Dün akşama kadar hangi konu üzerinde konuşacağımız belli olmadığı için internetten ilan edemedik. Şimdi önümüzdeki hafta içerisinde miraç kandili var değil mi? Dün de bütün camilerde miraç konusunda hutbeler okundu. Bu meselenin gerçekten tahminlerimizden öteye büyük bir önem taşıdığı kanaati hasıl oldu. Bana göre yeni bir ufuk açabilecek bir meseledir. Dolayısıyla inşallah bu derste bu miraç konusunu işleyelim. Eğer bu derste bitmezse daha sonraki derslerde de devam ederiz inşallah.
Şimdi her şeyden önce dün benim bulunduğum camideki imam hutbede Peygamberimizin en büyük mucizelerindendir dedi miraç. Sen de öyle okudunmu, öyle bir hutbe. En büyük mucizelerindendir diye.
Yahya Şenol: Ben, kendi eklemedi ama metinden okudu. Çünkü bizim camide de öyle dedi. Okudu yani.
Abdulaziz Bayındır: Bak ittifak hasıl oldu. Şimdi gerçekten öyle bir kanaat var. Mucize ne demek? Acaba bu Peygamberimizin mucizesi mi? Mucize bir kimsenin peygamber olduğunu başkalarına ıspat için AllahTeala tarafından ona verilmiş olan olağan üstü şeylerdir. İşte Musa(as)’ın Firavun’a karşı değneğini yere atıp AllahTeala’nın emriyle tabi. Onun yılana dönüşmesi. Elini koynuna sokup çıkardığı zaman esmer elinin bembeyaz olması. Sonra tekrar eski haline dönmesi. Ve daha bir çok mucizeler. O zatın Allah’ın peygamberi olduğunu gösteriyor. Peki Muhammed bey(sav)’in böyle bir mucizesi var mı? Şimdi bak mesela şuradan ilk önce ayeti okuyalım. Ki herkesin ityifakla kabul ettiği miraç ile ilgili okunan ilk ayet bu. Dünkü hutbede de okudunuz mu Adem Hocam? “Subhanellezi esra” tamam. Zaten surenin adı da isra suresi. O yolcukuktan bahsettiği için Peygamberimizin miraç diyd bizim yani öyle adı miraç olarak yaygınlaşmış olan, yedinci kat semaya yaptığı yolculuktan bahseden bir ayet. Şimdi burada diyor ki AllahTeala; “Subhanellezi esra bi abdihi leylen minel mescid-i harami ilel mescidil aksallezi barekna havlehu li nuriyehu min ayatina innehu huves semiul basir”(İSRA 1). “İsra” gece yürüyüşü demek. Zaten “leylen” ifadesi de onu destekliyor. “Bir gece kulunu Mescid-i haramdan Mescid-i Aksa’ya yürüten Allah’ın bir kusuru yoktur”. Peki Mescid-i Aksa ne imiş? “Ellezi esra bi abdihi leylen minel mescid-i harami ilel mescidil aksallezi barekna havlehu: çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa”. Niçin götürdün Ya Rabbi? “Li nuriyehu: o peygambere gösterelim diye”. Değil mi yani. Kulu olan Muhammed bey(sav)’e gösterelim diye. “Min ayatina: ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye”. Peki mucize Allah’ın peygambere gösterdiği şey mi? Mucizeyi Allah peygambere mi gösterir?
Yahya Şenol: Olağan üstülük anlamında gösterdiğini söylüyor burada.
Abdulaziz Bayındır: Olağan üstülük anlamında Peygamberimizin en büyük mucizesi dendiği zaman orada başka bir şey anlaşılır, o olağan üstü birşeydir demek başka bir şeydir.
Fatih Orum: Hocam olağan üstülüğü mucize ise, yani mesela bir insan görmüştür diyor ki; ben bu gece semalara çıktım, bu bir mucizedir. İnsanlar bunun neresine bakıp mucize görecekti ki? İkna kabiliyeti olan seni hayrete düşüren olaydır. Burada seni hayrete düşürüyor ama ikna gücü yok, nasıl ikna olacaksın?
Abdulaziz Bayındır: Bak mesela şimdi şurays bir bakın. Mesela aynı surede 59.ayet esteuzubillah;”Ve ma meneane en nursile bil ayati illa en kezzebe bihel evvelun”. “Bizim ayetler göndermemize” ki burada irsal ile ilgili “ayetler göndermemize bizi engelleyen sadece öncekilerin onlar karşısında yalan söylemiş olmalarıdır”. Yani Peygamber(sav)’e Allah ayetler göndermemiş. Çünkü ondan sonra diyor ki bakın; “ve ateyna semuden nakate: Semud’a o nakayı , o deveyi verdik”. Bu işte ayet olarak verdik demiş oluyor. Şimdi devenin ayet olması başka bir kelimenin bir cümlenin ayet olması başka bir şey. Peki neden o “naka”yi, o deveyi vermiş? “Mubsıraten: mubsir olarak”. Nedir? O deve bir belge. Salih(as)’ın peygamber olduğunu gösterdiği için “mubsıra” oluyor. Onun için “desair” kelimesi de kullanılıyor. “Zalemu bi ha: o deve karşısında zalimlik yaptılar”. Ne yaptılar? Deveyi kestiler. Ondan sonra ne diyor: “ve ma nursilu bil ayati tahvifa: biz ayeti sadece insanları korkutmak için göndeririz”. Ne demek korkutmak için? Bak bu Allah’ın peygamberidir, inanmazsanız başınıza gelenler, onun peygamber olduğuna kesin kanaat getirmiş olacaklar orada, o zaman inanmadıkları takdirde C. Hakk’ın onlara yapacağı, vereceği cezaları tahmin edecekler anlayacaklar. Şimdi burada bunlar böyle belirtiliyor. Yani AllahTeala Muhammed bey(as)’a ayet vermediğini bildiriyor. Siz o ayeti, bazıları genel anlamda kuran ayeti diyor. İndirmedi mi? Elimizdeki kuranı kerim hep ayetlerden ibaret değil mi? O zaman buna enzelna ifadesi kullanıyor değil mi? İnzal edilen ayetler zaten var. İşte elimizde. Peki biz peygambere ayetler göndermedik demiş olmuyor mu? “Ve ma meneana nursile bil ayati illa en kezzebe bihel ve ma nursilu: öncekiler buna karşı yalan söyledikleri için ona ayet göndermedik” diyor. Peki, bir o var bir de İsra suresi az önce senin dediğin gibi Peygamber Efendimiz gece çıkmış yolculuğa gitmiş gelmiş, bunu kendisinden başka gören var mı? Sadece Peygamberimizin anlattığı ve kuranı kerimin anlattıklarından biliyoruz, başka bir şey biliyormuyuz? Mucize bu mu? Buna mucize denir mi?
Fatih Orum: Kendisi çalıyor kendisi oynuyor olacak.
Abdulaziz Bayındır: Bu bir mucize değil yani. Bu bir mucize değil. Bir kere bu bir mucize değil meselesinin ne kadar önemli olduğu biraz sonra ortaya çıkacaktır inşallah.
Serkan bey: “Enzele” ile “ersele” dediniz de aklıma bir şey geldi doğrumudur? Enzele olunca bu akılla yani mucizeliğini anlayabileceğimiz şeylerdir. Özellikle bu kuran bağlamında. Ersele olunca yani madde, cisim, herkesin gözüyle görebileceği yani çok da kafa yormasan da göz önündedir, gözle görünür ayetlerdir.
Mehmet Hoca: Soyut ile somut açısından değil de irsal ile gönderdiğinde mesaj vermek amaçlanıyor enzele olursa..
Abdulaziz Bayındır: Zaten “basair” de deniyor. “Basiret” “muhsıra”.
Mehmet Hoca: Soyut ve somutluk açısından “ve enzelna hadid”, “hadid” somut bir şeydir, bunu kullanıyor. Fakat ben başka bir şey eklemek istiyorum yani mesela dün dinlediğimiz kadarıyla, ister arapça ister türkçe bu miraç üzerinde durduğun zaman Peygamber(sav)’in en büyük mucizesi derken orada şöyle bir cümle kullanılmıyor; yani bu Peygamber(sav)’in nübüvvetini ıspat etmiş olan, ıspat edecek şekilde bir mucize diye üzerinde durmuyorlar. Yani biraz önce Yahya ile Muhammed bey’in dediği gibi yani olağan üstü bir hal Peygamber(sav)’e ait, Peygamber(sav)’in şahsında görülmüş bir olay gibi okuduğum anlamlarda öyle. Hatta imam kendisi verdi okumuştum mesela. Orada yani bu bir mucize Peygamber(sav)’in nübivvetini tespit edecek,ıspat edecek şekilde algılanmıyor yani.
Abdulaziz Bayındır: Güzel de mucize kelimesi bir terim değil mi?
Mehmet Hoca:Mucize kelimesi bir terimdir, olağan üstü bir olaydır.
Abdulaziz Bayındır: Tamam, niçin olur?
Mehmet Hoca: Çeşitli amaçlarla olur. Onun bir de, bir Allah tarafından vahiy olarak gönderilen nebi olarak gönderilen bir insanın nübüvvetini tespit etmek mucizelerin bir amacıdır. Yani olağan üstü bir hal. Adam diyoruz mesela on yedinci kattan düşmüş mucize eseri kurtuldu diyoruz mesela. Yani daha bir geniş şekilde almanın yararlı olduğunu düşünüyorum.
Abdulaziz Bayındır: Mucize eseri kurtuldu dediğin zaman mecaz kastedilir. Ama mucize kelimesi bir peygamber ile ilintilendirildiği zaman o manayı düşünme imkanı var mı? Onu siz öyle yorumluyorsunuz. O sizin kendi yorumunuz.
Mehmet Hoca: Dediğim gibi yazılarda Peygamber(sav)’in nübüvvetini ıspat etmesi söz konusu değil yani.
Abdulaziz Bayındır: Nübüvveti ıspat etme söz konusu hale getiriliyor. Biliyorsunuz o işin başka bir şekli var. Peygamber Efendimiz bundan bahsedince geldiler, işte Beyti Makdis’i sordular. İşte ben de zihnimde tutamamıştım o arada AllahTeala onu karşıma getirdi. Ne sordularsa cevap verdim.
Mehmet Hoca: O olayın başka bir yönü.
Abdulaziz Bayındır: Hayır. Şimdi işte o zaman o iş genel anlamdaki mucizeye dönüşmüyor mu?
Mehmet Hoca: Tamam.
Abdulaziz Bayındır: Yani burada o olayın eksik parçalarını da böylece zihnen tamamlamış oluyorlar. Şimdi burada bir kere bunu baştan şey yapmak lazım. Bu bir mucize değil bir! Genel anlamda Peygamberimize C. Hakk mucize vermediğini bildiriyor iki! Evet Peygamber Efendimize ben az önce de bu ayet şey yapmıştım aklınıza gelmiş. Yani zihnimden geçmişti. AllahTeala diyor ki esteuzubillah; “Ve in kane kebure aleyke i’raduhum fe inisteta’te en tebtegiye nefekan fil ardı ev sullemen fis semai fe te’tiyehum bi ayah: eğer onların senden yüz çevirmesi sana ağır geliyorsa gücün de yetiyorsa yerin altına bir tünel kazmaya, yada göğe merdiven dayamaya” ki miraç da merdiven manasına da gelir. Yani kişiyi yukarıya çıkaran her şey. “Fe te’tiekum bi ayeh: onlara gider bir mucize getirirsin”(ENAM 35). Bak, göğe çıkmanın kendisi mucize değil dikkat edin. Çıkıyor oradan mucize getiriyor değil mi? Yada yerin dibine inmek mucize değil, iniyor oradan mucize getiriyor. Git göğe çık yada yerin dibine in bir mucize getir. Somut bir şey getir. Orada ne diyor AllahTeala Peygamberimizi uyarıyor “ve lev şaallahu le cemeahum alel huda” yani AllahTeala’nın böyle bir kuralı olsaydı, insanları zorla imana getirme şeklinde bir kuralı olsaydı tabiki hepsini hidayette toplardı. Ama insanları serbest bırakıyor burada. “Fe la tekunenne minel cahilin: cahillerden olma”(ENAM 35). Ne olmuş oluyor neticede? Bak burada da Peygamberimizin bu tür mucizeleri arzu ettiği, AllahTeala’nın da vermediği, sen yapabiliyorsan yap şeklinde bir uyarıda da bulunduğu ve ağır bir uyarıda bulunduğu anlaşılıyor. Tamam şimdi esas konuya devam edelim, çünkü konu çok uzun.
Şimdi, Peygamberimiz(sav) bir gecede şey yapıyor. “Subhanellezi esra bi abdihi leylen: kulunu bir gecede aldı yürüttü” AllahTeala. Mesci-i Haram’dan El Mescidul Aksa’ya. Çevresini bereketli kıldığımız. Yürüyüşün başlangıcı Mescid-i Haram, bittiği yer Mescid-i Aksa, bu olay da “isra” olayı. Peki niçin götürdük diyor? “Bi nuriyehu: ona gösterelim diye”, “min ayatina: ayetlerimizden gösterelim diye”. “İnnehu huves semiul basir: Allah sem’i ve basirdir, işiten ve görendir”. O zaman demek ki o yolculuğun asıl sebebi Allah’ın kendi ayetlerinden bir kısmını Muhammed bey(sav)’e göstermek. Yoksa insanlara göstermek değil. Şimdi bizim gelenekte şu var biliyorsunuz hepiniz önce: Mescid-i Haram tamam “El Mescidil Harami”, kabedeki mescud ve çevresi. Kabe ve çevresi. “El Mescidul Aksa” dediğimiz zaman da müslümanların zihinlerine hemen gelen şu anda Kudüs’de bulunan mesciddir. Dolayısıyla C.Hakk bu ayette Peygamber Efendimizi bir gece kabeden aldı Kudüs’e getirdi. Peki niye getirdi? Ayetlerinden göstermek için. Hangi ayeti gösterdi orada? Hangi ayeti gösterdi dediğiniz zaman
Serkan bey: Şey diyorlar Hocam, tüm peygamberler orada toplanmış..
Abdulaziz Bayındır: Namaz kıldırmış, imamlık yapmış falan deniyor
Enes Hoca: Oraya gelene kadar yolda gördükleri mesela
Abdulaziz Bayındır: Yolda gördükleri kervanlardan bahsetti falan filan. Gece vakti nasıl, hangi kervanı görüyor?
Enes Hoca: Yatmış,
Abdulaziz Bayındır: Gece?
Enes Hoca: Yol üzerine yatmış.
Abdulaziz Bayındır: O kervanlar görüyor mu kendisini?
Katılımcı: Öyle bir seyehati yapabilmek, yapabiliyor olmak.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi, kuranı kerimin usulünü hepimiz biliyoruz. Yani Allah Teala bir yerde işi kısa öz anlatıyor diğer yerde de detaylara giriyor. “Kitabun uhkimet ayatuhu summe fussilet min ledun hakımin habir: Bu bir kitaptır ki ayetleri kısa ve özlü olarak ortaya konur sonra da hakim ve habir tarafından açıklanır”(HUD 1). Şimdi böyle olunca hemen bu ayetleri açıklayan Necm suresine geçiyoruz,53.sureye. Şimdi bu surede baştan okuyalım daha iyi anlaşılmasına vesile olur. “Ven necmi iza heva”: doğarken yada batarken yıldıza and olsun. “Ma dalle sahibukum va ma gava: arkadaşınız yoldan çıkmadı aşırılık da yapmadı”(2). Yani kimseye hakimiyet kurma niyeti de yok. Öyle baskıcı falan olma hevesi de yok. “Ve ma yentıku anil heva”(3): Bu sözler yeni söylemi kendi arzusuyla olan bir söylem değil. Kendi arzusundan söylemiyor. “İn huve illa vahyun yuha: O kendisine yapılan bir vahiydir”(4). “Allemehu şedidul kuva: Ona güçleri sağlam olan öğretti bunu”(5). Güçleri sağlam olan kim? “zu mirreh: kişilikli” o öğretmiş oldu. “Festeva: doğruldu”(6).”Ve huve ufukil a’la: o en yüksek ufuktaydı”(7). Şimdi bu “huve” kelimesini Peygamber’e götürmek de mümkün Cebrail’e götürmek de mümkün. İkisi de olabilir. Zaten ikiside oradaydı o anda. “Ve huma” şeklinde gibi. Şimdi “ufukil a’la” kabede hakketten doğuya doğru dönerseniz-şimdi binalar yükseldi- orada göreceğiniz, doğu tarafında en yüksek yer Hira tepesi oluyor. O Hira’dan baktığınız zaman kabe gözüküyor. Şu anda herhalde binalar engelliyordur, gözükmüyordur. Ben ilk çıktığım zamanlar öyleydi yani. Şu anda durum ne bilmiyorum. “Summe dena tedella: sonra Cebrail(as) yaklaştı aşağıya doğru sarktı”(8),”fe kane kabe kavseyni ev edna: iki kavsın kabı gibi oldu daha da yaklaştı”(9). Şimdi iki “kavsın kabı”. “Kab” dedikleri yayın ortasındaki o hareketli olan kısım, kiriş. O yayın iki tane yayın kirişini yanyana getirdiğiniz zaman üst üste koyduğunuz zaman tek bir kiriş, iki yane yayın bir tane kirişi var gibi gözükür uzaktan baktığınız zaman. İşte bu hale gelmişlerdi,”ev edna” daha da birbirlerine yaklaşmışlardı. Yani tam birbiriyle fısıldaşan iki kişi gibi olmuşlardı. Mesela bunu da haşa C.Hakka mal edenler de vardır. “Kabe kavs”ın sırrı falan diye uydururlar, Allah ile görüşmüş gibi. Hiç bir alakası yok tabi. “Fe evha ils abdihi: işte orada o Cebrail Allah’ın kuluna vahyetti”,”ma evha: Allah’ın kendisine vahyettiğini”(10). Allah Cebrail’e vahyetti, Cebrail de Muhammed bey(as)’a vahyetti. Bu ilk vahiy. “Ma kezebel fuadu ma rea: o kalp gördüğünü yalanlamadı”(11),”e fe tumar runehu ala ma yera”(12) yani onun gözüyle gördüğü şey konusunda onunla tartışıyormusunuz, ona karşı mı çıkıyorsunuz, olmaz öyle şey falan diye mi şey yapıyorsunuz. Gözüyle görmüş işte. “Ve lekad reahu nezleten uhra”(13), “ve lekad reahu: Muhammed bey(as) Cebrail’i gördü. “Nezleten uhra: Cebrail’in bir başka inişinde daha gördü” ikinci görüşü. Nerede gördü? “İnde sidretil münteha: sidretil münteha’da gördü”(14). Peki sidretil münteha nedir? Buhari’de ve Müslim’de yer alan hadislere göre yedinci kat semada bulunan bir yerin adıdır hatta bir ağaç olarak da söyleniyor hadislerde. “İndeha cennetul me’va: cennetul mev’a da sidretil muntehanın yanında”(15). Şimdi ayetleri de hatırlayın, kıyamet günü “yevme natvis semae ke tayyis sicilli lil kutub”(ENBİYA 104) diyor ya AllahTeala: o gün semayı yani yedi kat göğü. Dünyanın dışındakileri Allah bir kağıt dürer gibi düreceğini belirtiyor ya. Artık gökler eski haline geliyor. “Ves samai zatir rec’ı”(TARIK 11) diyor: eski haline dönecek olan gök diye yemin ediyor. Şimdi yedinci kat semanın yanında “cennetul me’va” var. Bütün semalar aradan kalktıktan sonra dünyadan cennet gözükür hale gelir mi? İşte orada ayet ne diyor: “ve uzlifetil cennetul lil muttakin: muttakiler için cennet yaklaştırıldı”(ŞURA 90)5 artık gözünle görüyorsun yani orada. Arada çünkü engeller kalkıyor. Şimdi onunla da birleştirirseniz yedinci kat semada “indeha cennetul me’va: cennetul me’va oradadır”. O da yani bu ayetle de birleştirirseniz o yedinci kat olması sadece hadisle değil “sidretul munteha”nın yedinci katta olmasını ayetten de anlıyorsunuz değil mi? Çünkü o son nokta. Ara kalktığı zaman cennet gözüküyor. “Ma zagal basaru ve ma tega: göz kaymadı ve aşırıda yapmadı”(NECM 17) yani yapmaması gereken bir şeyi de yapmadı. Peki o “taga” faili kim? Göz de olabilir Muhammed bey(as)’da olur, oraya gitmiş olabilir. “Ve ma tega Muhammed beyun” da olur. Kendisi olur. Yani göz kaymadı dedi mi gözün tuğyanı diye bir şey olmaz. Gözün tuğyanı bakmaması gereken yere bakmasıdır. Ondan sonra yapacağı başka bir şey yok ki gözün. O zaman “tega”nın faili doğrudan doğruya Muhammed bey(as) olur.
Peki şimdi burada “sidretul munteha” yedinci kat sema olduğu ayetle de belli hadisle de belli. Oraya Peygamber Efendimiz vücutla mı gitmiş ruhuyla mı gitmiş? Hep tartışılır ya. Nasıl olmuş olur? Basar ne zaman oluşuyor? Ruh vücuda girdikten sonra oluşuyor değil mi? Ruh vücuda girmeden basar oluşmuyor. Şimdi şuraya bakın, 32.sureyi açın 9. ayete bakın. “Summe sevvahu”C. Hakk kişiyi tüm organlarına sahip hale getirdi diğer insanlarla eşit olarak. “Ve nefeha fihi min ruhihi: içine kendi ruhundan üfledi”,”ve ceale lekumus sem’a vel ebsare vel ef’ideh: sem’i basarı ve fuadları oluşturdu”. Basar ne zaman oluşuyormuş? Ruh vücuttayken oluşuyormuş. Ruh vücuda girince basar oluyor. O zaman “maza vel basar” dediğimiz zaman Peygamberimiz israda, zaten “esra bi abdihi” diyor: “abd’ini götürdü”. Yoksa ruhla herkesin ruhu gidebilir. Onda bir şey yok. O zaman bu miraç dediğimiz şey ruh ma ceset mi ruh mu? Açık değil mi ayet? Ondan sonra ” ve ma tega” kelimesi de “yapmaması gereken şeyi yapmadı” insan ruhu için bu söylenmez ki. Peki şimdi burada sonra ne diyor AllahTeala: “le kad rea min ayati rabbihil kubra: orada rabbinin en büyük ayetlerinden gördü”(NECM 18). İsra suresinde ne demişti: “bi nuriyehum min ayatina: ona ayetlerimizden gösterelim diye”. “Hu” Abd’i Muhammed bey’e. Buradaki “rea”nın faili de gene “Abd’i Muhammed bey” değil mi? Çok açık şüpheye yer yok. “Ve kad rea min ayati rabbilhil kubra: rabbinin en büyük ayetlerini gördü”. Nerede gördü? Yedinci kat semada gördü. Giderken yolda da görmüş olur. Zaten ilk çıktığı andan itibaren görür. “Bi nuriye min ayatina” dediği zaman değil mi?
Enes Hoca: Gördüğü her şey.
Abdulaziz Bayındır: Gördüğü her şey. Ama bir de orada.
Ened Hoca: O kübra o değil ama, yolda gördüğü.
Abdulaziz Bayındır: Yolda da gördüğü de “kubra” olabilir, hiç problem yok. Yani illa orada görmesi de gerekmez. “Ve kad rea fi ha” demiyor yani. “Fiha” diye de düşünebilirsin, bütün seyir esnasını da düşünebilirsin hepsi de olabilir.
Abdullah Bayındır: Ayetlerin çoğu,bir kaç tane ayet gördüğünü..
Abdulaziz Bayındır: Çok sayıda ayeti gördüğünü gösteriyor. Bir tane iki tane değil yani. Yola çıktığı andan itibaren gördüklerinin hepsi birer ayet olur. Tamam mı? Şimdi bakın burada “sidreti munteha” ayet ile sabit mi? “El mescidil aksa” hangisi acaba? “En uzak mescid” hangisi? Bir kere biz tarihen ve kuranı kerimin de şehadetiyle biliyoruz ki bu Kudüs’deki mescid o zaman yoktu. Şimdi bakın, bu da çok enteresan. Bak burada “el mescidul aksa” ifadesi geçiyor, aşağıda da gene “mescid” kelimesi geçiyor. Yani İsra suresinde. Burada çok dikkatli okursanız insanların Mescid-i Aksa diye Kudüs’deki mescidi anlamasınlar diye C.Hakk buraya detay vermiş, o anlaşılıyor. Diyor ki AllahTeala esteuzubillah; “ve kadayna beni israile fil kitabi le tufsidunne fil ardı merreteyni” “fil kitap” derken o kitapta yani o “ateyna musal kitap” diyor ya; Musa’nın kitabında Musa’ya verilen kitapta şu kararı koyduk, israil oğulları için. “Le tufsidunne fil ardı merreteyni: yeryüzünde iki kere fesad çıkaracaksınız”,”ve le ta’lunne uluvven kebira: ve kibirlendikçe kibirleneceksiniz”(İSRA 4), kendinizi çok büyük hissedeceksiniz. Yahudilere diyor. “Fe iza cae va’du ulahuma: o birincisinin zamanı geldiğinde”,”beasna aleykum ibaden lena: o kibirlenmenize karşılık size kullarımızdan gönderdik”,”ulibe’sin şedidin fe casu hılaled diyar: güçlü kullarımızı gönderdik evlerin arasını bile araştırarak size ceza verdiler”,”ve kane ba’del mef’ula: bu yerine getirilmiş bir söz oldu”(İSRA 5), bu söz yerine getirildi. Şimdi biz tarihde de biliyoruz mesela Babil kralı Buhtun Nasr ki batılılar Nabukatnezar diyorlar. Milattan 587 yıl önce Kudüs’ü ele geçirmiş mabedi, sarayı ve şehrin duvarlarını yıkmış, halkı esir alarak Babil’e götürmüştü. O da bu şeyden alınmış Tevrat’tan. Tevratta 2.Krallar. Şimdi Yahudi tarihinde büyük sürgün diyorlar, Babil sürgünü diyorlar. Persler’in Babillileri ortadan kaldırmasıyla ki zaten onlar işte bu Irak-İran savaşı o zaman da varmış. Perslerin Babillileri ortadan kaldırmasıyla Babil sürgününde olan İsrailoğulları serbest bırakılmış ve tekrar Kudüs’e dönme şansını yakalamışlardı. Milattan önce 538’de mabedin temelini atmış ve ikinci mabed dönemini başlatmışlardı. O mabed Süleyman(as)’dan kalma mabed. Şimdi bu ikincisiyle de ilgili olarak da yine bu İsra suresinde C.Hakk bildiriyor diyor ki” summe rededna lekumul kerrete aleyhim: sonra düşmanlarınıza karşı size bir kere daha güç ve kuvvet verdik”,”ve emdetnakum bi emvalin ve benine: size çok mal ve oğullar vererek” yani nüfusunuzu geliştirerek”,”ve cealnakum eksere nefira: ve askeri gücünüz de”(İSRA 6) “nefera” kelimesi var ya “fe lev la nefera min kulli fırkatim minhum taifetun”(TEVBE 122) diye yani askeri gücünüzü de daha fazla hale getirdik diyor ayette. “İn ahsentum ahsentum li enfusikum”: gene o kitaplarında yazılan bu yani. Eğer iyi davranırsanız kendi lehinize. “Ve in ese’tum”: kötülük yaparsanız o da yine size olur yani. İyiliği de siz kendinize yaparsınız kötülüğü de kendinize yaparsınız. Başkasına yapamazsınız. “Ve iza cae va’dul ahireti: o ikinci söz verilen zaman geldiğinde”(İSRA 7) gene yukarıdaki ifadenin şeyi var, yani “beasna aleykum ibaden lena”(İSRA 5) size tekrar kullarımızı gönderdik. Niye “li yesuu” çünkü bu “li yesuu”nun faili olması lazım değil mi? “Li yesuu vucuhekum: sizin yüzlerinizi kara çıkarsınlar”,”ve li yedhulul mescide kema dehaluhu evvele merretin: ilk girdikleri gibi o mescide gene girsinler” demek mescidin tekrar yapıldığını buradan gene anlıyoruz ikinci kez yapıldığını. “Ve li yutebbiru: yerlebir etsinler”. “Ma alev” ne demek? Hakimiyet kurdukları şey! Hakimiyet kurdukları yerlerden birisi de mescid değil mi? O mescidi de yerle bir etmeyecekler mi? “Ma alev tetbira: yerlebir etsinler”(İSRA 7). Yani o mescide girecekleri ayetle belli mi? Hakimiyet kuracaklar ve yerle bir edecekler o mescidi. Ve mescidin ikinci yıkılışı da kuranla sabit, bunu da tarihen 70 yılında Titus MS 70 yılında Romalı kumandan Titus şehri ele geçirmiş, Kudüs’ü yakmış, sadece batı duvarını-ki ağlama duvarı olarak bugün kullanıyorlar- bırakarak surları da yıktırmış. Süleyman mabedini yerle bir etmişti. İki ayet size bunu gösteriyor. Yani “tebbere” ,”tetbira”da onu açıkça gösteriyor. Şimdi bak tarihle kuran birbiriyle tamı tamına örtüşüyor. Daha sonra Peygamberimiz 70 yılında, ondan sonra Yahudiler bir daha toparlanamadılar bir daha mescidi yapamadılar. Mescid yoktu Peygamberimiz zamanında, ayetinde şahitliğiyle yani kuranın şahitliğiyle. Ve hala o mescid yok. Yani Titus’un yıkmış olduğu haliyle duruyor orası. Hala yok. Ve Titus oradan bir takım şeylerde o kaç başlı şamdan diyorlar, altı başlı mı bir şey diyorlar, onu almış işte Roma’da oraya götürmüş hala onlar oradaki harabelerde sergileniyor o tür şeyler. Yahudiler oraya esir olarak götürülmüş. Neyse şimdi
Muhammed bey: Hocam oradaki mescidin şuanki yerini düşündüğümüzde dört duvarı çatısı olan mescid değil,şimdi mescidi haram ozaman öyle değildi yani bir kabe vardı böyle duvarlı bir mescid yoktu. Sadece öyle bir mescidin yeri gibi olma ihtimali yok mu?
Abdulaziz Bayındır: Mescidin yeri olma ihtimali var mı? Ben şimdi sana sorayım. O mescide girip yerle bir edecekler dediği zaman, ayet öyle dediğine göre o ayette anlatılan manada bir mescid kalmış olurmu orada? Yerlebir edecekler dediğine göre
Muhammed bey: Yani duvarlarını yerlebir etmiş olabilir ama..
Abdulaziz Bayındır: Tamam işte yerlebir edecekler dediği zaman akla gelen o mescidin yapısı olmaz mı? Demek ki buradaki maksat o mescidin yapısıdır, mescidin yeri değil.
Katılımcı: Kaldı ki bir de Peygamberimize pencereleri saydırıyorlar.
Abdulaziz Bayındır: Evet yani bir de o var.
Fatih Orum: Sizin sorduğunuz soru şu şekilde değil mi? Mescid geçiyor o toprağı gitmiş
Muhammed bey: Mescid yapılmış toprağı gitmiş..
Abdulaziz Bayındır: Bak şimdi bu mekan çok önemli. Şimdi orada esas kutsallık o toprağında, mesela kabe-i şerifi düşünürsek. Öyle ama AllahTeala ne diyor; “inne evvele beytin”(ALİ İMRAN 96) diyor. Üstü kapalı olmayan bir yere arapçada beyt denir mi? “İnne evvele beytin vudia lin nasi lellezi bekkete mubareken”ALİ İMRAN 96), ondan sonra “iz yerfeu İbrahimul kavaide minel beyti ve İsmail”(BAKARA 127) diyor. Yani o binanın da çok önemli olduğu anlaşılıyor. Sadece şey değil. Sadece mekan dediğin zaman insanlar o mekanda tayinde de sıkıntı çekerler. Ama bina yapıldığı zaman problem biter.
Enes Hoca: Mescid-i haram kabemidir Hocam?
Abdulaziz Bayındır: Şimdi esas olan o kabe olur ama mecazen çevresi de
Enes Hoca: Çevresi mescid dediğin zaman Muhammed bey’in dediği gibi orası da düz bir yer olsa bile mescid denir. Oradaki mescidi harama kabe dediğimiz zaman şey oluyor.
Abdulaziz Bayındır: Söylediğim sizin dediğiniz değil, ben başka bir şey söylüyorum. Yani AllahTeala’nın burada bahsettiği mescid yıkılan mescidtir. Mekanı değil onu demek istiyorum tamam mı? Yoksa mekan mescid değildir diye bir şey yok. Dünyanın her tarafı mesciddir değil mi? O manada.
Şimdi tabi bir de hani Peygamber Efendimize işte geldi şeyler, hadiste var ya. Orada var mı? Kureyşliler sordular; sen oraya gittin. Mesela diyor bak; Kureyş beni yalanladığı zaman hicirde ayağa kalktım diyor Peygamberimiz. Buhari ve Müslim’ de geçiyor. İkisinde de geçiyor. Tirmizi’de de var. Kureyş beni yalanladığı zaman hicirde ayağa kalktım, Allah bana beytul makdisi gösterdi. Şimdi “beyt” kelimesi kullanıyor orada. Arsaya beyt denir mi? Denmez. Ondan sonra: Allah bana beytul makdisi gösterdi. Bunun üzerine ona bakmak suretiyle onun alametlerini onlara haber vermeye başladım. Orada bir bina olması gerekiyor değil mi bu haberleri vermesi için? Halbuki ben esas onu söylemeye çalıştım. Yoksa sizin dediklerinize yanlış falan demiyorum. Esas olan onun mekanıdır. Ama burada maksat o değil. Şimdi burada o binanın yıkıldığını ayette gösteriyor mu? Açıkça. Şimdi dolayısıyla orada beyti makdis diye bir şey yok. Kitap sünnet bütünlüğü ifadesini kullanıyoruz ya sık sık. Şimdi bakın halife Ömer miladi 638’de barış yoluyla Kudüs’ü fethettiği zaman, bu da Diyanet Vakfı’nın İslam Ansiklopedisi’nden alınmış bir bilgi. Kudüsü fethettiğinde mabedin yeri çöplük haline getirilmişti. “Mabedin yeri”, işte o senin dediğin arsa. Çöplük haline getirilmişti. Hemen oraya bir mescid inşa ettirdi. Emeviler döneminde de Kubbetüs Sahra ve Mescidi Aksa adıyla anılan iki mescid daha yaptırıldı. Yani bugün Mescidi Aksa diye insanların tanıdığı bina ne zaman yapılmış? Emeviler zamanında, Hz. Ömer değil. Orada bir Ömer camisi var şu anda. Ömer oraya mescidi aksa kelimesini kullanmamış. Ömer camisi var. Bu Emeviler zamanında yapılmış. Hatta biliyorsunuz Yakubi tarihinde ve başka kaynaklarda da varmış. Abdullah Bayındır Bin Zübeyr miydi Mekke’de halifeliğini ilan eden. Abdul Melik Bin Mervan oraya şey yapınca millet hacca gitmesin diye ona alternatif olarak Kubbetus Sahra’yı yaptırmış kabeye alternatif olarak. Şekline şemaline bakarsanız safa merveye uygun bir yer vardır, hatime uygun yer vardır ondan sonra bu makamı İbrahim dedikleri bölgeyle alakalı ve ona da uygun bir yer vardır. Ve arafar için de Zeytin Dağı falan gibi, zaten o şeyin bulunduğu dağ diyerek insanları oraya hacca davet etmişler. Dolayısıyla o zaman ne yapmaları lazım? Orası Mescidi Haramsa, Mescidi Harama alternatif olması için kuranda geçen bir kelimeyle anılan bir yer oluşturmaları lazım, onun için Mescidi Aksa demişler. O da tutmuş. Nasıl tutmuşsa tutmuş. Zaten devlet otoritesini kullanarak bir takım şeyler tutturmak zor bir şey değil. İnsanlara baskı yaparsınız şey yapar. Şimdi,
Enes Hoca: Baştaki “Mescidil Aksa”daki kelimenin marifeli olmasıyla alttaki mescidin marifeli olması: bu ikisi aynı şeyi göstermez,bu itirazı gelebilir.
Abdulaziz Bayındır: Aynı şeyi gösterir diye bir ifade gelebilir de, o mescidin şimdi tabi ayetler arası ilişkileri kullanmazsanız o olur. İşte burada ayetler arası ilişkiler ne kadar önemli olduğunu da gösteriyor bu metod.
Yahya Şenol: O soruya nasıl cevap veriliyor? Buradaki “el mescid” yukarıdakidir, niye uzağa gidiyorsunuz derse?
Abdulaziz Bayındır: O mescid tarumar edilmiş olan bir mescid. Ve hakim oldukları her şeyi yakıp yıktıkları yerde hangi ayet gösterilecek?
Yahya Şenol: Yapılmıştır belki sonra.
Abdulaziz Bayındır: Belki, sonra olmaz. Bak bunun cevabının zaten ilk önce vermiş olduk. AllahTeala’nın hani “kitabun uhkimet ayetuhu summe fussilet”(HUD 1) diye şey yaptığı var ya. Ayetleri gösterilecek bir şey olmadığı buradan anlaşılıyor. Ama öbür tarafta “le kad rea min ayatil rabbil kubra”yı onun nerede olduğunu da ifade ediyor. Şimdi sıra oradaki o mescidin ne olduğudur. Bir kere burasının “sidretil münteha” olmadığı kesin. Beyti Maktis’deki mescidin tamam mı?
Yahya Şenol: Onun da içinde bulunduğu bir yolculuk “sidretil munteha”da son buldu dense.
Abdulaziz Bayındır: Ona ayrıca bir delil gerekir.
Yahya Şenol: Yani burada gördükleri de ayet orada gördükleri de ayet, hepsini birleştirdiğimizde son durak
Abdulaziz Bayındır: Tamam ama Peygamberimize maledilen sözlerin hiç birisi bu mescidin tarumar edilmiş şekliyle değil. Orada bütün peygamberlerin hayvanlarını bağladığı yere ben de burakı bağladım, öyle bir şey yok öyle bir yer yok nereye bağlayacaksınız.
Enes Hoca: Başka bir ayette “le huddimet mesacid”, o ayet zaten yıkılmış olan yere mescid denmiyor kuranda.
Abdulaziz Bayındır: Hayır zaten o manada bütün kainat mescid.
Yahya Şenol: Yani şimdi bu konuştuğumuza şöyle bir itiraz gelmişti: hani tarihi rivayetlerde öyle mescid olmadığı anlaşılıyor. Hadislerde var olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla bir müslüman tarihi verileri hadislere göre değerlendirmek zorunda. Peygamberimiz var demişse var olarak kabul edeceksiniz.
Abdulaziz Bayındır: Tamam işte ayete göre biz ortaya koyduk.
Yahya Şenol: Demek ki yapılmış diyor işte. Yıkılmış zamanında ama yapılmış. Peygamberimiz döneminde orada en azından hayvanların bağlanacağı kadar bir yer vardı demek zorundayız hadislerden yola çıkarak.
Abdulaziz Bayındır: Onlar demeye devam etsinler ama bu ayeti kerimeler orada herhangi bir şey olmadığını açıkça gösteriyor. Niye biliyormusunuz? Arkasından ne diyor AllahTeala;”asa rabbukum en yerhamekum ” onunda cevabı burada var. “Umulur ki Allah size bir merhamet eder” tekrar yani siz toparlanırsınız. “Ve in udtum udla: eğer dönerseniz biz de döneriz”(İSRA 8). Dönmeleri ne olur? Mescidi üçüncü kez inşa etmeleri olur değil mi?
Yahya Şenol: Merhameti Allah’ın üçüncü kere olur. Tekrar o fesada dönerseniz biz de döneriz.
Abdulaziz Bayındır: Fesada nereden dönecekler?
Enes Hoca: Fesada dönmeden önce “en yerhamekum” olacak.
Yahya Şenol: O olacak ki..
Abdulaziz Bayındır: O “yerhamekum”un içinde ne olur?
Yahya Şenol: Mescidi yapmak da olur.
Abdulaziz Bayındır: İyi ya öyle bir olay olmamış. Olmamış işte o. Yani ikincisi olmuş ayetlerde ama üçüncüsü olmamış. Öyle olursa olur diyor ifadede tamam mı? Üçüncüsü olmamış.
Yahya Şenol: İkincisi de “iza cae va’dul ahira”(İSRA 7) geldiği zaman, gelmiş mi anlıyoruz biz bunu.
Abdulaziz Bayındır: Gelmiş tabi, gelmiş. Olur mu. O kitapta bunlara söz veriyor. Çünkü yeni kitap geldikten sonra önceki kitap hükümden kalkmıyor mu?
Yahya Şenol: Sanki ikincisi daha gelmemiş gibi de anlaşılmıyor mu buradan?
Abdulaziz Bayındır: Olur mu? Anlaşılmaz niye biliyormusunuz
Yahya Şenol: Şunu şunu yapmaları için..
Abdulaziz Bayındır: Yok “asa rabbukum en yerhamekum”(İSRA 8) ayeti kerimesi olmasaydı ikincinin vaktinin gelmediğini söyleyebilirdiniz.
Mehmet Hoca: “Asa” ile ifade edilen Allah’ın ikramının gerçekleşmiş olduğu çıkıyor.
Abdulaziz Bayındır: O iki tane bitmiş. “ve in udtum udda” o üçüncüyü gösteriyor ikinciyi değil, ikinci bitmiş.
Yahya Şenol: Ne anlama geliyor
Abdulaziz Bayındır: Umulur, ümid edilir ki. İki şeyin bittiği anlaşılıyor kesin. Dolayısıyla burada asıl mesele şu. Yani bizde kuran sünnet bütünlüğü diye bir mantık zihinlerde var ama uygulamada fazla olmadığı için bu sıkıntılar ortaya çıkıyor.
MehmetHoca: Burada gerçekten yani o bütünlüğün, o bağlantının çok sağlam olduğu için şey yapamıyoruz. Bir iki senedir aynı konuyu düşünüyoruz, biraz zor konu yani.
Abdulaziz Bayındır: Şu anda zihninde kalan soru var mı senin? Yani içine yatmayan kısım hangisi onu söyle. Yani builk iki şeyin olup bittiği kanaati var mı sende?
MehmetHoca: İkisi olup bitmiş zaten. Orada “iza cae va’dul ahireti”(İSRA 7) diyor zaten, ikincisi geldiği zaman diyor zaten. Olup bitmiş de tahribat söz konusu mu? Ama “asa rabbukum en yerhamekum ve in udtum udna”(İSRA 8) bunun işte “asa” ile vadedilen bu ikramın gerçekleştiği ama “ve in udtum udna”daki kastedilen tahribatında da olmuş olabileceği ihtimali vardır yani.
Abdulaziz Bayındır: Üçüncüsü. Yani dönerseniz biz de döneriz. Ama bak şimdi “ve in udtum udna” genel bir kuralı belirtiyor ama kitapta verilen iki tane.
MehmetHoca: Çünkü İslam Ansiklopedisinde ifade ettiğiniz gibi orada tarihçiler Titus’un döneminde sürgün edildiği, tekrar bir araya gelemediğini yazıyor. Hatta islam tarihçileri yazıyor taa 1948’e kadar İsrail devleti kurulana kadar bir araya gelemediğini söylüyorlar. Diğer şeylerde de yani İsrail’in bu asırda bir araya geldiklerini yazanlar da var yani. Şimdi bugün düşünüyoruz mesela, Ermeni soykırımı diyor. Hangisi doğrudur hangisi yanlıştır yani. Yalan ihtimali vardır doğru ihtimali vardır.
Abdulaziz Bayındır: Peygamberimiz (sav)’in geldiği tarih belli değil mi? İşte burada da iki kere de tarumar olduğu ayeti kerimede çok net olarak belli. Bu ayette olanlarla tarihi bilgiler birbiriyle örtüşmüş oluyor. O da belli. Bir tek o üçüncüsü oldu mu olmadı mı meselesi. O olabilir. Siz bir şey diyeceksiniz galiba.
Katılımcı: Hocam bazı şeyler çok önemlidir burada. Yani bu kafa karıştıran bir şey, zannediyorum çok da katıştıracak ama büyük kümelerle götürsek, diyelim ki hadis olayını götürsek, kuran olayını. Hadislerde bir çok olay geçiyor ki onlar kuranda hiç izi tozu yoktur. Siz dediniz ki gitti orada namaz kıldı bilmirem, sonra merdiven geldi sonra çıktı, sonra gördü, sonra indi geldi,halbuki biri de bunların kuranda geçmiyor.
Abdulaziz Bayındır: Bugün o konuda epeyce şeyler söyleyeceğiz, henüz o noktaya gelmedik. Yani onun için siz de gelin dedim. O noktaya geleceğiz inşallah. Şu anda o noktada değiliz.
Aynı Katılımcı: Bir şey de ipucu vereyim size ki bizim ilgilendiğimiz nokta. Diyor ki ilk önce ne başlıyor? Gece götürdü. Gece. Bakın kuranda Allah Peygamber’e bir şey daha gece uyguladı mı?
Abdulaziz Bayındır: Bak gece dünya için. Dünyayı çıktıktan sonra gece bitiyor orada. Uzaya çıktıktan sonra gece bitiyor.
Aynı Katılımcı: Hocam öyle yorum getirilebilir.
Abdulaziz Bayındır: Yorum değil açık canım yorum değil. Zaten güneşin bulunduğu yer zaten belli: birinci kat sema.
Aynı Katılımcı: Ama hanım diyor ki burada yatmıştı sabaha kadar uyumuştu, sonra o bu yorumu ne zaman yaptı?
Abdulaziz Bayındır: İkinci bir olay olmasa bile Allah ayette açıkça geceleyin aldı götürdü diyor, kelimeler açık. Yani yorum değil bu. Diyor ki;”esra bi abdihi leylen”(İSRA 1), “leyl” gece demek, “esra” da gece götürmek manasına “kulunu bir gece de aldı götürdü” diyor. Bu çok açık yorum değil bu. Gece de zaten bu dünyaya göredir, güneşe göredir. Birinci kat sema hatta o sistemi geçip de yıldızlara gittiğin zaman artık dünyadaki mefhumlar değişiyor.
Aynı Katılımcı: O doğru. Şimdi bakın bu şeyler başka şeylerden örtüşmelidir. Allah ne diyor; ruhun üç şeyi var.
Abdulaziz Bayındır: Yok yok şimdi gelecek, gelecek.
Aynı Katılımcı: Gece adece ruhu götürdü, gece oradaydı.
Abdulaziz Bayındır: Hayır hayır ruh olur mu? Gece sadece sen güneş battığı andan itibaren uykuya başlayıp güneş doğana kadar uyuyormusun? Uyku başka gece başka, ikisi birbirinden farklı bir şey.
Aynı Katılımcı: Gece başka ama rüyada onu uyanık da götüremez ki.
Abdulaziz Bayındır: Bak rüya olamayacağını ayetten okuduk değil mi? Yani göz kaymadı Muhammed bey de yapmaması gereken şeyi yapmadı. Uyuyan bir insan için bu söylenir mi? Tamam şimdi olaya devam edelim. Bakın
Abdullah Bayındır: Hocam bir de “esra” kelimesi, bu “esra” sözlüğe baktığımızda ayağını basarak yürümek anlamında. Burada Peygamberimizin ayağını basarak bir yere gittiği..
Abdulaziz Bayındır: Ayağını basarak nerede geçiyor bu?
Yahya Şenol: “Fe esri bi ehlike bi kıt’ın minen leyl”(HİCR 65)
Abdullah Bayındır: Buraya “arece” diye bir kelime koymuş olsa, tayyera gibi onu da Mescidi Aksa Beytil Makdis’in başka yerde olduğunu düşünsek.
Abdulaziz Bayındır: Tamam öyle kabul edelim. O zaman Peygamberimiz, Kudüs’te kabul edelim, Kudüs’e kadar yürüyerek ayakları yere basarak mı gitti demek istiyorsun?
Abdullah Bayındır: Yani hayvanın üzerinde gitti, hayvan ayağı yere basıyorken şey yapıyor.
Abdulaziz Bayındır: Ama “esra abdihi” diyor. O zaman Peygamberimiz olmuyor ki hayan demesi lazım.”Alel burak” demesi lazım. Dilde böyle bir şey olur mu Muhammed bey ya Allahını seversen ya.
Yahya Şenol: Süleyman Ateş de bunu söylüyor Hocam, bu dediğini. Esra yürüyerek gitmedir, hiç bir hayvanla değil. Oradaki Mescid-i Aksayı o ciranedeki mescid kabul ediyorlar, oraya ayaklarıyla bizzat yürüyerek gitmiştir Peygamber. İlk Peygamber olmasını anlatıyor diyor.
Katılımcı: Hocam bir şey daha kafamı karıştırıyor, kusura bakmayın. Bir imkan var ki Allah’da ki rüyada bize her şeyi gösterebilir ve her şeyi çok net real istediği şekilde gösterebilir. Ne lüzum var ki Allah kalkıp bunu taşıyacak 70-80 kiloyu kusura bakmayın oraya taşıyacak, oradan gösterecek, getirecek burada uyandıracak buna da millete ilsn edecek ki ben gördüm. Rüyada onu..
Abdulaziz Bayındır: Rüyada görmüş olsa bunu ayete yazmaya ne gerek var ki, sen de görürsün ben de görürüm
Aynı Katılımcı: Gösteriyor, görmüyor o rüyada, gösteriyor Allah.
Abdulaziz Bayındır: Neyse siz sonuna kadar sabredin, bunlara hiç ihtiyaç kalmayacak. Çok yeni şeyler konuşacağız Allah nasip ederse. Hiç buna ihtiyaç kalmayacak.
Şimdi bir de miraç kelimesi var. Mesela Peygamberimiz(sav) beyti mamura gittiğini söylüyor gittiği zaman. Beyti mamurdan bahsediyor. Değil mi? Beyti mamur için de, hadisi şerifte var bu beyti mamurun ne olduğu. Beyti mamurdan önce miraç kelimesine bir bakalım. Miraç kelimesi ismi alet.
Yahya Şenol: Müslim’de var beyti mamur.
Abdulaziz Bayındır: Ne diyor orada? Özet
Yahya Şenol: “Ve izahu yedhuluhu kulle yevmil sev’une elfe velekin la ye’yiudune ileyhi”.
Abdulaziz Bayındır: Tamam. Yani gökteki meleklerin mescidi o. Şimdi AllahTeala ayeti kerimesinde “lillahi ma fis semavati ve ma fil ard”(HAŞR 1)demiyor mu? Yani “göklerde ve yerde olan her akıllı varlık Allah’a secde eder”,”tav’an ve kerhan”.
Yahya Şenol: İbrahim(as) bile “musnihu dahratu ila beytil mamur”
Abdulaziz Bayındır: O beyti mamura kadar gitmiş. Bu mamur kelimesinin de, mesela beyt kelimesi “inne evvele beytin vudi’a lin nas” diyor ayeti kerime. “İnsanlar için yapılan ilk beyt kabededir”(ALİ İMRAN 96). İnsanlar için dendiği zaman demek ki insan olmayanlar için de bir beyt olabilir. Ondan sonra mamur kelimesi de “innema ya’muru mesacidallahi”(TEVBE 18) diye AllahTeala mescidleri imar etmek manası, şenlendirmek türkçede. O mescidleri ibadetle şenlendirirsiniz. O beyti mamur da işte hergün yetmişbin tane meleğin geldiği. Diyor ki Peygamberimiz hadiste; kabenin tam dik üstünde yer alır. Hatta oradan düşecek olsa kabenin üstüne düşer dediği bir yer o beyti mamur. Yani yedinci kat semada. Peki şimdi bunun, beyti mamurdan önce şu miraç kelimesine bakalım. Miraç kelimesi bir çıkma qleti manasına gelir. Buna merdiven de diyebilirsiniz, asansör de diyebilirsiniz. Bu iki manaya geliyor. Şimdi Ebu Said El Hudri’den gelen bir rivayet var. Bu rivayete bazıları efendim uydurmadır, zayıftır falan diyorlar ama bu rivayeti kuranı kerim doğruluyor. İşte bugün söylryeceğim yeniliklerden bir tanesi o. Bak Ebu Said El Hudri’nin rivayetine göre Peygamberimiz şöyle demiştir; “sonra insanların ruhlarının üzerinde göğe yükseldiği miraç getirildi, kimse ondan güzelini görmemiştir. Ölmek üzere olan birinin gözünü arzuyla göğe nasıl diktiğini görmediniz mi? diyor. Onun ruhunu götürecek olan asansör oraya geliyor. Şimdi mesela 70.surenin 3 ve 4. ayetlerine bakalım. Mearic suresi. Kuranda miraç kelimesi var. Hiç kimse ondan daha güzelini görmemiştir diye Peygamberimiz anlatıyor. Oradaki mirkad ne manası?
Katılımcı: Şey hayal edebiliriz uzay gemisinin far yuvası, yani arabaların far yuvası var ya.
Abdulaziz Bayındır: Sanki bir dinlenme yeri gibi.
Aynı Katılımcı: Yok ışıklarının bulunduğu yer.
Abdulaziz Bayındır: “Yukut”
Aynı Katılımcı: “Mirkad” dediğimiz.
Yahya Şenol: O “dal” ile değil “t” ile: “mirkat”
Aynı Katılımcı: O farketmiyor. Yuvarlak değil.
Abdulaziz Bayındır: Tamam. Şimdi burada diyor ki bak AllahTeala;”se ele sailun mearic: miraçlar sahibi olan Allah’dan gelecek”. Şimdi miraçlar çok önemli bir şey ki Allah kendisini onun sahibi olmakla nitelendiriyor. Öyle olmuyor mu? Miraçlar sahibi değil mi? Şimdi Peygamberimiz de ne diyor? Onun gibisini hiç kimse görmemiştir diyor. İşte “nuriye min ayatina” ilk ayet miraç. Kendisini göğe çıkaran aletle şey yapmış oluyor. Ve ondan sonra orada bitmiyor diyor ki; “ta’rucul melaiketu ver ruhu ileyhi fi yevmin”(MEARİC 4). Ta’rucul ile miraç arasında ilişkiyi kurun, ne bulursunuz? O aletle çıkıyor. Kim çıkıyor: melekler. Kim çıkıyor: ruh. O zaman demek ki melekler ve ruh, o asansör -diyelim biz daha kolay anlayabilmek için- o özel asansörle çıkıyor. Peki Peygamberimiz ne dedi? Ebu Said El Hudri’den gelen rivayette de aynı ifadeyi kullandı. Ne diyor: insanların ruhlarının üzerinde göğe yükseldiği miraç. Aynı ifade değil mi?
Fatih Orum: Hocam şöyle bir itiraz gelmez mi? Orada kıyamet sahnesinden söz ediyor, orada olan süre de çok uzun bir süre. Peygamberimiz(as) o olayı yaşadığı..
Abdulaziz Bayındır: Farketmez, bu özel bir durum anlatıyor ama burada miracın o uzayacak güne, ama o gün bile ruhlar bir miraç içerisinde yükseltiliyor. Bu bir genel kuralı gösteriyor tamam mı? Bir kere mearic dediği zaman o miraçlar şu anda var. Bir tane miraç yok, çok sayıda miraçlar var demek.
Fatih Orum: Bu ayette geçen miraçlara mı bindi.
Abdulaziz Bayındır: Yoo hepsine de binebilir farketmez. Melekler, ruh hepsi bir tek asansörle çıkacak değil ki.
Fatih Orum: Şu şekilde yani; o meariç dediniz ya, bu bir miraçtır.
Abdulaziz Bayındır: Peygamberimiz o miraçlardan bir tanesine binerek çıkmış. Melekler ve ruh onunla çıkıyorlar gökyüzüne tamam mı?
Enes Hoca:” MeFatih Orum” mi
Abdulaziz Bayındır: İki şekilde de oluyor . “MeFatih Orum” de oluyor “mefatiiih” de oluyor. “Mesaciiid” yok bildiğim kadarıyla. “Mesacid” var. Ama “mefatiih” ve “meFatih Orum” var. “Ve inne meFatih Orumahu ve tenubul usvetul kuvva”
Yahya Şenol: “Mescid” ile “mirac” aynı şey değil ki. “Maarec” ile “mescid” tutar yani.
Enes Hoca” Miftah” var
Yahya Şenol: Miftah, “mefatiih”dir o.
Abdulaziz Bayındır: Mehmet Hoca “mescidi” derken başka maksatla söyledi onu. Yoksa “ism-i alet” olarak söylemedi.
Mehmet Hoca: İsmi mekan olduğunu herkes bilir yani.
Abdulaziz Bayındır: Onu da söylemeye gerek yok belli zaten. Sadece bu kalıp açısından yani.
Şimdi dolayısıyla bu miracın çoğu miracın önemini gösteriyor. Peygamberimiz de öyle diyor. İnsanlar böylesini görmemiştir. Şimdi gördüğü ilk ayet bu oluyor mu? Özel bir asansörle çıkılıyor.
Katılmcı: Hocam füze de özel bir asansör olarak kabul edilemez mi? UFO’nun o tavafları.
Abdulaziz Bayındır: Neyse senin ufkun açılsın, bundan sonra UFO’lara şey doğdu.
AynıKatılımcı: Yeşil ışık.
Abdulaziz Bayındır: Yeşil ışık.
Katılımcı: Ben kulağına fısıldadım aslında.
Fatih Orum: Hocam şöyle bir şey var. UFO’da yani adı üstünde, biraz önce yanlış yaptım. Dedim UFO ne ya dedim, UFO’yu zaten kimse bilmiyor daha teşhis edilmemiş. Teşhis edilmemiş bir olay üzerine nasıl gidebiliriz ki.
Abdulaziz Bayındır: Bana göre şu bilgi son derece önemli. Bir kere bunun üzerinde tekrar duralım. Peygamber efendimize bu Said El Hudri tarafından atfedilen ama bazıları tarafından uydurma kabul edilen, bazıları tarafından çok zayıf kabul edilen o rivayetin kuranla takviye edilmiş olduğunu görüyoruz değil mi burada? Görüyormuyuz?
Mehmet Hoca: Ben görmeye çalışıyorum.
Abdulaziz Bayındır: Henüz göremedin.
Mehmet Hoca: Henüz göremedim.
Katılımcı: Ben de katılanlardanım, görmeye çalışanlardanım.
Abdulaziz Bayındır: Tamam tekrar okuyorum bak diyor ki; “minallahi zil meraic: miraclar sahibi Allah” miraç da çıkma aletleri. Yani asansör, merdiven ne ise artık. Tamam mı? Peki ondan sonra bak diyor ki;”melekler ve ruh ona bir günde çıkarlar”, aynı kelimeyi kullanıyor. Nerede çıkar? İlişkiyi kurarsan iki kelime arasında: o miraç da çıkıyor.
Yahya Şenol: “İnsanın” anlayışı var meleğin miracı dense?
Abdulaziz Bayındır: Ya melekler ve ruh diyor ayet.
Yahya Şenol: Ruh hani, insan ruhu diyorsunuz ama, hani genel kabulde Cebrail kabul ediliyor.
Abdulaziz Bayındır: Cebrail melek değil mi?
Yahya Şenol: Tamam.
Abdulaziz Bayındır: E bitti.
Yahya Şenol: Yani o “men kane aduvven lillahi ve melaiketihi ve rusulihi Cibrile ve Mikaile”(BAKARA 98)
Abdulaziz Bayındır: O ayrı bir konu ruh ayrı bir konu.
Yahya Şenol: Çünkü o rivayet hani mevzu ise bence hiç dikkate bile almamak lazım. Diyecekler ki ya..
Abdulaziz Bayındır: Sen bir onu düşün kardeşim
Yahya Şenol: Bunca sahih rivayet var bakmıyorsunuz, mevzuya kalkıp şey yapıyorsunuz.
Abdulaziz Bayındır: Kimin ne diyeceğinden sanane. Bir sürü uydurma rivayeti sahih diye ortaya koyup da milletin canını sıkmıyorlar mı? Az önce okuduk ya, olmayan mescidi Peygamber Efendimize kapısını bacasını saydırıyorlar. Ona sahih dediler diye onu kabul mü edeceğiz. Sen şimdi şuraya bak. Bak ne diyor burada:”zil mearic” diyor. Miraçlar çok önemli olmasa C.Hakk kendini böyle tanımlar mı? Soru bu.
Yahya Şenol: Gene bunun aksini söylemiyoruz.
Abdulaziz Bayındır: Ondan sonra ne diyor; “ta’rucul melaiket ver ruhu” ruh kelimesine başkası başka mana vermiş o seni ne ilgilendiriyor. Peygamberimizin hadisinde de demiyor mu ki ruh oradan çıkıyor. Bak Peygamber, bak şeye çok uygun düşüyor. Said El Hudri’nin rivayetine göre Peygamberimiz şöyle demiştir, bu da şey tarafından Beyhaki’nin Delailu’n Nübüvveh’de geçiyor. Ebu Said El Hudri’nin rivayetine göre Peygamberimiz şöyle demiştir;”sonra insanların ruhlarının üzerinde göğe yükseldiği miraç getirildi”. Bu ayet ne diyor, ayet de aynı şeyi söylemiyor mu?
Yahya Şenol: Ayet kıyameti söylemiyor mu? O “fi yevmin”i?
Abdulaziz Bayındır: O gün de çıkıyor olması, başka günde çıkmıyor manasına gelmez ki. Allah o miraçları o gün yaratmış değil, “zil mearic” dediği zaman dünya yaratıldığı günden itibaren o miraçların varlığı anlaşılır. O yeni bir olayla alakalı.
Yahya Şenol: “Ta’rucul”nun, “tearucu” demek ki diğer zamanlarda değil, o gün “ta’rucul” değil mi?
Abdulaziz Bayındır: Diğer zamanlarda değil anlayamazsın sen onu. O zaman miracı niye yaptı ki Allah, sırf o günü beklesin diye mi yaptı? O başka zamanda çıkar o gün de çıkar. Şimdi başka ayet de var, sadece o değil.
Yahya Şenol: “Fi yevmin”i anlayalım o zaman, ben anlayamadım. “Se ele sailun
Katılmcı: Sonra diyorsunuz ki ruh miraca çıkıyor, miraç aracı oluyor yani bir arac ile çıkıyor ama Allah verdim ruhu aldım ruhu ortaya bir araç girmiyor, verdi aldı. Uyudun aldı, uyandın verdi hiç bir araç sözü, merdiven sözü, hiç bir araç sözü geçmiyor. Bu ne? Bu olayı nasıl kapatalım?
Abdulaziz Bayındır: Sen şimdi evin içerisinde yatarsın, uyursun, kalkarsın, gezersin, ne merdivenden çıkarsın ne bir şey. Yeni bir olaydan bahsediyor. Mesela bir ayeti kerime daha var. Araf 7/40. Araf 40.ayete bakalım.
Aynı Katılımcı: Çok önemli, çünkü bizi biliyormusunuz tam kötü..
Abdulaziz Bayındır: Çok daha başka ufuk açacak şeyler gelecek ilersinde.
Aynı Katılımcı: Bu basit şey değil.
Abdulaziz Bayındır: 7/40 Bak ne diyor bu 40.ayette; “innellezine kezzebu bi ayatina vestekberu anha: ayetlerimiz karşısında yalan söyleyipde kibirlenenler”. “la tufettehu lehum ebvabus semai: onlar için sema kapıları açılmayacaktır”. Demek ki onların ruhu da o miraca binecek birinci kat semanın kapısına kadar gidecek ama kapı açılmayacak. Peki bu miraç hadisinde de her bir kapının açılışından bahsetmiyor mu? “La tufettehu lehum ebvabus semai: göğün kapıları açılmayacak” göğün kapıları: demek ki her bir kapıdan bir miraç çıkıyor, onun için “mearic” kelimesi kullanılıyor. Oradan götüren alet var. Şimdi “ve la yedhulunel cennete: cennete de giremeyeceklerdir bunlar”,”hatta yelicel cemelu fi semmil hiyat”. Şimdi “ta’rucul melaiketi ver ruh”(MEARİC 4) ile bu ayeti birleştirdiğin zaman Yahya Şenol biraz daha açılma var mı?
Yahya Şenol: Mecaz “la tufettehu lehum ebvabus semai”.
Abdulaziz Bayındır: Mecaz mı?
Yahya Şenol: Aynı “hatta yelicel cemeli fi semmil hiyat” da öyle. O mu demeyecek acaba Allah cemel, deve veya her neyse geçsin diye. Aynı onun gibi mecaz yani.
Abdulaziz Bayındır: “Semmil hiyat”ın mecaz olması “la tufettehu”nun mecaz olmasını gerektirmez.
Yahya Şenol: Sanki ben başka bir ayet daha hatırlıyorum bu semanın, onlar için ağlamayacak mı, “fema beket aleyhimus semau”(DUHAN 29) gibi yani. Gök ağlamaz ki.
Abdulaziz Bayındır: Neyse sen şimdi onu söylemeye devam et, benim onu kabul etmem mümkün değil.
Yahya Şenol: Olamaz mı yani.
Abdulaziz Bayındır: Senin aklına geliyor mu bu kapılar açılmaz mecazdır diye.
Yahya Şenol: Rahmet açılmayacak onlara yani.
Mehmet Hoca: Şöyle yani kafirlerin cennete girmesinin imkansız bir şey, ona bağlıyor. Nası işte halat veya deve iğnenin deliğinden girmiyorsa, kafirlerin de cennete girmesi mümkün değildir.
Abdulaziz Bayındır: “La tufettehu lehum ebvabus semai” dan bahsediyoruz. O “ebvabus sema”dan bahsediyoruz.
Mehmet Hoca: O bölümünü ben şey yapmıyorum. Çünkü hadiste diyor yani; müminin ruhu alındıktan sonra temiz bir beze sarılır, göğe doğru çıkarılır.işte her göğe gelince kimdir diyor, işte falan falanın oğludur diyor..
Abdulaziz Bayındır: E bitti tamam.
Mehmet Hoca: Ötekisine de açın diyor. Esfele safilin..
Abdulaziz Bayındır: Tamam daha ne istiyorsun, işte o. Yani ayet ve hadis aynı yerde birleşiyor. “Ta’rucul melaiketi ver ruh” da birleşiyor. Peygamberimizin o hadisinde birleşiyor. Bunların tamamı ortaya çıkıyor. Bu bir mana ifade etmeyecek
Mehmet Hoca: Zaten bizim arkadaşların biri uzun zamandır araştırıyor “iza semai buruc” çok ilginç geldi ona. Yani göğün belli örgü şeklinde olması..
Abdulaziz Bayındır: Göklerin yolları var tabi. Olmaz olur mu? Göklerin yolları var. Diyor ya “ya ma’şerel cinni vel ins inisteta’tum en tenfuzu min aktaris semavati vel ardı fenfuz la tanfuzune illa bi sultan! “ebvabdır” işte “ebvabus semai”. “Kutur” kelimesi nahiye manasına da gelir. Göklerin kapılarından içeri girebiliyorsanız girin.
Mehmet Hoca: Zaten araplarda da bu şeylere “nafize” derler zaten. Bu hava giren pencere, deliklere “nafize” derler.
Abdulaziz Bayındır: Bugün mesela astranom alimleri diyorlar ki kara delikler var yıldızları yutuyor. Aslında yutmuyor, oradan o yollardan geçenleri siz görüyorsunuz. Şimdi olaya nasıl baktığınıza bağlı. O asansörün içerisine girdiğiniz zaman, o zaman ruh ve beden birlikte gitmesinin bir anlamı ortaya çıkıyor. Çünkü oradaki ortam mesela aya gidenler bir özel elbise giyiniyorlar vücutlarını koruyabilmek için. İşte o asansörün ortamı da o çıkan kişileti rahatsız etmeyecek bir ortam demek ki.
Katılmcı: Ama o asansörü sonra bırakıyor çıkıyor, geziyor, görüyor. Siz dediniz ki gözü kaymadı. Neden gözü kaymadı. Muhammed bey Peygamber o Cebrail’i mi görmeden gözü kaymadı yoksa o çevreyi görmekten mi gözü kaymadı. Ama gözü kaymadıysa demek ki o çıktı asansörden girdi bir mekana, başka bir mekana. Ya bir mekana, ya bir uzaya bilmirem nasıl oldu ama o şeyden çıktı onu koruyan asansörden Hocam.
Abdulaziz Bayındır: Demek ki oranın şartları farklı. Şimdi bak mesela..
AynıKatılımcı: Hocam vücut diyorsunuz, vücut tam yere göre yaratılmış. Oksijeni lazımdır, çekici gücü lazımdır, her şey lazımdı Hocam. Başka türlü vücut bir anda yok olur.
Abdulaziz Bayındır: Ben buna da sana cevabını vereyim. Bak bu soru da çok güzel bir soru. Bunun da cevabını sana vereyim. Epey zamandır zihnimde oluşmuştu ama şimdi tam uygun düştü yani. “Ve minel ardı mislehunne” diye bir ayet var, neydi?
Yahya Şenol: Talak suresinin son sayfası.
Abdulaziz Bayındır: Talak. Bak “Allahullezi halaka seb’a semavatin ve minel ardı mislehunne yetenezzelul emru beynehunne li ta’lemu ennallahe ala kulli şey in kadirun ve ennallahe kad ehata bi kulli şey’in ilma”(TALAK 12) “yetenezzelu emr” ondan önceki kısmı şey yapacağım. Şimdi diyor ki; Allah yedi göğü yarattı. Birinci gök yıldızların bulunduğu, ondan sonralarını da bilmiyoruz. Şimdi “yerden de onun mislini yarattı”, o zaman yerin en üstü göklerin neresine benzemesi lazım?
Mehmet Hoca: Yıldızların bulunduğu katmanlara benzemesi lazım.
Katılımcı: Birinci göğe benzemesi lazım.
Abdulaziz Bayındır: Bak yerin en dibine doğru inin. En çekirdekte birinci gök. Birinci göğe benzeyen kısım. İkincisi ikinci, üçüncüsü üçüncü, dördüncüsü dördüncü, en yukarısı kaçıncı göğe benzer? Yedinci göğe benzer. Biz şimdi yeryüzünün yedinci katında yaşıyoruz şu anda değil mi insanlar olarak. Yeryüzünün yedinci katında yaşamıyormuyuz bu ayete göre? Öyle değil mi? Bak ayeti bir daha okuyayım bak. ”
Mehmet Hoca: O şekilde sayıyor. En üst katmandan aşağıya doğru göğün yani üste doğru sayıyor çünkü orada sıfır nokta var yani. Göğün araç sıfır noktaya ulaşıyor. Ve yukarıdan da sıfır noktaya ulaşıyor. Şey diyor..
Abdulaziz Bayındır: Birisinin nasıl düşündüğünü ne yapacaksın şu ayeti anla. O birileri kuran dışında düşündükleri için olmuyor o. Sen şimdi kuranı kerime göre düşüneceksin.
Mehmet Hoca: Bana mantıklı geliyor şahsen o yüzden söyledim.
Abdulaziz Bayındır: Neyse tamam gelsin. Sen şu ayeti nasıl anlıyorsun?
Mehmet Hoca: Çünkü orada bitiş noktası vardır. Başlangıç noktası yani yerin çekirdeği sıfır noktasıdır. Bizim seb’a semavat demek istediği sıfır noktadır. Yani bakmayın onun yukarıda o kadar geniş olduğuna. Matematiksel olarak, astronomide sıfır noktadır.
Abdulaziz Bayındır: Ya kardeşim matematiksel bilmem ne, bu insanların koyduğu kural değil mi? Sen şu ayete bak. İnsanların söyledikleri bir varsayıma dayanır, postila dedikleri bir şey vardır, bir varsayım üzerine bina ederler. Bunu düşünerek yaparlarsa zaten aslında..
Mehmet Hoca: Şöyle tuttuğunda avucunun da en orta merkezi sıfır noktadır yani, ben onu şey yapıyorum. Onların saçmalığını değil yani.
Abdulaziz Bayındır: Bak şimdi şu başlangıçla bitim var ya. Mesela şurası burası başlıyor burası bitiyor, başlangıçla bitim aslında aynı noktaya gelir.
Katılımcı. O zaman yer-gökte de eğer o paralelliği çözsek biz, bak insanlar sadece yerin üzerinde yaşirler. Yerin altında yaşasalar, çalışsalar böyle onlar yer üstünün koşullarını oraya taşırlar, madenciler falan. Demek ki bu paraleli yer ile gök arası devam ettirsek ne oluyor: demek ki gökte de sadece yedinci katında yaşam var.
Abdulaziz Bayındır: Hah! İşte onu söylemek istiyorum. O zaman işte o asansörden çıkılabilir.
Aynı Katılımcı: Ama yaşam kimin için var Hoca? Bir de UFO var. O UFO’lar gelende bile bak diyor ki; UFO inende Hocam önce bu böyle bir başını örtüsü de değil böyle bir şey var burada ama şey gibi yarı çevre gibi, çepeçevre gibi. Önce o başlıyor işe, sonra yüz gelir sonra vücut gelir.
Abdulaziz Bayındır: Ya bu UFO’lar hep hayal olmaya devam etmeli.
AynıKatılımcı: Yok Hoca onu demiyorum.
Abdulaziz Bayındır: Hiç ortaya konan bir şey yok.
Aynı Katılımcı: Onu demiyorum, onlar da yer yüzüne düşende bir tedbir alıyorlar biliyormusunuz. Yani insan da oraya gidende o tedbiri almalıdır vücudu için.
Abdulaziz Bayındır: Tamam bak şimdi biz burada bu ayettdn anladıklarımızı ortaya koyacağız, astronomi alimleri de bunlara göre bir çalışma yapacaklar. Mesele bu. Asıl mesele şu: az önce sende şey yaptığın gibi. Diyor ki; Allah yedi göğü yarattı. Diyor mu? Yerden de onun mislini yarattı. Demek ki biz gökleri tam kavramak istiyorsak yerin bütün kavramlarını kavradık mı işte prototipi.
Aynı Katılımcı: Bir paralellik çıkacak.
Abdulaziz Bayındır: Hah! Prototipi. O zaman buradan şu anlaşılıyor; yerin en çekirdeğinde de dünyaya benzer bir şey olması lazım. O zaman yere göre yedinci kat semada yaşamıyormuyuz? Toprağa göre düşünürsek yedinci katta yaşamıyormuyuz. Yerin yedinci katı bizim yaşamamıza müsaitse göğpn yedinci katı da bizim yaşamamıza müsait olması gerekiyor.
Aynı Katılımcı: Hocam onu basit mantıksal yönle çıkartmasız. İki şey var burada. Bakın bilim ne kazanmış: a- mantığa uygun olacak b- deneyime uygun olacak. Gidin yedinci göğe bene ordan deneylik bir şey getirin ki bakalım.
Abdulaziz Bayındır: İşte getirdik onu.
AynıKatılımcı: O olay bitti 16.yy’dan sonra daha böyle konuşamayız.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi 16.yy’daki
AynıKatılımcı: 500 yıl daha böyle konuşamayız. Mantığa uygun ama..
Mehmet Hoca: 16.yy’da da aynı şeyi söyleriz.
Bir ÜsttekiKatılımcı: Yok, deneme var. Bak eski Yunanistan’da felsefe yapanlar diyordu ki dünya budur. Ben beğenmiyrem. Ama diyor ki dünya budur. Sen diyorsun değil, hava değil dünya ateştir. Onu da beğenmirsen başkasını söylüyor. Hoca mesela ne diyor, diyor ki dünyanın ortası nerededir? Hocam basit şeyler, o mantıktır. O tarihin mantığıdır. Yani göz görünce yani aklıma geldiği için ben bunu söylüyorum. Mantıksal yorumdur. Sen söyleyebilirsin, sen de başkasına öğret. Ama bunların hepsi bir araya gelmeyi bilim olursa git bana söylediğin dünyadan getir, bir parça getir ki bak ben bunu söylüyordum, bak budur. O zaman olur.
Abdulaziz Bayındır: Tamam. Ben sana oradan bir parça getirdim. Az önce de okudum. Orada ne dedi Allah? Dedi ki; ma zagal basaru ve ma taga”(NECM 17) göz diyor başka tarafa kaymadı o Muhammed bey de yapmaması gerekeni yapmadı. Demek ki orada yaşayabildi. Oraya kadar asansörle gitti, orada çıktı ve yaşadı. Tamam.
Mehmet Hoca: Çatı niçindir? Yaşamak için mi yoksa yaşayacağımız yeri muhafaza etmek için mi?
Abdulaziz Bayındır: Çatıdan maksat ne?
Mehmet Hoca: Göğün yedinci katı deniyor ya.
Abdulaziz Bayındır: Onunla ilgili ayetler gelecek.
Yahya Şenol: Aralarda gerçi inip konuştuğu oluyor Peygamberimizin.
Abdulaziz Bayındır: İnmeden de konuşabilir. Mesela onların ruhları da gelebilir onun bulunduğu yere. O da mümkün.
Yahya Şenol: Bir de miraç ruhun asansörü. Peygamberimiz orada cesetle birlikte.
Abdulaziz Bayındır: Onun ayetleri de gelecek. Sabırlı ol. Hepsi var. Hepsi var da bugün biteceğe benzemiyor bu iş.
Muhammed bey: Hocam “ta’rucul melaiketi ver ruh” onu Yahya Şenol ruhun Cebrail olduğunu söylüyor bunu “yetenezzelu melaiketi ver ruhi fiha bi izni rabbihim” bu ayetlerle birleştirsek Cebrail aşikar olduğu anlaşılır mı?
Abdulaziz Bayındır: Ne anlıyorsun birleştirince?
Muhammed bey: “Yetenezzelu melaiketi ver ruh” denmesi, oradaki ruh Cebrail ya.
Abdulaziz Bayındır: Cebrail’dir diyorlar. Öyle deme de sen şununla birleştir; “yevme yekumur ruhu vel melaiketu saffa” o “er ruh” Cebrail ise eğer o zaman meleklerin üzeinde birlikte olan Cebrail ise “la yetekellemune illa men ezine lehur rahmanu ve kale sevaba” orada insanlar nerede? İnsanlar nerede? “Ve yekulul kafiru la leyteni kuntu turabe”(NEBE 40) insanlar nerede orada? Oradaki er ruh insan ve cindir başkası olamaz. Melekler üzerine atfedilen ruh işte.
Abdullah Bayındır: Bence de o ruh Cebraildir.
Abdulaziz Bayındır: Ama ona ruh demiyor AllahTeala. “Ruhul Emin” diyor değil mi?
Abdullah Bayındır: “Yetenezzelu melaiketi ver ruhi” insanların ruhu mu?
Abdulaziz Bayındır: Oradaki ruhun ne olduğu belli. Şimdi o konuya geçmeyelim onu biz başka bir derste görmüştük. Bir kelime söyleyeceğim sen on tane daha soru soracaksın dersimiz büs bütün kaynayacak. Yani çünkü arkasında bütün bağlantıları anlatmadan sen onu anlayamayacaksın.
Mehmet Hoca: Muhammed bey’i tanımışız artık.
Abdulaziz Bayındır: Hayır, bütün bağlantıları anlatamayacağım, konu tamamen değişecek. Onu bir başka derste yapmıştık.
Katılımcı: Diyelim bir çizgi çekelim altına, zaman da şeydir. Bizim söylediklerimiz netleşsin ki yarın devam edelim. Ne söylemek istiyorsunuz. Ne idda ediyorsunuz. A,b,c,d deyin ki bizim de kafamızda kalsın biz onu düşünelim yarın da devam ederiz.
Abdulaziz Bayındır: O zaman özetini söyleyeyim size zihninizde oluşsun diye. Belki en başta bunu yapmak lazımdı ama en başta bunu yapsaydım burada bir sürü kazanlar kalkardı.
Katılımcı: Ama olsun, tartışma da güzeldi.
Abdulaziz Bayındır: Ama sonuna kadar dinlenmesi kolay olmuyor. Onun için yani ondan dolayı onu yapıyorum.
Şimdi C.Hakk bakın “bi nuriyehum ayatina”(İSRA 1) diyor. “Ayetlerimizden gösterelim diye”. Ondan sonra “le kad rea min ayati rabbihil kubra”(NECM 18) diyor. Yine “rea” fiiliyle “rabbinin büyük ayetlerini gördü” diyor. Ondan sonra”ma cealner ru”yelleti eraynake”(İSRA 60) göstermeden bahsediyor. Baş gözüyle görme meselesi söz konusu burada. Bir de bu şey var. Esas o noktaya geleceğim. Ama oraya gelmek için çok uzun mesafeler kat etmek lazım. Kısa sürede gelmek mümkün değil. Mesela Nuh suresindeki epey zamandır okuduğumuz bir ayet var. 572.sayfa 15.ayet. Nuh(as) kendi kavmine şunu söylüyor; “elem terav: görmediniz mi” diyor. “Keyfe halakallahu seb’a semavatin tıbaka: Allah yedi semayı tabaka tabaka nasıl yarattı”. Demek ki siz gözünüzle sadece görmediniz, nasıl yaratıldığını bile biliyorsunuz.
Katılmcı: Hocam bu harfsel değerlendirme..
Abdulaziz Bayındır: Sen harfsel değerlendirme şimdi. Bu söz Allah’ın sözü, böyle olduğunu önce anlamaya çalış ondan sonra şey yaparsın. Sonra mesela AllahTeala bize diyor, bak görmediniz mi diyor nasıl yaratımıştır. Ama bak Nuh kavminin dışında başka kimseye bu sözü söylemiyor. Onlarda bukadar yüksek bilgi olduğu için bugün insanların hafızasının almadığı büyük gemiyi yapmış ve yürütmüşler. Uzay bilgisi olmadan gemiyi yürütemezsiniz. Mümkün değil yani. Ne yapacaksın. Ondan sonra bak bizim için de C.Hakk şöyle diyor Rahman suresinin 33.ayetinde. “Ya ma’şerel cinni vel ins: ey insan ve cin topluluğu” diyor. “inisteta’tum en tenfuzu min aktaris semavati vel ard: semavatin belli bölgelerinden ve yerin belli bölgelerinden”. Demek ki yerin de içine giren belli yollar var. Bizim o yolları bulabildiğimizi bilmiyorum en azından ben. Ben bilmiyorum, belki var. Yerin de merkezine giden bir takım yollar var. Göğe de çıkan yollar var diyor. Eğer oradan geçemeye gücünüz yeterse geçin diyor. Ama “la tenfuzune illa bi sultan: oradan bir güçle geçersin” o gücü elde edemezseniz geçemezsiniz. Denek biz o gücü elde edebilsek yerin taaa merkezine kadar inebilirisiz, göğün taa üst katına kadar çıkabiliriz. O güç Nuh’da varmış işte. Bak şimdi bu ilim aleminin önüne büyük bir ufuk açıyor değil mi? O zaman o yolları araştırmak lazım. Yani hiç geçemeyeceksiniz demiyor. Ama o bilgi olmadan yapamazsınız diyor. Sema da demiyor, semavat diyor değil mi? Bütün gökler diyor. Yani yedinci kata kadar çıkılabilir. Mesela şimdi bak
Yahya Şenol: Nizamettin mi idi derste soru sormuştu uzay gemisiyle çıklabilir mi oraya, öyle bir şey yapılsa. Cenneti cehennemi görebilirmiyiz. Gemi kalmaz o zamana kadar demiştiniz.
Katılımcı: Hocam o yolları arıyorlar, yüz yıldır arıyorlar. Gölden bir şey çıkıyor ki o koridor olabilir ki oradan çıkasınız
Abdulaziz Bayındır: İşte koridor var. Kapılar var. Hayır o kara delikler dedikleri onlar olabilir. Neyse şimdi. Şunları da bitireyim de soruları ondan sonra cevaplandıralım. Bak diyor ki ayette; “e entum eşeddum halkan emis sema: sizin yaratılışınız mı daha sağlam göğün yaratılışı mı? Ben şimdi göğn yaratılışı konusunda bilgi sahibi olmam lazım ki ikisi arasında kıyas yapabileyim. Hem insanın yaratılışını bilmem lazım hem göğü bilmem lazım. Değil mi? Nediyor burada;”benaha”(NAZİAT 27) Allah gökleri bina etti “refea semkeha fe sevvaha: o tavanını yükseltti”.(NAZİAT 28)
Yahya Şenol: O sorunun cevabı başka bir ayette veriliyor. Hangisi daha şey “eşeddu halkan” bir başka ayette var.
Abdulaziz Bayındır: Gökler. Şüphesiz AllahTeala onun cevabını veriyor ama bizimde araştırıp bulmamız gerekiyor. Ondan sonra mesela bak diyor ki: fe la uksimu bi şefak, vel leyli ve ma vesak, vel kameri izet tesak, le terkebunne tabakan an tabakın”(İNŞİKAK 16-17-18-19) o şafaka, bastırdığı zaman geceye, ondan sonra birleştiği zaman mesela aya gidildiği zaman gibi akla gelebiliyor. Yani böyledir demiyorum ama aklıma geldiği için söylüyorum düşünesiniz diye. “le terkabunne tabakan an tabakın: bir tabakadan uzaklaşıp diğer tabakaya geçeceksiniz” manası da olabilir, o da mümkün. Şimdi bütün bunları hep beraber düşündüğümüz zaman bizim uzay bilimlerinde çok geri olduğumuzu kabul etmemiz gerekir, bir. Yer bilimlerinde çok geri olduğumuzu kabul etmemiz gerekir, iki. Her iki tarafa da müthiş bir açılım yapabiliriz, üç. İnsanın yaratılışıyla bu göklerin yaratılışı arasında demek ki bir benzerlik var ki hangisi daha sağlam diye soruyor değil mi? Gökler gibi yer de yaptık diyor. Onun için bunlar bizim önümüze
Yahya Şenol: Geride olmak için orada olmak lazım, bizimkilerin uzayla bir alakası yok zaten.
Abdulaziz Bayındır: Müslümanların, doğru. Dediğin doğru.
Yahya Şenol: Önce o yola girsinlerde.
Katılmcı: Aya gidişlerde de Hocam belirli bir matematiksel geometriyi takip etmek zorundalar. Yoksa aya gidemiyorsunuz. Yani aya gitme şansınız yok. Özel geometrisi var.
Abdulaziz Bayındır: İşte o bilgi. Mesela şimdi bak bir gün Nasreddin Hoca bakıyor ki ay kuyuya düşmüş. Çok üzülüyor. Oradan atıyor ipi çengel aya takılıyor kuyunun içinde. Çekiyor, çekiyor, çekiyor arka üstü düşüyor, ohh diyor ben düştüysem, ay da yerine geldi ya bakıyor ki ay gökyüzünde.
Şimdi sorulara cevap verelim. Ahmet Tekin Bursa’dan sormuş: Miraç hadisesi neden kuranda açıkça zikredilmemiştir, hikmeti nedir?
Cevap: Çok açık, kapalı tarafı yok ki. Mesele kuran kadar hiç bir yerde açık değil ama bizim en temel konumuz her şeyde olduğu gibi olayı kuranı kerime göre çözme diye bir alışkanlığımız yok. Yoksa bakın bütün detayları anlatıyor. Esas şunu söyleyeyim, derse başlarken neden miraç mucize değildir diye ısrarla burada tekrarladım? Bunun manası şu: demek ki biz de oralara kadar çıkabiliriz. Mucize değil. O zaman belki o asansörleri biz de kullanabilecek durumda olabiliriz. Bilmiyoruz yani. Şimdi Allah bir “sultan” ile çıkacaksınız dediğine göre ilim alemi için bir ufuktur.
Katılımcı: Sonra Hocam bakın asansör diyoruz. O zamanda bakın çatıya çıkardılar bizde de köylerde çatıya çıkılıyor, neyle çıkıyorsun? Merdivenle. Nereye çıkıyorsan çık merdiven kullanıyorsun, başka hiç bir şey kullanılmıyor. Ne helikopter vardı, ne uçak vardı, füze hiç bir şey. Çıkacak göğe hiç bir şey yok. Ona göre çıkacaksan merdivenle, başka o insan hiç bir şey anlamaz. Ona göre asansör koymuş, miraç koymuş, araç koymuş.
Abdulaziz Bayındır: Mesela Beyti Mamur kelimesi de çok önemli. O yedinci kat semadaki beyti mamur. AllahTeala ayeti kerimede de beyti mamura yemin ediyor “vel beytil mamur”. Onun ne kadar önemli olduğunu da gösteriyor orada ve “sakrıl merfu” diyor: yükseltilmiş tavan. Orası da gerçekten “sakıf”, “merfu” bep gökle ilgili “refea semkeha”, ondan sonra “sakıf” kelimesi de gene göklerle ilgili geçiyor. Dolayısıyla yani ayetlerle hadisler aradında ki ben burada bunu sağladığım kanaatindeyim ama tabi vaktin yetmesi mümkün değil. İlk defa bu açıdan olay değerlendiriliyor. Çon haklı olarak sorular sordunuz. Ufuk açıcı da oldu, çok da iyi oldu Allah razı olsun. Ama inşallah belki devam ederiz.
Soru: Şimdi Ümmühan Saltık Niğde’den sormuş. Kuranı kerimde Peygamberimiz neden resullerin sonuncusu değil de nebilerin sonuncusu denilmiştir?
Cevap: Bizim geleneğin aksine nebi Allah’tan vahiy alan, kitap alan, hikmet alan ve değeri yükseltilmiş olan zattır. Resul de Allah’tan vahiy alabilir de almayabilir de Allah’ın indirmiş olduğu bir kitabı da gidip başka bir yerde anlatıp tebliğ eden kişiye düe resul denir. Nitekim Yasin suresind olduğu gibi. Nebilik vahiy almakla alakalı olduğu için artık vahiy alma işi bitmiştir. Ama resulluk indirilmiş olan vahyi tebliğ etmeyi de kapsadığından dolayı resulluk devam ediyor. Yani Allah’ın indirdiği kitabı bugün kim gider herhangi bir ayeti, bir sureyi, yada bir şeyi insanlara tebliğ ederse resulluk görevini yapmış olur.
Soru: Mevra Aksu İzmir’den soruyor. Peygamber Efendimizin çok evlenmesinin hikmetleri nelerdir?
Cevap: Bir kere çok evlenme bugün bakın o kadar çok bakire kız var ki, dul kadın var ki bu insanlar kadınlar bilhassa kendi aleyhlerinde gibi düşünüyorlar. Aslında bir erkek birden fazla evlenmesi kendi yükünü ikiye katlamış oluyor, üç kere evlenmişse üçe katlıyor, dört kere evlenirse dörde katlıyor, kadının da yükünü o derece azaltıyor. E kıskançlığa gelince, kardeşler de birbirini kıskanır. Bakın mesela birisinin bir çocuğu olur, ikinci çocuk bazen birinci kardeşini öldüren çocuklar bile vardır. Evet kıskançlık çok tabi bir şeydir. Kardeşler birbirini kıskanır, eltiler birbirini kıskanır
Yahya Şenol: O dörtten fazla mı soruyor acaba? Niye dörtten çok?
Abdulaziz Bayındır: Neyse. Şimdi dolayısıyla bu birden fazla evlenme işi aslında kadınlardan her birinin bir koruma altında olmasını sağlayan, onların lehine bir şeydir. Şöyle bir şey hatıram var. Birgün İstanbul Müftülüğündeyim çok aklı başında olduğu belli olan bir kadın bana bir soru sordu telefonla. Oğlunu anlattı, işte kocasının öldüğünden bahsetti. Belli ki böyle yani, 60 yaşı olan bir hanımdı. Sonra da kız kardeşinin bir problemini anlatırken dedi ki malesef o bir beyin ikinci eşi dedi. Dedim hanımefendi niye malesef dediniz. Bakın siz aklı başında bir hanıma benziyorsunuz. Şimdi bir bey size gelse dese ki benim üç tane eşim var, dördüncü eş olarak seninle evlenmek istiyorum, ne dersin dedim. Soru bu. Dedim lütfen duygularınızla değil aklınzla cevap verin dedim. Dedi ki; beyefendi dedi kötü bir eş iyi bir evlattan iyidir dedi. Cevabı bu. Çünkü o çok iyi bir evlat olduğundan da bahsediyordu yani, oğlundan da son derece memnundu ama kocası vefat etmiş, kocasız yaşamanın sıkıntısını çekiyor biliyor sıkıntısını.
Enes Hoca:”Zevcin min uvdi hayrun min kuudin”
Abdulaziz Bayındır: Odun bir koca, oturmaktan iyidir.
Soru: Nevzat Ak sormuş. Miracın vukuu bulması hususunda Aişe ve İbni Abbas’ın görüşleri nelerdir?
Cevap: Şimdi orada hadisi şerifler var onlara gerek yok. Biz olayı kuranı kerimle anlattık, onlar nasıl olsa kitaplarda var okursunuz.
Soru: Yasir Göktaş Peygamberimiz puta taptı mı? Sen kitap nedir iman nedir bilmezdin.
Cevap: Şimdi buradaki tercümelerde hata yapılıyor. “Ma kunte tedri mel kitabe” “ma kitabun” değil. “Ve ma imanun” değil. Mana da “ma kitabun vela imanun” diye veriliyor. Halbuki sen bu kitabı ve bu kitapta anlatılan imanı bilmezdin. Senin daha önce kuranı kerim gibi bir kitaptan haberin yoktu, bu kuranda anlatılan şekliyle bir imandan haberin yoktu. Bu tercüme hatasından dolayı haklı olarak sormuş.
Soru: Seni şaşırmış bulup doğru yola eriştirmedi mi? Ayetini açıklarmısınız?
Cevap: Bu “dalle” kelimesi, tabi Peygamber efendimiz kalkıyor her şeyde bir sürü bozukluklar var ama ne yapacak. Problemi görüyor fakat nasıl çözüleceğini görmüyor. Orada ne yapacağını şaşırmış vaziyettedir. Yoksa bu “dalle” kelimesi “dalle an sebilillah” oldu,u zaman sapıtma manasına gelir. Yoka “dalle saalihu” bir işe yaramayan
Mehmet Hoca: Neticesiz kalmak.
Abdulaziz Bayındır: Neticesiz kalmak
Mehmet Hoca: Yada ana hedeften sapmak asil manası.
Abdulaziz Bayındır: Mesela Yakup(as) Yusuf diye ağadığı zaman oğulları ne diyor; sen eski dalaletin içerisindesin diyorlar. Yani sen hala o şaşkınlık içerisindesin. Sen hala oradamısın diyorlar, hala Yusuf deyip duruyorsun. Dolayısıyla bu dalle kelimesi diğer bütün kelimeler gibi kullanıldığı yere göre anlam taşır.
Soru: Salim Paksu Sivas’tan sormuş. Peygamber Efendimizi ve diğer peygamberleri aynı mı sevmeliyiz?
Cevap: Bir kere Peygamberler arasında herhangi bir ayrım yapmaya yetkimiz olmadığını kuranda C.Hakk bize bildiriyor. “La nuferriku beyne ehadin min rusuluh:Allah’ın elçilerinin hiç birini birbirinden ayırmayınız”(BAKARA 285)diye.
Abdullah Bayındır: AllahTeala peygamberlerden birini diğerinden üstün tutar.
Abdulaziz Bayındır:Ama AllahTeala peygamberlerden birini diğerinden üstün tutar o ayrı da şimdi mesela bize Muhammed bey(as)’a uyma emri veriliyor. Musa’ya uyun, İsa’ya uyun
Mehmet Hoca: Göklere çıkarma değil de uyma emri veriliyor.
Abdulaziz Bayındır: Göklere çıkarın değil, uyun diye emir veriyor değil mi
Enes Hoca: Kendisi çıkarmış zaten.
Abdulaziz Bayındır: Kendisi çıkarmış. Mesela diyor ki;”lekad kane lekum fi resulullahi usvetun hasenetun: sizin için Allah resulünde güzel örnek vardır”(AHZAB 21) diyor. Bizim uymamız gereken O olduğu için elbetteki Ona mecburen daha fazla önem vermemiz lazım. Ama bu diğer peygamberleri dışlamak manasına asla gelmez.
Yahya Şenol: “Ehabbe ileykum minallahu resuluh” diye geçiyor.
Abdulaziz Bayındır: Ayet de var. Tabi.
Yahya Şenol: Peygamber sevilmesi lazım öncelikle. “İn kane abaukum ve abukum ıhvanukum ve ezvacukum ve aşiretukum ve emvalunıktereftuhama ve ticaratun tahşevne kesadeha vemesakinu terdavneha ehabbe ileykum minallahi ve resulihi”(TEVBE 24)
Abdulaziz Bayındır: Allah’tan ve resulünden daha sevgiliyse. Şimdi resul Allah’ın risaletini getirdiği için resul oluyor. Ama bir de nebi olarak da var.
Yahya Şenol: O “en nebiyyu evla bil mu’minine”(AHZAB 6)
Abdulaziz Bayındır: Nebi olarak yani. Şimdi resul dediğin zaman risaleti anlaşılır.
Yahya Şenol: Sevgi geçiyor ya ben o yüzden..
Abdulaziz Bayındır: Ama nebi dediğiniz zaman peygamberin kendisi. Ne diyor Allah; ” nebiyyu evla bil mu’minine min enfusihim”(AHZAB 6). O nebi müminler için, bu nebi müminler için kendi canlarından daha önceliklidir. Dolayısıyla bizim için esas olan bu. Yoksa haşa biz tutupta benim peygamberim senin peygamberini döver diye yarışa girecek değiliz yani. Evet öbürlerine inanma mecburiyetimiz var ama buna da uyma mecburiyetimiz var.
Enes Hoca: İnanmanın dışında.
Abdulaziz Bayındır: İnanmanın dışında, evet. İnanmakla beraber uyma mecburiyeti var.
Soru: Mehmet Şeker Kayseri’den soruyor. Peygamberimiz neden Arabistan yarım adasına peygamber olarak gönderildi?
Cevap: Şimdi tabi son peygamberse mutlaka oraya gönderilmeliydi, başka bir yere olmaz. Neden?
Enes Hoca: “Ummul kur’a” orası.
Abdulaziz Bayındır: Çünkü orası ummul kur’a. Anakent orası. İlk mabedin yapıldığı yer ora. Adem(as)’ın ilk geldiği yer orası. Öteden beri kıble orası. İşte bir ara geçici bir süreyle Kudüs kıble olarak olmuş. İşte o da Davud(as)’dan peygamber efendimize kadar geçen bir süre içerisinde. Hac orada yapılıyor. İbrahim(as) insanları hac için oraya çağırmış. Bu sebeple tabiki orası olmalı, başka bir yer olmaz.
Abdullah Bayındır: Kabe İbrahim(as)’ın zamanında mı ilk yapıldı ondan önce mi?
Abdulaziz Bayındır: İbrahim(as) zamanında ilk yapılsa Allah şöyle dermiydi; ” ve iz yerfeu ibrahimul kavaide minel beyti”(BAKARA 127) “el beyt” ne olur? Eski ev. “El beytul atik” diyor ya. Yani ilk peygamberin yaptığı o beytin ki yıkılmıştı Nuh(as) şeyinde. “Kavaid” temellerini yükseltiyor, temel atmıyor İbrahim(as). Var olan temellerini buluyor ve yükseltiyor. O zaman binayı ilk yapan kim? İbrahim(as) değil.
Mehmet Hoca:”inne evvele beytin vudia lin nas”(ALİ İMRAN 96) olduğuna göre..
Abdulaziz Bayındır: İlk bina olduğuna göre ilk insan Adem(as)’ın yapmış olması gerekiyor.
Mehmet Hoca: “ibrahime makamel beyt”
Abdulaziz Bayındır: Beytin mekanında diyor, evet. İbrahim(as) ilk yapan değil orayı.
Soru: Abdullah Bayındır Alay Afiyev İsveç’den soruyor. Bu kardeşimiz bayağı dikkatli bir takipçi. Kuranda Allah İbrahim(as)’a göğün ve yerin hükümranlık gösterdik diyor. “Melekutus semavati vel ard”(ENAM 75) göklerin yerin hükümranlığının kimde olduğunu gösteriyor Allah. Hakimiyet kimde. Çünkü o dönemde hakimiyetin işte, göklerde hakimiyetin mesela ayda, yıldızlarda, güneşte olduğu şeklinde inançlar var. Allah hakimiyetin kimin elinde olduğunu gösteriyor, yoksa göklere falan çıkarmış değil İbrahim(as)’ı.
Soru: Mehmet Türkmen’in sorusu. Cuma günü hutbede miraç olayı anlatılırken peygamberimize mescidi aksanın camları, kapıları saydırılıyor. Diyanetin İslam Ansiklopedisinde ise mescidi aksa maddesine bakınca o tarihte kapısı penceresi sayılacak bir yapı olmadığı anlaşılıyor. Hutbeyi okuyan, hazırlayanlarla ansiklopediyi hazırlayanlar çelişmiyor mu?
Cevap: Evet, bu çok doğru ve son derece yerinde bir soru. Yani ben şimdi buradaki bilgilerin büyük bir çoğunluğunu İslam Ansiklopedisi’nden, bir kısmını da tevrattan, incilde de var. Fazla uzamasın diye şey yapmadık. Şimdi hem İ. Ansiklopedisi’nde diyeceksiniz ki orada böyle bir bina yok, sadece işte bir ağlama duvarı var. Ondan sonra bu diyanetin bir faaliyeti olacak. Ondan sonra da siz bütün hutbelerde insanlara Peygamberimize mescidi aksanın kapısını bacasını saydıracaksınız, bu çok ciddi bir çelişki mslesef.
MehmetHoca: Biri cemaatlere hitab ediyor, biri akademik insanlara hitab ediyor.
Yahya Şenol: Hala devam ediyor. Şimdi Diyenet’in kendi internet sitesinde zuhri ahir ile alakalı kılınmaması gerektiği üstüne basa basa söyleniyor. Kılınırsa olur da demiyor kılınmaması gerekir. Din İşleri Yüksek Kurulu kararına göre. Çıksın bir hutbede değil de vaazda hocalara bir izin versin ki hocalar böyle bir şey söylesin.
Abdulaziz Bayındır: Ben Süleymaniye Camisi’nde o kararı açıkladığım için o gün bu gün vaaz ettirmiyorlar ya.
Yahya Şenol: Tamam yani hadi bir hutbe hazırlamasın, düşünemiyorum bile bunu söyleyeceğine. Ama izin versin ki onu da kendileri söylesin imamlar. Soruşturma açmasın arkasından.
Abdulaziz Bayındır: Ya şimdi bu arkadaşlarımız halk ne der kısmın düşünüyorlar.
Yahya Şenol: Bu güne kadar ne yaptık diyecek adam.
Abdulaziz Bayındır: Biz de Halık ne der kısmını düşünüyoruz. Allah ne der? Biz hesabı C.Hakka vereceğiz.
Mehmet Hoca: Biri cemaate, biri akademik insanlara.
Yahya Şenol: Onlar duymasın yani halk öğrenmesin.
Abdulaziz Bayındır: Bak mesela Hilal Tv’de miraç konusunda bir sohbete davet etmişlerdi beni. İslam Ansiklopedisi’ni de götürmüştüm yanımda. Orada da okudum. Ve işte burada anlattığımızın bir özetini orada anlattık. Mescidi aksanın yedinci kat semadaki beyti mamur olduğunu falan. Şimdi işte Diyanet’te eğitim alanında oldukça önemli olan bir arkadaş şunu söyledi; ya dedi bu anlattıkların doğru olsabile anlatmamak lazım dedi. Niye anlatmayacağım? İşte Filistin’de bir sürü insan o beyti makdis için can vermiyor mu dedi. Mescidi aksa davası var, bu siyasi bir dava. İşte burada din siyasete feda edilmiş oluyor. Bizim görevimiz siyasilerin peşine takılmak değil. Bizim görevimiz doğruları söylemektir. Ben de o arkadaşa dedim ki; sen Peygamberimiz(sav) zamanında kabe için ölen bir kişinin olduğunu yada kabe için yapılmış olan herhangi bir fedakarlığı hatırlıyormusun dedim. Siz hatırlıyormusunuz öyle bir şey? Şeylerin elinde kalmasın, aman kabeyi kurtaralım diye bir şey duydunuz mu?
Mehmet Hoca: O istisnadır, duygu istismarıdır. Müslümanları kendine çekmek için kullanılan dediğiniz gibi siyasi bir şey.
Yahya Şenol: Oranın kutsiyeti başka bir ayette var yani. Niye, bu sadece şey değil ki. Bu ayetten dolayı çıkmadı ki. Bizim için kutsal toprak eyvallah.
Mehmet Hoca: Eğer AllahTeala tarafından kutsiyeti varsa vardır yani, arkadaşların dediği gibi. Onu korumak bize düşmez ama orada önemli olan Filistinliler’in İsrail esaretinden kurtulmasıdır.
Abdulaziz Bayındır: Kardeşim meseleyi siz mecidi aksa diye düşünürseniz farklı olur, Yahudi baskısından kurtulmak derseniz farklı olur. İkisi bir birinden farklı kavramlardır. Peygamberimiz kabeyi kurtarmak için devreye girseydi olayın felsefesi farklı olurdu. Ama olay dini yaymaktır. O gün bugün mescid hala müslümanların.
Mehmet Hoca: Dizisi var da çok güzel anlatıyor. Tanrılarını korumak için gelin buraya diyor, size yemek verelim diyor. “Aleyhatukum” diyor ya kuranı kerimde oradan almışlar.
Abdullah Bayındır: Hocam mescidil aksanın yıkılmış olan şeyini yahudiler mi yapmış Kudüs’te?
Abdulaziz Bayındır: Yıkanlar yahudiler değil
Abdullah Bayındır: Yıkanlar değil yapanlar
Abdulaziz Bayındır: Yapanlar yahudiler tabi daha önce. İlk önce yapan Süleyman(as).
Muhammed bey: Yakup(as) söyleniyor mescidi aksanın yapıldığı hadiste. Kabeden 40 yıl sonra
Abdulaziz Bayındır: Süleyman(as) canım. Önce Davud(as) oradaki..
Yahya Şenol: Aralarında 40 yıl var diye hadis var.
Abdulaziz Bayındır: O hadis tutmuyor, şeye uymuyor yani.
Yahya Şenol: 40 yıl Adem(as) zamanında yapılsa bile tutmuyor.
Abdulaziz Bayındır: Kuran sünnet bütünlüğü içerisinde olaya baktığınız zaman hadislerin doğrusu,vuydurması çok net bir şekilde ortaya çıkıyor.