Abdülaziz Bayındır:
Bu akşam Türkiye’de biliyorsunuz Miraç Kandili kutlanıyor. Bir kere kandillerin kutlanması ile ilgili bir takım problemler var. O konuda bizim sitemizde en çok tıklanan bir yazımız var Yahya tarafından yazılan. Kandillerin genel yapısı ile ilgili önce Yahya’dan birkaç kelim dinleyelim. Arkasından da İsra ve Miraç olayını Kuranı Kerim ve sünnet açısından inceleyelim ama ben şahsen bugün daha çok Kuran ağırlıklı bir konuşmanın daha uygun olacağını düşünüyorum. Şundan dolayı, son zamanlarda Türkiye’de ve Türkiye dışında Kuranı Kerim’e yöneliş artınca Kuranı Kerim’in istismarı da çok ciddi manada arttı. Artık namaz yoktur, abdest yoktur, gusül yoktur diye bir sürü saçma sapan şeyleri Kuran adına söylemeye başlayanlar ortaya çıktı. Kuranla ilgili ne kadar değer varsa onları bir şekilde devre dışı bırakmaya çalışanlar çıktı. Bu gayet normal, tabii ki olacak. Allahüteala bu dünyada herkese fırsat vermiş. Allah’ın verdiği fırsatı bizim ortadan kaldırma şansımız yok. Ama bunların bir faydası oluyor insanların daha çok düşünmesini daha çok araştırmasını ve daha çok doğruları bulmak isteyenlerin daha çok bilgi sahibi olmasını sağlıyor. Bugün inşallah ulaşabildiğimiz kadarıyla İsra ve Miraç ile ilgili itirazları ya da farklı görüşleri diyelim ortaya koymaya çalışacağız ve bizim olayı nasıl anladığımızı da anlatmaya gayret edeceğiz. Şimdi Yahya önce bir Kandiller ile ilgili giriş yapsın.
Yahya Şenol:
Kandil geceleri olarak bilinen geceler malumunuz beş gece. Ülkemizde kandil geceleri olarak biliniyor. Bunlar Rebiyülevvel ayının 12. Gecesinde kutlanan mevlit ilk olarak o var. Ondan sonra Recep ayının ilk Cuma gecesi Regaip kandili var. Bu akşam, Recep ayının 27. Gecesi miraç kandili. Dördüncüsü Şaban ayının 15. Gecesi Berat kandili var. Bir de Ramazanın 27. Gecesi Kadir Gecesi. Bunlar halk arasında kandil geceleri olarak biliniyor. Kandil isimlendirilmesi Osmanlılar dönemine tekabül ediyor. İkini Selim döneminde minarelerde kandiller yakılmaya başlandığı için bu gecelerde halk arasında Kandil geceleri olarak bilinir olmuş. Peki, bunların tarihi seyri nedir? İsimlendirme Osmanlı Döneminde ama böyle gecelerin halk arasında kutlanır olması daha da eskilere gidiyor. Geceler Peygamberimiz zamanında ya da sahabe zamanında Emeviler Abbasiler zamanında bugünkü manada bilinmiyordu. Kutlanmıyordu. Bunlar tarihi kayıtlara göre ilk olarak hicretten 350 yıl sonra Mısır’da Şii Fatimi devletinde kutlanmaya başlamış. Bu ilk kandil de mevlit kandili.
İlk ortaya çıkışı nasıl olmuş? Bununla ilgili olarak kitaplarda deniyor ki Fatımiler kendi devlet başkanlarını aslında idrak etmek istiyorlar ama onu bir dini temele oturtmaları lazım. Durup dururken hop diye bir şey çıkaracaksın millet nerden çıktı bu diyecek. Dolayısıyla önce Peygamberimizin doğum gününü kutlamak ihtiyacı hissediliyor ve mevlit kandili ilk defa bu şekilde başlıyor. İlk bununla başlıyorlar ki daha sonrakilere zemin oluşturulabilsin diye. Daha sonra diğer kandiller yavaş yavaş geliyor.
Tabi Kuranı Kerim’de buna dair tek geceye atıf var. O da Kadir Gecesi. Kadir Gecesinin de Ramazan ayında olduğu Kuranı Kerim’de kesin. Bakara Suresi’nin 185 ayetinde “İşte ramazan ayı ki… Kuran o ayda indirilmeye başlanmıştır.” (Bakara 2/185) Kadir Suresi’nde de Kuranı Kerim’in Kadir Gecesinde indirildiği bildirilmiştir. [1] Bu gecenin özel isimlendirmesi Kuranı Kerim’le Kadir Gecesi olarak sabittir. Ama bunun da ramazan ayında hangi gün hangi gece olduğu kesin belli değildir. Bugün bizim toplumumuzda sabitlendiği gibi Ramazan’ın 27. Gecesi mutlaka Kadir Gecesidir diye bir şey yok. Ramazan ayındadır. Bu konudaki sahih hadislere göre ramazanın son 10 günündedir. Son on günde de Peygamberimiz tek sayılı gecelerde aranması gerektiğini söylemiştir. Yani nedir bu? 21 olabilir. 23, 25, 27 ve 29. Gecelerden bir tanesinde olması kuvvetle muhtemeldir. Ama kesin 27’dir veya 25’dir şeklinde kesin bir bilgi yoktur. Peygamber efendimizden gelen bilgiler kendisine bu bilginin unutturulduğu yönündedir. Yani ben dahi bilmiyorum diyor Peygamberimiz. O bilmiyor biz biliyoruz gibi bir şey bugün. Tabi böyle bir şeyin olması asla mümkün değil. Peygamberimiz bilmiyordu. Bugün bizim bunu biliyor iddiasına olmamız yanlıştır. Dolayısıyla bu beş geceden bir tanesi Kuranı Kerim’le sabittir ve bunun da ramazanda olduğu kesindir. Ama ramazanın 27. Gecesi olduğu kesin değildir. Son on günün tek gecelerinde olması kuvvetle muhtemeldir.
Bunun dışında mevlit kandiline dair ayet olmadığı gibi hadis de yoktur. Sahabe kavli de yoktur. Regaip kandili de aynı şekilde. Bir Şaban ayındaki berat gecesine dair Nesai’de bir rivayet vardır. Ama bunların da kendisiyle amel edilemeyecek derecede zayıf olduğu belirtilmiştir. Şaban ayının 15. Gecesi şöyle şöyle olur diye… Oldukça zayıf hadislerdir. O yüzden Ebubekir İbni Arabi bu konuda sahih hiçbir şey yoktur demiştir. Tirmizi’de de geçiyor. Ebubekir İbni Arabi de Tirmizi’nin şerhini yapmış bir âlimdir.
Bunun dışında bu gece kutlanacak olan miraç kandili de, miraç olayı vuku bulmuştur ama ne o dönemde ne de sonra Peygamberimiz ben miraca çıkmıştım hadi bunun seneyi devriyesini kutlayalım dememiştir hiçbir zaman. Peygamberimiz böyle bir geceyi kutlamamış. Kutlanmasını tavsiye etmemiş. Ashabı Kiram döneminde de böyle bir şey görülmemiş. Velev ki Recep ayının 27. Gecesi miraç olsun. Ama bunun kutlanması idrak edilmesi gerektiğine dair hiçbir delil yok elimizde.
Dolayıyla teknik manada bunlar daha sonra dediğimiz gibi hicrette 350 yıl sonra ortaya çıkmış gecelerdir. Bu gecelere dair bir ibadet olduğunu iddia etmek biliyorsunuz bizim terminolojimizde bidat olarak isimlendiriliyor. Kısaca bunu da söylememiz gerekir. Bidat ne demek? Bidat ortaya çıkan her yenilik değil. Mesela Peygamberimiz zamanında bilgisayar yoktu o zaman bu bilgisayar bidattir denilmez. Bidat dinden olduğu iddia edilen yeniliklerdir. Dine dair katılan yeniliklerdir. Yani şöyle şöyle bir ibadet vardır demek, eğer dinde yoksa Peygamberimiz yapmamışsa o ibadet bidat olur otomatikman. Yani nedir bugün Miraç kandili. Bu geceye özel şu kadarlık rekât namaz kılınması gerekiyor veya bu gecenin günü oruçlu geçirilmesi gerekiyor derseniz bu geceye ya da bu güne özel bir ibadet olduğunu söylemiş olursunuz. İbadet ancak kesin bir delille sabit olur. Bu delil nedir? Peygamberimizin uygulaması veya ayeti kerimedir. Bunun dışında bir ibadetin varlığını iddia etmek kesinlikle mümkün değildir. Bu geceler özel bir ibadet olduğunu iddia etmenin adı din dilinde bidattir. Peygamberimiz bu tür bidatları kesinlikle yasaklamış ve şöyle buyurmuştur. “Bu nevi her bidat yoldan çıkmaktır. Her sapıklık da insanı cehenneme sokar.” Yani siz durup dururken bazı günlere özel ibadet var olduğunu iddia ederseniz ne olmuş olursunuz? Bu dine bir ilavede bulunmuş olursunuz.
Abdülaziz Bayındır:
Mesela bugün miraç kandili. Her tarafta hazırlıklar milleti göreceksin sabaha kadar sağa sola koşuşturmalar ve bir sürü lüzumsuz şeyler var. Gerçekten bunlar son derece rahatsız edici şeyler. Efendim bu halkın inancına dokunmayın falan deniyor. Kardeşim halk mı bizi yönlendirecek yoksa biz mi halkı yönlendireceğiz? Halkın zaten bir sürü inancı vardı. Niye peygamberimiz geldi ki? Halkın inancına niye dokundu ki ne gerek vardı?
Şimdi şöyle bir algı var Türkiye’de. Son zamanlarda biliyorsunuz benim asla kabul edemediğim bir uygulama var. İnsanlar Avrupa’ya gidiyor. Orada Kurana, Sünnete, İslam’a inanmayan insanların yanında doktora yapıyorlar. Master yapıyorlar. Bu insanların din algısı çok farklı. Din derken biz başka bir şey anlıyoruz Avrupalılar başka bir şey anlıyor. Onun için aynı kelimeleri kullanıyoruz ama farklı şeyler kastediyoruz. Biz din derken Allahüteala’nın Peygamberimize (sav) indirdiği şu Kuranı Kerim ve bunun peygamberimiz tarafından uygulaması olan sünnet o ikisinin Kuranı Kerim’in ifadesiyle Kitap ve hikmetin bize ulaşan şekli. Doğru din bu. Dolayısıyla delilleri gayet açık, insan kaynaklı değil tamamen Allahuteala’ya ait, Allah’ın seçtiği bir elçisi tarafından tebliğ edilmiş uygulanmış ve Cenabıhak tarafından onaylanmış olan bir din. Çünkü biliyorsunuz en son ayet neydi: “Bugün sizin için dininizi olgunlaştırdım. Size olan nimetimi tamamladım.” Tüm insanlığa olan nimettir bu. Âdem’den (as) beri gelen artık olgunlaşmış olan din bu. “Sizin için bu İslam’ı din olarak kabul ettim.” (Maide 5/3) Ondan sonra ne diyor: “Bu İslam’dan başka kim bir din peşine düşerse ondan asla kabul edilmeyecektir.” (Ali İmran 3/85)
Yahya Şenol:
Maide Suresi’ndeki ayetle ilgili İmam Malik’in çok güzel bir yorumu var. En son inen olduğu söyleniyor bunun. Şimdi diyor kim dine dair bir yenilik iddiasında bulunuyorsa bu ayet gereği Peygamberimizin risalete ihanet ettiğini iddia eder diyor. Neden? Bugün senin var olduğunu iddia ettiğin bir şeyi Peygamber yapmamışsa demek ki gizlemiş de sen bunu öğrendin. Yani eksik bırakmış, tebliğ etmemiş. Kendisi yapmamış, yapılmasını tavsiye etmemiş ama sen bugün var diyorsun böyle bir şey. Dolayısıyla farkına varmadan sen onun böyle bir şeyi gizlediğini iddia etmiş olursun. Hâlbuki bu ayete göre o gün din olmayan şey bugün de din olamaz diyor. “Bugün sizin için dininizi olgunlaştırdım” dedikten sonra ona yapacağın her ilave o dine sonradan yapacağın bir katkı olur aslından asla olamaz. Falanca gece var ve bu dindendir diyor ve buna dair ibadetler var diyorsanız dinin o gün tamamlanmadığını peygamberimizin haşa yalan söylediğini iddia etmiş olacaksın.
Abdülaziz Bayındır:
Evet, çok güzel bir yorum. Zaten bir şey olgunlaştıysa artık onun üzerine gelen her ilave ne yapar onu azaltır mı arttırır mı? Azaltır. Peki, Allah’ın dinine ilave ya da çıkarma yetkisi kimde? Böyle bir yetki var mı herhangi bir kişide? Yok, sadece Allahüteala’dır. Şimdi Kuranı Kerim Peygamber’in (sav) de yetkisini sınırlamıştır. Peygamberimiz serbest değildir. Biz bu konuda çok sohbetler yapıyoruz ama bu dersimiz vesilesiyle de bunu söylemek zorundayız. Mesela Diyanet İşleri Başkanlığı bir hutbe okutturdu bütün camilerde. Diyor ki peygamberimizin en büyük mucizesi… Peygamberimizin Kuran’dan başka mucizesi yok. Bunu nereden çıkarıyorsunuz? Sonra mucize bir kişinin Peygamber olduğunun ispatıdır. Bu (miraç) sadece Muhammed’e (as) bir olay. Ona gösterelim diye diyor yoksa insanlara gösterelim diye değil. Ondan sonra göreceksiniz bugün din adına neler yapılacak Türkiye’de.
Bakın şu bardağı doldurdum. Bu bardak kemal derecesine ulaştı değil mi? Artık üzerine bir şey alır mı bu? Üzerine her koyduğum su ne yapar? Taşırır. Taşmanın adı neydi? Tuğyan. Taşkınlık yapmayı meslek edinen kişi ne? Tağut. Yani siz bu taşmayı normal karşılamaya başlarsanız buna tağut deniyor. Kendiniz bir takım kurgular yapıyorsunuz bu dinle ilgili olarak. Hep şu söyleniyor: canım ne zararı var? Millet oruç tutuyor. Millet akşam namaz kılıyor. Bilhassa ramazandaki teravihle ilgili bize çok ciddi tenkitler geliyor. Niye kardeşim uğraşıyorsunuz milletin namazıyla. Kardeşim millet kılsın namazını kimse bir şey demiyor ki. 24 saat kılsın ama sen ona sünneti müekkede dediğin zaman olmaz ben ona karışırım! Çünkü sünneti müekkede dediğin zaman peygamberimiz işin içine katıyorsun.
Burada da bu tür şeyler çokça yapılıyor. İşte bak taştı. Peki, taşan kısım çok az. İçinde kalan daha fazla. Ama bu tuğyan oluyor. Mesela Kuranı Kerim’de tağut kelimesiyle ilgili ilk akla gelen İblis’tir. İblisi o hale getiren küçücük bir taşkınlıktır. Onun tüm zihninde olanı toparlarsanız bilgilerinin belki binde 999’u doğru. Ama bize göre küçük ama Allaha göre küçük değil. Oradaki o taşkınlık onu tağut yapmıştır. Yaptığı o taşkınlık nedir? Bakın Allah’ın varlığını inkâr etmiyor, ahireti inkâr etmiyor, melekleri inkâr etmiyor. Orada bir peygamber yok. Kitap yok. Sadece kendine göre bir yorum yapıyor. O yorumuna göre Âdem’e (as) secde etmiyor ve bunu tağut yapıyor ve onu meslek haline getiriyor. Bu böyledir diyor.
Yahya gayet güzel açıkladı ve yıllardır sitemizde yazdığı yazı yayınlanıyor. Her kandilde de en fazla tıklanandır. Bir sürü gazetelerde kendi adlarını koyarak yayınlayanlar var değil mi? Herkes biliyor duyuyor ama siz bu akşam gidin böyle bir şey yok deyin ne diyecekler? Acaba Adem (as) gibi hakikaten biz yanlış yaptık mı diyecekler? Yoksa İblis gibi nesi var biz doğruyuz siz yanlışsınız mı diyecekler? Bunlar çok basit gibi gözüküyor da ama yansıması o kadar ağı oluyor ki. Bu defa yepyeni bir din oluşuyor, Allah’ın dini görünmez oluyor. Allah’ın dini yaşanmaz oluyor. Artık din problem çözecekken problem haline geliyor.
Cenabıhak Peygamber’e diyor ki… Bugünkü konumuz olan İsra olayının geçtiği İsra suresinde Allah Peygamberimize ağır bir tehditte bulunuyor. İsra 73. Ayet. “Onlar neredeyse bizim sana yaptığımız vahiyden baskılar yaparak uzaklaştırıp bize başkasını iftira etmeni sağlayacak hale getirdiler. Öyle olsaydı seni dost edineceklerdi.” (İsra 17/73) Küçücük bir taviz verseydin seni dost edineceklerdi. “Eğer biz seni sabitlemeseydik birazcık onlara meyil eder gibi olurdun.” (İsra 17/74) Olsun canım ne olacak o da olsun diyebilecek gibiydin. Bu Peygamberiz. “Böyle yapsaydın bu hayatın da ölümün de katmerli cezasını tattıracaktık.” (İsra 17/75) Bu hayatın katmerli cezası. En az iki kat. Mesela bunu iyice anlamamız için… Allahüteala Ahzab suresinin 30. Ayetinde Peygamber eşlerine diyor ki siz diğer kadınlar gibi değilsiniz. “Ey nebinin hanımları, izden herhangi birisi açık bir fuhuş işleyerek gelirse onun azabı ikiye katlanır.” (Ahzab 33/30) Peygamber eşi olduğunuz için diğerlerine 100 değnek size 200 değnek. Peygamberimiz kendisi bir hata yaparsa diğer ümmet gibi değil. Yani herhangi bir ayette en küçük bir sapma meydana getirirse diğer ümmet gibi değil. Hem bu dünyanın katmerli cezasını, hem ahiretin katmerli cezasını çekecek. Yani Allahüteala’nın Peygamberimize hiçbir garantisi yok. Ahiretler ilgili herhangi bir garantisi yok. Onun için Peygamberimiz Ahkaf Suresi’nde diyor ki… İnsanlar Peygamberleri ne zannediyor? Şimdi şu ayeti okuyacağım ya bir çok Müslüman itiraz edecektir. Olur mu öyle şey diye. Kime itiraz edecekler? Allaha itiraz edecekler farkında değiller. “Ben elçiler içerisinde yeni değilim. Bana ne yapılacağını bilmiyorum. Size de ne yapılacağını bilmiyorum.” (Ahkaf 46/9) Niye? Allahüteala küçücük bir şey yaparsan sana dünyanın da ahiretin de iki kat cezasını veririm dediği zaman ben ölene kadar hiçbir şey yapmam diye nasıl garanti verebilir bir insan? Elinden geldiği kadar gayret gösterecek. Peygamberimiz Bedir’de esir aldı diye ta Mekke’yi fethettikten sonra Cenabıhak onun tövbesini kabul etti. Orada onu da görüyor. Onu da biliyor. Ama biz ne yapıyoruz? Ondan da aşırılık yapıyoruz masum bir peygamber diye. İşte diyor ki burada bana ve size ne yapılacağını bilmiyorum.
Şimdi bize ve kendisine ne yapılacağını bilmeyen bir peygamber kaç kişiyi cennetle müjdelemiş sanki cennet onun emir altındaymış gibi? Hala anlatılır. Şunu söylemiş olabilir: senin şu yaptığın iş cennete gitmeni gerektirir. Tamam doğru ama yarın ne olacağını hiç kimse garanti edemez. Bir saniye sonrasını garanti edemezsin. Şu işi yaptın ya sen cennetlik adamsın demiyor muyuz biz de? Ama bu bütün işleri doğrudur manasına gelmez. Kendisi için de sizin için de bana ne yapılacağını bilmiyorum de diyen Allahüteala. Bu Allah’ın ayeti. “Ben sadece bana yapılan vahye uyarım.” (Ahkaf 46/9) Peki peygamberimize yapılan vahiyde az önce Yahya açıkladı. Miraç gecesi, bilmem efendim Peygamberimizin doğum gecesi bilmem şu gece bu gece var mı? Nereden çıktı bu? “Ben sadece sizi açıkça uyaran bir kişiyim.” Neyle uyarıyor? Allah’ın ayetleriyle o kadar. Başka hiç bir şey yok. İşte Peygamberimizin Kuran’dan çıkardığı hükümler de bize sünnet olarak geliyor. Yolumuz bu. Buna ne ilave yapabiliriz ne de çıkarma yapabiliriz.
Şimdi gelelim bu İsra konusuna. Bununa ilgili de bir sürü şüpheler var. İsra gece yürüyüşü demek. İsra adında bir suremiz var biliyorsunuz. Kuranı Kerim’in 17. Suresi. Burada Allahüteala şöyle buyuruyor: “Bir gecede kulunu Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye götüren Allah her türlü noksanlıktan uzaktır. O işiten ve bilendir.” (İsra 17/1)
Şimdi Mescid-i Haram’ın neresi olduğu konusunda kimsenin herhangi bir şüphesi yok. Kabe-i Şerif ve çevresidir. Peki El Mescid-ül Aksa neresidir? Böyle deyince hemen her Müslüman ne der? Kudüs’teki Mescidi Aksa der. Peygamberimiz zamanında Kudüs’te böyle bir yer var mıydı? Evet Abdullah senin bu konuda bir çalışman vardı oku bakalım.
Abdullah Bayındır:
Süleymaniye Vakfı Uzaktan Eğitim Seminerlerinde siyer derslerine başlayınca, orada İsra ve Miraç konusunda da beşinci haftada değinmiştik. Tabi Peygamberimizin hayatında önemli sayılabilecek bir şey. Aynı zamanda günümüzde de mesela bugün miraç kandili kutlanan, devamlı ele alınan bir şey. Bizim de küçükken okullarda okuduğumuz şeylerle yetişiyoruz tabii. Rivayetlerde farklı şeylerin olduğunu gördük. Yani incelediğimiz kitaplarda.
Bir kere önce gözümüze çarpan konuyu ele alan alimlerin birkaç yaklaşımı var. Burada öncelikle İsra’nın ne olduğunu anlatalım. Klasik kaynaklarda İsra’nın Peygamberimizin Mekke’den Kudüs’e gidişi olarak söyleniyor. Miraçtan da Kudüs’ten göklere çıkışı olarak bahsediliyor. Yani ikisi bir arada yani aynı gün aynı gece olmuş. Önce Kudüs’e gidiş gece yürüyüşü, İsra. Sonra Kudüs’ten yani Mescidi Aksa’dan, orada olduğu zikrediliyor kaynaklarda, göğe çıkışı olarak söyleniyor.
Fakat daha eski kaynaklara baktığımızda ve eski kaynakları günümüzde yeniden değerlendiren bazı kişilere baktığımızda konuyu değişik şekilde ele aldıklarını görüyoruz. Bir kere İsra ve Miracı birlikte ele alanlar var ki bugün genelde ikisi birlikte değerlendiriliyor. Bir de İsra ve Miracı birbirinden ayrı olarak ele alanlar var. İsra gece yürüyüşü farklıdır, Miraç farklıdır, farklı vakitlerde gerçekleşmiştir diye söyleyenler var. Zaten ne zaman olduğunda da rivayetlerde bir birliktelik yok. Peygamberlikten önce olduğu da geçiyor bazı kitaplarda. Vahyin ilk günlerinde oldu diyenler var. Vahyin beşinci yılı, onuncu yılı, on ikinci yılı diye söyleyenler var ama en çok tercih edilen vahyin onuncu yılı olduğu. Sonlara doğru olduğu daha çok söyleniyor.
İsra ile Miracı birbirinden ayrı ele alırsak. Bir de Mescid-i Aksa esas değerlendirmemiz gereken konu. Mescid-i Aksa Kudüs’teki mescid mi değil mi? Burada şunu görüyoruz. Aksa en uzak mescid anlamına gelir. Edna onun zıddı. En yakın anlamına geliyor. Kuranı Kerim’de Kudüs ve civarında Sasanilerle Bizans arasında olan bir savaştan bahseder Rum Suresi’nde. Kudüs ve civarından edna olarak bahseder. Edna aksanın zıddıdır Arapçada. En yakın yer anlamında. Kuranı Kerim’in Kudüs’ten edna olarak bahsettiğini söyleyelim. Sonra Peygamberimizin hayatından bakalım…
Abdülaziz Bayındır:
Burada şu var. Ayeti kerimede ednen ard denilen yer ki Kudüs. Orada Perslerle Bizans arasında savaş olduğu zaman öyle diyor. Toprağın size en yakın olan bölgesi. Şimdi bunu en çukur yer olarak tercüme edenler var onun da bir sakıncası yok. Ölü denizin, Lut gölünün kenarında olması sebebiyle. Ama şimdi ednen kelimesinin Kuranı Kerim’de aldığı tüm manaları düşününce hepsi uygun düşüyor. Arapların kullandığı anlamlar. En yakın bölgede en uzak mescid olur mu? Birinci şey bu. En uzak mescid ise Kuranı Kerim’e göre en yakın bölge olan yerde en uzak mescid olur mu? Devam et.
Abdullah Bayındır:
Bir de Kudüs’le ilgili peygamberimizin bir açıklaması var mı yok mu buna bakmak gerekiyor. Peygamberimizin tabii ki o zaman Kudüs ve civarı Bizans’ın hakimiyetinde Şam tarafı. Peygamberimizin göndermiş olduğu ordunun Mute’de savaştığını biliyoruz. Daha sonra kendisi Tebük Seferi’ne çıkıyor ve Bizanslılarla mücadeleye giriyor. Hiç orada, sonuçta çok zor, zaten kaynaklarda çok zorlu bir mücadele olduğu söyleniyor. Zaten Tevbe Suresi’nde oradan geriye kalan üç kişi hakkında da şeylerden bahseder. Çok zorlu bir yolculuk. Orada pekala bir komutan ordusunu motive etmek adına belki Kudüs’ten bahsetmesi gerekirdi mantıken. Mescid-i Aksa’dan yani. Kuranı Kerim’de geçen Mescid-i Aksa Kudüs’teki mescitse ondan bahsetmesi gerekirdi bahsettiğine şahit olmuyoruz o konuda.
Peygamberimizden sonra Kudüs’le münasebetler nasıl? Kudüs’ü fetheden Hz. Ömer bildiğimiz gibi. Kendisi Kudüs’e gidiyor ve Kudüs’te Hz. Ömer’in geçirdiği vakit sırasında hiçbir şekilde ağzından tarihi kaynaklarda Mescid-i Aksa kelimesinin döküldüğünü görmüyoruz. Hiçbir şekilde Hz. Ömer gidip bir önem vermiyor işte burası Mescidi Aksa’ydı buradan Peygamberimiz göğe yükselmişti diye bir şey demiyor. Tam aksine, Mescidi Aksa’nın bulunduğu yere Mescidi İlya denen bir yer var. Kiliseniz dokunulmayacak diye oradaki Hıristiyanlar eman veriyor izin veriyor. İbadetinize dokunulmayacak, kiliseniz dokunulmayacak diye.
Mescid-i Aksa’nın geçtiği bazı hadisler var. Zannedersem Mescid-i Aksa konusunda en önemli kişi tarihte bir kişiye gözleri çevirip bakmamız gerekiyor. O kişi de Emevi Halifesi Abdülmelik bin Mervan’dır. Peki neden bu kişiye bakmamız gerekiyor? Çünkü Abdülmelik bin Mervan halifelik mücadelesinde olan bir kişi. Kendisini halife ilan etmiş. Fakat Medine’de kendisini halife ilan eden bir başkası daha var. O kişi Abdullah Bin Zübeyir. İnsanların çok saygı duyduğu bir kişi. Abdülmelik bin Mervan’ın Medine silahlı birlikleri var ve siyasi bir mücadele içerisinde. Bu peygamberimizin hicretinden 50 yıldan sonra gerçekleşen bir hadise. Burada özellikle ben bazı rivayetler okuyacağım. İbni Kesir ve İbni Teymiye’den Mescidi Aksa ile ilgili kendi kitaplarında yer alan bazı şeyler. Abdülmelik bin Mervan insanları hacca gitmekten alıkoyuyor. Müslümanlar kendi bölgesinden hacca gittikleri zaman orada Abdullah bin Zübeyir’den etkileniyorlar. Rivayetlere göre Abdullah Bin Zübeyir Peygamberimizin çizgisinden ayrılmayan ve dini özüne göre yaşamaya çalışan bir kişi. Emevi Hanedanında ise böyle bir şey fazla yok. Onlar biraz daha saltanat düşkünü olarak gözüküyorlar. Onun için hacca gidenler etkileniyorlar ve bir siyasi mücadele olduğu için Abdullah Bin Zübeyir taraftarları propaganda yapma azmi isteği var. Bu sebeple Abdülmelik Bin Mervan’ın haccı yasakladığını görüyoruz belli bir dönem. Yani kendi bölgesinden hacca gidiş yasak. Peki hacca gitmeyenler ne yapacak? Onlar için de alternatif bir şey oluşturması gerekiyor Mervan’ın. Mervan Kudüs’te bir mescit inşa ettiriyor. Bu mescidi son derece göze çarpıcı debdebeli güzel bir şekilde yapıyor ve burada tavaf yapılabileceği gibi bir şey oluşturuluyor.
Bir de Peygamberimizin üç mescit hadisi var. Üç tane mescitte namaz kılmak diğerlerine göre daha evladır diye. Bunlar Mescidi Haram, Mescidi Nebevi ve Mescidi Aksa diye. Şimdi bu rivayeti aktaran kişi Kaza bin Hıraş diye bir kişi. Bu kişi kim? Abdülmelik Bin Mervan’ın ünlü valisi zihabın kölesi. Yani emir dinleyen bir insan tarafından yapılan bir rivayet. Buhari’de falan geçen Peygamberimizin Mescidi Aksayı Kudüs olarak işaret ettiği ana rivayet bu. Bu rivayetin ravisi de Abdülmelik Bin Mervan’ın emrindeki bir kişi. Bu rivayeti aktaran ez-Zühri var. O da Emevi sempatizanı ve Emevilerden yardım aldığı da Zelebinin tarihinde geçen bir şey. Yani bir Emevi propagandası bu konuda var.
Ben özellikle İbni Kesir’in tarihinde geçen bir şeyi okumak istiyorum. Orada tabi bir taş var. Sahra dedikleri. Muallak taş deniyor. Bir taş altında küçük bir mağarası var o kadar. Ona muallakta diyerek bir kutsallık vermeye çalışıyorlar. O sene Mervan Kubbetüs Sahra üzerine bina yaptırmaya ve Mesicidi Aksa’yı onarmaya başladı. Hicretin 73. Senesinde tamamlanmış bu. Oraya bol miktarda işçi göndermiş. Renkli mermerlerle döşetmiş. Peygamberin miraca çıktığı söylenilen bu taşın ilk zamanlar üzeri açıktı. Buna rağmen ne sahabelerden biri ne başlarındaki komutanlar ne de aralarında bulunan alimler buraya özel bir saygı göstermişlerdir. Bu taşın gerek Ömer’in gerek Osman’ın gerekse Muaviye’nin ve oğlunun ve torununun hükümdarlıkları döneminde üzeri hep açık kaldı. Fakat Abdülmelik döneminde taşın üzerine kubbe yapıldı. Söylendiğine göre o da şöyle oldu. Bilindiği gibi Abdülmelik ile Medine’de oturan Abdullah bin Zübeyir arasında çatışma vardı. Bu arada hacca giden Müslümanlar bu fırsattan yararlanarak Zübeyir’le görüşüyorlardı ve haccı bahane ederek onunla buluşmaya gidiyorlardı. İşte bunu önlemek isteyen Abdülmelik Beytül Makdis’teki kutsal taşın önemini arttırabilmek için üzerine kubbe yaptırmış ve onu yaz kış değiştirilen örtülerle örtmüştür. Kabe’nin örtülerinin değiştirilmesi gibi orayı da örtülerle bürüyor. Böyle yapmaktaki amacı halkı Beytil Makdis’i ziyaret etmeye özendirecek hac vesilesiyle Zübeyir’e gidenlerin sayısını azaltmaktı. Bilindiği gibi insanlar hükümdarlarının dinindendir diye meşhur bir söz vardır. İşte bu deyimin pratik bir tezahürü olarak Müslümanlar daha önce hiç eşi görülmemiş biçimde bu kutsal taşa ve Beyt-ül Makdis’e saygı göstermeye başladılar. Bu arada halkın bu konuya ilgisini arttırmak için bu konudaki Yahudi masallarını yayan kimseler türedi. Bunlarla ilgili Muhammed Hamidullah’ın kitabında ve Yakubi tarihinde de başka bilgiler var.
Abdülaziz Bayındır:
Orada alternatif hac yapmaya çalışıyorlar. Onun için Mescid oluşması lazım. Bizde geleneksel olarak üç mescid hadisi vardır biliyorsunuz. Bu tür şeyler sonradan peygamberimize söylettiriliyor. Niye söylettiriliyor? Çünkü oranın kutsallaşması lazım. İnsanları oraya toplayabilmek için kutsallaşması lazım. Halbuki Peygamberimiz zamanında orada öyle bir mescit yoktu.
Bir de biliyorsunuz Miraçla ilgili hadislerde Peygamberimize oranın kapısını penceresini saydırırlar. Sanki orada öyle bir bina varmış da Mekkeliler peki sen gittiysen tarif et bakalım demiş de Allahüteala da onu karşısına getirmiş. O da onların sorduklarına cevap vermiş. Bunlar tamamen uydurma şeylerdir. Çünkü zaten bugün siz Türkiye Diyanet Vakfı’nın çıkardığı İslam Ansiklopedisi’ne bakın. İslam Ansiklopedisi orasıyla ilgili ne diyor bakın.
Fatih Orum: Hz. Ömer Kudüs’ün anahtarını teslim aldığında kendisi de bizzat çalışarak Mescid-i Aksa’nın Hıristiyanlık döneminde molozlar altında kalmış yerini temizletip Sahre’nin güneyindeki düzlükte cemaate namaz kıldırdı. Orası bir çöplüktü o zaman. Yani Hz. Ömer orayı fethettiği zaman mescid falan yoktu. Orada kendisi de çalışarak bir mescid yapıyor. Orada bir kilise de var.
Milattan sonra 70 yılında Romalı Titus tarafından hemen hemen tamamen yakılan Kudüs’le birlikte mabed de yıkılmış şehir 117-138 tarafında yenide inşa edilen Beytil Makdis’in yerine Jüpiter Kapitolü yapılmıştır.
Abdülaziz Bayındır:
Başlangıçta Hz. Ömer bir namaz kıldırıyor. Sonra orası küçük bir mescit haline getiriliyor. Sonra da Abdülmelik Bin Mervan onu büyüterek Mescidi Aksa yapıyor. Hicri 90-96 yıllarında.
Fatih Orum:
Yakubiye dayanan bir rivayette Mescidi Aksa’nın 2. defa Emevi Halifesi Abdülmelik Bin Mervan tarafından Mısır’ın 7 yıllık haracı ile inşa edildiği belirtiliyor olsa da 90-96 yılında Mısır valiliğinin divan kayıtlarından binayı yaptıranın I. Velid olduğu anlaşılmaktadır.
Abdülaziz Bayındır:
Yaptıran şu ya da bu ama Peygamberimizin zamanında orada bir bina olmadığı açık. Öyle kapısını penceresini sayma diye bir olay yok. Olmayan bir mescid bir mezbelelik orası.
Şimdi siz kendinizi bir an için Abdülmelik Bin Mervan yerine koyun. Kabe’yi şerifin alternatifi bir mescid oluşturmak istiyorsunuz. Kuranı Kerim’de sizin için en uygun olan Mescid-i Aksa’dır. Bakın burada kulunu bir gecede götüren Allah her türlü noksandan uzaktır. Mescidi Haram’dan çevresini bereketli kıldığımız en uzak mescide. Şimdi çevresini bereketli kıldığımız ifadesi Mescidi Aksa’yı Mescidi Haram’dan eşit mi kılıyor daha mı üstün kılıyor. Üstün kılıyor değil mi? Ondan sonra Ayetlerimizden gösterelim diye. Demek ki o ayetler Mescidi Haram’da yok Mescidi Aksa’da var. Şimdi böyle bir senaryo oluşturduğunuz zaman önemli olan o mescidi oluşturmaktır. O mescid varsa insanlara kabul ettirirseniz artık insanlara orada hac yaptırmak zor olmaz. Bu Mescidi Aksa kelimesi oradan ortaya çıkmıştır.
Halbuki burada da belirtiliyor bütün tarihi kayıtlar, şunda ittifak ediyor, hatta gidip de görenler de tespit edebilirler. Süleyman (as) tarafından yapılan o ilk mabet iki kere yıkıldı ki İsra Suresi bunu anlatıyor. Birincisinde tamamen yerle bir edildi Buhtunnasr zamanında M.Ö. 587 Nabukednezzar diyor batılılar ona. İlk sürgün de o zaman oluyor. Yahudiler Irak’a gidiyor o zaman Babil çevresine yerleşiyorlar. Sonra tekrar geri geliyorlar. Gene Kuranı Kerim’de ona işaret var. İşaret değil açıkça ifade ediliyor İsra Suresi’nde. Cenabıhak onlara bir kere daha ceza veriyor. O da tarihi kayıtlarda M.S. 70 yılında Titus tarafından. Roma’ya gittiğimizde hatırlarsınız Kudüs’ten getirdikleri 7 kollu şamdan falan bir sürü şeyi oraya koymuşlar. Oradaki Kubbetus Sahra denilen yere göre yapılıyor resimlerini görürseniz. Sarı Kubbeli olan yer. Onun yanında Safa ve Merve’ye benzer bir koridor vardır dikkat ederseniz. Hemen yanı başında Makamı İbrahim’e benzeyen bir yer daha vardır. Bütün bunları yapmışlar orada. Kabe’ye alternatif olsun diye bütün şeyler oluşturulmuş. O zamana kadar hadis kitapları da yazılmadığı için ya da çok az olduğu için rivayetler ortaya atılmış.
Bunu siz çok iyi biliyorsunuz. 28 Şubat’ta hocaların büyük bölümünün ne hale geldiğini gayet güzel biliyorsunuz. İki kere iki kaç eder? Kaç etmesini istersiniz efendim? Dokuz. Baş üstüne! Olay budur. Eğer dünyayı tercih ederseniz böyle yaparsınız. Ama Allah’ın dinini tercih ederseniz kesse de dört eder diyeceksiniz. O da biliyor dört ettiğini de hesabına gelmiyor.
Şimdi bu girişten sonra bakalım bu olay neymiş. İtirazlar da var tabi. Onu senden dinleyelim.
Bir Konuşmacı (Tanıyamadım. -E.M.):
Tarih boyunca farklı görüşler ortaya konur itirazlar gelir. Şu an batılı oryantalistlerin görüşlerine giremiyoruz. O ayrı bir şey. Fakat onlardan da etkilenerek bizim ülkemizde de farklı görüşler ileri sürülmektedir. Ben bunları özetlemeye çalıştım.
Mescidi Aksa’nın Kudüs’te değil Mekke’de Haram bölgenin dışında bulunduğunu söylüyorlar ki bu bizim de çalışmamızda orada olmadığı ortaya çıktı. Mescidi Aksa en uzak mescit demektir. Demek ki birden fazla mescit vardır. Bunlardan biri merkeze diğerlerinden daha uzak olmalıdır. Dolayısıyla Mescidi Aksa Mekke’nin dışında harem bölgesinden bir miktar uzaktadır diye bir görüş var. Burada şuna dikkat çekiliyor. Orada Peygamberimiz döneminde Müslümanlar Mekke’nin değişik yerlerinde küçük evleri mescitler haline getirip namaz kılıyorlardı. Onlardan biri de olabilir bu diye bir görüş var.
İkinci olarak Necm Suresi’nin 5. ve 18. Ayetlerinin dikkate alındığında gece yürüyüşü olayı Mekke civarında gerçekleşmiştir ve Miraç denilen şey bir efsaneden ibarettir. Sidretül Münteha vadideki bir dinlenme yeridir. Oradaki ağaç da orada yetişen bir ağaç türüdür. Sedir Ağacı ya da Arabistan kirazı olarak da bilinir. Daha çok arazilerin kimlere ya da hangi bölgelere ait olduğunu ayırt etmek için dikilir. Yani ağacın olduğu arazi şuna aittir ya da bu bölge burada bitmektedir gibi. Sınır belirtiyor.
Miraç olayı diğer din ve geleneklerde de vardır. Bazı Müslümanlar bunu görüp bildikleri için Peygamberimizi de göklere çıkarmak istemişlerdir. (A.B.: Diğer dinlerde de var derken neyi örnek veriyor?) Benzeri şeyler var. (A.B.: Peygamberler ile ilgili söyledikleri şeyler var mı?) Onlara bakamadım da burada Kitabı Mukaddes’ten alıntı var. Çıkış 3. Bab 7-12 arası. Halkımın Mısır’da çektiği sıkıntıyı çok iyi biliyorum dedi Rab. Angaryacılar yüzünden ettikleri feryadı duydum. Acılarını biliyorum. Bu yüzden aşağı indim onları Mısırlıların elinden kurtaracağım. Bu ülkeden çıkarıp geniş ve verimli topraklara süt ve bal ülkesine Kenanlıların, Hititlilerin, Amorluların, Perizlilerin, Hivillilerin, Yevusluların topraklarına götüreceğim diyor. Bazı görüşlerde şey var peygamber çıkmadı Allah indi. Onu temellendirmek için öyle söylüyorlar.
Abdülaziz Bayındır:
Biliyorsunuz Kuranı Kerim kendini açıklayan bir kitaptır. Açıklamayı hiç kimseye bırakmıyor. Peygamberimize de bırakmıyor. Sık sık okuduğumuz ayetler var daha sık okumak lazım insanların zihnine yerleşsin diye. “Bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmış sonra hakim ve habir tarafından açıklanmıştır. Allahtan başkasına kulluk etmeyesiniz diye. Ben de sizin için o Kuran’dan olanı alarak sizi uyaran ve müjdeleyen bir kişiyim.” (Hud 11/1-3) Yani Peygamberimiz Kuran’a herhangi bir ilave ya da çıkarma yapmış değildir. Ya Kuranı Kerim’i tebliğ etmiştir ya da Kuran’dan çıkan hükümleri bize bildirmiştir. O hükümlerin nasıl çıkarıldığını bilmeyen insanlar onu ayrı bir vahiy diye adlandırıyorlar.
Şimdi dersin başında bir şey söylemiştim. Bizdeki din anlayışı tamamen Kuran’ı Kerim’e dayalı bir din anlayışıdır. Ama oradan dışarı çıktığınız andan itibaren yani yolunuzu saptırdığınız andan itibaren insanların da müdahale ettiği insanların oluşturduğu bir din anlayışına geçiliyor. Bugün Batı’da din dediğiniz zaman Hıristiyanlık anlaşılıyor. Hıristiyanlık dediğin zaman hiç bir zaman İsa’ya (as) inmiş olan Hıristiyanlık değil üç asır sonra Hıristiyanlar tarafından oluşturulmuş olan Hıristiyanlık kastediliyor. Yani onu konsillerde kendileri oluşturmuştur. Hatay’da toplanmış bir karar almışlar, Efes’te toplanmış bir karar almışlar, İznik’te toplanmış bir karar almışlar. En son Kadıköy’de İsa’nın tanrılığını ilan etmişler. Allah’ın oğlu ve tanrıdır demişler. Dolayısıyla bunu da itiraf ediyorlar. Diyorlar ki başlangıçta İsa Allah’ın kulu ve resulü olarak kabul edilirdi. Sıradan bir insan sayılırdı. Tek farkı elçi olmasıydı. Ama ondan sonra biz onu tanrı yaptık diyorlar. Dolayısıyla Hıristiyanlıkta din insanların oluşturduğu bir din. Siz oraya gider dersiniz ki getirin kardeşim Tevrat’ı İncil’i hiçbirisi kabul etmez. Ben şu ana kadar bunu önüme getireni görmedim. Hatta burada da şu sizin bulunduğunuz yerde de bir toplantı olmuştu Katolik Fakültesinden hocalar gelmişti buraya. Burada bir arkadaşımız onlara sordu İncil sizin için ne ifade eder dedi. İncil kutsal ve tarihi bir metindir ama biz dinimizi ondan öğrenmeyiz. Dinimizi konsiller oluşturmuştur derler.
Dolayısıyla Batı’da din dediğiniz zaman din olarak size intikal etmiş olan şeydir. Batıda yetişmiş olan ve Türkiye’ye gelen kişiler de dini öyle anlıyorlar. Yani gidiyor orada tefsir doktorası, fıkıh doktorası, hadis doktorası yapıp geliyor. Burada din budur diyor. Çünkü batılı bundan başka bir din algısına sahip değil. Buraya gelince bu defa bizim Kuran ve Sünnet deyişimiz sistemlerini bozuyor. Ama Allahüteala da öbür dini kabul etmiyor. Eğer bu Allah’ın diniyse Kitap ve Peygamberimizin uygulamalarıyla ortaya çıkan dindir. Dolayısıyla ondan sonra ilaveler ve çıkarmalar kabul edilemez. Bu girişi şu yüzden yaptım açıklamayı Kuran’dan alacağız başka yerden değil. Falan ne demiş filan ne demiş. İşte Buhari diye en çok güvendiğimiz hadis kitabında hiç olmayan bir bina Peygamberimizin karşısına çıkarılıyor. Peygamberimiz onun kapısını penceresini sayıyor falan bir takım şeyler. Dolayısıyla en güvendiğiniz kaynağa da müdahaleler yapılabilir. Ama Kuran’ı Kerim’e müdahale olmaz çünkü onu Allahüteala koruyor. Kuran’a müdahale de oluyor kelimelerin anlamı saptırılarak. Ama siz Kuranı Kuran’la açıkladığınız zaman bu yanlışlar da ortaya çıkmış oluyor. Yani biz açıklamıyoruz, Allah’ın yaptığı açıklamaya ulaşmış oluyoruz.
“Bir gecede kulunu el-Mescid-ül Haram’dan çevresini bereketli kıldığımız. Mescid’i Aksa’ya o kulumuza ayetlerimizden bir kısmını götüren Allah bütün noksanlıklardan münezzehtir.” (İsra 17/1) Gösterelim diye diyor. Göstermek başka indirmek başka. Yarattığı ayetleri gösteriyor. Şimdi ayetleri gösterelim diye gittiğine göre gördü diye de başka bir yerde ifade edilmesi lazım. Çünkü Allahüteala diyor ki sonra ayrıntılı olarak açıklanır. Peygamberimizin sözleri o açıklamaya uygun olduğu zaman güvenilir olur. Şimdi böyle olduğu zaman Kuranı Kerim’de sadece şurada görüyoruz: Necim Suresi 18. Ayette. Gösterelim diye götürdük ve gördü. Öyleyse bu ikisi arasındaki benzerlikten buraya yönelme mecburiyeti var.
Peki buraya yönelince Necm Suresi’nin 18. Ayeti İsra ayetiyle irtibatlandırılmıştır deniyor. Bakalım 18. Ayeti mi daha azı mı. “Battığı (ya da doğduğu) zaman yıldıza yemin olsun. Arkadaşınız yoldan çıkmadı kendi kafasına göre de bir takım kurgular da oluşturmadı.” Yani kendisi peygamber olarak bir kurgu oluşturur peygamber olurum itibarım olur şu olur bu olur. Bunu kendisi oluşturmuş değil. Çünkü 40 yıl saygı duydukları insanın hiç duymadıkları şekilde konuşması herkesi şaşırtıyor. Bunlar nereden çıktı daha önce söylemezdi nereden söylüyor? Kendi arzusundan konuşmuyor. Yani bu sözleri kendi istediği için konuşmuyor. “Bu yaptığı konuşmalar kendine gelen bir vahiyden başkası değildir. O vahyi çok güçlü olan ona öğretmiştir.” (Necm 53/1-5) O çok güçlü olan ne? Çok güçlü olan kim? Ne deniyor senin okuduğun yerde? Allah’tır diyor. İşte şimdi bakalım o Allahüteala mı? Tekvir Suresi’ni açın. Bunun da kim olduğu orada açıklanıyor. Yani ayetler birbirini açıklıyor dedik ya.
“Kuran değerli bir elçinin sözüdür. Güçlüdür.” (Tekvir 81/19-20) Burada ne dedi? Güçlü olan. O zaman bu kimmiş? Cebrail (as). Çok güçlü olan ona öğretmiştir dediğimiz zaman… Batılıların en büyük sıkıntısı melek inancıdır. Çünkü araya Cebrail (as) girdiği zaman bu farklı bir şey oluyor. Yani sizin yapamayacağınız bir husus ortaya çıkıyor. Ama Allah bana öğretti dediniz mi benim içime doğdu diyorsunuz işte bugün ilham bana yazdırıldı bana geldi bize geldi filan falan onun kapısı açılıyor. Dolayısıyla bu görüşte olanlar mecburen Cebrail’i devre dışı bırakmak zorundalar. Aksi taktirde Muhammed’in kitabı diyemiyorlar. Çünkü Batılılar Kurana Muhammed’in kitabı diyorlar. Muhammed diyorlar ama onu peygamber saymıyorlar. Bizimkiler de aynı şeyi söylüyorlar ama peygamber diyerek ya kendilerini kandırıyorlar ya da bizi kandırdıklarını zannediyorlar. İki ayrı şekilde. İşte o günün Mekke ve Medine’sinin genel kültüründen ve bilgisinde yararlanarak böyle yapmıştır diyorlar. O günün Mekke ve Medine’sinin dışında hiçbir yeri ilgilendirmez. Yani o günün Irak’ının ya da Suriye’sinin hiçbir sorununu çözmez diyorlar. İlahiyat fakültesinde o hocalar o günün Suriye’sinin Irak’ının problemini çözmez diyor Kuran. Sadece Muhammed’in Mekke ve Medine hakkında söyledikleridir. O da kendi kafasına göre beğenirsin ya da beğenmezsin yazmış diyorlar. Ama araya melek girdiği zaman iş bozuluyor.
“Güçlü, arşın sahibi yanında makam sahibidir.” (Tekvir 81/20) Arşın sahibi kim? Allah. O zaman bu Allah mı oluyor? Cebrail oluyor. Peki burada ne diyor? İtibarlı. Makam sahibiyle aynı değil mi? Dolayısıyla bu Cebrail’den (as) başkası olamaz. Sadece burayı alırsanız akla gelebilir.
“Doğruldu.” Cebrail (as) geldi. Şimdi siz Kabe’i Şerif’ten güneşin doğduğu tarafa bakarsanız Hira Dağı en yüksek ufuk gibi gözükür. Şimdi araya binalar yapıldı görünmüyor. Ben ilk gittiğim zaman 1981’de oraya çıkıp da kafayı çevirdiniz mi hemen Kabe’nin kendisini görebiliyordunuz. Binalar yapıldı artık göremiyorsunuz. Doğruldu yani tam karşısına geldi Peygamberimizin. “O da ufuk-u aladaydı.” oradaydı yani. “Sonra yaklaştı, aşağı doğru indi. İki yay kadar kaldı araları belki daha yakın.” Kim iniyor? Cebrail (as). Şimdi kavs bizim yay dediğimiz var ya. Ok ve yayın yay kısmına kavs deniyor. Bir de kav kelimesi o yayın ortasındaki hareketli kısım. Kiriş diyoruz ona. Şurayı yay kabul edin şu ikisini birbirine bağlayana kab deniyor. Biz kiriş diyoruz. İkisini bağlıyor. İbrişimden mi yapılıyor deriden mi neden yapılıyorsa ben bilmiyorum. Bize ip gibi gözüken maddesini bilmiyorum. Esneyen kısım kab. İki kavs dediği zaman iki tane yay. İki yayın tek kirişi haline geliyor. Niye? Peygamberimizle Cebrail (as) öylesine birbirine sokuluyor ki iki tane yayı yan yana getirdiğiniz zaman kirişler üst üste gelir dışarıdan bakarsanız tek kiriş gibi görürsünüz. Yani iki yayın tek kirişi gibi birbirlerine iyice sokuldular. Bu ne demek? Musa’nın (as) ilk vahyi alması gibi önce bir korktu biliyorsunuz değneğini at dendiği zaman. O değnekten dolayı korktu başka şeyden değil. Peygamberimizin önce karşısına geliyor sonra hatta daha da peygamberimizle iç içe geldi. Yani oturup da oturduğu yerde konuşan iki kişi hakikaten bakarsanız iki tane yay gibi gözükür. “Vahyetti Allah’ın kuluna Allah’ın vahyettiğini.” (Necm 53/1-10) (İşte burada en büyük itiraz da bu. Eğer Allah’ın kuluysa diyor olmuyor. Çünkü şedidi kuvva Allah’tır. Başka türlü dersek Cebrail’in kulu oluyor bu da kabul edilemez bir tavırdır. Bunu diyenlerin bir delili yok. ) Tabii ki yok. Ama siz burada bakacaksınız Arapçada usul budur. Bütün diller de öyledir. Karinelere göre konuşacaksın. Yukarıdan beri buraya kadar gelenin Cebrail olduğunu görüyoruz. Tekvir Suresi’nden okuyalım. “Allah’ın kuluna vahyetti kuluna vahyettiğini.” (Necm 53/10) Orada Cebrail bir elçi olmuş oluyor. Cebrail’in sözü olarak duymuyor mu peygamberimiz? Allah Cebrail’e Cebrail peygamberimize.
Fatih Orum:
Hocam Şura 51’de “Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder.” (Şura 42/51) deniyor.
Abdülaziz Bayındır:
Bak çok iyi geldi aklına o. Şura 51. “Hiçbir beşerin Allah’la konuşması söz konusu olamaz.” (Şura 42/51) Şimdi bunlar ne diyor? Allah kendi indi kimseyi de karıştırmadı işin içine. Cenabıhakk’a rol biçiyorlar diyoruz ya. Hiçbir beşerle Allah’ın konuşması söz konusu değildir. Cenabıhak inecek, peygamberimizle aynı seviyeye gelecek bir insan gibi peygamberimizle iç içe sokulacak. Öyle olacak ki ikisi de aynı seviyeye geliyor. İkisi de birer yay artık bütünleşmiş oluyor. Haşa Allah da bir insan oluyor.
“Vahiy yoluyla…” Buradaki vahiy ilhamdır. Hepimize olur bu. İçimize bir şey doğar. Peygambere de olur kafire de olur mümine de olur. “Ya da perde arkasından.” Mesela buna rüyayı örnek verebiliriz. Yusuf (as) zamanında Müslüman olmayan kralın gördüğü rüya olduğu gibi çıktı. Bunu ona Allah’tan başkası bildirmiş olamaz. Ama bir perde arkasıdır bu. Ya da bir resul gönderir. “O gönderdiği resulle kendi izniyle vahyetmek istediğini eder.” (Şura 42/51)
Onun için bu gelenin, burada da ilk vahiyden bahsediyor. Bu sebeple arkadaşlar Kuran’ın Kuran’la açıklanması son derece mühim. Biz kendi kafamıza göre açıklarsak Allah bunu kendimizi Allah’ın yerine koymak sayıyor ve şirk kabul ediyor. Bu İslam aleminde en sık işlenen suçlardan birisi budur. Bakın tefsirlere herkes kendisi açıklar. Allah’ın ayetleriyle açıklamıyorlar ki. İçinde bulunduğumuz sıkıntının ana sebebi de o. Kuran değerli bir resulün sözüdür diyor mu? Burada da diyor ki resul göndererek konuşurum. Çünkü Allah ona vahyediyor Cebrail’de Peygambere vahyediyor. Cebrail vahyetti. Kimin kuluna? Allah’ın kuluna. Bütün bunları birleştirdiğin zaman başka olamaz. Neyi? Allah’ın kendisine vahyettiğini. Çünkü o da bir resul. Resul olduğu için o da Peygamberimize bildiriyor.
“O Kuran değerli bir resulün sözüdür. Arşın sahibinin yanında güçlü, makam sahibi.” Bu da işte az önce okuduklarımızın bir benzeri. “Orada kendisine itaat edilen, emin.” Çünkü emin olmayan kişi resul olamaz. Çünkü laf katar araya. Şeytan resul olamaz laf katar bir şeyler katar araya. Ondan sonra geliyor Peygambere. “Sizin arkadaşınız cinlerin etkisine girmiş değildir.” Mecnun deli manasında değil. Mecnun cinlerin etkisine girmek demektir. Çünkü o günkü Mekke’de kahinler var. Cinlerin etkisiyle konuşuyorlar. Muhammet de öyle değil. “Arkadaşınız yoldan çıkmadı kendisini bir takım kuruntulara kaptırmadı” ile arkadaşınız cinlerin etkisinde değildir’i karşılaştırın. “O Cebrail’i o açık ufukta gördü.” Hakikaten ben oraya çıktığımda baktım orası tamamen açık. Hira’nın çevresi. Gerçi şimdi hep evle doldu eskiden yoktu. Peki burada ne diyor? Ufuk-il ala diyor değil mi? Ufuk-u Mübin, ufuk-u ala. Aynı şey. Değişik özelliklerini söylüyor. En yüksek ufuk. Yüksek olduğu zaman her tarafı açıktır. Bak aynı. Ondan sonra “Gayb konusunda da itham edilemez.” (Tekvir 81/19-24) Yani o da güvenilirdir. Nasıl Cebrail eminse bu da emindir.
Şimdi bütün bunları birleştirdiğiniz zaman faili Allah’tır deme imkanı ortadan kalkıyor. Ayetleri ayetler açıkladığı zaman bu imkansızlaşıyor.
Yahya Şenol:
Şunu belki ilave olarak söyleyebiliriz. Süleyman Ateş hoca faili bunun Cebrail’dir demiş. İla abdihi deki hi de yine Cebrail’e gider. Cebrail kuluna bahsetti. Burada kul deyince insanlar şaşırıyor halbuki belki o arkadaş onu söylemiş olabilir. Burada Cebrail’e tapan demek anlamına gelmez diyor bu kul. Ona bağlı saygılı onun emrine tabi olan anlamındadır. Abd Allah’a doğru kullanıldığı zaman tapmak anlamına gelir diyor. Çünkü o zaman abd köleler için de kullanılıyordu diyor.
Abdülaziz Bayındır:
Bu kabuk edilebilir bir yorum değil. O asla kabul edilemez çünkü Peygamberimiz Cebrail’in emrinde değil. Allah lafzı geçmedi diyor. Geçmesi gerekmez ki o var. Kuranı Kerim’in her yerinde var. Söylenmesi gerekmez ki o anlaşılır.
Ondan sonra da diyor ki “Kalbi gördüğünü yalanlamadı.” Yani iyice kanaat getirdi ki bu Cebrail’dir. “Şimdi o bizzat görmüş siz onunla tartışmaya mı giriyorsunuz.” (Necm 53/12) Öbürüne ne dedi? İtham edilecek birisi değil. Aynı. Biri bir açıdan biri bir açıdan. Çünkü bakın görüyor musunuz bir yerde Allah bir şey söylüyor öbür yerde detaylı olarak açıklıyor. Hepsini birleştirmediğiniz zaman bu iş olmuyor.
Bu hangi vahiy oluyor? Bunun Mescidi Aksa’yla bir alakası var mı? Yok. Allah’ın büyük ayetlerinden gördü de demedi. Cebrail’i gördü. Artık onun Cebrail olduğu iyice ortaya çıktı. Muhammed (sav) Cebrail’i gördü. “Onu bir defa daha gördü, sidretül müntehada.” (Necm 53/13-14) İniş manasında değil. Ben en eski lugatlara da baktım. Bir kere daha manasında kullanılıyormuş. Nerede gördü? Birisini ufuku ala’da gördü ikincisini sidretil münteha’nın yanında gördü.
Peki bu sidretil münteha ne? Onu da yine Kuranı Kerim’den anlamaya çalışacağız. “O sidretil müntehanın yanında cennetül meva vardır.” (Necm 53/15) Me’va’nın bahçesi. Me’va’nın bahçesi dersek birisinin bahçesi demektir. Ama me’va cennetin sıfatı. Cennetin sıfatı olması için cennetin marifi olması lazım. Cennet derken insanların anladığı yer olmalı. Yoksa onun dışında bir cennet olursa el cennetül meva dersen insanların anladığı cennet olmalı Arapça bakımından. Cennetül me’va denildiğine göre cennet bilinen bir yerdir. O Kuranı Kerim’de başka bir yerde nasıl geçiyor? Cennatül me’va. Hangi ayetteydi o? Secde Suresi’nde 19.ayet. Yanında cennetül meva var. Yanında dediğine göre bu ağaç o bahçede değil. Yani sidretül münteha o bahçede değil. Öyle olsaydı fi cenneti meva derdi. Ama yanında diyor. İnanan ve iyi iş yapanlar için me’va cennetleri vardır. Demek ki cennetül me’va bir tane değil bir çok. Me’va ne demek? Yerleşip kalacağınız. Aynı me’va cehennem için de kullanılıyor. Bu iman edenler için cennetül meva. Me’va demek gidip yerleşip kalınacak yer demektir. Günahkarlar cehenneme yerleşecek inananlar da cennete yerleşecek. Onun için cennetül meva deniyor. Yanında cennetül meva var. Yanında cennetül meva varsa demek ki Kuranı Kerim açısından düşünme gerekiyor. Bu neresidir? Çünkü Allahüteala bütün bunları birbirine bağlamış hep.
“Sidreyi bürüyenin bürüdüğü zamanda.” (Necm 53/16) bu oluyor. Demek ki sidrenin üzeri önemli bir şeyle örtülmüş. Şimdi Sidre’nin üzeri örtülü. Orada da gördü acaba gözü yanıldı ya da görüntüde farklı bir şey mi oldu? Göz kamaşabilir de. Ya da görüntü değişebilir de. Hayır öyle bir şey yok. Ya da şu bakmaması gereken yere bakmadı gözü de kaymadı. Mesela bir kere Allah rahmet eylesin sanayicilerden Necati Özşah vardı diyor ki Avrupa’ya gittim. Bir fabrikadan bir makine satın alacağım onu görmek için girdim içeri. Bana bir at gözlüğü gibi bir şey bağladılar iki tarafı kapalı. Orada yapılanları görmemesi için. Atölyeye giriyor ya. Çünkü kendisi sanayici. Orada bir şeyi görür gelir Türkiye’de yapar. Sonra gittim dedi öyle bir şey taktılar ki sağa solu görmem mümkün değil. Sadece o makineyi görmek için girdim. O arada bir şeye gözüm takıldı. Ondan alacağımı aldım. Gelmiş aynısını Türkiye’de yapmış Türkiye’de bir numaralı bir kumaş üreticisi olmuş. Bizzat kendisinden duydum. Yani ne gözü kaydı ne de görmemesi gereken yeri gördü. O zaman peki demek ki Sidretül Münteha nereyse oraya peygamberimiz rüyada mı gitmiş oluyor? Gözün kayması, görmemesi gereken yeri görmemesi? Siz rüyada kendi kontrolünüzde oluyor musunuz? O zaman kendi kontrolünde olması için vücutla gitmesi, rüyada olmaması gerekiyor. Ondan sonra da diyor ki rabbinin en büyük ayetlerinden gördü. Görmek için gitti sidretül müntehada. Sidretül Münteha nerede? Cennetül me’vanın yanında. Onun içinde değil. Dolayısıyla Mekke’nin yanında bir ağaç diyorlar. Mekke’de çok mescit vardı. Uzak bir mescide gitti falan. Bunun Kuran’ı Kerim’e girmesine bir gerek yok ki. Herkes kalkar gider falan yere gider gelir. Onun çevresinde hangi ayetleri görmüş olacak? (Delil olarak kimse sormaması diyorlar. ) Her konuda rivayetleri atıyorlar kendi hesaplarına geldiği zaman rivayet uyduruyorlar. Öyle saçmalık olur mu?
Şimdi burada şu var. Peygamberimiz (sav) demek ki Kabe’den bizim bildiğimiz Mescidi Aksa’ya gitmiş değil. O Mescidi Aksa olması için en uzak mescit olması lazım. Peki en uzak mescit. Eğer bugünkü Mescidi Aksa desek o zaman o gün burası Yahudi mabedi olacak başka bir şey olmayacak. Hıristiyan – Yahudi Mabedi ise en uzak mabet orası değil ki. Dünyanın bir çok yerlerinde de vardı o mabetlerden. Roma’da da vardı. Bizans’ta da vardı bir çok yerde vardı. El-Aksa sadece Kudüs’teki değil ki. Başka yerlerde de olabilir. Zaten Abdullah’ın okuduğu şeyde oraya edna deniyor. Edna olan bir yerde aksa olmaz ki. En yakın yerde en uzak mescid olmaz. Ednanın müennesi dünyadır. Dünya niye dünya? Bize en yakın olan yere dünya denir. Yakınlığından dolayı deniyor. Ya da bizzat yaşadığımız hayat olması nedeniyle deniyor. Uzak da Aksa kusva olarak müennesi kullanılır.
Şimdi burada Peygamberimizin hadislerinde beytül mamur diye bir şeyden bahsediliyor. Ben oraya çıktım. İbrahim (as) ona sırtını yaslamıştı. Orada sidretül müntehayı çok güzel bir şey olarak anlatıyor. Cennetül meva deniyor cennetle ilgili gördüğü bir takım şeyleri ifade ediyor hadisi şerifte. Acaba bu öyle mi? Hemen Necm Suresi’nin yanında Tur Suresi var. Tur Suresi’nin ilk ayetlerine bakın: “Turi Sina, ince ve yayılmış derilere yayılmış kitap hakkı için ve beytil mamur hakkı için ve yükseltilmiş tavana.” (Tur 52/1-4) Şimdi el beytül mamur Kâbe-i Şerif pekala olabilir hiç bir sakıncası yok. Fakat yükseltilmiş tavan diyor. Allahüteala gökleri de tavan olarak nitelendiriyor. Birbirinden ayrı olur. El Beytül Mamur Kabe olabilir hiçbir manisi yok. Ama acaba el beytül mamur yükseltilmiş tavanla birlikte düşünülemez mi? Düşündüğümüz zaman yedinci kat semada olduğu düşünülemez mi? Şimdi bana göre ben kendi açımdan, buraya kadar bana göre demedim dikkat ederseniz, bundan sonraki ayetlerden ben anladığımı söyleyeceğim ama başkaları öyle anlamayabilir. Buraya kadarkinin Kuranı Kerim’in açıklaması olduğu kanaatindeyim.
Tekvir Suresi’ne tekrar dönelim arkadaşlar. Burada 11. Ayette diyor ki şunu dünya olarak düşünün. Bu cennetül meva olsun. Bu yedi kat gök olsun. Bu da dünya olsun. Diyor ki burada bir şeyin kabuğu gibi açıldığı zaman. Kaysının kabuğunu açıyorsun çekirdek ortaya çıkıyor. Bunu açtıktan sonra cennetül meva olduğunu öbür ayetten öğrendik mi? Diyor ki burada “Sema açıldığı zaman.” Aradaki engel kalktı. Bu burada olduğu zaman sen cenneti göremiyorsun. Açıldı kalktı. “Cehennem tutuşturulduğunda, Cennet yaklaştırıldığı zaman.” (Tekvir 81/11-13) El cennet dediği zaman cennetül meva. Aradaki engeli kaldırdığın zaman sen bu dünyadan bakan bir kişi olarak çok büyük olan bu cenneti göremeyecek misin? Yedinci kat semadaki değil. Sidretül Münteha’nın yanındaki. Kaplayan kaplamış dendiği zaman semayla kaplanmış olma ihtimali yüksek. O zaman aradaki o yedi kat sema ayrıldığı zaman. Kitaplar için kağıtların dürüldüğü gibi göğü dürdüğümüz gün diyor. Gökler dürülmüş olarak Cenabıhakk’ın yemininde duracaklar. (Zümer 39/67) Kendi gücüyle kuvvetiyle dürülmüş olan şeyler. Şimdi gökleri dürdünüz. Ama yer bir gök cismi değil. Genel algıyı sürekli bozmak lazım. Yer ayrı gökler ayrı. Yer burada duruyor. Gökler de tamamen dürülüyor ayrılıyor. Cennet de sidretül müntehanın yanında. O zaman bu sidretül münteha nerede? Yani yedi kat gökler dürüldüğü zaman ortaya cennet çıkıyor. En son ağaç ne olur? Cennet yedi kat göğün dışında. Sidretül münteha da en son ağaç. Peygamberimiz anlattığı zaman yedinci kat semada demiyor mu? O zaman yedinci kat gökte olması gerekiyor bunun. O zaman ves sakful merfui da onu örten sidre ağacı olabilir diyorum. Bu benim görüşümdür diyorum. Burada çok kesin olamadığım için böyle söylüyorum. Ama düşünülmeye değer diye düşünüyorum ama hadislerle de bir irtibat kuruluyor.
Gökyüzü kayısının ya da büyükçe bir şeftali düşünün içinde küçücük bir çekirdeği var. Şeftalinin dış kısmını ayırdığınız zaman çekirdek ortaya çıkıyor. O zaman şeftalinin dışında olan bir şey varsa engel kalkınca çekirdekten görünüyor. İşte yedi kat gök bir meyve kabuğu gibi soyulduğu zaman o zaman cehennem de tutuşturuluyor. Cennet yaklaştırılıyor. Demek ki cehennem hazır ama henüz tutuşturulmamış. Cennet hazır ama duruyor. Yaratıldı demiyor. Yaklaştırıldı diyor. Öyleyse cennetül meva da insanların gidip de yerleşeceği cennet olduğuna göre sidretül müntehanın da yanında olduğuna göre o zaman sidretül müntehanın o yedinci kat semadaki şey olması gerekiyor.
Peki bu olay acaba mucize mi? Şimdi şurada çok ilginç bir ayet var arkadaşlar. İsra Suresi’nin 59. Ayeti. Baştan söyledik mucize olabilmesi için bir peygamberin kendi peygamberliğini ispat için göstermesi lazım. İspat belgesi olması lazım. Kendisi görüyor. Kendisi kendi peygamberliğinden şüphe etmiyor ki. Başkasına da ispat etme durumu olmadığı için bu bir mucize değildir. Ama şu ayeti okuyalım: “Sana mucize vermemizi engelleyen tek şey bunu öncekilerin yalanlamalarıdır. Semud’a gerçeği bütün çıplaklığıyla gösteren deveyi verdik. Ona karşı yanlış davrandılar.” Öldürdüler. Demek ki o bir tek mucize peygamberimize verilseydi burada bir örnek verilmezdi. Kuranın dışında bir mucize yok. Kuranın kendisi zaten Peygambere gelen mesaj. “Biz o mucizeleri sadece korkutmak için göndeririz.” (İsra 17/59)
Peki şimdi birisi diyecek ki Muhammed’in gördüğü ne olacak? “Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır.” Yani kim ne yapıyor ne konuşuyor rabbin bunları gayet iyi bilir. İnsanların dedikodularını falan her şey bilir. Rabbin bunları çok iyi bilir. “Sana gösterdiğimiz o şey var ya sadece insanları sıkıntıya sokan bir şeydir.” Gitmiş görmüş, yok canım olmaz öyle şey. Bakın bugün hala da fitnesi devam ediyor. Gitti mi gördü mü nasıl oldu Kudüs’e mi gitti falan yere mi gitti? Bu fitne nerede ortaya çıkar? Seni Allah’ın kitabından uzaklaştırmak için fitne oluştururlar ha diye. İşte bu bir fitne. İmtihan vesilesi. Kim teslim oluyor kim olmuyor. Ebubekir’in (ra) hiç itirazsız kabul etmesinden dolayı ona ne denir? Sıddık denir. Ama bazıları yok efendim şöyledir böyledir mantıken… Yanı kendi kafasına göre Cenabıhakk’a rol biçiyor. “Kur’an’daki şeceretü meluneyi de öyle yaptık.” (İsra 17/60) Mesela bir zakkum ağacından bahsediyor cehennemde. Günahkarların yiyeceği. Duhan Suresi’nin 43. Ayeti. “Zakkum ağacı günahkarların yiyeceğidir. Erimiş maden gibi midelerde kaynar. Kaynar suyun kaynaması gibi. Onu tutun yükseltin ve cehennemin ortasına atın denir.” (Duhan 44/43-46) Böyle şeyler olacakmış diye cehennem korkusu olur insanlarda. Bununla onları korkutuyoruz. Peygamberimizi alıp da hayallerinin ötesine götürülmesi onlar için bir mucize değil. Şecerei zakkum da mucize değil ama mucizelerden beklenen korkuyu ortaya koyuyor. O korku gene oluyor.
(Y.Ş.: Gösterdiğimiz şeydeki rüya kelimesi olduğu için rüyada gitmiş diyenler var.) Elif lamlı rüya bu. Ayetler arasındaki bağlantıları koparırsan her şeyi söylersin. Siz şu direği buradan başka bir yere götürebilir misiniz? Götürebilmeniz için kesmeniz lazım. Kestikten sonra istediğin yere götür. Ama artık buranın direği olmaktan çıkar. Ayetlerden de parçalayıp böldün mü istediğin manayı ver. Ama o Allah’ın kelamı olmaktan çıkar. (Y.Ş.: Ruya başka yerde bu anlamda kullanılıyor mu acaba.) Rüya görme manasındadır. Başka mana anlaşılmaz oradan. Fetih Suresi’ndeki neydi? Orada da rüya ama Peygamberimiz orada o rüyanın sadık olup olmadığı konusunda kesin bir kararı olmadığı için Allah onu tasdik ediyor. Ama bunu gözüyle görmüş. Tasdike gerek yok. Rüya dediğiniz zaman evet sizde bir kanaat olur ama kesin bir bilgi olmaz. Kelime aynı kelimedir de. (Y.Ş.: Adamlar diyor ki rüya kelimesinin geçtiği her yerde bizim bildiğimiz manada rüya anlamına gelir.) Peygamberimizin insanlara sokan bir rüyası yok ki. Ama insanları hala sıkıntıya sokan isra ve miraç.
Sonuç olarak Peygamberimizin Mescid’i Haram’dan Mescid’i Aksa’ya gitmesi diye bir şey söz konusu değil. Yani bugünkü manadaki mescidi aksa. Kudüs’e gitmesi söz konusu değil. Oraya gidip de peygamberlere namaz kıldırmış. Burak’ın oradaki kapıya bağlamış. Bunların her biri Mervan zamanında Kudüs’ü Kabe’ye alternatif yapmak için oluşturulmuş şeylerdir. Bunlar tarihi kaynaklarda sabittir.
El Mescid-ül Aksa peygamberimizin hadislerinde Sidretül Münteha’nın orada bulunan El Beytül Mamur’dur. Ayeti kerimelere baktığımız zaman bunun böyle olma ihtimali oldukça kuvvetli gözüküyor. Peygamberimizin öyle dediğini duysak bu ayetlere de bakmayız. Başüstüne resulallah tamam sen ne dediysen o. Bu kadar söylememizin sebebi araya bir sürü dedikoduların girmiş olması, yanlışla doğrunun birbirine karışmış olması. İşte bakın o da bir fitne ortaya çıkarıyor. O sebeple ayetlerle hadisler arasındaki irtibatı kurabilmek için de bu çalışmayı yapmış olduk. Bende hasıl olan kanaat Peygamberimiz (sav) Mescid-i Haram’dan Mescid’i Aksa’ya yani yedinci kat semaya gitmiştir. Bu kesinlikle bir mucize değildir. Bunun mucize olmaması bizim de gidebileceğimizi gösterir. Allahüteala Talak Suresi’nin son ayetinde “Allah yedi göğü yaratmıştır. Yerden de onun mislini yaratmıştır.” (Talak 65/12) Siz yedi göğü incelemek istiyorsanız yer yüzünü inceleyin. Yer yüzünde de yedi tane katman yaratmış oluyor. Demek ki çekirdekte dünyamıza benze bir şey daha var. Biz yedinci katında yaşıyoruz dünyanın. Yedinci katında yaşadığımıza göre yedinci kat semanın da buraya benzer bir yer olması gerekiyor. Dolayısıyla orada da bir ağaç olması gayet normaldir. Allahüteala En’am Suresi’nde enamı gökten indirdiğini söylüyor[2]. Koyun, keçi, sığır ve deveyi gökten indirdiğini söylüyor. O zaman bunların bulunduğu bir yer var.
Bütün bunları birleştirdiğimiz zaman şu ortaya çıkıyor. Biz de aslında oralara kadar çıkabiliriz. Mucize değil. Onun için diyor ki Allahüteala rahman Suresinde “Ey insan ve cin toplulukları eğer göklerin katmanlarına gücünüz yetiyorsa gidin.” Yasak yok. “Ama oraya bir sultanla gidersiniz.” (Rahman 55/33) Yani gücünüz olacak bilginiz olacak. Yeterli bilgiye sahip olursanız gidersiniz. O zaman bu da bizim göklere dair bilgimizi geliştirmemiz açısından son derece önemli kapılar açmış oluyor ve bitiriyoruz.
(Yazıya geçiren: Efe Mısırlı – efemisirli@gmail.com)
[1] “Şüphesiz, biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik.” (Kadir 97/1)
[2] “Sizi bir tek canlıdan yarattı; sonra o canlıdan onun eşini vücuda getirdi. Ve sizin için davarlardan sekiz çift indirmiştir. Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde, bir yaratıştan öbürüne geçirerek oluşturuyor. İşte Allah! Budur sizin Rabbiniz! Yalnız O’nundur mülk ve saltanat! İlah yoktur O’ndan başka! Hal böyle iken nasıl oluyor da gerçeğin tersine döndürülüyorsunuz?” (Zümer 39/6)