Elhamdülillahi Rabbilâlemin esselatü vesselamü alâ resulina Muhammedin ve alâ alihi ve sahbihi ecmain
Geçen hafta size “Seher Vakti ve İmsak vakti” ile ilgili konuşma yaptık. Seher vakti ile alakalı nakiller yanımız da yoktu. Şimdi yanımda, İnşallah onu anlatmaya çalışacağım. Biliyorsunuz bu hafta içerisinde birçok gelişmeler oldu. Çok hızlı bir gelişme ile namaz vakitleri konusu gündemin ortasına oturdu. Namaz vakitlerinde ki bu yanlışları yıllardır dile getiriyoruz. Geçen hafta da burada anlatmıştık. Bu yanlışlar sadece imsak vaktinde değil, İkindi namazında da yanlışlık var, Akşam ve Yatsı namazında da yanlışlık var. Bir tek Öğlen namazı vakti Allah’a şükür ki doğru, Öğlen namazının vaktinin doğru olması son derece normal, Çünkü hareket noktası orasıdır. Güneşin meridyen geçişinden batıya doğru kaydığı andan itibaren Öğlen namazı girer. Bunda her hangi bir problem yok. Bu yıllardır dile getirdiğimiz Sabah namazı vaktinin yanlış hesap edildiği konusu bu sene yeni bir merhale kazanmış oldu. O da bu sene ki çalışmalarımız da seher vakti ile alakalı bilgilere ulaşmamız oldu. Biz şimdi gecenin son vaktine “Seher Vakti” dendiğini biliyoruz. Yani; Sabah namazının öncesinin Seher vakti olduğunu biliyoruz. Fakat Seher vakti ne zaman başlar? Ben şahsen o konu da bilgi sahibi değildim. Bir de yıllardır şu; “Fecr-i Kazib” nedir? Bununla alakalı sürekli araştırmalar yaptık, İlk defa bu sene sağlam sonuçlara vardık. Bu konularda ki bilgi kirliliğini her halde anlamak zor değil. Mesela “Kurt kuyruğu” diyorlar –ki bu “Kurt kuyruğu” kelimesi sonradan ortaya çıkmış, Peygamberimiz (s.a.v)’in zamanında yok. Ama o “Kurt Kuyruğu” dedikleri şey sadece Kutuplar da Ururuhar bölgesi var, o bölgede oluşur Bizim bulunduğumuz bölgeler de böyle bir ışık yok. Peygamberimiz (s.a.v) ‘in yaşadığı bölgede böyle bir ışık hareketi söz konusu değil. Bazılarının “Zodyak” dedikleri “Burçlardan gelen ışıklar” diye adlandırılıyor. O da seneni ancak belli aylarında olabiliyor, Her zaman olmuyor. Halbuki Fıkıh kitaplarımızın tamamında, Yani bütün Mezheplerde ittifakla kabul edilen şu var; “Her gün üç doğuş ve üç batış vardır” deniliyor, Geçen hafta biz de bunu anlatmıştık. Şimdi; “Her gün ve her yerde” olacağına göre o zaman senenin ancak üç ayında ve ancak belli bölgeler de görülen, Yatsı namazından sonra da görülen, Sabah’a yakın bir vakitte de görünen Zodyak ışınlarının Fecr-i Kazib olma ihtimali yok. O zaman Üç doğuş, Üç batış ne? Üç doğuş; Seher vaktinin doğuşu, Fecr-i Sadığın doğuşu, Güneşin doğuşudur. Üç Batışta; Akşam namazının batışı, Birinci Şafağın batışı, İkinci Şafağın batışıdır. Buna Fıkıh kitapları “İki Fecir ve Güneş” diyor, “İki Şafak ve Güneş” diyor. “İki Fecir” dediğiz zaman,
Birinci Fecr’e “Fecri Kazib” deniliyor. Aslın da “Kazib” denmiş olması insanı yanıltmasından dolayıdır. Yoksa orada da ufukta ciddi mana da aydınlanma oluyor. Yani bizim geçen seneki rasatlar da “Fecr-i Sadık” diye söylediğimizin “Fecr-i Kazib” olduğu bu sene ortaya çıkmış oldu.
Geçen hafta Seher ile ilgili anlatamadığımız konuları şimdi anlatmaya çalışacağım. Diyor ki; “Seher; Gecenin karanlığının Gündüzün ilk ışıklarına karışması anlamına gelir. Hem gündüzün hem de gecenin belirtilerini taşır”Şimdi; İsra Suresinin 78. Ayetinde Allah’u Teala diyor ki; “Namazını düluküş şems’ten ğasekıl leyl’ le kadar kıl” Yani “ Güneşin batıya kaymasından, Havanın kararmasına kadar kıl” diyor………fakat Seher’i Allah’u Teala geceye almış. Yani gecenin uzun bölümünün bir parçası saymış. Burada aslında Gece, Temelde üçe bölünüyor. Birincisi; Akşam ve Yatsı vaktidir. İkincisi; Seher ve Sabah namazı vaktidir. Üçüncüsü ğasekıl leyl denilen orta kısımdır. Fakat Seheri ğasekıl leyl’e dahil ettiği için yine üç bölümü var; Gece yarısı ve ortası, ve sabah namazı. Gecenin en küçük bölümü sabah namazı vakti oluyor. Seher vakti gecenin ortasına dahil olmuş oluyor. Yalnız Seher vakti geceye dahil oluyor. Diyor ki; “Arapça da gecenin karanlığının gündüzün ilk ışıklarına karışması anlamına gelir İlk aydınlıklar ortaya çıkmış oluyor. Seher vakti ufuğun zifiri karanlık olduğu bir vakit değildir. Ama ilk aydınlıklar önce tepeden ortaya çıkıyor. Çünkü Güneş geldiği zaman direk gelmiyor. Ve bu vakit fecre benziyor. Ufka çıktığı zaman bakıyorsunuz ki ufukta aydınlanma başlamış. Yukarından ilk öncesinde çok hafifçe hissediyorsunuz, Aşağıya doğru indikçe yayılmaya başlıyor. Daha sonra da Aşağıdan yukarıya doğru tırmanmaya başlıyor. İnsanlar seheri en çok aşağıdan yukarıya tırmanışıyla görüyor.
“Burada Güneş doğu ufkunun 17 derece altına gelince başlar” Peygamber (s.a.v) ‘in hadisi şerifleri var. Diyor ki; “Allah’ın en sevdiği namaz Davut’un namazı, En sevdiği oruçta Davut’un orucudur. Gecenin yarısında uyur, 3/1’ in de kalkar, 6/1’in de yine uyurdu. Bir gün oruç tutar bir gün yerdi.” Buyuruyor. Şimdi; Peygamberimiz “6/1 ‘inde” diyor O 6/1 ‘i Seher vakti oluyor. Şimdi düşünün; 3/1’i Sabah namazının vakti, 3/1’i Yatsı namazının vakti, 3/1’i gece ortasıdır. Gece ortasının yarısı Seher olduğu için 6/1 olmuş oluyor. İşte o 6/1’ e Seher diyoruz. Çünkü Seher ğasekıl leyl’in yanında ikinci bir vakit oluyor. Bu “Seher” için “6/1” ifadesinin kullanılması da çok enteresandır. Aişe Validemiz; “Allah’ın elçisi vitirini her gece sehere kadar bitirir uyurdu” diyor Seher vaktine kadar bitiyor, Seher vaktin de de bir istiğfar ediyor ve biraz uyuyor. Uyuduktan sonra tekrar kalkıyor. Hani “Peygamberimiz sabah namazından önce uyurdu” diye bir rivayet var ya o Seher vaktinde ki uyumasıdır. Allah’u Teala Zariyat Suresi 17/18.Ayetlerinde “Gece çok az uyurlar. Seher vakitlerin de de bağışlanma dilerlerdi” buyuruyor. “Seher Vakti” diye bir vakit var ki kalkıp istiğfar ediyorlar. Al-i İmran Suresinin 17.Ayetinde “Rabbimiz sana inandık bizim günahlarımızı af eyle, Bizi cehennem azabından koru derler. Bunlar sabredenler, Özü sözü doğru olanlar, İtaat edenler, Allah yolunda harcayanlar ve Seher vakitlerin de de Allah’tan bağışlanma dileyenlerdir” buyuruyor. Seher vaktin de yenen yemeğe “Sahur” deniyor. Peygamberimiz (s.a.v) şöyle dedi; “Bizim orucumuz ile ehli kitabının orucunu ayıran şey, Seher yemeğidir diyor. Onlar da Sahur yok, Bizde var. Seher Vakti Sabah namazının bir önceki vaktidir. O vakitte yenen yemektir. Enes Bin Malikten Rivayete göre; “Peygamber (s.a.v) ile Zeyd Bin Sabit bir gün birlikte sahur yemeği yemişlerdi. Sahur bitince Nebi (s.a.v) kalktı ve Sabah namazını kıldırdı.” Yani sahur biter bitmez namazı kılmışlar. “Katade, El Enes’e sordu; Sahuru tamamlamaları ile namazlar arası ne kadar sürdü? Diye sordum. Sorduk; “Bir kişinin elli ayet okuyacağı kadar” dedi” Şimdi; “Elli ayet okuyacağı kadar” demek nedir? Seher de yemeğinizi yedikten sonra, Peygamberimizin de Seherden önce birazcık uyuduğunu düşünürseniz, Kalkıp abdest alacak, Ayakyoluna gidecek, Elli ayet de o zaman zarfında geçen süre sayılır. Zaten herkes için Sahur yemeğini yedikten sonra biraz süre geçmesi sonrasında camiye gelebiliyor. Siz mescidin yanında olup sahur yemeğini yedikten hemen sonra namaza durarsanız evinden gelecek olanlar namaza yetişemezler. Seh Bin Sadığın şöyle dediği rivayet edilmiş; “Ailemle bir Sahur yemeği yer, Allah’ın elçisi (s.a.v) ile secdeye yetişeyim diye hızlı hareket ederdim” diyor. Bilal Ezanı Seher vaktinde okuduğu için Allah’ın nebisinin şöyle dediği rivayet edilmiştir; “Bilal Ezanı gece vakti okuyor” Sehere “Gece” deniliyor, Ufukta aydınlanma var. Ufuk karanlık değil. Şu an da Türkiye de oruca başlandığı vakitte daha ufukta hiçbir aydınlanma yok, Seher vakti falan da yok. “Bilal Ezanı gece vakti okuyor, İbn-i Bin Mektum; “Ezan okuyuncaya kadar yiyin için” İbn-i Bin Mektum’un gözleri görmüyor, İnsanlar “Tamam, Sabah namazı vakti oldu” dedikleri zaman Ezan okuyor. Onun için de “Onun okuduğu vakte kadar yiyin” deniyor.
Bir de şu rivayeti geçen hafta anlatmaya çalışmıştım. O rivayeti size tam olarak okuyayım “Hicret sırasında Nebi (s.a.v) Ebu Bekir ile birlikte Sevr mağarasında üç gece kalmıştı.” Sevr Mağarasını biliyorsunuz; Arafat’a giderken yolun üzerinde sağ tarafta, Dağın en tepesin de olan bir mağaradır. “Ebu Bekirin oğlu Abdullah, Gece onların yanında kalır, Kimse fark etmesin diye seher vaktinin alaca karanlığında Mekke’ye döner, Mekke’de haber toplardı” Bakın; Dağdan inebileceği kadar bir aydınlanma var. Dolayısıyla bu vakit, Sabah namazı değil, Seher vakti oluyor. “Buhari’nin rivayeti şöyledir; Ebu Bekir’in oğlu Abdullah söyleneni kolayca anlayıp, Kavrayan bir gençti. Geceyi onlar ile geçirir, Seher vakti ayrılır, Sabah vaktinde Mekke’de gecelemiş gibi Kureyşlilerle beraber olurdu.” Oradan Seher vakti ayrılınca Sabah vaktine Mekke’ye iniyor. Sevr Mağarası ile Mekke arası da çok yakın bir mesafe değil. Yaya olarak gittiğinizde epeyce bir mesafe var. Bu şunu gösteriyor; Demek ki Mekkeliler sabahleyin erken vakitlerde şehir merkezine iniyorlar. Abdullah da ora da o vakitte olduğundan insanlar onu geceyi Mekke dışında geçirdiğini fark etmiyor, Anlamıyorlar. Buradan şu da akla geliyor; Yani Mekkeli biri de büyük bir ihtimalle Seher vaktin de sabah kahvaltısını yapıp dışarıya çıkıyordur. Ben Rahmetli Babamı hatırlıyorum; Babam sabah namazını kılar kılmaz kahvaltısını yapar ve işine-gücüne giderdi. Mekkeliler de çok büyük bir ihtimalle Sabah Namazı vaktin de, Yani erken bir kahvaltı yapıyorlardı. Bu da ne demek? Şu demek; Bu vücut fiziki olarak o saatte yemek yemeği istiyor demektir. O zaman Sahur vaktin de yenen yemek ne oluyor? Erken kahvaltı oluyor. Ve bu kahvaltı vücuda hiçbir sıkıntı vermiyor. “Babası ve Muhammed (s.a.v) ile ilgili duyduğu her şeyi dikkatle dinlerdi ve Akşamın alaca karanlığında onlara bu söylentileri ulaştırırdı.” O zamanlar Şehrin içerisin de falan sokak lambası falan yok. Hava kararınca herkes evine çekiliyor. Eve vardıkları zamanda bir süre sonra erken saatlerde yatıyorlardı. Televizyon yok, Benzeri teknoloji yok, Bu olmayınca da yapılacak olan erkenden yatmaktır. “Ebu Bekir’in kölesi Amir Bin Sufeyla da sütünü ikram edeceği koyunları Yatsı girdikten biraz sonra onlara verirdi.” Yatsı girdikten biraz sonra ki vakitte Seher vaktinin simetriğidir. Çünkü Hava karardığı zaman, Ufuk karardığı zaman Yatsı çıkmış oluyor. Abdullah ta Yatsı girdikten biraz sonra Mekke’den çıkıp Sevr Dağına gidiyor -ki onu kimse hissetmesin. Çünkü o saatte herkes Mekke’ye dönmüş oluyor. “Bu sıra da Abdullah’ın ve Amir’in uykusu geldiği için, Amir’in Sabahın alaca karanlığında koyunları kaldırmasına kadar geceyi orada geçirirlerdi. Abdullah bu üç gecenin üçünde de böyle yapmıştı.” Bu Buhari rivayetidir. Anlayabiliyor musunuz; Seher vakti insanın yolunu görebileceği kadar ışığın olduğu vakit oluyor. “Allah’u Teala Lut’u ve Ailesini Seher vaktinde kurtarmıştı.” Lut ailesine öyle bir vakitte çıkma emri veriyor ki; Hiç olmazsa ufku görüp yollarını tayin edebiliyorlar. “Lut kavmini de sabahleyin cezalandırmıştı” Lut (a.s) ve ailesi Seher vaktinde çıkıyor, Kavmi Fecir Vaktinde cezalandırılıyor. Aralarında çok az bir vakit var.
Hud Suresinin 81.Ayetin den önceki ayetler de Lut kavminin olayını anlatan ayetler var. O Ayetlere bir göz atalım; O Elçiler, Yani Melekler Lut (a.s)’a geldikleri zaman, Lut (a.s ) onların Melek olduğunu bilmiyor, Genç yakışıklı delikanlılar olarak görüyor. Misafir olarak ta gelmişler, Lut (a.s)’in içi iyice sıkılıyor. İyice daralıyor. Diyor ki; “Bu gün benim çekeceğim var” diyor. “Bu gün işim çok zor, Bu gün tam bir azap, Sıkıntı günü” diyor. Bütün kavim onun evi önüne üşüşüyor, Doluşuyorlar. O kavim daha öncesinde kötülükler içinde idi, İyice yoldan çıkmışlardı. Yani Lut (a.s) ‘ dan o gençleri istiyorlar. Lut da diyor ki; “Kızlarım sizin için daha temizdir” diyor. Kadınları gösteriyor. Meallerde buraya “manevi olarak daha temiz” anlamını verirler, Bu yanlış. “Daha temiz” olmaz “Temiz olan” olmalıdır. Diğeri “Pis” oluyor. Çünkü “Daha temiz” dersen “Lut kavminin yaptığı işte temiz ama bu daha temiz” anlamında olur. Bu tür tercümeleri yapanların çok dikkat etmesi lazımdır. Burası her ne kadar ism-i Taftil sırasında olsa da sıfatı müşebbeha manasındadır “Allahtan korkun benim misafirim konusunda beni rezil rüsva etmeyin” diyor. “Sizin içiniz de aklı başında, Olgun bir adam yok mu?” diyor. “Dediler ki; Çok iyi biliyorsun ki senin kızlarında bizim de hakkımız yok. Bizim ne istediğimizi gayet iyi biliyorsun” diyorlar. Lut (a.s) durumdan öylesine bir sıkılmış ki “Keşke size karşı bir gücüm olsaydı ya da sağlam bir yere sığınsaydım” diyor. Tam o sırada Melekler artık Lut (a.s) ‘ a Melek olduklarını söylüyorlar. O zaman kadar söylememişlerdi. Melekler diyorlar ki; “Ey Lut, Biz senin Rabbinin elçileriyiz. Sana asla ilişemeyeceklerdir. Gecenin bir bölümünde ailenle birlikte yola çık. Sizden hiç kimse geri dönmesin. Eşin hariç. Bunların başına gelen onlarında başına gelecektir.” Lut (a.s) kavminin başına bildiğiniz gibi taş yağıyor. “Bunlar için belirlenen zaman Sabah vaktidir” Yani Fecir vaktidir. Bizim Sabah namazı kıldığımız vakit dir. “Sabah yakındır değil mi?” Yani “Biraz sonra bunlar kaybolup gidecekler, Üzülme” demiş oluyor.
Birde “Seher” kelimesi Kamer Suresinin 34.Ayetin de de geçmektedir. Kur’an da ayetler bir birini açıkladığı için gecenin bir bölümünün seher olduğunu ayetler arası göreceğiz. 33.Ayetten itibaren okuyalım; “Lut’un kavmi uyarıların karşısında yalana sarıldı. Bizde üzerlerine taş yağdıran bulutlar göndermiş ama Lut’un ailesini seher vakti kurtarmıştık.” Az önce yukarı da okuduğumuz Hud Suresinde ki ayetler de “Siz gecenin bir kısmı çıkın gidin” diyordu. Ama şimdi bu ayette ise “Seher vakti kurtarmıştık” diyor. O zaman demek ki Lut (a.s)’ın kavmi seher vaktinde çıkıp gidiyor.
Şimdi; Buhari’den az önce okuduğumuz; Ebu Bekir’in Oğlu Abdullah’ın seher vaktinde Sevr Dağından çıkıp Mekke’ye dönmesini düşünürseniz, Sabah vaktinde Mekkeliler ile buluşmasını düşündüğünüz zaman bu on derece şey oluyor. Kamer Suresinin 34.Ayetinden itibaren okumaya devam edelim; “Bunu katımızdan iyilik olsun diye yapmıştık. Şükredene işte böyle iyilik yaparız. Halbuki baskınımızın şiddeti hakkında Lut onları uyarmış, Ama onlar uyarıları tepki ile karşılamışlardı. Ayrıca Lut’un misafirlerini ele geçirip eğlence yapmaya kalkışmışlardı. Biz de gözlerini mahvettik ve azabımın ve uyarılarımın zevkine varın dedik. Kalıcı Azap sabah erkenden onları kıstırıverdi.”( Kamer Suresi 34-35-36-37-38. Ayetler) Şimdi; “Sabah” kelimesi farklı, “Seher” kelimesi farklı olarak ayette verilmiş, Bunu görüyorsunuz değil mi? “Seher” ve yanında “Sabah” kelimesi de verilmiş. Gecenin bir bölümünün de “Seher” olduğu burada da ortaya çıktı. O zaman demek ki “Seher Vakti” ve “Sabah vakti” ayrı ayrıdır. Seher vakti öyle bir vakit ki, Ebu Bekir (r.a)’ın oğlu gibi, Lut (a.s)’ın ailesi gibi yürüyebilecekleri bir vakittir. Ve o saate kadar da dinlenmiş oluyorlar. Bu ne demektir? Siz oruç tutuyorsanız Seher vaktine kadar vücut dinlenmiş oluyor. Seher vaktinde sahurunuzu yer, işinize, Gücünüze gidersiniz. İşte Lut (a.s)’da gece dinlenmiş olduğundan bu ona bir ceza olmuyor, Seher vaktinde kalkıyor ve yola çıkıyor. Sürede çok kısa olduğu için ; “Geriye dönmeyin” deniliyor. Çünkü o büyük bir volkan patlamasıdır. Geriye dönecek olsalar kaçamayacaklar. Volkanlar hakkında içinizde birileri varsa size bu konuda da birçok şeyi anlatabilirler. Geriye dönseler onun etkisinden kurtulamayacaklar, Öyle anlaşılıyor. “Geriye bakmayacaksınız, Hiç biriniz” diyor zaten ayette.
Bakın burada üçüncü bir kavram geçiyor Lut kavmi ile ilgili olarak, Bu da son derece önemli. “O büyük ses güneş doğarken onları yakaladı. Oranın altını üstüne getirdik. Zaten üzerlerine sicimden taşlar yağdırmıştık. Hayaliniz de canlandırın; Volkan patlaması var üzerlerine taş yağıyor. O insanlar orada ölüyorlar. Bu ölen insanları Allah’u Teala büyük bir gürültü ile bir deprem meydana getiriyor, Toprağı alt üst ederek bütün cesetleri toprağın altına alıyor. O şekilde de cesetlerin kokması falan da söz konusu olmuyor. Burada yeri gelmişken şunu da söyleyeyim; Peygamberimiz (s.a.v)’in de uyguladığı bir recim cezası var. Ama Kur’an-ı Kerim bunu daha sonra kaldırdı. Başlangıçta Kur’an-ı Kerim de zina ile ilgili bir hüküm inmemişken iki tane Yahudi zina yaparak geldiler, Peygamberimiz de Tevrat’a baktı. Tevrat’ta ki hükmün Allah’ın hükmü olduğuna dair Maide Suresinden bir ayet indi; “Yanlarında Allah’ın hükmü Tevrat varken Seni nasıl hakem yapıyorlar? Hem senin peygamberliğine inanmıyorlar” ( Maide Suresi 43.Ayet) Yanlarında Tevrat var. Böyle olunca Peygamberimiz (s.a.v) gitti Tevrat’a baktı. Tevrat’a bakınca recim olduğu ortaya çıktı ve O Yahudileri recm etti. Daha sonra aynı suçu işleyen Müslümanları da recim etti. Sonra da Allah’ u Teala Kadınlar için Müebbet hapsi, Kadın ve Erkekler için ayrıca ayıplanmaya çevirdi. Daha sonrasında da bunu her ikisi içinde yüz değneğe indirdi. Şu anda da böyledir.
Şimdi burada şu soru soruluyor; Kadın kadına ilişkinin (Sevicilik) cezası ne? Lut kavminden kalan “Lutilik” ya da “Homoseksüellik”, Bunların cezası ne? Erkek erkeğe yapılan Gayri ahlaki ilişkinin cezası nedir? Allah’ u Teala ayeti Kerim’e de zina için “Zinaya yaklaşmayın, O fuhuştur, Kötü bir yoldur” ( İsra Suresi 32.Ayet) diyor. Lutilik içinde yani Erkek erkeğe yapılan ilişki içinde; “Siz bir Fuhuş yapıyorsunuz, Daha önce bunu hiç kimse yapmamıştı.” (Araf Suresi 80.Ayet) Demek ki bu Homoseksüellik ilk önce Lut kavmi zamanında ortaya çıkıyor. Orada erkekler için Allah “Fahişe” kelimesini kullanıyor. Bizde “Fahişe” kelimesi fuhuş yapan kadın için kullanılır ama Arapça da erkek için de kullanılıyor. Yani zinaya da “Fahişe” kelimesini kullanılıyor, “Lutiliğe” (erkek Erkeğe İlişki) de “Fahişe” kelimesi kullanılıyor. Ayetler de “Fevahış” kelimesi geçiyor. “Fevahış” kelimesi Necm Suresinin 32.Ayetin de “Ellezine yectenibune kebairal ismi vel fevahışe”, “Günahın büyüklerinden ve Fuhuştan uzak duranlar” Mesela “Zina etmeyin” diye bir ayet yoktur, “Zinaya yaklaşmayın” diye bir ayet var. Yaklaşmadığın zaman uzak durursun. “Günahın büyüklerinden ve Fuhuş çeşitlerinden kaçınanlar” diyor. Şimdi “Fevahiş” kelimesi çoğul olduğu için, Çoğul Arapça da en az üç olur. Birincisi Erkek ile Kadının zinası, İkincisi Kadının kadınla Gayri meşru ilişkisi, Üçüncüsü Erkekle Erkeğin Gayri meşru ilişkisidir. Dolayısıyla bu “Fevahiş” kelimesi hepsini içerisine alıyor. Dolayısıyla bütün bunların cezai işlemi önceki dönemler de ne oluyor? Recim oluyor. Peki Lut kavmine hangi ceza verildi? “Recim” Taşlayarak öldürmek değil mi? Üzerlerine taş yağdı ve öldüler. Peki o zaman Erkekler “Kadınlara bizim hevesimiz yok” diyorlardı, O zaman Lut (a.s) ‘ın karısının suçu neydi ki aynı cezayı çekti? Demek ki onlar da “Sevicilik” yapıyorlardı. Bakın Allah’ u Teala bu afette bile hak ettiklerinden daha farklı bir ceza vermiyor. Ondan sonra da toprağı alt üst ederek kokuşmalarını engelliyor. Onları cezalandırması sabahleyin, Toprağı alt üst ettmesi de Güneş doğarken oluyor.
İşte burada, Lut (a.s)’ın olayında üç Şey var; Birincisi Seher vakti, İkincisi Sabah vakti var, Üçüncüsü de güneşin doğuşudur. Seher vakti, Tekrar ediyorum bütün Fıkıh kitaplarında Yatsı vaktinin simetriği olarak kabul ediliyor. Yatsı vaktinin tamamen simetriğidir. Akşam ufukta güneş battığı zaman Akşam namazı oluyor. Birçok kimse son zamanlarda soruyor; Şia da Güneş batar batmaz iftar edilmez. Güneşin battığı yerde ki kırmızılığın gitmesi beklenir. Böyle fetvalar var. Her halde bu Bakara Suresi 187.Ayette ki ; “Geceye kadar orucu tamamlayın” ifadesinden çıkarılmış bir uygulama olabilir. Son zamanlarda Türkiye de bir çok kimse; “Ayet geceye kadar tamamlayın diyor, Biz ilan vakitte orucumuzu bozmuyoruz, Geciktiriyoruz” demeye başladılar. Tabi ister istemez Şia da etkilenmiş olabilir. Bu çok tabi bir şeydir. Kanıt olarak ta bu ayeti gösterebilirler. Gece Kur’an-ı Kerim’e göre; Güneşin batışıyla, Doğuşu arasında ki vakittir. Arap geleneğin de de Güneşin batışı ile Doğuşu arasında ki vakit diye geçer. Hem Kur’an-ı Kerim de hem de Arap geleneğinde böyledir. Güneşin batışıyla doğuşu arasında ki vakit gecedir, Güneşin doğuşu ile batışı arasında ki vakit ise gündüzdür. Dolayısıyla Sabah namazı gece namazıdır. Seher de gecenin bir parçasıdır, Akşam ve Yatsı namazları da Gece Namazlarıdır. Onun için gece kılınan namaz sayısı üç tanedir, Gündüz ise iki tanedir.
“Güneşin batmasıyla gece olur” konusunu nereden çıkarıyoruz? Şems Suresin de “Güneşe ve du hasına yemin olsun” (Şems Suresi 1.Ayet) “Duha” Güneşin gündüz yaydığı bir ışıktır. “Güneş battığı zaman onu takip eden Kamere (ay’a) yemin olsun. Onu ortaya çıkardığı zaman nehara yemin olsun”(Şems Suresi 3.Ayet) 3.Ayette ki “cellaha” da ki “ Ha” zamiri nereye gidiyor? Güneşe de gider, Duhasına da gider. “Güneşi açığa çıkardığı zaman” bizim bölgeler de güneşin doğmasıdır. Duha’sını açığa çıkarması da Güneşin hiç doğmadığı bölgeler de olur. Çünkü “Ha” zamiri her ikisine de gidebilir. Dolayısıyla bu ayet güneşin hiç doğmadığı yerler de Gündüzün tarifini yapıyor, Hem de Güneşin hiç batmadığı yerler de gecenin tarifini yapıyor. Aynı şekilde Güneşin doğup, Battığı yerler de de gece ve gündüzün tarifini yapıyor. “Güneşi örttüğü zaman geceye” (Şems Suresi 4.Ayet) Güneşin örtülmesi ne oluyor? Güneşi bizim göremememiz oluyor. Güneş örtüldüğü zaman ne olmuş oluyor? Gece olmuş oluyor. Güneş açığa çıktığı zaman gündüz oluyor. Zaten Allah’ u Teala “Nehar” ı tarif ederken “Mubsir” kelimesini kullanır; “Gündüzün göstergesini Mubsira olarak oluşturduk” diyor. Gündüz olduğu zaman insan her tarafı görür, Net bir şekilde görür. Ama tan yeri ağardığı zaman her taraf gözükmez. Sadece önünüzü görürsünüz. Peygamberimizin namaz kıldırdığı vakitle ilgili Sahabe ne demişti; “Yanımızda oturanı tanırdık Yani tan yeri ağardığı zaman ışık mescidin içine kadar giriyor ve yanlarında oturanları tanırlardı. Bir Başka Sahabe de diyor ki; “Nerdeyse tanıyamayacak durumdayken namaz kıldık” diyor. “Nerdeyse tanıyamayacak durumdaydık” demek; “Tanıyordum, Yanımdakini görebiliyordum ama iyi göremiyordum, Tanıyamıyordum” demek oluyor. Bu iki rivayette bir birinin destekçisi olan rivayetlerdir. Başka Ayetler ……………………. Diyor, “Allah neharı göstern yapmıştır” diyor. Gece? Gecenin her hangi bir ayırıcı özelliği yok. Bazı geceler karanlık olabilir, Bazı geceler de aydınlık olabilir. Ama gündüz mutlaka aydınlık olur.
Tüm bunları ortaya çıkardığınız zaman, Güneş doğduğu zaman gündüz, Battığı zaman gece oluyor. Zaten Kur’an-ı Kerim indiği zaman Arap örfünde de; Gündüz güneşin doğması ve batması arası, Gece de Batması ile doğması arasıdır. Bütün bunlardan sonra şu ortaya çıkıyor; Sabahleyin ufukta iki türlü aydınlanma var. Birisi Seher vaktinde ki aydınlanma, İkincisi de Sabah namazı vaktinde ki aydınlanmadır. Seher vaktinde ki aydınlanma için En’am Suresi 96.Ayette kendisini tanımlıyor; “ısbah’ı yaran” “Seher” kelimesi hatırlarsanız; Gündüzün ışıklarıyla, Gecenin karanlığının karıştığı, Gecenin de Gündüzün de emarelerini taşıyan vakte deniyordu. O vakitte ufukta aydınlık var. Ama bu aydınlık yarıldığı zaman sabah namazı vakti oluyor. Çünkü üç tane doğuş var; Birisi bu bahsettiğimiz aydınlığın doğuşu, İkincisi olması için ufukta bir değişme olması lazım, İşte o değişmede ufukta ki aydınlığın yarılmasıdır. O yarılmada “Fecir” ile oluyor. “Fecire” kelimesi de “Yarılma, Yarma” manasına gelir. “İnficar” kelimesi ( İnficar kelimesinin yazılışını kontrol ediniz) “Patlama” anlamına geliyor. Sabahleyin oluşan bu fecir ile kızıl bir ışıkla yarılıyor. Allah’ u Teala bu kızıl ışığı da yeterli görmüyor ………………..diyor. Altta siyah bir çizgi, Üstte de beyaz bir çizgi oluşuyor. O Beyazlık ortaya çıkınca ikinci Fecir doğmuş oluyor. Beyaz çizgi olacak, Beyaz ışış değil, Zaten Beyaz ışık ilk andan beri oluyor. Ufuk çizgisi boyunca Beyaz bir çizgi haline gelmesi ikinci doğuşu meydana getirmiş oluyor. İşte ondan önce ki vakte “Seher Vakti” deniyor, İnsanlar o vakti Sabah namazı vakti ile karıştırdıkları için de “Fecr-i Kazib” deniyor. Yani “Yalancı Tan” deniliyor. Aslında o vakit yalancı değil ama insanları yanlışa sevk etmiş oluyor; “Sabah namazı vakti olmuş, Namazımı kılayım” diyerek yanılıyorlar. Ondan dolayı Peygamberimiz (s.a.v) tam o vakitte namaz kılacaklara ve oruç tutacaklara sürekli uyarılarda bulunuyor. Diyor ki; “Yiyin, İçin ama yukarı tırmanarak yayılan aydınlık sizi etkilemesin, Yanıltmasın” “Yukarı tırmanarak yayılma” bütün bu açıklamalardan sonra “Seher Vakti” oluyor. Hem yayılıyor, Hem de yukarıya doğru tırmanıyor. Büyük bir Kubbe oluşturuyor. Bunlar çizgi halini almadan önceki durumdur. İşte o Seher vakti, Yani Fecr-i Kazib oluyor. Onun için o vakitte yürüyebiliyorsunuz, O vakitte Lut (a.s)’ ın çoluğu-çocuğu yola çıkabiliyor, O vakitte Ebu Bekir (r.a)’ın oğlu Sevr mağarasından Mekke’ye inebiliyor. Fecr-i Kazib’ te bunlar oluyor. Aydınlık var, Kırmızılık var ama Beyaz çizgi yok ise Fecr-i Kazib demektir. Beyaz çizgi olacak ki Bakara Suresi 187. Ayette “yetebeyyene lekümül hüytul ebyad” diyor. “yetebeyyene lekümül” ne demek? “Sana göre, Kesin olacak” demektir. Eğer “Sanki varmış gibi” falan dersen olmaz, Yemeğe devam edebilirsin, Kesinleşecek. Artık hiç şüphen kalmayacak o Beyaz çizginin oluştuğundan. “Tebeyyen” o demektir, Açıkça, Ayan beyan ortaya çıkacak. O yüzden Peygamberimiz diyor ki; “Yiyin, İçin ama yukarı tırmanarak yayılan aydınlık sizi etkilemesin, Yanıltmasın. Enine yayılan kızıllığı görünceye kadar yiyin ve için. ” Kızıllık uzandığı zaman üzerinde beyazlık oluşmaya başlar. Şunu çok iyi bilmemiz gerekiyor ki Peygamberimiz Kur’an da açıkça söylenen konularda hiçbir şey söylemez. Peygamberimiz Kur’an da insanların bir anda, Hemen anlayamayacakları konularda bir şeyler söylemektedir. Ayet diyor ki; “Siyah çizgi beyaz çizgiden açıkça ortaya çıkıncaya kadar” (Bakara Suresi 187.Ayet), Burada söylenen anlaşılıyor ama aynı ayette “minel fecri” diyor, “Fecir” ne demek? İşte bunu anlayamazsın. İşte onu Peygamberimiz açıklıyor Fecrin “Kızıllık” olduğunu söylüyor. İnsanlar orada yanılır. Çünkü siz “Aşağıda siyah çizgi, Yukarıda Beyaz çizgi” der, “Fecr-i Kazib” der bitirirsiniz. Ama öyle değil. “Var işte, Ayrılmışlar birbirinden” dersiniz ama olmaz. O yüzden Peygamber efendimiz insanların anlamakta zorluk çektikleri kısmı aydınlatıyor, anlatıyor. O kadar net söylüyor ki; “Yukarıya doğru çıkıp yayılan” diyor. “Ufuk boyu kırmızılık enine iyice ortaya çıkıncaya kadar yemeğe devam edin” buyuruyor. Üç tane renk görülecek. Peki, Bu üç renk Fecirle ilgili olarak başka neyi hatırlatıyor? Kur’an-el Fecri” hatırlatıyor. En az üç olması lazım. Bir toplaşma olması lazım. Fecrin ışıkları toplanacak. Daha öncesinde karışık, Üst üste yığılıyor. Bu ışıklar aslında ilk andan beri var ama karışık işte bu vakte Kur’an-ı Kerim de “Kur’an-el Fecr” deniliyor. Bu vakit aynı zamanda sabah namazının vaktidir. Yani üç tane çizginin bir araya geldiği an. Niye üç tane diyoruz? Çünkü Ayetleri birleştiğiniz zaman zaten o anlaşılıyor. Bizim bir tek anlamakta zorluk çektiğimiz “Fecir” kelimesidir. Eğer Peygamberimiz orada “Kırmızı çizgi” demeseydi, Biz Fecir için “Işık fışkırması” der anlayamazdık.
………..Büyük Larousse Ansiklopedisin de “Tan” ı nasıl tarif etmişler okuyalım; “Güneş Battıktan yada doğmadan önce güneş ışığının yayımından kaynaklanan Atmosfer ışıltısına “Tan” denir. Gök biliminde Tan uzlaşırsal olarak birkaç çeşide ayrılır;
“Sivil Tan”: Güneşin ufkun altında azami 6 dereceye kadar indiği bir konuma denk düşer.
“Gök Bilimsel Tan”: Güneşin Ufkun altında azami 18 dereceye kadar indiği bir konuma kadar denk düşer ve kurumsal olarak çıplak gözle çok zayıf bir ışıklı yıldızları ayırt etmeyi sağlar. “ Bakın “Çıplak Göz, Çok zayıf ışıklı yıldızları görebilir” Ne demek bu? Her taraf simsiyah demektir. Bu anlatımı da Büyük Larousse Ansiklopedisine ben yazmadım. Bu evrensel bir bilgidir. Bunun falancası, Filancası olmaz. Bakın Ansiklopedi de “-18 derecede” diyor. Çünkü bu vakit zifiri karanlıktır. Bir de “Çıplak Gözle” diyor, Aletle de değil. Mesela; Önünüze güneş gelse karşınızdan gelen adamı tanıyamazsınız. Hatta yanınıza bile gelse tanıyamazsınız. Tanımak için elinizle güneş ışığını kesmeniz lazım. Işık kaynağı gözünüzü alır. Işık bazı şeyleri gösterse de bazı şeyleri de net göstermez. Kaynağı tam görebilmeniz için ışığı elinizle kapatacaksınız. İşte burada da çok zayıf ışıkları görmeyi sağlayan budur. Büyük Larousse’den okumaya devam edelim;
“Denizci Tanı”: Ufuk çizgisi henüz görünür durumdayken bir seksantla son yıldızları gözlemeyi sağlar.” İkinci kabinden demek her halde biraz daha ışığı yüksek olan yıldızları görmeyi sağlıyor. Ufuktan açı alıyorsunuz, Oradan yıldızları gözlemliyorsunuz. Çünkü ufuk çizgisini görebiliyorsunuz. Ama ayet ne diyor; “Tebeyyen” diyor, Yani ilk görüşten bahsetmiyor. “Tebeyyen” Net olarak ortaya çıkması, Kızılışın ortaya çıkması demektir. Dolayısıyla Peygamberimizin hadisleri ile bunu birleştirirseniz olay ne kadar netleşiyor göreceksiniz.
Larousse Ansiklopedisini okumaya devam edelim; “Güneşin ufkun altında azami 12 dereceye kadar indiği bir konuma denk düşer” Yani 12 dereceye indiği zaman ufuk çizgisi ilk defa gözükebiliyor. En erken 12 derece de gözüküyor. İşte bu okuduklarımın yazılı olduğu kitap “Büyük Larousse Ansiklopedisi” bu kitabı yazanlar Müslüman da olmaya bilir. Ama doğru ne ise yazmış. 12 derece Fecr-i Kazibin olduğu zamandır.
Yahya ŞENOL: “Türkiye Diyanet Vakfı” Ansiklopedisinde demiş ki; “İslam hukukçuları hadisteki ifadelerden hareketle Fecri; Fecr-i Kazib, Fecr-i Sadık veya Birinci Fecir, İkinci Fecir şeklinde ikiye ayırarak açıklamıştır.”
Abdülaziz BAYINDIR: Diyanet, iki tane Fecri göstermek zorundadır. Hiç “Birinci Fecir” diye bir kavram var mı? Diyanet yayınladığı bildiri de diyor ki; “Dört Mezhebin görüşü budur” diyor. Adamın biri soruyor; “Hava da asılıdır, Rengi Sarıdır, Durmadan öter bu nedir?” diye sormuş cevap olarak “Lambadır” diyorlar. “Hayır, Yanlış” diyor. “O zaman Kuş” diyor, Yine “Değil” diyor. “O zaman kuşu havaya asarız” diyor, “Olmaz” diyor. “Peki nedir” diye merak edip soruyorlar adam cevap veriyor “Hamsidir” diyor. “Hamsi Hava da asılır mı?” diyorlar, “Ben astım” diyor. “Rengi sarı değildir ki” deniyor “Boyadım” diyor. “Peki, Ötüyor diyorsun. Hamsi ötmez ki” diyorlar “O da bu bilmecenin yanıltıcı sorusudur” diyor. “Ötmesinden bahsetmeseydim hemen tanır cevabı verirdin” diyor. Diyanet’in İmsak açıklaması aynı bu fıkra gibidir. Diyor ki; “ -18 derece de ufuk gözükür” diyor. Aynı Hamsiyi boyamak gibi bir durumdur.
Yahya ŞENOL: Ama Hocam, Diyanetten ziyade bu işin bilimi ile uğraşan adamın; “Evet, Gördük” demesi çok ilginç bir durum.
Abdülaziz BAYINDIR: Bakın, Diyanet evvel ki sene de bu konuda bir bildiri yayınladı, Geçen sene de yayınladı. Diyanet bunu şuurunda olarak söylüyor. Bu yıl (2012) Bir Astronomu devreye soktu. Astronom hem profesör hem de Bilim adamı kimliğini taşıyor, Böyle bir şeyi söylemesi zaten olmaz. Eğer Astronomlar Odası gibi bir kuruluş varsa böyle Bilim adamlarını cezalandırmaları lazımdır. Böyle bir açıklama olamaz. Sen Okumaya devam et bakalım;
Yahya ŞENOL: “Fecr-i Kazib; Sabaha karşı doğuda tan yerinde ufuktan göğe doğru dikey olarak yükselen piramit şeklinde Samanyolu ışığına benzeyen akçıl ve donuk beyazlıktır” (Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi) demişler.
Abdülaziz BAYINDIR: Bakın şimdi, “Piramit şeklinde” demiş ama piramit değil de biraz daha yuvarlak bir görüntü. Piramitte demekte pek mahsur da yok aslında. Bildiğiniz gibi ışıkta dik çizgiler olmaz, Işık biraz yayılır, Kubbe gibi düşünün.
Yahya ŞENOL: “Fıkıh literatüründe buna “uzunlamasına beyazlık” “beyâz-ı müs-tatil” denildiği gibi Araplar arasında “Kurt kuyruğu” veya “yalancı sabah” olarak da anılır. Fecr-i kâzib gecenin bir bölümü kabul edildiği için ayrıca dinî bir hükme konu teşkil etmez. Bu geçici beyazlıktan sonra yine kısa bir süre karanlık basar.” (Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi) Demişler.
Abdülaziz BAYINDIR: Yok işte orası hatalı, “Karanlık basar” diyor öyle bir şey yok, Karanlık basmaz. Beni yıllarca “Karanlık basar” ifadesi yanılttı. Allah’ a şükür bu sene onu tam olarak öğrenmiş olduk.
Yahya ŞENOL: “Ardından da ufukta yatay olarak boydan boya uzanan, giderek genişleyip yayılan fecr-i sâdık aydınlığı başlar. Fıkıh literatüründe bu ikinci fecre “enlemesine beyazlık” (beyâz-ı müsta’razî) denilmesi, fecr-i sâdık beyazlığının doğu ufkunda tan yeri boyunca yayılarak genişlemesi sebebiyledir. Sabah namazının vaktinin girmesi, sahurun sona erip orucun başlaması gibi dinî hükümlerde esas alınan bu ikinci fecirdir. Nitekim Hz. Peygamber, “İki çeşit fecir vardır. Kurt kuyruğu gibi olan fecir herhangi bir şeyi ne helâl ne de haram kılar. Ufukta genişliğine yayılan fecre gelince işte sabah namazı o vakitte kılınır, sahur yemeği de o vakitte haram olur” derken iki fecir arasındaki bu farka dikkat çekmiştir. Bununla birlikte fecr-i sâ-dıkın, ufukta beyazlığın enlemesine yayıldığı vakit mi, yoksa bu beyazlıktan sonra ufukta kızıllığın yayılması vakti mi olduğu, gerek hadislerde gerekse sahabe ve tabiîn söz ve uygulamasında yer alan farklı ölçü ve ifadeler sebebiyle İslâm hukukçuları arasında tartışılmıştır.
Bazı fakihlere göre fecr-i sâdık ufukta aydınlığın oluşmaya başladığı vakitte, bir kısmına göre ise beyazlıktan sonra kızıllığın ufukta iyice ortaya çıkmasıyla başlar. Fakihlerin çoğunluğu bu konuda orta bir yol takip etmiş, fecr-i sâdıkın ufukta beyazlığın iyice yayılmasıyla başlayacağı görüşünü benimsemiştir. Cumhur, ilgili âyette geçen siyah-beyaz ayırımını gecenin siyahlığı ve gündüzün beyazlığı, fecri de ufukta yayılan beyazlık olarak açıklayan hadisleri ve ümmetin bu yöndeki uygulamasını esas almış, bazı hadislerde geçen “kızıllığın ortaya çıkışı” ifadesinin veya bazı sahabe ve tabiînin sahuru bu vakte kadar geciktirdiğine dair rivayetlerin beyazlığın ufukta iyice yayılması ölçüsünü tekit edici bir anlam taşıdığı yorumunu yapmıştır.” (Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi) Demişler
Abdülaziz BAYINDIR: Biliyorsunuz, Bizde çok ciddi bir bilgi kirliliği söz konusudur. Bizim bu yaptığımız çalışmada dikkat ediyorsanız; Kur’an ve Sünnet arasında yüzde yüz bütünlük var. Kur’an-ı Kerim de geçen “Fecir” kelimesi Siyah ışık, Beyaz ışık ve Hadisler açısından her hangi bir uyumsuzluk yok. Bir hadis diğerini nakzetmiyor. “Ama o “Kurt Kuyruğu” sadece “Darül Kutbe” de geçiyor o çok zayıf bir rivayettir. Arapların bunu söylediğine dair sağlam bir kaynak bulamadım. Bulsaydım dökümlerim içine alacaktım.
Bizim Sabah namazı veya İmsak vakti dediğimiz vakitlere ne “Sivil Tan” uygun gelir, Ne “Denizci Tanı” uygun gelir, Ne de “Astronomik Tan” uygun gelir. Çünkü biz yıldız gözlemiyoruz, Az önce okuduk; “-18 derece de en zayıf ışıklı yıldızlarda çıplak gözle görülebilir” diyor. Yani Gökyüzü tamamen karanlık demektir. Niye yıldızlar gözüküyor? En zayıf ışıklı yıldızların görünmesi ne demektir? Gözlemci ile o ışığın arasına güneş ışığı girmemiş demektir. Peki o zayıf yıldız nerede bulunuyor? Kaç km uzakta? Milyonlarca kilometre uzaklıktadır. Biz o yıldızın olduğu yerde yaşasak Gök Bilimcilerin takvimini kullanabiliriz. Ama orada yaşamıyoruz, “Dünya” da yaşıyoruz. “Denizci Tanı” olarak tanımlanan Tan da az önce yukarı da Büyük Larousse Ansiklopedisin de yazmıştık dedi ki; “Ufuk çizgisi ilk önce belli olduğu zaman -12 derecedir.” Diyanet Vakfının kendi ansiklopedisinde de; “Beyazlığın iyice yayılması zamanı” dedi. Peki, İlk başlama zamanı -12 derece ise -ki bu da evrensel bir bilgidir, Niye? Çünkü Sekstant dedikleri alet ile Ufuk çizgisinden ölçüyü alacak, Zayıf ışıklı olmayan biraz daha güçlü ışıklı olan yıldızlarla hesap yaparak Denizci yönünü belirleyecek. Çünkü Denizin her tarafı su, Ne tarafa gideceğini bu şekilde belirleyecek. İşte buna “Denizci Tanı” deniliyor. Denizciler de bir de “Rasat Tanı” vardır. O ilk andır. Ama ufkun netleştiği an ise -10 derecedir. Buna da denizciler “Rasat Tanı” derler. Çünkü onunla “Ufuk çizgisi şuradır” diye çok net emin olurlar. Ama henüz -10 derece de tebeyyün yoktur. O da hâlâ “Fecr-i Kazib” tir. İşte Ayette belirtildiği gibi “Falikul ısbah” (En’am Suresi 96.Ayet) onu bölen bir çizgi olması gerekiyor. İşte o bölen “Kızıllık” oluyor, Ona da “Fecir” deniliyor. Çünkü “Falikul ısbah”, “Sabah’ı Bölendir Allah” ( En’am Suresi 96.Ayet) diyor. Ve Hadislerin hepsi de aynı nokta da birleşiyor. Az önce yukarı da da belirttiğim gibi Peygamberimiz (s.a.v) Kur’an da açıkça belirtilen konulardan bahsetmez. Açık olan bir şeyi zaten uygulayacaksınız. Siyahı, Beyazı anlatmaya gerek yok ama oradaki “Fecir” kelimesini anlamak sıkıntı olur, Ona da Peygamberimiz (s.a.v) ; “Fecir Kırmızılıktır” diyor. Peygamberimizin öyle demesinin yanında Arap dilinde de “Fecir” demek “Kırmızılık” demektir.
Seher vakti başlangıcında çok zayıf ışıklı yıldızlar kaybolmaya başlar. Az bir zaman sonra görünen yıldızlar da azalıyor-azalıyor en sonun da ufukta bir aydınlık ortaya çıkıyor. İşte bu “Seher” vaktidir. Seher Vaktinin derecesi -17 derecedir.
Öyle enteresan ki, Şimdi teknik izahını yapmayacağım ama arzu edenler bu konuda ki yazılarımızı okurlar. Çünkü teknik izahı ciddi bir matematik bilgisi gerektiriyor. Enteresan durum şu; -18 dereceyi Kur’an-ı Kerimden net olarak çıkarabiliyorsunuz. Çok enteresan bir durum, Rakamını direk çıkaramazsın, “-18” diye bir rakam yok elbette ama konulan kriterlerle o ölçüleri net olarak bulabilirsiniz.
Doç. Dr Fatih ORUM: “Türkçe Bilgisi” diye bir internet sitesinde; “Sabahları güneş doğmadan, Güneş ufka 19 derece yaklaşınca beyazlık doğar. 18 derece beyazlık ufuk boyunca yayılır. 17 derece de ise kırmızılık görünür. Tan olayı esnasında güneşin ufuk altına 18 derece yaklaştığı an “Astronomik Tan”, 12 derece yaklaştığı an “Notik Tan” , 10 derece’ye yaklaştığı an “Rasat Tanı” oluyor” demişler.
Abdülaziz BAYINDIR: Yok, Yanlış bilgi bu okudukların. Bu bir çarpıtmaca oluyor. Bu bilgileri yanlış vermişler. Öyle bir şey olması mümkün değil. Kırmızılık 17 derece de ortaya çıkıyorsa, 12 derece de Notik Tan asla olmaz. Rasat Tan’ı demek; Ufuk çizgisinin net olarak gözüktüğü vakittir. Orada Kırmızılık ne arasın?
Peygamberimiz (s.a.v) diyor ki; “Kızıllık enlemesine ortaya çıkıncaya kadar yiyin, İçin” (Tirmizi) buyuruyor. “Cebrail bana Sabah namazını, kızıllığın parladığı, Oruç tutan için yeme, İçmenin yasak olduğu vakitte kıldırdı” Diyor. Yani “Fecir” kelimesi de Arapçada “Kızıllık” manasına geliyor.
Yahya ŞENOL: Bunu beyazlığın iyice yayılmasını tekid eden bir ifade olarak anlıyorlarmış.
Abdülaziz BAYINDIR: O kırmızılığın üzerinde çıkar beyazlık.
Dikkat ederseniz Diyanet Ansiklopedisinde hiç Seherden bahsetmiyor. Seher Vakti konusunda şu ana kadar bir çalışma hatırlamıyorum. Bu dersimizde Hadislerden ve Ayetlerden yola çıkarak bir çalışma yapmış olduk. “Seher vakti, Yatsı namaz vaktinin simetriyidir” diye Fıkıh kitaplarında var.
Diyanet İşleri Başkanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirlerin yayınladığı bildiride; “Halkımız, Başkanlığımızın büyük bir hassasiyetle üzerinde durduğu namaz vakitleri konusunda hiçbir terettüt yaşamadan ibadetlerini gönül huzuru içinde yapmaya devam edebilirler” diyor. Ve burada tek dayanakları da Prof. Dr. Sacit ÖZDEMİR başkanlığında bir gözlem heyetidir.
Şimdi burada adama sorarlar; Bu Seher vaktini belirlemek bu kadar zor mu? Allah’ u Teala bilmiyor muydu ki “Size göre” diyor, “Oruç tutan kişiye göre” diyor. “O beyazlık, Siyahlıktan kesin olarak ayırt edilinceye kadar” diyor.
Geçenler de Sacit Bey A Haber Kanalında bir programa telefonla katılmış, Demiş ki; “Şehir yerlerinde ışık kirliliği var. Biz Bala ormanlarına ışık kirliliğinin olmadığı yerlere gittik” diyor. Ben şimdi oruca başlamak için ışık kirliliğinin olmadığı bir ormana gideceğim, Bakacağım Tan yeri ağardı mı, Ağarmadı mı? Öylemi yani? Öyle şey olur mu? Onun için biz geçen sene ışığın yoğun olduğu Süleymaniye de hemen yakınımız da bir tepe de Tan ile ilgili gözlemler yaptık. Çektiğimiz fotoğraflarda var. Oruç tutanlar dağlara mı çekilecek? Özellikle Süleymaniye de, Şehir içinde bulunan bir tepeden biz bu yüzden gözlemler yaptık. Çünkü insanlar da oldukları yerden gözlem yapacaklar. Bakın, Allah’ u Tealanın koyduğu o ölçü o kadar net ki sizin bulunduğunuz yerden Süleymaniye’ye gitmenize de gerek yok. Evinizden çıkar bakarsınız. O çizgiyi görmeseniz bile birazcık alışkanlık kazandığınız an binaların arkasında ki ışığı görürsünüz. O ışık o kadar yoğunlaşır ki siz en yüksek voltajlı ışıklarla İstanbul’un tamamını donatsanız o ışığın yanında çok sönük kalır.
Sacit bey diyor ki; “Biz 10 aydır bir proje başlattık” diyor. Nasıl 10 aydır proje başlatıyorsunuz? 1988 yılından bu yana yapılan çalışmaların içerisinde ben de varım. O çalışmalar ne idi? Siz maden kendinizden eminsiniz, Madem diyorsunuz ki; “Halkımız, Başkanlığımızın büyük bir hassasiyetle üzerinde durduğu namaz vakitleri konusunda hiçbir terettüt yaşamadan ibadetlerini gönül huzuru içinde yapmaya devam edebilirler” diyorsunuz da niye şimdi bir proje başlatıyorsunuz? Televizyonlarda ben söyledim; Gerçekten çok ağır bir sorumluluk altındadırlar. Şu anda yetkili makamlarda olanların ve onlara destek olanların ahretleri ile ilgili çok ciddi problemler var. Bizden uyarması. Allah’ u Tealanın bu açık Ayeti “Size Göre” ( Bakara Suresi 187.Ayet) ayeti “Beyaz iplik, Siyah İplikten kızıllığın olduğu taraftan kesin olarak ayrılıncaya kadar yiyin için” (Bakara Suresi 187.Ayet) diyor. Ayet bu kadar açıkken insanları oruca başlattıkları saatte hiçbir yerde her hangi bir ışık yok. Zaten olması da mümkün değil, Çünkü az önce de Büyük Larousse Ansiklopedisinden okumuştuk; -18 derece de en zayıf yıldızlarda gözükür. Bunun anlamı; Gökyüzünün derinliklerinde bile artık Güneş ışığı yok. Bırakın ufku, Gökyüzünün derinliklerinde de yok. Aslında -18 derece değil, -18 ihtiyatlı bir rakamdır, Ondan daha önce bu başlar. Peki -17 de Seher vakti başlar meselesi; Seher vakti o başladığı zaman o zayıf yıldızlar gözükmemeye başlar. “Yukarıdan aşağı”denmesinin sebebi O dur. Daha sonra yavaş-yavaş ışık yoğunlaştıkça ufukta Peygamber (s.a.v) dediği gibi Enine yukarıya doğru kubbeleşen bir ışık oluşuyor. “ Falikul ısbah”(En’am Suresi 96.Ayet) Ayetinde olduğu gibi Sabahın ışıklarını Cenab-ı Hakk yarıyor. “Yarma” demek “Fecir kelimesi demektir. Yarmayı yapanda “Kızıl ışık” oluyor. Çünkü Beyazlık zaten var. Bu beyazlık karışık olarak var, “Yukarıya doğru çıkan beyazlık” İfadesini Peygamberimizin kullanması da bundan dolayıdır. Ama o beyazlıkla netleşiyor, O kırmızılığın üzerinde ikinci bir net beyazlık oluşuyor. Ondan dolayı Allah’ u Teala “yetebeyyene lekümül” “Size göre kesinleşinceye kadar” (Bakara Suresi 187.Ayet) diyor. O zaman oruç tutanın kendisine göre olmalıdır. Ve burada da vatandaşlarımız sorumluluktan kurtulamazlar. “Biz Diyanete uyuyoruz” diyemezler. Buna hakları yok. Çünkü Allah her insana bu emri veriyor. “Size Göre o ışık netleşinceye kadar yiyin, İçin” diyor. Sorumluluğu Diyanete atarak asla kurtulamazlar. Çıkıp Tan’a baksınlar, Bunu yapabilirler.
Bu olayı On dokuzuncu asrın sonlarında Gazi Ahmet Muhtar Paşa başlatmış. 1880 -1885 gibi oluyor. O zamanlarda başlatıyor. O zamanlar Halifelik olduğu için tüm İslam Coğrafyası bundan etkileniyor. Başlangıçta karşı çıkışlar ve benzeri durumlar oluyor. “Zifiri karanlıkta nasıl oruç tutulur? Nasıl namaz kılınır?” diye epeyce itirazlar var. Mesela Fatin Hoca “Fatin Gökmen” vardır, İstanbul Rasathanesini kuran kişidir. Fatin Hoca diyor ki; “İstanbul’un ufku rasat’a elverişli olmadığı için, Buharlı olduğu için Rasat yapmadık” diyor. Tabi insanlar çok itirazlarda bulunmuş ama “Rasat yapmadık” demişler. Nasıl Yapmadık dersin Kardeşim! Allah “Size göre” diyorsa buharlın olduğu yerlerde insanlar yaşamayacak mı? Ufuk ister buharlı, İster başka türlü olsun fark etmez. Bakın işte burada Allah’ u Tealanın koyduğu kriterler öyle güzel ki; Ufuk bulutla katlanmış olsa bile aralarda bir şey varsa görürsünüz. Çünkü ufuk boyunca yayılıyor. Yağmur buutları ile kaplıysa o zaman da tahmin edeceksiniz. Bir önceki güne kıyas yaparsınız, Ona göre hareket edersiniz. Başka çareniz yok. Adam ne diyor; “Rasat yapmadık”, Kardeşim; Bu devlet sana Rasathane yapma imkanı vermiş, Orada bir rasat yap ta gördüklerini bir anlat hele. Ondan sonra da diğer taraflara gidip yap. İşte o yüzden Osmanlının hilafet merkezi olması sebebi ile o zaman tüm Osmanlı Coğrafyası ve etkili olduğu sahalarda bu Takvim uygulanmış ve şu anda da her yerde bu Takvim uygulanıyor. Bu Takvimde -18 derece ile kalmamış, Ahmet Paşa buna “Bir de ihtiyat koyalım” demiş. 3,5 derece de ihtiyat koymuş 21,5 derece olmuş. Şu anda “Türkiye Gazetesi Takvimi” onu uyguluyor. Bunu Yatsıda da uyguluyorlar. Yatsı Vakti gecenin ortasında, Uyku yönünden haşatız.
Yahya ŞENOL: Diyanet “Çok büyük baskı altındayız” diyor.
Abdülaziz BAYINDIR: Diyanet tabi ki öyle diyecek, Bize karşı kendilerini savunmak için öyle diyecekler. 1988 de Diyaneti çok büyük bir baskı altına almaya çalıştıklarında bizi Ankara’ya çağırdılar. Ondan sonra Rasat kararı aldık. Gözlemlere Türkiye Gazetesinden de Suphi BİRPINAR Takvim Komisyon Başkanı olarak katıldı. Bizim bütün gözlemlerimizde onunda imzası vardır. Yanlışlıklarını da belgeledik, Onlarda hiçbir kıpırdama olmadı.
Yahya ŞENOL: Siz bunu defalarca söylediniz ama bize hâlâ gelen sorular şu mahiyette; Abdülaziz Hocam söylüyorsun, İyi güzel de niye bunu şimdi çıkıp televizyonlarda söylüyorsunuz? Gidin bunu Diyanet ile çözün, Uzmanları ile çözün daha sonra çözümünü ilan edin. Siz sadece sorunu söylüyorsunuz.” Diyorlar.
Abdülaziz BAYINDIR: Bak şimdi bu, Bu işten rahatsız olanların sığınakları. Başka bir şey değil. Ben burada asla iyi niyet aramıyorum. Eğer doğruları söylemek fitne çıkarmaksa dünyanın en büyük fitnecileri peygamberlerdir. Ve bu ayetlerle sabittir, Allah’ u Teala ne diyor; “Kendilerine kitap verilenler onlara bu beyine gelinceye kadar aralarında parçalanmamışlardı” Beyyine Suresi 4.Ayet) Elimizde kitap var. Bu gün “Ben Müslüman’ım” diyen, İslam’ın Diyanet İşleri başkanlığını yaptığını söyleyen bir kuruluşa “Gel Allah’ın Kitabına uy” diyoruz. O da diyor ki; “Ben Astronoma uyarım” diyor. Esas sorgulanması gereken budur. Ey Diyanet bu insanlar gökyüzünde yaşıyorsa, Bize ışığı en zayıf ulaşan yıldızlarda insanlar yaşıyorsa Astronoma uy. Ama bu insanlar orada değil, Bu insanlar bu Dünya da yaşıyorlar. Bu insanlar yıldız gözlemek için dışarı çıkmıyor. Allah’ u Tealanın ayette verdiği hükmü yerine getirmek için çıkıyordu.
Yahya ŞENOL: Eleştirilen nokta; Yanlış, Ayete göre falan denmediği değil, Niye bunu bu gün söylüyorsunuz? Niye milletin kafasını karıştırıyorsunuz? Şeklinde bize gelen sorular.
Abdülaziz BAYINDIR: Ya hu Kardeşim ben bunu 1978 den beri dile getiriyorum. Sürekli söylüyorum. Baktık ki Diyanetin bunu dinlemek istediği yok. Birçok raporlarımız var, Uygulanır diye bekledik. Baktık ki dinlemeye niyeti yok. Biz de üç yıl önce ortaya çıktık, İyi ki çıktık. Ama şunu çok iyi bilsinler Cenab-ı Hakk fırsat verdiği sürece bu işin asla peşini bırakmayacağız. Ve buradan şunu söylüyorum; Bu işi ya yapacaklar, Ya da yapacaklar. Geçen seneki sahur yemeğine Prof. Dr. Mustafa ÇAĞRICI ’yı çağırdık, O zaman İstanbul Müftüsü idi, Gelmedi. Müftülüğün hemen yanı başında, Gelmediysen bir Adamını gönder, Göndermedi.
Geçen sene yani 2011 yılının Ocak Ayında Kutup bölgesine gözlem yapmak için gideceğiz, Afyon da bir toplantı oldu. Ekrem KELEŞ bey’e dedim ki; “Bak biz gideceğiz, Sizde birini gönderin” dedim. “Peki” dedi. O zaman Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet GÖRMEZ Bey de oradaydı. Ekrem Bey’e söyleyince Mehmet Bey’e söylemek ayıp olur diye söylemedim. Göndereceklerdi, Baktık bir ses çıkmıyor, Bir yazı yazdık Kutup bölgesine diyoruz diye bir yazı yazalım ki ona dayanarak değerlendirme yapsınlar dedik. “Kutup bölgesine gidiyoruz, Birlikte gözlem yapalım” şeklinde yazı yazdık. Cevap olarak; “Daha önceden kararlaştırılmış işlerimiz sebebi ile şu anda müsait değiliz” şeklinde bir cevap geldi. Halbuki biz daha önceden de söylemiştik kendilerine bu yolculuğu. Resmi Makamların Klasik bir özü dileme şeklidir. Daha sonra Sayın Başkan Mehmet GÖRMEZ Beyle görüştük. Dedim ki; “Niye göndermediniz?” “Vallahi benim haberim yoktu. Haberim olsaydı bırak bir kişiyi bir ekip gönderirdim” dedi. “Tamam, o zaman Haziranda yine gideceğiz Haziran da gönderin” dedim. Haziranda da göndermediler. Hatta “Hiç olmazsa Norveç’te veya Avrupa’nın her hangi bir yerinde görevli olan bir kişiyi görevlendirin” dedim ama onları da görevlendirmediler. Biz daha ne yapabiliriz?
Bir Müzakereci: Neden böyle davranıyorlar?
Abdülaziz BAYINDIR: Neden öyle davrandıklarını onlara soracaksınız, Bana değil.
Yahya ŞENOL: Biri yazmıştı, Uzun-uzun bir mesaj yazmış. Hatta bir Şiir de yazmış size. Diyor ki; “Ben 70 dakika değil de 170 dakika daha fazla oruçta tutarım. Üç aylara da inanırım, Kandil gecelerine de inanırım, Teravihi 20 değil 50 rekat ta kılarım. Size ne bundan? Niye çıkıp Televizyonlarda ‘Bunlar-bunlar olmaz’ diyorsunuz? Bırakın Millet ne yapacaksa yapsın” diyor.
Abdülaziz BAYINDIR: İstediği kadar Teravih namazı kılsında “Sünnet-i müekkede” demesin. İstediği kadar Teravih kılsın ama “Teravih kılanın geçmiş günahları af edilir” demesin. İbn Ebi Şeybe’ den diye birisi bir Hadis yazmış; “Yirmi rekat Teravih namazı kılanın Yirmi bin günahı af olur” demiş. Adam bir düşünecek; “Benim bütün günahlarımı toplasan yirmi bin tane etmez. O zaman bir Teravih ile bu işi kurtardık” diyecek. Peygamberimiz boşuna gelmedi, Allah’ u Teala Kur’an-ı Kerim’i boşuna göndermedi. Dolayısıyla bu din kendi keyfimizle şekillendireceğimiz bir din değildir.
Bu gün Diyanet İşleri Başkanlığı tutuyor; Hersinki bölgesi için 2009 Ramazan ayında 45 derece enlemin Kuzeyi için İki saat yirmi dört dakika imsaki uzatıyor. Bunda hiçbir gerekçesi yok. Geçen hafta bunu anlattık. Peki sen bunu yapıyorsun da “Gel oraya gidip gözlem yapalım” dediğim zaman niye gelmiyorsun? Şimdi Bakara Suresi 213.Ayeti tekrar okuyalım; “İnsanlar bir tek ümmettir. Allah Nebileri Müjdeci ve uyarıcılar olarak gönderdi. Bütün gerçekleri içerir şekilde onlar ile kitap indirdi. Bu kitap ihtilaf ettikleri konularda insanlar arasında hükmetsin diye” Bizde insanları bu kitaba çağırıyoruz. “Bu kitaba gelin” diyoruz. “Bu kitap konusunda ihtilafa düşmedi, Kendilerine kitap verilenlerden başkası” İşte şu anda yaşadığımızdır. O kadar üzücü bir şey ki Türkiye sanki topyekun bizim karşımızda yer alıyor. Kendileri “Dini yayın” diye dini tanımlayan, Müslüman basın diye tanımlayan gurupların tamamı bize kapılarını kapattı. Sadece bir tane Televizyon bir Haber programına çağırdı, Orada da bizi izleyenler fark etmişlerdir, Sunucunun ne kadar rahatsız olduğunu anlamışlardır. Bir başka kanalda saat on bir gibi bir programa çağırdı. Ama bir süre sonra “İptal edildi” diye bir telefon geldi. Ben zaten bunu bekliyordum. Zaten beni nasıl çağırdığına da hayret etmiştim. Yine peşinden aynı Televizyon kanalı tutuyor; Mustafa ÇAĞRICI’yı çağırıyor. Mustafa ÇAĞRICI orada diyor ki; “Abdülaziz Benim eski arkadaşımdır. Zaten o her Ramazan da muhakkak bir yerlerden bir şey çıkarır. Her sene bir damarı tutar” diyor. Mustafa ÇAĞRICI ne kadar ciddi bir ilim adamı görüyoruz.
Az önceki Ayette ne diyor Allah’ u Teala; “Kitabı gönderdik, Aralarında ki ihtilaflar da kitap hükmetsin”( Bakara Suresi 213.Ayet) diyor. Biz de kitaba çağırıyoruz. “Kitap konusunda ihtilafa düşen sadece kendilerine kitap verilenler oldu, Kendilerine o açık belgeler geldikten sonra” ( Bakara Suresi 213.Ayet) Neden? “Aralarında ki Bağidan dolayı” (Bakara Suresi 213.Ayet) Yani “Sen kim oluyorsun?” gibi tavırlar. Sebep O dur. “Biz koskoca Diyanetiz, Koskoca kurumuz. Abdülaziz Kim oluyor? Onun Vakfı kim oluyor?” aynı böyle demek gibi. Ama Abdülaziz kendisine çağırırsa bunu söylemeye sonuna kadar hakları var. Süleymaniye vakfı derse ki “Gelin, Bizim kriterlerimize uyun” derse az önce ki gibi söyleyebilirsin, Haklısındır. Ama Abdülaziz, Allah’ın ayetine çağırıyorsa o zaman “Abdülaziz BAYINDIR” diyemez. Bu ne demektir? Bu tıpkı; Şeytan Allah2ın emrini tutmamak için “ene hayrum minhh” ( Araf Suresi 12.Ayet) dedi. Orada da “Baği” söz konusudur. “Ben ondan daha hayırlıyım” (Araf Suresi 12.Ayet) dedi. Sanki Allah’ u Teala dedi ki; “Sen mi daha iyisin, O mu?”, Sana emretti, Secde et. Sana mı kalmış Ben daha hayırlıyım diyorsun? İşte Allah gerekçesini söylüyor; Üstünlük. “Ben Diyanetim sen kimsin” meselesidir bu. Bunlardan dolayı ne yapıyorlar? Televizyonlara telefon ediyorlar “Abdülaziz gelmesin” diyorlar. Abdülaziz gitmiyor ama Abdülaziz’in aleyhine çıkıp o programda konuşuyorlar. Ve çok rahat bir şekilde konuşuyorlar. Çünkü çok iyi biliyorlar ki, Çok-çok iyi biliyorlar ki bizim yanımızda ağızlarını açamayacaklar. Haber Türk kanalı aracılığı ile bunlara meydan okudum. Şimdi İnternet sohbetlerimizden de meydan okuyorum. Çünkü bu dersler de “Canlı Yayın” olarak sunulmaktadır. Hodri Meydan! Türkiye de bu işin pek uzmanı olmadığını biliyorum. Sacit ÖZDEMİR var o mutlaka gelsin. Diyanet İşleri Başkanlığının “Vakit Hesaplama Şubesi” diye bir birimi var, Onlar gelsin ya da Diyanetin teşkilatı çok büyük, Başkanlıkta, Din İşleri Yüksek Kurulunda veya her hangi bir yerinde, Türkiye’nin neresinde bir uzman tanıyorlarsa çağırsınlar. Türkiye de değil Dünyanın neresinde bir uzman tanıyorlarsa çağırsınlar. Hodri Meydan! Bu meseleyi konuşalım.
İkinci bir çağırıda daha bulunuyorum. Bu çağrımı da Haber Türk ekranlarından da yapmıştım; Her hangi bir yerde birlikte bir sahur yemeği yiyelim. Basını da çağıralım. Bakalım ki onların -18 dedikleri vakitler de, Her hangi bir yerde en küçük ışığın emaresi var mı? Zaten bu mümkün değil az önce her iki farklı ansiklopedilerden okuduk. Ve Kur’an-ı Kerimin anlattığı ışık bizim ilan ettiğimiz saatte çok net ortaya çıkıyor mu, Çıkmıyor mu görelim. Biz o “Tebeyyüne” esas aldık. Öyle ışıkların ortaya ışıkların değil. Çünkü Allah’ u Teala böyle söylüyor. Ondan sonra bütün halkın huzurunda ortaya çıksın. Bu konu için uzmana da gerek yok, Bu konu herkesin uzmanlaşabileceği bir konu. Allah “Size göre” (Bakara Suresi 187.Ayet) diyor. Onun için falan yerden, Filan yerden uzman getirmeye de gerek yok. Böyle bir Sahur yemeğine varsalar buyursunlar. Öyle sağda solda konuşmanın bir anlamı yok.
O Yüzden Diyanet İşleri Başkanlığının baştan beri okuduğumuz Bildirisi yüzde yüz suç itirafıdır. Başka hiçbir anlam taşımaz. Bir de çıkıp diyorlar ki; “Efendim, Biz dört Mezhebe de uyuyoruz.”
Ya hu kardeşim ne dört mezhebi Allah’ını seversen, Siz hiçbir şeye uymuyorsunuz. Yayınlamış olduğunuz Diyanet İslam Ansiklopedisi var, Madem ona uyun!
Bir vatandaşımız bir soru sormuş; “İmsakiyenize göre iftar vakti girdiği gibi akşam namazı kılabilir miyim? Ezan okumam ve Kamet getirmem gerekir mi? ” diye sormuş.
Evet Tabi ki namazı kılabilirsiniz. O an Ezan okunmadığı için Ezan ve Kamet okumanız Sünnettir.
Rıza DEMİRCAN Hocamız çok büyük iş gördü ondan Allah Razı Olsun. Sadece Ali Rıza Hoca değil, Hayri KIRBAÇOĞLU da Sayın Ekrem Bey de çok büyük iş gördüler. Ama bu işin asıl öncüsü Ali Rıza Hoca oldu. Buradan ona çok teşekkür ediyorum, Allah Razı Olsun.
Yahya ŞENOL: Hocam, Diyanet İşleri Başkanlığının İlmihalinden şu bölümü okumak istiyorum. Türkiye Diyanet Vakfının çıkardığı “İman ve İbadetler” Cilt İlmihal 1. Yazarları Hüseyin AYGÜL, Yunus APAYDIN, Ali BARDAKOĞLU, İbrahim KAFİDÖNMEZ, Mehmet ERKAL, Ömer Faruk HARMAN, Ahmet Saim KILAVUZ, Süleyman ULDAĞ ve İrfan YÜCEL.
Bu İlmihalin Oruç bölümün de “Orucun Mahiyeti ve Önemi” başlığını okuyacağım; “İmsakin, ikinci fecirle başlayacağı konusunda fakihler arasında görüş birliği olmakla birlikte, kimi fakihler bu hususta, daha ihtiyatlı olduğu gerekçesiyle fecr-i sâdıkın ilk doğuş anına, kimileri ise oruç tutanlar lehine olduğu gerekçesiyle ışığın biraz uzayıp dağılmaya başladığı zamana itibar edilmesini önermişlerdir.” Ayette orucun başlangıç ve bitiş vakti, mecazi bir anlatımlaşöyle belirtilir: “…Fecrin beyaz ipliği (aydınlığı) siyah ipliğinden (siyahlığından) ayırt edilecek hale gelinceye kadar yiyip içiniz; sonra, akşama kadar orucu tamamlayın…”(Bakara 2/187)” demişler.
Abdülaziz BAYINDIR: O Ayette “Sizce” ifadesi yok mu? Orada da hata yapılmış. “hatta yetebeyyene lekümül” var “Sizce”
Yahya ŞENOL: “İmsak Vakti Tan yerinin ağarması Fecr-i Sadık olur. Bu vakit aynı zaman da Sahurun sona erip orucun başlama saatidir” diyor.
ALİ RIZA DEMİRCAN: Haber Türk kanalında ki yayın sırasında aramızda geçen bir konuşmayı Tarihe bir not olarak düşmek istiyorum. Orada Prof. Dr Saim YEPREM bey; “Süleymaniye Vakfının çalışması doğrudur. Yüzde yüz Katılıyorum” dedi. Bende ona dedim ki; Hocam, Siz Diyanet İşleri Başkanlığında uzun süre çalıştınız. Beş yıl Takvim komisyonunu yönettiniz. Neden Süleymaniye Vakfının yaptığı doğru ise Diyanet bunu neden kabul etmiyor? Dedim. Takvim işinde Saim Bey gerçekten çok az bulunan uzmanlardandır. Sayın YEPREM bey dedi ki; “Ali Rıza Hoca Sen, Hayri KIRBAÇOĞLU siz, Diyanet İşleri Başkanı da olsanız, Hiçbir şey değişmez. Çünkü Başkanlık üzerinde cemaatlerin çok büyük etkisi var. Gerçek biliniyor ama uygulamaya yansıtılmıyor” şeklinde ifade etti. Benim şu an söylediğim sözlerin tanığı da Hayri KIRBAÇOĞLU’ dur.
Abdülaziz BAYINDIR: Evet, Şimdi işin sonuna gelmiş olduk. Gerçekten Diyanet İşleri Başkanlığının bu açıklamasını kabul etmek mümkün değil.
Yahya ŞENOL: Kabul etmek mümkün Hocam, Ben Mustafa ÇAĞRICI’ dan hissettim. Kendisi de aynı şeyi söyledi; “Diyanetin kuruluş amacı Halkın şeylerini yönetmektir” dedi. Yani Halktan bir şeyler gelecek ve biz de onu organize edeceğiz demek oluyor. Bunun dışına çıktıkları zaman her halde görevden el çektirirler.
Abdülaziz BAYINDIR: Yok, Yok. Öyle bir şey yok. Diyanetin kuruluş amacında kanunu okursanız; “Halkı dini konular da aydınlatmaktır” yazar. Vazifesi budur. Ama iş tersine dönmüş ise buna bir şey diyemeyiz. O zaman burada şu var; Bu sadece Diyanet ile sınırlana bilenecek bir sorumluluk değildir. Diyanetin arkasında onları destekleyenlere de söylüyorum; Bu çok ağır bir sorumluluktur. Bir saat on dakika kadar insanların sabahleyin, Bir saatte yatsıyı geriye itmiş olmaktan dolayı akşamleyin istirahatlarından çalınıyor. Özellikle bu yaz gecelerinde çok-çok büyük bir sorumluluktur. Bundan daha büyük sorumlulukta İsra Suresinin 78.Ayeti ile Bakara Suresinin 187.Ayeti işlevsiz hale getirilmiştir. Bu daha da büyük bir sorumluluktur. Bunun Ahiret sorumluluğu çok büyüktür. Şimdiden bizden uyarması, İster yaparlar ister yapmazlar.
Peki, Hepinize Çok Teşekkür Ediyorum. Sağ olun.
————————————————–konu sonu———————————————–