de ez-zikir diyor. O zikir kelimesi tüm ilahi kitapların ortak adıdır. Sana da bu zikri indirdik. Şimdi buna ne mana veriyorlar? “ …kendine ineni insanlara açıklayasın da belki düşünürler diye. (Nahl 16/43-44)” diye mana veriyorlar. “Peygamberimizin Kuranı Kerimi açıklama yetkisi vardır” diyenlerin dayandığı tek delil ya da en sağlam delil bu. Bu konuda tüm İslam alemi ittifak etmiş. Herkes bu ayeti okuyarak “Peygamberimizin Kuranı Kerimi açıklama yetkisi vardır” diyor. Ayrıca o kendine vahyi gayri metluvun dışında bir de açıklama yetkisi var diyorlar.
Peki, gerçekten bu böyle mi? Şimdi Maide Suresi’nin 15. Ayetini açın. “Ey ehlikitap…” Bakın buradaki ehli kitap öbür tarafta kim? “Ehli zikir.” Aslında aynı manaya geliyor değil mi bir açıdan. Ondan dolayı ben 43’le beraber okudum ayeti. Orada da ehli kitapla ilgili bilgi veriliyor. “Size elçimiz geldi. Sizin o kitaptan yani elinizdeki kitaptan gizlediğiniz bir çok şeyi açıklıyor…” Ne manasında şerh etme manasında mı? Ortaya çıkarıyor. Yani siz gizlemişsiniz bu Peygamber bu kitapta bunu ortaya koyuyor. “…bir çoğunu da affediyor (Maide 5/15)” yani Allah onları hiç indirmemiş onlar öyle kalıyor yani. Bu şunu gösteriyor demek ki önceki kitaplar Kuranı Kerim’den daha hacimliymiş. Şimdi burada “yübeyyin” var burada ne var “tübeyyin”. İkisi arasındaki fark ne? Aynı kelime değil mi? Birisi gayib sigası birisi muhatap sigası. Mana aynı. Hiç farkı yok. Peki, burada gene ehli kitaba hitaben. Yine Peygamberimiz her ikisinde de fail. O zaman ona “açıklama yapma” manası verebilir miyiz? Zaten Allahüteala “Peygambere düşen tebliğdir. (Ankebut 29/18)” demiyor mu? Allahın ayetini okuyorsunuz. Onların gizledikleri ortaya çıkıyor. Açıklama yok.
Şimdi bir başka ayeti kerime Ali İmran Suresi’nde 187. Ayeti kerime. Şimdi bakın Cenabıhakkın açıklamasına ulaşıyoruz burada dikkat ediyor musunuz? Bakın ulema Peygamber açıklama yetkisi verirken sadece bir ayetten hareket etti değil mi? Halbuki Allah ne dedi? (Bir ayet okuyor ama ayeti bulamadım) Allah Peygambere böyle bir yetki vermiyor. Ama bunlar yetkisizce hareket ederek bir sistem kurmuşlar. Şimdi burada ne diyor 187’de Allahüteala: “Kendisine kitap verilenlerin Allah sözünü almıştır.” Biz de kendilerine kitap verilenler değil miyiz? Bizim elimizde de bir kitap var. Diğer kitap verilenler cemaat ve dinlerin hepsi de buna dahil. Söz almış. Ne sözü bu? Mutlaka onu açılayacaksınız. Neyi? Kitabı açıklayacaksınız. Yani kitabı tefsir edeceksiniz mi diyor? Onu gizlemeyeceksiniz. Açıklamanın manası neymiş? Gizlememek. Bakın Allahüteala ne kadar bakın biz hiç elimizi sürmeden Allah böyle diyor kardeşim. Bakın yine aynı kelime. Beyyene fiilinin çekimi. Aynı kelime. İşte müteşabih bu. Hepsi aynı şeyi açıklıyor bakın dikkat ediyor musunuz ayetler birbirini açıklar şekilde. (Fatih Hoca: Nahl suresinde peygambere atfedilen O görev o zaman hepimize atfedilen bir görev) Tabii, bizim de görevimiz. Her müslümanın görevi. (Fatih Hoca: Şayet peygamberin açıklama görevi varsa orada kastedilen herkesin var. Yoksa herkesin yok.) Tabi yok olduğu da belli zaten. “Onlar o kitabı sırtlarının arkasına attılar….” Bakın velem müfessiruhu demiyor. Kitap yerine başka şey. Şimdi bizim Müslümanlar öyle yapmadılar mı? Kitap yerine başka şeyler yok mu? Bakın işte az önce o mezheplerin o sefer namazına yaptıklarını gördük, işte aynı şey. “…ve bununla küçük bir karşılık aldılar. Bunlar ne aldı onu bilmiyoruz ama inşallah iyi niyetliyseler Allahütealâ onları affeder. “Satın aldıkları şey ne kötüdür. (Ali İmran 3/187)”
Şimdi biliyorsunuz bu ayetleri açıklamayı Cenabıhak ikişerli sistemle yapıyor. İki, iki, iki iki gidiyor. Biz şimdi üçüncü ayeti okuduk değil mi. O zaman dördüncü ayeti de okuyalım, çok sayıda ayet var da, bir dördüncü ayeti okuyalım olay tamamlansın. O zaman Bakara Suresi’nin 159 olabilir. Şimdi bakın “O kimseler ki gizlerler.” Beyan etmek gizlemenin zıddıydı değil mi? Aşağı koymak, gizlemek. “İndirdiğimiz o açık ayetleri/belgeleri gizleyenler.” Bu beyyinat, buna şöyle diyebiliriz. “Açıklayıcı ayetleri” diyebiliriz. Şimdi mesela beyyineyi az önce Nisa Suresi’nin 102. Ayeti olarak düşünelim. Açıklayan ayetler. Ona da muhkem ayet diyelim. Onları gizliyorlar. Yani ikisini birden okumuyorlar. Birisini gizliyor öbürünü ortaya koyuyor falan gizleyenler. “…bu kitapta insanlar için beyan etmemizden sonra” Şimdi beyyene fiili aynı fiil. Ama diğer üç ayetlerin faili peygamberler ve Müslümanlardı değil mi? Burada kim? Allah. Aynı fiil. Çünkü zaten onu indirmekle Allahütealâ onu beyan etmiştir. Bu kitapta biz onu beyan ettikten sonra gizleyenler. Şimdi bir ayeti okuyun birçokları diyor ki: “şimdi bunun zamanı mı?” “Her şeyin bir zamanı var” diyorlar. Ya kardeşim Allah indirdiğine göre zamanı gelmiş. Gelmeseydi indirmezdi. Şimdi böyleleri için ne diyor Cenabıhak? “Allah onlara lanet eder. ” Yani Türkçe karşılığı “Allah onları dışlar.” “Dışlama yetkisine sahip olanlar da dışlarlar.” Sen istediğin kadar kendini mücahit kabul et. Cenabıhak böyle adamları dışlar. “Ancak tövbe eden (bu yaptığı yanlışlıklardan dönen), durumunu düzelten, ondan sonra da Allahın ayetlerini açıklayan.” Öyle “ben düzelttim deyip” de gene söylemiyorsan ayetleri. E şimdi yeri mi zamanı mı? Televizyonlarda birçok yerde yazılarda derslerde birçok kimse birçok ayeti okumaz. Tevbe eden durumunu düzelten ve açıklayan. Beyyenu bakın Peygamber değil “bizler” az önce dedin ya beyyenu. Aynı fiil beyyene fiile. Bu defa faili biz olduk değil mi? “Ben onların tevbesini kabul ederim.” Öyle açıklamadan tövbeyi kabul etmek yok. Açıkla ondan sonra. (Fatih Hoca: Sonraki ayetle alakası olabilir mi hocam?) Tabii onu okuyacağız. “Ben tövbeleri çok kabul eden ve rahim olanım. (Bakara 2/159-160)” Şimdi o ayetleri örtüyor. Şimdi zamanı değil. Benim başıma çok geldi bu tip olaylar. Şimdi zamanı mı kardeşim yeri değil. “Sen şimdi Müslümanları şirkle ilgili ayetleri okuyorsun!” Kardeşim bu ayetler seni ilgilendirmiyor mu? Sen bu ayetlerin kapsamındaysan sen düşün.
“O ayetleri örtenler” Kefara örtmek demek değil mi? “örtmüş olarak ölenler” açıklamamışlar ıslah etmemişler kendilerini. “Allahın laneti onların üzerindedir.” Allah ahirette de onları dışlar. “Meleklerin laneti ve tüm insanların laneti.” Kardeşim sen bunu söyle. Allahın ayeti Allahın kulu. Sen kendini şey yapma. Kararı sen verme. Sen Allahın kuluna Allahın ayetlerini oku. Sana ne neticenin ne olacağından. “Ya buraya yağmur yağsa ne olacak” dersin. Allahütealâ taşlara da yağmur yağdırıyor. Yağmur o taşlardan süzülüyor gidiyor aşağıda bahçelerde yeşillikler meydana getiriyor. Sana ne! Sen bunu söyle bakalım. Bakın “ve bütün insanların laneti onların üzerinedir.” Açıklamazlarsa yani. “Azap onların üzerinden hafifletilmez. Yüzlerine de bakılmaz. (Bakara 2/161)”
Şimdi herhangi bir şüphe kaldı mı buradaki “beyyene” kelimesinin şerh manasında olmadığı, “gizlememek” manasında olduğu kesinleşti mi? O açıklamayı kim yaptı? Allah yaptı. Bakın ayetleri birleştirdik: Allah yaptı. Ey ulema siz şimdi tutuyorsunuz Allah bu kadar şey söylemişken müteşabih kelimesine işte bunlar hep birbirine benzeyen ayetler değil mi? Siz müteşabih kelimesine Kuran’da sekiz ayet var müteşabih geçen, yedi ayetinde “bir diğerine benzeyen iki şey” anlamını veriyorsunuz. Ali İmran Suresi’nin yedinci ayetine de “hiçbir şeye benzetilemeyen şey” manasını veriyorsunuz. Allah’tan korkun o zaman diğer yedi ayette de o manayı verin bakalım o manayı verebiliyorsanız. Teşabuh kelimesinin hangi anlamından hareket ederek benzemez diyorsunuz. Benzetme bir şeyi anlamak için tanımlamak yapılmaz mı? Bakın işte Allahütealâ ayetler arasında benzerlikler kurmuş. Biz o benzerlikleri takip ederek açıklamaya ulaşıyoruz. İşte Peygamberimizin yaptığı da bu… Şimdi bizim burada hiç bir şüphemiz kaldı mı bu ortaya çıkan hüküm Allahın hükmüdür diye. Yani buradaki beyan tefsir değil. “Ortaya çıkarmak” manasında olduğunda hiç şüphemiz var mı? Yok. İşte bu Allahın hükmü, işte hikmet bu, yani doğru hüküm, Allahın indirdiği hüküm bu Kuran’ın içinde…
İşte siz bu ayetleri okuduğunuz zaman yani o Nisa 101-102’yi okuduğunuz zaman seferde namazı iki rekât kılmak Peygamberin tercihi değilmiş demek ki. Allahın hükmüymüş. Ondan dolayı Peygamber Efendimiz seferdeyken hiçbir zaman iki rekâtın dışında namaz kılmamış. Akşam namazı ayrı… Belki onu ayrı bir ders konusu yaparız. Şimdi ona vaktimiz yetmeyebilir. (Enes Hoca: “Ütbeyinennas ehli kitap mı tüm insanlar mı?”)Ehli kitap da olur tüm insanlık da olur. O iki ayetteki ehli kitap. (Bir katılımcı soru soruyor, anlaşılmıyor) Enes Hoca da aynısını sordu, sen onu herhalde duyamadın. Tespitin gayet güzel orada da sen iyi ki sordun çok iyi oldu o. İstersen ona bir daha bakalım. Bu da açıklamanın bir başka güzelliğini ortaya koyacak senin bu sorun.
Nahl Suresi’nin 44’tü değil mi. Orayı bir daha açalım. Yani bir başka güzelliği görmek için açalım. 16. Sure 44. Ayet. 43’le birlikte okuyalım o güzellik tümüyle ortaya çıksın. “Senden önce gönderdiklerimiz sadece vahiy yaptığımız erkeklerdi. Bilmiyorsanız ehli zikre sorun. Yani önceki kitapların sahiplerine sorun. Yani o konudaki uzman olan kişilere sorun. O ehilleşmiş kişilere sorun. Nasıl gönderdik? “Beyyineler ve zübürler gönderdik.” Yani senin burada tespit ettiğin şey çok önemli. Aslında bunlar sırf bu iki ayeti doğru anlasalar yine o görüşe varmaları mümkün değil. Yine mümkün değil. Sadece bu iki ayeti alsalar “Peygamber açıklama yetkisine sahiptir”i asla söyleyemezler. Niye senin tespitini o bakımdan önemsiyorum? Şu insanlara açıklayasın yani bir önceki insanlara açıklayasın. Niye ehli kitap diyoruz, “onlara indirilmiş olanı açıklıyorsun. (Nahl 16/43-44)” Çünkü o da zikir kelimesiyle ifade ediliyor bu da zikir kelimesiyle ifade ediliyor. Onların kitaplarında olanı sen anlatıyorsun. Şimdi bunu okuyalım sonra öbür tarafa geçelim mesele çok daha netleşecek. (Enes Hoca: “İsa ve Musa’ya ne vahyettiysek sana da onu vahyettik” diye ayet var ya) Tabi tabi o ayeti kerime hangisi? Tamam doğru. 42. Sure’nin 13. Ayeti, onu bir açalım. Zaten bu diğer ayetlere gidersek bakın bu metotla hareket edersek ki hareket etmek zorundayız bu Allahın bize olan bir emridir. Her konunun en ince ayrıntılarını sadece Kuran’da buluruz başka bir yerde bulamayız.
Şimdi buradaki bu 13. Ayete bakalım. “Bu dinin şeriatı yaptı Allah sizin için.” Neyi bu dinin şeriatı yaptı? “Nuh’a vasiyet ettiğini… Vasiyet şu. Bir kişiye yüklenen görev demektir vasiyet. Tavsiye manasında değil. Tavsiye derseniz Türkçede tavsiyenin manası farklı… Arapça için problem değil ama Türkçede farklılaşıyor kelimenin anlamı. Hangi görevi yüklediyse Nuh’a, size de o görevi yüklemiştir. O zaman Nuh’a indirilen neyse bize indirilen kitap da olur. Tabi maalesef bizim gelenekte dört tane kitap indirilmiş sayıyorlar. Bir de suhuf diyorlar zaten hiçbir delili olmayan bir iddia. Hâlbuki Kurana baktığımız zaman her peygambere kitap indirilmiş. İşte Nuh’da (as) onlardan biri. “Sana yaptığımız vahiy İbrahim’e verdiğimiz emirler.” Mesela “İbrahim ve Musa’nın sayfaları[6]” demiyor mu Allahütealâ. Çünkü Musa’ya inen kitap olduğunu herkes kabul ediyor da İbrahim’i kabul etmiyor. Hâlbuki İbrahim’e de ayrıca kitap verildiği En’am Suresi’nde anlatılıyor. İsa’ya verilen. Bütün bunlar ne? “Bu dini ayakta tutun. (Şura 42/13)”” Çünkü hepinize verilen din aynı din başka bir şey yok. Onda ayrılığa düşmeyin.
Bir de Allahütealâ Ali’İmran 81’i açalım. Şimdi mesela bu ayeti kerimenin o müteşabihini bulmazsak burada bir eksiklik kalıyor. O ayetin müteşabihini bulmamız lazım. Burada Allahütealâ diyor ki: “Bir gün Allah bütün Peygamberlerin sözünü aldı.” Her peygamberden bir gün bu sözü aldı. “Size bir kitap ve hikmet veririm de ” Bakın her peygambere kitap veriyor hikmet veriyor. Ama biz sadece dört tanesine verdiğini söylüyoruz. Her peygambere verdiğini Allahütealâ ifade ediyor. “Size bir kitap ve hikmet veririm de sonra bir resul size gelir…” Bu peygamberimiz değil bizden herhangi biri de olabilir. Çünkü nebi başka resul başkadır. Nebi vahiy alandır. Resul alınmış vahyi tebliğ edendir. Bir resul gelir size. “Sizinle beraber olanı tasdik eden bir resul…” Tevrat’ı tasdik ediyor İncil’i tasdik ediyor. Bir resul gelir de… “Ona kesinlikle inanacaksınız ve yardımcı olacaksınız. (Ali İmran 3/81)” O zaman tasdik öyle afakî tasdik olur mu? “Biz sizin kitabınızı kabul ediyoruz.” Hıristiyanlar da geliyor diyor ki “tamam biz sizin peygamberinizi ve kitabınızı kabul ediyoruz.” E o zaman siz de müslüman olun! Yok diyorlar “o peygamber ama sizin peygamberiniz bizim değil.” Kitap ama sizin kitabınız değil. O olmaz böyle. Öyle uzaktan böyle bir centilmenlik gösterisi olarak değil. Nahl Suresi’nde olduğu gibi ne yapıyor. Detaya iniyor. Bir daha açın bakın Nahl 44’e.
Onlara gösteresin, kendilerine indirilmiş olanı. “Bak sizin kitabınızda da var burada da var görüyor musunuz” diyeceksin. Hani biliyorsunuz biz burada Tübingen’den gelenlere gösterelim dedik de onlar “Biz İncil’e uymayız” dediler. Burada söylediler açıkça. (Fatih Hoca: Şuara 192-197 ayetlerini okuyor. ) Beni israilin uleması bunu biliyor işte bu Kuran’da olanlar. Tabi zübür orada da geçiyor orada da geçiyor. Hayır bu zaten o ayetle bu ayet Mustafa Çavdar’ın dediği gibi hangi ayete git sen bu kitaplar konusunda hiçbir yerde ulaşmana mümkün olmayan detaylara ineceksin. Ama Kuran ayetleri arasında gidersen… Fakat şu kitaplardan gittiğin zaman işte hemen önün tıkanıyor. Adan bir ayeti alıyor öbürünü almıyor çünkü. Bir ayeti aldığın zaman kendi de çıkamıyor işin içinden öbürleri de çıkamıyor. Ondan sonra onun üzerine sistem kuruyor. Ondan sonra da “ünnet şöyledir kitap böyledir” diyor. O yetmiyor o zaman da diyor ki “o olmuyor” diyor. Olaylar sınırsız naslar sınırlı. E sınırlı naslarla işin içinden çıkamıyoruz. “O zaman kıyas yapacağız” diyorlar. Kendisini de şari haline getiriyor. Bir şari Allah, ikinci şari Peygamber, üçüncüsü de kendisi oluyor. Allah Peygambere “benim görevim sadece nezir ve Beşir olmaktır” sen ne yapıyorsun Allah aşkına. Ondan sonra bunun adına da usulü fıkıh diyorlar değil mi. Bir ilim oluşturmuşlar ne usulü fıkıh ne? Körler ve sağırlar birbirini ağırlar başka bir şey değil. Yani ulemaların hatalarını kutsamak için uydurulmuş bir ilimdir. Adına da ilim demişler. Ne oluyor o zaman? Bu Allah’ın dini mi? Şimdi sorular varsa alalım.
(Fatih Hoca: Şöyle bir ifade kullandık. Hadisler vahiy olarak gelen hikmetlerdir. Bunun karşısında da deniliyor ya hadi gayri metluv vahiy olayı. Hani ikisi arasında şöyle bir fark var. Bunu belki söylemek gerekebilir. Hadisler vahiy olarak gelen hikmetlerdir ama bu hikmetler ilahi kontrol altındadır. Yani tahsih edildiğine dair ayetler vardır. Yani yanlış tespitler yaptıysa peygamber bunları tahsih ettiğine dair ayetler vardır. Ama doğrudan vahiy ise o tahsihlerin hiçbir anlamı olmaz.) Doğru. O zaman bunu da göstermemiz lazım. Yani mesela şöyle başka bir ifadeyle söyleyelim. Hikmet peygamberimizin Kuranı Kerim’den yaptığı çıkarımlardır. Yani birisinin yaptığı bir çorbadır. Çorbayı yanlış yapmışsa içilmez. O zaman bir bilen gelir der ki “böyle çorba mı olur şunu şunu katacaksın.”
(Yahya Hoca: Ahzab suresinin 34. Ayeti[7] var.) O hikmet Kuranı Kerimdir. (Kitap var zaten kitabın haricinde bir şey olması lazım.) Hikmet ayrıca şimdi “tilaveten” nedir? Uyulan demek değil mi? İşte o hikmete zaten uyuluyor. Ona bir bakalım. Ama ondan önce şunu yapalım da. Sen onu unutma. Birbirine karışmasın. Fatih’in dediğine bir bakalım ona sonra bakalım. Hepsi birbirine karışmasın. Bugün olmazsa haftaya yaparız önemli değil. Epey sürmesi gereken bir konu… Yani şunu ne yapacağız bunu ne yapacağız diyerek bu noktaya gelmişlerdir bizim ulema. Gerçekten de biz de o pencereden bakacak olsaydık işin içinden çıkamazdık. Mecburen sen de diyeceksin “bu vahiydir” diyeceksin başka çaren yok.
Şimdi şu Nisa Suresi’nin son ayetine bir bakalım. Burada diyor ki Allahütealâ, Ya Muhammed: “Senden fetva istiyorlar.” Yani Kuran’a bakarak bir görüş ortaya koymanı bekliyorlar. Yani o hikmeti ortaya çıkarmanı istiyorlar daha açık bir ifadeyle. Niye öyle dediğini zaten bir az sonra anlaşılacak. “De ki kelale konusundaki fetvayı size Allah verir. Bir kimse ölür, çocuğu olmaz,” tabi anası babası da olmaz, kelale o manaya geliyor. Ya da onlardan birisi olmaz. “Bir tek kız kardeşi varsa geriye bıraktığı malın yarısını alır. Erkek kardeşse tüm mirası alır. Kız kardeşin çocuğu yoksa. ” Tabi bu kocasının aldığının artan demektir Anne baba da yok ya da ikisinden biri yok. “Eğer kızlar iki tane ise geriye bıraktığının üçte ikisini alır. Eğer erkekli kızlı kardeşlerse erkek iki kız payı alır.” Tamam, buraya kadar Allah açıkladı mı? Fetvayı o verdi. “Sizin için Allah bu hükmü ortaya çıkarıyor.” Bu hüküm burada var. Ama Allah ortaya çıkarıyor niye? “Siz yanılabilirsiniz.” Çıkaramayabilirsiniz bunu. Bakın peygamberimize ne diyor? Ben açıklıyorum sen açıklama. Bu açıklama eğer peygambere verilmiş bir yetki idiyse ona gelen vahiyse böyle bir ifade olur mu haşa. Yarabbi benim yanılmam ne demek sen bana ne vahyedersen ben onu söylerim. O zaman sen beni yanıltacaksın sonra da düzelt diyeceksin öyle olmaz mı? “Allah açıklıyor size yanılırsınız diye.” (Nisa 4/176)
Şimdi bakalım bu Kuran’ı Kerim’de var mıymış? Mesela bu kelale konusu Müslümanların çok ciddi sıkıntıda oldukları konudur. Abdurrahman o konunun üzerinde duruyor. Şimdi 11. Ayetini açın Nisa Suresi’nin. Şimdi ondan önce tabi burada birçok ayet okumak lazım… Konu sadece miras olsa çok sayıda ayet okuruz da. Sadece miras olmadığı için çok kısa yoldan neticeye ulaşalım diye söylüyorum. Ama o diğer ayetleri okuduğumuz zaman anlayacağımız şeyi soru olarak sorayım. Fıtratınızla cevap verin. Bir kişinin evladı yok. Anası babası veya bunlardan birisi yok. Bu kişinin en yakını kim olur? Kardeşleri olur değil mi? Şimdi bakın burada zaten bu ayetin sonunda da diyor “babalarınız ve oğullarınız hangisini size daha faydalı olduğunu siz bilemezsiniz Allah bilir diyor.” Şimdi şuraya bakın. Diyor ki Allahütealâ: “Allah evladınız konusunda erkeğe iki kız payı vermenizi size görev olarak yükler.” Şimdi Nisa Suresi’nin o son ayetine bakın. Ne diyor: “Onlar erkekli kızlı kardeşlerse erkek iki kızın payını alır. (Nisa 4/176)” Bu ayetteki evlada verilenin aynısı mı? Çünkü evladın yoksa onun yerine senin kardeşlerin geçecek. Gayet normal bir şey yani… Ondan sonra burada diyor ki: “Bir tek kızınız varsa mirasın yarısı” Şimdi öbür ayete bakın, kız kardeşi varsa bıraktığının yarısı. Bakın Allah yeni bir hüküm indirmiyor. Buradaki hikmeti beyan ediyor da siz anlamayabilirsiniz diye yanlış bir çıkarım yapabilirsiniz diye kendisi yapıyor. Bir tek kızla bir tek kız kardeşi aynı saydı mı? “Eğer ikiyse kız kardeşler bıraktığı malın üçte ikisi onundur.” Burada ne diyor: “kızlar ikiden fazlaysa” diyor. Öbür ayetin yardımıyla iki tanenin de aynı hükümde olduğunu öğrenmiş oluyoruz burada. Kız kardeşler de aynı kızlar da aynı. Siz bu benzetmede yanılabilirsiniz diye ben açıklıyorum diyor Allah. Fetva peygamberimize soruluyor. Dinle ilgili olan kısım vahiyse ki vahiy gayri metluvun tarifi o değil mi? Günlük hayatıyla alakalı değil. Peygamberliği ile ilgili olan konularda olan sözleri vahiy demiyor mu? Öyle bu da dinle ilgili bir soru değil mi? Niye Allahütealâ yanılırsınız diyor? Hem vahyedecek hem de “yanılırsanız” der mi? Şimdi bu cevap oldu mu sana.
(Bir katılımcı: Hikmet sanki doğru anlama kabiliyeti gibi) Onu anlatırken söyledik. Hikmet hem doğru anlama kabiliyetidir hem de doğru hüküm manasına gelir. İndirilen hikmet doğru hükümdür. Hikmet verme olayı da doğru anlama kabiliyetidir. Her ikisi de doğru yani. Başka soru var mı? O zaman haftaya gene aynı konuda devam diyoruz. (Konuyla ilgisiz konuşmalarla sohbet bitiyor.)
(Yazıya geçiren: Efe Mısırlı – [email protected])
[1]“Ey Yahya! Kitaba kuvvetle sarıl” deyip daha çocukken ona hikmet, katımızdan kalp yumuşaklığı ve safiyet verdik. (Meryem 19/12 – DİB Meali.)
[2] Ali İmran 3/47
[3] O kimseler ki, imân etmişler ve imânlarını bir zulme bulaştırmamışlardır. İşte korkudan emin olmak onlara aittir. Ve hidâyete ermiş olanlar da onlardır. (Enam 6/82)
[4] Lokman, oğluna öğüt vererek: “Ey oğulcuğum! Allah’a eş koşma, doğrusu eş koşmak büyük zulümdür” demişti. (Lokman 31/13)
[5] Kadınları boşadığınızda, müddetleri sona ererken, onları güzellikle tutun, ya da güzellikle bırakın, haklarına tecavüz etmek için onlara zararlı olacak şekilde tutmayın; böyle yapan şüphesiz kendisine yazık etmiş olur. Allah’ın ayetlerini de alaya almayın; Allah’ın üzerinize olan nimetini, öğüt vermek üzere size indirdiği Kitap ve hikmeti anın, Allah’tan sakının, Allah’ın her şeyi bildiğini bilin. (Bakara 2/231 D.İ.B. Meali)
[6] Doğrusu bu hükümler ilk sahifelerde, İbrahim ve Musa’nın sahifelerinde de vardır. (Ala 87/19) D.İ.B. Meali
[7] Evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır. (Ahzab 33/34)