ABDULAZİZ BAYINDIR: Değerli İzleyiciler, bugün yayınımıza birazcık geç başlıyoruz. Hem vakfımıza kadar gelmiş olan değerli dostlarımız ve sizleri epeyce bekletmiş olduk. Bu elde olmayan teknik sebeplerle oldu. Onun için kusurumuza bakmayın. Şimdi yayına başlıyoruz. Yine bir buçuk saat sürecek. İnşallah bir sıkıntı olmadan yayını sonuna kadar devam ettiririz. Bugünkü konumuz; Kira Sertifikaları Faizsiz Ürün müdür? Biliyorsunuz bir müddetten beri Türkiye’de kira sertifikası adı altında yada faizsiz sukuk adı altında yeni bir’bankacılık dili ile-enstürman ortaya çıkarıldı. İşte insanlardan para temin edilerek finansman sağlanması yoluna gidiliyor. Ve bunun da faizsiz olduğu söyleniyor. Finansman sağlanması kelimesi de tabi artık dilimize oldukça yerleşti ama finansman fransızcadır. Bir iş yapan kişiye ihtiyacı olan parayı temin etmek anlamında kullanılır. Para sahibi bedava kimseye parasını vermez. Bir teminat ister, ondan sonra da gelir elde etmek ister. Borca karşı elde edilen gelir faizdir. Dünyanın her yerinde faizdir. Birsine borç vereceksiniz para, artı şunu isterim dediğiniz zaman ona her tarafta faiz denir. Zaten Resulullah da “faiz sadece borçta olur, faiz sadece vadeli borçta olur” diyerek bu tanımlamayı yapmıştır. Bu şekilde bir yola gidildi Türkiye’de. Araplarda da bu epey zamandır konuşuluyordu tartışılıyordu. Bunun benzeri Osmanlı zamanında da vardı. Ondan önce Selçuklu zamanında Orta Asya’da da vardı. Bunlar nedir acaba? Gerçekten faiz midir? Faizsiz olduğu söylenerek insanlar bir şekilde aldatılıyorlar. Bugün inşallah onu anlamaya çalışacağız. Bugün karşınıza iki kişi olarak çıktık. Daha önce çok kişi çıkardık. Uzamanlık gerektiren bir konu. Yanımızda İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Entitüsü’nde İslam İktisadı Ve Finans Ana Bilim Dalı Başkanı olarak görev yapan Prof. Dr. Servet Bayındır var. Servet Bayındır bu konularda özel çalışması olan bir arkadaşımız. Vakfımız tarafından yayınlanan İslami Finas diye daha yakın zaman önce: 1-2 ay oldu değil mi? Kısa bir süre önce yayına çıktı. İslami Finas diye kitabı çıktı. Bu kitapta tüm bu işlemlerin tarihi geçmişi, bugünkü uygulaması, uygulamadaki yanlışlar tümüyle anlatılıyor. Bugünkü dersi yapmamıza sebep olan Albaraka’nın 7 Nisan tarihi itibariyle piyasaya sunduğu kira sertifikaları. Faizsiz olduğu söylenen kira sertifikaları. Gerçekten faizsiz midir değil midir onun irdelenmesi olacak inşallah. 17. asırdan itibaren kağıt para ciddi anlamda piyasaya girmeye başlamıştır. Bunu ilk önce İngilizler kurdukları merkez bankası ile kendilerinde bulunan altına karşılık. Merkez bankasının kasasında bulunan altına karşılık kağıt para üretmişlerdir. Bu ürettikleri kağıt para ile merkez bankasının kasasındaki altın işe fark giderek açılmış ve 1930’lu yıllarda İngilizlerin karşılıksız para bastığı ortaya çıkmıştır. Sonra 40’lı yıllarda İngilizler dünyadaki ekonomik liderliği kaybetmişler, Amerikalılar’a devretmişlerdir. Bu defa Amerikalılar altın karşılığı para bastıklarını söyleyerek piyasaya dolar sürmüşlerdir. Doların altın karşılığı oluşu da Niksın zamanında resmen bitirilmiştir. Şu anda dünyada piyasalarda dolaşan paraların hiç bir karşılığı yoktur. Yani şimdi siz şu salonu ağzına kadar dolduran dolar,sterlin, euro alın ve bu doları üreten kuruluş ben bunu yürürlükten kaldırdım der ise burayı ağzına kadar dolduran onların tek değeri hurda değeridir başka hiç bir değeri yoktur. Şu anda dünyada gerçek değeri olan tek bir para birimi yoktur. Sadece şu demir paralar hariç. Çünkü bunu ne kadar kaldırsan en azından demirdir. İş görür. Ama bu paraların hiç bir değeri yoktur. Değersiz olduğu için çok kolay üretiliyor. Millet de bunu para diye alıyor. Mesela ben bu parayı birine verdim mi mal alabiliyor. O da büyük bir zevkle bunu satıyor. Öyle olunca kağıttan para üretmek çok kolay. Şunun üzerine 20 yazdığın zaman 20 lira oluyor, 200 yazsan kaç lira olur? 200 lira. 2000 yazsan 2000 lira olur. Ama altın öyle değil ki. Altından para bastığınız zaman gramına ve ayarına bakıyor insanlar. Siz 10 gram altının üzerine 100 gram yazsanız kimse 100gr kabul etmiyor. 1000 yazsan 1000 gr yazmıyor. O altının değeri 22 ise 22, 24 ise 24, 12 ise 12. Bunu kimseye yutturamıyorsun. Eskiden şöyle yapılırdı: içerisine demir koyar içerisine altın levha ile kapatır, insanları o şekilde aldatırlardı. Ona setâka derlerdi Osmanlılar’da. Üç kat para. En altta en üstte altın, ortasında demir. Böyle bir dönemde yaşıyoruz. Para bir taraftan böyle istismar edilmiştir ve faiz devreye giriyor. Mesela faiz hiç bir ekonomik faaliyet değildir. Bakın şimdi biz buradayız, şurada bir bardak su var, önümde bir bilgidayar var, bir kalem var. Biraz sonra herkes yemeğini yiyecek, hiç kimse sofrasına para verip yemez değil mi? Benim canım dolar çekti bir tabak dolar getirir misin der mi kimse? Ben de sterlini çok severim sterlin şeyi getirsin demez hiç kimse. Öbürü de ya şu demir paraya hayranımdır epey zamandır yememişimdir getir de şu paradan yiyeyim demez. Yani sonuç olarak para insanların hiç bir fiziki ihtiyacını sağlamaz. Ne elbise olur ne ayakkabı olur ne yemek olur ne ekmek olur hiç bir şey olur. Ama çok önemli bir özelliği vardır. Vücuttaki kan gibi bağırsaklarda işlenen gıdaları alır götürür karaciğere, karaciğerdeki işlenenleri götürür bütün hücrelere, akciğerdekileri alır götürür bütün hücrelere onların atıklarını alır ilgili yerlere götürür ve ilgili alanlara götürür ve vücut çalışır. Para da aynen o şekilde gider falan yerden un alır getirir nakliye ücreti bununla ödenir, unun ücreti bununla ödenir. Ekmek alınır bununla ödenir. Oradan mahallenizdeki dükkana gelir ondan ödersiniz, mahalledeki bakkaldan alırsınız bundan ödenir. Ekmeğin yanında başka şeyler de alırsınız. Yani eşyaya bedel olan bir vasfı vardır. Peki bu süre içerisinde bu para ne artar ne azalır. Tıpkı vücuttaki kan gibi ne artar ne azalır. Fakat devreye faiz girdiği zaman: para insanların hiç bir fiziki ihtiyacını görmez ama o fiziki ihtiyaçların hepsi para ile görülebilir. Böyle bir özelliği vardır paranın. O zaman insanların paraya ihtiyacı olur. İnsanların bu paraya ihtiyacı faiz yoluyla ciddi anlamda istismar edilir. Faizli borç olarak verirsiniz. Dersiniz ki al şu 100 lirayı bana bir ay sonra 110 lira ver. Peki hangi ekonomik faaliyet yaptın? Hangi malı üretiyorsun sen bana 100 lira verip 110 lira almakla? Bu iki işlem, 100 lirayı 110 liraya değiştirmekle su mu ürettin, ekmek mi ürettin? Hiç bir şey yok. Ben o 100 lirayı alır da iş yaparsam orada bir takım üretim olur. Peki aldım ürettim günü geldi parayı bulamadıysam ne olacak? Geçenlerde oldukça büyük bir ekonomik kuruluşun sahibi ile yöneticisi ile. Ceo deniyor değil mi üst yöneticisine? Ceosu ile üst sahipleri ile beraber oturuyoruz bir yerde. O ceosu bana dedi ki; “ya Hocam faiz haram ama faiz yasak peki ben bir iş yapacağım param da yok. Başka nasıl bulacağım” dedi. Dedim bak sen büyük bir ekonomik kuruluşun en tepesindeki bir adamsın dedim. Bayağa büyük yani ufak tefek bir şey değil. En tepesindeki adamsın, bu işleri sana tarif etmeme gerek yok. Sen bu işi çok iyi bilirsin dedim. Senin kaç liraya ihtiyacın var? Farzet ki 1 milyon liraya. Ben sana şimdi 1 milyon lira vereceğim, senden faiz istemiyorum. 6 ay sonra 800 bin lira istiyorum dedim. 800 bin lira ver. O şartla. Vermezsen teminatını alırım, iş yeri teminatı alırım, şunu yaparım, bunu yaparım. 200 bin lira da senin olsun istrmiyorum. Sen 6 ay sonra 800 bin lira verebilir misin bana dedim. Yok dedi. Ne yapacaksın? Tekrar borçlanacaksın değil mi? “Haa tamaaam!” dedi. İşte bu kadar. Bakın ben senden faiz istemiyorum, eksi faizli veriyorum. Paranın piyasada gördüğü iş ile mal ve hizmetin gördüğü iş arasında çok büyük bir fark vardır. Bunlar müthiş bir şekilde istismar edilir. Allah Nisa suresinin 29. ayetinde şöyle diyor; NİSA, 29.. Ayet: Ya eyyühellezıne amenu la te’külu emvaleküm beyneküm bil batıli: müminler, mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin”. Mallarınızı yemeyin me demek? Benim reel olarak yani az önce söyşedik: insanın asıl ihtiyacı mala ve hizmetedir. Bu ayet mal ile hizmete ticaret adını veriyor. Biraz sonra tamamını okuyacağız. Yani mesela siz buraya kadar gelirken bir hizmet alarak geldiniz. Bir otomobile bindiniz. Kendi otomoniliniz maldır sizin için, para vererek almışsınızdır. E şimdi buradayız bir hizmet alıyoruz elektrikler yanıyor. Bir hizmet alıyoruz şu anda yayın yapıyoruz. İhtiyacımız bu ama bu mal ve hizmeti para ile almak kolay. Başka şekilde almak sıkıntılı. Dolayısıyla paraya ihtiyacımız var. Yani asıl ihtiyaç mal ve hizmetedir de onu elde etmek için paraya ihtiyaç var. Allah diyor ki asıl ihtiyacımız olanlarla ilgili olarak; “mallarınızı aranızda batıl sebeplerle yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yaptığınız ticaret olursa o başka”. Yani o razı sen razısın, ticaret net bir şekilde var. Peki faiz ticaret midir? Ticaret nedir? İki farklı malı değiştirmektir. Benim ekmeğe ihtiyacım var, al şu parayı ver bana ekmek. Onun da paraya ihtiyacı var, değişriririz. Bu bir ticarettir. Benim efendim buradan taksi ile bir yere gitme ihtiyacım var, taksi gelir binerim. Taksi şöförüne de parayı veririm tamam. Ben hizmet aldım para verdim. Bu bir ticarettir. Ama diyor bunu haksız yollarla yapmayın karşılıklı rıza ile olsun. Peki böyle yapmazsak ne olur ya Rabbi? “illa en tekune ticaraten an teradım minküm “ve la taktülu enfüseküm: kendi kendinizi öldürmeyin”. Faiz toplumu öldürür. Bugün hatta az önce bahsettiğim o büyük ekonomik kuruluşun sahiplerinden bir tanesi bana dedi ki onlarla toplanmadan önce; “ya Hocam, yani tamam faiz haram yasak ama biz bu işleri nasıl yapacağız?”. Dedim “bak, sen dünyadaki ekonomik gidişatın nasıl olduğunı gayet iyi biliyorsun. Yabancı dil problemin yok çok iyi biliyorsun. Söyle bana bakayım, bu günkü kredi sistemi ekonomik kuruluşları kendisine köle yapmadı mı? Devletleri köle yapmadı mı? İnsanları köle yapmadı mı? Sen kendini büyük bir ekonomik kuruluşun sahibi olarak görüyorsun ama o faiz babaları isterlerse yarın senin işine son verirler. Aslında sen onların bir çeşit taşeronusun”. Hemen sustu. Daha ikinci cümleyi kullanmadı. Bugün devletler öyle. Dünyada kölw sistemi vardır tam anlamıyla. Geçenlerde istatistikler yayınlanmış. Vaktimizi almasın diyre buraya getirmedik onu. Amerika ve Çin dahil, Suudi Arabistan dahil, Katar dahil bütün ülkeler borçlu. Bütün hane halkları borçlu. Bütün ekonomik kuruluşlar borçlu. Peki alacaklı kim? Dolayısıyla bu yapı içerisinde müslümanların konumu ne? Ama bakıyorsunuz ki müslümanlar kişiliklerini tamamen kaybetmiş vaziyetteler. Kişilik diye bir şey kalmamış. Ama müslüman olarak da gözükmeleri lazım. Öyle bir yol izleyeceksiniz ki faiz değilmiş gibi gözülecek ve işi götüreceksiniz. Bakın burdan tarihini gelmeden bakacaktım ama şu anda aklıma geldi bakamadım herhalde bi 10-15 sene kadar önce Almanya’da bir kuruluş faizsiz finansmana karar vermiş. Gayrımenkul finamsmanı yapan bir banka. Bana telefon ettiler bu konuda bize danışmanlık yaparmısın diye. Dedim danışma kurulunuzda kimler var? Araplardan tanıdığım birkaç kişinin adını söyleyince kusura bakmayım dedim onların olduğu bir yerde ben kesinlikle bulunmam dedim. Çünkü onlar zenginlerim gözüne bakar hangi fetvayı isterlerse onu verirler. Yakından tanıdığım için. Neyse. Daha sonra telefon açtılar “peki gelsek görüşemezmiyi?”. Dedim buyrun gelin görüşelim. Geldiler oturduk akşama kadar konuştuk. Bakın çok önemli: o bankanın genel müdürü ve finansman müdürü gelmişti buraya. Bankanın adı Almanca bilmediğim için aklımda kalması da mümkün değil. Bir tane de tercüman getirmişler. Bir arap getirmişlerdi. Bizden de Mustafa Evli’yi götürdüm o tercümanlık yaptı. Orada adam dedi ki; iki senedir dedi, bazı ülkeleri saydı oralara gidiyoruz, bu faizsiz finansman nasıl yapılır onları şey yapıyoruz ama hiç tatmin olamadım dedi. Söyledikleri ne dedim. Dedi ki; “biz gayrımenkul finansmanı yaparız”. Sen de bunu kesinlikle söyleyeceksin diye düşünüyorum, istersen sen onu bizim bugüm yapılan ile banka ismi vermeden anlatabilirsin bugünküler nasıl yapıyorlar. Murabahayı nasıl yaptıklarını şey yapayım. Adam bana dedi ki; “birisi gelecek bir tane ev alacak. Kaç lira? Diyelim 100 bin euro. Ben şimdi ona vekalet vereceğim, diyeceğim ki git o evi benim adıma al 100 bin euroya. Ondan sonra gelecek ben de ona bankamızon finansman şartlarıyla satacağım. Mesela normalde diyelim ki bu süre içerisinde yüzde 30 faiz binmesi gerekiyorsa 130 bin euro. Tamam”. Peki dedim sizin satın alma ve satma yetkiniz var mı? Hayır biz sadece finansman yaparız. Bunu nasıl yapacaksınız dedim. Dedi ki; “resmiyette değil sadece lafla. Adama diyeceğiz ki seni vekil ettik, o da gelecek sadece lafla hiç bir evrak yok h bir şey yok”. Dedim ya böyle şey olur mu? Adam dedi ki; “zaten bana söylediler ama ben bunu vicdanıma yediremem ki. Ben birisine söylemeye utanırım” dedi adam. Düşünebiliyor musunuz Alman’ın ifadesi bu. Ve buna islam deniyor. Siz gayrımüslim olsanız bunu söyleyen bir adamın dininin Allah’ın dini olduğunu kabul edebilir misiniz? Bu insanlar yarın ahirette Allah’ın huzurunda bunlardan hesap sorar “hani sizin dininiz hak dindi? Ben 2 sene sizin peşinize geldim bana bu dini dünyanın en yalancı organizasyonu olarak gösterdiniz” demez mi? Bugün nasıl yapılıyor murabaha?
SERVET BAYINDIR: Onu şöyle söyleyeyim: Malezya’da bizim sınıfta 2 tane çinli vardı. Bunlar Budist fakat biri finans bölümünü bitirmiş İngiltere’de, birisi hukuk bölümünü bitirmiş uyanık çocuklar. Hoca derste bunu anlatıyor. Murabahayı anlatıyor. Buna murabaha deniyor. 2001 yılına kadar Türkiye’deki o zamanki özel finans kurumları bugünkü katılım bankaları normalde bir malı: evi arsayı aracı satın alıyor, mülkiyeti üzerine geçiriyor, faturayı kendi üzerine kesiyordu daha sonra bunu müşteriye vadeli olarak karla satıyordu. Fakat 2002’den itibaren bu kanun değiştirildi. 2002’de değişti 2005’te de yeni kanun çıktı. Onunla daha da pekiştirdiler. Yeni bankacılık yasası. Dolayısıyla şu anda aynen hocamın anlattığı gibi yapılan şu: siz gidiyorsunuz bir bankaya. Zaten kanunen kanun gereği bankaların bir malı satın alması ve satması mümkün değil.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugün finans kurumları satın alıp satabiliyorlar. Bu mevcut 5144 sayılıydı yanlış hatırlamıyorsam. O 2005’de çıkan yürürlüğe giren kanunda isterlerse gerçekten alım satım yapabilirler ama isterlerse yüzde yüz faizli banka gibi de çalışabilirler.
SERVET BAYINDIR: Birinci şık yok kanunda. Kanuna göre satın alamıyorlar.
A.BAYINDIR; Kanunda var ama ben bu işi bıraktıktan sonra kanun değiştiyse bilmiyorum.
SERVET BAYINDIR: Kanuna göre muhasebe kayıtları bakımından, diğer işlemler bakımından kendi mülkiyetine alıp ancak kendi özel hizmetleri için özel amaçları için satın alabilir. Yoksa normalde bir müşteriye bir araç, arsa, ev satmak için alamaz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O kanun çıkmaması için ben o zamanın başbakanına, o zamanın ilgili bakanlarına birer mektup yazmıştım. Şu kitapta var o. Bu kuruluşun danışmanıydım, o kanun çıkınca onlar beni ben onları bıraktık. Zaten birlikte olmamızın hiç bir anlamı kalmadı.
SERVET BAYINDIR: Murabahayı anlatayım da Çinliye tekrar döneceğim. Onu unutmayacağım. Yapılan şu: efendim bir araba satın almak istiyorsanız bankaya başvuruyorsunuz. Banka sizi inceliyor araştırıyor. Eğer sizinle bu işi gerçekleştirmek istiyorsa sizi sözlü olaral yahut da bazen şöyle bir belge de veriyor yani. Benim adıma sizi vekil kıldım. Gidin o aracı, o malı benim adıma anlaştığımız fiyattan satın alın ve kendinize ana maliyeti artı anlaştığımız karla kendinize benim adıma satın diyor ve vatandaş gidiyor aracı/arsayı/konutu satın alıyor. Aslında resmi bütün işlemler vatandaş ile satıcı arasında cereyan ediyor. Bankanın tek yaptığı, satıcının hesabına parayı gönderiyor, alıcıyı da borçlandırıyor. Ve hukuken muhasebe kayıtları bakımından hukuk karşısında yarın bir ihtilaf çıksa hukukun önüne gitseler hukuk karşısında banka ne satıcı ne alıcı hiç bir şey değil. Bankanın yaptığı,o mal için finansman sağlamış olmak.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani faizli finansman.
SERVET BAYINDIR: Bunu Malezya’da hoca anlatıyor. Bu Çinli dinledi diledi dedi ki; “nedir bu ya! Bu oyun, oyun oynuyorsunuz siz” dedi. Çinli dediğim gibi budist. Malay, müslüman hoca. İslami finansal ürün diye anlatıyor. Bu ne ya dedi bu oyun dedi. Siz dedi faizli finansal ürünleri replike etmişsiniz kopyalamışsınız islami finansal ürün diye millete anlatıyorsunuz. Yani bir çinli buna isyan etti orada. Ona bizzat şahit oldum.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Alman da bana dedi ki; “ya ben bunu nasıl yaparım! İnsanların yüzüne nasıl bakarım? Böyle şey mi olur” dedi. Ben şimdi ordan anladım, onların olduğu bir kurulda ben danışmanlık yapmam demem adamların hoşuna gitmiş demek ki geldiler yani buraya. Sonra onlara birgün akşama kadar oturduk bizim Mustafa Evli de oranın kanunlarını, ekonomik yapısını iyi biliyor şey yaptık. Orda nasıl davranacaklarını kendi kanun yapılarına göre ortaya koyduk. Akşam üzeri tamamen yeni sistem kurduk onlar için şöyle şöyle yaparsınız diye. Onlar da tatmin oldular. Sonra bir de Frankfurt’da bir toplantı yaptık. Fakat daha sonra nasış olduysa bankanın yöneticileri arasında bir anlaşmazlık çıktı ve devam etmedi o iş.
Kur’an’da Allah Bakara suresinin 275.ayetinde şöyle diyor; BAKARA, 275.. Ayet: Ellezıne ye’küluner riba: faiz yiyenler”, “la yekumune illa kema yekumüllezı yetehabbetuhüş şeytanü minel mess: şeytanın aklını çelip”. Akıl karışıklığı mutlaka yaparlar. Öyle bir yaparlar ki zannedersiniz doğrı yapıyor. “Aklını çelip kafasını karıştırdığı kişinin davranışı dışında bir davranış yapmazlar”. “zalike bi ennehüm kalu innemel bey’u mislür riba: bu şundan dolayı: derler ki ; alım satım da faiz gibi”. Alım satımı faize benztirler. Niye? “Ya kardeşim akıl var mantık var. Sen şimdi 10 liraya aldığın bir malı bir ay vadeli 11 liraya satıyormusun? Evet. Ben de 10 lirayı 1 ay vadeli 11 liraya satıyorum. O helalsa bu da helal”. Güzel de sen verdiğinin aynısını alıyorsun ben farklısını alıyorum. Ben bir kupa alıyorum, bunun fabrikası yeni kupa üretme imkanı buluyor insan bundan yararlanıyor. Bunun çamurundan en son pazarlamasına kadar dünya kadar insan bundan istifade ediyor ama sen 10 liraya 11 lira dediğin zaman hiç kimse herhangi bir mal ve hizmet üretimi yok. Adam o parayı kullanırsa var. Allah diyor ki; “ve ehalellahül bey’a ve harramer riba: Allah alım satımı helal faizi haram kılmıştır”. “fe min caehu mevızatüm mir rabbihı fenteha: kime rabbinden bir öğüt gelir de bu işi bırakırsa”, “fe lehu ma selef: daha önce aldığı faizler onun olur”. Tevbe ettin bir daha hesapları karıştırmana lüzum yok. “ve emruhu ilellah* ve men ade fe ülaike ashabün nar: ama faizciliğe devam ederse bunlar cehennemliktirler”. Allah’ın ayetini duyduktan sonra hala faizciliğe devam ederse cehennemliktirler. Ölümsüz olarak ordadırlar. Ben böyle yerlerde hemen ilk önce AdemAs’ı hatırlıyorum. İlk önce aklıma gelen odur. AdemAs biliyoruz. Öğretmeni Allah. Allah Ona her şeyi öğretmiş. Bulunduğu yerde bütün ihtiyaçları var. Hiç bir şeye ihtiyacı yok. Melekler kendine secde etmiş. O konuda da herhangi bir endişe yok. Melekler de secde ettikten sonra kendisinin karşısında bir tek kendi ve Allah. Başka bir şey kalmadı. Maddi olarak da bütün imkanları önünde. Allah diyor ki bak İblis senin düşmanındır. İblis secde etmiyor ya. Bunu kendine düşman bil diyor. Fakat İblis, Allah’tan izin istiyor diyor ki; “ya Rabbi”. İlk mürted olan İblis’tir. Mümin idi Allah’a baş kaldırdı ve kafir oldu. “Eba vestekbera kane minel kafirin; kendini büyük gördü, direndi ve kafirlerden oldu”. Kafir değildi. Kafir olduktan sonra Allah mürtedi öldürüyor mu? Hayır. Kuranda mürtedlerle ilgili hüküm İblis’’deki hükümle bire bir aynıdır. Ali imran suresinin 87.ayetine bakın bire bir aynıdır. Allah lanetledi. Nedir? Kovdu. Bulunduğu yerden kovdu. İblis dedi ki; “bunların yeniden dirileceği güne kadar beni yaşat bana imkan ver”. Peki imkan verdim dedi. Bakın öldürmüyor. Ömrünü de uzatıyor. Ondan sonra dedi ki; “ben doğru yolun üstüne oturacağım”. Bunda da bir engel yok. Çünkü insaları imtihan için yaratmış. Öğretmeni Allah olan, maddi hiç bir sıkıntısı olmayan Adem ve eşi Havva. İblis insanları zayıf tarafını gayet iyi biliyor. Çünkü İblis mukarreb meleklerden. Nasıl isyan ediyorsa kavuluyor. Şeytan zaten uzaklaştırılan, haktan doğrudan uzaklaşan demektir. İnsandan da olur cinden de. Cin, gözükmeyen varlık demektir. Melekler de gözükmüyor. Geliyor Adem’e diyor ki. Tabi çok böyle vesvese şeklinde. Allah her şey serbest, şu ağaca yaklaşmayın diyor. Bir tane yasak koymuş. İmtihan edecek. Ama bak dikkat edin bu İblis sizi bu bahçeden çıkarabilir diyor. İblis geliyor,vesvese fısfıs tabi. Ben şöyle düşünüyorum: AdemAs diyelim ki Servet gibi duruyor orada. Diyor ki; “ya şu ağaç var ya” diyor. İlk imtihan ekonomi ile alakalı dikkat edin. “Vay be şu ağaçtan bir yiyen adam ne olur biliyormusun” diyor “ölümsüz olur ya”. Dünyada yaratılmış. Tefsirlerde sayısız yanlışlardan bir tanesi de dünyada yaratılan ademi götürür taa ahirette gidilecek cennete koyarlar. Cennet bahçe demektir. Dünyadaki bir bahçe. Ama Allah’a şükür ki eski ulema bu görüşteler yani. Sonradan o hale getirmişler. Diyor ki; “şu ağaçtan yiyen adam ne olur ya” diyor. Kendi kendine konuşuyor gibi yapıyor ama Adem de duyuyor tabi. Direk Adem’e dese Adem yemez. Çünkü sen benim düşmanımsın. Vesvese kelimesi fıs fıs fıs diyoruz ya işte o. Diyor ki “şu ağaçtan yiyen ölümsüzleşir”. Halbuki Allah Adem’e burada yaşayacaksınız burada öleceksiniz tekrar bu topraklarda yeniden dirileceksiniz demiş. Öleceğini biliyor Adem. Bunu bir yese ya ölümsüz. Kim istemez. İşte falan yerde âbuhayat varmış, bir yerde bir su var o sudan içen ölmeyecekmiş dense herkes her şeyini verir oraya gitmek için. Sadece ölümsüz değil bitmez tükenmez bir saltanat. Ey Adem, Allah senin öğretmenin bilmiyor musun ölümsüzlük sadece Allah’tadır? Bilmiyor musun yok olmayacak saltanat sadece Allah’tadır? Ama çok hoşuna gidiyor. Celbediyor. Bunu bir elde edeyim nasılsa tevbe ederim. Genellikle öyledir. Ve o ağaçtan yiyor. Yiyince biliyorsunuz elbiseleri açılıyor ve o bahçeden kovuluyor. İnsanlara da bakıyorsunuz ki bugün dünyada asıl imtihan bu işte. Nedir o? Dünyayı ahirete tercih meselesi. Çok zor bir imtihandır bakın. Öğretmeni Allah olan, bulunduğu yerde be bir medya var ne efendim işte kötü diziler var ne efendim sokakta bir takım insanları saptıran bir şey. Hiç bir şey yok. Maddi sıkıntısı da yok. Şikayet edecek hiç bir şeyi olmadığı bir yerde bulunan Adem’i dünya ile kandırdı ya, işte asıl imtihan bilgi imtihanı değil. Bilgi olsa kurana baktığımız zaman dünyaya gelmiş gelecek en bilgili kişi Adem’dir. Çünkü o bilgiyi Allah Ona yazıyla da öğrettiğini söylüyor. En bilgili kişi Odur. Peki niye? İmtihan bilgi imtihanı değiş değerli izleyiciler. Buna çok dikkat edin. İmtihan, ahireti dünyaya tercih edip etmeme imtihanıdır. Önünüze bir sürü imkanlar geçer, şunu bir yapayım da sonra tevbe ederim dediğin an imtihanı kaybedersin. Allah ne diyorsa o dersen teslim olursun. İşte teslimiyet. Ya tamam ama konjöktür! Hep öyle derler. Şartlar uygun değil! Ya kardeşim şartlar uygun olsa imtihan olur mu? Şartlar ne olursa olsun ya Rabbi ben senin kulunum. İşte Allah’a iman burada ortaya çıkar. Demek ki sen Allah’ın emrine uyduğun takdirde işlerin iyi gideceğine güvenmiyorsun. Allah’a güvenin yok. Efendim biz Allah’ım varlığını birliğini inkar etmiyoruz! İblis inkar etti mi? Bir bakın bakalım herhangi bir yerde var mı? Hatta kelam kitaplarında da var. Geçende bir televizyonda baktım bir hoca konuşuyor; Mümin nedir: Allah’ın varlığını ve birliğini kabul eden! Allah’ın varlığını birliğini kabul etmeyen bir tane adam gösterin yeryüzünde ateistler de dahil. Ne demek bu. Siz hiç kuran okumuyor musunuz? Allah’ın emirlerine teslim olabiliyor musunuz? Allah ne diyorsa o diyebiliyor musunuz? Demenin elbette ki bir bedeli olacak. O bedeli ödemezsen teslimiyet olmaz imtihan olmaz.
Bugün kira sertifikaları yada sukuk dediğimiz şey. Bunun temel mantığı ne? Tarihi arka planı ne? Bir kitap yazdın İslami Finans diye. Çıktı. Prof.Dr.Servet Bayındır. İslami Finans, bizim SüleymaniyeVakfı Yayınları’ndan çıktı. Bugün konuşacağımız konuların tarihi arka planı, bugünkü uygulaması her şey burda var değil mi?
SERVET BAYINDIR; Müsaade ederseniz az önceki sizin konuşmalarınızdan aldığım bir not var oradan devam edeyim. Birinci olarak Nisa suresi 29.ayet. Bu ayette “aranızdaki mallarınızı birbiriniz aranızdaki transfer karşılıklı rızaya dayalı ticaretle olsun batıl yollarla olmasın”. Burada temel kural var. Peki batıl yollar nelerdir ya Rabbi diye sorduğumuz zaman yine kurana, burada da işte hırsızlık, gasp, rüşvet, din sömürüsü ve biri de faiz olarak karşımıza çıkıyor kuranda. Dolayısıyla biz, hadi diğerleri konusunda bir ittifak var. Hırsızlığın gasbın yanlış olduğu, yapılmaması kaçınılması gereken davranışlar olduğu konusunda bütün insanlık ittifak etmiş durumda. Faiz konusunda halen daha insanların kafası biraz bulanık. Dolayısıyla bizim bundan sonraki bütün ürünlere, sertifikalara vs. fıkhi anlamda islami anlamda bakarken soracağımız soru şu: bu ayetteki iki şıktan hangisine giriyor? Ticaret kapsamına mı giriyor yoksa batıl yöntemlerle mal transferi yöntemlerinden birisine dolayısıyla faiz kapsamına mı giriyor? Aslında temel ölçü bu. Bu ölçüyü yakaladığımız zaman gerisi kolay. Bir diğer nokta: devletler, bireyler, şirketler belli zümrelerin kölesi haline geldiler dediniz. Zaten bu sertifikaların yahut da borçlanma ürünlerinin temelinde de bu yatıyor. Yani devletler, devletlerin alt birimleri(belediyeler vs) yahut da büyük şirketler özellikle dünyadaki, bir takım ellerindeki fon fazlalarını kullanmak için, fon fazlalarını kısa ve uzun vadeli değerlendirmek için birilerine aktarmak istiyorlar. Yahut da daha çok (devletler açısından düşündüğümüz zaman) fon açıklarını, sermaye açıklarını giderebilmek için kapatabilmek için elinde fon fazlası olan yani birikimi olan taraflara gidip diyorlar ki; bana para ver ben karşılığında size belge vereyim. Bu belge neyin belgesi? Adına tahvil deniyor, bono deniyor, security diyor ingilizcesi. Arapçası sukuk deniyor vs. vs. Aslında büyük oranda borç alan tarafın, bu devlet olur şirket olur birey olur borç verene, ben senden bu kadar meblağ borç aldım günü geldiği zaman bu ana parayı artı üzerine belirlediğimiz vade farkını faizi ödeyeceğimi gösteren bir borç belgesidir. Fakat bu, müşriklerdeki Bakara 275. ayette ifade ettiği gibi müşrikler nasıl ki alım satımla faizi birbirine karıştırarak insanların zihinlerini bulandırıyorlar, bu kavramlar da bugün dünyadaki bütün finans dilinde gerek kendisi islami diye adlandırılan gerekse normal geleneksel finansal literatürde birbirine karışmış durumda. Yani finansal literatür çok kirlenmiş durumda. Aslında yüzde 99.99’u faizli borç alışı verişinden ibaret olan işlemler, işte: bono alımı satımı, tahvil alımı satımı, tahvil ihracı vs.adlarla sözde insanların zihninden dikkatinden kaçırılmış oluyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Söylediğin şey bir şey hatırıma getirdi. Çok önemli bu sözün. Prof.Mehmet Yazıcı Hoca’yı tanırsın değil mi? Allah hayırlı uzun ömürler versin emekli oldu. O faiz diye bir kitap yazdı. Biz de biraz destek verdik kendisine islami açıdan. Bana geldi şunu söyledi. Doktorasını Viyana’da yapmıştır. Hem Almancası hem Fransızcası gayet iyidir. Dedi ki; “araştırdım, 1960’dan sonra faizle ilgili doğrudan yazılmış kitap bulamadım” dedi. Enteresan yani. Kafa karışıklığı deyince o aklıma geldi.
SERVET BAYINDIR: Dolayısıyla bu devletler büyük şirketler bu paraları sermayeyi bulurken kullandıkları yöntemlerden büyül bir bölümü borçlanma yöntemi. Bu faizli sistemde böyle. Tamam ama kendilerini islami finansal kurumlar şirketler yahut da islami sermayeye sahip belli devletler kişiler bu işi faizli enstürman adı altında bilinen geleneksel yöntemlerle kullandıkları zaman uyguladıkları zaman biraz itibar meselesi var biraz hitab ettikleri piyasa karşısında bunu tam izah edemiyorlar. Bir de gerçekten iyi niyetli olarak bu faizli finansal ürünlerin yöntemlerin alternatifi daha güzel daha doğru, islamın genel ilkelerine de uygun finansal yöntemler teklifleri de var. Teklif edilmiş. Bu teklifler taa 1940’lara kadar dayanıyor. İşte mesela 70’lerde Ürdün’de Suudi Arabistan’da Sudan’da Pakistan’da Özal döneminde (rahmetli) Türkiye’de Gelir Ortaklığı Senetleri vs. gibi
ABDULAZİZ BAYINDIR: Boğaz Köprüsü’nün gelirlerinin satılması gibi.
SERVET BAYINDIR: Yani İslami ilkelere de uygun olduğu düşünülen ve insanların da ister devletlerin ister şirketlerin bu anlamdaki ihtiyacına karşılık verebilecek nitelikteki finansal ürünler geliştirmeye çalışılmış. Bunlardan kimisi isabetli kimisi islami ilkelere uygun, kimisi de bizim tarihte aslında belki bin yıldır mevcut olan beylul istiğlal beylul ığne hatta teverruk diye adlandırılan, görüntüde efendim alım-satım, gerçekte öz itibariyle maksat mana ruh itibarıyla faizli birer ürün olan geçmişteki hileli uygulamaların bugünkü modern çağa aktarılmasından ibaret ürün. Büyül çoğunluğu bu şekilde. Büyül çoğunluğu bu minvaş üzere. Unutmadan söyleyeyim: böyle finans dilindeki kafa karışıklığını yeni dergide onu anlattım.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kitap Ve Hikmet dergisinin son sayısı. Henüz piyasaya vermedik. Şimdi burada konuşma başlarken yoktu, az önce geldi. Son sayısı tamamen faize tahsis edildi. Servet Hoca’nın da burada bir yazısı var. Benim de var. Fıtrata uygun ekonomik sistem nasıl olur diye şey yaptık. Servet Hoca’nınki de faizin tanımı meselesi diye bir yazısı var.
SERVET BAYINDIR; Bu konuyu dergide ayrıntısıyla anlattım. Arzu eden dinleyicilerimiz alıp okuyabilirler. Dolayısıyla işin özü bu. Şimdi gelelim bu güne. Sukuka geldiğimiz zaman, işte, teklif edilen işlemler. Deniyor ki: az önce bahsetmiş olduğunuz iş adamları, bunların yöneticileri.. Peki ben bir yatırım yapmak istiyorum. Diyelim bir hava alanı inşaa etmek istiyorum, otoban inşaa etmek istiyorum, köprü inşaa etmek istiyorum, normal rutin akışla(vergi olarak da düşünelim) rutin gelir akışları yetmiyor. Bir anda çünkü yüklü miktarda ihtiyaç duyuluyor. Bunu nasıl telafi ederiz. Bunu nasıl gideririz? İşte teklif edilen işlemlerden birisi mudarabaya dayalı sukuk. Yani devlete diyor ki; sen X projeyi devreye sokmak mı istiyorsun? Bir fon oluştur, millete ilan et, millet o fona para yatırsın, yatırdığı para karşılığında belgesini alsın. İşte bunun adına sukuk densin: belge, evrak. Dolayısıyla o fonda toplanan parayla o projeyi gerçekleştir. O projesi tasfiye et hayata geçir, sat onu paraya çevir ve hem kendi hakkını al hem de vatandaşın kârını ver. Dolayısıyla buna mudaraba sukuku deniyor. Veyahutta muşaraka sukuku var. Bir kısmını devlet yahut banka yahut şirket, bir kısmı sermayenin siz koyun sermayenin bir kısmını işte vatandaştan toplayalım ve bu toplanan sermaye ile bir AVM’yi inşaa edelim. İnşaa ettikten sonra AVM’yi satıp paraya çevirelim ve elde etmiş olduğumuz parayı aramızdaki hisselerimiz oranında paylaşalım. Veyahut da icaret sukuku var. İdeal anlamda icaret sukuku var. Örneğin sizin bir AVM’niz var. Bu AVM varsayalım ki yıllıl 100 bin lira kira geliri olan, hesabınızı yapmışsınız 100 bin lira geliri olabilir. Fakat ben bunu 10 yıl vadeli bu kira gelirini bir anda alabilsem belki de yeni AVM de inşaa edebileceğim. İşte diyor ki; bir şirket kur, bu AVM’yi o şirkete sat, o şirkette sukuk ihrac etsin. Yani evraklar ihrac etsin. Bu evrakları alan, o binanın evrakları oranında hissesi oranında sahibi olsun. Gerçek sahibi olsun. Ve bu AVM’yi de şirket bu sukuk sahipleri adına kiraya versin, kira gelirlerini sukuk sahiplerine aktarsın. Bu da çok ideal ve fıkhi anlamda mahzuru olmayan yöntemlerden bir yöntem. Bunun gibi selem var..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Burada faiz devreye girmediği için çok ciddi manada maliyet ucuzluğu olur. Bunu vatandaşlarımızın hesağ etmesi mümkün değil. Yani bugünkü maliyetlerin yüzde 5’ine kadar inebilir. Çünkü o kadar çok faiz devreye giriyor kartopu gibi büyütüyor ki şeyi..
SERVET BAYINDIR: Vatandaşı da devreye sokuyorsun. Mesela diyelim bir hava alanı inşaatı var. Diyelim ki 100 milyara ihtiyaç var. Bunu sukukla vatandaştan topluyorsunuz parayı. Devlet olarak siz de bunun idaresini yapıyorsunuz ve varsayalım ki hava alanı 20 yıllığına sukuk sahipleri adına kira veriyorsunuz, kira gelirlerini sukuk sahiplerine aktarıyorsunuz ve ondan sonra yap-işlet-devretin farklı bir türü. Ondan sonra da yine hava alanı devlete kalıyor. Veya köprü veya diğer. Yani bunlar mesela icaret hukuku yine leasing yöntemi ile veya normal icare ile örneğin diyelim ki Türk Hava Yolları X katılım bankasından işte bir uçak kiralamak istiyor. Şimdi THY varsayalım 100 milyon, bu 100 milyonu hemen verip uçağı almak istemiyor. Bankaya diyor ki; o 100 milyonluk uçağı al bana 5 yıllığına kirala. Banka da bir havuz oluşturuyor, milletten parayı topluyor özel havuza. Parayı yatıranlar aldığı belgeye icaret sukuku deniyor. Ve toplanan para ile uçak alıyor, ilgili tarafa kiraya veriyor, ordan aldığı kira gelirlerini eğer kendi payı varsa kendi payını ayırıyor, gerisini sukuk sahiplerine aktarıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu arada uçak düşecek olsa sukuk sahiplerinden gidiyor.
SERVET BAYINDIR: Riski de onlara ait. Mal sahibi onlar. Dolayısıyla yani işin özü bugün devletlerin gerek şirketlerin gerek bireylerin aslında islami ilkelere uygun olarak ortaklık temelli risk menfaat paylaşımı temelli her türlü ihtiyacını karşılayabileceği yöntemler aslında mevcut. Fazlasıyla mevcut. Fakat işte insanlar, az önce Hocamız’ın anlatmış olduğu şeytanın vesveseleri sebebi ile bu tür yollara değil de illa bir takım hileli yöntemlere başvurarak illa faizli olarak bu işlemleri yapma çabası, düşüncesi içerisindeler. Bu dünyada da böyle Türkiye’de de malesef böyle. Mesela Türkiye’de 2013..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şimdi sana bir hatıra isim vermeden söyleyeceğim. Televizyon ekranlarındayız, onlar da islam aleminde tanınan insanlar. Mekke’de bir toplantıda idik. İslam ekonomisi ile ilgili bir toplantıdayız. Türkiye’den sadece ben varım. Diğerleri hep başka ülkelerden. Senin de yakından tanıdığın bir zat kalktı orada dedi ki; ya işte şu ülkede şu bankaya gittim dedi. “Millete borç veriyorsunuz nasıl veriyorsunuz diye sordum. Dediler ki; adam geliyor diyor ki benim 1 milyon dolara ihtiyacım var. Tamam peki. Ne zaman ödeyeceksin? Bir sene sonra. Bir sene sonra ödeyeceğine göre 1 milyon 100 bin dolar verisen yeter. Anlaşıyorlar miktar üzerinde. Ondan sonra biz bunları hiç konuşmadık ha! 1 milyon borca 1 milyon 100 bim meselesini unut. Bitti. Haşa bu faiz olur! Olur mu! Ondan sonra diyorlar ki gel biz sana demir satalım. 1 milyon 100 bin dolarlık demir. Bedelini 1 yıl sonra ödersin. Tamam diyor alıyor. Depoda demir var, depoya haber gönderiyorlar, şu adama 1 milyon 100 bin dolarlık demir sattık. İyi. Şimdi demiri aldın. Senin hesabına geçti. Şimdi getir o demiri bize 1 milyon dolar peşine sat. Tamam sattım diyor. Alıyor o 1 milyon doları, cebinde 1 milyon dolar var borcu 1 milyon 100 bin dolar”. Tam karşısında oturuyor-o da çok meşhur, Türkiye’de adını bilmeyen çok az insan vardır-hoca. “Hocam sen bu bankanın ortağısın ve danışma kurulu başkanısın” dedi. “Ben depoyada gittim sordum demir kaç senedir var:Senelerdir. Günde kaç kişiye satılıyor: günde kaç kişiye satılıyor. Depodan çıkan demir de yok. Dedi ki; “Allah aşkına bunun faiz olmadığını bana izah eder misin?”. Tam karşısında, adam hiç duymadı. Bir daha söyledi yine duymadı. Bir daha sordu yine cevap vermeyince kürsüden indi aşağıya. Mekke’de.
SERVET BAYINDIR: Bunların benzerleri maalesef bugün de daha da profesyonel şekilde uygulanıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ben bunları biliyorum. Albaraka’nın çıkardığı sukuku gördüm şaşırdım. Yani gerçekten o gece uykum kaçtı. Ondan bahsedeceğiz birazdan. Kolay kolay uykum kaçmaz ama öyle üzüldüm ki bu noktaya kadar mı geldi dedim.
SERVET BAYINDIR: Türkiye’de bu sukuk ile ilgili en son yasal düzenleme, adı kira sertifikaları. Türkiye’deki bütün mudarebe, muşareke ne dersek diyelim, tümünün üst adı kira sertifikaları. 2013 yılındaki en son tebliğe göre Türkiye’de bu icra ediliyor. Bu tebliğ bir de 2010’ds çıkarılmıştı. 2013’deki yenilendi. Daha da genişletildi detaylandırıldı. Bu tebliğ öyle bir formüle edilmiş ki uzun bir tebliğ. Öyle formüle edilmiş ki isteyen yüzde yüz islama uygun, bahsetmiş olduğumuz ilkelere uygun sukuk icra edebilir. İsteyen de yüzde yüz faizli olan tahvil gibi, bildiğimiz bono gibi kira sertifikası satmak suretiyle icra edebilir. Fakat isteyen dedil ama şöyle bir dudum var: yine de bir yüzde 75-80’e doğru faizliye meyilli bu yasa. Bu tebliğ. SPK’nın tebliği. Çünkü burada şu kayıt var. Sukuk ihracı sürecinde başlangıç aşamasında sözleşmelerde dönem sonundaki yatırımcının ana parası ve artı getirisinin nasıl garanti edileceği sözleşmede yer almalıdır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Faizin garanti edilmesini şart koşuyor.
SERVET BAYINDIR: Dolayısıyla bu tebliğ zaten işin dölüp dolşıp işin özünü oluşturuyor. Bundan dolayı tebliğ mahsurlu. Fakat bu 2010’da ilk tebliğ çıktığında ki o ilk tebliğ buna göre daha da faize yakındı. Fakat bu dönemde GES denen uygulama vardı. GES ile ilgili çok yoğun eleştiriler vardı. İşte, sukuk çıksın dendi ve sukuk yasal olarak çıkarıldı. Bu dönemde yine Türkiye’deki islami camianın çok iyi tanıdığı, herkezin sözüne itibar ettiği, şahsen benim de üniversiten hocam olan Hayrettin Karaman Hoca’nın yazmış olduğu bir gazete var. Reklam olmasın diye gazetenin ismini vermeyelim ama Hoca’nın sürekli yazmış olduğu ve hepimizin bildiğimiz gazetede bu süreci takip eden çok sayıda yazı yazdı. Bütün yazılar hemen hemen bu kitapta mevcuttur. Tarihi ile bütün oradaki süreci takip eder yazılar kitapta mevcuttur. Başlangıçta Hoca bu sukukun(kira sertifikalarının) caiz olduğu, çok güzel bir uygulama olduğu noktasında yazılar yazdı. Mesela ben sadece bir yazısından bir bölümü okuyorum. Mesela bu yazısı 11-10-2012 tarihli bu gazetedeki yazısının bir bölümü. Diyor ki; “şirket mesela devletin kullanmakta olduğu bir binayı(aracı şirket buradaki) veya aracı devletten satın alır, kira sertifikası satarak şirkete devrettiği para ile devlete borcunu öder”. Devletin çıkarttığı kira sertifikaları için yazıyor. “Bu malı yine devlete kiraya verir. Sertifika sahipleri bu kira gelirinden hisselerine düşen miktarı öder. Bu işlem faize bulaşmadan devletin kamu finansmanına yardımcı olur. Tasarruf sahiplerinin de helal yoldan faiz değil kira geliri alarak faydalanmalarını sağlar. Parasını helal yoldan değerlendirerek arttırmak isteyen müminler için birey olarak veya şirket kurarak şirketlere ortak olarak gerçekleştirmek imkanı vardır. Ortak olduğu şirketin malını kiraya vererek gelirini almakla meşru yollardan biridir” diyerek 2012 yılındaki yazısında Hayrettin Hoca, bu bahsetmiş olduğumuz devletin çıkarmış olduğu kira sertifikalarının aslında doğru, islama uygun olduğunu böyle çok net bir şekilde olmasa bile biraz dolaylı yoldan ifade ediyor. Peki daha sonra bu nasıl uygulandı? Uygulamasını ben buradaki heralde izleyicilerimiz bunu göremeyecekler ama televizyondaki izleyicilerimiz şimdi bunu görebilirler. Şurada bir şema üzerinden ben mevcut Türkiye’de ve dünyada yaygın şekilde uygulanan bir kira sertifikasını burada anlatacağım. Malesef sizler buraya bağlı olmadığı için göremeyeceksiniz. Şöyle bir durum var.Bir: biz bunu mesela şöyle düşünelim; X kurum. Bunu siz devletin hazinesi diyebilirsiniz, X şirket diyebilirsiniz ama sonuç itibari ile sukuk ihrac etmek suretiyle sıcak para/fon sağlamak isteyen bir kuruluş düşünelim. Böyle bir kuruluş var. Bu kuruluş kira sertifikası ihraç edebilmesi için yine bu kanunlar ve işin uygulaması teknik gereği bir tane varlık kiralama şirketi diye adlandırılan bir aracı şirket kurmak zorunda. Aracı şirketi kuruyor. Üçüncü olarak bu işlemi icra edebilecek, operasyonu gerçekleştirebilecek bir uzman kuruluş. Genelde bunlar yatırım bankaları oluyor. Yatırım bankası ile anlaşıyor ve dördüncü olarak da bir de yatırımcılar var. Ellerinde fazla birikimleri olan ve bu birikimlerini bu sukuka yatıracak olan yatırımcılar var. Aslında bu yatırımcılar da genelde vatandaş falan deniyor ama genelde bireysel emeklilik şirketleri, fon yönetim şirketleri, belli yatırım bankaları, dünyadaki fonlara hükmeden hecfonlar dedikleri tamamen spekülatif amaçlı, böyle nerde efendim kendilerine faydalı yatırım görüyorsa oraya sıcak parayı aktarıp istedikleri zaman çeken kuruluşlar. Aslınsa paraya hükmeden para yatıranlar daha çok bunlar. Ve dörtlü bir yapı. Yani bir tarafta buna kaynak kuruluş deniyor. Paraya ihtiyacı olan, sıcak para bulmak isteyen taraf. İki: bunun kurmuş olduğu varlık kiralama şirketi. Üç: operasyonu gerçekleştiren prpfesyonel kuruluş. Dördüncü taraf da yatırımcılar. Peki ne oluyor? Fiiliyatta yapılan şu: bu kaynak kuruluş dediğimiz, X, para bulmak isteyen kuruluş kendisinin bir gayrımenkulünü örneğin çalışmış olduğu binayı, içinde faaliyette bulunduğu binayı kendi binasını varlık kiralama şirketine kendisinin kurmuş olduğu yine varlık kiralama şirketine devrediyor. Tapusunu oraya aktarıyor. Varsayalım ki 5 yıllık süreç için bunun düşünüldüğünü, 5 yıllık sukuk ihracı için bu operasyona girişildiğini varsayalım. Kaç para sukuk ihracı yapılacak diyelim ki 1 milyonluk sukuk ihracı yapılacak. Bu varlık kiralama şirketine diyor ki; “şu gayrı menkulümü 1 milyon bedel ile sana satıyorum fakat 5 yıl sonra ben 1 milyonu sana vereceğim ve sen de gayrımenkulümü bana geri vereceksin”. Bu şartla varlık kiralama şirketine gayrımenkulünü satıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten o şirket de kendisinin.
SERVET BAYINDIR: Ama niçin bunu sattı? Sıcak parayı bulmak için. Henüz zaten kendi şirketi olduğu için ortada sıcak para yok. Varlık kiralama şirketi, o aracı kuruluş vasıtası ile operasyonel kuruluş vasıtası ile yatırımcıya sukuk ihrac ediyor. Ve sukuk ihracını yaparken de diyor ki; “bakın şöyle bir gayrımenkul var, bunun değeri (örneğin)1 milyon. Dolayısı ile sukuk alırsanız bana para yatırırsanız bu gayrımenkulün sükukunuz oranında sahibi olacaksınız” diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mesela tanesi 100 liradan 10 bin tane sukuk ihrac etmiş oluyor.
SERVET BAYINDIR: Ve millet, yatırımcılar bu fona parayı yatırmak suretiyle sukukları almak suretiyle bu şirkete para yatırmış oluyorlar. Şirket de topluyor parayı. Varsayalım ki planlanan şekilde yürüdü operasyon 1 milyonu topladı. 1 milyonu diyor ki; “al X kuruluş. Senin bana satmış olduğun bu gayrımenkulun ana parası buyur al. 1 milyonunu al”. Zaten hedef 1 milyon sıcak paraya sahip olmak, bunu değerlendirmek. Tamam da bundan sonra sukuk sahiplerinin getirisi nasıl olacak? Nerden getiri elde edecek? İşte ikinci aşama gündeme geliyor. Bu kendi kurmuş olduğu varlık kiralama şirketi bu binayı geriye aynı kuruluşa kiraya veriyor. Yani kurum kağıt üzerinde satmış olduğu fakat gerçekte kendi üzerinde oturmuş olduğu binayı varlık kiralama şirketinden kiralıyor. Kiracı pozisyonuna geçiyor. Ve varlık kiralama şirketine dolayısıyla varlık kiralama şirketi üzerimden yatırımcılara üçer aylık, altışar aylık süreyle kira getirisi adı altında para aktarıyor ve sukuk sahipleri üçer aylık diyelim kuponlar halinde paralarını alıyorlar. Varsayalım 5 yıllıktı süre doldu. 5 yıllık itfalı sukuk.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu Osmanlılar’da vardı. İstiglal derlerdi. Hatta mecelleye bile koymuşlardır bunu. Benim bir tane evim var, 100 bin liraya da ihtiyacım var. Ne yapıyorum? Sende de 100 bin lira var. Sen o parayı bedava vermek istemiyorsun karşılığında bir şeyler elde etmek istiyorsun ama hala!faiz olmayacak haa! Faiz olursa olur mu! O zaman ne yapacaksın? Buna beybil vefa derler. Beybil vefanın beybil istiğlal bölümü. Bizim ticaret ve faiz kitabında Osmanlılar’dan fetvalar da dahil hepsi vardır bütün ayrıntılarıyla vardır. Ne yapıyorum ben sana? Diyorum ki; “ben sana bu evi 100 bin liraya sattım. Bir yıl sonra senden bu evü geri alcağım”. Zaten onun özel bir anlaşması var. Bu bir yıl içerisinde de ayda sana 1000 lira kira vereceğim. Ne etti? Yılda 12 bin lira. Ticareti bilenler gayet iyi bilir, bu aslında yüzde 24 faiz demektir. Aydan aya veriyorum parayı, sene dolduğu zaman da 100 bin veriyorum. Haşa!! bu ticaret. Malımı sattım, ben de Servet Hoca’nın evinde kiraya durdum bir sene, ondan sonra bana geri verdi. Kafa karışıklığı ile insanları şey yapmak. Kuranda buna ivec denir. Öyle bir kafayı karıştıracaksın ki karşı taraf da anlayamayacak ondan sonra diyecek ki falan hoca bunun fetvasını vermiş. O verdiyse tamam, daha benim düşünmeme lüzum yok diyor adam başlıyor işin içerisine.
SERVET BAYINDIR: Dolayısıyla kurum mesela şu anda bildiğimiz meşhur katılım bankalarından birisi kendi faaliyet gösterdiği binayı “genel müdürlüğümüzün A blok 1.kat, zemin kat, 2.kat, 3.katı SPK’ya bildirdi”. İnternette de vardır. “Bunları varlık kiralama şirketine sattık, daha sonra bunları geri kiraladık oradan. Buraya kira bedeli ödeyeceğiz. Dolayısıyla böyle yaparsanız sukukun sahibi olursunuz” diyr onu ilan etmiş durumda. Gizli saklı yapılmıyor. Sonuçta 5 yıl doldu, 5 yıl sonra me olacak? Sukuk sahipleri para yatırmıştı, süre içerisinde getirilerini aldılar da ana parayı nasıl geri alacaklar? 5 yıl sonra başlangıçta anlaşılan şartlar gereği kaynak kuruluş yani sıcak parayı alan 1 milyonu alan taraf 5 yıl sonra bu 1 milyonu alıp tekrar varlık kiralama şirketine veriyor ve kendi malını/gayrımenkulünü başlangıçta anlaşılam fiyattan ve o şartlarla yapılmış işlem yani hiç birisi o gayrı menkulün elden gitmesini istemiyor. Yahut da varlık kiralama şirketi benim 1 milyonumu getirmesen de olur diyemiyor. Hakkı yok, şansı yok kanunen de imkanı yok. Aslında o gayrımenkulü elinde bir teminat olarak tutuyor ve günü geldiğinde 5 yıl sonra 1 milyonu iade ediyor, gayrımenkulünü alıyor. Varlık kiralama şirketi de bu 1 milyonu sukuk sahiplerine başlangıçtaki ödedikleri ana para olaral iade ediyor. Sonuçta aslında ana para artı getiri oranı garantili bir işlem. Ama alım-satım yaptık kira yaptı deniyor. Peki gerek islam hukukunda gerek batı hukukunda gerek Roma hukukunda bir malı satıp belli bir süre sonra geri alma şartı ile böyle bir alış veriş bey’a diye bir tanım varmıdır yokmudur?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Böyle bir şey yok. İnsan fıtratıma aykırı. Hiç bir hukuk bunu kabul etmez. Fıtrata aykırı bir şey.
SERVET BAYINDIR: Bizim fıkıh kitaplarında “El Bey’u Mubadeletu mâlin bi mâlin ahar temliken ve temellülen ebeden” diye kaydı vardır. Çünkü geri alma şartı ile bir malı satmak hiç bir hukukta yoktur islam hukukunda da yoktur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Süresiz olarak biri diğerine veriyor. Bu senin olsun, sendeki de benim olsun. Tamam.
SERVET BAYINDIR: Problem burada başlıyor. Satım görüntüsü altında olayı kurguladığınız zaman daha sonra sözde kiralamış oluyor. O satım ilişkisi kesildiğinde sonuçta işlem dönüşüyor: teminat verilen gayrımenkul karşılığında borçlanma. Bu aslında 1940’larda batıda mevcut olan esset beys lending diyorlar. Yani gayrımenkul teminatı gösterilmek suretiyle faizli borçlanma yöntemi. Bunu malesef bizimkiler almışlar sukuk adı altında islam dünyasında yaygınlaştırmışlar ve bu Türkiye’de uygulamanın büyük çoğunluğu böyle.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Zaten bizimkiler de buna rehin derler. Satış demezler ki. Aynen batılıların kelimelerini de kullanırlar yani.
SERVET BAYINDIR: Az önceki şeyde mecellede vs.onaylanıyor ve bugün birçok hoca bu işleme cevaz verirken diyorlar ki; “efendim mecelle bunu kabul eder. Osmanlı uleması kabul etmiş. Osmanlı para vakıfları bunu uygulamış. Şeyhulislamlar bunu kabul etmiş. Fıkıh kitaplarında bu vardır”. Fıkıh kitaplarına gittiğiniz zaman, Osmanlı mecellesine gittiğimiz zaman, mesela mecellenin bu konular tartışılırken Ahmet Cevdet Paşa’nın izahlarına baktığımız zaman denen şu: “günümüzün faizci kapitalist gözü para bürümüş insanlara faizsiz borç vermeyen, karzı hasen yöntemi ile insanların borç bulamadığı böyle bir ortamda ne yapalım mecbur kalıyoruz. Bu faizcilere muhtaç olan bu gariban halkın bu ihtiyacını giderebilmek için geçici de olsa zarurete de dayalı olsa bir formül ürettik” derler. Bütün fıkıh kitapları bunu der, mecelle de bunu der. Dolayısıyla bunu bu güne getirdiğimiz zaman diyorum ki; bey’ul istiğlale cevaz veren geçmiş dönemin fukahası diyor ki; “Allah kahretsin bu para babaları bu işi helal yönden yapmadıkları için biz bunu cevaz verdik. Ey peki siz finans kurumları! Ey islami sermaye şirketleri! Fon yönetim şirketleri! Siz de kendinizi o geçmişteki bu faizcilerin konumuna mı otutturuyorsunuz ki kendinize bunu layık görüyor musunuz ki bu tür hileli yollarla bu işi yapıyorsunuz? Veya yapmanın caiz olduğuna hükümediyorsunuz?”. Burada çok büyük problem var.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Hanefi mezhebinde bu konuya cevaz verenler rehindir diyorlar da mesela para vakıfları: mezhep uleması der ki; menkul mal vakfedilemez. Çünkü gelir gider. Yani taşınabilir mallar vakfedilemezler, tükenir gider derler. Onlardan sadece İmam Züfer, paralar vakfedilebilir demiştir. Para vakfı yapılabilir. Peki ondan nasıl yararlanacağız? Demiştir ki az öce Servet Hoca’nın anlattığı gibi parayı ticarette kullanırsınız, aldığınız kârı fakir fukaraya dağıtırsınız demiş. Osmanlu’da İmam Zufer’in para vakfedilebilir cümlesi alınmış, nasıl kullanılabilir kısmı yok. Ondan sonra mezhebin diğer uleması da vakıf malların kullanılması ile ilgili yani gayrımenkulün kullanılması ile ilgili görüşü alınmış ve ona göre uygulanmış. Bu tıpkı şuna benziyor: hatırlarsın bu gecikmiş alacaklardan dolayı uygulanması gereken bir cezadan bahsedilir. İşte bu faizsiz olarak kurulan sonra kanunları gereği faizli hale getirilen, bugün de adına katılım bankası denen kuruluşlar en çok geciken alacaklardan dolayı sıkıntı çekiyorlardı. 1985’de bir toplantı vardı Taksim’de. O toplantıya da ben Türkiye tarafı olarak sadece ben katılmıştım. O zaman tabi daha genç yaşlardayız. Uluslar arası toplantıya ilk drfa katılıyoruz. Arapçayı Türkiye’de öğrenmişiz. Dil arapça, konuşmaktan korkuyoruz falan. O zaman Mustafa Zerka gelmişti oraya. Mustafa Zerka, tuttu, aynen bu Osmanlılar’ın yaptığı gibi gaspedilen malların menfaatlerinden yararlanılabilir mi? Şafi ve Hambeli mezhebine göre yararlanılır. Ne demek? Yani birisi sizin arabanızı 1 ay sizden habersiz almış götürmüş 1 ay kullanmış. Arabanın 1 aylık kirasını ondan isteyebilir misin isteyemez misin? Şafi ve Hambeli mezheblerine göre isteyebilirsin. Yada tatile gitmişsiniz adam gelmiş evinize oturmuş. O evin emsal kirasını alabilir misiniz diyor. Ama diyorlar ki; “taşınır mallarda bu olmaz. Tüketilen mallarda olmaz faiz olur” diyorlar. Aynen bunun gibi. Aldı ordan Mustafa Zerka onu dedi ki; “o ona caiz görüyor, bir adam borcunu geciktirirse bu da gasp etmiş sayılır. Menfaatini ödesim kira gibi, caiz olur” dedi. Ben de dedim ne demek caiz olur, faiz olur dedim. Biz faiz olur deyince sistem çöktü tabi. Ondan sonra yıllarca bunu uygulayamadılar. Be 1984’de aynı gerekçelerle, yapılan bir toplantıda Hayrettin Karaman, aynı gerekçelerle Halil Gönenç, farklı bir gerekçe ile Nurettin Can buna fetva verdiler. O günden itibaren artık bunlar alacaklarından. Efendim diyor ki; “borcu ödeme imkanı olduğu halde ödeyemeyen” diyr koydular. Ondan sonra borcu ödeme imkanı var mı yok mu bakmaksızın şimdi gecikmiş alacaklardan faizler tıkır tıkır alınıyor. Yani ayet yok hadis yok. Ondan sonra, delil aldıkları mezheplerin böyle bir görüşü yok. Sağa sola çekerek aynen öyle.
SERVET BAYINDIR: Bu sukuk/kira sertifikaları meselesinde dediğim gibi tekrar başa dönersek: işlem ister kira olsun ister diğer yöntemler olsun bir ticarete mi dayalı yoksa ana sermaye ve getiri garantili borç verme işlemine mi dayalı? Bu konular gündeme geldiği zaman bütün dünyada ilk odaklanılan nokta burası. Örneğin bizim Türkiye’deki Katılım Bankaları Birliğinin yayınlamış olduğu tercüme mahiyetinde uluslar arası islami finans kurumlarına şer’i standartlar belirleyem IOF denen bir kuruluş var. Ve bizim katılım Bankaları Birliği de bunu tercüme ettirdi. Gerçekten Çok güzel de bir hizmet. 2012 yılında bunu tercüme edilip yayınlattılar. Bu kitabın ki bütün katılım bankaları hemen hemen hatta merkez bankalarının bir çoğu buna üyedir. Bu kitabın örneğin bendeki 380.sayfasında konu ile ilgili olarak bu sukuk meselesi uzun uzun çok uzun tartışılıyor. Şöyle diyor burada 5/1/8/7 nolu kararda diyor ki; “sertifikaların nominal değerini ve belirli bir miktardaki kâr garanti ve taahhüt ettiğini içeren herhangi bir madde bu sözleşmelerde bulunmamalıdır”. Yani sertifikanın nominal/ilk yatırdığı değeri geri alacağı ve belli bir kar garanti ettiğine dair herhangi bir sözleşmede bir madde olmamalı. Sukuk bunu içermemeli. Bir diğer madde 382.sayfada diyor ki; “sertifikanın nominal değeri ile geri satın alınacağı vaadinde bulunmak caiz değildir”.Dolayısıyla bu anlattığım şekildeki sukukun caiz olmadığını. Çok net.
ABDULAZİZ BAYINDIR; O zaman doğru.
SERVET BAYINDIR: Bu şekildeki sukukun caiz olmadığını net olarak uluslararası hemen hemen en meşhur kurumlardan birisi söylüyor. Yine İslam Fıkıh Akademisi var. Dünya İslam Konferansı Örgütü’ne bağlı. Türkiye’den de üyesi bulunan uluslar arası fıkıh heyeti var. Bu heyetin 2012 yılında yayınlamış olduğu bir fetva var. Fetvada şöyle diyor: “mülkiyetin bütün şartlarıyla gayrımülkiyetin tam olarak sertifika sahiplerine aktarılmadığı sukuk işlemi caiz değildir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugün Türkiye’de uygulanan şey caiz değildir.
SERVET BAYINDIR: İkinci bir maddesi: “satılan bedelin aynısı yahut başlangıçta belirlenen bir bedel ile geri satın alma şartını içeren sukuk uygulaması haramdır”. Bugünkü uygulamaların buna dayanıyor. Hayrettin Hoca’nın başta şeyini anlatmıştık. En son yazmış olduğu bir yazısı var. Burada 2012’dekini onaylar nitelikteki yazısını mevcut uygulamayı gördükten sonra bir anlamda diyor ki; yok ben bunu kastetmemiştim, ben böyle bir şey düşünmemiştim diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Konya’da yaptığı konuşma var.
SERVET BAYINDIR: O da var. Uzun uzun yazdıktan sonra Diyor ki; “mevcut sukuk uygulaması şöyle çalışıyor: sıcak paraya para olarak sermayeye ihtiyacı olan bir kuruluş malı devamlı ve kesin olarak elden çıkarmaksızın ihtiyacını karşılamak için belli bir süre sonra geri satın alma taahhüdü ile satıyor. Satın alan şirkete kiralıyor. Şirket sukuk çıkarıyor. Sukuku alanlar belli bir süre kira geliri alıyorlar. 4 yıl sonra sukuk şirkete geri satılıyor. Şirket de malı ilk sahibine satıyor. Bu işlemde maksat malı satmak değil. Geçici bir süre satar gibi yaparak ve geri kiralayarak para elde etmek, daha sonra malı geri almaktır. Bu işlemi islami bir alternatid olarak sunmayı uygun görmüyorum. Bugün de bu işleme cevaz verenlerin gerekçisi işte şekli yönden” vs. vs.diyor. Şekil şartının şöyle veya böyle yerine getirilmesi dünyaya islami olanı sunmak için değildir. İslamın istediği, namuslu tüccar namuslu sanayici namuslu ortak kannatkar sermayedar kar ve zararın adil paylaşımı ve emeğin hakkının verilmesidir” diyerek mevcut sukuk uygulamasının caiz olmadığını söylüyor ve nitekim Hayrettin Hoca..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şimdi Albaraka’nın iki gün önceki sukuku Hayrettin Karaman’ın Abdussettar El Butte ve Hamdi Döndüren’in imzasını taşıyor caizdir de. Ve bundan daha da kötü bir yapıda. Onu konuşmaya fırsat olmadı.
SERVET BAYINDIR: Bu mevcut anlattığımızdan daha da soyut nitelikte. Murabaha sukuku diyor ama neyin murabahasının yapıldığı belli değil.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani kira sertifikası diyor, ortada kiralanan bir varlık yok. Uygulamayı anlatıyor, ben zaten okudum gerçekten uykularım kaçtı. Burada söylenecek çok şey var yani.
SERVET BAYINDIR; Hayrettin Hoca’nın yine son bir hatıramı da anlatayım bitirelim. Hayrettin Hoca 15-18 Ekim 2015 tarihinde yani bu 1 Kasım seçimlerinden 15 gün önce Konya Ticaret Odası’nın düzenlemiş olduğu ulusşar arası islam ticaret hukuku kongresi vardı. Oranın açılış konuşmasını yaptı. İnternette youtube’de bu konuşması bulunabilir. Orada da Hoca özetle şunu söyledi: mevcut sukukla, mevcut burabaha ile ve şu sukukun aslında altında yatan teverruk yöntemi ile devam ettiğiniz sürece sittin sene islami bankacılıktan, islami finanstan bahsetmeyin dedi. İslami bankacılık olmaz dedi. İşin özü, mevcut sukukun uygulanan şekli ile faizli birer finansal ürün olduğu kesin.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Albaraka’nın yayınladığı daha kötü. Ama altında Hayrettin Hoca’nın imzası var, Hamdi Döndüren’in imzası var, Abdussettar El Butte’nin imzası var. Abdussettar El Butte ile 20 seneden fazla olduğumuz arkadaşımız dostumuzdur. Ana para garantisi de veriyor hepsini veriyor. Yüzde 11 küsür de faiz de vaad ediyorlar. Konya Ticaret Odası toplantısına ben davet edilmemiştim biliyorsun. Artık biz 2005’den sonra ekonomi ile ilgili her şeyi unuttuk şeye göre. Ekonomiyi bilmeyen bir adam olduk! Ben bu HilalTv ekranlarından Hayrettin Karaman Hoca’ya ve Halil Gönenç Hoca’ya sesleniyorum. Çünkü bu ikisini de affetmem asla mümkün değil. Hiç bir şekilde affedemem. C. Hakka hesap verebileceklerine de asla inanmıyorum. Bu finans kurumlarını faize soktukları, geciken alacaklardan dolayı ceza adı altında faiz almasına fetva vermişlerdi. Madem burada Konya Ticaret Odası’nda çok güzel konuşmuş. Onu duymaktan çok memnun oldum gerçekten. Hayrettin Hoca ile 1976’dan sonra her vesile ile beraber olduğumuz bir kişidir kendisi. Bilgi birikimi gayet iyidir. Alt yapısı gayet iyidir. Halil Hoca da öyledir. Bunlar bu konuda da bir açıklama yapsınlar. Bunu bekliyorum. Ben bu Hilal TV ekranlarından onlara çağrı yapıyorum. Lütfen geciken alacaklara faiz uygulattırarak milletin anasını ağlattınız. Bunlar faizsiz finans kurumudur diye iş yapan kişiler mesela kısaca söyleyeyim; ödeme güçlüğüne giren bir dostum dedi ki; “ya Hocam ödeyemiyorum, falanca finans kurumunun genel müdürüne bir söylesen de bize birazcık imkan tanısa”. Peki söyledim. Tanımışlar: dolar bazında yüzde 23 faiz. Bu nedir dedim? “Hocam kusura bakmayın buna nasıl siz faiz diyorsunuz? Bu gecikme cezası”. Çok üzüldüm. İşte bunun sebebi bu 2 hocadır. Bunlar lütfen bu konuda da bir açıklama yapsınlar. Daha hayatta iken tevbekar olsunlar, C.Hakkın huzuruna o şekilde gitsinler. Böylece istediğimiz şeylerin yüzde 70’ini anlatamadık yani. Ama olsun azçok bir bilgi verilmiş oldu. Servet Bayındır Hoca’nın bu kitabında İslami Finans kitabında bununla alakalı bütün bilgileri bulabilirsiniz. Olayın tarihi arka planı ve diğer konularla ilgili isterseniz ve bugünkü diğer faizli finans uygulamalarını Ticaret Ve Faiz adlı kitabımızda bulursunuz. Ve bizim bu ayki yayın sırasında elimize geçti yayından önce yoktu burada faize tahsis ettiğimiz Kitap Ve Hikmet dergimiz. Bunun içerisinde konunun tarihi geçmişi de var Türkiye’deki faizsiz finans kurumlarının ilk günden itibaren çünkü ben daha kurulmadan önce ben onların danışmanı olmuştum. 2005 yılına kadar, faize girinceye kadar. Onlarla ilgili arka plan nedir, tarihi geçmişi nedir,onların hepsi de var burada. Nasıl çözüm teklifleri var, Servet Hoca’nın faizle ilgili yanlış anlayışları anlatan yazısı var ve bizim de fıtrata uygun bir ekonomi nasıl olur onunla ilgili bir teklifimiz var.