Elhamdülillahi rabbil alemin vel akibetü lil müttakin vessalatü vessalamü ala rasulina muhammedin ve ala alihi vessahbihi ecmain.
Abdülaziz Bayındır: Bu günkü seminer konumuz, müzakere konumuz İsa (a.s)’ı indirmeye, tekrar getirmeye çalışanların hedefi nedir? Biliyorsunuz, biraz sonra kendi kaynaklarından okuyacağız, yahudiler mesihin geleceği konusunda tam bir ittifak halindedirler. Ve imanlarının bir esasıdır. Yazdıkları kitapta işte “gelmesi gecikti ama yine beklerim” diye bir inanç esası olarak ifade ediyorlar. Hıristiyanlar da kendi sistemlerini İsa’nın yeniden dönüşü esası üzerine kurmuşlardır. “İsa tekrar gelecek ve işte esas kilise o zaman dünyayı cennet haline getirecektir, kilisenin misyonu o zaman tamamlanacaktır” diyorlar. Aynı inancı maalesef tabii müslümanlarda da görüyoruz. Bununla ilgili Kur’an’ı Kerim’de ayetlerin bir kısmını alıp, bir kısmını almamak suretiyle yapılan bir çalışma var. Bunu Kur’an’ı Kerim’e söyletmeye çalışanlar var. Bazıları da şunu söylüyorlar mesela Suudi Arabistan’ın merhum alimlerinden İbni Bas diyor ki: Kur’an’ı Kerim’de öyle bir şey yoktur ama hadislerde vardır. Kim ki İsa’nın tekrar gelmeyeceğini söylüyorsa kafir olur ve öldürülmesi vacip olur diyor. Bu derece de ağır bir yaptırım ifade eden cümleleri söylüyorlar.
Abdülaziz Bayındır: Türkiye’de de maalesef çok geniş bir kesim İsa’nın tekrar geleceğine inanır. İşte bazı cemaatler buna inanırlar, bazı tarikatlar buna inanırlar. Hatta öylesine temel alınmıştır ki bu, İsa’nın gelmeyeceğini onlara inandırırsanız, cemaatleri de kalmaz, tarikatları da kalmaz. Aslında Türkiye’deki cemaat ve tarikatları İsa’dan daha çok Mehdi inancı ilgilendirmektedir. Çünkü inanılıyor ki, Mehdi imam olacak, İsa ona tabi olacak. Dolayısıyla hiç kimse arkada kalmak istemiyor. Yani İsa olmak isteyen pek yok. Mehdi olup İsa’ya namaz kıldırmak isteyenler var. Bu da oldukça yaygındır. Mehdi inancı da bütün inançlar, bütün dinlerde olan inançtır. Asıl kaynağı, yani bize geçiş yeri zerdüşlüktür, oradan geçmiştir. Şimdi biraz sonra bütün bunların Kur’an’ı Kerim’deki temel kaynaklarını göreceğiz.
Abdülaziz Bayındır: Yani ne kadar Peygamber gelmişse bunların tamamı gelecek Peygambere inanma göreviyle kendi tabilerini görevlendirmişler. Çünkü Allahu Teala onlardan böyle kesin söz almış ve kitaplarına bunu yazmış. Dolayısıyla işte zerdüşler de temelde bir peygambere dayanıyorlar. Mesela Kur’an’ı Kerim Hac Suresinin 13. ayeti miydi? Zerdüşlerin de ondan sonra sabiilerin de ehli kitaptan olduğunu ifade ediyor, ehli kitap katogorisine sokuyor. Yani o sınıfa onu dahil ediyor. Yani bir tarafta yeni gelecek peygambere inanma olayı mehdilik olarak ortaya çıkarıyor. Kaç?
Yahya Şenol: Onyedi.
Abdülaziz Bayındır: 17. ayet. 22. sure 17. ayet. Bir tarafta Mehdi diye ortaya çıkarılıyor, bir tarafda da İsa diye ortaya çıkarılıyor. Aslında İsa değil de Mesih kelimesi kullanıldığı zaman hıristiyanlıkla yahudilik ittifak etmiş oluyor bu Mesih kelimesinde. Mesih kelimesi Kur’an’ı Kerim’de de geçtiği için buna inanan gruplar da ittifak ediyor. İşin çok daha garip tarafı ehli sünnetin inanç sisteminde yer alıyor. Mesela “ve nuzulü isa hakkun” diye geçer. Yani İsa’nın tekrar gelecek olması haktır, gerçektir, yani biz buna inanırız. Bir inanç esası olarak ehli sünnet inancı içerisinde bu da geçiyor.
Abdülaziz Bayındır: Şimdi bu kadar mühim bir konu ve hedef ne? Hedef şu aslında, onu da netice de göreceğiz ama en başta söyleyeyim. Yani insan bir protez ortaya atar, arkasından da ispat etmeye çalışır. Asıl hedef, Muhammed (s.a.v.)’in son peygamber olmamasıdır. Çünkü yahudiler Muhammed (a.s.)’a inanmadılar. Kitaplarında da O’na inanmaları gerektiğine dair ayetler var. O zaman Muhammed yerine bir başka isim koyma mecburiyeti, çünkü yahudilere bir şey göstermesi lazım hahamların. Onun için onun yerine mesih kelimesini kullanıyorlar. E İsa (a.s.)’a da inanmadılar. O gelecek diyorlar, bekliyoruz. Gelmesi de gecikti diyorlar. Niye gecikti? Çünkü kitaplarında yazılan süre çoktan geçti. Aynı şekilde hıristiyanların kitaplarında, yani İncil’de ve yine onların inandıklarını söyledikleri Tevrat’ta Muhammed (a.s.)’ın tekrar geleceği yazılı. Ben gitmezsem o gelmez diye çok açık ifadeler olmasına rağmen İsa (a.s.)’ı tekrar getirme arzusu var.
Abdülaziz Bayındır: Bir de burada şu var, o da son derece önemlidir. Son gelecek peygamberin dünya hakimiyetini yani bütün dünyaya hakim olacağını önceki dinlerin hepsi biliyor. Şimdi tüm dünyaya hakim olma konusunda onlara verilmiş olan da bir söz var. Bu da onların iştahlarını fena halde kabartıyor. Bu Muhammed (a.s.) olursa sistemleri tamamen bozuluyor. Onun için hakimiyetin kendi hayallerindeki bir peygamber tarafından gerçekleşmesi esas oluyor. İşte ilginç olanı, müslümanların da bu propagandaya kapılmış olmasıdır. Bu da Peygamber Efendimiz’in bir hadisi şerifinin gerçekleştiğini gösteriyor. Yani “sizden öncekilerin yollarına karış karış, adım adım tabi olacaksınız onlar bir kertenkele deliğine girse siz de gireceksiniz. Yahudi ve hıristiyanlar mı ya rasulallah diye sorulduğunda, ya kim olacak” diyor.
Abdülaziz Bayındır: Şimdi biz bakıyoruz ki bu gün bizim, mesela ben kendi açımdan söyleyeyim. İmam hatip okulunda, İslami ilimler fakültesinde öğrenmiş olduğum din, İstanbul Müftülüğü’nde yıllarca fetva vermiş olduğum din aslında Allah’ın indirdiği, Kur’an ve sünnette belirtilen dine son derece uzak. Ondan bir takım ögeler taşıyan ama Peygamberimiz’in hasinde belirtildiği gibi ana yolundan kaymış olan bir din. Yani yüzde altmışın üzerinde maalesef çok ciddi kaymalar var. O kaymalardan bir tanesi de bu. Şimdi böyle bir sahada söz söylemek kolay değil. Şimdi insanlar iki gruba ayrılıyor, birisi ben yalnız Allah’ın kuluyum diyor, Allah ne demişse, Peygamber ne demişse ben onu söylerim diyor. Biz o gruptan olmaya gayret ediyoruz. Bir taraf da var, diyor ki, tamam Allah ne demişse, Peygamber ne demişse baş üstüne. Ama e şartlar da var, e şey yapalım, fincancı katırlarını ürkütmeden bunu söyleyelim. Onlar da hiç bir zaman söyleyemiyorlar. O zaman mutlaka bir eğrilik meydana geliyor dinde. E tabii onlar büyük ölçüde gelenekten yana oldukları için destek bulabiliyorlar. İşte bizim gibiler şey yapıyor, dışlanıyor toplumdan falan ama burada ben asla destek bulamıyoruz kelimesini hiç bir zaman söylemiyorum. Biz aslında çok çok daha büyük bir destek buluyoruz. Allah’a hamdu senalar olsun, gerçekten son derece güçlüyüz, son derece kuvvetliyiz. Bizim karşımızdakilerin dayanma şansları yok. Sayılar ne kadar çok olursa olsun, kurumları ne kadar büyük olursa olsun, arkalarında ne kadar güçlü şeyler olursa olsun, Cenabı Hak’ka dayanıp güvenen kadar güçlü birisi olamaz. Şimdi bu girişten sonra ben size ilgili ayetleri okumaya çalışayım.
Abdülaziz Bayındır: Ali İmran Suresinin 81. ayetini lütfen açalım. Burada Allahu Teala şöyle buyuruyor. “Esteuzubillah. Ve iz ehazellahü mısakan nebiyyın, Allah nebilerin kesin sözünü aldı, nebilerden kesin söz aldı. Lema ateytüküm min kitabiv ve hıkmeh, size bir kitap ve hikmet veririm de.” Ki biz Enam Suresinden biliyoruz ki Allah’ın kitap vermediği, hikmet vermediği bir tek nebi yok. Kaç tane nebi varsa ki sayılarını bilmiyoruz. Onların her birisinin getirdiği kitap var, kitapla birlikte hikmet var. Onun da sayısını bilmiyoruz. “Size kitap ve hikmet veririm de, sümme caeküm rasulüm, sonra bir rasul gelir size, müsaddikul lima meaküm, sizinle beraber olanı tastik eden bir rasul.” Evet mesela şimdi İncil Allah’ın kitabıdır, Tevrat Allah’ın kitabıdır diyen kişiler gittiği zaman onu tastik etmiş oluyor. “Le tü’minünne bihı ve le tensurunneh, siz o gelen rasule mutlaka inanacaksınız ve mutlaka ona yardımcı olacaksınız. Kale e akrartüm,” Cenabı Hak şöyle buyurdu: “Kabul ettiniz mi? Ve ehaztüm ala zaliküm ısrı, buna karşılık benim ısrımı aldınız mı?” “Isr” söz alma, taahhüt ve çok ağır bir söz oluyor. Yani taşınması çok zor olan bir yük. Allah’a karşı verilmiş bir söz, bir taahhüt oluyor. “Kalu akrarna, dediler ki evet ikrar ettik. Kale feşhedu,” Allahu Teala buyurdu ki: “Şahit olun. Ve ene meaküm mineş şahidın, ben de sizinle birlikte şahitlerdenim. Fe men tevella ba’de zalike, kim bundan sonra yüz çevirirse.” Yani o rasul geldiği halde inanmazsa “fe ülaike hümül fasikun, bunlar yoldan çıkmış insanlardır.”
Abdülaziz Bayındır: Şimdi burada bir “ve ehaztüm ala zaliküm ısrı” diyor Allahu Teala. “Bu konuda benim ısrımı aldınız mı?” Çok ağır yükümü, taahhüdümü üslendiniz mi diyor. Onlar da evet diyorlar. Şimdi burada bir şey akla gelir. Allah nebilerden söz almış. O nebiler hayatta iken ikinci bir nebi gelince mi ona inanacaklar? Yoksa nebi vefat etmiş olduğu halde, mesela İsa (a.s.) ve Musa (a.s.). Tevrat’ta ve İncil’de Muhammed (a.s.)’a inanma mecburiyeti var. Vefat ettiği halde bu “ısr” hala devam ediyor mu? Yani “ısr” kelimesi burada son derece önemli. “Ve ehaztüm ala zaliküm ısrı. Benim ısr,” ısr yani “o taahhüdümü aldınız mı” diyor. Şimdi bunun için de bakalım Cenabı Hak ne diyor?
Abdülaziz Bayındır: Her defasında tekrar etmekten bıkmadığımız ama mutlaka tekrar etmemiz gereken bir husus var. Ve bizim İslam ulemasındaki dağınıklık, ana caddeden çıkmanın tek sebebi, Kur’an ayetlerini kendilerinin açıklamaya kalkmalarıdır. Halbuki Kur’an’ı Kerim’i Allahu Teala kendisi açıklar. Peygamberimiz (s.a.v.) de dahil. Bak tekrar ediyorum. Peygamberimiz de dahil. Allah hiç kimseye Kur’an’ı Kerim’i açıklama yetkisini vermemiştir. Ama bizimkiler kendileri açıkladığı için önce Peygamberimiz’e o yetkiyi veriyorlar ki kendileri de bir yetki gelmiş olsun. Öyle kendileri açıklamaya kalkınca da işin içinden çıkamıyorlar maalesef. Ve her şeyi bir birine karıştırıyorlar. Ortaya bir hilkat garibesi bir din çıkıyor ve bu Allah’ın dininden başka her şeye benziyor. Maalesf!
Abdülaziz Bayındır: Şimdi bu ayeti, bak mesela bu “ısr” ne? Aceba Peygamber’in hayatındayken mi oluyor yoksa daha sonra da oluyor mu? Bir takım sorular var. Şimdi bunu Araf Suresinin 157. ayetini açarak anlamaya çalışalım. 7. sure, 157. ayet. Şimdi burada Allahu Teala şöyle diyor:
Abdülaziz Bayındır: “Ellezıne yettebiuner rasulen nebiyyel ümmiyye, bu ümmi rasule tabi olanlar.” Yani nebi olan rasul diyor. Hem nebi hem rasul Muhammed (s.a.v.). Geçen hafta zaten bu konu üzerinde durmuştuk geniş, geniş. Tekrar durmaya lüzum yok. Nebi nedir, rasul nedir, öğrenmek isteyenler geçen haftaki nebi ve rasul sohbetini takip edebilirler. “Ümmi olan rasule uyan, ellezi, öyle bir ümmi rasul ki, yecidunehu, onu bulurlar, mektuben ındehüm, yanlarında yazılı bulurlar.” Nerede yazılı? “Fit tevrati vel incıl, Tevrat ve İncil’de yazılı bulurlar.” O zaman bu rasulün Musa (a.s.) ya da İsa (a.s.) hayattayken gelmesi gerekiyor mu? Gerekmiyor. “Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı bulurlar.” O zaman bu rasul kim? Muhammed (s.a.v.). Muhammed (a.s.) geldiği zaman İsa (a.s.)’ın peygamberliği üzerinden yedi asır geçmişti değil mi? Altı asır bitmişti, yedinci asrın içindeydik.
Abdülaziz Bayındır: Şimdi yanlarında yazılı buldukları, “yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı bulurları şeye uyanlar.” Bakın yanlarındaki Tevrat ve İncil meselesi de çok önemlidir muhterem arkadaşlar. Bu da son derece önemli bir şeydir. Çünkü iki tane Tevrat ve İncil var. Birisi onların yanlarında olan Tevrat ve İncil, diğeri de bize gösterdikleri Tevrat ve İncil. İkisi bir birinden farklı. Biri kendi yanlarında olan Tevrat ve İncil, biri bize gösterdikleri Tevrat ve İncil. Onu da Maide 15. ayetten rahatlıkla öğrenebiliriz. Çünkü bir çokları bu konuda yani Kur’an üzerinde yeterince çalışmadıkları için bu konuları anlamakta zorluk çekiyorlar. O açıdan söylemekte fayda var. Bak diyor ki Allahu Teala:
Abdülaziz Bayındır: “Ya ehlel kitab, ey ehli kitap.” Yani yahudi ve hıristiyanlar. “Kad caeküm rasulüna, size rasulümüz geldi.” Şimdi öbürüne ne diyordu? Ali İmran 81’de? Sizdeki kitap ve hikmeti tastik eden bir rasul gelirse diyor. Burada ne diyor? Geldi. “Kad caeküm rasulüna, size elçimiz geldi.” Size elçimiz geldi. “Yübeyyinü leküm, sizin için ortaya çıkarıyor.” Açığa çıkarıyor. “Kesıram mimma küntüm tuhfune minel kitab, o kitaptan, elinizdeki Tevrat ve incil’den gizlediğiniz bir çok şeyi ortaya çıkarıyor.” Ne demek? Onun için yanlarındaki Tevrat, İncil başka, bize gösterdikleri başka. “Sizin yanınızdaki Tevrat ve İncil’den gizlediğiniz bir çok şeyi açığa çıkarıyor, ve ya’fu an kesır, bir kısmını da affediyor.” Yani hiç ortaya çıkarmıyor, kaybediyor. “Kad caeküm minellahi nuruv ve kitabüm mübın, size Allah’tan bir nur ve kitabı mübin geldi.”
Abdülaziz Bayındır: Şimdi o sözünü aldığı rasulün geldiğini de bildiriyor mu Allah burada açıkça? İşte buradan, onun için “indehum” meselesine açıklık getirmek gerekir. Onu da şey yaptım. Tekrar yine aynı ayete dönüyoruz. Araf Suresi 157. ayette diyor ki Allahu Teala, bende 170. sayfada:
Abdülaziz Bayındır: “Ellezıne yettebiuner rasulen nebiyyel ümmiyye, bu ümmi rasule tabi olan, ellezı yecidune mektuben ındehüm fit tevrati vel incıl, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı.” Bize gösterdikleri Tevrat ve İncil’de yazılı olmayabilir. Çünkü onların sorumluluğu Cenabı Hak’ka. Allah onların neyi bilip neyi bilmediklerini gayet iyi biliyor. Bizden saklayabilirler. Kaldı ki biz bu günkü Tevrat ve İncil’de de bunu görüyoruz. Şimdi biraz sonra arkadaşlarımız ilgili yerlerden bazı parçalar okuyacaklar. “Ye’müruhüm bil ma’rufi ve yenhahüm anil münker, bu nebi-rasul onlara marufu emrediyor, münkerden onları yasaklıyor.” Yani evransel doğruları, maruf o. Herkesin doğru diyeceği şeyi anlatıyor, herkesin kötü diyeceği şeyi de yasaklıyor. “Ve yühıllü lehümüt tayyibati ve yüharrimü aleyhimül habais, onlar için temiz olan şeyleri helal, pis olan şeyleri haram kılıyor.” Geçen hafta burada anlatılmıştı. Rasul kendi sözünü söyleyen değil, kendini gönderenin sözünü söyleyendir. Dolayısıyla haram kılan rasul değildir aslında, mürsildir, onu gönderendir haram kılan.
Abdülaziz Bayındır: Buraya lütfen çok dikkat edelim! “Ve yedau anhüm ısrahüm, onlardan ısrlarını kaldırıyor.” Bakın öbür şeyde, Ali İmran 81’de ne dedi? “Ve ehaztüm ala zaliküm ısrı, buna benim ısrımı aldınız mı” diyor. “Isr” kelimesi çok önemli. Yani kesin taahhüt, ben size bir görev yüklüyorum. Bakın bu görev gelecek peygambere inanma görevidir. Pekiyi gelecek peygamber geldi ve inandınız. Görev tamamlandı mı? Tamamlandı mı? Ne dersin?
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Abdülaziz Bayındır: E tamam, yani gelecek peygambere inanacaksınız diye söz alındı, peygamber geldi ve inandılar. Görev tamamlandı mı? Görev tamamlandıysa artık “ısr” da kalktı. “Ve yedau anhüm ısrahüm, onlardan ısrlarını kaldıracak.” Yani “ısr,” yani gelecek peygambere inanma görevi bitecek. Niye bitecek? Çünkü artık nebilik bitti. Muhammed, hatemül enbiya. Nebilik bittiği için artık bundan sonra gelecek nebi yok. Daha “ısr” görevi yok. Gelecek nebiye inanma görevi bitti.
Abdülaziz Bayındır: Şimdi burada soru şu: Yahudi ve hıristiyanlar, mesela Abdullah İbni Selam bir yahudi alimiyken müslüman oldu. Müslüman olduktan sonra onunla Hz. Ömer arasında mü’min olarak bir fark var mı? Hayır. Dolayısıyla onda nasıl “ısr” görevi kalmadıysa Hz. Ömer’de de yok değil mi? Dolayısıyla bizde de yok. Bizim üzerimizde asıl o “ısr” yok. Ne zaman kadar vardı? Bizim Peygamberimiz gelene kadar. Şu anda bu “ısr” görevi bu günkü yahudilerde, hıristiyanlarda var, bu anda bu görev bu günkü zerdüşlerde var, bu günkü budistlerde var, hepsinde var. Ama bizde yok. Çünkü biz o son Peygamber’e inandık. Pekiyi olmadığını, hatta bu ayeti bitireyim ben, bittikten sonra devam edelim.
Abdülaziz Bayındır: “Ve yedau anhüm ısrahüm vel ağlalelletı kanet aleyhim, üzerlerindeki o buhağıları, o kelepçeleri de kaldırıyor.” Nedir o kelepçeler? Şimdi siz yeni bir peygamber beklentisi içerisindesiniz, falan yerden birisi ben peygamberim diye çıkıyor. Aceba o mu? Bu sizi bağlıyor. Filan yerde birisi diyor, benim. O mu? Şimdi bakın, bizim şu yaşadığımız kısa hayatta kaç tane İsa, kaç tane Mehdi çıkıyor her gün? Siz buna inandığınızı düşünün! Ne hale gelirsiniz! Aceba o mu, aceba bu mu? İşte bu bir ağla, insanı bağlıyor. Ayak bağı oluyor yani kişiye. Onu da kaldırıp atıyor bu Peygamber. Bitti artık, Muhammed (a.s.)’a inandınız, “ısr” görevi yok, artık sizi bağlayan bir şey yok. Daha sizi hiç bir şey bağlayamaz, yürüyün gidin. “fellezıne amenu bihı, kim ki bu Peygamber’e inanırsa.” Şimdi bazıları da çıkmış bu gün, çok büyük bir cemaat diyor ki: “Yahudi ve hıristiyanların müslüman olması gerekmez, Muhammed Allah’ın peygamberidir desin, biz de onlara müslüman deriz.” Güzel de bu yepyeni bir din olur. Bu Allah’ın dini olmaz ki. Bu başka bir din olur. Bu bam başka bir din olur. İsevi müslümanlar diye bir terim ortaya atıyorlar. Bu Allah’ın dini olmaz. Neden olmaz? Neden olmaz? Bak diyor ki Allahu Teala: “Fellezıne amenu bihı.” Yani o yahudi ve hıristiyanlar için. “Kim ki bu son Peygamber’e inanır.” Burada kalsa, tamam diyebilirsiniz. Ama öyle demiyor. “Ve azzeruhü, ona destek verir.” Burada da kalmıyor. “Ve nesaruhü, ona yardım eder, vetteveun nurallezı ünzile meahu, onunla birlikte indirilmiş nura uyar.” Yani Kur’an’ı Kerim’e uyar. O zaman artık daha buna isevi falan, bir başka isim verilir mi? Artık müslüman olmuştur. “Ülaike hümül müflihun, işte kurtulanlar onlardır.”
Abdülaziz Bayındır: Dolayısıyla müslüman diyecekseniz, onlara ancak diyebilirsiniz. Başkasına diyemezsiniz. Kim bunlar? Peygambere inanan, onu destekliyen, ona yardımcı olan ve onunla birlikte olan nura, Kur’an’a uyan. Kur’an’a uydu mu namaz da kılacak, zekat da verecek, hacca da gidecek, ben ne yapıyorsam aynısını yapmak zorunda. Evet.
Abdülaziz Bayındır: Şimdi burada o “ısr” kelimesi üzerinde duralım. Bizde “ısr” var mı? Cenabı Hak o “ısr”ı bize yüklemediği belli. Yani sizin üzerinizden “ısr”ı kaldırayım dedikten sonra, yahudi Peygamberimiz’e inanınca “ısr” yok, hıristiyan inanınca “ısr” yok. Öyleyse bizde var mı? İnanınca benimle aynı oluyor onlar. O zaman Muhammed ümmetinde böyle bir görev yok. Böyle bir görevin olmadığını Cenabı Hak bir başka şekilde tekrar bize, bizim zihnimize yerleştiriyor ve sürekli de zihnimizi hazır tutuyor. O da Bakara Suresinin son ayetinde.
Abdülaziz Bayındır: Bakın burada diyor ki Allahu Teala: “La yükellifüllahü nefsen illa vüs’aha. Allah hiç kimseyi gücünün üstünde bir sorumlulukla sorumlu tutmaz.” Kimseye gücünün üstünde bir yük yüklemez. “Leha ma kesebet ve aleyha mektesebet, bir kısım kazançları lehine bir kısım kazançları da aleyhinedir.” Yani kişinin en büyük dostu kendisidir, en büyük düşmanı da kendisidir. Ne yaparsa kendisine yapar. Şimdi Cenabı Hak burada kuralını koydu. Allah kimseye gücünün üstünde yük yüklemez. Tamam, ondan sonra da bize dua ettiriyor. Bu duayla Allah’ın bize koyduğu bu kuralı sürekli zihnimizde hazır tutmamızı öğretmiş oluyor aslında. nedir o duası?
Abdülaziz Bayındır: “Rabbena la tüahızna in nesına ev ahta’na, ya rabbi unutursak ya da hata edersek bizi sorumlu tutma.” Pekiyi unutma, bir insanın unutmama diye bir lüksü var mıdır? Böyle bir şey var mı? O insansa unutur. O zaman gücünün üstünde değil mi bu? Yani unutmama ya da hata etmeme diye bir lüksü var mı? Bu da şeyin altına girmiyor mu? Allah kimseyi gücünün üstünde bir görevle yüklemez’in kapsamına girmiyor mu? Giriyor ama Allah bu duayı da bize yaptırarak sürekli zihnimizi bu konuda uyanık tutuyor. Bak, yani senin hatanı, unuttuğun şeyi senden sormayacak diye.
Abdülaziz Bayındır: Ondan sonra “Ve la tahmil aleyna ısran kema hameltehu alellezıne min kablina. Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize ısrı yükleme.” Bizden öncekilere yüklediğin “ısr”ı yani bize yükleme. Bizden öncekilere yüklediği “ısr” neydi? Gelecek peygambere inanma görevi. Bunu bize zaten yüklememiş ama “ve yedau anhüm” dediği için. Ama oradan belki anlamayabilirsiniz. Buradan bir daha.
Abdülaziz Bayındır: Şimdi bizde bir “ısr” varmıymış? Yok. Bunu da dua ettirerek bize sürekli zihnimizi uyanık tutuyor bu konuda. Sizin “ısr” göreviniz yoktur. Ondan sonra “Rabbena ve la tühammilna ma la takate lena bih, yarabbi takatımızın üstünde bir yük de bize yükleme” diyor. O zaman bazıları şöyle, bakayım nasıl tercüme etmişler? Maalesef bu “ısr” kelimesi üzerinde şurada size, burada durduğumuz gibi duran birisi yok. Ama “ısr”ın Ali İmran Suresindeki 81’deki “ısr”ın, Allah’ın aldığı bir taahhüt olduğunu söylüyorlar. Bunu büyük müfessirler söylüyor yani. Taberi tefsirinde bu var. İbni Abbas söylüyor, Mücahit söylüyor, şimdi şu anda aklımda ama çok sayıda müfessir söylüyor bunu. Bakayım bir dakika şurada yazmıştık. Hah, Mücahit, İbni Abbas, Sütti, İbni Cüreyc, Dahhak, Er Rabi, başka? Evet bütün bunlar buradaki o Ali İmran’daki “ısr”ın gelecek bir peygambere inanmak olduğunu ifade ediyorlar. Ama Bakara’daki “ısr”a geldiği zaman burada artık gevşetenler oluyor.
Abdülaziz Bayındır: Şimdi şu elimdeki Hasan basri Çantay’ın meali, bir bakayım kim nasıl şey yapmış? Bakın, “ey rabbimiz bizden önceki ümmetlere yüklediğin gibi üstümüze ağır bir yük yükleme.” Tamam, ağır yük yükleme. Ondan sonra, “ey rabbimiz takat getiremeyeceğimizi bize taşıtma.” İkisinin bir birinden farkı var mı? Var mı? Bak, bize ağır bir yük yükleme, ağır yük yüklemekle takat getiremeyeceğimiz yük arasında bir fark var mı?
Katılımcı: Aynı şey.
Abdülaziz Bayındır: Aynı şey. O zaman niye Cenabı Hak bunu tekrarlasın ki? Halbuki o Kur’an’ı Kerim’deki ayetlerin birbirini açıklaması prensibi ki o Allah’ın koyduğu prensiptir. Ondan dışarı çıkmaya hiç kimsenin yetkisi yoktur. Çünkü diyor ki Allahu Teala: “Esteuzubillah, kitabün uhkimet ayatühu sümme füssılet mil ledün hakımin habır. Bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmış, sonra hakim ve habir tarafından açıklanmıştır.” Niye? “Ella ta’büdu illellah, Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye.” (Hud 11/1-2). İşte siz burada “ısr” kelimesini Allah’ın açıkladığı gibi açıklamazsanız ümmeti Muhammed’in sırtına Mehdi inancını da yüklersiniz, İsa’nın tekrar geleceği inancını da. Bir “ısr” yüklersiniz. Hakbuki bu “ısr,” efendim ondan sonra Kur’an’ı Kerim’de bu yok, bu gün kesin olarak göreceğiz. Kur’an’ı Kerim’e göre İsa (a.s.)’ın gelmesinin en küçük, milyarda bir ihtimali yok. Milyarda bir ihtimali yok. Ama gelecek diyenlerin ısrarla almadıkları ayetler var. Çünkü ayetleri alırlarsa sistemleri çöküyor maalesef. Şimdi, onu bu gün inşaallah bütün detayları ile ortaya koyacağız, Allah nasip ederse. Ama “ısr” kelimesi de son derece mühim. Siz niye bunun üzerinde durmuyorsunuz? Ayetlerde açık değil mi? Siz buna ağır yük diyorsunuz, zaten ağır yük yükler diye bir ayet var zaten hemen yanı başında. Bak, “ısran kema hameltehu alellezıne min kablina, bizden öncekilere yüklediğin ısr.” Öncekilere yüklediği “ısr” Ali İmran 81’de geçmiyor mu? “Esteuzubillah. Ve iz ehazellahü mısakan nebiyyın, bütün nebilerin, nebilerden söz almış. Lema ateytüküm min kitabiv ve hıkmeh, size bir kitap ve hikmet veririm de. Sümme caeküm rasulüm müsaddikul lima meaküm, sizinle beraber olanı tastik eden bir rasul gelirse, le tü’minünne bihı, ona mutlaka inanacaksınız, ve le tensurunneh, ve ona yardım edeceksiniz. Kale e akrartüm ve ehaztüm ala zaliküm ısrı, kabul edip de buna ısrımı aldınız mı” diyor. Şimdi işte bu “ısr” o. Öncekilere yüklediği “ısr.” Bütün hepsine yüklediğinin Kur’an’ı Kerim’de delili var mı? Pekiyi o ağır yük dediklerinin delili var mı? Yok. Hayali bir takım şeyler söylüyorlar. Hayali bir takım ifadeler kullanıyorlar. Bak sen şuradan onu bulabilirsin, ne dediklerini, ben şurada yazmıştım. Vakit de kaybetmeyelim, ister şuradan bir bak. Az aşağısında.
Abdülaziz Bayındır: Şimdi demek ki, ve o “ısr,” şimdi diyorlar ki bu gün, Kur’an’ı Kerim’de yoktur diyor epey bir çoğunluk bunu söylüyor. Ama mütevatir hadislerde vardır diyor. Kardeşim, Allah bu “ısr”ı kitaplara koymuş. Tavrat’a koymuş, İncil’e koymuş ve bütün kitaplara koymuş. Ve nebilerden almış bu sözü. Yani onun için ne dedi o şeyde Araf 157’de? “Ellezı yecidune mektuben ındehüm fit tevrati vel incıl, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı olarak bulacaklar.” Dolayısıyla çok açık ve net. Ondan dolayı İsa (a.s.) ne diyor şeyde, Saf Suresini açarsak orada çok net bir şekilde göreceğiz. 61. sure olması lazım.
Katılımcı: “El emrumustakil.”
Abdülaziz Bayındır: “El emrumustakil.” Pekiyi açıklaması ne?
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Abdülaziz Bayındır: Bak, öncekileri maymuna ve domuza çevirdiğin gibi bizi de çevirme diye mana veriyorlarmış “ısr” kelimesine. Allahu Teala, maymuna ve domuza çevirdim dediği bir tek kim? İsrailoğulları. Ama öncekiler sadece onlar mı? Adem (a.s.)’dan Muhammed (a.s.)’a kadar hepsi dahil olmaz mı öncekiler sözüne? Kendi kafalarına göre mana verince, kendi kafalarına göre şey yapıyorlar. İşte bu ne oluyor arkadaşlar? Bu ulemanın kendisini Allah’ın yerine koyması oluyor. Çok ağır bir söz mü? Evet ağır söz, bu sözü ben söylemiyorum ki Allah’ın sözü bu. “Ella ta’budu illallah” diyen O. Açıklamayı ben yapıyorum ki Allah’tan başkasına kul olmayasınız. İşte bu tarafa saptıkları zaman ortaya bir “ve nuzuli İsa hakkun” diye bir yeni bir inanç ortaya çıkıyor müslümanlar için. Allah’ın koymadığı bir inancı kitaplara yerleştirebiliyorlar. Niye? Kur’an’ı Allah açıklamıyor, ulema açıklıyor. Ondan dolayı bu. Allah kimseye bu yetkiyi vermemiştir.
Abdülaziz Bayındır: Evet kaçıncı sayfada Yahya?
Yahya Şenol: Benim elimdeki mealde 553. Saf Suresi 6. ayet.
Abdülaziz Bayındır: Saf Suresinin 6. ayeti. Bende 552, sende 553. Bakın İsa (a.s.) ne diyor? Yani o kadar açık ve net ifade ki bu. İşte Tevrat’ta ve İncil’de, bu günkü Tevrat’ta ve İncil’de de var. Biraz sonra okuyacağız onları da. Yani diğer kitaplarında değil onlar. Bize de böyle bir görev yüklenseydi nerede olması gerekirdi? Kur’an’da ve çok açık olması lazım. İsmini bile söylüyor, benden sonra gelecek diyor. Bak diyor, şurada bak ne diyor?
Abdülaziz Bayındır: “Esteuzubillah, ve iz kale ‘ıysebnu meryem, Meryem oğlu İsa bir gün şöyle dedi. Ya beniy israiyle inniy resulullahi ileykum, ben Allah’ın size gönderdiği elçiyim. Musaddikan lima beyne yedeyye minettevrah, benden önce olan Tevrat’ı tastik eden bir elçiyim. Ve mubeşşiren, müjde veren bir elçiyim, biresulin ye’tiy min ba’diy, benden sonra gelen bir elçiyi müjde veriyorum.” Benden sonra. İsa ölmedi diyenlere ne diyeceksiniz? Ondan sonra bir elçi olur mu o zaman? O zaman bir tane daha gelmesi lazım. “Benden sonra gelen bir elçiyi müjde vermek üzere geliyorum. Ye’tiy min ba’diy, benden sonra gelecek, ismuhu ahmed, adı da Ahmed’dir” diyor. Şeyde “Paraklit” diye geçiyor, şeylerde biliyorsunuz. “Felemma caehum bilbeyyinat, ne zaman ki Muhammed (a.s.) onlara açık belgelerle geldi,” Yani yanlarındaki kitap ve hikmeti tastik eden şekilde geldi. “Kalu haza sıhrun mubiyn, dediler ki bu açık bir sihirsir.”
Abdülaziz Bayındır: Şimdi bu girişten sonra hemen şey yapalım, isterseniz önceki kitaplarda Muhammed (s.a.v.)’in geleceğini müjdeleyen ifadeleri okuyalım.
Fatih Orum: Tam o bıraktığınız yerden isterseniz ben İnci’de geçen ifadeleri okuyayım hocam.
Abdülaziz Bayındır: Tamam, işte onu söylüyorum evet.
Fatih Orum: Yuhanna’da geçiyor: “Eğer beni seviyorsanız emirlerimi gözetirsiniz. Ben de Allah’a yalvaracağım ve O size başka bir Faraklit gönderecektir. Faraklit öyle bir hakikat ruhudur ki Rab O’nu benim isminle gönderecektir. O size her şeyi öğretecek ve benim size söylediklerimi de tekrar hatırlatacaktır.”
Abdülaziz Bayındır: Benim isminle dediği, yani rasul olarak gönderecektir. Rasul ve nebi olarak, evet!
Fatih Orum: “Faraklit geldiğinde benim için şahitlik edecektir ve siz de bana şahitlik edersiniz. Ben size hakkı söylüyorum. Benim gitmem sizin için hayırlıdır. Çünkü ben gitmezsem Faraklit size gelmez. Ama ben gidersem O’nu size gönderirim. Faraklit geldiğinde bütün alemi hataları sebebiyle kınar ve onları terbiye eder. Günah konusunda çünkü bana iman etmezler, doğrukluk konusunda çünkü Allah’a gidiyorum ve artık beni göremezsiniz.”
Abdülaziz Bayındır: Bana iman etmezler sözü üzerinde durmak lazım. İsa (a.s.)’ı Allah’ın oğlu saymak O’nu peygamber saymak değildir. Dolayısıyla onlar başka bir İsa’ya inanıyorlar. Evet devam!
Fatih Orum: “Ve hüküm konusunda çünkü bu dünyanın reisinde hükmedilmiştir. Size söyleyecek daha çok şeylerim var. Fakat şimdi dayanamazsınız. Fakat O yani hakikat ruhu gelince sizi her hakikata yol gösterecek zira kendiliğinden söylemeyecektir. Fakat her ne işitirse söyleyecek ve gelecek şeyleri size bildirecektir. Mesih şöyle dedi: Artık ben sizinle söyleşemem çünkü bu alemin reisi geliyor. Bende asla O’nun nesnesi yoktur.”
Abdülaziz Bayındır: Evet çok açık, alemin reisi geliyor diyor, evet. Aradan yedi asır geçtikten sonra gelmiştir.
Fatih Orum: Bir tarama yaptım. Hıristiyan akidesinde bu Faraklit kelimesiyle kutsal ruhun, mesihin geleceği olarak bunları tefsir ediliyormuş. Yani onlar için mesih inancının bir şeyi var.
Abdülaziz Bayındır: Faraklit.
Fatih Orum: Faraklit. Bir mantıki şeyi var. Hatta kitaplarında bu “ısr”ı kabul etmedikleri müddetçe bir yükümlülük onlar için. Kabul etmiyorsa yükümlülük, gelecek yani. Şimdi şeyde, Tevrat’ta yine onlarda da aynı beklenti var. Şöyle diyor Tevrat’ta da.
Servet Bayındır: Fatih bey bir saniye! Şimdi hıristiyanlık kaynaklarında gelecek olan Faraklit vesair yani yaşamış olan İsa mı?
Fatih Orum: İsa. Yaşamış olan İsa.
Abdülaziz Bayındır: Hakbuki ben gitmezsem o gelmez dediği halde. Onu öbür tarafa çeviriyorlar. Çünkü burada onların sıkıntısı var. Kendi ümmetlerine, kendi inanırlarına yeni peygamber inancıyla onların kafalarını doldurmuşlar. Bu defa Muhammed olmasını istemedikleri için İsa’yı tekrar getiriyorlar.
Fatih Orum: O giden tekrar gelecek yani. Çünkü o giden…
Servet Bayındır: Bu kaynaklar, yani İncil’de diyelim yok.
Abdülaziz Bayındır: İncil’de yok.
Servet Bayındır: Tefsir, öyle tefsir ediyorlar?
Fatih Orum: Şimdi bu hıristiyan teologlar diyorlar ki: Ya o gelecek kişinin tekrar İsa olduğu konusunda hem fikirler bir kere.
Servet Bayındır: Burada o yok.
Fatih Orum: Burada yok, o teologlar bu şekilde mesela diyorlar ki…
Abdülaziz Bayındır: Yani bir şey söyleyeyim burada. Zaten ondan dolayı bu gün, mesela nesıl bu gün bizim İsa inancında olanlar diyor ki, Kur’an’da bu yok diyorlar. Gerçi bizim Türkiye’deki bazı böyle bilgileri daha yeni yeni oluşmuş olanlar Kur’an’da var diyorlar da biraz sonra onlar da mecburen terk edecekler bunu. Bunun üzerinde esas duranlar diyor ki: Bu Kur’an’da yok. İşte hadislerde var diyorlar. Ve bu günkü hıristiyanlar da, burada sen de buradaydın toplantıda, bizim için Tevrat ve İncil bir şey ifade etmez diyorlar. Onun için ben de kaç kere onlara, hem Türkiye’de hem yurt dışında kaç kere bu ifadeleri söylemek istediysem hemen önümü kestiler, bizim için Tevrat ve İncil birer tarihi metindir, biz dinimizi ona göre yapmayız dediler. Çünkü kendi inananlarını Tevrat’a ve İncil’e gönderseler, onlar Muhammed (a.s.)’a inanmak gerektiğini gözleriyle görecekler. Evet!
Fatih Orum: Şimdi mesela Imuyum Layn Krak diye birisi şöyle diyor: “Diriliş inancı olmadan hıristiyan inancı var olamaz. Dirilişten o giden insanın tekrar geleceğine. Öğrenciler yenilmiş ve dağılmış adamlar olarak anılırlar. İsa’nın çarmıha gerilip ölmüş olması O’nun mesih olduğuna dair tüm ümitleri sonsuza dek susturdu.”
Abdülaziz Bayındır: Bak onlar ölmüş meselesi. Öldüğünü kabul ediyor onlar. Evet!
Fatih Orum: Hatta sevgili öğretmenleri İsa’yı hafızalarından bile silebilirdi. Hac, İsa’nın kariyerinin utanç ve üzücü sonucu olarak karşılarında hep dururdu. İşte bu yüzden hıristiyanlığın kökeni erken dönemlerde öğrencilerin Tanrı’nın İsa Mesihi ölümden dirilttiğine dair olan inançlarına bağlıdır.”
Abdülaziz Bayındır: Evet, öldükten sonra tekrar dirilttiğine inanıyorlar.
Fatih Orum: Şimdi Harnak diye yine bir hıristiyan teolog: “Bana göre hıristiyanlık diriliş gerçeğine göre ayakta durur ya da yıkılır.”
Abdülaziz Bayındır: Aynen öyle. Şimdi bak bu cümle çok önemli: İsa’yı yeniden dirildi diye hıristiyanlara anlatmasalar mecburen Muhammed (a.s.)’a inanacaklar. Çünkü inanmak mecburiyetindeler, inançlarının bir parçası. Aynı şey yahudiler için de söz konusu. Evet tamam.
Fatih Orum: Yine bir başka teolog diyor ki: “Diriliş olmadan Nasıralı İsa’nın mesih ve kral ünvanlarının gerçekliğini ikna edici bir şekilde asla anlayamayız.”
Abdülaziz Bayındır: Bu kral ünvanı da çok mühim muhterem arkadaşlar. Bu işte armegedon diye işte bir yeni bir dünya savaşı olacak, falan. Dünya hakimiyeti kurulacak diye yahudilerin ve hıristiyanların peşine düştükleri bir şey var. Biz dünya hakimiyetini kuracağız. O dünya hakimiyetini kurmanın olmazsa olmaz öğesi mesihin tekrar gelmesidir. Onun arkasından da bir sürü hikayeler uydurulmuştur ki onu biraz sonra göreceğiz ki bizim hadis kitaplarında geçenler kelimesi kelimesine hıristiyan kaynaklarında geçenlerdir, aynısıdır. O şeylerin buradaki dünya hakimiyeti konusu son derece önemli. Neden önemli? Bakın şeyde, Bakara Suresinde Allahu Teala yahudi ve hıristiyanlara 40. ayeti açarsanız. Bakara 40. Bu dünya hakimiyetini söz vermiştir Cenabı Hak, yahudilere de ve hıristiyanlara da söz vermiştir. Bunu şuradan anlıyoruz zaten.
Abdülaziz Bayındır: Diyor ki Cenabı Hak: “Ya benı israılezküru nı’metiyelletı en’amtü aleyküm. Ey israiloğulları size verdiğim nimetlerimi hatırlayın. Ve evfu bi ahdı, benim ahdimi yerine getirin.” Nedir o ahd? Allah’ın İsrailoğullarına yüklediği ahd nedir, söz, onlardan aldığı kesin söz neydi?
Katılımcı: “Isr” mı?
Abdülaziz Bayındır: “Isr.” Muhammed’e inanma (s.a.v.). Zaten şeyde bu az önce de şey yapmıştım. İsimlerini saydığım ulema Taberi Tefsirinde “ısr”ın bu ahd olduğunu söylüyor. Kur’an bunu söylüyor. Üç yerde “ısr” diye geçiyor, dördüncü ayet mutlaka olması gerekiyor, orada da ahd olarak geçiyor. Niye mutlaka olması gerekiyor? Çünkü Kur’an’ı Kerim’de mesani, ikili bir sistem vardır. Şimdi diyor ki: “Benim ahdimi yerine getirin.” Ne yapmaları lazım? Allah’ın yüklediği görev ne? Muhammed (a.s.)’a inanmaları. “Benim size yüklediğim görevi yerine getirin ki, ufi biahdiküm, ben de size verdiğim sözü yerine getireyim.” Yani dünyaya sizi hakim kılayım.
Abdülaziz Bayındır: Şimdi hatırlayın bir iki asır öncesine kadar, bir asır belki, bir buçuk asır öncesine kadar dünya hakimiyeti kimdeydi? Müslümanlardaydı değil mi? Müslümanlar dinlerinden bu şekilde uzaklaştırıldıkları için, işte nasıl uzaklaştırıldıklarını görüyorsunuz. Diğerlerinden farkı kalmadığı için bu defa diğerleri hakim oldu. Fakat şu anda artık bu hakimiyet kaçınılmaz olarak müslümanların eline geçiyor. Dünya hakimiyeti. Ve bunu da herkes görüyor. Buradaki çırpınışlar, tabii oldukça fazla ama boşuna çırpınıyorlar. Ve dünyaya hakim olacak müslümanlar kim biliyor musunuz? İsa tekrar gelecek diyenler olamazlar. Muhammed (a.s.) gelmiştir, Kur’an’a ve sünnete ki o sünnet hikmettir. Kitaba ve hikmete tamı tamına uyanlar bu hakimiyeti elde edeceklerdir. Bununla ilgili de iki tane ayet vardır Kur’an’ı Kerim’de. Onlardan bir tanesini okursak yeter. O da şeyde Fetih Suresinde. 48. sureyi şey yapalım. Bak, 48. surenin 28. ayeti.
Abdülaziz Bayındır: Diyor ki Allahu Teala ki bu da Mekke’nin fethiyle alakalı ayetler içerisindedir. Yani fetih son derece önemli bir olaydır. “Hüvellezı ersele rasulehu bil hüda.” Zaten fetih önün açılması manasına, artık yolun açık, yürü. “Hüvellezı ersele rasulehu bil hüda. rasulünü hidayetle” yani o doğruyu gösteren kitapla “gönderen O’dur. Ve dınil hakk, hakkın diniyle, Allah’ın diniyle gönderen O’dur.” Niye böyle? “Li yuzhirahu aled dıni küllih, bu dini o din denen bütün inançların üzerine, tamamının üzerine hakim kılsın diye.” Herkes müslüman olsun diye değil. İşte burada bir hata yapılıyor. O şeyler, yani Muhammed (a.s.)’ı İsa’ya çevirenler burada bir hata yapıyorlar. Din bütün dinler üzerine hakim olacak başka bir şeydir, herkes müslüman olacak başka bir şeydir. Şimdi onlar herkes müslüman olacağa çeviriyorlar bunu. Orada bir hata yapıyorlar. Oysa “li yuzhirahu aled dıni küllih, Allah tüm dinler üzerinde bunu hakim kılmak için.” Şu ana kadar müslümanlar tüm dinler üzerine hakimiyet kurmuş değiller yani. Tüm dinler, çünkü yeryüzünde dinsiz hiç kimse yok. Onu Kur’an’ı Kerim’den yine öğreniyoruz. “Lekum dinikum veliye din” ayetinden. Şimdi bu hakimiyet mutlaka kurulacak. Bunu hıristiyanlar da biliyor, bunu yahudiler de biliyor. Ve bunun tek yolunun Muhammed (a.s.)’a inanmak olduğunu da biliyorlar. Ama bile bile hedef saptırıyorlar. Onlar için bu biraz bir ölçüde anlaşılabilir de bizim insanları anlamak gerçekten çok zor. Devam et sen şimdi.
Fatih Orum: Diriliş…
Abdülaziz Bayındır: Ha, şunu tamamlamadım değil mi? “Evfu bi ahdi, benim size yüklediğim o taahhüdümü yerine getirin ki, ufi biahdiküm, ben de size verdiğim sözü yerine getireyim.” Yani bu gün yahudi, hıristiyan eğer dünya hakimiyetinden pay almak istiyorsa yapması gereken tek şey müslüman olmaktır, Muhammed (a.s.)’a uymaktır. Ve ıyyaye ferhabun, ve yalnız benden korkun.” (Bakara 2/40). Evet.
Fatih Orum: “Diriliş sadece bir prensip teması değildir. Eğer bu doktrini çıkartırsanız geride hiç bir hıristiyan doktrini kalmaz.”
Abdülaziz Bayındır: Zaten kalmaması gerekiyor. Gayet normal bir şey.
Fatih Orum: Bir de şunu söylüyor: “Dirilişe iman hıristiyan inancı kemerinin anahtar taşıdır ve bu taşı yerinden oynatırsanız ne yaparsanız yapın tüm kemer çökecektir. Daktıs Duıtıs şunu söylüyor, yeni ahit İsa’nın dirilişinin gerçeğini yansıtmakta ve yankılamaktadır. İncil metinleri İsa’nın ihanete uyrayacağına, öldürüleceğine ve ölümden dirileceğine ve bunların gerçekleştiğine dair öğretişini bizlere iletmektedir.”
Abdülaziz Bayındır: Ama üstü kapalı söylüyorlar. Bir örnek vermezler orada. Şurada şöyle diyor diye vermezler.
Fatih Orum: “İncil’in ilk dört kitabı İsa Mesih’in mezarının boş olduğunu ve önceden bildirdiği gibi öğrencilere, bir çok kişiye göründüğünün tanıklığını yapmaktadır.” Bu da çok önemli. Çünkü İncil’de öyle bölümler var ki diyorlar, bunlar ancak İsa’nın tekrar zaman zaman gelip bunları öğrencilerine dikte ettirmesiyle ancak açıklanabilecek metinlerdir diyorlar. Yani tekrar gelmesinin ellerindeki kitap için de çok büyük önemi var.
Abdülaziz Bayındır: Onun için zaten o şeye vahiy diyorlar. Mesela biz burada konuşmuştuk biliyorsunuz, bizim inancımızı Tevrat ve İncil de belirlemez, konsiller belirler diyor. O konsillerdeki alınan kararların da hepsini birer vahiy olarak kabul ediyorlar. Evet.
Fatih Orum: Rabırtsın Nikol şunu söylüyor: “Mesih’in boş mezarı kilisenin beşiği olmuştur. Eğer diriliş tarihsel bir gerçek değilse bu ölümün gücü ve günahın etkisi kırılmamış demektir ve Mesih’in ölümünün önemi teyit edilmemiş olur ki bu durumda imanlı olanlar hala günahlıdırlar. Ve kesinlikle İsa’nın ismini duymadan önceki yaşamları neredeyse, yine aynı konumdadırlar.” Bu şekilde devam ediyor yani.
Abdülaziz Bayındır: Tabii bir de ilk günah diye bir şey ortaya koymuşlar. Bütün insanlar günahkar, vaftizle günahları temizliyor falan. Bunların hepsi böyle hayali şeyler.
Fatih Orum: Mesela Maykıl Grın diyor: “Hıristiyanlık diriliş mevzuunu bir çok inanç prensiplerinden sadece bir tanesi olarak görmemektedir. Diriliş inancı olmadan hıristiyanlık diye bir inancın olması mümkün değildir.” Şeklinde devam ediyorlar. Yani onlar için bunun bir anlamı var.aten şeyde de…
Abdülaziz Bayındır: Yahudilerde de var aynı şey.
Fatih Orum: Yahudilerde de var. İşte yahudilerde mesela, Tevrat’tan ifadeler şöyle: “İşte o gelecek.” Mesihle ilgili. “Yoksulları adaletle yargılayacak, yeryüzünde ezilenler için dürüstçe karar verecek, dünyayı ağzının değneği ile cezalandıracak, kötüleri soluğuyla öldürecek, davranışının temeli adalet ve sadakat olacak.”
Abdülaziz Bayındır: Ağzının değneği dediği şey bu, ayetlerle demek oluyor yani. İlimle kitapla, yoksa şeyle değil yani.
Fatih Orum: “Onun döneminde kurtla kuzu bir arada yaşayacak, parsla oğlak birlikte yatacak, buzağı, genç arslan ve besili sığır yan yana duracak, onları küçük bir çocuk güdecek, inekle ayı birlikte otlayacak, yavruları bir arada yatacak, arslan sığır gibi saman yiyecek, emzikteki bebek kobra deliği üzerinde oynayacak, sütten kesilmiş çocuk eline engerek kovuğuna sokacak.” Devam ediyor. Bu ifadelerin aynısı bizim hadis metinlerinde var.
Abdülaziz Bayındır: Biraz sonra okunacak onlar.
Fatih Orum: Aynısı yani bunların. Mesela bir tane hadis okuyayım ben bununla ilgili.
Abdülaziz Bayındır: İsterseniz karşılaştırmalı okuyun. Yani sen biriniz şeyden okuyun, hadisten okuyun, biriniz de oradan karşılaştırın.
Fatih Orum: İşte en son okuduğumla ilgili doğrudan şey. Hadis metni aynen şöyle.
Abdülaziz Bayındır: Nerede, hangi kaynakta geçiyor?
Enes Alimoğlu: İbni Mace, Ahmet Bin Hambel’de.
Abdülaziz Bayındır: Buhari’de de geçiyordu değil mi?
Fatih Orum: Detaylı geçmiyor Buhari’de. “Meryemin oğlu İsa benim ümmetimin içinde adaletli bir hakim ve adil bir imam olacak.” Aynen o Tevrat’taki ifade gibi. “Haçı kırıp ezecek ve domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak ve zekatı terk edecek. Artık ne koyun, keçi, sığır…”
Abdülaziz Bayındır: Zekatı?
Fatih Orum: Zekatı terk edecek, almayacak artık. “Artık ne koyun, keçi, sığır sürüsü ne de deve sürüsü üzerine zekat memuru çalıştırılmayacak. Düşmanlık ve kin kaldırılacak, zehirli olan her hayvanın zehiri sökülüp alınacak. Hatta küçük oğlan çocuğu elini yılanın ağzına sokacak da yılan ona zarar vermeyecek. Küçük kız çocuğu da aslanı kaçmaya zorlayacak da aslan ona zarar vermeyecek.”
Abdülaziz Bayındır: Aynısı bak aynısı.
Fatih Orum: “Kurt, koyun ve keçi sürüsü içinde sürünün köpeği gibi olacak, kap su ile dolduğu gibi yeryüzü barışla dolacak.” Aynen bu ifade de var Tevrat’ta.
Ali Rıza Demircan: Onları tam bir karşılaştırmak lazım. Tekrar tekrar bilince getirmek lazım.
Abdülaziz Bayındır: Olur yani, birini biriniz alın, birini biriniz alın karşılaştırmalı okuyun. Bunların hepsi şeyden alınmadır. Eski inançlardan.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Abdülaziz Bayındır: Ya önemli değil, sahabe ismi yazmak hiç zor değil ki.
Fatih Orum: Şurada var, ben okuyayım onu.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Abdülaziz Bayındır: Okusun, okusun evet.
Fatih Orum: Ebu Abdullah Muhammed İbni Mace, süneninde Ali Bin Muhammed, Abdurrahman El Halimi, İsmail Bin Emira Rafi, Ebu Zülatüş Şeybani, Yahya Bin Ebi Amr, Ebu Umave El Baili. En son şey de Ebu Umame rivayet ediyor. Bu okuduğum son şeyi.
Abdülaziz Bayındır: Şimdi bu raviler konusunda da dikkatli olmak lazım. Çünkü ravilerle ilgili çalışmalar üçüncü asırdan sonra başlamış olan çalışmalardır. Üç asır. Sonra siz yıllarca ömrünüzü birlikte geçirdiğiniz kişiyi, en sonunda diyorsunuz ki ben bu adamı hiç tanımamışım ya diyorsun. Üç asır sonra yaşayan bir kişi önceki insanları nasıl tanıyacak da bu adam güvenilir, bu değildir diye bir şey koyacak? Onun için şeyin, kitap sünnet bütünlüğü son derece önemlidir.
Fatih Orum: Başka bir rivayet: “Peygamberler anneleri ayrı baba bir kardeştirler. Dinleri birdir. Meryem oğlu İsa’ya insanların en yakını benim çünkü benimle onun arasında hiç bir peygamber yoktur. Şüphesiz ki O inecektir. O’nu gördüğünüzde orta boylu, pembe beyaz, kendisine ıslaklık değmese de başından su damlar gibi üzerinde açık sarı iki elbise bulunan bir kişi olarak onu tanıyın. O indiğinde haçı kıracak, hınzırı öldürecek, cizyeyi kaldıracak ve bütün insanları İslam’a davet edecektir.”
Abdülaziz Bayındır: Şimdi haçı kırmak, haçı kırmak diye bir görev var mı? Efendim deniyor ki hıristiyanlık kalmayacak. Olur mu? Cenabı Hak, “vema ekserunnasi velev haraste bi mü’minin” diyor. “Ne kadar zorlarsanız zorlayın insanların çoğu inanmayacaktır” diyor (Yusuf 12/103).
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Fatih Orum: Devamında diyor ki: “Yeryüzüne öyle bir emniyet gelecek ki yılanlar develerle, kaplanlar ineklerle, kurtlar da koyunlarla beraber otlayacak. Çocuklar da yılanlarla oynayacak, yılanlar onlara zarar vermeyecek.” Bir başka rivayette, Ahmet Bin Hambel’in Müsned’inde: “Şüphesiz ki ben ömrüm uzarsa Meryem’in oğlu İsa’ya kavuşacağımı umarım. Eğer ölüm bana acele gelirse içinizden O’na kavuşan O’na benden selam söylesin.”
Abdülaziz Bayındır: Tövbe, subhan Allah! Söyleyemez ki zaten! Ayetler çok açık. O görev kalkmış. Evet. Ama söyletirler. Bu işin tarihi arka planı var. Değil mi? Onu da okuyacak mısın yoksa Abdurrahman’dan mı dinleyeceğez onu?
Katılımcı: Nüzüli İsa ve Mehdi ile ilgili Türkiye Diyanet Vakfı’nın İslam Ansiklopedisi’nde madde yazan hocalar da bu tür rivayetleri çeşitli yönlerden tenkit etmekteler. Buradan aynen okuyayım. İlyas Çelebi İsa maddesini şöyle yazmış sonuç olarak: “Nüzüli İsa’ya dahil olmak üzere Hz. Peygamber’e atfedilen rivayetlere gelince; Bunlar isnat açısından mütevatir olmayıp ahad derecesindedir. Ahad haberlerin ayetlere aykırı hükümler ihtiva etmesi halinde hadis olma nitelikleri kuşkuyla karşılanır. Kur’an’da Hz. İsa’nın öldürüldüğü açıkça bildirildiğine.” Yani burada öldürüldüğü kelimesinde hata yapmış. “Bildirildiğine ve kıyametin…
Abdülaziz Bayındır: Öldüğü demek lazım orada, öldürüldüğü değil de. Biraz sonra okuyacağız. Kur’an’ı Kerim İsa (a.s.)’ın öldüğünü hiç kimsenin asla şüphe etmeyeceği açıklıkta bildirmiştir. Onu inşaallah burada anlatacağız.
Katılımcı: “Ve kıyametin ansızın kopacağı haber verildiğine göre, bu esastan ayrılan rivayetlerin metin açısından sahih kabul edilmesi kolay değildir. Bu konuda nakledilen bilgiler muhtemelen ehli kitaptan İslam akaidine intikal etmiştir. Nüzüli İsa inacı İslam’ın genel ilkelerine ve Allah’ın koyduğu tabiat kanunlarına da, sünnetullaha da aykırıdır. Zira insanın canlı olarak yaşadığı mekan yeryüzüdür ve insan belli bir süre burada yaşadıktan sonra ölür. Ayrıca Hz. İsa bir peygamber olarak gönderilmiş ve görevini tamamlamıştır. Hz. Muhammed sın peygamber olduğuna göre ondan sonra başka bir peygamberin dünyaya gelmesi hatmu nübüvvet ilkesiyle bağdaşmaz.” Yine Mehdi maddesi…
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Katılımcı: Efendim? İlyas Çelebi hoca yazmış. İsa maddesini, cilt 22. Yine Mehdi maddesini yazan Yusuf Şevki Yavuz hoca da şöyle bir ifade kullanıyor, mehdiyle ilgili rivayetlerle ilgili olarak: “Önce Şiiler, ardından Emeviler ve Abbasiler arasında yayılan mehdi inancı, üçüncü yüzyılda hadislerin toplanıp kayda geçirilmesi ve hadislerin sıhhati konusunda titizle aranmayan muhaddislerin rivayetlerin mecmualara alınmasının ardından sünnilerce de benimsenmeye başlanmıştır.
Abdülaziz Bayındır: Yani bu aslında sonradan Hz. Hüseyin’in öldürülmesiyle birlikte başlamıştır. Bu o zamana kadar böyle bir şey yok kesinlikle yani Mehdi inancı. Ama sonradan da biliyorsunuz bu gün de Mehdi, kendisine Mehdi, televizyon televizyon dolaşıp da Mehdi dedirtmek isteyenler var. Ondan önce ben mehdiyim, bizim mehdi sizin mehdiyi döver diyenler çok var.
Katılımcı: Bununla da ilgili son bir şey kullanıyor hocam, yani son bir pragraf olarak: “Mehdi inancı dini deliller açısından subut bulmamasının ötesinde İslam tarihi açısından bir çok olumsuzluğun kaynağı olmuştur. Siyasi iktidara göz diken pek çok kimse mehdi olduğunu iddiasıyla ortaya çıkıp müslümanların sosyal birliğini parçalamış ve savaşlara yol açmıştır.” Ve hala devam ediyor.
Abdülaziz Bayındır: Mehdiye ev tutacağım diye birisi dünyanın parasını toplamış, kim anlatıyordu dün? Birisi anlatıyordu. Sen anlatıyordun ha tamam.
Katılımcı: “Hareket noktası olarak ortaya sürülen iddiaların aksine mehdi inancı insanların zulme karşı eyleme geçmesini sağlamak şöyle dursun, harekete geçilmesini engellemiş, kitleleri mehdi beklemeye itmiş, zulmü mehdi dışında birinin yok edemeyeceğini düşüncesini zihinlere yarleştirmiş ve müslümanları çözümsüzlüğe sürüklemiştir.”
Abdülaziz Bayındır: Zaten siz bu gün, bu gün Türkiye’de mehdi, Türkiye’de değil İslam aleminde mehdi ve İsa ki bunlar sonradan sokuşturulmuş, maalesef aslı astarı olmayan şeylerdir, onların geleceğiyle ilgili ifadeler. O ikisini çıkardığın zaman bu gün tarikatlar, cemaatler, bir çok mezhepler hiç kalmaz ki hepsi yok olur gider. Dolayısıyla bazıları böyle sıkı sıkıya sarılmak zorunda kalıyor, hıristiyanlar gibi.
Servet Bayındır: Bir de bu İlyas Çelebi hocanın makalesiyle ilgili olarak bir ilave yapalım. Şimdi diyor ki: Konuyla ilgili hadisler hepsi ahaddır fakat ahad olmasına rağmen yine Kur’an’la uyuşmayan çok sayıda hadis vardır diyor.
Abdülaziz Bayındır: Kabul edilebilir vasıfta değiller yani.
Servet Bayındır: Varsayalım ahad. Yine ahad hadisler de bütün ulemanın, bütün mezheplerin ittifakıyla itikatta delil olmaz.
Abdülaziz Bayındır: Tabii. Öyle derler ama yine de yaparlar.
Fatih Orum: Yalnız şey de çok önemli bu en son Abdurrahman’ın okuduğu bu Emeviler ve Abbasiler döneminde hani yani bir yenilmişlik var, bir psikolojik çöküntü var. Peygamber’in vefatından henüz bir iki asır geçmemiş, öyle bir psikolojik eziklik var ki: İnsanlar diyor ki yav demek ki yine gelecek, birisi gelecek. O inanç aynen hıristiyanlarda da İsa’nın işte inançlarına göre çarmıha gerilmesi onlar için utanç verici bir durum. Diyorlar ki bir peygamberin sonu böyle olamaz, bu iş burada bitemez, bu filim devam etmeli dolayısıyla mutlaka tekrar gelecek. Yani bu tür inançların temelinde psikolojik olarak şey de var, ezilmişlik. Kendin yapamıyorsun ve birisinde bu işin tekrar gelip tamamlamasını bekliyorsun.
Servet Bayındır: Taraftarlara ümit verme.
Fatih Orum: Ümit veriyorsun. Bu şeyin de işine çok geliyor, siyasi otoritenin de işine çok geliyor. Diyor ki halk beklesin işte bu şekilde. Yani her hangi bir faaliyette bulunmayacak, sadece bekleyecek, birisinin gelip kendisini kurtarmasını.
Abdülaziz Bayındır: Öyle bir halk, siyasilerin arayıp bulamayacağı bir halk olur.
Katılımcı: Bir demüceedid var hocam, mehdiden önce bir de müceddid bekleniyor sürekli.
Abdülaziz Bayındır: Evet, bir de müceddid beklerler. Onlar neleri yenilediklerini de bir gösterseler de biz de görsek yani.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Abdülaziz Bayındır: Yeni bir şey söyleyeni de tart ederler.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Abdülaziz Bayındır: Evet, kader inancı da doğru. Buradaki şey yapılmış yani şey yapanlar, minareyi çalanlar kılıfı çok güzel hazırlamışlar. Evet şimdi tamam mı burası? O zaman Nisa Suresinin iligili ayetlerişne geçelim. Bir de Ali Rıza hocamızı dinleyeceğiz burada, o da son derece önemli bir konuyu anlatacak. Ama önce ben bir giriş olsun diye şey yapayım. Nisa Suresinin 157, 159. ayetleri. Biz 157 de şey yapacağız. Hatta şeyden başlayalım, 155’den başlayalım, konu bütünlüğü olması açısından.
Abdülaziz Bayındır: Allahu teala burada diyor ki: “Esteuzubillah. Fe bima nakdıhim mısakahüm, misaklarını kırdıkları için.” Yani tutmadılar. Misak neydi? Önceki gelen peygamberin sonraki gelen peygambere inanma konusunda ümmetinden aldığı söz. Yani kitaplarda yazılı olan şey. “Ve küfrihim bi ayatillahi, Allah’ın ayetlerini görmemeleri.” Biliyorlar ki bunlar Allah’ın ayeti ama görmüyorlar. Bu gün de mesela biz bütün ayetleri gösteriyoruz insanlara, görmüyor ve hala ayet bir tarafta duruyor, yani diyor ki şu mezhepte bu yazılıdır diyor. Dinle ilgili bir şey sorulduğu zaman ortada ayetler ve hadisler çok net, yüzde yüz açıkken, falanca alim böyle demiştir, filanca böyle demiştir diyerek müslümanlara dini anlatan bu gün o kadar çok hoca var ki. Bile bile bunu yapıyorlar maalesef. Ve bunlar da işte o Allah’ın ayetlerini örtüyorlar. “Ve küfrihim bi ayatillahi, Allah’ın ayetlerini örtmelerine karşılık. Ve katlihimül embiyae bi ğayri hak, haksız yere nebileri öldürenler.” Ki bu yahudiler. “Ve kavlihim kulubüna ğulf, bizim kalplerimiz kılıflıdır.” Yani bizim gölümüz toktur, bizim bir şeye ihtiyacımız yoktur demeleri sebebiyle. “Bel tabeallahü aleyha bi küfrihim, aslında Allah, onların kafirlikleri sebebiyle Allah kalbleri üzerinde yeni bir tabiat yaratmıştır. Fe la yü’minune illa kalıla, çok azı dışında bunlar inanmazlar.”
Abdülaziz Bayındır: “Ve bi küfrihim, kafirliklerine karşılık, ve kavlihim, şu sözlerine karşılık” bu yahudilerin. “Ve kavlihim ala meryeme, Meryem validemize karşı söyledikleri, bühtanen azıym, büyük bir iftira.” Onu zinakar olarak gösterme iftiraları var, haşa! “Ve kavlihim, ve şu sözleri, inna katelnel mesıha ıysebne meryeme, Meryem’in oğlu İsa’yı biz öldürdük demelerine karşılık.” Biz o kadar güçlüyüz ki Allah’ın peygamberini öldürüyoruz diyorlar, haşa! “Raulellah, Allah’ın rasulü olan İsa, Meryem oğlu İsa’yı öldürdük.” Yani biz Allah’ın rasulünü bile öldürürüz. Çünkü onlar Hz. Yakub’un Allah’la güreş yapıp onu yendiğini bile söylerelr biliyorsunuz. Ama ne diyor Cenabı Hak burada?
Abdülaziz Bayındır: “Ve ma kateluhü, onlar onu öldürmediler.” Yani o yahudiler İsa (a.s.)’ı öldürmediler. “Ve ma salebuhü, asmadılar.” Asdıkları ifade edilerek salib denen yani haç ortaya konmuştur. “Ve ma salebuhü, onu asmadılar. Ve lakin şübbihe lehüm, ama onlara bu benzetildi.” Yani İsa (a.s.)’ın benzeri bir zatı astılar. “Ve innellezınahtelefu fıhi, İsa konusunda görüş farklılığı olanlar var, le fı şekkim minhu, bu konuda kesin bir şüphe içerisindedirler.” Mesela bu konuyu hiç açtırmazlar. Hıristiyanlar hiç açtırmazlar. Çünkü hepsinin şüphesi var bu konuda. “Ma lehüm bihı min ılmin, bu konuda ellerinde bir bilgi yok, illettibaaz zann, sadece zanna uyma dışında her hangi bir şeyleri yoktur. Ve ma kateluhü yekıynan, kesin bir bilgiyle onu öldürmediler.” Hep şüphe içerisinde oldular. Birisini öldürdüler ama o mu değil mi? O konuda sürekli şüphe içerisindedirler.
Abdülaziz Bayındır: “Ber rafeahüllahü ileyh, hayır, Allah onu kendi katına yükseltti. Ve kanellahü azızen hakıma, Allah aziz ve hakimdir.” Şimdi, “ber rafeahüllahü ileyhi”den hareketle deniyor ki, bu İsa (a.s.)’ın tekrar geleceğini söyleyenler. Allah ruhu ve bedeniyle birlikte İsa’yı kendi katına yükseltti, tekrar gelecek. Bu konuda Ali Rıza Hoca’yı dinliyoruz. Buyurun!
Ali Rıza Demircan: “Euzubillahimineşşeytanirracim, bismillahirrahmanirrahim.” Yüce Mevlamız’dan bizi doğrulara iletmesini, doğruların müdafii kılmasını diliyorum. Ve amacımız da zaten bu. Şimdi biz yalnız tarihi bir konuyu ele almıyoruz. Yaşadığımız dünyada milyonlarca insan Nuzülü İsa meselesine inanıyor ve Evancilistler’den sonra da dünya siyasetini etkileyen bir yapı kazanmıştır bu inanç. Dolayısıyla bu öyle basite alınabilir bir konu değil. Son derece önemli bir konu.
Ali Rıza Demircan: Ben bu gün burada dinlediklerimden sonra, kendim de son gün bu konuya ağırlık vermiştim. Kur’an’ı Kerim’in sadece Nuzülü İsa meselesine yer vermemesi değil konu. Bence Nuzülü İsa’nın olmadığını da kanıtlaması lazım. Bana öyle geliyor ki, Nuzülü İsa meselesine yer vermemek bir tarafa, Nuzülü İsa’nın olamayacağını da Kur’an kanıtlıyor.
Abdülaziz Bayındır: Tabii çok net bir şekilde ortaya koyuyor, koyması lazım.
Ali Rıza Demircan: Lazım! Çünkü bu milyonları alakalandıran bir konu.
Abdülaziz Bayındır: Hatta milyarı, ne milyonları, milyarı.
Ali Rıza Demircan: Tabii, tabii yani eğer Google’da aldığım bilgi doğruysa Evancilistler şu anda beşyüzmilyon civarında. Bunlar yani Amerika’da başkanlık seçimini etkileyecek kitleler. Bunlar Argedon’un hazırlığı içerisindeler.
Abdülaziz Bayındır: Armegedon.
Ali Rıza Demircan: Armegedon, evet onun içindeler.
Abdülaziz Bayındır: Hz. İsa’yı getirmek için.
Ali Rıza Demircan: Bütün meseleleri, efendim Mesih gelecek ki kıyamet de gerçekleşsin. Ya da Mesih sonrası dünya hakimiyeti yeniden oluşsun. Yani buna milyonlar artık inanıyor. Şimdi bu Nuzülü İsa meselesini doğrudan Hz. İsa’nın ref’i meselesiyle alakalı. Kur’an’ı Kerim’de bu ref reddedilince Nuzülü İsa da kendiliğinden devreden çıkmış oluyor. Ama bu ayetleri bir yavaş yavaş inceleyelim. Bu arada şunu da ifade edeyim: Hiç bir konuda Kur’an’ın bütünlüğünden hareket edilmediği sürece gerçeğe ulaşılamayacağı gibi bu konuda da gerçeğe ulaşılamaz. Yani “ber rafeahüllahü ileyh” ayeti kerimesiyle ne ispat yapabilirsiniz, ne de ret yapabilirsiniz. Mutlaka konu ile alakalı diğer ayetlere de başvurmak ihtiyacındasınız.
Abdülaziz Bayındır: Çünkü ayetler ayetleri açıklar.
Ali Rıza Demircan: Tabii, ayetler ayetleri açıklıyor. Her yerde açıklık yok. Şimdi bana verilen, açıklamam istenen konu bu Nisa Suresinin 157 ve 158. ayetiydi. Hocamız bu 157. ayeti: “Esteuzubillah, Ve kavlihim inna katelnel mesıha ıysebne meryeme raulellah.” Buna bir anlam verildi. Biz doğrudan; “Ber rafeahüllahü ileyh ve kanellahü azızen hakıma” ayetinden başlayalım. Allahu Zulcelal bu sabah namazına kalktığım zaman gönlüm hep daha önce düşleyen bir konuyu düşürdü. Şimdi “bel” kelimesi özel ifadesiyle idrap içindir.
Abdülaziz Bayındır: O değil bu.
Ali Rıza Demircan: O değil, bu. Ama zamanım azdı. Mehmet Zihni Efendi’ye baktım, ve onun verdiği ayetlerden hareketle tahattur edebildiğim diğer ayetleri de gündeme taşıyınca şunu anladım: Yani “bel” idrab için olan “bel,” yaniş mazideki hükümden farklı bir hükme intikal eden “bel”de makabli ile mabadi arasında, öncesi ile sonrası arasında anı vahidde gerçekleşme diye bir konu yok.
Abdülaziz Bayındır: Aynı anda gerçekleşme oluyor yani.
Ali Rıza Demircan: Burası fevkalede önemli bir konudur. Altını çizeyim, üzerinde düşünülünce anlam ifade ediyor. Yani Allahu Zülcelal, onlar Hz. İsa’yı bilinçli bir şekilde bu İsa’dır diye öldürmediler. Dedikten sonra “bel.” Bu “bel” onların Hz. İsa’yı öldürmediğini ifade ediyor. Öldürme iddiasını reddediyor. Ama ve Allah onu kendisine yüksetti ifadesi ile yani bu onların öldürülmediler iddiasını red ile Allah onu kendisine yükseltti arasındaki yani, ya da şöyle ifade edelim: Hz.İsa’nın benzerini çarmıha gerdiklerinde, hemen o anda Hz. İsa ref edildi değil. Ki böyle izah yapılıyor. Yani burada yanılgıya düşmeyelim. O zaman izah daha bir güçleşiyor. Buna işaret ettikten sonra şimdi şu…
Fatih Orum: Hocam afedersiniz! “Bel”den aceba bir müdahele sonucu değil de daha sonra da olsa eceliyle öldü anlamı da çıkar mı aceba?
Ali Rıza Demircan: Geleceğiz. Eceliyle ölme, tabii olan meselelere Kur’an’ın durmasına gerek yok ki. Yani bizde Hz. İsa gibi Kur’an’ın yer verdiği peygamberlerin her birinin eceliyle öldüğüne dair Kur’an’da rivayet var mı? Bu olması gerekendir.
Abdülaziz Bayındır: “İnneke meyyutun ve innehum meyyutun.”
Ali Rıza Demircan: “İnneke meyyutun ve innehum meyyutun.” Yani peygamber ama Salih öldü, şey öldü, öteki öldü, beriki…
Fatih Orum: O zaman eceliyle ölmeyenler olduğu var ya? Öldürülen Nebilerden hareketle…
Ali Rıza Demircan: Yani şunu ifade etmek istiyorum: Ölüm tabii bir hadisedir. Tabii bir hadisenin böyle teker teker, o öldü, o öldü demeye gerek yok, anlatmak istediğim. Yalnız bu İlyas Çelebi’nin o beyanlarında bir itirazım var benim. Yani gerçi bu klonlomadan sonra yani erkeksiz, babasız olarak kadının doğum yapabileceği konusunda da ilahi bir planlama olduğu ileri sürülebilirse de yani babasız olarak doğan, ölüleri dirilten, Kur’an’ı Kerimde, mecnunları ve cüzzamlıları efendim tedavi eden ve kuşların suret, kuşlara biiznihi yani Allah’ın koyduğu ölçüler içerisinde hayat verebilen bir peygamberi Allah dilerse semaya da yükseltir. Ve orada da hayat verir, orada yaşama, Peygamberimiz’in miracı gerçekleştiğine göre miraçta, ruh meal ceset olduğuna inandığımıza göre Hz. İsa’nın da semavatta ruh ve meal ceset olabilir. Allah dilerse olur. Ama Allah böyle bir şey diledi mi dilemedi mi? Problem o.Yoksa biz onu böyle bir, burada iddia edildiği gibi bir kural olamaz, öyle bir şey var mı? Öyle bir kuralda zaten babasız çocuk olamaz, kuralda insan insanı diriltebilir mi? Bu da olmaz. E Hz. Peygamber’in miracı var, dolayısıyla o argüman zayıf bir argümandır. Bütün mesele yaratan kitabında böyle bir açıklık bize getirdi mi getirmedi mi?
Abdülaziz Bayındır: Asıl mesele o, tabii.
Ali Rıza Demircan: Konu, mesele o. Şimdi üçüncü babdan ref’ea fiili Kur’an’da bir mefulu bir sarie müteaddi olarak muzari kipiyle birlikte kullanılıyor. Şimdi bu fiil Kur’an’da maddi ve manevi yükseltme manasına kullanılıyor. Şimdi yani buradan hareket etmezsek arkadaşlar, bir yere gitmenin mümkün olmadığını gördüm. Şimdi Kur’an’da bu ayetlere bir baktım. Şimdi “ref’ea” fiili maddeten yüksetme manasına geldiği gibi manen yükseltme manasına da geliyor.
Abdülaziz Bayındır: Bakalım, hangisi?
Ali Rıza Demircan: Hangisi?
Abdülaziz Bayındır: Şimdi şeyle bakarsın ki hata bulmak için bir dil sürçmesi ile muzari dediniz. Burada mazi fiili.
Ali Rıza Demircan: Burada mazi de, ben Kur’an’ı Kerim’de mazi ile muzari kullanılıyor demek istedim.
Abdülaziz Bayındır: Tamam.
Ali Rıza Demircan: Bu fiil Kur’an’da maddi ve manevi yükseltme olarak iki şekilde kullanılıyor. Ve şey kipleriyle, mesela “teveffa” fiili muzari, mazi olarak, muzari olarak, emir olarak, ismi fail sığasıyla dördünde de kullanılıyor. Yani “ref’ea” ilk nazarda benim tespit edebildiklerimde sadece mazi ve muzari kipleri var. Şimdi maddi yükseltme, zaten buna Ragıp, Müfredat’ında yer veriyor. “Esteuzubillah.” Bakara 127, biraz acil geçeceğim. “Ve iz yerfeu ibrahımül kavaıde minel beyti. Beytin temellerini yükseltti.” Maddi yüksetme bu. Bakara 127. Kur’an’ı Kerim’de, Bakara, Nisa ve diğer surelerinde, Araf’da yer verilen yanılmıyorsam “ve ref’eana fevka humut tura bi misakıhım.” Yani onların üzerine Tur’u yükseltilmiş olması da bir maddi yükseltme. “Allahullezi ref’eas semavati bi ğayri amedin.” Bunu da maddi yükseltmeye örnek olarak verebiliriz. Bu arada “ve ref’ea ebeveyye alel arşi.” Yusuf Suresinin 101. ayetinde, yani Yusuf ana babasını şeye tahtına yükseltti ifadesi de var. Burada ortada gördüğüm ama yine buraya ilave ettiğim, dikkatimi çeken bir şeydir. “Ve ref’eahu mekanen aliyya.” Aslında Allah’ın yani bu “ber ref’eahu ileyh”den daha açık bir ifadedir.
Abdülaziz Bayındır: İdris (a.s.)’la ilgili.
Ali Rıza Demircan: İdris (a.s.) olayı “ve ref’eahu mekanen aliyya.” Zaten “ber ref’eahu ileyh”in Kur’an’ın bütünlüğü içerisinde verilebilecek manası zaten “ve ref’eahu mekanen aliyya” olur. Kur’an bunun dışındakine zaten yer vermediğine değineceğiz şimdi. Şimdi burada dikkatinizi bir noktaya çekeceğim.
Abdülaziz Bayındır: Yüksekçe bir makama yükseltme, İdris (a.s.) ile ilgili, evet.
Ali Rıza Demircan: Maddi yüksetmede, maddi yükseltmede yükselten, yükseltilen ve yükseltilen yer bellidir. Yani bu çok önemli bir noktadır. Çünkü diğer bölümde yükseltilen yer yok.
Abdülaziz Bayındır: Mesela şimdi o dağı yükseltti, insanların üzerine. Kabe’nin temelleri yükseltildi, o da belli.
Ali Rıza Demircan: O da belli. Yani yükseltilen yer de belli.
Abdülaziz Bayındır: Ama mesela, Mekanen aliyya dediği zaman neresi olduğunu, onu bilemiyoruz.
Ali Rıza Demircan: O ayrı, şimdi şeye gelelim. Bu örneklerden sonra manen, ruhen yükseltme olayına gelelim “ref’ea” fiiliyle. Şimdi en calibi dikkat örneklerden bir tanesi Araf 175, 176’da. Biliyorsunuz orada kendilerine Allahu Zülcelal, Peygamberimiz’e kendilerine ayetlerini, ayetlerimizi verdiğimiz kişiyi örneklendir. O verdiğimiz ayetlerinden sıyrılır, şeytan onu kendisine tabi kılar ve azgınlardan olur. “Ve lev şi’na, eğer biz dileseydik, le rafa’nahü biha, o kendisine ayetler verdiğimiz kişiyi ayetlerimizle yüceltirdik. Ve lakinnehu ahlede ilel erdı.” Demek burada “ref’ea” ayetlerle yükseltmek. Ayetlerle yükseltmek bir manevi olgudur, manen yükseltmedir. Yani kullukta derecelerin ilasıdır.
Fatih Orum: Hayır yani, “yu’ti hikmeten mey yeşa ve men yuktele fekatul….”
Ali Rıza Demircan: Öyle de tabii izah edebilirsiniz. Ya da “minel mukarrabin”den oldu. Yani Kur’an ifadesiyle söylersek. Mukarrabin de bir vakıa. Allahu Zülcelal’in nezdinde kulların inanç ve amel durumları mütesabi olmadığına göre ve kıyamet gününde cennet yaranı olarak onlar mukarrabin, eshabul yemin olarak ayrılacaklarına göre. Demek ki manen yükseltme, yüceltme, yaradanın sevgisine daha bir mazhar kılma şeklinde anlamak mümkün. Ve Mücadele 11’e baktığımız zaman: “Yerfe’ıllahulleziyne amenu minkum velleziyne utul’ılme derecatin.” İman edenlerin ve kendisine ilim verilenlerin derece olarak yükseltildiği buna yine “ref’ea” maddesiyle veriliyor. Yine şimdi Hz. İsa’nın refine ilişkin muadil gördüğüm, daha açık net olarak bile anlamlandıracağımız Peygamberimiz’e yönelik, “ve ref’eana leke zikra, biz senin şanını yücelttik.” Bir de Fatır zannediyorum, almadım on: “İleyhi yes’adul kelimut tayyibu, muttayyip ona yükselir, vel amelus salihu yerfau, salih ameller de ona yükselir.” Şimdi demek ki bu, Kur’an’ın verdiği bu örneklerde “ref’ea” hem maddi hem manevi yönden yükselmeyi ifade ediyor.
Ali Rıza Demircan: Biraz önce, biraz önce bir konuya yer verecektim. Her halde o biraz sonra gelecek.
Abdülaziz Bayındır: Tamam!
Ali Rıza Demircan: Şimdi aceba bunların hangisi? Şimdi “ber ref’eahu ileyh”de bu ref’in maddi mi, ruh meal ceset mi, yoksa sadece ruh mu?
Abdülaziz Bayındır: Evet.
Ali Rıza Demircan: Şimdi eğer manen bir yükseltme olarak alacaksak bu diğer peygamberleri ve salih kulları da içine alan bir olgu olur, anlatım olur, izah olur ve doğru olur. Çünkü Peygamberimiz yüceltildi, diğer peygamberler “tilker rusulü fazzalna bağdam ala bağd, ve ref’eau bağdehum derecat.” Yani peygamberlerde ref söz konusu, yükseltildi. Ve daha da önemli bu manen yükselme özellikle de ölüm sonrası için, şimdi hep hadis hadis diyorlar, bizim hadislerden kaçındığımız şeyi, duygusu verilmeye çalışılıyor.
Abdülaziz Bayındır: Halbuki biz o konuda da çok dikkatliyizdir.
Ali Rıza Demircan: Araf 40’da “İnnellezıne kezzebu bi ayatina vestekberu anha la tüfettehu lehüm ebvabüs semai ve la yedhulunel cenneh” ayeti kerimesinde, ayetlerimizi yalanlayanlar ve o ayetlere karşı müstekbirane tavır takınanlara göklerin kapısı açılmayacaktır. Bera Bin Azib’den, İbni Kesir’de, bu sabah baktım gelirken. Mervi olan bir hadise göre, yani ölen ruh, ilgili melekler tarafından alınır, birinci semaya, ikinci semaya, üçüncü semaya, o Azib hadisinde yedinci semaya kadar yükseltilir ve kaydı Kur’an’da işaret edilen, “innel ebrare le fi illiyyin,” yükseklere kaydı yapılır. Ve hatta diğer hadisi şey yapamadım yani kaynağına bakamadım.
Abdülaziz Bayındır: Ben burada şey yapayım. Bak Ebu Davud’da var, Nesai’de var, İbni Mace’de var ve Ahmet Bin Hanbel’de var.
Ali Rıza Demircan: Var, yani var o.
Abdülaziz Bayındır: İştersen şeyse, metni de okuyabilirim. Burada yani İbni Kesir tefsirinden.
Ali Rıza Demircan: İbni Kesir o mealde.
Abdülaziz Bayındır: Buradan yani izleyiciler tam olarak anlasın diye arzu edersen okuyabilirim. Okuyayım mı?
Ali Rıza Demircan: hay, hay.
Abdülaziz Bayındır: Tamam. Şimdi diyor ki: “Mü’min kul dünyadan vaz geçip ahirete yöneldiğinde gökten ona beyaz yüzlü melekler iner. Yüzleri güneş gibidir, yanlarında cennet kefenlerinden bir kefen ve cennet kokularından bir koku vardır. Onun gözünün ulaşabileceği bir yere otururlar. Sonra ölüm meleği gelir.” Hatta mesela bazıları bu gelenlere hoş geldin diyenler bile vardır. Mesela rahmetli dedem öyle söylemiş.
Ali Rıza Demircan: Var, hadiste var.
Abdülaziz Bayındır: Babam anlatıyor. Söylemiş, bırakın geliyorlar, gelsinler falan diye. Şimdi “boş bir yere oturur ey temiz ruh, su kabından damlanın aktığı gibi akarak çıkar. Ölüm meleği onu alır, melekler göz açıp kapayıncaya kadar o ruhu ölüm meleğinin elinde bırakmayıp hemen alırlar. Ve onu o kefene, kokuya koyarlar. Ondan yeryüzünde bulunan mis kokusunun en güzeli çıkar. Onu yükseltirler. Onların uğradığı hiç bir melek topluluğu yoktur ki bu temiz ruh kimdir diye sormasın. Melekler dünyada iken onun isimlendirilmiş olduğu isimlerin en güzeliyle falan oğlu falandır derler.”
Fatih Orum: Anlaşılmıyor.
Abdülaziz Bayındır: Ha, ayeti kerime var. O ayeti bir şey yap da ben şey yapayım. Ayet olmaması mümkün değil. Zaten Peygamberimiz’in sözüyse Kur’an’la yüzde yüz uyum içerisindedir.
Ali Rıza Demircan: Uyuşacak, ister istemez uyuşacak.
Abdülaziz Bayındır: Evet, “nihayet dünya semasına ulaşır.” Dünya seması demek, sema ud dünya bize en yakın sema, yani birinci kat gök demektir. Çıkıyor, birinci kat göğe kadar ulaşır. “Ve onun açılmasını isterler.” Göğün kapısının açılmasını isterler. “Ve dünya göğü onun için açılır. Her semanın mukarrebun melekleri onu bir sonraki semaya kadar geçirirler. Nihayet yedinci semaya ulaştırıldıklarında, Allahu Teala kulumun kitabını illiyyinde yazınız.” “İnne kitabel ebrare le fil illiyyin.” Mutaffifin Suresinde. “İlliyyinde yazınız ve onu yere iade ediniz.” Şimdi çıktı mı yukarıya doğru? “Ve ref’eahu mekanen aliyya” işte. Ya da “ber ref’eahu ileyh” ayetinde olduğu gibi. “Muhakkak ben onları oradan yarattım.” Yani topraktan yarattım. “Oraya iade edeceğim.” “Min ha halak nakum ve fi ha nuıdikum ve min ha nuhrucikum tarafıl ukra. Sizi topraktan yarattım, toprağa çevireceğim ve tekrar oradan çıkaracağım.” “Ve başka bir sefer onları oradan çıkaracağım buyurur. Ruh yer yüzüne iade edilir. İki melek gelip onu oturturlar. Ve ona rabbin kim diye sorarlar, o rabbim Allah’tır der. Ona dinin nedir derler, o dinim İslamdır der.” Bu soruşturmaların da ayetlerde yeri var. “Ona size gönderilen şu adam kimdir derler, o da Allah’ın rasulüdür der. Ona ilmin nedir derler, o da Allah’ın kitabını okudum der.” Buradan fazla uzatmamak için, buradan ama bir de günahkarla ilgili olan bir ifade var şurada.
Ali Rıza Demircan: Aynısı, ayetin aynısının şeye çıkılması.
Abdülaziz Bayındır: Burada şeyi okuyayım isterseniz. Bu Bera Bin azim’in rivayeti ile ilgiliyi. “Günahkar kişinin ruhu göğe yükseltilir.” O da göğe yükseltiliyor. Hatta yükseltilirken kullanılan alet hakkında da Peygamberimiz bilgi, miraç denen. Allahu Teala kendisine meariç sahibi diyor. Miraç, bu gün Araplar asansöre miraç diyorlar. Miraç denen bir aletle yükseltilir. Beyhaki’nin Delailil Nübüvve’sinde Peygamberimiz’den rivayet ettikleri bir hadis var ki ayetlerdeki şeye çok uygun düşüyor. Diyor ki: “Beni bir miraca koydular.” O şeye miraca çıkarken. Diyor ki: “Gözler ondan daha güzelini görmemiştir. O ölenlerin ruhlarının yükseltildiği bir alettir diyor. Siz ölmek üzere olan bir kişinin şaşkınlıkla gözlerini diktiğini görmediniz mi?” diyor. Çünkü o ruhunu almak için gelen o aleti görünce şaşkınlıkla bakıyorlar. Kafir de olsa, mü’min de olsa.
Ali Rıza Demircan: Onun için gözler açık kalır.
Abdülaziz Bayındır: Gözler açık kalıyor, şaşkınlıkla şey yapıyorlar, evet. Şimdi burada diyor ki: “Günahkar kişinin ruhu göğe yükseltilir, melekler onu yükseltirler, onların uğradığı hiç bir melek topluluğu yoktur ki bu pis ruh nedir diye sormasın? Melekler dünyadayken çağrıldıkları isimlerinin en çirkiniyle isimlendirip, falancadır derler. Nihayet dünya semasına ulaşılır.” Birinci kat semaya yani. “Ve onların kapısının açılmasını isterler ama kapı açılmaz.” “Latufettehu lehum ebvabus sema.” Şimdi o ayeti kerimeyi siz isterseniz bu Araf 40’ı bir mealini de verin, bir izleyicilerimiz tam bir..
Ali Rıza Demircan: “İnnellezıne kezzebu bi ayatina, ayetlerimizi yalanlayanlar, vestekberu anha, o ayetlerimize karşı tekebbürane tavır, müstavi tavır takınanlar, la tüfettehu lehüm, açılmaz onlara, ebvabüs semai, sema kapıları, ve la yedhulunel cennete, onlar cennete giremez, hatta yelicel cemelü fı semmil hıyad, büyük halatlar iğne deliğinden geçirilemediği gibi.” Efendim yani burada imkansızlığı ifade eden bir deyim kullanıyor. Nasıl ki halat iğne deliğinden, gemi halatları iğne deliğinden geçirilemediği gibi onlar da cennete giremezler. Şimdi sözün özü…
Abdülaziz Bayındır: Hatta şu ayetleri de isterseniz hatırlatalım. Bu Nahl Suresinin 28. ayetinde Allahu Teala diyor ki: “Ellezıne teteveffahümül melaiketü zalimı enfüsihim.”
Ali Rıza Demircan: Ben bunu kabir, bu ayetleri kabir hayatının varlığının delili olarak da aldım. Hatta sorgulamanın “Ellezıne teteveffahümül melaiketü tayyibine.” Bu ayetler yani orada bir zannım var. Yani şeyi ölüm, ruh bedenden ayrılırken, ölüm safhasında bir kere ilk müjdeleme yapılıyor mü’mine.
Abdülaziz Bayındır: Tabii, ya da kafire de.
Ali Rıza Demircan: Ya da kafire de yerme yapılıyor. Hatta Nisa Suresinde neredeydiniz nefisleriniz meleklerin canlarını alacağı kişiler, ya neredeydiniz siz, yani ya ışıklı dünya da hatta biri var, ışıklı dünya da hakkın hakikatin açıklandığı dünyada yaşamıyor muydunuz? “İnnellezıne teteveffahümül melaiketü zalimı enfüsihim kalu bima küntüm, kalu künna na’melü min.” İyi ama biz işte şöyle zayıftık…
Abdülaziz Bayındır: İşte sorgu!
Ali Rıza Demircan: Sorgu, sorgu! Bu ölüm halindeki sorgu ya. Kabirdeki sorgu sualin ayetlerle ispatıdır bu. Ama kabul etmek istemiyorsan, Allah gönlüme düşürdü yani aramayınca arkadaşlar, burada bir yöntemi söyliyeyim. Şimdi yeniden bu gündeme gelmeli artık Türkiye’de, hadisleri Allah’ın Resulü Kur’an’da esası, nüvesi olmayan hiç bir meselede beyanda bulunmaz. Ama bunu aradığınız zaman Mevla kapıları açıyor.
Abdülaziz Bayındır: Evet açıyor.
Ali Rıza Demircan: Aradığınız zaman buluyorsunuz. Yani ilk nazarda bu hadisin ayetle ne ilgisi var diyorsun. Ama şimdi ayetleri bilmesek, bu Araf 40’ı, şu Bera Bin Azip hadisini aceba bu hadis midir, değil midir, tereddütlere düşersiniz. Ama bunun delilini…
Abdülaziz Bayındır: Ondan sonra da “ber ref’eahu ileyh”i anlayamazsınız.
Ali Rıza Demircan: Anlayamazsınız, anlayamazsınız. Şimdi bu…
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Abdülaziz Bayındır: Evet “intetekullahu yecuallakum furkanen.”
Ali Rıza Demircan: Tabii.
Abdülaziz Bayındır: Allah’ın koyduğu yoldan gidersen Allah senin önünü açıyor.
Ali Rıza Demircan: Açıyor arkadaşlar. Yani bunu ben kendi hayatımda defalarca gördüm. Bu yani eğer şimdi bu velayetse ben de veliyim.
Abdülaziz Bayındır: Veli olmayan bir müslüman mı var?
Ali Rıza Demircan: Müslüman olabilir mi? Yani o bu ifademi belli bir anlayışa gönderme yapmak için söyledim. Yoksa Peygamberimiz o kadar etkilendi ki hacda. Peygamberimiz Efendimiz, “dikkat edin Allah’ın dostları namaz kılanlardır” diyor. Vallahul azim, namaz kılanlar Allah’ın dostlarıdır. Zaten ayet “ellezine amenu ve kanu yettekun” diye bir tanım getiriyor. Ama namaz kılmak hadisesi büyük hadise. Ki yer yüzünde namazdan öte bir yücelik tasavvur edemiyorum. Allah bir adama beş vakit namaz kılma bahtiyarlığını kazandırdıysa ona nimetlerin en büyüğü verilmiştir. Orada hiç şek ve şüphesi olmasın.
Abdülaziz Bayındır: Evet.
Ali Rıza Demircan: Şimdi Allah’ın kendi nezdine yükseltmesi olayını bu ayetlerin ışığında aldığımız zaman, zaten bütün peygamberlerde ve salih amelli mü’minlerde bu rif’at var. Şimdi diğer bölüme geçelim.
Abdülaziz Bayındır: Hayır Cenabı Hak bize emretmiyor mu? “Fefirru ilallah.”
Ali Rıza Demircan: Tabii, Allah’a koşun.
Abdülaziz Bayındır: Allah’a koşun diyor. Yani bunları da bilmek, “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.”
Ali Rıza Demircan: Ya “sabiku ila ma’firatin mir rabbikim, rabbinizin mağfireti için yarışa girin” de, o da bir rif’at yarışıdır. Nedir başka nedir ki yani? Ha şimdi oraya gelelim. Şimdi zannediyorum bu manen yüceltilme olayı peygamberlerin hepsinde var. Ve buna işaret ettik. Mü’min kullarda var, hadisle gösterdik. Pekiyi, ruh meal ceset olamaz mı bu “ber ref’eahu ileyh?” Olamaz. Biraz evvel bir şeyin altını çizmiştim; Maddi yükseltmede, yükselten, yükseltilen ve yükseltilen yer belli olmak zorundadır. Şimdi önce şu Kur’an gerçeğini hatırlatalım. Allah yarattıklarına benzemez. O’nun benzeri yoktur. O mekandan münezzehtir. Allah maddi bir varlık değildir ve belirli bir mekanda da değildir ki Hz. İsa ruh meal ceset O’na yükseltilsin. Şimdi yükseltmenin, Allah onu kendisine yükseltti. Hulül inancı olamaz. Bu merduttur. Yani Allah onu kendi zatına mı ekledi?
Abdülaziz Bayındır: Zaten Allah, şah damarından daha yakın.
Ali Rıza Demircan: Şah damarından daha yakın. Yok hani şimdi Allah’ın oğlu moğlu şeyi var ya! Yani biz böyle bir inancı Allah’ın, bir varlığın Allah’ın zatıyla rabt edilmesi, zatına madde olarak mekandan münezzeh cisim olmaktan beri olan Allah’a, ruh meal ceset bir varlığı monte etmemiz mümkün değil. Bu mana anlayamayız. E pekiyi Allah belli bir mekanda olmadığına göre Hz. İsa nereye gönderildi, nereye yükseltildi? Demek ki bu yükseltilmeyi biz İdris örneğinde, Kur’an ikilidir, mesanidir. Biz bunu “ve ref’eahu mekanen aliyya” şeklinde anlamak zorundayız. Yani, Fatih, anlamlı bakıyorsun da yani mümkün mü?
Abdülaziz Bayındır: Evet, çok doğru.
Ali Rıza Demircan: Değil! Demek ki yani bizim anladığımız manada Allah’ın kendisine yükseltmesi, ya da Allah’ın belli bir mekanı var orada istiva halinde, o mekana getirilmiş şeklinde, Kur’an’ın bütünlüğünden hareketle bir anlam vermemiz mümkün değildir. Dolayısıyla iddia edildiği anlamda ref, ancak “ve ref’eahu mekanen aliyya”da ifade edildiği gibi bizim tanımlayamadığımız ama birinci sema, ikinci sema, üçüncü sema, zaten bu semanın da ikinci sema olduğunu Peygamberimiz’den öğreniyoruz. Geleceğiz oraya şimdi. Yani o halde, madem ki Allah kendi zatına monte edemez, madem ki Allah belli bir mekanda yerleşik olmadığı için Allah’ın yerleşik bulunduğu bir mekana şeyin getirildiğini ifade edemeyeceğine göre, buna hiç kimsenin yeltenemeyeceğine göre “ve ref’eahu mekanen aliyya.” İdris (a.s.)’da örneklendirildiği gibi bunu bir mekani ali olarak anlamamız lazım. Bu mekanı alinin ne olduğunu da Peygamberimiz bize öğretiyor.
Abdülaziz Bayındır: İdris (a.s.) üçüncü katta, İsa (a.s.) ikinci katta.
Ali Rıza Demircan: İkinci katta, şimdi enteresan yani.
Servet Bayındır: Hocam oraya gelmeden bir soru sorabilir miyim?
Ali Rıza Demircan: Bitir de ondan sonra soralım.
Servet Bayındır: Ama geçerse şey olur.
Ali Rıza Demircan: Yok olmaz, olmaz! Yani çünkü hep araya girince ben de şeyimi kaybediyorum. Şimdi sevgili Peygamberimiz Efendimiz yani hayatında Hz. İsa (a.s.)’ı hürmetle yadediyorum, o bizim peygamberimizdir, efendimizdir. Ama bi hikmetin, O’na hayatında oniki havari iman etmişken Aziz Peygamberimiz’in veda haclarında yüzyirmibin sahabi vardır. Ve O evrensel Hatemül Enbiya bütün insanlığa gönderilmiş bir peygamber. Yani Hz. İsa’nın ref’inin üstünde bir ref’in olması gayet tabiidir. Pekiyi Hz.Peygamberimiz Efendimiz’in idealindeki ref neydi? Kendi ifadesiyle ref’ikül ala olan yüce Allah’a kavuşma idealiydi. Nitekim işte Buhari’nin bize rivayet ettiği 4437 şeyde, Hz. Aişe’nin rivayetinde, Aziz Peygamberimiz Efendimiz son nefesini verirken, “Allahümme fi ref’ikil ala, Allahım yüce dosta” diye. Yani yükselişin, yükselme idealinin manevi boyutlar içerisinde olduğuna da işaret buyurduğunu anlıyoruz. Kaldı ki, şimdi böyle bir mekan olamayacağına göre bunu bir “ve ref’eahu mekanen aliyya” olarak göreceğimize göre, şimdi gelelim, enteresandır, yani Buhari hadisi şu anda Buhari ve Müslim’den özet sunacağım hadisi. Metin olursa onbeş dakikamızı alır. Ama herkesin bildiği hadistir. Şimdi hadisle bu konu açıklanıyor mu, açıklanmıyor mu? Ona bir bakalım.
Abdülaziz Bayındır: Tam bir uyum var mı, yok mu?
Ali Rıza Demircan: Tam bir uyum var mı, yok mu? Şimdi miraca ilişkin Buhari ve Müslim hadisleri konuya tam bir açıklık getiriyor. Nedir bu Buhari ve Müslim hadisleri? Hz. Peygamber Efendimiz miraca yükseltiliyor. Ben çok kısa veriyorum. İşte ilk birinci sema kapısına vuruluyor, oradan kim geldi? Muhammed geldi.
Abdülaziz Bayındır: Aynen ruhun çıkması şeyiyle bire bir.
Ali Rıza Demircan: Ruhun çıkması, aynen bire bir. Bire bir. Yav ona miraç müsadesi verildi mi? Verildi. Birinci semaya Hz. Peygamberimiz çıkıyor, orada kiminle karşılaşıyor? Hz. Adem’le. Buhari ve Müslim hadisleri bunlar. Taş gibi hadisler. Üçüncü semaya, ikiyi atlıyoruz. Üçüncü semaya çıktığında yav buna kim o? Hz. Muhammed, Cibril cevap veriyor. Ona müsade edildi mi? Evet müsade edildi. Hoş geldi, sefalar getirdi. Bir de bakıyor üçüncü semada Hz. Yusuf. Aynı yöntemle dördüncü semada Hz. İdris. Beşinci semada Harun, altıncı semada Musa, yedinci semada Hz. İbrahim. Pekiyi ikinci semada kim var? İsa (a.s.) ve Yahya (a.s.). “Fe futiha lena feiza ene bi’beil hale İsebni Meryem. Kapılar bize açıldı bir de ne göreyim teyze çocukları olan İsa ve Yahya bana selam verdi, onlara ben de selam verdim. Ferahhaba ve da ava li bihayrin, benim selamımı aldılar ve bana hayırla dua ettiler. Hoş geldin dediler.” Bu açık, net.
Ali Rıza Demircan: Şimdi bir soru yöneltelim burada konuyu anlamak için. Hz. Peygamberimiz bu hadiste, Hz Adem’le görüşüyor, Yusuf’la görüşüyor, İdris’le görüşüyor, Harun’la görüşüyor, Musa’yla görüşüyor, İbrahim’le görüşüyor. Onlarla görüştüğü gibi ikinci semada da İsa ve Yahya’yla görüşüyor. E pekiyi yani bu hadislerde, bu rivayetlerde Hz.İbrahim’in yani yalnızca ruh, Hz. Musa’nın yalnızca ruh, Hz. İbrahim’in yalnızca ruh ama Hz. İsa’nın ruh meal ceset bulunduğuna dair en ufak bir rivayet var mı? Yok.
Abdülaziz Bayındır: Bulunmadığına dair şimdi okuyayım isterseniz. Vakit bitiyor, Allah razı olsun, çok güzel meseleyi anlattınız.
Ali Rıza Demircan: Asıl teveffiye…
Abdülaziz Bayındır: Şimdi ben onları şey yapacağım, müsaade ederseniz.
Ali Rıza Demircan: Hocam yalnız ben bir iki noktaya işaret edeyim. Çünkü…
Abdülaziz Bayındır: Buyurun!
Ali Rıza Demircan: Çünkü muarızları gördüm. Ha şimdi bu müsaade ederseniz, bu mesele zannedersem anlaşıldı.
Abdülaziz Bayındır: Tabii, tabii. Gayet güzel oldu.
Ali Rıza Demircan: Şimdi halbuki, Hz. İsa’nın Allah’a ruhen yükseltildiğini Kur’an sarahatle beyan etmektedir. Neyse, Hz. İsa Allah’a vefat… Soruyu soralım, kafalar hazırlansın diye. Hz İsa, Allah’a vefat ettirilmeden mi yoksa vefat ettirildikten sonra mı yükseltildi?
Abdülaziz Bayındır: Abdülaziz Bayındır: efattan sonra.
Ali Rıza Demircan: Haa, şimdi “ber ref’eahu ileyh”i bilmiyoruz. Ayet burada bize cevap vermiyor. Yani önce mi, ölümden önce mi, ölümden sonra mı? Bunu bize kim cevap,
Abdülaziz Bayındır: Diğer ayet.
Ali Rıza Demircan: Ali İmran 185. Ayetleri kıvırtmaya lüzum yok. “İz galellahu ya isa…”
Abdülaziz Bayındır: Ali İmran 55.
Ali Rıza Demircan: Ha, Ali İmran 55. “İz galellahu, Allah buyurdu ki: Ya İsa, inni meteveffike, ben seni öldür,” şimdi ben seni…
Abdülaziz Bayındır: Vefat ettireceğim.
Ali Rıza Demircan: “Vefat ettireceğim.” Şimdi geleceğiz, kısaca anlamına da işaret edeceğiz. “Ve rafiuke ileyye, ve seni nefsime yükselteceğim.” Vefat ettireceğim ve şey yapacağım, kendime yükselteceğim.
Abdülaziz Bayındır: Burada şunu da istersen ilave edelim, tekrar anlaşılsın diye. Yani Allah kafiri bile vefat ettirdiği zaman ruhunu yükseltiyor. Ama birinci kat sema açılmıyor.
Ali Rıza Demircan: Şimdi, sevgili kardeşlerim. Bir arkadaşımız diyor ki, Rabbim selamet versin. İyi niyetli olan ve bizimle aynı görüşleri paylaşmıyorsa da bütün kardeşlerimize duacıyız. Bizim derdimiz çelişme ve çatışma değil, tabii ki hakkın iletilmesi ve ulaştırılması. Kardeşimiz diyor ki: Biz teveffa kelimesinin anlamını Kur’an’dan bulmak zorunda mıyız? Evet Kur’an’dan bulmak zorundayız. Çünkü Kur’an bir kelimeyi on defa, yirmi defa, otuz defa kullanıyorsa. Şimdi Kur’an’ı Kerim’de Hasan El Basri’ye göre üç anlam varmış. Ölüm anında, uyku anında bir de ruh meal ceset. Olmaz böyle şey. Şimdi üşenmedim, açtım. Şimdi Zümer 42’de iki anlama işaret ediliyor. Bir uyku halinde alma.
Abdülaziz Bayındır: Ruh alınıyor.
Ali Rıza Demircan: Ruh alınıyor. Bir de ölüm halinde. Haa, şimdi soru?
Abdülaziz Bayındır: Vefat uyku manasına da geliyor, ölüm manasına da geliyor.
Ali Rıza Demircan: Haaa, yalnız burada duralım. Şimdi dün akşam üşenmedim, açtım baktım. Beni yanıltmadıysa kaynağım, hafızlık da var, ondan da rahat gidiyorum. Şimdi Allahu Zül Celal Kur’an’ı Kerim’de bir tek yerde “ve huvellezi yeteveffakum bil leyl.” Leyl ifadesiyle birlikte teveffiyi kullanıyor ki “valemu ma cerahtum bil nari” ilavesiyle burada ölüm halinde teveffiyi anlıyoruz.
Abdülaziz Bayındır: Burada uyku hali.
Ali Rıza Demircan: Burada uyku hali olduğunu anlıyoruz. Arkadaşlar calibi dikkat! Kur’an’ı Kerim’deki bütün teveffaları, bütün yeteveffaları, bütün yüteveffevneleri, bütün yeteveffevneleri ve bütün teveffileri araştırdım. Onbeş tane belki mübalağasız ayet tespit ettim. Hepsinde ölüm halinde almadır.
Abdülaziz Bayındır: İki tanesi hariç değil mi? Bir bu “ve huvellezi yeteveffakum.”
Ali Rıza Demircan: “Ve huvellezi yeteveffakum bil leyl.” Enam 60 hariç ama orada da bil leyl karinesi var. Leyl karinesinden…
Abdülaziz Bayındır: Öbüründe de nevm karinesi var.
Ali Rıza Demircan: Nerede?
Abdülaziz Bayındır: Anlaşılmıyor.
Ali Rıza Demircan: Orada zaten beyan ediyor. Orada açık ifade var. Zaten Kur’an onu reddetmiyor. Bak, “ve huvellezi yeteveffakum bil leyl”de, yanılmayasınız, bak burada uyku halindedir. Ama diğer bütün yerlerde, bak, “rabbena efi aleyna sabra ve teveffena müslimin.” “İnnellezine teveffahumul melaiketi zalimu en fusihim.” “Velevtera iz yeteveffellezine keferu melaiketi yedrubune vucuehum ve edbarahum.” “Ellezine teteveffahumul melaiketi tayyibine yegulune.” Yani şu anda uğraşsak ona çıkarrırız. Şimdi o halde Kur’an teveffi kelimesinin manasını veriyor. Bunun yani şöyle de devam etmek mümkün: Eğer nevm karinesi Zümer 42’de olduğu gibi nevm,uyku ve Enam 60’da olduğu gibi leyl karinesi olmadan kullanılan, teveffaların hepsi ölüm anında olduğuna göre “inni müteveffike”yi de buna hamletmemiz Kur’an’ın yönlendirmesidir. Kaldı ki yönlendirmese bile…
Abdülaziz bayındır: Rafiuke karinesi ile.
Ali Rıza Demircan: Rafiuke karinesi ile. Kaldı ki hani onu bir an için şey olsa, kabul etsek bile bizim kendi hayatımızdan tecrübelerle biliyoruz ki, yani ruh ölüm halinde alındığı zaman, uyku halinde ruh alındığı zaman ceset yine yataktadır. Yani ölüm anında ayrılması, onun için yani ruh meal ceset olarak Hz. İsa’nın yükseltildiğine dair Kur’an’da en ufak bir ima bulamazsınız. Nitekim şeyde Maide 117…
Abdülaziz Bayındır: İstersen burada şunu söyleyelim, geçende siz söylemiştiniz belki hatırınıza gelmez. “İnni meteveffike ve rafuike” diyor. Rafi kelimesi teveffi kelimesine atfediliyor. Matufin aleyhi gayridir. İkisini birleştirip de ruh meal ceset yükselme manasını çıkarmak mümkün olmaz.
Ali Rıza Demircan: Mümkün değil yani ruh meal ceset, Kur’an’ın bütününde böyle bir şey yok. Yani bunu illa zorlamayla, şimdi ne diyeceğiz hadislerden? Yani ben şu son hadise kadar. Miraç hadisi bir taş gibi Buhari hadisi. Ve bu hadiste Buhari ikinci kattadır.
Servet Bayındır: Diğerleri geri gelmiyecek de niye sadece Hz. İsa mı gelecek?
Ali Rıza Demircan: Niye İsa geliyor pekiyi niye biz “ve ref’ana hu mekanen aliyya”da İdris için aynı şeyleri şey yapmıyoruz? Yani İdris’in ruh meal ceset mekanı aliye yükseltildiğine dair yaygın bir inanç yok? Şimdi aslında bu hadislerle de bakılabilir ama ben arkadaşlarımızdan Allah razı olsun, yani ben recm olayında ve cinsel suçların cezaları konusunda ne derece etkilendiğimizi araştırmalarım sonucu gördüm. Burada bir etkilenme var. Bu etkilenmeyi de Tevrat’dan ve İncil’den alıntılarla benzetilen hadisleri şey yapmak lazım. Yani burada ben çok üzülüyorum, Hz. Peygamber’i yani Allah’ın evrensel kıldığı bir peygamberin yapamadığını, hayatında oniki sahabiye yani havariye uyan bir peygambere, imtihan gayelerini de kıyamet gününe kadar imtihanı ortadan kaldıracak bir biçimde yep yeni bir düzen?
Katılımcı: Ölçü mü yani oniki kişi?
Ali Rıza Demircan: Yani şu anlamda söylüyorum. O haşa sümme haşa, Allah’ın babasız dünyaya getirdiği, ölüleri diriltme imkanı verdiği, hastaları tedavi ettirdiği, efendim evdeki birikimleri söylettiği bir peygamberine yüzyirmibin de birmilyonikiyüzbin de tabi kılabilirdi. Ama vakıayı konuşuyoruz. Yani vakıayı.
Abdülaziz Bayındır: Olanı.
Ali Rıza Demircan: Olan buydu. E şimdi böyle iken gel bütün dünyayı, hem de işin garip tarafı, işin garip tarafı hani hıristiyanların beklediği gibi, yani daha önce öldürülen, yükseltilen ve sonradan dirilen ve kendi asli fonksiyonları içerisinde icra yapacak bir İsa inancını da bizimkiler söylemiyorlar. Ona ne diyorlar? Peygamber’e tabi olacak diyorlar.
Abdülaziz Bayındır: E tabi olacaksa niye bu şeriatı niye değiştirir?
Ali Rıza Demircan: Tabi olacaksa, Peygamber’in yapamadığını bir tabi olan, hadi madem ki Peygamber’in yapamadığını, tali şartlar dolayısıyla Allah bir insana müesser kılacaksa, hem Mehdi ve hem İsa neden gerekli? Madem ki İsa da Mehdi’ye, ümmete imam olmak, rivayetlerde layık olan sensin, sen geç diyecek, madem ki İsa da Mehdi’yi kabul edecek, gelen Mehdi’yi Mehdi yapacak idiyse zaten bir daha Hz.İsa’ya ihtiyaç nereden hasıl oluyor? Yani bunların…
Abdülaziz Bayındır: Tamam, istersen ben şimdi vakit geçti ben şu şeyi bir bitireyim mi? Müsaade ederseniz şurayı tamamlıyalım. Allah razı olsun, Ali Rıza hoca da konuya çok güzel açıklık getirdi. Şimdi dersin başında dedik ki: İsa (a.s.)’ın tekrar yer yüzüne geleceğinin, gelmesinin imkan ve ihtimal dışında olduğunu Kur’an’ı Kerim çok açık ve net olarak bildirmiştir, bu da vefat kelimesidir. Şimdi bu ilgili ayetleri okuyalım. Hep beraber sonuca varmış olalım.
Abdülaziz Bayındır: Burada diyor ki Allahu Teala, Ali İmran, az önce Ali Rıza hocanın okuduğu Ali İmran 55. ayette: “İz kalellahü ya ıysa, bir gün Allahu Teala dedi ki ey meryem oğlu isa, innı müteveffıke, ben seni vafat ettireceğim. Ve rafiuke ileyye, ve kendime yücelteceğim. Ve mütahhiruke minellezıne keferu, bu kafirlerin pisliklerinden seni arındıracağım. Ve caılüllezınettebeuke fevkallezıne keferu ila yevmil kıyameh, kıyamet gününe kadar sana uyanları kafirlerden üstün kılacağım. Sümme ileyye merciuküm, sonra dönüşünüz bana olacaktır. Fe ahkümü beyneküm.” Yine herkes oraya yükselmiş olacak demiş oluyor. “Fe ahkümü beyneküm fıma küntüm fıhi tahtelifun, ihtilaf ettiğiniz konuda ben şey yapacağım.”
Abdülaziz Bayındır: Şimdi burada, vefat ettireceğim. Bu arkadaşlar bu şeyler diyorlar ki hani! Vefat kelimesi uyku manasınadır, vefat kelimesi vücut ve cesedin birlikte yükseltilmesidir. Farz edelim, dedikleri yüzde yüz doğru. O anlamda düşünerek şu ayete mana verelim. Lütfen bakın! Maide Suresinin 116 ve 117. ayetleri. “Ve iz kalellahü ya iysebne meryem.” Bu ahirette olan konuşmadır. Ki bunu zaten hemen surenin devamındaki ayetlerden “Kalellahü haza yevmü yenfeus sadikıyne sıdkuhüm, bu gün doğruların, doğruluğunun kendisine fayda verdiği gündür” diyerek mahşer yerinde olan konuşma olduğunu ifade ediyor Allahu Teala burada.
Abdülaziz Bayındır: Diyor ki: “Ve iz kalellahü, Allah’ın dediği gün.” Yani bir gün gelecek Allah şöyle diyecek: “Ya iysebne meryem, Meryem oğlu İsa, e ente kulte lin nasittehızunı ve ümmiye ilaheyni min dunillah. Sen mi dedin bu insanlara anamı ve beni Allah’la kendi aranızda birer ilah edinin? Bunu sen mi söyledin? Kale.” Bu tür şeyler bütün tanrı edinenlerle ilgili olarak konuşulacak. Kur’an’ı Kerim’de var. Şimdi İsa (a.s.)’ın cevabı şu: “Kale sübhaneke ma yekunü lı en ekıle ma leşse lı bi hakk, benim hakkım olmayan bir şeyi benim söylemem söz konusu olamaz. İn küntü kultühu fe kad alimteh, eğer ben böyle bir şey demissem sen kesin olarak onu bilirsin. Ta’lemü ma fı nefsı ve la a’lemü ma fı nefsik, sen benim içimde olanı bilirsin ama ben sende olanı bilmem. İnneke ente allamül ğuyub, çünkü gaybları bilen, kalpleri bilen sensin. Ma kultü lehüm illa ma emartenı bih, bana ne emrettiysen onlara sadece onu söyledim.” O da nedir? “Enı’büdüllahe rabbı ve rabbeküm, benim de sizin de rabbiniz olan Allah’a kul olun dedim onlara. Ve küntü aleyhim şehıdem ma dümtü fıhim, içlerinde bulunduğum sürece onlara şahittim. Felemma teveffeytenı, ne zaman ki beni vefat ettirdin.” Müteveffike, teveffeyteni, bakın aynı kelime. Aynı kelimenin değişik kipleri. “Felemma teveffeytenı, ne zaman ki beni vefat ettirdin, künte enter rakıybe, onları görüp gözeten sadece sen oldun.” Yani vefatımdan beri her hangi bir şeyi bilmiyorum. Açık değil mi bu? Siz onun vefatına uyku deyin, bazılarının dediği gibi, uyku. Beni uyuttun, o günden beri bilmiyorum. Şu anda haberim oldu demiyor mu? Ondan sonra, ruh ve cesediyle birlikte yükseltti deyin. Tamam ruh ve cesediyle birlikte, teveffi, yükselmiş. Ben şimdi öğrendim. Beni yükselttiğin günden beri ne olduğunu bilmiyorum demiş olmuyor mu? Tekrar bir gidiş geliş yok. Gelseydi, bunların halini görseydi, anlatıldığı gibi millet inansaydı derdi ki, yarabbi ikinci gelişimde meseleyi düzelttik derdi.
Enes Hoca: Gerekeni yaptık, geri gelseydik, “vema enzeltenu…”
Abdülaziz Bayındır: Ve emetteni, evet derdi.
Servet Bayındır: Hepsini yapacağına göre, yaptım ben.
Abdülaziz Bayındır: Yaptım yapacağımı demiş olur. Bak ondan sonra diyor ki yani seni vefat ettireceğim dedikten sonra “felemma teveffeyteni, beni vefat ettirdiğin günden beri.” Ve yani vefat edene kadar, vefat edene kadar içlerindeydim diyor. “Vefattan sonra görüp gözeten sen oldun.” Ondan sonra “ve ente ala külli şey’in şehıd, sen her şeye şahitsin” diyor. Dolayısıyla siz bu vefat kelimesine hangi manayı verirseniz verin İsa (a.s.)’ın geri gelmesi mümkün değil. Bundan dolayı bu konuda yazı yazan hiç kimse bu ayeti almaz. Çünkü bu ayeti alırsa sistem bozulur.
Ali Rıza Demircan: Hocam, sadece bakın biz bu güne kadarki, ben düne kadar da bu ayetin kilit olduğunu söylüyordum. Şimdi arkadaşlarımız lütfen baksınlar, teveffa fiilinin mazi, muzari, emir, zaten ismi fail bir defa var müteveffide. Bakın yani ikinci bir mana yok. Ayetlerde ikinci mana yok.
Abdülaziz Bayındır: Zaten ahirette de Peygamberimiz de aynı sözü söyleyecek. ashabından bir kısmı gelecek, bakacak ki onlar sol tarafta yer almış. Buhari hadisidir.
Enes Hoca: Anlaşılmıyor.
Abdülaziz Bayındır: Evet, diyor ki ashabımdan, Buhari’de geçiyor, Bedür Halk’da geçen. “Ashabımdan bir kısım insanlar sağ tarafta, bir kısım insanlar da sol tarafta yerleştirilir. Derim ki,” bu sol tarafta olanlar yani ashabı şimal yani, “onlar benim ashabımdır derim” diyor. “Bana denir ki, onlar senden sonra sürekli gerisin geri döndüler.” Yani sen onlardan ayrıldığın günden itibaren onlar hep geri geri gittiler. “Ben de şöyle derim” diyor orada: “Tıpkı bunların durumu İsa (a.s.)’ın karşısındaki,” şey gibi ehli kitap gibi olmuş oluyor. Onu da açayım bakın buradan. Hatta Yahya, o ayeti sen oku oradan, ben de bunu okuyayım. Yani şeyde o, Maide 118. Yani “İn tüazzibhüm.” Evet, “ben de şöyle derim” diyor. “O salih kul İsa’nın söylediği sözü söylerim” diyor, ahirette. Evet “ve kuntu aleyhim şehiden makuntu fihim.”
Enes Hoca: Anlaşılmıyor.
Abdülaziz Bayındır: “Felemma teveffeyteni kunte enter rahima aleyhim. İçlerinde bulunduğum sürece ben onların ne yaptığını görüyordum. Ne zaman beni vefat ettirdin.” Aynı ifade. “Şahit olarak sen kaldın. İn tüazzibhüm, onlara azap verirsen, fe innehüm ıbadük, senin kullarındır, azap edebilirsin. Ve in tağfir lehüm fe inneke entel azızül hakım, eğer onları bağışlarsan doğru karar veren güçlü olan sensin” derim diyor.
Servet bayındır: İsa (a.s.) da aynısını söylüyor.
Abdülaziz Bayındır: Aynısını söylüyor O da. Ayet zaten aynı ayet, Peygamberimiz bu ayeti okumuş yani. ve Buhari hadisi Bedür Halk.
Katılımcı: Anlaşılmıyor.
Abdülaziz Bayındır: Evet. Neyse şunu ben son olarak şu ayeti okuyayım da bitsin burada. Nisa Suresinin 159. ayet. Bu ayeti kerime de maalesef yanlış anlamlandırılıyor. “Ve im min ehlil kitabi illa le yü’minenne bihı kable mevtihi. Ehli kitaptan herkes ölümünden önce mutlaka İsa’ya inanacaktır.” Kable mevtihi, yani kendisinin ölmesinden önce demektir. Hatta orada bu şeyi getirirseniz, bizim bu Aracılık ve Şirk kitabını. Ben şey yapayım. Getir, tamam getiriyor. İsa kendi ölümünden önce, şey İsa değil, ehli kitaptan her biri ki bu yahudi ve hıristiyanlar. İkisi de dahil. Çünkü İsa (a.s.)’a yahudinin de hıristiyanın da inanma mecburiyeti var. Ölümünden önce İsa’ya mutlaka inanacaktır. İsa’nın ölümünden değil, kendi ölümünden. Onun için şöyle bir kıraat da vardır. “Ve im min ehlil kitabi illa le yü’minenne bihı kable mevtihim.” Yani kendilerinin ölümünden önce. “Ve yevmel kıyameti yekunü aleyhim şehıda, kıyamet gününde İsa (a.s.)’ın onlara karşı şahit olacak.” Şeyi bul oradan. Şahit olacaktır.
Abdülaziz Bayındır: Şimdi şeylerin, Muhammed (a.s.) henüz peygamber olarak gelmeden, ya da Muhammed (a.s.)’ı peygamber belgesini görmeden İsa (a.s.) kendilerine peygamber olarak gelmiş kişilerin İsa (a.s.)’a sahih bir imanla hayatlarında mutlaka inanmış olmaları gerekir. İsa (a.s.)’a sahih bir imanla iman etmiş olmaları gerekir ki kafir olmaları mümkün olsun. Çünkü kafir imanı örten demektir. Olmayan şey örtülmez. Biz şimdi şeyden biliyoruz ki, bizde maalesef, maalesef şikayet hep aynı şey. Hiç ayetler ayetlerle tefsir edilmediği için kafir tanımı bile tamamen yanlıştır. Şimdi Allahu Teala Ali İmran Suresi 106. ayette diyor ki: “Yevme tebyaddu vücuhüv ve tesveddü vücuh, O gün” yani o mahşer gününde, “bazı yüzler ak bazı yüzler kara olacaktır. Fe emmellezınesveddet vücuhühüm, yüzleri kara olanlara şöyle denecektir. E kefartüm ba’de ımaniküm, inandıktan sonra kafir mi oldunuz?” Şimdi yüzleri kara olanlar, ehli kitabın, işte az önce Hz. İsa’nın muhatab olduğu kişiler de o gruptan değil mi? Onların da her birisinin inandıktan sonra kafir olması gerekmiyor mu? O zaman bunların inanmaları gereken kimdi? İsa (a.s.). Dolayısıyla hayatlarında İsa (a.s.)’a mutlaka sahih bir imanla inanmış olmaları, ondan sonra bu imanlarını terk etmiş olmaları lazım ki ahirette ceza çekmiş olsunlar, kafir olsunlar. Örtmeleri lazım. “Fe zukul azabe bima küntüm tekfürun, kafirliğinize karşı o azabı tadın” denecektir. O da işte kendi kafalarına göre İsa’ya verdikleri rol.
Abdülaziz Bayındır: Şimdi bakın bu günkü, şu anda görevde olan Papa ve onunla beraber oniki tane kardinalin müştereken yazdıkları Katolik dini, hatta o kitabı da benim odada, bir getirsene. O kırmızı bir kitap onu da gösterelim. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri kitabında şunlar yazılı arkadaşlar. Bak inandıklarını göstermek için. “İsa babanın elçisidir.” Burada niye baba dediklerini de anlatıyorlar orada. Allah’la inançları tam yüzde yüz bize uygun ifade ediyorlar. Bakın Allah’la ilgili inançlarını kısaca okuyayım size. “Allah birdir.” Aynı kitapta. “Ondan başka tanrı yoktur. O gerçeğin kendisidir. Yeri ve göğü tek başına yaratıştır.” Evet işte şu kitap, ben bu kitabı katolik kilisesi, şeyden konsolosluğundan getirttim. Kendi konsolosluğundan getirttim. Yani yazıyoruz, başkalarından yazdın demesinler diye. Evet. “Allah birdir. Ondan başka tanrı yoktur. O gerçeğin kendisidir. Yeri ve göğü tek başına yaratmıştır. Yaratılış düzenini ayarlayan ve dünyayı yöneten O’dur. O insanlara yakındır. Her şeyi bilir. Her zaman vardır. Varlığının başı ve sonu yoktur. Her şey varlığını O’na borçludur. Sahip olduğumuz her şey O’ndan gelmedir. O kendiliğinden var olmadır.” Bir yanlışlık var mı? Tam dört dörtlük akide değil mi bu? Ondan sonra, pekiyi Allah’a niye baba diyorsunuz dediğin zaman ki, şuna dikkatinizi çekeyim; Kur’an’ı Kerim baba dedikleri için onlara kafir dememiştir. İsa’yı oğul saydıkları için kafir demiştir. Bunu da unutmayalım. “Allah’ın baba olarak adlandırılması, her şeyin başlangıcı ve aşkın otorite sahibi olmasından ve tüm çocuklarının üstüne titreyen sevgi dolu iyiliğinden dolayıdır.” Yani sevgi dolu iyiliğinden dolayı baba diyoruz. “Yoksa Allah ne erkektir ne de kadın, Allah Allah’tır.”
Abdülaziz Bayındır: Bir yanlışlık var mı burada? Ondan sonra bakın burada ne diyor? Yine aynı kitaptan, şu: “İsa babanın elçisidir.” Rasulullah demiş oluyorlar mı? Yani La ilahe illallah, İsa rasulullah demiş olmuyorlar mı? Sahih iman bu değil mi? “Ve im min ehlil kitabi illa le yü’minenne bihı kable mevtihim.” Anlaşıldı mı şimdi ayet? Yani her birisi kendi ölümünden önce İsa’nın Allah’ın rasulü olduğuna kesin inanacak ki ondan sonra üzerini örtsün de kafir olmuş olsun. Doğru inanç olmadan kafirlik olmaz ki.
Ali Rıza Demircan: Yani biz o ayeti, kafamda dünden beri şey. Şimdi bu muzari delalet eden ayeti biz şöyle mi anlamış olacağız? Yani ehli kitaptan her bir fert ölümünden önce O’na iman etmek durumundadır.
Abdülaziz Bayındır: Yani sahih imanı olacak ki kafir olabilsin. Yoksa nasıl kafir olur? Yani olmayan bir şeyi örtebilir misiniz?
Ali Rıza Demircan: Anladım da, “le yu’minenne” ifadesini, böyle bir yükümlülük anlamına…
Abdülaziz Bayındır: Yükümlülük anlamına değil, vakıa anlamına. Kendi ölümünden önce İsa’nın Allah’ın elçisi olduğunu kesin olarak, ben çok sayıda hıristiyanla karşılaştığım zaman bunu ben onlardan dinlemişimdir. Ama ve ondan sonra bu inancın üstünü örttükleri için kafir oluyor. Ondan da onun için ceza gerekiyor. Efendim diyorlar ki, bak diyorlar ki, İsa’nın ölümünden önce diye mana veriyorlar buraya. Pekiyi ehli kitaptan hiç kimse yoktur ki manası, “ve im min ehlil kitabi” o demek. O zaman İsa (a.s.)’ın hayattayken olan yahudi ve hıristiyanlardan, yeniden geleceğini farz edelim, o zamana kadar yaşayan bütün hıristiyanlar İsa’ya inanacağına göre onların yeniden dirilmesi lazım değil mi?
Enes Hoca: İsa’yla bitmez bu iş.
Abdülaziz Bayındır: Yani bu iş İsa’yla bitmez. İsa’nın gelmesi yetmiyor. Hepsinin tekrar bu dünyaya gelmesi lazım. Hepsinin mükellef haline gelmesi lazım. Hepsinin inanması lazım. Böyle bir saçmalık olur mu? Şimdi çok net bir şekilde ortaya çıktı mı arkadaşlar? İsa (a.s.)’ın tekrar gelmesine imkan ve ihtimal yok. Ama İsa (a.s.)’ın tekrar gelmesi meselesini ortadan kaldırdığınız zaman bu günkü hıristiyanlık olmaz. Çünkü Peygamberimiz’e, bir gelecek peygambere inanma inancını atamıyorlar. O zaman Muhammed dememek için İsa diyorlar. Aynı şekilde yahudiler bir gelecek peygambere inanma inancı onlarda kesin olarak var, inanç esası. O zaman Muhammed diyemedikleri için Mesih diyorlar.
Abdülaziz Bayındır: Onları anladım da bizimkilerin derdi ne? Bizden bu kadar ayet açık ve net olmasına rağmen, şimdi sonradan hadis diye uydurulup kitaplara konmuş olan şeylere bakıp da nasıl akide belirtirsiniz? Halbuki Allahu Teala gelecek peygamber inancını mutlaka önceki kitaplar içerisine koymuştur. Öyle ikinci kaynaklara değil. Evet yani “yecidune mektuben indehum fit tevratı vel incil” diyor. Yazılı Tevrat ve İncil’de olması lazım. Bizde Kur’an’da çok net bir şekilde olması lazım. Öyle hadislerle falan değil. Kur’an’da çok net olan nedir? Bizim gelecek peygambere inanma diye bir görevimizin kaldırılmış olmasıdır. Ya da işte Mehdi’ye. Çok net olan nedir? İsa (a.s.)’ın öldüğüdür. Bir daha gelmeyeceğidir.
Abdülaziz Bayındır: Evet, böylece hepinize çok teşekkür ederiz, sağolun, varolun.