ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugün Allah nasip ederse insanlar ile cinler arasındaki ortak yönleri anlatacağız. Kuran her iki toplulukla ilgili geniş bilgiler vermiştir. Daha önceki derslerimizde cinlerin de insanların da ibadet için yaratıldığını burada anlatmıştık. Allah Zariyat suresinin 56 ve 57. ayetlerinde diyor ki; ZARİYAT, 56.. Ayet: Ve ma halaktul cinne vel inse illa li ya’budun: insanları da cinleri de sadece bana kulluk etsinler diye yarattım” diyor. İki topluluk da Allah’a kulluk etsin diye yaratılmıştır. İki topluluğun da iyileri ve kötüleri vardır. İki topluluktan da Allah elçiler göndermiştir. Ayrıca cinlerden dünyanın ve evrenin çeşitli işleri ile ilgili görevlendirdiği melekler vardır. Daha önceki derslerimizde burada anlatmıştık. Melek, cinler içerisinden Allah’ın görevlendirdiği bölümdür. Mesela işte siz Türkiye’yi düşünürseniz herkes insandır ama birisi milletvekilidir, birisi genel müdürdür, birisi falan yerde bakandır. Onum gibi bir görevlendirmeye tâbi tutulanlar? Allah tarafından görevlendirilenlerin adı melek oluyor. Onlar da aynen bizim gibi ibadetten sorumlu olan kişiler. İşte İblis de Allah’a yakın meleklerden idi. Herhangi bir kişiyi düşünün; diyelim Türkiye’de balanlık görevini yürüten birisi eğer ülkedeki yürürlükte bulunan yasalara karşı açıkça bir tavır alırsa derhal görevinden uzaklaştırılır. İblis de Allah’ım Adem’e secde etme emrine karşı çıkmış Allah tarafından da uzaklaştırılmıştır. Biz de kuranın çeşitli ayetlerinden bunu öğreniyoruz. BAKARA, 34.. Ayet: Ve iz kulna lil melaiketiscüdu li ademe fe secedu illa iblıs: Meleklere Adem için secdeye kapanın dediğimizde hepsi secde etti ama İblis etmedi”. Eğer İblis meleklerden birisi olmasaydı böyle bir cümle kullanılamazdı. İblis Allah tarafından görevinden uzaklaştırıldıktan sonra yani bir başka açıdan söyleyecek olursak; İblis ilk mürteddir. Yani kuranın bize haber dinden dönen ilk mürteddir. Yoksa daha önce de dinden dönen cinlerin olduğunu yine kurandan anlıyoruz. “Eba vestekbera kane minel kafirin” diyor Bakara suresinin 34.ayetinde. “Eba vestekbera kane minel kafirin”. İblis kendisini bir şey zannetti büyüklendi, direndi ve kafirlerden oldu. Demek ki ondan önce de kafirler var. Adem kafir değil orada, Havva validemiz kafir değil. O cinlerden olan İblis direnip kafirlerden oldu ise demek ki ondan önce de kafir olanlar var. Allah’ın emrinden çıkan İblis Allah tarafından kovuluyor, lanetleniyor. Dinden çıkanların her birisinin cezası lanetlenme yani dışlanmadır. Dışlandığı halde Allah’tan kıyamet gününe kadar yaşama hakkı istiyor. Bu demektir ki cinler ölümlü varlıklardır. Allah da ona yaşama hakkını veriyor. Biliyorsunuz bizim geleneksel yapıda dinden dönen öldürülür. Halbuki böyle bir şey imkansız. Kuranın çok sayıda ayetine açıkça aykırı. Bıradaki sohbetin başında euzubillahi mineş şeytanir racim diyerek başladım. Anlamı; taşlanmış şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım. O taşlanma ne? İblis birinci kat semada üst görevli melekler arasındayken Allah’a isyan edince kovuluyor, kovulmakla da kalmıyor taşlanıyor. Onun şerri ne? Allah Ona kıyamete kadar yaşama izni verince diyor ki; “ben onlar için senin doğru yolunun üstünde oturacağım” diyor. “Doğru yolunun üstünde oturacağım onlar için”. Yani insanlar için. Sonra önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından geleceğim; onların çoğunun sana karşı görevlerini yerine getirmediklerini göreceksin”. Allah da ona bu konuda yapma demiyor. Yapmasına müsade ediyor. Bu sebeple biz, işte iyi bir şeye başlayacağımız zaman, kuran okuyacağımız zaman yada her vesile ile taşlanmış şeytanın şerrirnden Allah’a sığınırım diyoruz. Çünkü onu biz göremiyoruz. O bizim görebileceğimiz bir boyutta değil. Bugün insanlar ile cinlerin ortak yönlerini anlatmaya çalışacağız. Mesela mukarreb meleklerden olan İblis Allah tarafından kovulunca şeytan adını almıştır. Peki kafir olan sadece o mu? Kafir olan sadece O değil. Şeytan olan da sadece O değil. Yoldan çıkan da sadece O değil. Bugün arkadaşlarımız önce bunların özellikleri nelerdir? İnsanlar ile cinler arasındaki ortak noktalar nelerdir; onu anlatacaklar. Yoldan çıkma nasıl olmuştur; o burada anlatılacak. Kuranın bize tanıtmış olduğu cin tarifesini kuranın tanıtmış olduğu şekilde öğrenmeye çalışacağız. Önce Dr.Abdurahman Yazıcı’dan cinlerin sosyal yapılarını şey yapalım. Bir aileleri var mı? İnsanlar gibi oymaklar, guruplar, milletler, böyle bir yapılanmaları var mı yok mu onu öğrenelim inşallah. Ondan sonra yavaş yavaş diğer özelliklerine doğru gideriz.
ABDURRAHMAN YAZICI: Öncelikle, yaratılışlarındaki hikmet ortaklığına değineyim. İlk başta Allah kuranda insanlar ile cinleri kendisine kulluk etmeleri için yarattığından bahsediyor. Zariyat suresinin 51.surenin 56.ayetinde. Herkes bilir belki bu ayeti. “Ve ma halaktul cinne vel inse illa li ya’budun: ben insanları ve cinleri sadece bana kulluk etsinler diye yarattım” buyuruyor Allah. Belki bu konuya daha sonra kısaca temas ederiz. Dolayısıyla cinler de insanlar gibi bu şekilde bu amaçla yaratılmış olduktan sonra belli guruplar,kabileler halinde hayatlarını devam ettiklerini yine ayetlerden anlıyoruz. Belki Fatih hocamız konuyu biraz daha açacak. Ben ayetlerin bir kısmını okuyacağım.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ondan önce şunu söyleyeyim de. Kur’an’da bir insan suresi var. Aynı şekilde cin suresi de var. İnsanlar yeryüzünde yaşıyor. Cinlerin de yaşadıkları yer bu dünya. Başka bir yer değil. Ama cinlerin bizden farkı; onlar yürüyerek gitmiyorlar. Onlar bizim gibi topraktan yaratılmış vücuda sahip değiller. Zehirli ateşten yaratılmış bir vücutları var. Dolayısıyla gidişleri enerji gibi gidiş gelişleri çok hızlı ve bizden farklı olarak, mesela biz de uzaya çıkabiliriz. Bunda herhangi bir mani yok. Biraz sonra Fatih Hoca’dan onunla ilgili ayetleri dinleriz. Onlar da çıkarlar. Onlar birinci kat semaya kadar çıkarlar. Yaşadıkları yer bu dünya. Cin suresinde bize Allah açık ve net bir şekilde ifade ediyor.
ABDURRAHMAN YAZICI: Allah, İblis’e Adem’e secde etmesini emrettikten sonra ilgili ayette Kehf suresi 18.surenin 50.ayetinde Allah şöyle buyuruyor; “..fe tettehızunehu ve züriyyetehu evliyae min dunı: beni bırakıp da İblis’i ve onun soyunu mu kendinize veli ediniyorsunuz”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yakın görüyorsunuz. Allah ile aranıza koyuyorsunuz.
ABDURRAHMAN YAZICI: “ve hüm leküm adüvv” yani İblis’in soyu. Zürriyet ifadesi var burada. Çok dikkat çekici bir kelime.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zürriyet kelimesi. İblis’in zürriyeti ifadesi var. Araf suresinin 172.ayetimde de ARAF, 172.. Ayet: Ve iz ehaze rabbüke mim benı ademe min zuhurihim zürriyyetehüm” diyor. Ademoğullarının sırtından zürriyetlerini/soylarını aldığı zaman. Aynı şey. İnsanların nasıl soyları, çoluğu çocuğu varsa onların da var. Onlar da kadınlı erkekli. Onlar da evleniyorlar, onlar da çolul çocuk sahibi oluyorlar.
ABDURRAHMAN YAZICI: “Ve hum lekum aduvv bi’se liz zalimıne bedela: onlar sizin için bir düşmandır, bu zalimler için ne kötü bir değiş tokuştur” diye ayet burada bitiyor. Bir başka ayet de bu açıdan önemli. Ahkaf suresinin 46.surenin 29 ve 31.ayetleri arası. Bu ayetlerden, bir gurup cinin Resulullah’ı kuran okurken dinlediğini görüyoruz ve onlar da kendi kavimlerine elçiler olarak bunu anlattıklarını görüyoruz bu ayette. Ayeti okuyalım.
ABDULAZİZ BAYINDIR: AHKAF, 29.. Ayet: Ve iz sarafna ileyke neferam minel cinni”. Allah diyor ki; “sana cinlerden bir gurubu yönelttik”, “yestemiunel kur’an: kuranı dikkatli bir şekilde dinliyorlar”, “felemma hadaruhü kalu ensıtu” Resulullah’ın yanına gelince kuran okununca “dinleyin” diyor. Kesin sesinizi de dinleyin. Demek ki anlıyorlar. “felemma kudıye: kuran okunma işi bitince”, “vellev ila kavmihim münzirın: toplumlarını uyarmak için toplumlarına doğru gittiler”. Yani orada Allah’ın resulünün resulü oldular. Yani inen ayetleri kafalarına yerleştirip gittiler. Gittikten sonra diyorlar ki; AHKAF, 30.. Ayet: “Kalu ya kevmena” kavmim diyor kendi kavimlerine. Türk kavmi, arap kavmi, ingiliz kavmi. Hep böyle insanlar arasında kavim varsa cinler arasında da var. Gidiyorlar kendi kavimlerine “inna semı’na kitaben: biz bir kitap dinledik”, “ünzile min ba’di musa: Musa’dan sonra indirilmiş”. Musa’nın elinde tevrat var. İsa’nın elinde de incil var ama incil tevrata ilave hükümler getirmiyor. Sadece haram olan şeyleri helal kılıyor yahudilerin yapmış olduğu suçlardan dolayo o kadar. Onun için dikkat ederseniz hıristiyanlar da tevratı şey yapmazlar. Kitabı mukaddes diyerek incil ile birlikte tevratı muhhakkak dikkate alırlar. Bak; Musa’dan sonra indirilmiş bir kitap. Demek ki Musa’ya indirilenden haberleri var. “müsaddikal lima beyne yedeyhi:kendinden öncekini tasdik eden bir kitap”. Çünkü Ali İmran 81.ayette, eğer tasdik eden bir kitap gelirse inanacaksınız diyor. Onlar da buradan tasdik eden kitap deyince bu bizim inanmamız gereken kitaptır demiş oluyorlar. “yehdı ilel hakkı: gerçeği gösteriyor/doğruyu gösteriyor”, “ve ila tarıkım müstekıym: ve istikameti doğru bir yola yöneltiyor”. Gerçeğe yöneltiyor, doğru yola yöneltiyor. AHKAF, 31.. Ayet: “Ya kavmena” kavim kelimesine dikkatinizi çekmek istiyoruz burada. “ecıbu daıyellahi: bak bu Allah’a çağırıyor, ona olumlu cevap verin” diyor. “ve aminu bihı: ona inanın”. Peki inandığınız zaman ne olacak? “yağfir leküm min zünubiküm: Allah günahlarınızı affetsin”. Aynı kelimeler insanlar arasında da biliyorsunuz hep kullanılır. Değişen bir şey yok. Cinler ne ise insanlar da aynı burda. “ve yücirküm min azabin elım: sizi acıklı bir azaptan kurtarsın”.AHKAF, 32.. Ayet: “Ve mel la yücib daıyellahi”: Allah’a çağıran, doğru yola çağıran kişiye kim olumlu yanıt vermez ise “fe leyse bi bu’cizin fil erdı” yeryüzünde yaşadıklarını bu ayet gösteriyor. “Bu topraklarda Allah’ı aciz bırakamaz” “ve leyse lehu min dunihı evliya: şunu da bilsin ki Allah ile kendi arasına girecek yakın dostları da yoktur”. Şirkim temeli de o; Allah ile araya veliler koymak. Böyle bir şey de yoktur. “ülaike fı dalalim mübın: bunlar açıkça sapıklıkta olan insanlardır”.
ABDURRAHMAN YAZICI: Birçok ayette de insan topluluğu ile cin topluluğu ifadeleri olduğunu görüyoruz. Yani onların da biz insanlar gibi toplum olarak..
ABDULAZİZ BAYINDIR; Bizde aşiret denir. Maşare ifadesi kullanılıyor.
ABDURRAHMAN YAZICI: Yani toplum olarak yaşadıklarını görüyoruz. Demek ki aralarında bir hiyerarşik ilişki var bu anlamda. Enam 6.surenin 130.ayeti de bu açıdan önemli. ENAM, 130.. Ayet: “Ya ma’şeral cinni vel insi: ey insan ve cin topluluğu”. İlk okuduğumuz ayette Allah’a karşı sorumlu varlık olarak kulluk etmesi için yaratılan cin ve insanların olduğunu belirtmiştik. Burada da “ya maşerel cinni veş ins” diye cin ve insa şara topluluk olarak dikkat çekiliyor. “elem ye’tiküm rusülüm minküm: sizden olan kişiler size elçi olarak gelmediler mi?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Demek ki cinlerden de elçi geliyor. Az önce olduğu gibi gidiyor, Allah’ın ayerlerini anlatıyorlar.
ABDURRAHMAN YAZICI: Kendi cinslerinden evet.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Buradan da izleyicilerimiz görsün. Kuranda cinlerden nebi geldiğine dair bir ayet yok. Kurana baktığımız zaman geleneksel anlayışın tam zıddına bütün nebilere kitap iniyor. Her nebi kendine inen kitabı insanlara ulaştırdığı için aynı zamanda resul oluyor. Bir de o nebiye inen kitabı diğer insanlara ulaştıranlar da resul oluyor. Nebilik bitti ama resullük devam ediyor. Yani biz, Allaj’ın ayetlerini Allah’ın kullarına kendimizden hiç bir şey katmadan ulaştırırsak resul oluruz. İşte o anlamda cinlerden de resul var. Az önce Ahkaf suresinden okuduk. Geliyorlar Resulullah’ı dinliyorlar alıyorlar o ayetleri gidip toplumlarıma tebliğ ediyorlar ve orada resul oluyor. “yekussune aleyküm ayatı” diyor. “Elçilerimiz gelmedi mi?”. Kim bu? “Ayetlerimizi size anlatan”. Demek ki sizin herhangi biriniz de Allah’ın ayetlerini iyice kavrar, içerisine hiç bir şey katmadan hiç bir şey çıkarmadan gider birisine anlatırsanız o ayetler kadar elçilik yapmış olursunuz. İnsanlarda var cinlerde var. Hepsinde de var.
ABDURRAHMAN YAZICI: Buradan da anlıyoruz ki onlardan da elçiler gelip Allah’ın ayetlerini onlara anlatıyor ve onları uyarıyor. Uyarıya doğru cevap veren de var cevap vermeyen de. Ayetin devamında “ve ğarrathümül hayatüd dünya” şeklinde ifade var. “Dünya hayatı onları pek aldatmıştır”. Yani dünyayı ahirete tercih edenlerden onlardan da var doğal olarak.
ABDULAZİZ BAYINDIR: onlarda da imtihan aynı. Abdurahman Hoca’nın dikkat çekmiş olduğu husus önemli. Demek ki dünya hayatı cinler için de bir takım aldatıcı şeyler taşıyor. Yani biz tabi kendi anlayışımıza göre bakıyoruz; işte bizi şu çekiyor bu çekiyor, mal mülk falan. Cinler için de aynı şey söz konusu. Cinler de erkekli dişili oldukları için onlarda da meşru-gayrımeşru ilişkiler olması gerekiyor. Yani dünya hayatı insanları aldattığı için kafir olurlar. Aynı şey onlarda da oluyor.
ABDURRAHMAN YAZICI: “Maşer” ifadesinden başka “umem” kelimesi de cinler için kullanılıyor. Ümmet kelimesi. Toplum olarak. Örneğin 46/Ahkaf suresinin 18. ayetinde. AHKAF, 18.. Ayet: Ülaikellezıne hakka aleyhimül kavlü fı ümemin kad halet min kablihim minel cinni vel ins innehüm kanu hasirın: bunlar kendilerinden önce cin yada insan olarak gelip geçen topluluklar arasında aleyhlerindeki o sözün tam yerini bulduğu kişilerdir”. Yani cin ve insanlardan topluluklar gelip geçen.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onlarda da aynı şekilde ümmetler var.
ABDURRAHMAN YAZICI: “Çünkü bunlar kendilerine yazık edenlerdir”. Demek ki onlardan da bu dünya imtihanını kaybedenler gurubu da var doğal olarak.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Aslında ondan önceki ayet çok daha ilgi çekici. AHKAF, 17.. Ayet: “Vellezı kale li valideyhi” annesine, babasına söz söyleyen kişiyi anlatıyor. Bunu cin ailesi içerisinde düşünün. Cinin annesi var, cinin babası var, anne babası ona nasihatte bulunuyor 15.ayeten itibaren. O da diyor ki. Hatta daha önce. Bu ayetlerde anne babanın evladına yapmış olduğu iyilik tavsiyeleri var. “Vellezi kale li valideyhi üffil leküma”: anne babasına diyor ki. “Uffi” bizim türkçede daha çok şöyle kullanılır: “siz eski kafa ya! Bana neler söylüyosum. Yok namaz kılacakmışım, oruç tutacakmışım.. Geçti onlar, eskidendi”. Burda da “yazık size” diyor. İnsan, anne babasına söylüyor. “e teıdaninı en uhrace ve kad haletil kurunü min kablı”: benim yeniden yaratılıcağımı mı şey yapıyorsunuz? Onunla mı korkutuyorsunuz? Yok ölecekmişim de yeniden yaratılacakmışım! Aynı şeyi cinler de söylüyor ki ondan sonraki ayet var. Nice insanlar geldi geçti diyoruz biz, o da nice cinler geldi geçti. Burada cin ve insan kelimesinin kullanılmamaı, ortak olduğunu da ifade ediyor. Ondan sonra diyor ki; “ve hüma yesteğıysanillahe veyleke amin” halbuki annesi babası Allah’a sığınıyorlar. Oğlun ne olursun, kızım ne olursun inan, yolunu düzelt, yazık oluyor sana yapma. Aynı şeyi demek ki cinler de kendi evlatlarına yapıyorlar. :inne va’dellahi hakk: Allah’ın veriği söz gerçektir”, “fe yekulü ma haza illa esatıyrul evvelın” O da; “bunlar eskilerin masalları, eski kitaplarda olan şeyler. Siz onları getirip bize anlatıyorsunuz. İşte ondan sonra AHKAF, 18.. Ayet: Ülaikellezıne hakka aleyhimül kavlü fı ümemin kad halet min kablihim minel cinni vel ins” diyor. Yani işte onlar kendilerinden önce geçmiş olan insan ve cinlerin üzerine aleyhlerine hakk olan şeyi hak etmiş oluyorlar. Ne oluyor? Demek ki onların da ölüleri var. Onlar da işte eskilerin masalları diyor. Bugün nasıl deniyorsa onlarda da bir gelenek var, onlarda da bir yazılı gelenek var. Yani bugün insanlar nasıl birbirleri ile ilişkilerini sürdürüyor ise onlar da aynı şekilde sürdürüyor.
ABDURRAHMAN YAZICI: Bir başka ayette 6/Enam suresinin 128. ayetinde ENAM, 128.. Ayet: Ve yevme yahşurühüm cemıa ya ma’şeral cinni” şeklinde bir ifade var. “Onların hepsini toplayacağı gün Allah şöyle diyecektir; “ey cinler toplukuğu” diye. Demek ki hesap kitap onlar için de var doğal olarak mahşer. Onlar da toplandıktan sonra Allah onlara seslenecek.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Burada insanla cin ilişkilerinden de bahsediyor. Acaba zamam zaman insanlarla cinşer arasında bir irtibat olabilir mi diye sorabilir. “kadisteksertüm minel ins: insanların bir çoğunu kendinize çektiniz” diyor. “Ey cinler! Bir çok insanı kendinize çektiniz” diyor. “ve kale evliyaühüm minel insi” ahirette bunların insanlardan olan dostları şöyle diyecekler; “rabbenestemtea ba’duna bi ba’dıv: ya Rabbi biz birbirimizden yararlandık”. Yararlanabilmek için bir ilişki olması gerekir. Biraz sonra bu konuda Yahya Hoca’dan dinleyeceğiz bir takım şeyler.
ABDURRAHMAN YAZICI: Hz. Süleyman ile ilgili ayette de o cinlerin zaten hizmetinde çalıştığını biliyoruz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Cinlerden bir ordusu olduğunu da biliyoruz. Ama yani demek ki insanlarla cinler arasımda irtibat var. “ve belağna ecelenellezı eccelte lena: bizim için belirlediğin sürenin sonuna vardık”. Ecel, insanlar için olduğu gibi cinler için de var. Ondan sonra “kalen naru mesvaküm: o ateş sizin gideceğiniz yerdir”. Denebilir ki; “ateşten yaratılmış olan cin ateşte ceza çekmez ki”. Siz topraktan yaratıldınız değil mi? Bu da topraktan değil mi? Bunu birinizin kafasına vurdam acımaz mı? Yada bir avuç toprağı gözünüze atsak ne olur? Hadi bakalım şu toprakta yuvarlanın desek. Dolayısıyla topraktan yaratılmak demek topraktan rahatsız olmamak değildir. Ateşten yaratılmak demek de ateşten rahatsız olamamak değildir. Ölmemek üzere oraya girin diyor.“inne rabbeke hakımün alım: senin rabbin hakimdir/kararları doğrudur ve her şeyi bilir.
ABDURRAHMAN YAZICI: Zaten bu Araf suresinin 38.ayetinde cinlerim insanlarla birlikte toplu cehenneme girmesinden bahsediyor. ARAF, 38.. Ayet: “Kaledhulu fı ümemin kad halet min kabliküm minel cinni vel insi fin nar: Allah onlara, sizden önce gelmiş insanlar ve cinlerle beraber şu ateşe girin diyecektir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Eski ümmetlerle beraber. Ahirette de hani her bir ümmetin önünde önderi olacak ya. Onlarda da guruplar ve önderi saptırmış yada saptırmamış, doğru yöne yöneltmiş olabilir ama burada saptırmışlardan söz ediyor. Ama onlarda da ümmet söz konusu.
Bunların içerisinde bir şey var. Biz hep İblis’i biliriz. Euzu billahi mineş şeytanir racim biliriz. Cin dendiği zaman insanların aklına hep kötü şeyler gelir. Bu sadece cinlere mi mahsus? Yada cinlerin bize verdiği zarar ne ölçüdedir; onu da biz Dr.Yahya Şenol’dan dinleyelim.
YAHYA ŞENOL: Cinler ile insanların ortak özellikleri konu başlığımızdı. Yapılan bu girişlerden sonra ben olayın farklı bir boyutuna dikkatlerinizi çekmek istiyorum. İnsanlarla cinlerin ortak bir özelliği; bu ortak özelliğin adı şeytanlık. Biz şeytanlığı İblis’e mahsus bir hal olarak bilirdik genelde. Ama şeytanlık bir vasıf, bir özellik ve bu özellik, kurandan öğrendiğimize göre cinlerde bulunduğu gibi insanlarda da bulunabiliyor. İblis sadece şeytanların başı. Belki ona ilk şeytan veya şeytanlarım atası diyebiliriz ama şeytan dediğimiz tek bir varlık değil. Kuranda Allah bu kelimeyi çoğul olarak şeytanlar ve hatta “şeyatinel insi vel cinni” diye insan ve cin şeytanları şeklinde kullanıyor. Bu da şeytanlık vasfında cinlerin ve insanların ortak olduğunu bizlere gösteriyor. Mesela 6/Enam suresinin 112. ayetinde Allah şöyle buyuruyor; “ENAM, 112.. Ayet: Ve kezalike cealna li külli nebiyyin adüvven: biz her nebiye düşmanlar var etmişizdir”. Kimlerden? “şeyatıynel insi vel cinni: insanlardan ve cinlerden olan şeytanları düşman olarak kıldık” diyor Allah.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İstersen burada ben Fatih’e bir şey söyleyeyim de. Bak şimdi bunu araştıracaksınız ya. Cinlerden nebi var mı? Resul var mı? İnşallah daha sonra, üzerinde çalışıyorlar. Her nebiye insan ve cin şeytanlarını musallat ettik. İnsanlar cinleri göremediklerine göre insandan olan şeytanlar cinlerden olan nebiler olsa onlara musallat olamazlar. Bunu bir kenara yazarsan iyi olur.
YAHYA ŞENOL: Burada gördüğümüz gibi bir şeytan kelimesi çoğul olarak kullanıldı; “şeyâtin” diye “şeytanlar”. İki: cinlerden önce insanlara bu keliöe izâfe edildi. Önce insanlardan olan şeytanlar ve dahi cinlerden olan şeytanları biz nebilere düşman olarak musallat kıldık. Ne yapar peki bunlar? Etkileri ne olabilir? “yuhıy ba’duhüm illa ba’dın zuhrufel kavli ğurura: bunlar birbirini aldatmak için yaldızlı, büyüleyici, süslü püslü sözler fısıldarlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Muhatap da zanneder ki Allah’ın kitabındandır.
YAHYA ŞENOL: Ama etki bununla sınırlı. Yani bir şeyler fısıldayarak sizleri bizleri yanlışa sevketmeye çalışır. Kimler? İnsanlar ve cinlerden olan şeytanlar. Görüldüğü gibi şeytanlık ortak vasfı ikisi için de geçerli bu ayete göre. Mesela İsra suresinde bir örneklendireme var bu konu ile alakalı. C. Hakk İsra suresinde bir takım emir ve yasaklarda bulunuyor. Önce 26 ve 27.ayetler bizim şu an üzerinde duracağımız ama ondan önce C. Hakk tevhide vurgu yaparak başlıyor emir ve yasaklarına. Ardından anne babaya iyi davranılması konusunu örneklendirdikten sonra 26.ayette de ISRA, 26.. Ayet: Ve ati zel kurba hakkahu vel miskıne vebnes sebıli” yakınlığı olanlara yani akrababıza, çaresiz kalmış insanlara, yolda kalmış insanlara haklarını veriniz, “ve la tübezzir tebzıra” ve elinizdeki imkanlarınızı, malınızı, paranızı saçıp savurmayınız buyuruyor. Bir sonraki ayette de diyor ki; ISRA, 27.. Ayet: “İnnel mübezzirıne” peki mallarını saçıp savuranlar, har vurup harman savuranlar nasıl bir konuma düşüyorlar? Buyuruyor ki Allah; ISRA, 27.. Ayet: İnnel mübezzirıne kanu ıhvaneş şeyatıyn” israf edenler, mallarını saçıp savuranlar artık şeytanların kardeşleri olmuşlardır. Bakınız yine şeytan kelimesi çoğul olarak kullanıldı. Yani bir tek İblis değil bir çok şeytan var ve insanlardan bu şekilde malını saçıp savuranlar, israf edenler şeytanlarla kardeş olma pozisyonuna düşürülmüş oluyorlar C. Hakk tarafından. “ve kaneş şeytanü li rabbihı kefura” ve unutmayın ki diyor Allah şeytan rabbine karşı son derece nankör bir varlıktır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Burdaki “el şeytanu” cins olarak alırsak, ister insan ister cin şeytanları olsun ortak özellikleri nankörlüktür.
YAHYA ŞENOL: Nimetleri görmezlikten gelmedir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah’ın ayetlerini görmüyorlar, Allah’ın verdiği nimetleri görmüyorlar.
YAHYA ŞENOL; Mesela bu şeytanların insanlara olan etkisine yine ufak bir örnek verelim. Tabi ucundan bucağından benim tez konuma dokunduğu için. 6/Enam suresi 121. ayeti hatırlatmak istiyorum. C. Hakk burada buyuruyor ki; ENAM, 121.. Ayet: Ve la te’külu mimma lem yüzkerismüllahi aleyhi ve innehu lefısk” fasıklık yapıldığı için yani dinden çıkma eylemi yapıldığı için Allah’tan başkasının adı anılmayan şeyleri yemeyiniz. Yani bu hayvanı keserken,kurbN ederken Allah’tan başkasının adını anma eylemini yasaklayan bir ayet. Mekke müşrikleri biliyorsunuz bunun en büyük örneği kuranda. C. Hakk onların hayvanlarla ilgili tasarruflarını bize anlatırken onlarım Allah ile kendi aralarına aracı olarak koyduğu putları için de kurbam kestiklerini, onlara hayvan kurban ettiklerini ve bu durumlarda sadece hangi puta kurban kesiyorlarsa hayvanı o putun adını anarak kestiklerini haber veriyor Allah. Ve diyor ki müslümanlara; böyle bir durum varsa siz bu hayvanlardan yemeyin. Peki ayetin devamı; “ve inneş şeyatıyne le yuhune ila evliyaihim li yücadiluküm”: ama şeytanlar kendilerini dost edinmiş, veli edinmiş arkadaşlarına, kendilerine yakınlık kuranlara bu konuda sizible mücadele etmeleri için bir şeyler fısıldarlar. Derler ki; “ne var yani! Koyun helal bir hayvan, keserken Allah’ın adını anınca helal oluyor da başkasının adını anınca niye haram olsun? Fark ne? Kesiyor muyuz kesiyoruz, koyun mu koyun. Biri helal biri niye haram olsun?”. Bu konuda diyor sizi saptırıcı sözler söylerler. Bakın ‘şeyâtin’ kelimesi kullanıldı ve bu ilk etapta insan şeytanlarını aslında ifade eden bir kelime. Mekke’de bu ayetin indiği dönemde müslümanlarla bu konuda mücadeye girişenler, ateşten yaratılan cin şeytanları falan değil. Mekke’nin inanmayan o müşriklerinin önde gelenleri. Gelip saptırmaya çalışıyorlar. Ne farkı var besmele çeksen helal oluyor, başkasının adını anarsan haram oluyor. Olmaz, siz de bunu yiyin falan diye. “ve in eta’tümuhüm” hele onlara bu konuda bir itast edin “inneküm le müşrikun” siz de onlar gibi müşrik olursunuz diyor Allah. Niye çünkü Allah’tan başka bir varlığın ilahlığıma razı olmuşsunuz demektir. Bakın burada da ‘şeyâtin” hem çoğul olarak kullanıldı hem de ilk planda insanları ifade etmek için kullanıldı. Cinleri değil. Cinler de girer ama ilk etapta onlar. Bir ayet daha var. Bakara suresinin 14.ayetinde. Burada da üstteki ayetlerden itibaren C. Hakk münafıkların özelliklerini vasfediyor. BAKARA, 14.. Ayet: Ve iza lekullezıne amenu kalu amenna”. Münafık, biliyoruz; içi dışı bir olmayan adam. İnanmış gibi kendisini gösteren adam. Geliyor diyor ki; “müminlerle karşılaştıklarında bu münafıklar “kalu amenna” diyorlar ki müslümanlara: “biz de sizin gibi inabdık. Kardeşiz. Problem yok aramızda. “Fe iza şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında” diyorlar ki; “kalu inna meaküm”: biz onlarla değil sizinle beraberiz. “innema nahnü müstehziun”: “biz onlarla dalga geçiyoruz ne müslümanlığı. Varsın bizi öyle bilsinler”. “halev ila şeyatıynihim” şeytanlarıyla başbaşa kalma! Hangi durumu vasfediyor bu? Cinlerle mi başbaşa kalıyorlar bu durumda? Kendi dostlarıyla değil mi? Kendi yandaşlarıyla. İnanmayanlar. Burada da ilk etapta ‘şeyâtin: şeytanlar’ kelimesi ile kastedilen iki ayaklı şeytanlar. Kanlı canlı, etli butlu şeytanlar bunlar. Burada da ‘şeyâtin” kelimesi bu manada kullanılıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Özellikle insan şeytanına vurgu yapıyor çünkü biraz sonra söyleyecek; cin şeytanı o kadar tehlikeli değil.
YAHYA ŞENOL: Bir de hepimizin yakından bildiği Nas suresi var değil mi? Kuranın 114.son suresi. Kuranın son ayeti nasıl bitiyor: “minel cinneti ven nas” diyor. İnsanlar ve cinlerin neyinden sığınıyoruz Allah’a. Surenin başından itibaren “kul euzu bi rabbin nas, melikin nas, ilahin nas: insanların rabbine, kralına, ilahına sığınırım de”. Neyden? “Min şerril vesvasil hannas: o sinsi vesvesecinin şerrinden” Allah’a sığınırım. Ne yapar o vesveseci? “Elleziyu vesvisu fi sudurinnas: insanların kalbine, gönüllerine vesvese verir”, “minel cinneti ven nas: o, cinlerden de olur insanlardan da olur”. Yine ortak bir payda çıktı mı? Vesvese verir olma özelliği de insanla cinlerin ortak bir özelliği. Şimdi bu vesvese insanın kalbine, aklına çeşitli düşüncelerin gelmesi şeklinde olur. Bu yüzden C.Hakk ayette, Hocamın da dersin başında izah ettiği “Fe izâ kara’tel kur’âne festeız billâhi mineş şeytânir racîm”(NAHL 98) bundan Allah’a sığınmamızı istiyor. Başka bir ayette yine “İnnellezînettekav izâ messehum tâifun mineş şeytâni tezekkerû fe izâhum mubsırûn”(ARAF 201) hani şeytan, bir vesvese bir şey dokundukları zaman müslümanlara, bunlar derhal Allah’ı, Allah’ın ayetlerini hatırlarlar. Başka bir ayette yine “Ve immâ yenzeganneke mineş şeytâni nezgun festeız billâh”(FUSSİLET 36) yine; şeytandan sana bir vesvese bir dokuntu hissettiğim zaman Allah’a sığın. Euzu billahi mineş şeytanir racim sağlam dedin mi bu şeytanın vesvesesi bu kadardır işte.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu sık sık olur. Bazıları piskolojik sıkıntılara girerler; vesvese geliyor. Yok yıkandın, bir daha yıkar, olmadı bir daha, şurada pislik kalmıştır. Bilhassa bazı hanımlar böyle temizlik hastası haline gelirler. İşte bu tür kişilere C.Hakk diyor ki; “bu bir şeytan dürtüsüdür, euzubillahi mineş şeytanir racim de, tamam o kadar. Bu kadar basit yani tedavisi. Taşlanmış şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım.
YAHYA ŞENOL: Cinler konusu konuşulduğu zaman bir ortamda genelde bizim insanımız korkar. Ürperir. Niye? Görünmeyen bir varlıktan kendisine zarar geleceğini düşünür insan. Hatta biliyoruz yani bizim toplumumuzda cin kelimesi bile telaffuz edilmez. Ne denir? Üç harfliler denir. Niye? Aman duymasınlar da musallat olmasınlar. Üç harfli dediğinde kendisini anlamıyorsa korkma zaten bir şey yapamaz. Onlardan zarar gelmez. O tür şeytanlardan sağlam bir euzubillahi mineş şeytanir racim dediğimiz zaman kurtuluyoruz zaten. Niye? Taşlanmış şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım. C. Hakka sığındığımız zaman problem yok. İşte Nas suresi var Felak suresi var. Bu ayetler indikten sonra Resulullah sadece bunları okuyarak sığınmış. Rivayetlerde denir ki; daha önce çeşitli dualar okuyarak Resulullah Allah’a sığınırdı bu tip şeylerin şerrinden. Ama ne zaman ki Felak ve Nas sureleri indi, bıraktı diğer şeyleri sadece Felak ve Nas. O yüzden her gece yatmadan önce İhlas, Felak ve Nas sureleri okunması tavsiye edilir ya, bu kadar. Bunu okuduğunuz zaman bunların hiç bir zararı olmaz. Bunlar gelip adam çarpmazlar. Adam çarpanları insan şeytanlarıdır. Ve bunun çarpanları kolay kolay düzelemiyor da. Mesela bakın ‘şeyâtin’ kelimesinin insanlara da kullanıldığını gördük. Bu insan şeytanları-Hocam derslerde sık sık söyler-cin şeytanına bir euzu çekseniz kaçar gider kurtulursunuz da öyle zaman olur ki insan şeytanına hatim okusanız bir şey fayda etmez.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yok, hatanı çıkarır; “öyle Ayın mı çıkarılır, ben okuyayım da dinle der. Şuna bak hiç makam bilmiyorsun der.
YAHYA ŞENOL: Ve öyle bir oyun kurar ki siz gerçekten doğru yolun ortasında olduğunuzu zannedersiniz, halbuki onlarla birlikte “cehennema zumera” guruplar halinde cehenneme yuvarlanırsınız farkına bile varmazsınız. Bir örnek verelim buna sadece. Bizim derslerimizde sık sık tekrar ettiğimiz bir husus. Bakara suresinin 79.ayeti. Hepbirlikte açalım bi bakalım insan şeytanının oyunu nasıl. Çünkü C.Hakk diğerleri için buyuruyor ki; “inne keyde şeytane kane daifa: bu şeytanların hilesi zatıf”. Bir vesvese gelmiştir, ondan kurtulursunuz ama..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Senin karşına çıkamaz. En fazla fıs fıs fıs eder o kadar. Euzu dedin mi kurtulursun.
YAHYA ŞENOL: Ama insan şeytanının en büyük oyunu nedir? 79.ayette C.Hakkın buyurduğu husus. Buyuruyor ki C. HakkBAKARA, 79.. Ayet: Fe veylül lillezıne yektübunel kitabe bi eydıhim sümme yekulunel kitabe bi eydıhim sümme yekulune haza min ındillahi: kendi elleriyle bir şeyler yazıp da sonra işte bu, Allah’ın katındandır diyenlerin yarın öbür gün çekecekleri var. Yazıklar olsun, veyl olsun” buyuruyor C. Hakk.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani ne diyor; “Allah bunu helal kıldı”
YAHYA ŞENOL: Tamamen kendine ait fikirlerini Allah’ın emir ve yasaklarıymış gibi sunacaklar bir takım insanlar Allah’tan gelmiştir diyerek.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Az önce hayvanlara Allah’tan başkasının adı anılarak kesilen hayvanların yenmesi haramdır diye çok açık ayet vardır. Enam 145’de Allah’tan başkası adına kesilen haramdır der. En son inen Maide 3.ayette aynı şey söyler ama gelin görün ki mezhepler der ki. Ne der onu da sen söyle.
YAHYA ŞENOL: Şafi mezhebini bir tarafa bırakarak bu hususta konuşuruz. Onlar bunu besmelesiz kesilen hayvana hamlederler. Yani Allah’tan başkasının adı anılarak kesileni değil, besmele çekilmeden kesilen her hayvanın bu şekilde haram olduğunu söylerler.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şafi de dahil müşriklerin kestiğine haram derler.
YAHYA ŞENOL: Orda ayrılır. Yoksa besmeleyi farz görmemesi noktasında diğer mezheplerden ayrılır Şafi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Avrupa’da yaşayan, dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan kaedeşlerimiz için en büyük sıkıntı: bunu kesen mümin mi değil mi? Kardeşim ona bakma. Bu konuda kuranda 4 ayet var. Ve en son inen ayet de bu konu ile alakalı. Allah’tan başkası adına kesilmiş ise. Avrupa’dasınız, efendim bunu kesen mümin mi, ehli kitap mıdır yoksa ateist midir falan. Bu seni niye ilgilendirir? O Allah’ın yarattığı hayvanı kesmiş mi kesmiş. Bitti. Efendim besmele çekmiş mi? Ona bakma. Allah’tan başkası adına kesmiş mi ona bak. Yani kesen kişi besmele çekmiş çekmemiş o seni hiç ilgilendirmez. Kesen kişi müslüman mıymış, yahudi mi imiş, hıristiyan mı imiş, ateist mi imiş o da seni ilgilendirmez. Sunak dedikleri şeyler, bir putuna kesmiş mi? Zaten putuna kesse getirip orda satmaz ki. Kendi aralarında yerler. Ama putuma kesmiş mi? Bunu biliyorsan yemezsin. Şüphe ediyorsan yine yersin. Şüphe ile olmaz. Kesin olarak bileceksin ki bu, Allah’tan başkası adına kesilmiştir. Bu şeyle irtibatlandırısan; izleyicilerimiz için bir örnek olmuş olur. Benim hiç aklıma gelmedi de az önce söyledin ya mesela ne demiş oluyorlar? Kendi elleri ile yazıyorlar.
YAHYA ŞENOL 79.ayeti tekrar okuyarak örneği verelim. BAKARA, 79.. Ayet: Fe veylül lillezıne yektübunel kitabe bi eydıhim sümme yekulunel kitabe bi eydıhim” kendi elleri ile bir şeyler yazıyorlar, kaleme alıyorlar, “sümme yekulune: sonra diyorlar ki; “haza min ındillahi”..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Haram.
YAHYA ŞENOL; Evet. Allah böyle dedi diye. Siz geeçekten Allah’ın emir ve yasaklarını okuyormuş gibi hissediyorsunuz. Niye? Benim hocam yanlış yapmaz! Bizim hocalarımız yanlış bir şey yapmamıştır!
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sana önüne kitabı koyuyorlar, sonra diyorlar ki bundan öğreneceksin dinini.
YAHYA ŞENOL: Niye? Çünkü ayetin de bir parçası var, görüyorsunuz orada. Çünkü ayetin tamamı çoğu zaman işi bozar, ayetin sadece ilgili bir kısmı vardır. Ne kadarı vardır mesela bu konu ile ilgili konuşacak isek? Enam 121.ayet ile ilgili genelde “ve la te’kulu mimma lem yuzkerismellahi aleyh” nokta! Oraya nokta koyarlar. Halbuki arap dili açısından cümle orada bitmez. Cümle “innehu le fısk” cümlesi ile biter. Yani bu durumda ne gibi bir sonuç çıkıyor? Eğer Hanefi mezhebinin başını çektiği gurubun mesela şu an elimizdeki meallerin tamamı böyledir. Açıp bakarsanız cümle ikiye ayrılıp tercüme edilmiştir. Derler ki; “Allah’ın adı anılmayan şeylerden yemeyin, nokta, yeni bir cümle: “çünkü bu bir fısktır”. Bakın hemen şurdan bir kontrol edelim. Âfâki konuşmuş olmayalım.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kuran meali olarak görüyorsunuz bunu, diyorsunuz; “Allah böyle söylemiş”.
YAHYA ŞENOL: Bu, sadeleştirilmiş de olsa Elmalılı meali 121.ayette diyor ki; “üzerine Allah ismi anılmamış olanlardan yemeyin”. Bakın cümle bitti. “Çünkü o, kat’i bir fısktır”. Şimdi siz bunu okuduğunuzda, besmele çekilmemiş hayvanların kesin olarak haram olduğunu anlamaz mısınız bu meali okuduğunuz zaman? Dersiniz; “sen az önce bir şey söyledin ama açtım meali hiç de dediğin gibi değil yani. Allah demiş ki; üzerine Allah’ın adı anılmamış şeylerden yemeyin çünkğ bu bir fısktır. Fısk da kuranda dinden çıkmak olarak kullanılıyor. Ooo! Bırak haramı dinden çıkma eylemi bile bu”. Halbuki meal böyle ama ayet böyle değil. Gerçekten Allah böyle dedi diye okuyoruz halbuki. Kendi elleri ile yazmışlar bunu.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Siz zannediyorsunuz ki Allah’ın sözü. Hanginiz okusanız diyrceksiniz Allah böyle diyor.
YAHYA ŞENOL: Halbuki metin nasıl; “fısk olduğu için Allah’ın adının anılmadığı şeylerden yemeyin.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şöyle diyelim: “ve innehu le fıskun” öncekinin hâlidir. Yani fısk olduğu kesin ise yameyin.
YAHYA ŞENOL: Yani ayrılmaz bir parçası “ve innehu le fıskun”. Onu ayırarak bir tercüme yapamazsınız.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ayırıyorsunuz, ondan sonra arkadan bir sürü yeni haramlar ortaya çıkarıyorsunuz, bugün dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan bir müslüman bu defa et yiyemiyor. Eline bir şey alıyor markete giderken; şu var mı bu var mı artık alış veriş ızdırap haline dönüşüyor. Lokantaya gidip yemek yiyemiyor. Medine’ye etler geliyordu.
YAHYA ŞENOL: Medine döneminde müslümanların böyle bir şüpheleri oluyor. Diyorlar ki; “ya Resulallah bize çevre kabilelerden, köylerden etler geliyor. Bilmiyoruz acaba Allah’ın adı anılmış mı anılmamış mı. Ne yapalım bunları”. Allah’tan başkası adına kesilmiş mi bilmiyorlar. Resulullaj kısa cevap veriyor. “Semmu entun vekuluhu: siz besmelenizi çekin yiyin” diyor. Bu kadar. Aksine bir delil varsa elinizde onu yemezsiniz Allah’tan başkasının adı anılarak kesildi diye. Kesinlik aranız. Yoksa bu kesinlik, sen çek besmeleni ye.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Dikkat ederseniz vesveseye de yer yok. İyi ama acaba! Acabası yok kardeşim. Allah’tan başkası adına kesildiği kesin ise yeme. Onun için orada “ve innehu ilahe” ‘inne’ ve haberine de ‘lam’ gelerek kesinse yemeyin demiştir. Ve ondan sonra gelen mesela bu 121 Enam. Enam 145’te de diyor ki; “ENAM, 145.. Ayet: Kul la ecidü fı ma uhıye ileyye müharramen ala taımiy yat’amühu” onlara de ki ya Muhammed. Aynı surede ve bu sure Mekke’de inen bir suredir. De ki onlara; “yiyen kişiye yemesi haram olan bir şey bulamıyorum, yok”. Yok dediktrn sonra besmele ile kesilecek şartı gelmiyor, kesen kişi mümin olacak şartı geçmiyor. Sadece aynen bu ayetin bu kısmı ile irtibat kurarak “ev fıskan uhille li” aynı kelimeyi kullanarak “fe innehu ricsün ev fiskan” bak arapça nilmeyenler bile anlar 121.ayette “innehu le fıskun” geçiyor, 145.ayette de “ev fıskan ühille li ğayrillahi” diyor. Allah’tan başkasının adı yükseltilerek kesilmiş ise yemeyeceksiniz diyor.
YAHYA ŞENOL: “Fısk” kelimesi orada hal cümlesi olarak kullanılıyor değil mi? Neredeyse bire bir aynı. Ama görülmüyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: En son inen ayet de aynı Miade 3.ayet de aynı. Peki nerden çıkardınız? Peki insanları bu kadar sıkıntıya sokan cin şeytanı var mı?
YAHYA ŞENOL: Öbürü akla ve kalbe düşen ufak bir vesvese ike, bir euzu çekmekle ondan kurtulabiliyorken bu işte biraz önce demiştim ya iki ayaklı etli kanlı insan işte bak hangisinin tehlikesi daha büyük? Hangisinin şeytanlığı daha büyük? Bunu euzu veya besmele çeksen kurtulamıyorsun bunların şerrinden.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bunları anlatırsın adam karşına gelir der ki; “sen mi daha iyi biliyorsun bu kadar ulema mı?”. “Şimdiye kadar hiç kimse görmedi de sen mi gördün?”. Ben gördüysem suç mu kardeşim?
YAHYA ŞENOL: Ki öyle de bir şey yok yani bu durumda. Gören var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Dünya kadar var. Hiç kimse görmedi den gördüm suç mu?
YAHYA ŞENOL: Cinlerden korkmaya gerek yok işin özeti. Felak ve Nas olayı çözüyor. İnsan şeytanlarından korkmak lazım.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İnsanlardan korksunlar. İnsanların cinlere karşı duygusal olarak hazırlanmasını istismar eden bir sürü istismarcı var. Böylece insanları hayali korkulara kaptırarak onları madsi yönden manevi yönden sömürüyor bir çok kimse.
YAHYA ŞENOL: Enam suresindeki “istemte ba’duna ba’dın” a da bir örnek olabilir. Cinleri kullanarak bir takım metaa kazanıyor. Belli ki cinler de o şekilde insanları kullanarak cin cinsi olan arkadaşlarını kandırıyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İşin kötü tarafını Yahya Hoca’dan dinledik. Bir de Dr.Fatih Orum’dan insan ve cinlerin ortak yönleri ile alakalı olumlu şeyler, tabiki bir takım olumsuz şeyler de ister istemez söyleyecek de Onu dinleyelim.
FATİH ORUM: Gerçi artık anlatılanlardan sonra herkesin cin olası geliyor da! Ne kadar olumsuz şeyler söylesek boş artık. Ortak vasıflar olarak yaratılış gayesinin aynı olduğunu gördük. Yine, ümmet olmaları ortak vasıf olarak da öngördük. Biraz önce Hocam Ahkaf suresinin 29 ila 31.ayetlerini okurken bir gurup cinin kuran dinlediğini, hatta “susun, dikkat kesilin dinleyin”, sonra da bu dinleyenlerin gidip bunu başkalarıma tebliğ ettiğini gördük. Şimdi hem burada hem cin suresinin müstakil bir sure olduğunu da söylemişti Hocam İnsan suresi gibi. Cin suresinde de aynı şekilde cinlerden bir gurubun kuran dinlediğini biz orada görüyoruz. Şimdi o ayetleri okuyacağız. Çok önemli. Ancak burada benim şimdi aklıma geldi de; kuran ifadesinin geçiyor olması yani hani MuhammedAs heralde rahlesini alıp mushafını koyup ben bir kaç cüz okuyayım şeklinde bir kuran okuyor da onlar da dinliyor olmamalı. Yani kuran okumak o değil çünkü bizim bu zamana kadar gördüğümüz. Muhtemelen irtibatları kurarak bir takım insanlara kuranın o inceliklerini, hikmet boyutunu gösteriyor olmalıydılar ki bunlar da aynı ifadeyi kullanıyorlar. Yani “kuran okunuyor dinleyin, sonradan bir takım kazanımlar elde edin”. Böylesi bir anlayış muhtemelen onlara gönderilen, onlara tebliğ edilen vahyin de bir örneği olmalı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir de burada teyid eden ifade şu: “el kur’an” geçmiyor “kur’anen” olarak geçiyor. Dolayısıyla “el kur’an” dense, ingilizce “the kuran” bilinen kuran değil. Kuranın içerisindeki ayet kümeleri. Belli konuları anlatan ayet kümeleri.
FATİH ORUM: Nitekim Araf suresinin 204.ayetinde “ve iza kuriel kur’anu festemiulehu ve ansitu le allekum turhamun” ifadesi geçiyor. Yani işte “o kuran size kıraat edildiğinde/anlam kümeleri size okunduğunda/oluşturulduğunda dikkat kesilin ve ondan nasiplenin” ifadesi ve biraz önce okunan ayetlerde de mesela “yestemiunel kur’an” deniliyor. Yani kuranı dinlediler.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Dikkatle dinliyorlar.
FATİH ORUM: Dikkat kesiliyorlar. “Fe lemma kalu lehu ansitu” yine aynı ifadeler. Yani ondan bir takım kazanımlar elde ediyorlar. Bir uslup, bir metod birlikteliğinden de bahsedilebilir iki topluluk arasında. Cin suresinin ilk ayetlerinde hepimizin malumu MuhammedAs’a daha sonra kuranın bu ayetleri ile bu haber veriliyor. Bir cin taifesinin kuran okurken Resulullah’ı dinlediği ve şu ifadeyi kullandıkları “inna semi’na kur’anen aceben”. Buradaki “acebe” ifadesi “etkileyici”, “etkileyici bir konu”, “etkileyici bir parça”, “etkilendik”. Öyle ki “yehdi iler ruşdi fe amenna bihi ” yani bize olgunluk yolunu gösterdi, doğruyu gösterdi ve bizde de tam bir kanaat oluştu artık bu hususta dedikten sonra şu itirafta bulunuyorlar artık: “ve len nuşrike bi rabbina ehaden: hiç kimseyi Allah’a ortak koşucu olarak şey yapmayacağız hayatımızda”. Demek ki bunlar da şirk koşuyorlar. Ve tıpkı insanlar gibi şirk koştuklarının farkında bile değiller. Çünkü devamında..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ama istersen önce (unuturuz) burda Resulullah onu dinleyen cinleri görmüyor. Cinleri gelip dinlediğini Allah bildiriyor. Vahiy ile haberdar oluyor. O da Oldukça önemli.
YAHYA ŞENOL; Araya girecek gibi olacağım ama Hocam hani deniyor ya; cin, bizim bildiğimiz ateşten yaratılmış falan varlık değil. Sözlük anlamıyla o dönem orada tanınmayan bir takım insanlar. Yabancı birileri gelmiş dinlemiş ama Resulullah’ın haberi yok.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Gelecekler dinleyecekler, inandık diyecekler, ondan sonra.. İnandık diyeceksen Ona dersin. Karşı çıksan kaçarsın gidersin de.
FATİH ORUM: Oysa 5.ayette “Ve enna zanenna en len tekulen’insu velcinnu” diyerek bir kıyaslama yapıyor iki topluluk arasında.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Millet arapça bilmiyor. Yahya ile konuşuyorsun. Bir de seyirci ile şey yap. Arapça bilmiyor millet yani.
FATİH ORUM: O ayete tekrar geleceğim de onun için şey yaptım. O ayetin bir yukarısında CİN, 4.. Ayet: Ve ennehu kane yekulu sefiyhuna ‘alellahi şetatatan”. Yani tıpkı bizim düştüğümüz durumdalar. Aldatıldıklarını anlıyorlar. Aldatılma duygusunu yaşıyorlar. Hangi konuda? Dini konuda ve diyorlar ki başımızdaki o sefih dengesiz adam aldatmış, bize yanlış şeyler söylemiş. Oysa kendilerini muhtemelen doğru yolda olduğunu düşünüyorlar. Devamında diyor ki;CİN, 5.. Ayet: Ve enna zanenna en len tekulen’insu velcinnu ‘alellahi keziben”. Yani biz şu kanatteydik; hiç bir insan, hiç bir cin Allah’a karşı yalan söylemez, yalana sarılarak Allah’ım emir ve yasaklarını görmezden gelmez, bu duruma düşmez kanaatindeydik. Oysa dinlediğimiz kuran bize insanların da bizim gibi şirke düşrüklerini gösteriyor diyerek şirk konusunda da ortak bir vasıf olduğunu çok rahatlıkla görüyoruz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Kardeşim, bu adamların ne derdi var ki gelip de Muhammed’i dinleselerdi kuran yerine. Onlar için Muhammed, insanlardan bir insan. Yani bir farkı yok. Ama onları şaşırtan kuran, ilgili ayetler. O ayetleri dinleyimce ayetlerin kendi üzerlerindeki etki kendilerini öylesi bir noktaya getiriyor ki “Allah Allah! Ya baksana biz bu insanların bu ulemamızın yanlış yapmayacağını düşünüyorduk. Şuraya bak ya biz ne haldeymişiz. Demek ki bir tek siz mi biliyorsunuz sözü cinlerin de söylediği bir söz. Kimse bilmiyordu da siz mi biliyorsunuz. O da ortak özellik.
FATİH ORUM: Bir başka ortak özellik kuranda insan ve cinler ile alakalı olarak; mesela aynı tür veriliyor. Mesela Rahman suresi vardır kuranda ki kuranın 55.suresi. Şeytan ve cinlerle ilgili heralde detaylı bilginin bize verildiği surelerden birisi. Belki ilki. Orada hepimizin ezbere bildiği bir ayet vardır ki sure boyunca 31 kez geçer “Febieyyi alai rabbikuma tukezziban; o halde rabbinizin hangi niğmetini yalan sayıyorsunuz”. Geçen o nimetlerin “rabbikuma tukezziban” bu ifadeler, arapça kalıplar iki topluluğa hitab olduğunu gösteriyor. Sadece insanlar için hem insan, hem de cinler için ey insanlar ve cinler şimdi söyleyin bakalım sizler rabbinizin hangi nimetini..
ABDULAZİZ BAYINDIR: İkinizin de rabbi olan Allah’ın
FATİH ORUM: Hangi nimetini yalan sayıyorsunuz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Kuma” o demek; ikinizin de.
YAHYA ŞENOL: Tanınan insanlar ve tanınmayan insanlar buraya uyuyor mu yani? Kendi tanıdığı ve tanımadığı insanlara hitab ediyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Zaten insanı burada da söylüyor.
YAHYA ŞENOL: Ogünkü Mekkeliler’in tanımadığı insanlara cin deniyormuş ya. C. Hakk da mı tanımıyor da cin diye bahsediyor?
ABDULAZİZ BAYINDIR; Son zamanlarda gerçekten insanlar biraz kurana yönelmeye başladı ya, bundan menfaatlenmek isteyenler var. Bu kişileri yollarından ne yapar da çeviririz. Çok dikkatli olmak lazım.
FATİH ORUM: Belki de Hocam bu çok doğru bir yol. Kurana yönelmek çok doğru yol olduğu için bir takım kötü niyetli insanlar organize bir şekilde bu işi böyle yaparak, bakın işte kuran diyenler ne hale geliyorlar, neler söylüyorlar dedirtmek için özellikle belki bu tür şeyleri millete pompalıyor olabilirler.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Doğru yolun üstünde oturacak, kuran okuyacak, kuranın ayetlerini sağa sola saptırıp onunla gece düzenleyecekler.
FATİH ORUM: Yine kuranda insanlarla ve cinlerin ortak özelliklerinden bir tanesinin de bazen Rabbimiz’in bazı konularda her ikisine de hitab ettiğini, ortak hitapla muhatap olduğunu görüyoruz. Mesela işte bir meydan okuma türü ayetler vardı hepimizin bildiği. Allah’ın indirdiği vahyin ilahi olduğu ve beşeri gücün bunu oluşturamayacağına dair ayetlerde insanların yanı sıra cinlere de bir meydan okuma vardır. Mesela bir ayet İsra suresinin 88.ayetinde ISRA, 88.. Ayet: Kul leinictemeatil insü vel cinnü ala ey ye’tu bi misli hazel kur’ani la ye’tune bi mislihı ve lev kane ba’duhüm li ba’dın zahıra” yani şöyle söyle; “insanlar ve cinler bir araya gelseler el ele verseler, sırt sırta verseler, beraberce çalışsalar yine bu kuranın bir benzerini yerine koyamazlar”. Her iki gurup da muhatap alınarak bir meydan okuma olduğunu görüyoruz. Böylesi bir ortak nokta yine görüyoruz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: ISRA, 88.. Ayet: Kul leinictemeatil insü vel cinnü ala ey ye’tu bi misli hazel kur’an”demek ki onlar ikisi de bu kurandan sorumlu olduğu için insanlar ve cinler de bundan sorumlu oluyor biz de. Hadi getirin bakalım bunun bir dengini. İkinizde birleşseniz. Hani siz diyorsunuz ya benim cinden yakınlarım var; hadi buyrun bakalım. İnsanlar da cinler de birleşse yapamaz.
FATİH ORUM: İki topluluğa hitap ederken “maşer” ifadesinin, ümmet ifadesinin, kavim ifadesinin kullanıldığını görmüştük. Nitekim kabile, türkçeye de girmiş bir kelime. Kabile kelimesinin de kullanıldığını görüyoruz. Arafa suresinin 27.ayetinde ARAF, 27.. Ayet: Ya benı ademe la yeftinennekümüş şeytanü kema ahrace ebeveyküm minel cenneti yenziu anhüma libasehüma li yüriyehüma sev’atihima innehu yeraküm hüve ve kabılühu min haysü la teravnehüm”. Yani işte Ademoğulları kendilerine çirkin yerleri göstermek için şeytan elbiselerinizi sıyırarak anne babanızı o bahçeden çıkarıp sıkıntıya sokmuştu. Aynı şeyi size de yapmasın. O ve onun gibilere karşı dikkatli olun. “ve huve kabilühu: onun kabilesi” sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Yani onlara karşı dikkatli olun şeklinde bir uyarı da..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten onun için Resulullah onları göremediği halde onlar Resulullah’ı gördü. Onlarım gelip dinlediğini Allah haber verdi de Onun haberi oldu. Allah haber vermeseydi olmazdı Cin suresinin ilk ayetinde.
FATİH ORUM: Ve son olarak ortak bir nokta yine Rahman suresinde ve kuranda sadece bir yerde geçen bir ifade insan ve cin için kullanılıyor. O da Enam kelimesi ama biraz önce Yahya Hoca bir kaç kez telaffuz ettiği Enam suresinde geçen o kelime Enam. Ayın harfi yok.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu enam batı dillerinde de var. Türkçeye de animasyon, animal. Bu kelime her tarafta kullanılıyor.
FATİH ORUM: RAHMAN, 10.. Ayet: Vel erda vedaaha lil enam” yani o yeri döşedik. Kimler için? O enam için. Enam nedir denildiğinde baktığımızda sözlüğe mahluk yada zirruh yani Allah’ın yarattığı varlıklar. Genel ifade bu. Ama bundan, ruha sahip varlıklar. Bunlar da işte insanlar ve cinler. Dolayısıyla her ikisinin ruha sahip olması belki ortak bir özellik olarak karşımıza çıkıyor. Öte taraftan yeryüzünün bunlar için döşendiği, yaratıldığından hareketle de aynı mekanı paylaştığımız belki burada söylenebilir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tabi “fil ard”. Demek ki şimdi “vel ard” da şu yeryüzü. “Vedaaha: şu dünyayı koydu/döşedi”. Kim için? “Enam: enam için” yani insalar ve cinler için. Demek ki bu yeryüzü sadece bizim için değil hem insanlar hem de cinler için.
FATİH ORUM: Rahman suresinin 31.ayetinde her iki topluluğa “eyyuhessekaleni” şeklinde hitap ediliyor. Yani RAHMAN, 31.. Ayet: Senefruğu lekum eyyuhessekaleni: sizler için de ayıracağımız bir vakit olacak” yani belki sizinle de bir hesaplaşma günümüz olacak/gelecek şeklinde. “Senefruğu lekum eyyuhessekaleni” derken de işte iki topluluğa belki işte sorumluluk taşıyan, imtihana tâbi olacak topluluklar anlamında mı diyeceğiz artık? Nasıl açılımını yapacağız?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mükellef olan topluluklar. Kendilerine yük yüklenmiş topluluk. Ama burada bir şey hatrıma geldi. Çünkü izleyicilerimiz açısından çok önemli. Hep şöyle bir şey söylenir. Kader inancını insanlara kabul ettirmek mümkün olmadığı için işte her şey ezelden bellidir. Dün de Sakarya Müftülüğü bu konuda bir hutbe okutmuş. Baştan aşağa kabul edilemeyecek, birbiri ile zıt cümlelerle dolu. Onu aklı başında birisi dinlediğinde diyecek ki; “ya bu ne diyor. Din bu ise ben bu işte yokum” diyecek. Cümle diğer cümleyi naksediyor. Diyor ki; her şey ezelden belli, siz imtihan ediliyorsunuz” diyor. Peki her şey ezelden belli ise benim ne yapacağım. Mesela suyu aldım; ezelden belli. Bu sözleri size söyleyeceğim de belli. Her şey ezelden belli ise imtihan ne? Onun sonucu da belli. Ben ezelde var mıydım ki? Ben ezeli bir varlık mıyım ki? Eskiden bir hayat daha yaşadım da mı ortaya çıktım? Sonra imtihana tabi tutulacaksınız diyor. Zaten Yahya’nın hani hiç aklıma gelmemişti çok güzel bir şekilde ortaya koyduğu kesilecek hayvanlar örneğine benzer ikinci bir örnek de ben size vereyim bakın. 16.surenin 93.ayeti. İstersen Yahya sen oradan mealini oku.
YAHYA ŞENOL: Nahl suresi 16.sure 93.ayet şöyle meallendirilmiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak hangi meal diye sormadım. Elinizdeki hangi meali açarsanız açın. Son zamanlarda bir takım düzgün mealler çıkmaya başladı çok şükür bir kaç senedir.
YAHYA ŞENOL : “Allah dileseydi elbet hepinizi bir tek ümmet yapardı. Ancak O, dilediğine dalalet dilediğine hidayet buyurur ve muhakkak hepiniz yaptıklarınızdan sorumlu tutulacaksınız”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hadi bakalım. Allah dilediğini saptırıyor dilediğini yola getiriyor. Bu işi yapan Allah, sorumlu olacak olan ben. Ondan sonra okuyacaksın diyeceksin ki ‘din bu ise ben yokum’.
YAHYA ŞENOL: Allah öyle dedi diye okuyacağız ama değil mi? Meal ya!
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ama Allah asla böyle demiş değildir. Asla böyle bir şey söz konusu değil. Zaten bizim ‘Doğru Bildiğimiz Yanlışlar’ kitabında ‘Şey, Kader ve Fıtrat yazısını okuyabilirseniz yada Sületmaniye Vakfı sitrmizde ‘Şey, Kader ve Fıtrat’ diye. Orada görürsünüz ki bu kelime, şae fiilinin anlamı arap diline yüzde yüz ters bir anlama çekilmiş 3.asırdan itibaren. Ondan sonra yanlış mana verilmiş. Hicri 3.asırdan itibaren. Niye öyle diyoruz? Çünkü İmam Maturidi’nin EtTevilat’ında görüyoruz ki O şöyle anlam veriyor, diyor ki; “eğer tercihi Allah yapsa idi size bırakmasa idi elbette hepinizi tek bir topluluk yapardı, hepiniz mümin olurdunuz”. Niye biriniz mümin biriniz kafir olasınız ki! Ama Allah tercihi size bıraktığı için ‘yudillu men yeş’a yudillu men yahdaru ed dalalete’ yada Maturidi’nin dediği gibi “men yu’siru eddalalete: sizden sapıklığı tercih edenin sapıklığını onaylar”. Yani bir öğretmen der ki; “ya ben hepinizin sınıf geçmesini istiyorum, niye birinizi bırakayım ki? Ama çalışmamışsınız, ben çalışmayanı bırakırım kusura bakmayın”. Aynen onun gibi. Ondan sonra “ve yehdi men yeşau el hidayete men yehdaru hidayete”. Bunun ‘yehdaru’ anlamına geldiği kuranda da var. O şeyde okuduğunuz zaman görürsünüz. İçinizde hanginiz hidayeti/doğru yolu tercih ederse Allah onun da yola gelmişliğini onaylar. Peki tercih insanlara ait ise sorumluluk da kimin olur? İnsanın olur. Ondan sonra da diyor ki; “ve le tus’elune amma kuntum ta’lemun: elbette yaptıklarınızdan sorumlu olacaksınız”. Buraya neden geldim? İzleyicilerimiz tarafından anlaşılsın diye. Bu işin içinden çıkamayanlar hemen şunu söylüyorlar; “Allah zamandan münezzehtir”. Yani Allah için zaman söz konusu değildir. Geçmiş ile gelecek şu an gibidir. Peki burda bir deliliniz var mı elinizde? Yok. mantıki? Yok. E peki neye göre söylüyorsunuz? Allah demiyor mu ki; “siz beni kavrayamazsınız”. Öyle ise Allah kendini nasıl anlatıyorsa öyle anlasanıza. İşte az önce Fatih Hoca’nın okuduğu ayetten dolayı şey yaptım. Burada diyor ki Allah; “senefruhu lekum”. ‘Senefru” arapça bilenler bilir bu, gelecek ile ilgili bir ifadedir. “Sizin için de zaman ayıracağız”. Bu, Allah’ın sözü. Kime diyor? “Eyyuhel sekelan: ey insan ve cin toplulukları”. Size de zaman ayıracak yani özellikle sizi yaptıklarınızdan dolayı hesaba çekeceğiz. Allah kendisi için geçmiş zaman fiilini kullanıyor, şimdiki zamanı kullanıyor, gelecek zamanı kullanıyor. İnsanlar hiç yokken yeryüzünü 6 günde yarattım diyor. Herkes öldükten sonra 50 bin yıllık bir sürenin yeniden dirilişe kadar geçeceğinden bahsediyor Mearic suresinde. Peki bu 50 bin yıl kime göre? Allah’a göre 50 bin yıl olan o süre ölen kişiye göre göz açıp kapayacak kadar kısa. Peki kardeşim, işte bu da Yahya’nın baştan söylediği gibi Allah’ın kitabını kullanarak insanları yanlış yöne yönlendirmektir. Dolayısıyla efendim İblis, şeytan, vay lanetli şeytan falan.. Doğru ama asıl dikkati insan şeytanlarına çekmek gerekir. Sizden birinize açın şu meali okuyun dediğim zaman okuyacaksınız, ondan sonra diyeceksiniz ki Allah Allah bu nasıl bir şey! Hem dilediğini saptırıyormuş, dilediğini yola getiriyormuş bir de bizi sorumlu tutuyormuş. Allah aşkına yapmayın. Allah’a iftira ediyorsunuz. Allah bu kadar saçma konuşur mu diyecek adam. Halbuki Allah öyle bir şey yapmış değil ama hicri 3.asırdan itibaren o yöneticiler kendi başarısızlıklarının faturasını Allah’a çıkarmak için o şekilde yapmışlardır. Kendi başarısızlıklarının faturası. Mesela hatırlarsınız hacda da çok sayıda insan öldü. Kendi hatalarını gizlemek için ne dediler? Kader buymuş dediler. Tabi ki öyle bir şey olacak ki oraya sığınsın. İnsanların da çok hesabına geliyor. Başarılı olanların aklına kader hiç gelmez. Ne zaman ki başarısız ise ne yapalım kaderim buymuş der. Böylece kendi başarısızlığını onunla kapatmaya çalışır.
O zaman neticeye gelelim. Genel bir özetleme yapmış olalım.Bir ayet vardı Araf, 179. Ayet. Burada da anlam saptırması var. Sen mealini oku ben okumayayım.
YAHYA ŞENOL: “And olsun ki cin ve insandan bir çoğunu cehennem için yarattık. Onların öyle kalplerş vardır ki onlarla duymazlar ve öyle gözleri vardır ki onlarla görmezler ve öyle kulakları vardır ki onlarla işitmezler. İşte onlar hayvan gibidirler. Hatta daha şaşkındırlar. İşte bunlar hep o gafillerdir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bunların sorumluluğu olur mu?
YAHYA ŞENOL: Zaten cehennem için yaratılmış.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten cehennem için yaratılmış. İşte bu, minareyi çalan kılıfı hazırlar ya. Dün Sakarya Müftülüğü’nün işte bana göndermişler ordan şeyi. Peki cehennem için yaratıldı ise. Orada efendim kader diye bir inanç vardır, inanmayan kafir olur, bilmem ne falan filan. Bakın bize de çocuklukta öğrettiler. Din hangi noktalara gelmiş. Şimdi bunu doğru kabul edelim. Aklı başındaki bir adam diyecek ki; “ya Allah beni hem cehenem için yaratmış olacak hem de beni hayvandan daha aşağı görecek. Ee kusura bakmayın yani bune yani. Bu ne biçim şey. Benim bildiğim Allaj böyle yapmaz” diyecek. Çünkü Allah’a inanmayan hiç kimse yoktur ki yeryüzünde. Siz Allah’a iftira ediyorsunuz diyecek adam. Burada “zera’na: zürriyet” kelimesi de aynı kökte. Büyütmek, beslemek. Hani dersiniz ya “buna da emek verip yetiştiriyoruz ama bundan hiç bir şey olmayacak ya. Boşuna emek harcıyoruz”. Tamam, Allah günahkarın da yiyeceğini veriyor mu? Yada şöyle söyleyelim; dünyalık konusunda inanan ile inanmayan arasında bir fırsat eşitsizliği yapıyor mu? Böyle bir şey yok. Fatih Sultan Mehmed’e geliyorlar diyorlar ki; “ya bu medreselerden adam yetişmiyor. Bu medreselere yaptığımız tahsisatı kısalım” diyorlar. F.Sultan Mehmed diyor ki; “100 kişide 5 kişi yetişiyor mu?”. “O kadar da oluyor”, “ya 100 kişide 5 kişi yetişebiliyorsa bu muhteşem bir olumlu sonuçtur. İki katına çıkarın” diyor. Eğer 100 talebeden 5 talebe istediğiniz gibi yetişiyorsa eğer bu muhteşem bir şey, iki katına çıkarın diyor. Öbürleri diyor; “besliyoruz ama adam olmuyorlar”. İşte burada anlatılan o. “Ve le kad zera’na li cehenneme kesıram minel cinni vel insi: insanların ve cinlerin çoğunu besleyip büyütüyoruz ama cehenneme”. Yani yolları yol değil. Eğer Allah böyle bir kural koymasaydı anında onların cezasını verirdi. Peki niye bunlar şey yapıyor? Bunlarda bir eksiklik mi var? Yani diğer insanlarda olup da bunlarda olmayan bir şey mi var? İnsanların, Secde suresinin 7-9.ayetlerinde belirtildiği gibi ruhun üflenmesi ile birlikte insanlarda oluşan özellikler var. Sem, basar, fuad. Yani dinleme, basiret yani ilerisini görme ve gönül oluşuyor. Kalp oluşuyor. Siyor ki Allah burda; “insan ise bunlar da insan”. Afedersiniz. Ciñleri de söyledi ya. Yani o doğru yolda olanlardaki özelliklerden hiç bir şey eksik değil bunlarda da. “lehüm kulubün” bunların da kalplei var. Ama “la yefkahune biha”: konuyu onunla birlikte anlamıyorlar. Yani meseleyi anlayıp kavrıyor. Kalp nedir? Dönek. Doğru. Bu defa o şeyi kendine çeviriyor. Meseleyi aslında anlamış, kavramış fakat hesabına gelmediği için o kalp ile anladığı doğru arasında tam bir uyum sağlamıyor. Demiyor ki tamam doğrusu bu, böyle yapmalıyım. Çünkü böyle yapmalıyım dediği zaman kendi arzusuna uymuş olmayacak. Ezan okunuyor namaz kılacağız; e tabi elbette kılmamız lazım ama inşallah kılarım. Kıl kardeşim. İnşallah kılarım ne demek. Doğruları onlar da anlıyor ama kalpleri ile o anladıklarına göre davranmıyorlar. “ve lehüm a’yünül: onların da gözleri var”. Onlar da aslında ilerisini görüp ona göre hareket edebilirler ama “la yübsırune biha: onunla basiretlerini kullanmıyorlar”. Ben bunu yaparsam ilerisinde şu olur demiyorlar. “Bir çaresine bakarız”. Allah bunun hesabını sorar? “Sen şimdi bana bir hasır ver de ben sana ahirette halı veririm”. Aslında farkındalar ama görmüyorlar. “ve lehüm azanül: onların da kulakları var”, “la yesmeune biha: onunla dinlemiyorlar”. İşitmiyorlar değil. Dinlemiyorlar. Ya bi dinle kardeşim. “Neyi dinleyeceğim!”. Ya bi dinle! Anla, ondan sonra ne yaparsan yap. “Yok kardeşim yok! Siz böyle yapıyorsunuz”. Ayet okuyorsun kalkıp gidiyor. Bana ayet okuma diyor. “Siz zannediyorsunuz ki din kurandan ibarettir. Değildir”. Medine’de Medine’nin önde gelen uleması ile tartışıyoruz. Tanınmış insanlar olduğu için isimlerini söylemeyeceğim. Dedi ki bana kitap sünnet ilişkisini anlatıyoruz dedi ki; “essunnetu kadiyetun alel kitab: sünnet kitap üzerinde kadıdır”. Yani son sözü sünnet söyler, kuran değil. Neyse sonra Ona ilgili ayetleri okudum, sonra meseleyi anladı. Ama dinlesi o zat, meseleyi anladı kavradı. Ama bazıları dinlemiyor. Çekip gidiyorlar. Bağırıp çağırıyorlar. “ülaike kel en’ami bel hüm edall: onlar enam gibidirler”. Neydi enam: koyun, keçi, sığır,deve. Ama bakayım ona burada ne demiş? “Hayvan gibidirler” demiş. Sanki bütün hayvanlar öyle. Halbuki hayvanların hepsi aynı değildir. İlerisinde olacakları sezen, farkın varan, zekasını kullanan hayvanlar vardır. Burada enam diyor. Mesela hiç köpek sürüsü gördünüz mü? Üç beş tane köpek olur. Halbuki bir köpek bir yılda dünya kadar yavru yapar değil mi? Bir koyun yılda bir tane bilemedin iki tane yapar ama koyun sürüsü vardır. Sığır sürüsü vardır. Deve sürüsü vardır. Ve bakarsınız ki küçük bir çocuk koskoca bir sürüyü güdüyor. Hatta bir köpek bile güdüyor. Ve o akıllı kişiler karşılarında koyun sürüsü isterler. Koyun sürüsü istedikleri için bunların akıllarını kullanmalarını asla kabul etmezler. Sen anlamazsın. Sen kimsin ki. Doğruların dinlenmesini istemez. “Gidip onları dinlemeyin haa!”. “Kuran okumayın sapıtırsınız”. Kuran müslümanlığı sapıklığı diye bir şey çıktı değil mi? Ama bunu söyleyen o kadar çok kimse var ki. Dinlemeyin haa! Niye? Çünkü önlerinde koyun sürüleri istiyorlar, insan istemiyorlar, kafasını çalıştıran, gerçekleri gören. “Sen kimsin!”. Böyle insanlar istemezler. Sürü! “Bel hum edall: hayır, daha aşağı seviyededirler”. Niye? Çünkü koyun, keçi, sığır,devenin bu tür özellikleri yok ki. Sende gerçekleri görme özelliği olduğu halde böylesin. Bu kim? İnsanlar ve cinler. Demek ki onlar da aynı. Onları saptıranlar da aynı yolda saptırıyorlar. “ülaike hümül ğafilun: işte gafil olanlar onlardır”. Gafil ne demek? Kendi kendini aldatıyor yani. Bile bile lades. Olup bitenlerin fazla farkında değil. Hiç umurunda değil. Kendi keyfinde, eğlencesinde. C. Hakk doğruları çok güzel bir şekilde kavramamızı nasib eylesin. Yarın Allah nasib ederse kitap fuarında orada saat 3 ile 5 arasında imza şeyimiz var. Vakfımızın yeni yayınları var biliyorsunuz küçücük. Evlenme ve Boşanma. Cebinize koyarak rahatlıkla okuyabileceğiniz. Kuran Işığında Hayatın İçinden Otuz Konu. Çok ihtiyaç duyduğunuz meselelerin küçük küçük tanımlamaları var. Son derece önemli olan Nebi Ve Resul, küçücük bir kitapçık. Zeki Bayraktar Hoca’nın çok güzel bir eseri var, onu da alıp okursunuz ama bu küçücük bir kitapçıktır. Cuma namazı konusu ile alakalı yeni bir kitapçığımız çıktı. Ayrıca Aydın Mülayim kardeşimizin yaptığı tezi Kuranda Din Adamları: bu da oldukça güzel, istifade edilebilecek bir kitaptır. Ve en son da Bakara Suresi’nin mealini çıkardık. İnşallah yavaş yavaş kuranın tamamının mealini çıkarmaya çalışacağız. Bütün bir gayretimizle yanlışsız bir meal çıkarmaya çalışacağız. Biz insanız, elbette ki dünya kadar hatamız olacak da o büyük hataların elimizden geleni yapıyoruz.