ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugün bütün islam alemini üzüntüye boğan bir olayın sabahındayız biliyorsunuz. Dün Kahire’de 120 kadar kardeşimizin şehit verildiği, 1000’in üzerinde de yaralı olduğu haberleri geliyor. Bunlar tabi son derece üzücü şeyler ama üzülmek ve yas tutmak bize göre değil. Bizim için esas olan yapacağımız şeydir. Yani nerde hata ettik, bundan sonra neler yapmamız gerekir o konu üzerinde durmaktır. Elbetteki oradaki kardeşlerimizin başarılı olmasını çok isteriz. Onlar için dua ediyoruz. Ben ilk günden itibaren yani o olayların olmaya başladığı günden itibaren çok rahatsız oldum. Hatta bir gece hiç uyku uyuyamadım. Çünkü oradaki kişiler ne yapıyor, orada gecelerini nasıl geçiriyorlar, ne yerler ne içerler, afedersiniz tuvalete nasıl giderler falan diye o üzüntüler insanı uykularını kaçırıyor. Güzel direndiler. Yani sahaları bırakmadılar yanlız nerde hata edildi oraya bakmak lazım. Başlangıçta islam aleminin kendisini aynaya koyup bir bakması lazım. Bugün islam alemi dediğimiz alem bana göre yeni yeni uyanma işaretleri olan ama uykuda olan bir alemdir. Sabahleyin kalkarken biraz genleşirsiniz, hafif hafif gözlerinizi açarsınız, gözlerinizi silmeye başlarsınız. O şekilde ben düşünüyorum islam alemi dediğimiz alemi. Uyuşukluk içerisindeyiz. Dikkat ediyorsanız Mısır’daki olaylarda Amerika’dan yardım bekleniyor, Avrupa’dan yardım bekleniyor. Avrupa ve Amerika neden destek vermiyor diye işte edendim burada ihtilal yapıldı, seçimle iktidara gelen bir cumhurbaşkanı darbeyle alaşa edildi, bu gayrımeşrudur falan. Bu kelimelerin tamamı bize ait olan kelimeler değil. Bizim islami edebiyatımızda, kuranda, kitaplards böyle bir terim geçmez. Seçimle iktidara gelmek, demokrasi gibi kavramlar bize ait olan kavramlar değil. İnsan hakları konusunda yeryüzünde hiç kimse bizimle yarışacak durumda değildir. Bugün de yarışamaz dün de yarışamazdı. Çünkü Allah yaratmış olduğu insana indirdiği kitabında gereken en iyi değeri vermiştir. Müslümanların kurana aykırı davranışları nedeniyle yaptıkları yanlışlar bir kenara. Bizim en temel yanlışımız, kendimizi müslüman sayıp müslüman olmayanların cümleleriyle düşünmek, onların düşünceleriyle hareket etmektir. Ve tavırlarımız da müslümanlara uygun tavırlar değil. Gösteri yürüyüşü yapmak, bir meydana toplanarak bir şeyi protesto etmek: bına dair islam tarihinde duydunuz mu? Mesela Resulullah zamanında. Belki bir tek Ömer ile ilgili olarak onun müslüman olduğu günle alalalı bir olay anlatılır. Ama ne derece sahihtir onu ben bilmiyorum şahsen. Mesela sahih olarak kaynaklards göreniniz varsa söylesin. Müslüman olduğunu ilan ettiği Darul Erkam’ın evine gidiyor. Orada müslüman olduğunu söylüyor. “Kaç kişi olduk?”, 40. “O zaman niye burada duruyoruz gidelim kabeyi tavaf edelim” diyor. Bir kabeyi tavaf var. Orada evet kabeyi tavaf ile bir gövde gösterisi var şüphesiz de ama o insanlara karşı çıkıp da “ bak biz de varız, bizim hakkımızı tanıyın” diye bir şey söylemiyor. Mesela benim çocukluğumdan beri bu tür şeylere hiç ilgi göstermemişimdir. Hiç böyle protesto gösterileri, protesto yürüyüşleri bir keresinde bir katılmıştım üniversitenin ilk yıllarında. O da öyle birden bire özel bir hava doğmuştu. Hep kendime şunu söyledim; “ben kimden ne bekliyorum”. Yani şimdi orada protesto eden müslümanlar kimden ne bekliyorlar? Askeri darbe yapan Sisi’den merhamet mi bekliyorlar? Yada islam alemini paramparça yapmak için elinden geleni yapan, her tarafta her türlü fitne ve fesadı yaymaya çalışan gayrımüslimlerden medet mi umuyorlar? Bir kere islam alemi kendine dönmek zorundadır. Siz kendinizi oklara hedef edin, ondan sonra da karşı taraf vurduğu zaman neden vurdu deyin. Edendim biz iştr hepimiz Mısır halkıyız! Ee güzel? Demokrasi var. O nereden? İslami bir terim mi bu? Karşı taraf seni düşman görüyor. Senin müslümanlığın adamı rahatsız ediyor. Bedir Savaşı niye yapıldı? Muhammed(sav) bir müddet önce onların içerisinde idi. Onlara yaşama hakkı tanımadılar. Medine’ye kaçarak canlarını kurtarmak zorunda kaldılar. Bedir’de kardeş kardeşi öldürdü. Baba oğula ok attı. Yada oğul babaya ok attı. Yani bu efendim iştr bize ait olmayan kavramlar, aynı anne babanın çocuklarıyız, aynı ırka mensubuz, ırkçılık, şu, bu.. Bunlar bize ait olan kavramlar değildir. İnsanları ayrıştıran inançlarıdır. Eskiden de öyleydi bugün de öyle. Doğuda da öyledir batıda da öyledir. Öyleyse bir kere müslüman olmak zorundayız. Türkiye’de de beni son derece rahatsız eden yanlış uygulamalar var. Türkiye’de uygulanan ekonomik politikayı asla ve kat’a beğenmiyorum. Hiç bir şekilde. Tesadüfen iyi gidiyor, o başka bir şey. Ya bu ne biçim şey. Hem siz batı ile mücadele ettiğinizi söyleyeceksiniz hem batının bilgilerini kullanacaksınız. Senin bütün açıklarını biliyor adam. Çok rahat bir şekilde seninle oynar. Bir kere kendimize ait kavramlarla hareket edelim. O zaman birden bire evrenselleşiriz. Yerelleşmeyiz. Niye? Çünkü kendimize ait olan kavramlar C.Hakka ait olan kavramlardır. C. Hakk bütün kainatın yaratıcısı olduğu için birden bire her insana bir merhamet eli uzatmış olırsunuz, hem kendinizi rahatlatırsınız hem dünyayı rahatlatırsınız. Bizim açımızdan bir insan kafir diye öldürülmez. Allah ne diyor Bakara 190.ayetinde; BAKARA, 190.. Ayet: “Ve katilu fı sebılillahillizıne yükatiluneküm: Allah yolunda siźinle savaşanlarla savaşın”. Adam seni öldürmeye gelmiş, “buyur beyefendi nerden vurmak istersin” diyecek halin yok tabi. Ondan sonra da ne diyor; “ve la ta’tedu: ama aşırıya gitmeyin” bak savaşta bile aşırılık yok. Bir kere karşı taraf sana savaş açmış. Nedir o? Suçlu. Suçlu olmuş yani. “Ve cezau seyyiatin seyyatun misluha: bir kötülüğün karşılığı onun dengi bir kötülüktür”. O seni öldürmeye geldiyse sen de onu öldüreceksin. Başka çaresi yok. Ondan sonra ama diyor aşırıya gitmeyin. Normal. Savaşta bile aşırılık yok. Sonra ne diyor Allah Nisa suresi 71.ayette: NİSA, 71.. Ayet: “Ya eyyühellezıne amenu huzu hızraküm: Müminler, koruma tedbirinizi alın”. Peki o meydandaki müslümanlar koruma tedbirlerini almışlar mıydı? Neye göre hareket ediyorsunuz? Batı kriterlerine göre mi islama göre mi? Yok efendiö işte seçimle iktidara gelmiş! Bu kavramlar bize ait olan kavramlar değil. Akıllı olun. Bi kere müslümanlar önce müslüman olmasını öğrensinler. Ondan sonra da diyorlar ki; “ efendim batı niye darbeyi kınamıyor”. Niye kınasın ki ya. Niye kınasın. Uluslar arası ilişkiler devamlı menfaate dayalı yapılır. Adam senin iyiliğini düşünmez ki kendisinin iyiliğini düşünür. Kendi menfaatine uygun olanı yapar. Sen de akılsızca onlardan bir şey beklersin. İşte bu sonuç ortaya çıkar. Eğer bu tür şeyler islam alemini uyarırsa güzel. Bak diyor tedbirinizi alın. Peki ondan sonra ne yapıyorsunuz? “fenfiru sübatin” yani küçük guruplar halinde yola çıkın diyor. Yani sefere çıkın. Küçük askeri birlikler. Küçük birlikler halinde. “evinfiru cemıa:yada topyekün” ama tedbirinizi alacaksınız. Bizim karşımıza islam alimi olarak çıkanlar malesef yıllardır söyleyip duruyoruz kurandan sünnetten habersiz olan insanlar. Ezberci kişiler. Ezberle herhangi bir şey olmaz ki. Ezberlemediği yerden çıkarsa hatta ezbere okurken okuduğunun ne olduğunu da bilmez. İçeriğinden habersizdir. Ama inşallah elbetteki öldürülen o kişiler şehit olmuşlardır. Çünkü niyetleri samimidir. C.Hakk insanları niyetine göre şey yapar ama müslümanların artık aklı başına gelmek zorundadır. Bir kere adına islam alemi dediğimiz alemin kendi müslümanlığını çok ciddi bir şekilde sorgulaması lazım. Bugün o sorgulamalardan bir tanesini yapacağız. Biliyorsunuz imsak vakti meselesinden dolayı bugün o konıyu gündeme getireceğiz. Ama tabi bunlar üzücü ama ders alınırsa ilerisi için güzel olur. O şehit olanlar, esas olan kişinin ahiretini kurtarmış olmasıdır. Mesela Resulullah hayattayken şehid olan müminler vardı. Bir de resulullahtan sonra yaşayanlar vardı. Resulullah’tan sonra yaşayanlar çok geniş bölgelere hakim oldular ama birbirlerini öldürmekten de geri kalmadılar. Ömer(ra)’ın bir sözü vardır: “fakirliğe sabrettik ama zenginliğe sabredemedik” diyor. Hakikaten bunu yaşayanlar çok iyi bilir. Allah nasib etti zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Daha sonra Allah’ın çok büyük bir lutfu olarak babamın hastalığından dolayı iflas ettirildi. Yani kendi hatası olarak değil. Hastalığından dolayı ilgilenemediği için iflas ettirildi. Biz birden bire apartmanın 20.katından 1.katına küt diye düştük. Yani şöyle bir şey: bir gün önce bir yerden bir yere giderken bir yıl önce diyelim araba bukamazsan satın alır giderdin hiç problem değil. Bir araba satın almak ne ki çok basit bir olay. Ama bir yıl sonra 25 kuruşun hesabını yapmaya başlamıltık. Ben şimdi Kartal’dan Kadıköy’e münibüse binersem 75 kuruş, trene binersem 50 kuruş, 20dakika yürümem lazım trene ama yürüyeyim. 25 kuruş kazanacağım. Halbuki hiç 25 kuruşun lafı mı olurdu. Allah nasib etti ikisini de gördük. Ve bundan dolayı C.Hakka sonsuz şükürler ediyorum. Sonra bakıyorsunuz ki hakikaten insanlar maddi durumu iyi olduğu zaman bir çok şeyi görmüyorlar. Ondan dolayı ben yıllarca her aklıma geldikçe C. Hakka şükretmişimdir ki o fakirliği gördüm diye. Gerçi bizim fakir olduğumuza hiç kimseyi inandıramamıştık yani. Üniversitede baktım hiç kimse inanmıyor, ben de tamam öyleyse öyle dedim. Üniversiteyi bitirene kadar çok zengin bir kişi gibi bitirdik. Kimse inanmıuorsa daha söylemeye gerek yok. Hakikaten zenginliğe sabretmek çok zordur. Zenginleştiğiniz zaman önünüzde çok çeşitli imkanlar var. Şimdi müslümanlar, şu anda şehit olanlar belki yaşayanlardan çok çok daha karlı olabilirler. Tıpkı Resulullah hayattayken şehid olanların diğerlerinin gördüğü o sıkıntıları görmemesi gibi. En azından müslüman kardeşine kılıç çekmemiş o. Tamamen kafire kılıç çekmiştir, kafire ok atmıştır. Bu sözüm Türkiye’ye, Mısır’a ve bütün islam alemine. İslam alemi bi kere önce müslüman olmasını öğrensin. Bu hayali bıraksın. Bu çok üzücü bir şey. Batıya örnek olmamız gerekirken batıyı örnek alıyoruz. Bir şeyler ters gidiyor. Tıpkı Temel gibi. Çok meşhur ya. Otoyola tersten girmiş, trafik radyosu anons yapıyor diyor ki; “bir sürücü otoyola ters girmiştir”. Temel bakıyor “herkes ters girmiş” diyor. Herkes terstrn geliyor. Şimdi bizde bir şeyler ters gidiyor diyoruz: ne bir şeyleri kardeşim herşey ters gidiyor.
Esas konuya geçiyorum. Burda tabi o kardeşlerimizin üzüntüsünü paylaştığımızı tekrar edeyim. Ama tedbir almak zorundayız. Kendi sistemimizi kurmak zorundayız. Ekonomide de sosyal hayatta da herşey de. Tümüyle bir müslümanlaşma sürecinden geçme zorunluluğumuz var. Bunu biz dile getirdiğimiz zaman millet hop oturup hop kalkıyor. Ya kardeşim siz Emeviler ile başlayıp Abbasiler ile devam eden dönemi islami dönem saymaktan vazgeçmezseniz bir kere probleminizi çözemezsiniz. O zamandan itibaren müslümanlar Sasani ve Roma, bir de yahudi üçlüsünün kıskacı altına girmişlerdir. Ve bundan hala kurtulmuş değillerdir. Kurandan uzak bşr din ortaya konmuştur. Karşınızdaki uyanmadığı için uzunca bir süre yürütmüşsünüz işinizi. Ama ne zaman ki batılılar o Fransız ihtilalinden sonrs fıtratlarına dönmek zorunda kalmışlar, tabiatı okumaya başlamışlar, Allah’ın yarattığı ayetleri okumaya başlamışlar, bu defa sen Allah’ın indirdiği ayeti zaten okumuyorsun, yarattığı ayetten uzaktan yakımdan alakan yok. Karşı tarafta Allah’ın indirdiği ayeti okuyan batılı, Allah’ın indirdiği ayeti de okumayan, elindeki kuranı sadece ezbere okuyan, kuran okuma yarışmaları düzenleyen, ayın şurdan mı çıkar burdan mı çıkar, “dat”ı şöyle çıkaracaksından başla hiç bir şey düşünmeyen islam alemini ezmişlerdir. Ezilmeyi çoktan haketmişti. Ben şahsen bu islam aleminin bugünkü durumuna baktığım zaman C.Hakka ellerimi; ya Rabbi sen ne kadar merhametlisin, buları hala yaşatıyorsun” diyorum. “Ellerinde senin kitabın olmasına rağmen bunları hala yaşatıyorsun”. Bu tür şeylerden yararlanarak yeniden müslüman olmamız lazım.
Gelelim imsak tartışmaları: bugünkü dersimizin asıl konusu o. 3 senedir medyaya yansıyan imsak tartışmaları var. Bunun arka planı resmi olarak 1988’e kadar gidiyor. Ama fiili olarak 1970’li yılların sonuna kadar gidiyor. 1982’de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın o temkini değiştirmesinde bizim rolümüz olduğunu bilenler biliyor. Bunun tarihini anlatmak için söylüyorum. Üç yıldır bunu ortaya koyuyoruz. 3 yıl içerisinde meseleyi bu kadar açık ve net bir şekilde ortaya koymamıza rağmen, o kadar görseller, kutup bölgelerine gittiğimiz ve yapmış olduğumuz rasatlar, ilgili ayetler, ilgili hadisler her şeyi ortaya koyuyoruz, en son gelinen noktayı biliyorsunuz. Diyanet İşleri Başkanlığı bu işi ilmi zeminden kişisel zemine kaydırdı. Çünkü ilmi zeminde söyleyecek sözleri yok. Yani hatırlarsınız televizyon ekranlarından buyurun gelin konuşalım dedim. Geçen sene şunu da söylemiştim; “biliyorum benim karşıma çıkaracağınız bir uzmanınız yok. Dünyanın herhangi bir yerinden eğer güvandiğiniz birisi varsa onu çağırın onunla konuşalım. Sonra biliyorsunuz Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın önderliğinde resmen başkanlığın önderliğinde değil elbette. Çünkü resmen bunu yapamaz. Devlet kuruluşudur. Ama D.İ. Başkan Yardımcısı, Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı, başkan yardımcıları. Başkanı değil. Başkan yardımcıları. Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı, Din İşleri Yüksek Kurulu üyelerinin önemli bir kısmı, Türkiye’nin önde gelen hocaları, Türkiye Alimler Birliği diye bir birlik kurdu. O zaman dedik ki bu bu sene madem böyle bir birlik kurdunuz gelin sizinle tartışalım. Biz onları davet edince onlar bunu kibir olarak değerlendiriyorlar. Kendini çok büyük görüyor. Kardeşim gelin diyoruz. Kendini büyük gören ne der? “Hiç birinizi tanımıyorum siz kimsiniz” der. Gelin tartışalım der mi? Ama şu vardır: bir vakar vardır bir de kibir vardır. Vakar, bir kişinin kendisini olduğu gibi göstermesidir. Boyum ne kadar: 1.80. Benim boyum 1.80 dersiniz. Boyu 1.79 olan sizi kendisinin yanında büyük görür. Sizin o sözünüzü kibir sayabilir. Gerçektir. Ama benim boyum 1.81 dersen 1 santimlik kibir yapmış olursun. Yani kibir, olduğundan büyük göstermektir. Vakar, olduğu gibi göstermektir. Bir de tevazu vardır, olduğundan düşük göstermektir. “Ve emma rabbuke fe haddis” diyorsa C.Hakk; “rabbinin niğmetini konuş”, o zaman bu konularda ki kişisel bir konu değil bunlar, tüm ümmeti ilgilendiren konular. Burada vakarlı davranmak gerkir. Yani ne ise olduğu gibi anlatmak gerekir. İlginç bir durum: sürekli bir yanlızlaştırma politikası güdüldü dikkat ediyorsanız. Hep bir kenara itiliyor. Konuşmalarda yanlızlaştırılıyor. İlmi yönden cevap veremeyeceğini öğrenince bu sefer yok efendim bu ahlaki sorun almıştır diyor. Mesela geçen sene televizyonlara davet ediliyoruz, programlar iptal ediliyor. Bizim yerimize Diyanet’in bir elemanı çıkıyor, “zaten Onun adetidir her sene ramazan gelince ortalığı karıştırır” diyor. Bizim gitmediğimiz yerde konuşuyorlar. Bu sene aynı şeyi Diyanet İşleri başkanı yaptı. Yine ramazan geldi yine ortalığı karıştıracaklar falan. Karıştırıyorlar demelerinin sebebi şu: ramazandan önce Habertürk gazetesi bir sayfanın 4 de 3’ünü bu konuya ayırarak gelin dedi Abdulaziz Hoca ile tartışın. Madem Türkiye Alimler Birliği kuruldu. Onun için de Habertürk televizyonu Türkiye’nin Nabzı programına davet etti, gelen olmadı. Arkasından bir kaç gün sonra tekrar dever etti gene gelen olmadı. Dolayısıyla o program iptal edildi. Biliyorsunuz bir kaç gün önce tekrar iptal edildi geçen hafta. Bunlar ellerindeki devlet gücünü kullanarak bunu yapmaya çalışıyorlar. Ama şeyi engelleyemediler. Habertürk’de Tarihin Arka Odası’ndaki programın yapılmasını engelleyemediler. En sonundaki kesilme olayı: onun tamamen teknik bir arızadan kaynaklandığı söyleniyor ki bizim başkasını söylemek için elimizde bir gerekçe olması lazım. Ama vatandaş onu kabul etmiyor. O ayrı bir konu. Vatandaşın değerlendirmeleri ama o program yapıldı ve bütün mesele anlaşıldı. Bu C. Hakkın bize sonsuz bir yardımıdır. Programı yapanlara da burada teşekkür ediyorum. Hamdu senalar olsun çok güzel bir sonuç ortaya çıktı. Ve vatandaş bunu anladı. Vatandaş bunu anlayınca Diyanet İşleri Başkanı’nın konuşması değişti. Artık bu dedi ilmi sorun olmaktan ahlaki sorun olmaya dönmüştür dedi. Meğer Diyanet İşleri Başkanı ne kadar haklıymış. Gerçekten tam bir ahlaki sorunmuş bu. Çünkü Diyanet Televizyonunda Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı bu konuları Dr.Ekrem Keleş, Astronomi Profesörü Prof.Sacit Özdemir, bir de Din İşleri Yüksek Kurulu eski üyesi İsmail Karagöz çıktılar dün gece. 26 Temmuz gecesi saat 00:00’dan itibaren yani 12’den sonra konuyu gündeme getirdiler. Baştan aşağı gerçek dışı beyanatlarla imsak gibi çok önemli bir konuda: müslümanları oruca başlatıyorsunuz, arkasından sabah namazını kıldırıyorsunuz. Zaman zaman size söylüyorum işte sabah namazlarımı Süleymaniye Camii’nde kılarım. Bu ramazanda cemaatle kıldığım tek bir namaz olmadı. Çünkü ben camiye gittiğim zaman cami boşalmış oluyor. Hatta o Habertürk’ün Tarihin Arka Odası programına katıldığım günün sabahı camide tek başıma kıldım sabah namazını. Bazen yine birkaç tane genç geliyor beraber kılıyoruz. Orada şöyle dedim; 30 seneye yakındır namaz vakitleri işe ilgili yaptığımız mücadelenin ne büyül zaferle sona erdiğini şu gazeteciler gelse de tespit etseler şurda! Tek başımıza namaz kılıyoruz. Yani çok büyük bir zafer! Bunu televizyonda ds söyledim. Bu müslümanlar neyin peşimdeler gerçekten? Evvelki gün akşam da ilmi araştırmalar yapmakla meşhur olan bir vakfın iftarına gittim. İstemeye istemeye gittim. Giderken de kendi kendime dedim ki hiç konuşmayacağım. Çünkü doğru şeyler konuşulmayacağını biliyorum. Duygusal şeyler konuşulur. Epeyce bir senedir belki 10-15 senedir biz tamamen yanlızlaştırıldık. Şu Süleymaniye Vakfı tamamen yanlızlaştırıldı. Allah’a hamdolsun sizler ilgi gösteriyorsunuz falan ama etkili ve yetkili çevreler burayı tamamen tecrit ettiler. Daha fazla ayrıntıya gerek yok. Bir çoğunu siz biliyorsunuz. Mesela hiç bir toplantıya çağırmazlar. Çağırdığımız hiç bir toplantıya katılmazlar. İşte yurt dışındaki toplantılar, yurt içindeki toplantılar hepsinden tecrit edildik. Etkinlik konusunda hamdolsun C.Hakkın kitabına yönelmiş olmamız sebebiyle bugün dünyada belki, belki değiş iddia ediyorum yani bizden dünyada daha etkili bir islami gurubun olduğunu zannetmiyorum. Türkiye’de değil dünyada. 10 tane dilde yayın yapıyoruz. Arkadaşlarımız bunu biliyorlar. Bu C.Hakkın verdiği bir başarı. Sonsuz şükürler olsun. Bu kadar yanlızlaştırışıyorsuz, itiliyorsunuz, ondan sonra devletin gücünü arkasına alan bir kişi de kalkıyor sürekli medyaya sizi yanlızlaştırıcı şeyler yapıyor. Sizi televizyona çıkarmak isteyenlerle de birileri-artık kim ise-engel olmaya çalışıyor. Yani sesimizi kısmaya çalışıyor. Allah’ın çok büyük bir lutfu ki internet diye bir niğmet C.Hakk nasib etti de ondan yararlanıyoruz. Bu arada dün açıkça konuyu dile getiren Mustafa İslamoğlu Hoca’ya da teşekkür ediyorum. C.Hakk hayırlı çalışmalarında daim eylesin. Çok sağolsun varolsun. Diyanet İşleri Başkanı; “bu ahlaki bir sorun haline geldi” dedi ya? Ben de evvelki gün televizyona burada beyanat verdim. O da yayınlanmış Fatih Hoca’nın ifadesine göre. Heralde belki bizim sitelerde de vardır zannedersem. SHOW TV’nin. Bende orada “bu bir ahlaki sorun değil bu bir dini sorun haline geldi. İnsanların dinini sorgulaması gerekeceği noktaya geldi. Çünkü ayet okuyoruz, hadis okuyoruz, ulemanın görüşlerini anlatıyoruz, Diyanet İşleri Başkanlığı kalkıyor diyor ki. Sen kimsin ya? İslami literatürde senin yerin ne? Sen ayet misin? Sen hadis misin? Diyanet diye bir islam alimi mi var yeryüzünde? Diyanet’ten biri çıkıp da kendisi anlatırsa anlarım şöyle şöyledir diye. Bir kere müslümanlar şu tüzel kişi belasından kurtulmak durumundadırlar. Bu, batının bize hediye ettiği en büyük yanlışlardsn bir tanesidir. Katolik kilisesinin değişil şekilde devam etmesidir. Yani devlet de malesef katolikleştirilmiştir. Sadece Türkiye’de değil bütün dünyada. Şirketler de katolikleştirilmiştir, devlet kurumları da katolikleştirilmiştir. Kurumsal kimlik diye acayip bir şey ortaya konuyor. İnsanların kişilikleri tamamen değersizleştiriliyor. Kurumsal kimlik adı altında beş para etmeyen insanlar güçlü hale getiriliyor. Bir kere bu en temel yanlışlardan bir tanesi. Bizim için değil bütün dünya için böyledir. Batılılar teokratik devletten şikayet ederler, batılıların kurduğu devletlerin tamamı teokratiktir. Müslümanları teokratik devlet ile suçlarlar, islamda teokratik devlet Allah’ın asla affetmeyeceği şirktir. Çünkü devletin Allah’ım yerine konmasıdır. Orada söyledim. Dedim ki; “Diyanet İşleri katolikleşiyor” dedim. “Bize güvenin” ne demek? Katolik kilisesi diyor ki; “İsa’yı biz temsil ediyoruz” diyor. Allah’ı biz temsil ediyoruz. Dolayısıyla kilise yanılmaz, hata etmez. Kilise bir şey söylüyorsa öyledir. Onların yapısı bu. Diyanet İşleri Başkanı da son üç senedir aynı şeyi söylüyor: “bize güvenin”. Ne demek size güvenin. Söyledim. Diyanet İşleri Başkanı hadis prefosörü. Bir tane hadis okuduğunu duyanınız var mı arkadaşlar? Duydunuz mu? Ben duymadım. İmsakla alakalı bir tane hadis okudu mu? Din işleri başkanı hadis profesörü, bir tane hadis okudular mı? Hadi ayet okumadılar, hadis okudular mı? Bune şey yapınca dün akşam bir ayet bir hadis okudular Diyanet Tv’de. Bakın hem şu ayeti okuyorsunuz hem de söylediğiniz söze bakın. İş gerçekten ahlaki noktaya gelmiş mi onu birazdan anlatacağım. Ayeti okuyorsunuz diyorsunuz ki Bakara suresi 187.ayetin ilgili bölümünü : “.. Ve kulu veşrebu hatta yetebeyyene lekumul haytıl ebyadu minel haytıl esvedi minel fecr” . Bakara 187 bakayım meali nasıl yazmışlar. Daha önce “size göre” diye birşey vardı, kaldırılmış. Eski meallerde var mı? “Hatta yetebeyyene lekum” diyor. “Lekum” ne demek manası? “Size göre”. “Size göre fecrin olduğu yerden”. “Fecr” ne? Biraz sonra ilgili hadisleri okuyacağız. Sabahleyin ufukta büyük bir aydınlanma olur. O, fecr değil. Ona fecr demiyor Resulullah. Fecr diyor ufku enlemesine yayan şeydir. Ahmed Bin Hambel’in Müsned’inde demiş ki Resulullah. Fecrin manasını anlatıyor bakın. Arapçada fecrin anlamı “el humra“ bir yarılma manası var mastar olarak. Bir de kızıllık var. Sabahleyin fecr, ufukta meydana gelen büyük ışığı enlemesine yayıyor. Bir de kızıl bir ışıkla yayıyor. İkisi de oluşuyor. Resulullah ne diyor bakın; “leysel fecru el mustatilu fil ufuk: o ufukta yukarıya doğru tırmanan fecr değildir”. Çünkü sabahleyin yukarıya doğru kubbe gibi büyük bir aydınlık tırmanır, o fecr değildir diyor. “Velakinnehu el mu’tidul ehmar: fecr, ufuk çizgisi boyunca uzayan kızıllıktır” diyor. Bak fecr o kızıllıktır. Diyor mu Resulullah bunu? Fecr neymiş: “ufuk çizgisi boyunca yayılan kızıllık”. Hatta şuradan resim de gösterelim. Buna dikkat edelim arkadaşlar. Resulullah neye fecr demiş, oradan devam ederiz. Bakın şu anda fecri kazibin başlangıcı. Yukarıya doğru tırmanıyor görüyormusunuz? Aksakalı köyü Karatay ilçesi Konya. Bunu Zeki Büyüksoylu arkadaşımız çekti. Kendisi elektrik mühendisidir. Bundan bir kaç sene evvel en güzel fotoğrafı o göndermişti Habertürk televizyonunda şey yaptığımız zaman. Onunla yetinmedi fotoğrafçılık kursu aldı, özel fotoğraf makinaları aldı ve yıllardır bu konularda artık kendisine bir meslek edindi. Allah rızası için bu işleri yapıyor. Geçende gönderdiği şey. Fotoğraflardan oluşturduğu bir videodur. Tarih ne zamanmış? 11 -07 -2013 yani ramazanın 3.günü. Diyanetteki imsak 3:43 imiş, bizimkisi 4:53imiş, 1 saat 10 dakika. Bu vakitler güneye doğru gittikçe değişir, kuzeye doğru gittikçe değişir. Yani o zaman İstanbul’ds 1 saat 10 dakikadan daha fazlaydı.17-18 dakika fark vardı.19’a kadar çıkmıştı. Biraz daha kuzeye giderseniz gene değişir. Yani bu vakitler kuzey güney farkıyla değişir. Boylam farkıyla değil enlem farkıyla değişir. Tabi enlem artı boylam farkıyla da değişir. Bizimki 4:53, o 3:43 imiş. Şimdi bakın sağ tarfta şey çıkacak şimdi. Bu kaç? 4:12. Hatta 4:13’e gelelim. Diyanetin imsak ilanından yarım saat sonra ufkun durumu. O akşam Sacit Özdemir Bey astronom, Diyanet İşleri başkan yardımcısı Ekrem Keleş Bey, “ışık kirliliğinden uzak bir ortam” dedi ki bu arkadaşımız da o konuda hassatır. Bu tamamen ışık kirliliğinden uzak bir ortamda yapılmış bir çekimdir. Yani hiç bir şehir ışığı yok, köt ışığı yok, hiç bir ışık yok. Böyle bir ortamda yapılan çekimdir. Yarım saat sonrası bir aydınlık görüyormusunuz ufukta? Var mı? Yok. Diyanetten yarım saat sonrası. Bizim ilan ettiğimizden 45 dakika önce. Sabah namazını kılmış yatmış millet. Bir fecri kazib olayını göreceğiz. İlk ışıkları görüyor musunuz orada? İsterseniz lambaları söndür, arkadaşlar görsünler. İşte bu fecri kazib hala. Şimdi 4:45 hala fecri kazib. Resulullah ne demiş; “ufukta yukarıya uzayan aydınlık”. Şunu söyleyeyim arkadaşlar: fotoğraf makinası gözün 1000 kat büyüğünü gösterir. Yani gözle baktığınız zaman ışığı bu şekilde göremezsiniz orda. Ne yaparsanız yapın göz kadar hassas değil. Oradaki ışıkları emiyor ve kendi içerisinde onu şey yapıyor. Göz çok hassas. Göz ne ise onu görüyor ufukta. Fotoğraf makinası onu görmüyor. Fotoğraf makinası emiyor ışıkları ve olanı değil olandan bin kat daha ilerisini gösteriyor. Mesela altta beyazlık üstte kızıllık onu göremezsiniz gözünüzle. Fotoğraf makinası taraflıdır tarafsız değildir. Subjektifleştirir. Zaten bütün subjektifler kendini objektif der. Şimdi şu anda imsak vakti arkadaşlar. Allah diyor ki bakın: “fecrin enlemesine yayılan kızıllığın ak çizgisi kara çizgisinden sizce tam seçilinceye kadar yiyin için”. Kara çizgi dediğimiz alt tarafta bulunan kara parçasıdır. Ak çizgi de üst tarafta olan. Bak dikkat ediyormusunuz bir ışık kolunu haline gelmiştir, ayrışma olmuştur. Fecr dediğimiz de bu kızıllıktır tamam mı? Fecr bu kızıllıktır. O kızıllığın olduğu yerde. Zatrn hadiste de kızıllık diye okuduk ya. O kızıllığın olduğu yerde siyah beyazdan net bir şekilde yani alt taraf siyah üst taraf beyaz. Artık net bir şekilde renkler ayrışıyor. O zamana kadar bütün renkler birbirine karışık. O zamana kadar yiyin için diyor. Ne oldu? Tam bizim ilan ettiğimiz 4:53. Diyanet’in ilan ettiği imsaktan 1 saat 10 dakika sonrası. Bu saatten önce namaz kılan kişiler şey yapmış oluyor.
Şimdi başa dönüyorum. Bir tek ayet okudular orada: “..ve kulu veşrebu hatta yetebeyyene lekumul haytıl ebyadu minel haytıl esvedi minel fecr”. Bir kere bu kızıllıktan bahsetmediler. Kızıllık yok. Meallerinde de yok kızıllık. Diyanet İşleri mealinde var mı kızıllık. Ama orada yine bir şafak. O kızıllıktan bahsedilmiyor.
FATİH ORUM: “Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırd edilinceye kadar”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak o meal doğru. Şafak dediğimiz zaman bir türkün aklına ne gelir? Kızıllık gelir mi? Gelir. Bir türkün aklıma kızıllık gelir. O kızıllığın olduğu yerdeki aydınlık karanlıktan ayırd edilinceye kadar ki bu doğruya çok yakın bir meal. Orada da “sizce” var mı? Yok. “Lekum” kelimesi yok orada. “Hatta yetebeyyene lekum”. Niye bunun üzerinde duruyorum? Çünkü orada Diyanet İşleri başkan yardımcısı ve Sacit Bey şunu söylediler televizyonda; “ışık kirliliğinin olduğu yerde bu gözlem olamaz” dediler. Ne olacak? “ Onun için biz bir tepeye gittil çevrede ışık kirliliği yok. Hava da şöyle olacak, böyle olacak” falan. “İşte bu çekimleri orada yaptık” dediler. Tabi orada yaptık dedikleri çekim, ona da daha sonra geleceğiz. Allah ne diyor onlar ne diyor bak. Bir tek ayet okudular, Allah ne diyor bunlar ne diyor. İnsanların gözünün içine baka baka neler yapıyorlar. Yani gerçek dışı beyanlar. Allah’ım ayetini başla tarafa çekme işine bakın. Ben şimdi burada sahurda yemek yiyorum. Ne diyor Allah; “yeme içmeye devam et”. Yiyeceğim. Müslümanların saati ve takvimi var mıydı başlangıçta? Bugün de saat var da takvim yok sayılır. Saate göre olmaz ki her gün değişir ufuk. Takvim de yanlışı gösterdiği için bugünkü müslümanlar ile o günkü müslümanlar atnı. Hiç değişen bir şey yok. Sadece bunları aldatan şeyler var. Diyor ki; “ve kulu veşrebu” önümde yemek, suyumu içiyorum falan. Ne zamana kadar? “Hatta yetebeyyene lekum: size göre” sana göre demiş oluyor. Yiyenlere göre. “Kulu” çünkü cemi olduğu içi “lekum” diyor. “Kul veşreb” dese “leke” derdi değil mi? Ye iç demiyor. Yeyin için diyor. Size göre tebeyyün edinceye kadar: açık ve net bir şekilde, şüphesiz, acaba demeyeceğin şekilde ortaya çıkıncaya kadar. Ne? O fecr tarafından. Baştan beri orada kızıl ışık her zaman varıdır. Yani burada da gördünüz. Fecri kazib dediğin zaman ilk andan itibaren güneşten kızıl ve beyaz ışıklar gelir zaten. Ama o fecr değil. Fecr, enine yayan kızllıktır. Artık yoğunlaşmış oluyor şurada görüldüğü gibi. Yoğun bir ayrışma var. “Hatta yetebeyyene lekum: sizin için tebeyyün edinceye kadar”, “el haytıl ebyadu: o beyaz” işte şuradaki beyaz bir şey. Beyaz bir kolon şeklinde bakın uzuyor. “ Minel haytıl esvedi” sabahleyin ufku takip ettiğiniz zaman ufuktaki o çok yoğun aydınlıktan dolayı sizin bulunduğunuz yer ile güneş arasındaki kara parçası bir çizgi kadar küçülür. Bir kolon kadar. Üstteki kırmızı kolon kadar küçülür. Peki Ankara’daki müslümanlar sahur yemeği yemek için Bâla Ormanları’ndaki bilmem ne tepeye çıkmaları mı gerekiyor? Hem bu ayeti okuyup hem de şehir yerinde olmaz diyen bir kişi o hükmü neye göre vermiş olur? Kurana mı uymuş olur yoksa kuranı mı kendine uydurmuş olur? Bir ayet okudular bari bunu da düzgün okuyun kardeşim ya. Peki Resulullah ne diyor? O da Ebu Davud ve Tirmizi’de geçen bir sözünde şöyle diyor; “kulu veşrebu: yiyin için” diyor. Herkes evinde yiyor değil mi? Piknik için dışarı çıkacak değil, herkes evinde yiyor. Sahur yemeği kardeşim. “Ve şa yehidennekum essâtiul mus’idu”. “”Essâti” dediği, şuradan bakın ben size göstereceğim. O kadar güzel anlatmış ki Resulullah onu insanlara. Tabi Allah’ın resulü böyle olur başka şekilde olmaz. Hani şöyle bir yer düşünün rüzgar vuruyor toz kaldırıyor yukarı doğru. Yukarı doğru toz kalkıyor. Şimdi burada dikkat ederseniz o tan yerinin ağarması bir tozun yukarıya doğru yükselmesi gibi. “El mus’ati: yukarı çıkan”. O diyor sizi aldatmasın. Tekrar şey yapayım takip edin. Işıkları kapatalım millet daha iyi görsün. Diyor ki Resulullah, toz yükselmesi gibi yükselen bir ışık görecek misiniz bakın. Gördünüz mü? Şimdi fecri sadıka geldi. Giderek kızıllık dağılacak ve bir müddet sonra güneş doğacak. Kızıllık dağıldı görüyor musun? Beyazla karıştı tekrar. Baştan karışıktı, toparlandı, tekrar karıştı, biraz sonra güneş doğacak. Güneş doğdu işte. Resulullah da diyor ki; “yiyin için” diyor. Toz yükselmesi gibi yukarıya doğru tırmanan aydınlık sizi aldatmasın diyor. Ufukta aydınlık var. Aldatmasın demesinin sebebi: o fecr değil. Ama insanlar ona fecr dediği için adına fecri kazib deniyor. Ufukta aydınlık var. Ne demek? Yani siz İstanbul’da evinizde oturup yemek yerken ufka baktığınız zaman o aydınlığı göreceksiniz. Ondan sonra ne diyor Resulullah; “hatta yâteride lekumul ahmar” o kızıllık diyor sizin için, size göre bak “lekum” diyor. Resulullah da “lekum” diyor. “Hatta yetebeyyene lekum”, “yâteride lekum” size göre diyor. Gidip de bir hocaya sorma o anda kendin karar ver diyor. Evinde oturuyorsun, pencereyi açtın bakıyorsun. “Hatta yâteride lekumul ahmar: sana göre o kızıllık ufuk boyunca yayılıncaya kadar”. Biraz sonra Ahmet Ek’in fotoğraflarına da bakacağız. E peki bakın kuran böyle diyor, sünnet böyle diyor. Diyanet’in yetkilisi ne diyor? Diyor ki; “güneş ufkun 18 derece altında olduğu zaman”. Diyor ki; “şehir yerinde olmaz” diyor, “güneş ufkun 18 derece altındayken” diyor işte bu uluslar arası bilmem neyin gereğidir, şudur, budur, bir takım kelimelerle insanlara yanlış bilgiler verip kendilerini doğru çıkarmaya çalışıyorlar. Mehmet Türkmen diyor ki; “uzun süredir aklıma takılan soruyu müsadenizle sormak istiyorum. İmsak vaktinin tespitinde kullanılan güneşin ufkun altında 18 derece kala kriteri dünyanın her yerinde ve her zaman bulunulan enleme göre değimesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü en azından güneş h batmadığı zamanlarda kutup bölgelerinde de geçerli değil. Malumunuz olduğu üzere size karşı ön yargıları sebebiyle sizi dinlemeden haksızca yapılan eleştirilere bir yenisinin eklenmemesi için yapacağınız dersten evvel bu söyleminize dikkat etmenizi ve bu konuda açık vermemeniz konusunda dikkatinizi çekmeyi görev sayıyorum. Mehmet Türkmen”. Mehmet Bey Allah razı olsun yıllardır gecesini gündüzünü bu hizmete veriyor. Ve bize bazen maddi olarak da yardımcı olur ama bizden hiç bir şey de almaz. C.Hakk hayırlı çalışmalarında başarılar versin. -18 derece ne? Siz buradan gördünüz arkadaşlar, işte şu şeyde ufuk simsiyah. Bu, Diyanet’e göre imsak çoktan olmuş. Bir aydınlık var mı? Yok. Peki o saatteki aydınlık nedir? -18 derece ne demektir? -18 derece, astronomların kullanmış olduğu bir astronomik tandır. Astronomik tan ne demek? Astronomlar ne yapar? Yıldız gözlemlerler. Yeryüzü ile ilgilenmezler. Onlar göz yüzü ile ilgilenirler. Onun için adına uzay bilimleri derler biliyorsunuz. Yıldızı gözlemlemesi için bakışıyşa yıldız arasına güneş ışığının girmemesi lazım. Bu yapmış oldukları tespitlere göre ki bizim de yaptığımız tespit. Kuranın ayetlerinin koyduğu kurallara da bu sene ulaşdığımız sonuç 18 derece doğru bir tespit. Neden ayetlerle ulaştık onu da ben kısaca söylerim. Detayı inşallah daha sonra çıkacak yazımızda görürüz. Şimdi şurada bir gözlemci var, şu da yıldız. Öyle düşünün. Gökyüzü, adam da buradan bakıyor. Yıldız ile kendisi arasına güneş ışığı girdiği zaman yıldızı net göremiyor. Hatta sönük, ışığı çok zayıf bir yıldız ise yıldızı göremiyor. Yıldızı göremediği zaman yıldızla ilgili gözlem yapabilir mi? Ondan dolayı astronomlar uzun tecübeler sonunda demişler kş; -18 derece yıldızla bizim aramıza güneş ışıklarının girmediği bir andır. Peki oruçla ilgili olan yıldızla aramıza ışık girmesi midir? Girmediği andır, girdiği an değil. Yani o -18 derecede yıldızla sizin aranızda hiç bir ışıl olmaz. Ondan önce olur eğer akşam bakıyorsanız, ondan sonra olur sabah bakıyırsanız. -18 derece sınırdır yani. -18 derecede en sönük yıldız ile sizin aranıza güneş ışığı girmez. Ondan dolayı astronom, o yıldızı gözlemleyebilir. Onun için akşam yıldız gözlemlemeye -18’de başlar, sabahleyin -18’nin altına geldiği zaman bitirir. Eğer parlak yıldızları gözlemliyorsa bitirmez. -12 dereceye kadar gözlemine devam eder. Daha parlak yıldızları gözlemliyorsa -6 dereceye kadar devam edebilir. Ama -18 en sönük yıldızların görünmesine engel olmayacak şekilde araya güneş ışıklarının girmediği bir andır. O anda ufku bırakın, uzayın deeinliklerinde bir güneş ışığı yoktur. Yani sizden 1 milyar km mi 10 milyar km mi bilmiyoruz tabi o uzaklıkta o araya herhangi bir güneş ışığı girmez. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın uzmanları çıkıyor ve inanamıyorum yani hakikaten o astronom meslektaşlarınım yüzüne nasıl bakacak. Orada bir resim gösterdi, gerçekten fecri sadık resmi ve bu güneş -18 derecedeyken oluşan resimdir dedi. Az önce benim gösterdiğim resmin tam şeyiydi. O saatte orada herhangi bir ışığın olması astronomi bilimi açısından imkansızdır ama bir astronom çıkıyor halkın karşısına. Bir astronom olarak, Ankara üniversitesi astronom prefosörü ünvanı taşıyan kişi olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın namaz vakitleri ile ilgili ekibinin başı olarak orada diyor ki; “iki yıl boyunca yapmış olduğumuz çalışmalarda Diyanet’in fecri sadıkının doğru olduğunu tespit ettik” diyor “sadece yarım dakikaya yakın yanılma var”. O yarım dakika dediği nedir? Yani en sönük yıldızla kişinin arasına giren ilk ışıklar meselesi. Ya kardeşim bu insanlar size yıldız gözlemlemeniz için görev vermediler, ufku gözleyesiniz diye görev verdiler. O arada bir resimden bahsediyorsunuz. O anda ufukta bir aydınlanma olması imkansız asronomi bilimi açısından. Bir astronom bunu nasıl söyle ya Rabbi! İnsanın aklı almıyor. Gerçekten Mehmet Görmez çok doğru söylemiş: bu bir ahlak problemi haline gelmiş. Bilimsel olmaktan çıkmış ahlak problemi haline gelmiş. Kardeşim o saatte ufukta bir aydınlanma olur mu? Sen o profesörlük ünvanını nasıl aldın? Sıradan bir astronomi öğrencisi bunu öğrenmek zorundadır. Ondan sonra Diyanet İşleri çıkıyorsun televizyonda bunları söylüyorsun. Ve gösterdiğin resim ne? İşte buyrun bakın şu resmi gösterdi. Bakın Diyanet televizyonunun logosu bu görüyor musunuz? Ve bunu gösterdi -18 derecede çekmişler. Yani bu, sözün bittiği yer. Bu ancak -9 derecede çekilebilecek bir resimdir. Televizyon Diyanet televziyonu, son sözü söyleyeceğiz son noktayı koyacağız diye televizyon programı yapmışsınız, gerçekten son nokta koyuldu orada. Nereye son nokta koyuldu? Son nokta kendileri için koydular son noktayı. Bir daha bu insanlar eğer onlara hala değer verir dinlerlerse artık sorumlulukları kendilerine ait. Yerini ve saatini söylemiyorlar. Fatih sordu yerini ve saatini söyleyin: yok. Aynı görüntüleri Adnan Ökten Hoca, hatta telefonla bağlana biliyor muyuz? İstersen sen benim cep telefonumdan Adnan Hoca’ya bir bağlan da normal telefondan burayı bir arasın, bu görüntülerle ilgili Afyon’daki konuşmaları bir anlatsın bize. Ben söylemeyeyim şimdi. Çünkü ikinci ağız söyleyeceğim, bazı şeyler eksik olabilir. Adnan Ökten Hoca. Söyleyin de Skyp’dan bağlansın görüşelim. Diyor ki; bu diyor -18 derecede çekilmiş resimdir diyor ve vatandaşa gösteriyor. Peki arkadaşlar uful bu hale geldiği zaman bunu görmek için Bala Ormanları’na gitmek mi lazım? Hem görülmez diyor hem resim bu. Ben hakikaten o akşam şok oldum ne biçim bir şey diye. Yani halkın gözünün içine baka baka din adına onlara gerçek dışı bilgiler nasıl verilirmiş onu bir örnek olarak saklamak lazım. İşte islam alemi bu durumda arkadaşlar. Bir ibadet konusu. Bunu kişisel problem haline getirdiler biliyorsunuz. Ya siz Diyanetsiniz kardeşim!Allah’ın bunca ayetini okumuyorsunuz, Resulullah’ın bunca hadisini okumuyorsunuz, bak bütün ulemanın ittifak ettiği bir şey var, onu biraz sonrs Ekrem Keleş’in resmini gösterirken şey yapacağım. Ekrem Keleş’in yaptığı affedilmez yanlışı, tarihe geçmesi gereken yanlışı anlatırken. Bir astronom için de tarihe geçmesi gereken bir an olmuştur. Bu şahıs bundan sonra meslektaşlarının yüzüne bakamaması lazım. Bu bir ahlaki sorun haline geldi diyor, bu ahlak mıdır artık bilim midir hepsi karma karışık hale geldi. Ondan sonra Hayreddin Karaman Hoca katıldı. O da tabi bize epeyce isim vermeden dokundu. O da bir ahlaki sorun temeline getirdi. Tamam anladım da ilmi sen söyle. O da diyor yok edendim “ufuk boyunca yayılan beyazlıktır”. Allah Allah! Ya geçen sene Hayreddin Karaman Hoca ile beraber biz Ayvalık’ta bütün ekip gittik oraya, Hoca’yı Ayvalık’a davet ettik. Akşam gözlemi içim geldi sabah gözlemi için gelmedi. Evi Altınoluk tarafında. Yaz tatiline gitmiş. Çok yakın. Biz burdan oraya kadar gittik, sabah gözlemime gelmedi. Ama akşam gözlemine geldi. Diyor ki; “ufuk boyunca yayılan beyazlıktır”..Ya Hoca sen hayatında hiç mi görmedin ufku. Yani sen hayatında hiç mi rastlamadın tan yerinin ağarmasına? Ya bırakın bir islam alimini bir insan bunu nasıl söyler? Ondan sonra da ortaya çıkıyor Diyanet İşleri Başlanlığı, otorite diyor. Sizin otoriteniz buysa size mubarek olsun. Yıllardır burada söylüyorum, bazı isimlerin abartıldığına falan bakmayın ya. Kağıttan kaplan gerçekten. Durum ve şartlar neyi gerektiriyorsa ona göre fetva veren kişiler tabi ki çok değerli kişiler oluyor.
Evet Prof. Dr. Adnan Ökten Hoca hoş geldiniz. Şu anda bizim canlı yayın konuğumuz oldunuz. Her ne kadar geçende Habertürk’de beraber olamadık. Çünkü siz Gürcistan’daydınız o gün. Evet Hoşgeldiniz. Geçen de siz yeni gelmiştiniz değil mi Karadeniz gezinizden? O akşaö ben sizi aradım. Dün akşam yani 26 Temmuz akşamı ben sizi aramıştım. Diyanet Tv’nin yayınını eğer uyanıksanız izleyebilir misiniz diye bir mesaj atmıştım siz de beni aramıştınız ve izlemiştiniz. Ondan sonraki gelişmeleri bir zahmet anlatır mısınız?
ADNAN ÖKTEN: Ben belli bir aşamaya kadar izledim tamamını izlemedim.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hayır o görüntüler. Zodyak görüntüsünü ben anlatacağım, onu siz görmediniz. Ama Sacid Bey’in -18 derece dediği görüntülerle ilgili.
ADNAN ÖKTEN: Şimdi tabi orada Sacit Bey’in -18 diye verdiği görüntüler karanlık görüntülerdi ama Ekrem Keleş bey görüntüler vermeye başladı Sacid Bey’in çekmiş olduğu görüntüleri..
ABDULAZİZ BAYINDIR: -18 derecede çekilmiş diye verdi değil mi?
ADNAN ÖKTEN: Evet. Görüntüler veriyordu yarımşar dakika arayla çekilmiş görüntüler. arka arka görüntüler. Böyle bir ufukta kızıllık vardı hatırlayacaksınz. Kızıllık alanının fecr anı olduğunu söyledi. Tabi saatini söylemediler. O kızıllık oduğu vakit güneş öyle ufkun 18 derece altında olması mümkün değil.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Asıl vurgu bu: “mümkün değil”.
ADNAN ÖKTEN: Evet. Yani o gösterdiği görüntü şayet imsak vakti olarak kabul ediyorlarsa o görüntü büyük ihtimalle -10 dereceden daha yukarıda güneş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani 9 derece.
ADNAN ÖKTEN: Saatini söylemeleri lazım. O saatr göre hesap yapılabilir. Ama -10 dereceden yukarıda gibi görünüyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yukarı derken 11 anlamayın yani. Rakam olarak aşağı fakat güneşin bulunduğu yer iritabriyle söylüyor. Değil mi?
ADNAN ÖKTEN: Ufka daha yakın. -10 ufka daha yakın. Yani 8-9’da o. Ufka gelince sıfır oluyor. O manada.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir de sizin Afyon’da Sacit Bey yine aynı görüntüleri göstermiş , orada sizin bir sorunuz olmuş. Onu bir anlata bilir misiniz?
ADNAN ÖKTEN: Tam anlayamadım.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Afyon’daki toplantıya çağırılmıştınız ya. Diyanet İşleri Başlanlığı’nın yaptığı bir toplantıya çağırılmıştınız Afyon’da. Sacit Bey bu görüntüleri o zaman göstermiş. O zaman siz ona bir-iki soru sormuşsunuz. Onu bir anlayabilir misiniz?
ADNAN ÖKTEN: Tabi itirazlarım oldu orada. Kayıtlarda da vardır. Hatta o zodyak ile ilgili görüntülerin üzerine de itiraz ettim. İnternetten almışlar, ne zaman çektikleri belli değil, kaç saniye poz verdikleri belli değil, o anda güneş ufkun neresinde belli değil. Yani çok ciddi çalışma içerisinde olmadıklarını gördüm. Söyledim orada. Sonra, tabi burada ayrıntıya girmek istemiyorum ama yapmış olduğu teknik de bizim dini açıdan baktığımız şekliyle uygun değil. Çünkü orada fotoğraf makinasını filtreliyor, filtreledikten sonra renklere ayırıyor. İnsan gözünün göremeyeceği uzun poz süreleriyle görüntü yakalamaya çalışıyor. Tamamen amacın dışında işler yapıyor. Benim anladığım burada, ufukta yatay kızıllığın ufukla buluştuğu anı belirlemek. Onlar öyle bir şey aramıyor ama Ekrem Keleş Bey zannediyorum, o bir kızıllık gösterdi ufukta. Onun da -18 dereceye karşılık geldiğini zannediyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Öyle söyledi evet. Bakın bir ilim adamı olarak ve konunun araştırma ekibinin başı olarak Sacit Bey’in orada derhal vu -18 derece değil demesi gerekmez miydi?
ADNAN ÖKTEN: Gerekiyordu. Ben durumu şeye de bildirdim kusura bakmasın. Ulaşamadım, telefon ettim bir kaç kere. Bana dönmedi. Telefonu hep kapalıydı. Bölüm başkanına da böyle bir program olduğunu da haber verdim. Müdahale etmesi gerekiyordu sessiz kaldı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir de şey vardı. O Afyon toplantısında sizin sorularınız üzerine. Afyon toplantısı kaç gün sürmüştü?
ADNAN ÖKTEN: 3 gün.
ABDULAZİZ BAYINDIR: 3gün. Sizin sorularınız üzerine Sacit Bey 1.günde çekip gitmiş diye duydum, doğru mu?
ADNAN ÖKTEN: Bir gün görünmedi etrafta, daha sonra tekrar göründü. Yol yok Sacit Bey değil, Mustafa Helvacı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sacit Bey hep orada kaldı mı?
ADNAN ÖKTEN: Sacit Bey kalmadı sanırım. Hatırlamıyorum da galiba yoktu. Gitti.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sacit Bey’in gittiğini ben duydum da.
ADANAN ÖKTEN: Evet gitti galiba. Görmedim. Hatırlamıyorum gördüğümü. Ama Mustafa Helvacı ertesi günü göründü.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sacit Bey, duyduğuma göre (sizden duymuştum o zaman). Siz soruyorsunuz. Bu bilgi doğru mu? Yine aynı şekilde kızıllığın enine yayıldığı fotoğraf gösteriyor, siz diyorsunuz ki; (Servet Bayındır’ın ifadesi); “bu fotoğrafları nerede çektiniz, saat kaçta çektiniz, o kunuda bana bilgi verir misiniz” diyorsunuz, o da hiç bir şey konuşmadan çekip Ankara’ya gidiyor.
ADNAN ÖKTEN: Kendi daha sonra bir söz aldı ama bu sorulara cevap vermedi. Gene kendi yaptığı çalışma üzerinden bir şeyler söylemeye çalıştı. Aslında yaptığı astronımik açıdan belkidoğru bir iş yapıyor. -18 derecedeki durumu tespit etmeye çalışıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ama orada astronomik çalışma yapmıyor ki. Orada bir imsak çalışması yapıyor.Bunu imsak çalışması açısından değerlendirmek lazım.
ADNAN ÖKTEN: Tabi imsak çalışması yapmıyor. Yani orada ben de Diyanet’in yetkililerine sordum., tanım verin bize yani ne arıyorsunuz? Hangi şartları arıyorsunu? İşte fecr diyorsunuz: fecr kızıllık, kızıllığı mı arıyorsunuz? Malesef cevap alamadım bu sorulara.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Arkadaşlar, bu da son derece önemli bakın. Adnan Ökten Hoca Diyanet’in Afyon’daki toplantısında sürekli soruyor, fecr nedir bi tarif edin diyor. Değil mi Adnan Hoca?
ADNAN ÖKTEN: Evet, alamadım tarifini.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Bakın fecr nedir diye tarif edin diyor, cevap yok.
ADNAN ÖKTEN: Hatırlayacaksınız iki sene önce bu ramazan başlamadan önce bir basın duyurusu yapılmıştı. Siz bilirsiniz ben ona şey gönderdim.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Evet. Bizim sitede yayınlanıyor muydu yazınız?
ADNAN ÖKTEN: Olabilir yani. Orada kurandan ayetler verip tanımlar yapıyor. Fecr tanımını. Sonra o fecr -10’larda görünmesi gerekirken -18 diyor. Yani yazdıklarında da çelişkiler vardı ama cevap alamadım mailime.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hatırladım şimdi ben onu. O zaman ben de bir cevap yazmıştım. Sitemizde yer alıyor. Çünkü bize karşı bildiri yayınlamışlardı 2 sene evvel de. Ve ben şahsen, o zaman sizinle de konuşmuştum hatırlarsınız. Ben o bildiriye cevap verirken vermesem mi acaba diyordum ama mecburen verdim. Çünkü şundan dolayı: bir Diyanet İ. Başkanlığı bu kadar mı uzmandan yoksun olur? Yazdıkları tamamen gerçek dışı bilgiler. Ayetleri söylüyorlar tamam ama verdikleri teknik bilgiler gerçek dışı. O zaman siz de aynı şeyi yazmıştınız değil mi?
ADNAN ÖKTEN: Bilgi eksikliği var. Giç gözlem yapmadıklarını da söylemişlerdi bana. Kaç kere de sordum. Siz bu gözlemi yaptınız mı dediğimde ona da cevap alamadım.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Afyon’daki toplantıya geliyorlar? Adnan Ökten Hoca diyor ki; “hiç gözlem yaptınız mı” diyor cevap yok.
ADNAN ÖKTEN:Bu gözlemlere beni de çağırmayı düşünüyorlardı. Bu gözlemler hala devam ediyor. Orada da bir şeye çağırmadılar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Neyse hayırlısı bakalım. Çok teşekkür ediyorum sağolun varolun. Allah razı olsun katkılarınızı aldık. Zaten her zaman bizimle beraber yıllardır çalışıyoruz. Her yerde beraber çalışıyoruz. Swalbard’da kar fırtınasına yakalandık biliyorsunuz. Ön tarafta 3 tane yolu açan kar arabası var ama sesimizi oraya duyuramıyoruz çünkü araba kara saplandı. Telefon yok. Yürüyemiyoruz çünkü kutup ayıları var. Orada da beraberdik. Çok teşekkür ediyorum Allah razı olsun.
Bakın gördünüz siz. Adnan Bey de hatırladı Servet Bayındır’ın. O toplantıya beni çağırmamışlardı.. Sevet Bayındır, Ali Rıza Demircan ve Adnan Ökten gitmişlerdi. Sacit Bey yine bu resmi gösteriyor, Adnan Bey diyor ki; siz -18 dereceye vurgu yaparak fecr resmi bunu göstererek -18 derecenin resmi bu olmuş oluyor ister istemez. Adnan Bey diyor ki; “bunu nerede, saat kaçta çektiniz?”. Servet Bayındır’ın ifadesi; 3 günlük toplantının ilk oturumunda Diyanet’in ekip başı olan Sacit Özdemir Afyon’u terkedip gidiyor. İşte ondan sonra da herkese her çıkana soruyor (işte az önce söyledi) ya kardeşim şu fecir nedir bir tarif edin, cevap yok. Peki fecrin ne olduğunu bilmeden 3 günlük toplantıyı niye düzenliyorsunuz orada? Ve işte bu cuma akşamı da fecrin ne olduğunu bilmeden son noktayı koymak için şey yaptılar ki o son noktayı kesin koydular bana göre. Son noktayı koydular. Bu işi yapanların kendi hayatları için son noktayı koydular. İnşallah bundan sonrası daha düzgün olur. Bu görüntü, evet fecri sadık görüntüsü ama gerçek fecri sadık olmaya bilir. Çünkü ufka belli bir süre beklediğin zaman oradaki ışıkları emip ayrıştırıyor fotoğraf. Yani gözle bu görüntüyü göremeyebilirsiniz. Ama gözle görülecek noktaya geldiği zaman bu fecri sadık görüntüsüdür. Ve de güneş ufkun en az 9 derece altındadır. En az. 8 buçuk derece de olabilir ama en az 9 derece altındadır. Onların dedikleri 18 derece değil. 18 derecede herhangi bir şeyin görünme ihtimali yok, bir. İki, bugün bir arkadaşım diyor niye kuzey böldelerini söylemiyorsunuz. 45 derece enlemin yukarısına çıktığınız zaman Diyanet -18 dereyi kullansın bakiyim oralarda. Madem -18 derede şey yapıyoruz diyorsunuz, Frankfurt’da geçen de baktım -14 dereceyi kullanıyor. Oslo’ya doğru çıkın o zaman da kaçı kullandığını baksam hemen bulurum da zaman alır. Heralde 10 dereceye falan düşürmüştür. Hani -18 diyordunuz? Hani?Ama Allah’a sonsuz şükürler olsun bizim kuran ve sünnet bir de fıtrat kaynaklı çalışmalarımızda ekvatordan kutup noktasına kadar kriter değişmiyor. Ama gerçekçi bir fecr. Size zaman zaman anlattığım bir arkadaşımız var Oslo’da lokantası olan. Bizim kutuplara gittiğiniz zamam gelip bize yemek yapan arkadaşımız. Lokantasını orda bıraktı geldi Tromso’ya. Tromso’da masrafları da kendi cebinden yapmak şartıyla bize çok güzel yemekler yaptı. Tekrar Allah razı olsun diyorum ona. Dün değil evvelki gün baktım Süleymaniye Camiine gittim orada. Hoşgeldin dedim. İşi değişmiş, turizm işine girmiş Türkiye’ye gelmiş ve o gün gidecekti geriye. 21 buçuk saat Oslo’da oruç tutuyorlardı. Bu sene kaç saat tutuyorsunuz dedim? Dedi ki 13 buçuk saat tutuyoruz. Süleymaniye Vakfı takvimine uygun olarak. Peki dedim nasıl orucunuzu bozup başlıyorsunuz? Evet dedi güneşi görüyoruz havada, iftar ediyoruz. Akşam olduğu belli diyor. Allah öyle özellikler koymuş ki. Gene güneş orada ama biz sahur yemeği yiyoruz, seher vakti olduğu belli. Niye? Elbette belli olamsı lazım. İnşallah bir müddet sonra bunun çeşitli kriterleri de ortaya çıkacak herşeyiyle yani. Allah madem diyor ki; “gecenin işaretini kaldırdım”, elbette ki onun bir takım vakitlerin işaretlerini koyacaktır. Çok şükür kuran ve sünnetten çıkardığımız ve fıtrattan çıkardığımız o kurallar çok şükür kutup noktasına kadar işliyor.
Ahmet Ek gönderdiğini de gösterelim değil mi? Bilecik Gölpazarı İmsak Gözlemi. 3:58 Diyanet’in imsakı. Tarih ne zaman bakalım. Bu sabah. Sıcağı sıcağına taptaze. Sağol Ahmet Hoca. Ahmet Ek orada din dersi hocasıydı değil mi? Haa ilk öğretimdi. Eşi de öğrermendi değil mi? O din kültürü öğretmeniydi. 3:58 hiç bir şey var mı? Seher başlangıcı 4:02. Biz niye seher başlangıcı diyoruz? Mesela 4:02’de durum bu. Seher başlangıcı dememizin sebebi şu: seher vakti denen bir vakit var. Tüm tabiatta bir uyanma var. Taa yıldızlardan başlıyor yeryüzüne kadar. Çıplak gözle baktığınız zaman bize göre küçük yıldızlar, astronomlar ona sönük yıldızlar, ışığı az olan yıldızlar diyorlar. Biz küçül gördüğümüz için küçük diyoruz. O küçük yıldızlar kaybolmaya başladığı an diyorsunuz ki artık tamam, güneş ışınları gökyüzüne gelmeye başladı. Ona seher deniyor. Arapçada seher, gündüzün ışıklarının gecenin karanlığına karışmasına deniyor. Dolayısıyla o karışma en yıkarıdan başlıyor. Taa yıldızlardan başlıyor. O andan itibaren de tabiat uyanmaya başlıyor. Bu saatte hayvanlarda uyanmayı görürsünüz. Hatta siz kendi vücudunuzda da görürsünüz. Bir hareket vardır. Vücudunuzun ısısı değişmeye başlar. O ana kadarki ısı farklıdır, o andan itibaren ısı farklıdır. Biliyorsunuz din fıtrattır. Dolayısıyla Allah’ın kuranda koyduğu seherdir, o kavramların tamamı kişinin vücut yapısıyla da yakından alakalıdır. O andan itibaren vücuda bir takım yeni yeni salgılar salınıyor ve vücut yeme ihtiyacı hasıl oluyor. İşte ona sahur yemeği deniyor. Seher-sahur aynı kökten geliyor. O saatte yemek yediğiniz zaman bilhassa şişmanlık problemi olanlar, mesela işte Dr.Hakan Ertok kardeşimizin yaptığı çalışma ki Milliyet’de yayınladık. Onu sitemizde de yayınlayalım ya unutuyoruz. Yoğunluktan ne yapacağımızı şaşırıyoruz yani. Diyor ki o anda yağlar parçalanır, şeker parçalanır yani o anda yemek yediğimiz zaman vücutta şişmanlama olmaz. Dikkat ederseniz ramazanda bir çok kimse kilo alır. Niye? Çünkü vaktinden önce yediği için vücut onu bir türlü hazmedemiyor. Hazmedemeyince yağa dönüştürüyor. Ama seher vaktinde yerse bu defa aksi, kilo kaybı söz konusu oluyor.
Şimdi devam ediyoruz. 4:02, 4:04 zaten bir şey yokmuş hızlı hızlı geçiyoruz. Fecri kazib ortaya çıkmaya başlıyor. Atlama oldu değil mi? 5:00. Bizim imsak kaçtı? Gecenin karanlığı şafağın beyazlığından ayrılıncaya kadar yiyin için. Bundan sonra bizim mealden al Ahmet. 5:03. İşte bak buluylu da olsa gözüküyor dikkat ediyor musunuz? Buradaki kızıllığı görüyorsunuz. Enlemesine. Yukarıda da beyazlık var. Burada kızıllığı gördük.
Şimdi bir başka şeye geçeceğim arkadaşlar. Ekrem Keleş’in fecri kazib diye gösterdiği resim. Şimdi burada fecri kazib diye gösterdi programın 9.dakikasında. Televizyonda bunu gösterdi, altına fecri kazib yazdı kendisi. Programın 9.dakikasında Diyor ki; “Suudi Arabistan’da çekilmiş bir fecri kazib fotğrafı”diyor. İşte diyor; “Resulullah’ın tarif ettiği gibi yukarıya doğru bir çıkış var” diyor. Aslında ben burada Ekrem Keleş’e hak veriyorum. Bizim fıkıh kitaplarından fecri kazibi bulmak çok çok zor. Yıllarca uğraştım da çok şükür hadisler var kuran var da 2 senedir fecri kazib konusunda net bilgilere ulaştık. Yani her zaman şikayet ettiğimiz o bilgi kirlenmesi malesef namaz vakitleri ile ilgili de fıkıh kitaplarında var. O da çok ciddi sıkıntı konusu. Burada diyor ki; “Suudi Arabistan’da çekilmiş olan bir fotoğraf” diyor. Fecri kazib fotoğrafı. Sacit Bey de orada konuştu. Fecri kazib diyor, zodyak ışıklarının görüntüsüdür. Zodyak dedikleri: mesela şurayı bir güneşin ekliptik düzlem diyorlar. Şöyle bir düzlem olarak kabul edin, yani dünya güneşin etrafında döndüğü kabul ediliyor ya, onun döndüğü düzleme de ekliptik düzlem diyorlar. Onun civarında bazı tozlara güneş ışıkları çarpıyor, o çarpan güneş ışıkları uzayda bir aydınlık meydana getiriyor. O ki çok nadir, gözle gözüken bir aydınlık değil. Uzay bilimciler kendi aletleriyle görüyorlar ama nadiren gözle de görünüyor. Dünyanın her yerinden gözükmez, her zaman gözükmez. Akşam alacakaranlığından sonra gözükebilir, sabah alacakaranlığından sonra gözükebilir. Buna fecri kazib demişler. Ahmet Muhtar Paşa bunu fecri kazib olarak almış. Akşamdan sonra gözükene de şafaki kazib diye yeni bir isim vermiş. Gerçekten akla zarar. Biz yıllarca bunun olmadığını anlatmaya çalıştık. Gerçi bir ara biz de buna kapılmıştık. Bu mudur diye çok uğraştık. Çünkü insanı gerçekten yanıltıyor. Burada yanlış olan şu: bu, NASA’nın sitesi. Yukarıya bakın nasagov. Şu anda NASA’nın sitesine girmiş olduk. NASA’nın sitesindeki resmi alıyor NewMexico’da çekilmiş. Halkın karşısında buna diyor ki; yakın bir zamanda Suudi Arabistan’da çekilmiştir diyor. Ne zaman çekilmiş bakın 14 Aralık 2008’de çekilmiş. Nasada hata vardır! Nasa Diyanet’ten almış olabilir! Ve burada da şey var Melcolm Park’da çekilmiş. Yok’un kuzeyindeymiş. İsimdir bj. Zodyak ışıkları.
YAHYA ŞENOL: Yeri, tarihi her şey belli. Diyanet’inki bu değilse o zaman aynı bu şekilde açıklama yapmaları lazım değil mi? Aksini iddia ediyorsa.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bunların hepsi aynen orda var.
F.ORUM: Kulelerin hepsi gözüküyor, bari onları sil!
ABDULAZİZ BAYINDIR: İşte bakın. İşte buyrun bu. Bir de şuna bakın tekrar: aynısı değil mi? Oradan aşağı iniyorum: değişti mi? Ve halka “bu fecri kazibdir” deniyor. Ondan sonra da “bize güvenin” diyorlar. Ne kadar güvenilecek bir durumda oldukları ortada değil mi? Ahlak problemi kimdeymiş? Bir ahlak problemi var mı burada arkadaşlar? Kimin? Evet bunun cevabını da ben Diyanet İşleri Başkanı’nın kendisinden bekliyorum bana ahlak problemi dediği için. Bunun cevabını lütfen versin sayın başkan. Ahlak problemi kimdeymiş.
Peki sorular var mı?
YAHYA ŞENOL: Daha çok katkı bağlamında yani pek soru değil de. Soru sadece Cübbeli’nin açıklamalarına ne diyorsunuz diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Cübbeli’ninkine açıklama denmez ya. Adamın bir ilim adamlığı yok. Bir vaiz. İnsanların hoşuna giden cümleler falan filan.
YAHYA ŞENOL: Vaiz demek hakaret sayılıyor artık. Emekli vaiz deyince ortalığı yıkıyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hayır yani burada Onu bir ilim adamı gibi muhatab alıp da cevap vermek doğru bir şey değil. Çünkü konunun hiç bir şeyini bilmiyor ki. Cübbeli konuyla ilgili herhangi bir bilgiye sahşp değil nasıl cevap verilecek. Çok yanlış olur.
YAHYA ŞENOL: Artvin’den Beyda Yıldırım yazmış: “bence Diyanet’in asıl hatası ufuk nersidir bunu bilmemesinden kaynaklanıyor. Yerden kilometrelerce yükseğe güneş ışınlarının düşmesini esas alıyorlar. Hal böyle olunca da ancak uzmanlar görür deniliyor. Ufuk neresidir bunun üzerinde durmak gerekir diye düşünüyorum”.
FATİH ORUM; Yer ile göğü ayıramayana sarhoş diyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ama çok güzel şey yapmış.
YAHYA ŞENOL: Hocam demiş şunu sorsak Diyanet’e: ramazandan bir gün önce sabah namazı vakti neoldu? Bir gün sonra 1 saatin üzerinde erken kılmaya başladınız ve Şevval’in 1’inde de aynı şeyi niye yapacaksınız?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Diyanet açısından cevap vereyim. Orada bir problem yok. Orada diyor ki; ben namazı ilk vaktinde değil de geciktirerek kıluyorum diyor. Hanefi mezhebinde bu mustehabdır diyor. Takvimle alakası yok. Takvim ramazanın başında da aynı, ramazandan önce de aynı sonra da aynı. Orada değişen bir şey yok.
YAHYA ŞENOL: Hocam herkes farklı konuşuyor demiş. Nasıl yapacağız sadece bu konuda değil her konuda. Nasıl davranmamız gerekir bu kadar farklı şey varken.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sorgulayacaksınız. Delil soracaksınız. Kuranda var mı? Resulullah’ın uygulamasında var mı? Soracaksınız. Ondan sonra da eğer yanlış bir şey ise içinize yatmaz. Tatmin oluncaya kadar sormaya devam edersiniz.
YAHYA ŞENOL: Şu astronomların yanlış beyanlarını düzeltecek bir kurum yada başkanları yok mu? Dediğiniz gibi yalan söylüyorlarsa eğer, bu astronomu işinden uzaklaştıracak bir kurum yok mu Türkiye’de demiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Namazlar da gidiyor. Sacit Bey bugün çok güzel bir şey yapmış Fatih Orum’a gönderdiği mailde. “Yatsı da sabahın tam simetriğidir, o konuda kimse çalışmıyor” demiş. Demek ki bizim çalışmalarımızdan haberi yok. Sabahleyin seher vakti, akşamleyin yatsı vaktine denk gelir. Sabahleyin fecr vakti de akşamleyin akşam namazı vaktine denk gelir. Nasıl seher vaktinin bir başlangıcı-sonu var ise yatsı namazının da bir başı ve sonu vardır. Yatsı namazı sabah namazına kadar uzatılamaz. Orada Ekrem Keleş şunu da söyledi; “efendim sabah namazı yatsının son vaktidir,mezhepler bu görüştedir” falan. Bu arkadaşlarımıza ne zamandan beri söylüyoruz. Ekrem Bey’in arapçası iyidir, kafası da iyidir. Ben bu arkadaşımdan gerçekten çok umutluydum yani. Yıllar önce İzmir’deki bir kuran mealleri sempozyumunda konuşmuştu çok hoşuma gitmişti. Ve iyi bir ilim adamı olacak diye çok umutlanmıştım. İnsan açar şu kitaplara bir bakar ya yatsı namazı sonu konusunda hadis var mı bak bakayım ya. Sonra gelen ulemanın yapmış oldukları yanlışları o mezheplerin ilk ulemasına nasıl mâl edersiniz? Orada da şöyle söylüyor; “şiada var bu sadece” derken aslında bizi şii olmakla suçluyor ekranlarda. Çünkü Türkiye’de şii olmakla suçlanmak ağır bir suçlamadır biliyorsunuz. Kardeşim şia doğruyu söylüyorsa doğrudur. Doğruyu dünyada kim söylüyorsa doğrudur. Falan adam söyledi diye yanlış mı olacak? İnanılır gibi değil gerçekten. O akşam ki gösterdikleri tavır A’dan Z’ye doğru bir şey yoktu. İsmail Bey bir hadis okudı, birincisinde hadise yanlış anlam verdi. Şu hadisi okudu. O da sevdiğim bir arkadaşımdır. Müslim’de geçen şu hadisi: “fe ekamel fecre hine şakkal fecru: Resulullah sabah namazını fecrin ilk yarıldığında kıldırdı”, “vennasu la yekadu ya’ful ba’duhum ba’dan: dedi ki; insanlardan biri diğerini tanımıyordu” diye anlam verdi. Tam ters bir mana. Ama ikinci kere okuduğunda “nerdeyse tanımıyordu” diye düzeltti. Ama “dışarıda” dedi. İşte o kabul edilebilir değil. “Mescidin dışında” dedi. Tıpkı ayette de olduğu gibi. Resulullah orada namazı mescidin dışında mı kıldırıyordu? Tabi ki mescidin içinde kıldırıyordu. “Neredeyse birbirini tanımayacak” ne demek? Birbirini tanıyordu demektir. Yanında oturanı tanıyordu demektir. Yani o ışıklar mescidin içine kadar girmiş. Tan yeri ışıkları. Ve ilk vaktinde kılıyor Resulullah sabah namazını. Neredeyse yanındakini tanıyamayacağı kadar karanlıktı demek tanımıyor mu demektir? Yine bir başka hadis var hemen arkasından. Diyor ki “kane nebiyyu(sav)yusalli subha ve ahaduna ya’lufu celisehu” Buhari’de grçen bir hadis bu. “Resulullah(sav) sabah namazını kıldırdığı zaman herkes yanında oturanı tanırdı diyor. Bu, mescidin içi. Elektrik yok, bir şey yok. Sokak lambası yok. Tan yerinin ağarması: Ondan dolayı öyle olmak zorundadır. Madem Allah yiyin için diyorsa, o fecrin olduğunu herkes sokağından da anlaması lazım. Yeme içmeye devam et diyor. Herkes evinde yiyeceğini içeceğini alıp da ufkun karşısına mı geçecek?
YAHYA ŞENOL: Bir de demiş ki Kayseri’den; “bizim alt komşumuz bulunduğumuz ilçenin müftüsü. Bunda iki yıl önce bize Diyanet’in imsak vaktinden 40-50 dakika sonraya kadar yiyip içebilirsiniz dedi. Ve kendilerinin de böyle yaptığını söylediler. Yani diyanet de kendi içinde çelişkide” demiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tabi ki Diyanet İşleri Başkanlığı derken orada birkaç kişiyi hedef alıyorum. Yoksa D.İ.Başkanlığı’nda çok yakından görüştüğümüz nice arkadaşlarımız var. Yani bunu asla kabul etmeyen çok kimseler var. Ben burada şimdi söylemiyim ispiyon gibi olmasın yani. Bunu asla kabul etmeyen çok, gerçekten mecbur kaldığı için konuşamayan yada açıklayamayan insanlar var. Ve bunların sayısı az değil.
YAHYA ŞENOL: Hayrettin Karaman’ın gazete raportajında Diyanet’e imsak konusunda güvenin, sabah namazını o vakitte kılabilirsiniz dedi diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hayrettin Hoca kusura bakmasın ama yarın şartlar değişsin, tam tersini fetva olarak ondan duyabilirsiniz.
KATILIMCI: Yeni Şafak’taki yazılarında 5-10dakika erteleyebilirsiniz diyor.
YAHYA ŞENOL; Madem olmayacak neye göre erteleyebiliyorsun. Kriteri ne ki?
ABDULAZİZ BAYINDIR; Kriter ne? Bu ne biçim bir şeydir. Hem orada namaz kılarsınız, hem 5-10 dakika daha yiyebilirsiniz! Ne yapalım her şey ortada. Büyük otorite olarak çıkarlar şeye.
YAHYA ŞENOL: Birisi de; “Konunun aktarımı konusunda şöyle bir tercihte bulunsaydınız daha iyi olurdu” diyor.”İnsanlara orucu fazla tutuyorsunuz demek yerine namazı vakti girmeden kılıyorsunuz anlatımı ile giriş yapsaydınız daha olumlu giriş olurdu kanaatindeyim. Maksat 1 saat daha tok olmak değil, vaktinde namaz kılınmalı olsaydı daha çok dikkat çekerdi”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bunu yıllardır söylüyorum, asla kabul etmiyorum söyleneni. Doğruları olduğu gibi bütün çıplaklığıyla söylemek lazım. Evet bir insan orada namazı olmuyor, yemesin kardeşim demeye hakkımız yok. Allah’ın helalını haram etmiş oluruz. Allah’ın yeek içmek helal dediği bir saatte ona vurgu yapmadığımız zaman üstü kapalı olarak haram etmiş oluruz. Çünkü bugün şöyle bir gurup da ortaya çıktı: efendim diyor imsakı diyanete göre, namazı size göre yapıyoruz. Bu asla kabul edilebilir bir şey değil. Hiç kusura bakmayın sen hiç bir şeye uymuyorsun. Sen kendi kafama uyuyorsun. Namaz vaktine kadar yeme içmeye devam edilir.2-Ya kardeşim! Evet namazı vaktinde kılmak çok önemli ama adam bir hap yutacak ya, bir su içmesi lazım. Bir dakika belki. Ona içemezsin demek namaz kılsan da olud demekten daha az birşey midir? Öne yaşayacaksın. Benim sağlığım yerinde olacak ki namazı da kılabileyim. Onun için yemeyi içmeyi hiç bir zaman hafife alamayız. Son derece önemlidir. Şu saate kadar yeme içmeye devam edeceksin. Ondan sonra da hemen namazı kılabilirsin dememiz lazım. Yada şöyle söyleyeyim; biz taraftar toplamak durumunda değiliz. Süleymaniye Vakfı’nın çok taraftarı olsun yok kardeşim. Zaten doğruları söyledinmi taraftarın olmaz. Gördünüz işte. Dün eğer Mustafa İslamoğlu Hoca’nın konuşması olmasaydı tamamen tecrit edilmiştik.