Abdülaziz Bayındır:
Bugün “Kuran” kavramı üzerinde konuşacağız. Kuranı Kerim’in anlaşılması açısından da “kuran” kavramı son derece önemlidir. Biliyorsunuz “karae” kelimesinin anlamı “cema”, “toplamak” manasında geliyor. İşte bu Kuran da, Allahuteala’nın indirdiği bütün ayetleri bir araya getirdiği için adına “Kuran” deniyor. Yani işte bugün Allah Nuh’a (as) neyi indirdi İbrahim’e (as) neyi indirdi gerçek Tevrat’ta ne vardı, İncil’de ne vardı diye düşünüyorsa Kuranı Kerim’e bakması lazım. Allah’ın bütün ayetlerini bir araya toplamış olan kitaptır.
Aynı kökten “kariye” var. Kara kökünden kariye. Kariye de şehir demek, köy demek, kasaba demek, yerleşim bölgesi demek. Mesela Cenabıhak Mekke için ne diyor? “Ümmül Kura” diyor değil mi? Kariyelerin anası, anakent. Mekke’nin kendi içinde de kariyeler var. Yani kazaları var, o kazaların da kariyesi var köyler var, o köylerin de kariyesi var mahalleleri var falan. İşte Kuran da aynen bu kariye gibi Allahuteala’nın indirdiği bütün ayetleri toplayan işte bu Kuran. Ama bunun içinde de “kuranlar” var. Kuranı Kerim’in içinde de Kuranlar var. Yani Mekke’nin içinde nasıl kariyeler varsa Kuran’ın içinde kuranlar vardır.
Bu kuranlar da anlam kümeleridir. Ben şimdi Allahuteala Hud Suresi’nin baş tarafında diyor ya “Elif-Lam-Ra. Bu bir kitap ki ayetleri muhkem kılınmış sonra da hakim ve habir tarafından açıklanmıştır. (Hud 11/1)” Şimdi bir muhkem ayet bir de onu açıklayan ayet bulunuyor. İki türlü ayet var birisi muhkem biri de onu açıklayan ayet. O açıklayan ayetler Zümer Suresi’nin 23. Ayetinde “Allah sözlerin en güzelini müteşabih mesani bir kitap olarak indirmiştir. (Zümer 39/23)” Kitap tabi yazılı manasına geliyor. Bir ayete de kitap denir. Tüm Kuranı Kerim’e de kitap denir Arapça bakımından. Burada şimdi “müteşabihen” sözü “biri diğerine benzeyen” demektir.
Şimdi o muhkem ayetle onu açıklayan ayet arasında mutlaka bir benzerlik olası lazım. Geçen hafta yolcu namazını hatırlarsanız orada Nisa Suresi’nin 101. Ayetini muhkem sayarsak “Yeryüzünde yürüdüğünüz zaman, kâfirlerin size sıkıntıya sokmasından korkarsanız namazı kısaltmanızdan size bir günah yoktur. (Nisa 4/101)” Şimdi bunu muhkem sayarsak bunu açıklayan ayetler var. 103. Ayet açıklıyor. Bir de Bakara Suresi’nin 239. Ayeti açıklıyor. Daha fazla açıklama isterseniz 238’i de katacaksınız. Ondan sonra Ali İmran’ın son sayfalarındaki ayeti[1] hatırlayacaksınız. Bir tane ana ayet var. Bir de onu açıklayan ayet var. Şimdi siz bunu bir çadıra benzetirseniz çadırın orta direği muhkem ayeti oluşturuyor. Onun etrafı da ana ayeti o çadırın tamamı da bir “kuran” oluşturuyor. Yani buna Türkçe’mizde “küme, anlam kümesi” diyoruz. Dolayısıyla Kuranı Kerim’in içerisinde kuranlar var. Şimdi bunu ilgili ayetlerden görelim.
Yusuf Suresi’nin 2. Ayetini açalım. 12. Sure. “Elif-Lam-Ra. Bu açık kitabın ayetleridir. Biz onu Kuran olarak indirdik…” Peki, nasıl bir Kuran? “…Arapça bir kuran olarak indirdik. Belki düşünürsünüz. (Yusuf 12/1-2)” Şimdi buradaki “kuranen” ne demek? Onun da cevabını hemen bir başka ayetten buluyoruz. 13. Sure’nin 37. Ayetine bakalım. Rad Suresi 37. Ayet.[2] Kuranın yerine ne kondu? Hüküm kelimesini. Hüküm ne demek? Yani bir şeyden bir karara vermek değil mi? Yani bir karar demektir. O karar nasıl oluşuyor? Yani açıklamayı Allahuteala yapıyor ya o açıklamaların sonucu hüküm oluşuyor. Bunun bir başka ifadesi neydi? Hikmetti değil mi? Hikmet. Allahuteala ne diyor burada? Birçok ayeti kerimede de. Mesela Bakara Suresi’nin 151. ayetinde Yani “Bu peygamber bunlara o kitabı ve hikmeti öğretir. (Bakara 2/151)” Şimdi kitap, bu indirilendir. Kitabın ayetleri. Peki, hikmet ne oluyor? İşte o kitaptaki o kuran, yani anlam kümesini oluşturduğunuz zaman çıkan hüküm demektir. Hikmet de o. Zaten hikmet hüküm demektir. “Hükmen Arabbiyyen” ile hikmet arasında aslında bir fark yok. Hüküm de mastardır. Hikmet de mastardır. Ama hükümle hikmet arasında tek farkı şu: hüküm yanlış hüküm de olabilir. Mesela Allahuteala “Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz? (Kalem 68/36)” diyor o zaman ne demek oluyor bu? Yanlış hüküm veriyorsunuz. Ama “hikmet” derseniz o mastarı binai nevi olduğu için yanlış hükme hikmet denmez. Hikmet doğru hükme verilen isimdir. Yani “Arapça bir hüküm” demişse Allahuteala buradaki hüküm yanlış hüküm manasına gelmez, hikmet manasına gelir. İşte o hükümlere çünkü o kurandan varılacak olan bu hükümdür. İşte” o peygamberlere kitap ve hikmet indirdik (Enam 6/89)” diyor. Ki bütün peygamberlere Allahuteala kitap ve hikmet indirdiğini bildiriyor. Ali ’İmran 81. Ayeti açalım. Allahuteala burada diyor ki “Allah o peygamberlerden söz almıştır. Size bir kitap ve hikmet verirsek…” bak Suat hoca bütün nebilere hikmet verilmiş değil mi ve kitap da verilmiş. Bize anlattıkları gibi öyle dört peygambere falan değil hepsine. “…sonra size bir elçi gelir, sizinle beraber olanı tasdik eden… (Ali İmran 3/81)” Bundan sonraki kısmı bize lazım değil. Daha önceki derslerimizde İsa (as) ile ilgili derste ayetin tamamını okumuştuk. Ama burada bizim için önemli olan bütün peygamberlere Kitap ve hikmet verilmesidir. Bizim peygamberimize de kitap verildi. Kitap okuduğumuz ayetlerdir. Hikmet de o anlam kümlerinden, kurandan çıkarılan hükümlerdir.
Şimdi bunu bir başka şekilde devam edelim ama hepsinde “Arabi” vurgusu var. “Kuranen arabiyyen” “hükmen arabiyyen”. Demek ki burada Arapça çok önemli… Yani Kuran’dan hüküm çıkarabilmek için Arapça çok önemli.
Taha Suresi’ne bakalım 7. Sure 113 ve 114. Bakın gene “kuran” dedi: “Biz onu böylece Arapça bir Kur’an olarak indirdik. O Kuran içerisinde değişik şekillerde anlattık. Belki çekinirler. Ya da kendileri için bir bilgi oluşur. (Taha 7/113)” Zikir doğru bilgi manasına gelir. Şimdi bu ayeti kerimeden “kuranen arabiyeni” Kuranı Kerim’in tamamı için anlarsınız. İlk önce anlaşılacak olan odur değil mi? Ondan sonraki ayete baktığınız zaman öyle olmadığı ortaya çıkıyor. Diyor ki “Melik ve hak olan Allahuteala pek yücedir. O kuranla acele etme. (Taha 7/114)” Hangi konuda acele etmiyorsun? Hüküm vermekte acele etmeyeceksin kuranla. “O kuranın vahyi tamamlanmadan önce acele etme. (Taha 7/114)” Kuranın vahyi tamamlansın sonra hükmünü ver. O zaman ne demek oluyor bu kuran? O konu ile ilgili ayetler tamamlanmadan hüküm verme.
Şimdi bakın biz bu yolcu namazıyla ilgili ayeti kerimede gördük. Şimdi ayeti kerimesi sadece 101. Ayete bakarak yolcu namazı ile ilgili doğru hüküm verme imkânı var mı? Bir daha bakalım o Nisa 101. Ayete. “Yolculuğa çıktığınız zaman yeryüzünde size bir günah yoktur, namazı kısaltmanızda. Eğer kâfirlerin sizi sıkıntıya sokmasından korkarsanız. Çünkü kâfirler sizin açık düşmanınızdır. (Nisa 4/101) ” Namazı kısaltmanızda bir günah yoktur. Şimdi buraya bakarsak sadece bu ayeti kerimeye bakarsak deriz ki namaz ancak yolculukta kâfirlerin bizi sıkıntıya sokması söz konusu olduğu zaman kısaltılabilir başka hiçbir zaman kısaltılamaz. Şarta bağlanmış. Ama Peygamberimizin (sav) Mekke’nin fethinden sonra bile Mekke’de Arafat’ta, Müzdelife’de, Mina’da namazı kısalttığını biliyoruz. Ne korku vardı ne yağmur hiçbir şey yok. Gerçi yağmurda kısaltılmıyor da korku falan diye bir şey yoktu. Yani kâfirlerin karşı çıkma imkânları yoktu. Peygamberimiz bütün seferlerinde namazı kısaltmış. Sahabe de hep kısaltmış. (Bir katılımcı 102. Ayette yağmurdan bahsediliyor diye itiraz ediyor.) Yağmur sadece silah için. Öbür ayeti katma. Sadece 101. Ayetten konuşuyoruz. Konumuzla hiçbir alakası yok. 102. Ayeti katma.
Şimdi siz fakihsiniz kendiniz düşünün o ayete bakıyorsunuz. Bakıyorsunuz ki bu ayette namazın kısaltılmasının şartı sadece kâfirleri size sıkıntı vermesidir. Yolda karşınıza bir kâfirler grubu çıktığı zaman o zaman kısaltabilirsiniz. Öbür taraftan bakıyorsunuz ki peygamberimiz kısaltmış. Sahabe kısaltmış. “Bunda da günah yoktur” deniyor mutlaka kısaltmayı gerektiriyor da değil. Kısaltmakta günah yoktur demek, kısaltmamak daha faziletli demektir değil mi? Daha faziletli ise bunu peygamberimizin yapması gerekirdi. Hiçbir seferinde tam kılmamış namazını. Sahabe de tam kılmamış yolculuk sırasında hep kısaltmışlar. Şimdi bu ayete baktığımız zaman peygamberimizin fiiliyle, sahabenin fiiliyle ayet arasında bir bağ kurabiliyor musunuz? Bağ kurmaya imkân yok. O zaman ne diyorsunuz? Mesela ulema ne diyor? Hanefi mezhebi diyor ki burada bağ kurma imkânı olmadığı için bu ayeti görmüyor. Peygamberimiz (sav) sürekli kısaltmıştır. Namazı kısaltmak nedir diyor? Azimettir diyor değil mi? Yani namazı her zaman kısaltacaksın diyor niye? Peygamberimiz kısaltmış. E peki ayet? Ayeti hiç delil olarak almıyor. (Bir katılımcı “Nasıl olsa Peygamberimizin uygulaması hikmettir diye öyle alıp işin kolayına kaçmış olabilirler mi?” diye soruyor.) Eğer diyorlarsa ki peygamberimiz bunu ayetlerden çıkarmış diyeceklerse tamam. Onu söylesinler şöyle diyebilirler. Elbette ki bunu peygamberimiz bunu ayetlerden çıkardık ama biz o ayetleri bulamadık ama öyle bir şey demiyorlar.
Ondan sonra mesela Hanefi mezhebi diyor ki hadisten hareket ederek peygamberimiz sürekli kıldığı için azimettir diyor. Ayetten hareket etmiyor. Şafi, Maliki ve Hanbelî mezhepleri de ayetten hareket etmiyorlar. Ayetin sadece bir kısmını alıyor. “Size bir günah yoktur” kısmını alarak diyor ki namazı kısaltmak ruhsattır, kısaltmamak fazilettir diyor. E peki “size bir günah yoktur” diyorsun ama burada o ifade mutlak değil ki bir şarta bağlı. İşte kâfirlerin sizi sıkıntıya sokmasından korkarsanız… “Bu da tarihseldir!” diyor. O zaman sürekli böyle durumlar vardı diyor. Bu olmaz ki ayet bir şarta bağlanmış.
Neticede peygamberimizin fiili buna uymuyor. Çünkü diyorsunuz ki siz kısaltmak ruhsattır. Azimet olan tam kılmaktır ama peygamberimiz bir kere bunu yapmamış. Sahabe de yapmamış. O zaman uymamışlar öyleyse! (Bir katılımcı tarihsel bağlamını soruyor.) Diyorlar ki o zaman yolculukta kâfirler devamlı sıkıntı verirdi onun için böyle bir şart konmuştu yoksa sürekli değildir diyorlar. Bu asla kabul edilemez böyle bir şeyin olması zaten Arapça bakımından da edilemez Kuran’ın bütünlüğü bakımından da edilemez. (Arapça bakımından bazılar şartın bir kayıt olduğunu söyleyenler var. Gramerciler söylüyor. )Her görüşü söyleyebilirler. Bir şey şarta bağlanmışsa ne Arapçada ne başka dilde o şartı görmezlikten gelemezsiniz. (Katılımcı: Bir “fıdıla” olduğunu söyleyen var) Kim söylüyor sen onu bul getir haftaya konuşalım.
Böyle olunca ne oldu. Bu dört mezhebin dördü de ne diyor bugün? Şu anda kitaplarında dediklerinin özeti şu: Peygamberin namazı kısaltırken Kuran’ı Kerim’e uymamıştır. Hepsinin ortak görüşü bu… Peki, peygamber Kuran’a uymadıysa yanlış mı yapmış? Hayır. Doğru yapmış. Nasıl Kuran’a uymaz peygamber? Ne diyor Allahütealâ peygambere ne dedirtiyor: “De ki: … Ben bana yapılan vahiyden başkasına uymam. (En’am 6/50) ” Kaç tane ayet var bu konuda. Ondan sonra mecburen siz bu yola girdiniz mi kim olursa olsun peygamber efendimizin o uygulamasının kendisine gelen bir vahiy olduğunu kabul etmekten başka bir çareniz yok. Var mı? Ya diyeceksiniz ki peygamberimiz yanlış yapmıştır. Onu diyemezler. Ya da diyeceksiniz ki: “peygamberimize bu vahiy olarak gelmiştir”. Onu dedikten sonra da yapılacak şey nedir? Gayri-metluv vahiy diyeceksiniz. Ondan sonra mecburen diyeceksiniz ki “son sözü Kuran değil sünnet söyler”. Çünkü siz sünnete yaparak hüküm veriyorsunuz Kuran’ı bir kenara bırakıyorsunuz. Yani “son sözü Kuran değil sünnet söyler” diyeceksiniz. Yani Başka çareniz var mı? Bu sözü telaffuz etseniz de etmeseniz de netice buraya varıyor.
Ama burada yapılan hata ne? Yapılan hata Kuran’ın açıklamasını Kuran’a bırakmamak. Allahütealâ demiyor mu Hud Suresi’nde: “Bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmış sonra açıklanmıştır. (Hud 11/1) ” O zaman burada bir ayet varsa onu açıklayan bir ayet de mutlaka olmak zorunda öyle değil mi? Sonra Allahütealâ ne diyor burada? Taha Suresi 114’te: “Kuranın vahyi sana tamamlanmadan Kuranla hüküm vermekle acele etme. De ki: Yarabbi benim bilgimi arttır. (Taha 7/114)” Bakın ne diyor bir ayetle hüküm vermeyi ne yapmış oluyor Allah? Yasaklamış oluyor. Bu yasak noktaya girdikleri için işin içinden çıkamıyorlar. Çıkamayınca mecburen başka yanlışlar yapıyorlar. Bir yanlış onlara başka yanlışlar yaptırıyor.
Ben şimdi size başka bir örnek vereyim burada. Günün ikinci örneği de olmuş olsun, onu da görmüş olalım. Bakara Suresi’nin 158. Ayetini açalım. Burada Allahütealâ şöyle buyuruyor. (Masanın üzerindeki kitaplarla örnek oluşturuyor.) Şurasını Safa, şurasını Merve kabul edin şurası da Kâbe-i Şerif olsun. “Safa ile Merve Allahın şiarlarındandır.(Bakara 2/158)” Şimdi Araplar iki tepeye de putlar koymuşlar. Safa tepesinin üzerinde Naile putu var. Merve tepesinin üzerinde İsaf putu var. Kâbe’yi tavaf edip Safa ve Merve arası say etmeye geldiklerinde bu tepeye çıktıkları zaman bu puta ellerini sürüyorlar, buraya çıktıkları zaman buna sürüyorlar. Böyle bu arada gidip geliyorlar. Müslümanlar da bunları görünce tavafın asıl sebebi bu putlara dokunmak oluyor. Müslümanlar da onu yapmıyor. Allahütealâ da diyor ki bu ayette: “Safa ile Merve bu putlar için yapılmış değil ki Allaha ibadetin simgelerindendir. Bundan olduğu için burada koşuyorsunuz. “Kim bu Beyt’i hac için gelirse Safa ile Merve arasını say etmekte onlarda bir günah yoktur. (Bakara 2/158)” Bundan ne anlıyoruz? Müslümanlar ne düşünüyorlarmış Safa ile Merve arasında say hakkında? Günah sayıyorlarmış, say yapmıyorlarmış. Allahütealâ da “bunda bir günah yoktur” diyor.
Peki, bu “günah yoktur” sözünden Safa ile Merve arasında say etmek farzdır, vaciptir, sünnettir, müstehaptır anlaşılır mı? Mubahtır. Müstehap da anlaşılmaz. Günah yoktur yani yaparsan yapabilirsin. Şimdi öte yandan bakıyorsunuz ki Peygamberimiz (sav) demiş ki: “Allah size sayı farz kıldı say edin.” Sahih hadis. Böyle söylemiş. Bu ayetten anlaşılır mı Allah sayı farz kıldığı? Hiçbir şey anlaşılmaz. Şimdi bizim ulema burada da aynı şeyi yapıyor. Burada da “O ayetten bir şey çıkmaz” diyorlar. Farzdır vaciptir diye çıkarmak için cambazlıklar yapan var ama hiçbirisi kendi de tatmin olmuyor söylediğinden. O zaman bir tek hadisi şerif kalıyor. Şafi, Maliki, Hanbelî bu üçü diyor ki: “Say haccın ve umrenin rükünlerindendir. Say yapmazsanız haccınız umreniz olmaz.” Delilin ne? Hadis. Ayet yok. Çünkü ayetten hüküm çıkaramıyorsun. Hanefi mezhebi diyor ki “Say vaciptir, farz değildir” diyor. Niye? Çünkü diyor “evet peygamberimiz bunu söylemiş ama o hadisin delaleti kati bunun farz olduğunu gösteriyor fakat subuti kati değildir. Yani Kuran gibi bize gelmemiştir.” diyor. O zaman “ben buna vacip derim” diyor. Zaten bu vacip kavramı diğer üç mezhepte yok sadece Hanefi’de var.
O zaman bunlar ne yaptı? Peygamberimiz bunlara göre de Kuran’da olmayan bir hüküm koydu mu? Koydu. E peki nereden veriyor peygamberimiz bu hükmü? Çare yok “ona gelen vahiydir” diyecekler. Ya “uydurdu” diyecekler ki bunu diyemezler başka çaresi var mı? İşte vahiy gayri metluv böyle ortaya çıkıyor. Bunlar durup dururken ortaya çıkarmış değiller ki! “Sünnet son sözü söyler” sözü böyle söyleniyor. Bakın ayete uymadılar burada, hadise uyuyorlar ve peygamberimiz de Kuran’a ilave yapmış oldu. Burada ilave yapıyorsa bir başka yerde de çıkarma yapıyor. Öyle değil mi Enes Hoca? Bir yerde de nesih yapıyor peygamberimize nesih ettiriyorlar. Araba bir kere boldan çıktı mı nerede duracağını kimse kestiremez. Bir kere yoldan çıkmaya görsün. Şimdi hâlbuki bu ulema deseydi ki: “Kardeşim bakın Allahütealâ Peygamberimize açıklama yetkisi vermemiş. Peygamberin görevi “Ben Allahtan uyarıcı ve müjdeciyim. (Hud 11/2)” Açıklamayı Allah yapmıştır. Demek ki o açıklamalar da birden inmeyebiliyor. Biri şimdi iner birisi on sene sonra inebilir. O zaman “o ikinci ayet gelmeden hüküm verme” diyor peygamberimize. Peki, öyle olduğu zaman bu ulema bu işe bu ayetler ışığında baksaydı bir tek ayetten hüküm çıkarmaya kalkar mıydı? Ne diyorsunuz? (Katılımcı: öyle şeylerle karşılaşıyoruz ki bir ayetten bile değil ayetin bir bölümünden hüküm çıkarılıyor.) Tabi o çok rahatsız edici bir şey o ayrı. Ben sadece tam bir ayetten çıkarmayı söylüyorum.
Şimdi bakın gelelim tekrar bu ayetlere. “Safa ile Merve Allah ibadetin simgelerindendir. Kim hac ve umre yaparsa bunları say etmesinde bir günah yoktur. (Bakara 2/158)” Şimdi biz buradan ne anladık? Müslümanlar hac ve umre yaparken Safa – Merve arasını say etmiyorlarmış günah sayıyorlarmış. Peki, umrenin temel öğeleri nelerdir? Tavaf ve saydır. Başka bir şey yok iki şeyden oluşuyor. O zaman umre yapanlar ne yapmış oluyor? Sadece tavaf yapıp gitmiş oluyorlar. Hac yapanlar da sayı yapmıyor. Peki, şimdi Bakara 196. Ayeti açın. Burada ne diyor Allahütealâ: “Haccı ve Umreyi Allah için tamamlayın. (Bakara 2/196)” Eksik neydi öbür ayete göre? Say. Tamamlayın emri neyi ifade ediyor? Farzı göstermiyor mu? O zaman peygamberimiz demek ki kendi söylememiş. Eksiğin o olduğu burada bilindi. Anlaşılıyor ki safa ile Merve arasında say yapılmıyor. Öyle değil mi? Şimdi ne dedi bu ayet? “Tamamlayın” dedi. Umrenin tek eksiği say değil miydi? Bu haccın da eksiği çünkü öbür tarafta da (hac ibaresi geçiyor). Bakın benzerliği görüyor musunuz ayetler arasındaki teşabühü. İşte müteşabih ayet bu. O zaman sayın farz olduğu anlaşılmıyor mu buradan? (Katılımcı say kelimesi geçmediği için onlar almamışlar sorun orada) Hayır sorun orada değil. Sorun onların metotlarında. Onlar Kuranı Kerimde bulunan metoda göre hareket etselerdi… Kuranı Allah açıklar peygamber değil. İşte bu yanlışlardan sonra kuranı peygamber açıklar demişlerdir. Geçen hafta okuduğumuz ayetlerden Nahl 44. Ayeti de yanlış anlayarak bağlantılarından kopararak. Peygamber açıklamıştır diyor açıklama dedikleri de öyle açıklama değil ilave ya da çıkarma. Yani şimdi siz o hadisi şerifin az önce ayeti (Bakara 158) açıkladığını söyleyebilir misiniz? Ama bu ayeti de (Bakara 196) okuduğunuz zaman sayın farz olduğu ortaya çıkıyor ve peygamberimiz de bunu söylüyor zaten başka bir şey yapmıyor.
Şimdi bakın bir de bir ayet daha okuyalım da o ayet de hep yanlış anlaşılıyor bu vesileyle onu da söyleyelim. Kıyamet Suresi’ni açalım 75. Sure. Burada az önce Taha Suresi 114’te ne dedi Allah? Kuranla acele etme. Burada ne diyor? “Aceleyle hüküm vermek için dilini harekete geçirme. O ayetleri toplamak, onu kuran haline getirmek bize düşer. (Kıyamet 75/16-17)” Anlam kümesi işte o ayet bu ayetle hüküm oluşturuyor ya. Onu anlam kümesi haline getirmek bize düşer. Onu anlam kümesi haline getirdik mi yani onu kuran haline getirdiğim zaman hüküm ver. Yani Bakara 196 inmeden Bakara 158’le hüküm verme diyor Allah. (Bir katılımcı soruyor: Hocam karae kelimesinin “kıraat” kelimesiyle bağlantısı var mı? ) Var tabii. Kıraat de cemdir. Kıraat nedir kelimeleri bir araya getirerek seslendirmektir. Tek kelimeyi söylediğin zaman kıraat derler mi ona? Anlam ifade eden kelimeleri bir araya getirir seslendirirsin işte cem etmiş olursun. (Katılımcı: Sebebi nüzul olarak peygamberimiz inen ayetleri hıfzetmede acele ediyordu… ) Peygamberimizin hıfzetme diye bir problemi yoktu çünkü vahiy kalbine indiriliyordu doğrudan doğruya. Şimdi bakın burada ben size ders anlatıyorum. Ben burada size ders anlatırken burada birisi ben konuşurken dediklerimi sürekli tekrarlasa siz ona ne dersiniz? “Sus!” dersiniz. Yani bunu normal bir insan sayabilir misiniz? O da zaten ezberleyemez ki? Ezberleyemez zaten. Şimdi bu olumsuz yöntemi peygamberimize mal ediyorlar. Çünkü ayetler arasındaki ilişkiyi kurmadığın zaman bu ayetler hiçbir işe yaramıyor. (Katılımcı: Her şeyde sebebi nüzule bakarsak tarihsellik ortaya çıkar zaten. ) Allah ayetleri kendi açıklamış. Sebebi nüzul ne oluyor? Sebebi nüzul olayı anlamana yardımcı olur elbette. Ama açıklamayı sebebi nüzulle yapamazsın. Az önceki ayette anlattık o bir sebebi nüzuldür doğru. O olayı anlamana yarar sadece açıklamana değil. Açıklamaya ikince ayette ulaştık değil mi. Sebebi nüzulle açıklamaya ulaşmadık.
Ondan sonra ne diyor Allahütealâ: “onu biz kuran haline getirdiğimiz zaman (Kıyamet 75/16)” Yani o anlamlar tamamlansın onunla hükmünü ver. “Zaten onu açıklamak bize düşüyor. (Kıyamet 75/16)” Sümmeye “zaten” anlamı verdik burada. Çünkü sümme her zaman sonra manasını taşımaz. Beled Suresinde olduğu gibi. “Bu sarp yokuşa dayanamadılar. Akabenin ne olduğunu sana kim bildirdi? Bir köle azad etmektir. Ya da bir kişiyi boyunduruktan kurtarmaktır. Açlık gününde bir kişiyi doyurmak, akrabadan bir yetimi ya da toza toprağa belenmiş bir çaresizi. (Beled 90/11-16)” “…Sonra müminlerden olmak” dersek… Bütün bunlar imandan önce yapılmış şeyler mi oluyor? Bunların iyi iş olması için iman şart zaten. O zaman “bununla birlikte” demek lazım. Bizim Türkçede de öyledir. Aslında en önce söylenmesi gerektir o. Vurgu yaparız onunla. “Sonra bak!” Onu açıklamak zaten bize düşer. Açıklama Allahütealâ’ya düştüğü için “hükmen arabiyyen”, “kuranen arabiyyen”. Tamam mı?
Bundan sonra 41. Sureye geçelim. Burada diyor ki Allahütealâ: “Ha-Mim. Bu rahman ve rahim tarafından indirilmiştir. Bu bir kitaptır ki ayetleri Arapça kuran olarak açıklanmış. (Fussilet 41/1-2)” Nasıl açıklanmış? “Kuranen”. Bu daha net değil mi Enes Hoca. “Kuran olarak”. Yani Arapça anlam kümeleri olarak… Kimin için açıklanmış herkes için mi? “Bilenler topluluğu için. (Fussilet 41/2)” O zaman tek bir kişi kuranı açıklamaya kalkmamalı. Bilenler topluluğunu oluşturacaksın. Çünkü sen bir ayeti bulursun öbürü başka bir ayeti bulur, aradaki bağları bulursunuz, konuyu bilen bir kişi de, eğer elektrik konusunda çalışıyorsanız orada iyi elektrik uzmanları olacak. Hangi konuda çalışıyorsanız onun iyi uzmanları olacak. Böylece ulaşacaksınız.
Şimdi benim burada bir ceketim var. Birisi geliyor diyor ki ya ne kadar güzel ceketmiş şunun kolunu ben bir alayım. Bunun kolunu alıp götürdüğü zaman bu ceket neye yarar? Ben bu ceketi giyebilir miyim? O kol ne işe yarar? İkisi de bir işe yaramıyor. İşte kümenin ayetlerini birbirinden ayırdıkları zaman da küme de bir işe yaramıyor o ayet de bir işe yaramıyor. Ayetin işe yaramaz hale getirdikleri zaman problem çözümsüz kalıyor bu defa “peygamberimiz ne yapmış” diye bakıyorlar. Peygamberimiz ne yapmış diye tabii ki baksınlar ama işi o tarafa doğru bir kaydırdınız mı araya bir sürü şeyler giriyor. İşte birisi çıkıp diyor ki mesela Ebu Hanife’nin dediği gibi “Canım bunun delaleti kati ama subuti zanni, bu vaciptir! ” diyor. Ya da sefer namazında herkes şaşırıyor ne diyeceğini. O zaman başka hüküm verir.
Şimdi Ali İmran 7. Ayeti açalım: “Sana bu kitabı indiren O’dur. Onun içerisinde muhkem ayetler vardır ki o kitabın anasıdır. (Ali İmran 3/7)” Yani bir çadırı “kuran” sayarsanız ortadaki direk muhkem ayettir. Diğerleri hep ona bağlanır. Bütün bağlantılar ona yapılır. Diğerleri de ona benzeyen ayetlerdir. Mesela bakın: (Nisa 101. Ayeti okuyor.) O ayeti esas alalım. Sonra: (Nisa 102. Ayeti okuyor) “Fihim” dediği zaman o yolculukla ilgi kuruyor. Ondan sonraki ayette “fe ekamte lehumus salâte” derken Peygamberimizin namazı tam kıldığını ifade ediyor. “fel tekum tâifetun minhum meake” den de diğerlerinin bir rekât kıldığı anlaşılıyor. Şimdi bu ikinci ayetten anlıyorsunuz ki peygamberimiz namazı kısaltmamış, yolcu. Yolcu namazı kısaltmamış. Kaç rekât kılmış? İki. O zaman yolculukta namazın tamı iki rekâtmış.
Şimdi sen sorabilirsin Muhammed demin sormak istediğin soruyu şimdi sor. “Darabtum”un muhatabı Peygamberimiz değil diyorsun öyle mi? Şimdi ayetlerin ilk muhatabı kim? Bütün ayetlerin ilk muhatabı kim? İlk muhatap peygamberimiz değil mi? İlk muhatap o, sonra da biz. Peygamberimiz girmeyebilir tabi her yolculukta peygamberimiz olacak değil ki öyle değil mi? Ama 102. Ayette ne diyor? “Sen o yolcuların içinde olursan…(Nisa 4/102 )” Onlarla beraber olduğu ortaya çıkıyor mu? Herhangi bir şüphe yok değil mi? Ondan sonra “kısaltmak sen onlar için namazı tam kılarsan” diyor. Çünkü kısaltmak bir mecburiyet değil ki? “Kısaltmanızda günah yoktur” diyor sadece değil mi? Günah yoktur dediğine göre peygamberimizden beklenen tam kılmasıdır. “Sen tam kılarsan” diyor. Onlardan bir grup senle beraber namaza dursun. Silahlarını ve tedbirlerini alsınlar. Onlar secdeye vardılar mı onların namazı tamam hemen nöbeti devralmaya gitsin. Namaz kılmayan ikinci grup gelsin peygamber namazına devam ediyor. Onlar da seninle beraber kalan rekâtı kılsınlar. Onlar birer rekât kıldı peygamberimiz iki. Peygamberimiz tam kıldı onlar kısalttılar. O zaman seferde tam namaz kaç rekâtmış? İki. Hatta dedik ki bazı namazların ortaya çıkıyor. (Enes hoca araya giriyor ama duyulmuyor.) Seni biliyorum senin sıkıntın o. Ama ona cevap vereceğim. Şu mesele bitsin dersin sonuna doğru cevap vereceğim. (Bir katılımcı 102. Ayetteki elif-lamlı namazla bir önceki namaz mı kastediliyor diye soruyor.) Tabii ki senin önünde açık mı ayet? Hepimiz açalım. Ali İmran’a geri döneceğiz. Okuyalım Nisa 101,102, 103 ve Bakara’daki ayetleri. Beraber okuyalım bakalım neler oluyormuş.
Şimdi, “Yeryüzünde sefere çıktığınızda…” Bu da ahd içindir. Ahd-i zihnidir. Herkesin zihninde seferde kılınması gereken bir namaz var değil mi? (Bir katılımcı “Hadisle ulaşmış bir namaz sahih olmaz mı?” diye araya giriyor.) Bu ayet kime indi? “…o namazı kısaltmanızda…” Yani şu anda kılmamız gereken namaz ne? Biz yolcuyuz şu anda kılmamız gereken namaz ne? Sen şimdi haklı olarak diyebilirsin ki Peygamberimizin uygulaması hep iki rekâttır. Ama bu ayet indiği zaman o olmayabilirdi. O iki rekât olmayabilirdi tamam mı? O zaman biz ona bakacağız. Ama buradaki namazın yolculukta kılınan namaz olduğu kesin. Bunlar yolcu ve yolculukta namaz kılacaklar. Biz ona bakacağız. O yolculukta kılacağınız namazları kısaltmakta bir günah yoktur manası yok mu burada? Ne zaman kısaltacaksınız? “Kâfirler sizi sıkıntıya sokar diye korkarsanız. Kafirler sizin açık düşmanınızdır. Ondan sonra, ya Muhammed “Sen onlar içinde olursan”. Yani o yolcuların içinde diyelim ki Peygamberimiz Medine’den çıkmış, Bedir’e doğru gidiyor. Birden Bedir’de karşılarına düşman çıktı. Zaten oraya kadar namaz kılıyorlardı. O anda kılacakları namazda kısaltma yapabilecekler. O zaman namaz kısaltılıyor mu?
“Sen onların içerisinde olursan onlar için namazı tam kılarsın.” Namazı peygamberimiz tam kılıyor. İkame çünkü. Ve o namazı, o seferde kılınanı. İşte aynı namaz oluyor farklısı değil. Onlardan bir grup senle namaza dursun. Silahlarını yanlarına alsınlar.” Çünkü kâfirlerin işi belli olmaz aniden baskın yapabilirler. “Secdeye vardılar mı hemen nöbete geçsinler.” Çünkü bir grup nöbette, bunlar namaza durmuşlar bir temelin arkasına geçmiş namaz kılıyorlar. Hemen onlar gelsin çünkü onlar namaz kılmamış. Birinci grup kıldı bir rekât kıldı kısaltarak kıldı. Öbür grup da geldi bir rekât kıldı kısaltarak peygamberimiz kısaltmadan iki rekât kıldı. Şimdi bu iki ayeti birlikte okuduğumuz zaman seferi namazın iki rekât olduğu kesin olarak ortaya çıkıyor mu? Çıkmıyor mu?
Yolcusunuz karşınıza (Bedir’de) düşman çıktı “namazı kısaltabilirsiniz” diyor Allah. Şimdi o zaman peygamberimize de diyor ki sen kısaltmaz tam kılarsan, hepsine imamlık yapayım dersen o zaman peygamberimiz kısaltmadığına göre düşman karşılarına çıkana kadar nasıl kılmışsa aynısını kılacak değil mi? E kaç rekât kıldı? İki rekât. Şimdi yolculukta namazın iki rekât olduğu burada net olmuyor mu? Daha başka bir açıklamaya ihtiyaç var mı? E bitti işte o kadar. Bak birinci ayette hükmü koydu sonradan açıkladı. Daha başka hangi ayet arıyorsun ki burada? Ama havf’la ilgili bir araştırman varsa tamam. İki türlü havf olur. Birisi yolculukta havf olur biri de yolculuğun dışında havf olur. Onu da Bakara 239. Ayette açıklıyor. O da bu kümenin bir parçası.
Ha şimdi bakın burada problem kaldı mı? (Tartışma çıkıyor anlaşılmıyor) Sen şimdi bu 103. Ayetten seferi rekâtın iki rekât olduğunu anlamıyor musun? Anladıysan daha niye başka ayete ihtiyaç duyuyorsun ki. Es-salat önceki es-salat. İki tane ayette yan yana iki tane es-salat. (102. Ayet 101’den sonra mı indi? diye soruluyor.) Bir kere önce sonra inme kavramını zihninizden tamamen kaldırın arkadaşlar. Bu aldatıcı bir şey… Bunu tamamen çıkarın bunu unutun böyle bir şeyi. Eğer öyle bir şey gerekseydi Cenabıhak her bir ayete iniş sırası koyardı. Bunu kafanızdan silin. Bu biz Allahuteala’ya: (Arapça bir ayet okuyor ama ayeti bulamadım) diyorsak en son inen ayet olan muhkem olabilir öncekiler onun müteşabihi olabilir. Bunda öncelik sonralık olmaz. O işte Kuran’ı açıklayamayanların çaresizlikten başvurduğu yöntemlerdendir öncelik sonralık. Onu silin kafanızdan onu boş verin.
Şimdi tekrar ediyorum, bakın 101. Ayette diyor ki gene es-salat diyorsun es-salat 101. Ayette yok mu var. 102. Ayette de es-salat değil mi? 101. Ayetteki salatı kısaltmanızda bir günah yoktur diyor mu? 102. Ayette Peygamberimize “101. Ayetteki salatı tam kılarsan” demiyor mu? O tam kılınan namazın iki rekât olduğu ortada daha başka bir ayete neden ihtiyaç var ki? Burada anlaşılmayan bir şey var mı namazın seferde iki rekât olduğuna dair? Peygamberimiz iki kılıyor gayet açık kısaltmadan. Diğerleri kısalttı birer rekât kılıyorlar. Korku da işte düşmanın karşıya çıkması… Demek ki kısaltma 4 rekâttan 2 rekâta indirme değil. 2 rekâttan 1 rekâta indirme. Kısaltma bu. O zaman seferde bir insan namazı kısaltarak mı kılıyor? İki rekât kılan namazını kısaltmış oluyor mu seferde? Olmuyor. (Bir katılımcı: “o anda sabah namazı kılındığı için iki rekât kılınıyor diye açıklayanlar var” diyor.) Sabah namazı değil seferde kılınan namaz. Akşam namazını çıkar, seferde kılınan namaz. Akşam namazı meselesini Enes Hoca’nın sorusuyla beraber cevaplandıracağız.
Seferde namazlar iki rekâttır. Onun için bak seferdeyse sabah namazındaysanız demiyor seferdeyseniz diyor. Tam kılıyor Peygamberimiz 2 rekât. O zaman seferde namaz kısaltılmış değil. Seferde namaz zaten 2 rekât. Kısaltma onu bir rekâta indirmektir. Bu iki ayeti birlikte okuduğunuz zaman Peygamberimiz de bunu yapmış. İbni Abbas’tan gelen bir rivayet var diyor ki: “Seferde namaz iki rekâttır kısaltma değil tam, korku olursa bir rekâttır, hazarda da dört rekâttır peygamberinizin diliyle.” diyor.
Şimdi Peygamberimiz seferde ayetler öyle olduğuna göre Peygamberimiz seferde 2 rekâttan fazla kılma şansına sahip mi? Kılabilir mi iki rekâttan fazla? Tam kıldı ama işte onun için Peygamberimiz bütün seferlerinde namazlarını 4 rekâttan iki rekâta düşürmüş kılmış. İki rekâtı da bir rekâta düşürmemiş çünkü bir rekât sadece korku halinde, düşman karşısına çıkarsa var. Onun dışında yok. Bu ruhsattır, azimet değildir tamam mı? Anlaşıldı mı?
Şimdi bu iki ayeti birlikte okuduğumuz zaman Peygamberimizin hadislerinde az önce söylenen yanlışlara giriliyor mu? Bakın bir tek ayeti aldığınız zaman fitne çıkıyor. Fitne ne demek? Fitne sıkıntı demek… Sıkıntı çıkıyor. Ne sıkıntıları çıkıyor? O kadar çok sıkıntılar çıkıyor ki Peygamberimiz yapmamış diyorsunuz. Yapmış Kuran’da yok. O zaman bir türlü uyduramıyorsunuz. Bir sürü yanlış şeyler söylüyorsunuz. Peygamber Kuran’ı açıklamıştır diyorsunuz olmuyor. Kuranı neshetmiştir diyorsunuz olmuyor, ilave yapmıştır diyorsunuz olmuyor. O zaman Peygambere ayrı bir vahiy gelmiştir diyorsunuz, sistem tümüyle bozulmuyor mu?
Şimdi Ali İmran 7’ye gelelim arkadaşlar. (Bir katılımcı “Şöyle bir hadis de var: Başlangıçta namaz hep iki rekâttı sonra seferde iki kaldı…) Tamam, bütün bunlar sisteme uyuyor öyle değil mi? “Başlangıçlar namazdaki iki rekât olunca buradaki seferi de sonradan seferi iki rekât olarak kaldı” diye bir rivayet var Hz. Aişe validemizden.
Şimdi bakın burada ben bu ayeti gelmeden önce de tevil kelimesini söyleyeyim. Tevil kelimesi şimdi şurada bir bilgisayar var, bilgisayarın bir fişi var. Tevil kelimesi o fişi yerine takmaktır. Mesela şimdi burada bir telefonun şarj cihazı var değil mi. Ben şimdi telefonu çıkarıyorum cebimden. Bunu şarj edeceksem bunu buraya takmam lazım. Şunu buraya takarsam olur mu? Olmaz. Bunu takacağım buraya. Çünkü zaten bu ona göre yapılmış Başka türlü takmaya kalksam girmiyor. Bunu da ilgili fişe takmam lazım. İşte tevil bu… Bununla o fiş arasındaki irtibatı kuruyorum ve bu şarj oluyor. O fiş yerine başka bir yere taksam buraya da giriyor diye düğmelerin arasına koysam bunu olur mu? İşte tevil Arapça da “bir şeyi maksadına bağlamak” demektir. Bunun maksadı fiştir bunun maksadı da buradır. İşte ayetler arasındaki ilişkide yani şu ayet şu ayetle irtibatlıdır. O irtibatı sağlayan kimdir? Onun o deliğini yapan fabrika olduğu gibi onu da onu indirendir. Allahuteala’dır. Ben şimdi başka bir yere bağlasam. Şunu 220’yle dolar demiş 110 volta bağlasam olmaz. Fabrikaya desem ki olur olur. Fabrika ne diyecek? “Yahu sen mi biliyorsun ben mi biliyorum!” diyecek değil mi? Allahuteala da ayetleri indirmiş ve müteşabuh da bunun bu iki tane şeyin girdiği yerle bunun arasında bir benzerlik var, bunu buraya sokarsan çalışır başka bir yere sokarsan çalışmaz.
Tevil de o. Allah şurada bir ayet indirmiş, işte Nisa 101. Tam onun açıkladığı her Nisa 102’yi indirmiş. Arkadan onu açıklayan diğer ayetler var. İşte hangi ayet hangi ayetle irtibatlandırılacak bunu Cenabı hak belirler. Bunu anlamak için de müteşabuh, tıpkı prizle fiş arasındaki benzerlik gibi ayetler arasında benzerlik yapmış. Birbirine benzeyen ayetlere de müteşabih deniyor ve bunlar birbirini açıklayan ayetler oluyor.
Peki, şimdi buradan bak: Sana bu kitabı indiren o dur. Onun ayetlerinin bir kısmı muhkemdir.” İşte Nisa 101. Ayette olduğu gibi. “Onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de ona benzeyen ayetlerdir. (Ali İmran 3/7)” Bir sürü benzerlikler buluruz. Daha önce şunu söyleyelim. Muhkem müteşabihe benziyorsa müteşabihi de muhkeme benzer değil mi? Benzerlik karşılıklıdır. Muhkem de müteşabih aynı zamanda. Onu da Zümer Suresi’nin 23. ayetinde diyor: “Allah sözün en güzelini, benzer, ikişerli kitap halinde indirmiştir. (Zümer 39/23)” En az iki şey birbirine benzediği için 2, 2, 2, 2 gidiyor ona da “mesani” diyor Allah. Benzerler arasında 2 ayet buldunuz 3. Ayet bulduysanız 4. Ayet, 5. Ayeti bulduysanız altıncı mutlaka vardır araştırın. En az iki olacak. İki iki gidecek. Mesani var ya.
“Kalbinde kayma olanlar onun müteşabih olanına tabi olurlar.” O ister muhkem olsun ister öbürü olsun. Bir tanesine uyarlar. Şimdi siz Nisa Suresi’nin 101. Ayetiyle seferilik konusunu açıklayamıyorsunuz. Dört mezhep de açıklayamamış. “Bir fitne çıkarma arzusuyla bir de tevil arzusuyla. (Ali İmran 3/7)” yani şu fişi ben başka bir yere takacağım, şu telefon çalışıyor gözükmesin adam da bu telefonu atsın ben alıp cebime koyup gideyim. Niyeti kötü. (Bir katılımcı “zeygun” kelimesine eğrilik manası da verilebilir mi diye soruyor.) Kayma eğrilik zaten, kötü niyetlilik. Kalbinde kötü niyet bulunanlar çünkü onun karşılığı “ulul erbab”dır içi temiz olanlar. İçi pis olanlar diyebilirsin. Kalbinde eğrilik olan, yani içi temiz olmaya insanlar. Ona uyarlar. Bir de mesela Nisa 101. Ayete yapışır. Sistemi oradan açıklama kalkar. Oradan sistem açıklanamayacağı için Peygamberimin sözünü de vahiy yaparsınız. Kuranı Kerim tek kaynak olmaktan çıkar ikinci bir kaynak gerekir. O da yetmez bu defa bir kere bozdunuz ya işi, işte hadis ayeti nesheder, ayete ilave yapar çıkarma yapar şunu yapar bunu yapar. O da yetmez yine problemi çözemezsiniz çünkü Kuranı Kerimle çözseniz çok ince ayrıntılara kadar her şeyi çözme imkânınız var ama Kuran’ın dışına çıktığınız için bu defa kuran devre dışı kaldır. “Sünnet esastır” demek zorunda kalırsınız. İşte sefer namazında ve say olayında olduğu gibi yüzlerce örnek verilebilir. O zaman Kuran bitti mi? Kuran bitti! Kuran bitince sünnetle de çözemediğiniz için bu defa ulemayı devreye sokarsınız. Kıyas, mıyas artık o dine “sana güle güle” diyeceksiniz. “Biz başka bir dine uyduk” demekten başka çaren kalmamış olur. Şimdi bu tam bir fitne değil mi?
Şimdi bir insan bunu bilerek de yapabilir bilmeyerek de yapabilir. Ben şimdi şu fişi bilmeyerek yüksek gerilimli bir hatta soksam yanar mı bu? Bilmeyerek yapsam da yanar bilerek yapsam da yanar. Bilmeyerek yaptığım zaman mazeretli sayılırım, bilerek yaparsam suçluyum. Şimdi burada bu insanlar bir tek ayete tabi oldukları zaman bilerek yaparlarsa günahkâr olurlar. Bilmeyerek yaparlarsa günahkâr olmazlar ama her hâlükârda fitneye sebep olurlar. “ve ibtigâe te’vîli-hi” dediği o. Bu ayeti kendi istediği tarafa bağlayacak. Diyecek ki bu ayetten bir şey çıkmaz. Ayet kalmadı hadis verelim diyecek. Ayeti bitirecek. Ondan sonra da sonu alınmaz sıkıntılar.
Çok enteresandır vaktimiz olduğu zaman inşallah bir gün de anlatırız. Şu okuduğumuz ayetler var ya: (Hud Suresi ilk ayetleri, Zümer 23, Ali İmran 7) bunların hepsinin anlamı mecburen çarptırılmıştır. Hepsinin anlamı çarptırılmıştır. Onun için Müslümanlar Kuran’dan hiçbir şekilde istifade edemiyorlar. Meallerden de bir şey anlamak çok zor. Meali okuyan insanlar bir sürü çelişkiyle karşılaşıyorlar. Çünkü Kuranı Kuran’la açıklama kaybolmuş. Kendileri açıklıyorlar. Şimdi burada diyor ki “İlimde sağlam yeri olanlar/ayakları yere basan âlimler derler ki: biz buna inandık. (Ali İmran 3/7)” Yani kitabı indiren açıklayan muhkem müteşabih bütün bu ilişkiler hepsi Allah tarafından. “Hepsi rabbimizdendir. Ama bunu içi temiz olanlar kavrayabilirler.” Bu bilgi ancak onlarda olur. Çünkü kötü niyetli olmayacaksın. Yalnız Allah rızasını güdeceksin ki bunlara ulaşasın. Yoksa ulaşamazsın.
Şimdi netice itibariyle bakın iki tane örnekten ister say örneği olsun, ister yolcu namazı örneği olsun tek bir ayetle hükme varılamıyor. Mutlaka yani mesela şurada bir çay var. Sadece suyla çay yapılır mı? Sadece su ve çay otuyla da yapılmaz. Bir demliğe ihtiyaç var onu ısıtacak şeye ihtiyaç var. Bir sürü şeylere ihtiyaç var. Suyun kaynamasına ihtiyaç var. Bütün bunlar birleştiği zaman çay oluyor. Aynı onun gibi o bir küme. O kümeyi birleştirmeden olmaz. Suyun var, demliğin var her şeyin var, çay otu yok gene çay olmaz. Çay otun var, suyun var demliğin var, her şeyin var ateşin yok gene olmaz. Onun için sadece bir tanesi onun için “o küme tamamlanmadan hüküm verme[3]” diyor Allahüteala. Şimdi bunlar da öyle. Şimdi sorulara geçelim.
(Bir katılımcı soru soruyor, soru anlaşılmıyor.) Sırf kendini değil başkalarını da yakıyor tabi. Bir ümmet yanmış burada. Bakın bu yanlışlar üzerine bir usul-ü fıkıh oluşmuş değil mi? Bir usul-ü tefsir oluşmuş. Bu yanlışlar ilim olarak gelmiş bize. Bu yanlışlar fıkıh olarak gelmiş bize bu yanlışlar tefsir olarak gelmiş bize. Küçük bir fitne değil bakın. İptidai fitne değil. Adam iyi niyetli olsa da yine fitne çıkıyor.
(Bir katılımcı “Nisa 59’un sonunda[4] “er-resulu” diye ayrıca belirtilmiş olması müstakillik ifade eder mi?” diye soruyor.) Müstakillik olmaz. Bak şimdi diyor ki Allahütealâ: “Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini, size öğüt vermek üzere indirdiği Kitab’ı ve hikmeti hatırlayın. (Bakara 2/231)” Hu zamiri tekildir. Resul kendisi açıklama yapmıyor. Ama biz ayetler arasındaki ilişkiyi kurduğumuz zaman resulün yaptığı oradaki hikmeti öğretmekten başka bir şey değil. (Şöyle de anlaşılabilir bilmediğiniz şeyi Allah’a döndürün ve resulün de Allahın ayetlerinden çıkardığı neticeye) Şüphesiz resul olmazsa olmaz ki. Allahütealâ onu bize örnek yapmış. Şurada bir çay yaparken bile… (anlaşılmıyor) Peygamberimiz bize her hususta örnek. Örneksiz olur mu? Peygamberimiz bir örnek olmuş. Bakın işte ayetleri birleştirdiğimiz zaman Peygamberimizin örnekliği, oradaki hükümleri bize bildirmesi ne kadar net şekilde ortaya çıkıyor. Ama ayetler arasındaki ilişkiyi kopardığımız zaman adeta bir gökten atılmış bir insan gibi oluyor ne yapacağımızı şaşırıyoruz.
(Enes Hoca: Nur 51. Ayeti okuyor) “Müminlerin sözü sadece şudur Allaha ve Resulüne çağırıldıkları zaman…” Allaha ve Resulüne bak… “li yahkume” “…hüküm versin diye (Nur 25/51)”. Allahın hükümlerini bize bildirmiyorsa zaten resul olmaz ki. Kendi sözünü söyleyene resul denmez. Başkasının sözünü söyleyene resul denir. Eğer Allah’ın hükmünü bize bildirmiyorsa ona resul denmez ki? Onun için “li yahkume” “li yahkuma” değil.
(Enes hoca İbni Teymiye’nin bir kitabından sünnetin işlevlerinin anlatıldığı yeri örnek veriyor, tamamı anlaşılmıyor.) Şimdi baştan bir yanlış yaptılar. Böyle bir şey yok. Şimdi o yanlışın üzerine yapılan binalara bakın. Yani denizin üstüne bina yapıyorsun. “Kuranı Kerim’in kapalı geçtiği şeyleri açıklamak.” diyor. Kuranı Kerim’de “müzmen” var mı? Allahütealâ demiyor mu: (Nahl 89’u[5] okuyor) Her şeyi açıklayacak dini açıklamayacak! Bu bir. İki, ne yapacağı anlaşılmaz bir şey açıklamaya kavuşturuyor. Bazı lafızların manasını açıklıyor. Kuran hükümlerini nesh ediyor. Bundan daha büyük fitne olur mu?
(Sonra bir soru ve kısa bir tartışma oluyor ama iyi anlaşılmıyor.)
Yazıya geçiren: Efe Mısırlı ([email protected])
[1] Ali İmran 3/191
[2] Ve böylece biz onu Arapça bir hüküm (hikmetli bir söz) olarak indirdik. Eğer sana gelen bu ilimden sonra, onların arzularına uyarsan, (işte o zaman) Allah tarafından senin ne bir dostun ne de koruyucun vardır. D.V. Meali
[3] Taha 7/114
[4] Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ulülemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah’a ve Resûl’e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir. (Nisa 4/59 D.V. Meali)
[5] Sana her şeyi açıklayan ve Müslümanlara doğruyu gösteren bir rehber, rahmet ve müjde olarak Kuran’ı indirdik.