ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugünkü konumuz: Her İnsan Allah’ı Bilir başlıklıdır. Tabi burada geleneksel olarak bildiğimiz bir takım bilgiler var. Sorarlar insana; “müslüman mısın?”, “elhamdulillah”. “Ne zamandan beri?”, “kalu beladan beri”. Kalu bela ne demektir? “Elestu bi rabbikum” hitabının cevabıdır. Biz çocukken öyleydi. Yani “ben sizin rabbiniz değil miyim?” sorusunun cevabıdır. Peki bu soru ne zaman sorulmuş? Ruhlar aleminde sorulmuş. Peki ne oldu? Biz o zaman evet demişiz. Hatırlayan var mı? Hatırlayan yok. Bundan dolayı sorumlu olduğumuz söyleniyor. Peki hatırlamadığım şeyden nasıl sorumlu olurum? Sonra da biliyorsunuz müslüman ol dendiği zaman ne yapmam lazım diye sorarsanız karşı taraf der ki; “eşhedu en la ilahe illallah” de. Bir de “ve eşhedu enne muhammeden abduhu ve resuhluh” de. Tamam. Peki “eşhedu en la ilahe illallah” ne demektir? Ben şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yok. Yani tanıklık ederim. Yani bu benim bizzat gözümle gördüğüm, elimle tutar gibi gözümle görür gibi kesin olarak bildiğim ve kesin kanaate vardığım bir şeydir. Bütün dünya farklı şey söylese de ben bunu kabul etmem demektir. Eşhedu kelimesinin anlamı bu. Peki benim bu derece kesin bilgiye ulaşmam hiç bilmediğim, görmediğim, hiç hatırlamadığım bir ruhlar aleminde mi oluyor? Sonra işte çocukken bize öğretirler kafir kim: Allah’a inanmayan. Allah’a inanmayan dediğinizde de Allah diye bir varlığı kabul etmeyen. Hatırlıyorum biz çocuktuk, televizyon yeni çıkmış, bir dizide bir papaz Allah’tan bahsederken bizimkiler şaşırdılar: “Aa! Bu da Allah diyor”. Çünkü bize göre hristiyanlar Allah diye bir varlığı kabul etmezler. Sonra insanlar doğup dünyaya geliyor. Dünyaya geldiği zaman bir bilgi sahibi midir? Buna göre “elesti bi rabbikum” olayı ruhlar aleminde olmuş ise. Deniyor ki Allah bütün ruhları bir arada toplamış. Orada onlara sizin rabbiniz değil miyim diye hitap etmiş. Onların hepsi de evet sen bizim rabbimizsin demişler. O anda müslüman olmuşlar. Daha sonra orada verdiği söze aykırı hareket edenler kafir olmuş. O söze sadık kalanlar da mümin olarak devam etmiş. Bugün biz bu konuyu kuran açısından ele almaya çalışacağız. Nahl suresinin 78.ayetinde Allah şöyle diyor: NAHL, 78.. Ayet: “Vallahü ahraceküm mim bütuni ümmehatiküm la ta’lemune şey’e: Allah sizi, analarınızın rahminden çıkardı hiç bir şey bilmiyordunuz”. Eğer böyle bir olay varsa herhalde taze taze o zaman bilmemiz gerekir. Çünkü ruh, ana rahmindeyken vücuda üfleniyor. Hiç bir şey bilmiyorduk da hangi özelliklere sahiptik? “ve ceale lekümüs sem’a vel ebsara vel ef’idete: ama Allah size dinleme, görme ve fuad/kalp vermişti. Bu kalp, kan pompalayan kalp değil. O o sahip olduğunuz yeni özelliktir. Kan pompalayan kalp çünkü bütün hayvanlarda da var. Burada bakıyoruz ki şey var. Bu üç özellikle ile insanlar diğer canlılardan ayırt ediliyor. Bu canlılardan ayırt edilme olayı Muminun suresi 14.ayetinde bütün vücudun tüm organları oluştuktan sonra başlıyor. Vücudun tüm organları oluşuyor. İşte burada değerli dostumuz Doç. Dr. Zeki Bayraktar Bey var. Üroloji uzmanı olarak. Tabi üreme organları ile alakalı uzmanlığı var. İnşallah onu dinleyeceğiz. Onun böyle bir derste ne işi var? Biraz önce bir doktor arkadaşıma dedim ki; “az sonra her insanın Allah’a inandığı ile ilgili ders yapacağız ve bir de tabip bir arkadaşımız konuşacak”. O da dedi ki: “tıbbın bu işle ne alakası var?”. Yani “ruhlar aleminde tıp mı vardı” diyor. “Vücut mu vardı” diyor. Tabi herkes öyle biliyor. Onu ben size sormakla başlayayım da dinleyicilerimiz de dinlemiş olur bu bahaneyle. Müminun suresinin 14.ayetinde insan vücudunun gelişimi anlatılıyor, anlatılıyor, vücut organları tam olduktan sonra sinir sistemi, kan dolaşımı falan. Ondan sonra diyor ki: “summe enşanahum halkan ahar: sonra sizi yeni bir yapıyla inşaa ettik” diyor. Ben şöyle anlıyorum: o zamana kadar insanın vücudundaki gelişim ile herhangi bir hayvanın vücudundaki gelişim aynı gibi gözüküyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
ZEKİ BAYRAKTAR: Bu son söylediğiniz şey siz hatırladığım kadarıyla diğer derslerden ruh üflenmesinden önce ve sonra diye şey yapıyorsunuz. Lafzi ayetlerden hareket ederek bunu söylüyorsunuz. Kevni ayetlerde de biz bunun mukabilini nasıl görebiliriz? Hani gebeliğin 14.15.16. haftasına tekabül ediyor sizin söylediğiniz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kurana baktığınız zaman bu15.hafta olarak gözüküyor.
ZEKİ BAYRAKTAR: 15.hafta civarında tamamlanan bir süreç var. Allah’u Alem o süreçle birlikte oluşuyor. Bir insan vücudunda bulunan bütün organların kökeni ta hücresel dönemde var zaten. Bizim hani hücresel dönem/embriyolojik dönem dediğimiz ana rahmindeki ceninde her şeyi taslağı var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah ona da nefs diyor.
ZEKİ BAYRAKTAR: O belli bir aşamada gelişiyor. Bizim zürriyetin üretildiği donat hücreler diyoruz. Yumurtalıklar: hem erkekler için hem kadınlar için. Anne karnındaki bir cenin de 5.haftada teşekkül ediyor. Genital sırt dediğimiz bölgede. Oradan 8.haftadan itibaren aşağıya doğru inerek göç hareketi yaparak 16.haftada nihai yerine aşağı yukarı yerleşmiş oluyor. Onlar organ olarak içerdiği sperm ve doğum hücreleri olarak var olan mevcut şeylerdir. Ancak bunların aktive olması yani olgunlaşması ve zürriyeti oluşturabilecek yeteneğe sahip olması ergenlik döneminde oluyor hem erkek için hem kadınlar için. Dolayısıyla ergenlik döneminde bu şey olgunlaşıyor, nihai aşamaya gelmiş oluyor. Ondan sonra ergenlik döneminde erkeklerde sperm üretimi ve inzali..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mesela benim kurandan çıkardığım: Allah bir kişinin insan vasfıyla annesinden tamamen ayrılmasının 30 ay diyor. Emzirme süresi bunun 24 ayı. Geriye 6 ay kalıyor. 6 ay insan denecek vasıfla ana rahminde kalış süresi. Toplam süre 283 gün müydü?
ZEKİ BAYRAKTAR: 38-40 hafta diyoruz biz ona. Öyle oluyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kuranın ifadesi ile 6 ay 6×30 değil. 6×30’dan 3’ü de düşeceksiniz. 3-6-18 180 eder. 3 ü de düşerseniz 177 gün eder. Niye 3’ü düşüyoruz? Çünkü bir 29 gün sürüyor bir 30 gün sürüyor kameri aylar. Burada kameri aylar esas. 283 günlük süreden 177 günü düştüğümüz zaman15.hafta ile 16.haftanın başı 15.haftanın içi. Kişinin vücuduna ruhun üflenmesi o zaman oluyor. O zamana kadar zaten canlı. Ama o zaman bilgisayara program yüklenmesi gibi vücut tüm organlarını tamamlamış oluyor. Tıbben de bu böyle mi?
ZEKİ BAYRAKTAR: Ruhun üflenmesi olarak sizin bu hesapladığınız şeyi tam olarak ölçebileceğimiz vir şey yok.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ruh üflendi mi diye değil. Sadece vücut tamamlanıyor mu o süre içinde.
ZEKİ BAYRAKTAR: Tabi o süre içerisinde organı genez dediğimiz yani organların teşekkülü tamamlanmış oluyor. Yani kabaca şöyle söyleyelim; 15-16haftalık ay hesabı olarak kolay anlaşılsın diye 3 ayı tamamlamış oluyor. 3 ayı tamamlayan bir cenin bütün organlarını teşekkül etmiş bir şeydir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: 15-16.haftada tamamlanmış olduğu kurandan anlaşılıyor. Tamamlandıktan sonra, yapılan bir bilgisayara program yüklenmesi gibi vücuda ruh üfleniyor. Ruhun üflenmesi ile vücutta semi, basar, fuad oluşuyor. Yani şöyle: artık o çocuk, anneler bunu takip ederlerse daha iyi anlarlar diye düşünüyorum. Tabi siz tabip olarak daha şey yaparsınız. Çocuk hareketleri değişiyor ayete göre. Artık çocuk annesinden dışarıdaki konuşmaları dinleyecek hale geliyor. Dinleme. Oluyor mu böyle bir şey?
ZEKİ BAYRAKTAR: Tabi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ondan sonra tabi görme meselesi var ama dış dünyada olmadığı için göremiyor. Bir de artık duygusallaşma başlıyor.
ZEKİ BAYRAKTAR: Zaten yeni doğan bebekte bile görme tam ideal hale gelmiyor. O daha sonra kazanılıyor. Ama 3 aydaki göz ve görme şeyleri tamamlanmış oluyor. Onu söyleyelim. Yani organ tekamülü açısından..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yok, organ tekamülü açısından değil. Şöyle: bir adım sonrasını tahmin etme açısından. O anı değil de bir ileriki aşamayı tahmin edecek bir donanıma sahip oluyor çocuk o anda. Ana rahmindeki çocuk psikolojisi ile ilgilenenler bunu daha iyi anlatabilir mi bilmiyorum. Benim kurandan bulduğum bunlar yani. O andan itibaren farklılaşıyor. Yani o andan itibaren diğer canlılardan farklı olarak dinleme. Onlar işitir ama dinleme başka bir şeydir. Karşı tarafın bilgisini alıyorsunuz kafanıza yerleştiriyorsunuz, onu işliyorsunuz, icabında yeni bir üretim yapabiliyorsanız. Görme: arka planını görebiliyorsunuz olayın. Bir de karar verme organı var. Fuad denen organ. O zamana kadar o bilgi edinmenin en alt seviyesi. Allah diyor ki burada; “sizi annelerinizin karnından çıkardığı zaman hiç bir şey bilmiyordunuz ama bilgi edinme kabiliyetiniz vardı”. Yani o kabiliyet sırf insanda olan bir kabiliyet.
ZEKİ BAYRAKTAR: Buna şöyle de bir şey söyleyebiliriz. Neticede erişkin bir insanda var olan bütün yetenekler: konuşma, görme, muhakeme her ne ise insan olarak ne yetenekler varsa bunların hepsi elbetteki bu aşamada yerleştiriliyor. Ama onun tabi gelişmesi, yeteneğin kullanılması, buna konuşma da öyle görme de öyle muhakeme de öyle. Yürüme: bir bebek doğar doğmaz yürüyemez. Daha sonra yürür. 1 buçuk yaşlarında konuşmaya başlar ama konuşma yeteneğini rabbimiz 1 buçuk yaşında ona vermiş değil. Daha erken. Ana rahminde. Kısaca bir insandaki bütün özelliklerin biz genetik diyelim tıbbi olarak fıtrata verilmesi, vücuda yerleştirilmesi ana rahminde oluyor hiç şüphesiz. Bunu sonradan geliştirir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mesela bilgisayara program yüklüyorsunuz ama hiç bilgi yüklememişsiniz. Aynen onun gibi oluyor. Yani ruhun vücuda üflenmesi çocukta: program var, henüz hiçbir bilgi yüklenmiş değil. Kurandan benim anladığım o. Ayette diyor ki; “hiç bir şey bilmiyordunuz ama bilme kabiliyetine sahiptiniz” diyor Nahl suresi 78.ayette. Öyleyse ezelde “eleste bi rabbikum” diye bir şey vardı ruhlar alemi. Bunun bir kere bu ayet açısından bir şeyi olmuyor. Bilmiş olmamız gerekiyor. Çünkü az önce çok güzel ifade ettiniz dediniz ki; “yetişkin bir kişideki bütün özellikler onda var”. Benim anlatmak istediğimi çok kısa bir cümle ile çok güzel bir şekilde anlattınız. Asıl konuya gelelim.
Mesela bu olayla ilgili olarak şeyde çok genel bir durum anlatılıyor. Araf suresinin 172.ayetinde. Bu da sizin mesleğinizle yanından ilgili bir konu. Diyor ki ayet burada ARAF, 172.. Ayet: Ve iz ehaze rabbüke mim benı ademe min zuhurihim zürriyyetehüm: rabbin Ademoğulları’ndan” Ademoğulları dendiği zaman kadını erkeği dahil oluyor Arapça ifadede. Beni Adem dendi mi kadın erkeği dahil herkes. Ama burada Adem demiyor. Ademoğlu. Gelenekte Adem’in sırtından ruhlar alındı derler. Değil bu. Ademoğulları dendiği zaman siz de ben de izleyicilerimiz içindeki bütün hanımlar da bu işin içine giriyor. Bütün erkekler giriyor. “Sırtlarından zürriyeti alındığı zaman” diyor. Zürriyetin alınması: zürriyet dediğimiz de bizim oğlumuz, kızımız zürriyetimizdir. Sırttan zürriyet alınma, erkek doğum yapmıyor. Kadının da sırtından alınmıyor bu çocuk. O zaman bunun mecaz olduğu açık. Zürriyet dendiği zaman zürriyete sebep olan tohum. Siz ona ne diyorsunuz?
ZEKİ BAYRAKTAR: Sperm ve ovum.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Biz de ne diyoruz: yumurta ve sperm diyoruz.
ZEKİ BAYRAKTAR: Sperm ve ovumun üretildiği organa yumurtalık diyoruz. Yani erkeklerde teslis, kadınlarda da ovarium. Ortak adı yumurtalık.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Burada anlatılan, organların yaratılışı değil. Organlar zaten ana rahminde yaratılmış. Burada yeni bir yaratma yok. Burada mesele erkeğin spermin vücudundan ayrılıp kanala girmesi. Kadının yumurtasının kanala girmesi.
ZEKİ BAYRAKTAR: Orada Hocam şöyle de olamaz mı? Sırttan başlıyor ya göç. O süreci de içine alan bir süreç olamaz mı? Yani donatlar sırt bölgesinden geliyor diyoruz ya.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ama ona zürriyet diyemiyoruz. Bir sonraki ayette bunun şeyi de söyleniyor. Diyor ki;” babalarımız müşrikti biz onlardan sonra gelen zürriyettik diyemezsiniz” diyor. Yani baba-evlat ilişkisi. Ana-evlat ilişkisi. Babalarınız kelimesine ana da girer. Dolayısıyla bu iki ayeti birleştirdiğimiz zaman bunun ilk oluşumu değil, onun yapısı değil de oradan çocuğun olacağı şeyin vücuttan ayrılma olayı. Bu ayrılma olayına biz buluğ diyoruz. Ergenlik dönemi diyoruz. Biz öyle diyoruz yani. Siz de tıp olarak aynı şeyi söylüyorsunuz.
ZEKİ BAYRAKTAR: Ergenlik diyoruz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kadın, hamile kalabilecek bir pozisyona geliyor. Erkek; çocuk sahibi olabilecek pozisyona geliyor. İşte zürriyet o demek. Bundan sonra gelen ayetler de o az önce sizin izah ettiğiniz şüpheyi ortadan kaldıracak nitelikte. Sırt bölgesinden mi geliyor? Bunun kaynağı orası galiba değil mi?
ZEKİ BAYRAKTAR: Tabi. Sırt bölgesinden aşağı iniyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ayet de öyle diyor. Aslında sizin burada olmanız şu açıdan çok önemli. Demiz konuşmanızda kısaca değindiniz geçtiniz olayı iyi bildiğiniz için. Belki anlaşılmamış olabilir. Bizde ayet dediğimiz zaman sadece bu kitaptaki ifadeler anlaşılır genellikle. Halbuki kuranda ayet dediği zaman kainattaki bütün varlıklar ve bunlar. Tüm varlıklar Allah’ın yarattığı ayetlerdir. Bunda olanlar da Allah’ın indirdiği ayetlerdir.
ZEKİ BAYRAKTAR: Onlar lafzi ayetler.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani tüm varlıkları yaradanın sözleridir. Dolayısıyla buradaki sözlerin varlıklardaki kanunlarla çelişmesi söz konusu olamaz. E şimdi ikisini birleştirdiğimiz zaman şimdi son zamanlarda şu çok yayılmaya başlandı: kurandan bilim üretilmez. Bilim adamı olarak buradasınız gülüyorsunuz. Geçende de bir başka bilim adamına söyledim, bana diyor ki; “ benimle şaka yapmıyorsun değil mi?” dedi. Gerçekten bunu söylüyorlar mı diyor. Tabi onun metodolojisini şey yapmazsanız hiç bir şey üretemezsiniz.
ZEKİ BAYRAKTAR; Kuranın bilim kitabı olmadığını söyleyelim ama kurandan ilham alınarak çalışmalar yapılabilir tabi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu ayetle öbür ayeti birleştirdiğiniz zaman ortaya bir sonuç çıkıyor. Birleştirmek şartıyla.
Diyor ki burada; “ve eşhedehum ala enfusihim” Allah, o, vücudundan zürriyeti alınan kişiyi şahit tutuyor kendilerine karşı. Şahit tutma olayı artık çocukluğun geçmesinden sonra oluyor. Çünkü artık hak ve sorumluluklarını biliyor. Yani elinin önünü arkasını biliyor, faydasını zararını öğrenmiş artık. Müşahede edebilecek, duyduğunu zihninde saklayabilecek ve bir yerde ifade edecek noktaya gelince şahit tutma olayı. Mesela fıkıhta çocukların şahitliği kabul edilmez. Çocuklar işin ciddiyetini henüz kavrayabilmiş değillerdir. Onun için vücuttan şeyin ayrılması, yumurta ve sperm ayrıldığı an buluğ çağı ki o çağdan itibaren Allah zaten insanları sorumlu tutuyor. 90 yaşındaki, 70 yaşındaki, 50 yaşındaki kişiye yüklediği sorumlulukları ona da yüklüyor. Ondan sonra diyor ki; “ve eşhedu ala enfusihim; kendilerini bağlayıcı bir şekilde şahit tuttuğu zaman”. Diyor ki; ARAF, 172.. Ayet:”elestü bi rabbiküm: ben sizin rabbiniz değil miyim?”. Bunu ne ile söylüyor. Bakın her insana söylüyor. İster eskimolarda yaşasın ister günet kutupta yaşasın ister Afrika’da, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın. Ömründe hiç şehir yüzü görmemiş olabilir, hiç mektep medrese görmemiş olabilir ama herkesin okuduğu ayetler var. Bir kendisini okuyor ayet olarak bir de tabiatı okuyor. Allah şahit tutuyor bakın. Burada resul yok. Şu adam bu adam yok. Şu hoca geldi öğretti yok. Kimse yok. Allah şahit tuyuyor. Diyor ki: “ve eşhedehum: Allah şahit tuttuğu zaman”, “ala enfusihim: kendilerini bağlayıcı şahit tuttuğu zaman” ne diyor; “elestu bi rabbikum: ben sizin rabbiniz değil miyim?”. Rab: sahip, yaratan, yetiştiren, büyüten. Bakıyor tabi bir yaratıcı kesin olarak var. Adına Allah der başka bir şey der önemli değil. Ama benim bir sahibim olmalı yani. Kainatın bir sahibi olmalı, yaratıcısı olmalı diye o zaman kesin kanaate varıyor. O bir anlık iş değil. Tabi semi, basar ve fuat: o bilgi edinme kabiliyeti doğuştan olduğu için sürekli araştırıyor, araştırıyor, o bir sonuç. Adeta sertifikasını alma gibi bir olay oluyor. Burada da şunu söylüyor Allah bakın: bunu dersiniz “en tekulu yevmel kıyameti”: sonra kalkıp da kıyamet günü şöyle demeyin. “inna künna an haza ğafilın”: bizim bundan haberimiz yoktu ki ya rabbi, Sen bizi şirkten sorumlu tutuyorsun. Benim senin varlığına ve birliğine inanmam gerektiğini söylüyorsun. H kimse gelip bize anlatmadı ki. Bunu diyemeyeceksiniz çünkü kimsenin size anlatmasına ihtiyaç yok, bu sözü ben aldım sizden diyor.
ARAF, 173.. Ayet: “Ev tekulu” yada şöyle derdiniz ahirette: “innema eşrake abaüna min kablü”: bşz kalktık baktık babalarımız müşrik, puta tapıyorlar. “ve künna zürriyyetem mim ba’dihim: biz onların zürriyetinden gelen kişilerdik. Ne gördüysek o. Bunu da diyebilirdiniz, diyemeyeceksiniz diyor. “e fetühliküna bima fealel mübtılun”: bize doğruyu yanlışı göstermemişler biz ne yapalım. Çünkü Allah diyor ki; “la yukellifullahe nefsen illa vus’aha: Allah hiç kimseye gücünün üstünde bir sorumlulukla sorumlu tutmaz” diyor biz ne yapalım. Yani onların yaptığından dolayı bizleri sorumlu mu tutacaksın? Bunu da diyemeyeceksiniz diyor. Bu ne demek? Bir müşrik toplumda doğmuş büyümüş olabilirsiniz. Mesela İbrahim(as). Babası put yapan birisi. Toplumu puta tapan insanlar. Çevre tamamen putperest insanlarla dolu. Ee ne olacak şimdi? Bunun da müşrik olması beklenir. Ama değil.
Z.BAYRAKTAR: İbrahim(as)’ın güneş ve ay rabbimdir diye muhakemesi de buna işaret eder değil mi? O zaman nebi değildi muhtemelen.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Çocuktu.
ZEKİ BAYRAKTAR: Bu dönem yani. Konuyla bağlantılı değil mi olay?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Elbette.
ZEKİ BAYRAKTAR: Kendi kendine muhakeme ediyor, gerçeği buluyor yani.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir ayet hatırlıyor musunuz hani: “ biz kuranda her şeyin örneğini vermiştik” diye ayet vardı. Çok sayıda var. İsra suresinde değil mi? Bak her şeyin örneğini verdik diyor. Fatih her 15 günde bir tv ekranlarına çıkıyor KÖK programı yapıyor biliyorsunuz. Kuranın kuranla açıklanması olayı. Hakikaten kurandan toplum öylesine uzak kalmış ki Allah her şeyin örneğini verdim diyor bir araştır bakalım ne örneği vermiş. Yok, bakılmıyor. Mesela bu konunun örneği var. Az önce işte sizin aklınıza geldi. İbrahim(as). Mesela hepiniz kendi çocukluğunuzu düşünün. Hatta şöyle bir cümle söyleyeyim ondan sonra buraya geçeyim. Mesela şimdi Allah’a bu sözü ben ne zaman verim dendiğinde herhalde içinizde verdiğini ilk hatırlayan yeni buluğa ermiş çocuk olabilir. Onun için burada ben öğretmen arkadaşlarımıza şunu söyleyeyim. Bilhassa ilkokullarda ilköğretimde öğretmenlik yapanlar için. Şuna dikkat edin: çocuklar küçük yaştan itibaren Allah’ı ararlar. Onu zaten hepimiz biliyoruz. Ama öğretmenler, bilhassa din dersi öğretmenleri baksınlar ki buluğa eren çocuklar Allah ile ilgili soru soruyorlar mı? Buluğa erene kadar sorar. Sorgulama aşaması. Araştırma yapıyor. Mesela sorar; “baba Allah mı büyük şu dağ mı büyük” der. Araştırıyor. Allah’ın şuna gücü yeter mi buna gücü yeter mi diye hep sorular sorar. Ama buluğ çağına geldiği zaman dünyanın hiç bir yerinde hiç bir çocuk artık Allah ile ilgili soru sormaz. Çünkü eşhedu en la ilahe illallallah demiştir. Kesin olarak şu kanaate vardım ki Allah’tan başka ilah yoktur.
ZEKİ BAYRAKTAR: Ama ondan sonra inkar etmeye başlayabilir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O başka. O ayrı. Orada aslında bilmediği için değil.
ZEKİ BAYRAKTAR: Önce iman ettiniz sonra inkar ettiniz diyor ya.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İşte ayet o. Bir de burada şöyle bir çalışma var. O çalışmayı bir göstersene. Kerim Yavuz Bey vardır. Hala Adana İlahiyat Fakültesi’nde idi ama eskiden Atatürk Üni. İslami İlimler Fakültesi’nde idi bizim de dersimize girmişti. Bunu Diyanet İşleri yayınlamıştı. Çocukta Dini Duygunun Gelişmesi. Almanya’da yapmıştı bu çalışmayı ve istatistikler yapmıştı bizzat kendisi giderek. Okullarda: ilköğretim okullarında, ortaokullarda çocuklardaki dini duygu ve düşünce ile alakalı. Müslüman bir toplumda değil yani.
FATİH ORUM: Burada Hocam’ın da belirttiği gibi istatistiki bilgiler veriliyor. Mesela ben buradan bir-iki seçtiğim paragrafı paylaşmak istiyorum. Mesela 10-12 yaş arası çocuklardan birçokları yapılan bu araştırmada büyüyünce Allah’ı daha iyi kavramaya başladıklarını, kendilerini bildi bileli veya akılları erdiğinden beri Allah’a inandıklarını…
ABDULAZİZ BAYINDIR: Görüyor musunuz bu çok önemli ama bak. Yani siz de küçük çocuklarınıza bakın, “aklımız erdiğinden itibaren” orada yaş diyemez çocuk. Allah’ı arıyorum diyor.
FATİH ORUM: Fakat bu inancın nasıl başladığını bilmediklerini söylerlerken, birçokları küçükken insanın aklı ermediğinden, büyüdükçe ve aklı erdikçe Allah’ın varlığını, birliğini, gücünü, yaratıcılığını daha çok anlayıp inandıkları kanısındadırlar. Mesela şu tür ifadeleri yer almış. Mesela demişler ki; “içimden Allah’ı öğrenmek geldi, öğrendim inandım”. Bir kısmı böyle söylemiş. Bir başla kısmı; “içimden Allah’a inanmak geldi, düşündüm ben de inandım”. Mesela “aklım biraz erince kalbimden geçenleri bilenlere sordum, Allah’a inandım’ gibi. Mesela “dini inanç ile ilgili hususları gördükçe ya da duydukça iç hazırlığında buna katılmasıyla(zaten hazırlık var diyor çocukta)günün birinde çocukların içlerinde Allah’ı arayan, merak eden ve özlemini çeken duygular belirmeye başladıklarını söylüyorlar”.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Niye? Çünkü bak Allah “ ben şahit tuttum” dediği için buluğa kadar öyle bir kesin bilgi hasıl oluyor ki o çocuğun zihninde, eşhedu diyor. Artık onu hiç kimse o fikrinden caydıramaz. Ondan dolayı aksini söyleyenle dalga geçer çocuk. Belki böyle çocuklara da rastlamışsınızdır. O ne demek ya diye dalga geçer. İbrahim(as)’ın nasıl dalga geçtiğini okuyacağız.
FATİH ORUM; Mesela bir başka tespit tüm bu araştırmanın sonucunda çocukların merak ettikleri konuların başında Allah gelmektedir. Onların zihinsel ve ruhsal güçleri geliştikçe Allah’ı kavrama konusu sürekli etkinliğini korumuş ve bütün ilk okuş dönemi boyunca canlılığını hiç yitirmemiştir. Çocuklar başta Allah’ın zatı, fiilleri, yaratması, yarattığı varlıklar, kendi hayatını sürdürmesi için gerekli şeyleri temin etmesi ile ilgili bir sürü sorular sormaktadırlar kendilerine. Yine, çocuğun yaşı ilerledikçe taklit süreci eski yoğunluğunu yitiriyor. Bu da önemli. Öyle ki çocuklar benzemeye çalıştıkları fertleri de aşarak daha doğru ve daha güvenilecek kaynağa doğru yönelme ihtiyacı duyar. Anne ve babalarını aşma eğilimi istiyorlar ergenliğe doğru.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Başta İbrahim ne dedi babasına? Diyor ki Enam suresi 74.ayetinde babasını aşıyor ENAM, 74.. Ayet: “Ve iz kale ibrahımü li ebıhi azera etettehızü asnamen aliheh: sen gerçekten şu putlara tanrı mı diyorsun” diyor. Babalarını aşıyorlar diyor ya. Esas değerli izleyiciler bunu görmemiz lazım. Kuran her şeyin örneğini vermiştir. İşte bu sahada yapılan araştırma. Bu ayer. Ne diyor; “sen bu putlara tanrı mı ediniyorsun?”, “baba gerçekten samimi misin bu konuda?” demiş oluyor. “innı erake ve kavmeke fı dalalim mubin: siz de kavminiz de apaçık sapıksınız” diyor. Çocuk olduğunu biraz sonrs göreceğiz ayetlerden. İbrahim henüz nebi falan değil. Çocuk. Bu, İbrahim(as)’da değil her insanda olur. İşte Avrupa’da yapılan arşatırma. Orayı istersen bi tekrarla.
FATİH ORUM: Çocuğun yaşı ilerledikçe taklit süreci eski yoğunluğunu yitirir. Öyle ki çocuklar benzemeye çalıştıkları fertleri de aşarak daha doğru ve daha güvenilecek kaynağı bilme ihtiyacı hisseder.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ne kadar uyuyor değil mi?
FATİH ORUM: Siz bir kelime kullanmıştınız “Allah bundan büyük müdür” gibi. Velilerin Allah’ın büyüklüğü ile ilgili verdiği bilgileri de 10-12 yaşından itibaren çocuklar aşıp şunu diyorlarmış; “Allah her yerder ve hiç bir şey ona benzemez” bu bilgi yavaş yavaş şey yapmaya başlıyor.
ZEKİ BAYRAKTAR; Onun tam kesin yaş sınırını ben de bilemiyorum ama bunu piskologlar gayet iyi açıklıyorlar. Çocuklar somut düşünür, soyut düşünemez. Yani büyük-küçük, uzun-kısa gibi somut düşünce evresindeler. Belli bir yaştan sonra soyut düşünmeye geçerler. O da zaten ergenlikten önce olur ama ergenlik aşamasında bu daha olgunlaşır.
FATİH ORUM: 10-12 yaş aralığı vermiş burada.
ZEKİ BAYRAKTAR: Veriyor mu? Tamam. Somut düşünceden soyut düşünceye geçiş evresinden sonra.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Burada piskolog var diyor ki; “9 yaşından sonra”.
ZEKİ BAYRAKTAR: O döneme kadar işte Allah’ın büyüklüğünü-siz dediniz ya-dağlar vs.ile kıyaslar somut evre olduğu için.
ABDULAZİZ BAYINDIR; Mesela İbrahim de onu yapacak biraz sonra yani. Aynısını söyleyecek. İbrahi sadece bir örnek. Çünkü çocuklardan bir çocuk. Babası müşrik, toplumu müşrik. Bu en kötü ortamda bir kişi nasıl Allah’ı bulur.
FATİH ORUM: Bir de şu son cümleyi belki okuyabiliriz. Hani fıtratı hızla yaklaşıyor. “Her insanda olduğu gibi çocuk da tabiatın güzelliğini hayatı kolaylaştırıcı ve dinlendirici tabiat şartlarına yaklaşırken aksi durumlarda ondan uzaklaşmak ister. Yani ârızi olan şeyleri belli bir yaştan sonra reddediyor ve tabii olana yöneliyor”.
ZEKİ BAYRAKTAR: Şimdi burda benim hep dikkatimi çekmişti Hocam. Şimdi burada “elestu bi rabbikum kalu bela” ifadesinde yani Allah’ın varlığı-yokluğundan ziyade şirk ile ilgili yani “sizin rabbiniz ben değil miyim” vurgusu. Yani bu çocuklar da insan da zaten Allah var mı yok mu tartışmasını zaten yapmıyorlar. Fıtri olarak zaten var olan bir şey. Ona herhangi bir eş koşulabilir mi? Ona herhangi bir hükümranlıkta şirk koşulabilir mi? Bu. Şirk koşulması arızi bir durumdur ve fıtratı rahatsız eder. Yani Fatih Bey’in şimdi okuduğu cümle sanki ona işaret ediyor. O, fıtraten onu reddediyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Son söylediğiniz şey de çok önemli bir tespit bana göre. Dediniz ki; “Allah’ın varlığı-yokluğu meselesi değil de Ondan başka rabb olması” meselesi. Gerçekten mesela “Allah şu kadar büyüklükte mi?” diyor. Allah var mı diye sormuyor ki hiç bir çocuk. Zaten elde bir. Allah var mı diye sormuyor. Biliyorsunuz eski Sovyetler Birliği’nde ateistlik devletin resmi politikasıydı. Ve okullarda ateizm dersi vardı. Yani Allah’ı reddetme gayreti. Sovyetler’in dağılmasından sonra bir eski Sovyet ülkelerine bir seyehat yapmıştık. Kazakistan’a gittik. Orada bir delikanlıyı bize rehber olarak verdiler. Gencecik 16-17 yaşlarında yeni buluğa ermiş yani genç bir delikanlı ama zeki, süper zeka. Orada seçilmiş öğrenciler arasında, Moskova’ya süper zekalılar okuluna gönderilmiş çocuk. Öyle ki İstanbul Türkçesi gibi konuşuyor. O kadar kabiliyetli bir çocuk. Halbuki hiç bir zaman buraya gelmemiş. Orada ona dedim ki; “sen Allah’ın varlığına ve birliğine inanıyor musun?”, tabi dedi ya “öyle şey mi olur? Ne demek Allah’ın varlığına ve birliğine inanıyor musun? Bize ateizm dersini veren hoca da inanıyordu”. Hatta ateizm dersi veren hocalarına, akşam yemeğine davet etmişlerdi Kazakistan’ın Almaata’nın hemen yakınında bir yerdi. Tabi çok eski olduğu için oranın adını unutmuşum şimdi. Diyorlar ki hocalar; “biz gider sınıfta ateizm dersini anlatır, akşam da sabaha kadar tevbe ederdik ya rabbi bizi affet” diye. Çünkü Allah’ın varlığına ve birliğine inanmamak diye bir şey söz konusu olamaz. Kurandan bunu görünce, 1985’e kadar bir ansiklopedi çıkmıştı. Adını söylemeyeyim belki.. O ansiklopediye ben de dini maddeler yazmıştım. 85’de çıkmıştı. İslam Ansiklopedisi değil. İslam Ansiklopedisi yeni tamamlandı. O zaman daha başlamamıştı bile. Ansiklopedinin genel mantığı, 12 Eylül sonrası ateizm idi ki Türkiye’deki ateistlerin ana merkezi orası idi. Ve ayda bir bir yayın yaparlardı. Ondan sonra işte ben Allah’a inanmam, ben ölürsem cenazemi kılmayın, ben ölürsem yakın. Yaşı müsait olanlar hatırlar o günleri. Orada onların başı olan kişi bana dedi ki; “ya Hoca inanıyor musun” dedi. “Tabi ki inanmıyorum” dedim. “Bunlar hepsi uydurma haberler” dedi. Ben yazılarımı pazartesi akşamları götürüp teslim ediyorum oraya. Saat 5’te müftülükte mesai bittikten sonra. İstanbul Müftülüğü’nde. Yeri de 2.Levent’de. Oraya kadar götürüyorum, orada teslim ediyorum. Ben de o sıra fetva kurulu başkanı olduğum için biraz daha uzun sakalım. Siyah sakal. Hemen içeri girer girmez herkesin dikkatini çekiyoruz. Belki 200 kişi çalışıyor çok büyük bir salon. Oturup benimle konuşuyorlar. Bir akşam konuşuyoruz gene. Mesai bitmiş. Ateistlerin Türkiye’de önde gelen kişileri orda. Ben şurada oturdum konuşuyorum. O başkanları benim olduğum yerde, onlar etrafımda hilal gibi olmuşlar. Konuşuyoruz. Konuşurken “ Hocam bunlara bakma bunların hepsi zındıktır” dedi. Allah Allah dedim, bu adam arkadaşlarına niye zındık diyor dedim kendi kendime. Ya niye zındık diyorsunuz dedim. Neyse devam ettik. Ondan sonra dedi ki; “Hoca hiç kendini yorma” dedi. “Ben dinsiz bir adamım. Ben öyle Allah’a falan inanmam” dedi. Ben de hemen oturduğum yerden kalktım, şöyle yumruğu masaya vurdum, “bana bak” dedim “ sen yalan söylüyorsun. Ben de senin Allah’a inanmadığına inanmam” dedim. Kurandan bunları öğrenince yalan söylediği açık. “Tabi inanıyoruz Hoca” dedi, bir heyecanlandı ve koltuğu geriye doğru itti “tabi inanıyoruz Hoca” dedi “ama senin inandığın gibi inanmıyoruz”. Şimdi bu, “ben Allah’a inanmam dediği zaman” halkayı oluşturanların hepsi tasdik etti yani biz de inanmayız gibi. Arkasından “tabi inanıyoruz Hoca” deyince hepsi böyle bir değişti orda. Ama senin inandığın gibi inanmıyoruz dedi. Dedim “bak ben kaç senedir buraya gidip geliyorum, ne zaman ben size Allah’a benim inandığım gibi inanın dedim? Bunun bana göresi sana göresi olmaz ki. Bu evrensel bir meseledir” dedim. Bunun sana göresi bana göresi olur mu? Sonra dedim Allah bir elçi göndermiş kitap göndermiş. Açarsınız o kitabı okursunuz, o elçiyi de dinlersiniz ne demiş ise, ondan sonra bana dersiniz ki Hoca bak sen böyle böyle diyorsun ama kuranda senin dediğin gibi değil, ben de kendimi düzeltemiyorum.
ZEKİ BAYRAKTAR: Zaten siz de bazılarının inandığı gibi inanmıyorsunuz. Biz de yani. Belki onu kastetmiş olabilir!
ABDULAZİZ BAYINDIR; Öyle tabi. Ondan sonra arkadan birisi, ikindiyi kılmışım gitmişim oraya. Gerçi yaz uzun gün ama akşam namazı olana kadar konuşmamız devam etmiş, yatsı yaklaşmış benim akşam namazı gidiyor. Dedim kusura bakmayın benim namaz gidiyor dedim. Burada da namaz kılacak yeriniz yok, ben müsade alayım dedim. Ayağa kalktık onlardan birisi dedi ki; “Hoca tamam doğru söylüyorsun ama(Allah’a inanıyorsun dedik ya!) biz bu müslümanların nesini gördük şimdiye kadar” dedi. Dedim ki; “müslümanların hiç bir şeyini görmemiş olsanız bile onlar diyor ki; bu dinsizleri de Allah yaratmıştır. Yetmiyor mu size” dedim. Öyle bir sevindiler ki. Sizi Allah yaratmıştır sözü onlara bir ikram oldu. Hepsi birden adeta koro halinde “sağ ol Hoca” dediler. O koskoca salonun öbür başına kadar beni uğurladılar. Zaten onun için Allah ne diyor kafir derken: ‘örten’ diyor. Olmayan şey örtülür mü? Kalbinde inanç olacak ki örtsün. O zaman demek ki Allah bak mesela bu işin tıpla din arasındaki irtibatı şey yaparken C. Hakk buluğ ile birlikte insanları sorumlu tutuyor. Buluğa ermeden önce bir takım alıştırmalar yapılıyor. İşte oruca alıştırılıyor çocuk, namaza alıştırılıyor falan. Ama buluğa erdiği günden itibaren orucu tam tutacak, namazı tam kılacak, bütün emir ve yasaklardan sorumlu olacak. Tabi bunun anlamı da şu: çocuk artık topluma tam bir birey olarak girecek. Her konuda. O da eğitim sistemimiz işe ilgili bir takım sorunlar var. Değerli izleyiciler, elimizde olmayan sebeplerden sohbetimize ara vermek zorunda kaldık. Şimdi kaldığımız yerden devam ediyoruz. Zeki Bey’e şeyi soruyorduk. Kuran, buluğ ile birlikte sorumluluğu başlatıyor. Sizde bir tabip olarak buluğ ile birlikte gelişimini tamamlamış diyor musunuz?
ZEKİ BAYRAKTAR: Tabi. Bazı organ, kemik değişimi 18-20 yaşına kadar devam eder ama kişi sorumluluk açısından muhakeme yeteneği, organ gelişimi, özellikle konumuzla bağlantılı olduğu için buluğ/ergenlik çağı dediğimiz şeyin en belirgin özelliği, üreme fonksiyonunun başlaması. Asıl konumuzla da bağlantılı husus o. Hem erkekte hem kadında üreme fonksiyonu buluğ çağı ile başlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kuranda Nisa suresinin 6.ayetinde sadece kişinin para üzerinde tasarrufu için reşit olma, olgunlaşma şartı vardır. Ama ibadetlerle ilgili öyle bir şey yok.
İbrahim(as) dedik. Şimdi İbrahim(as)’ın örnekliğine bakalım. Dikkat ederseniz değerli izleyiciler, İbrahim(as)’ın burada henüz elçi olmadığını görürsünüz. Allah burada onu örnek veriyor. Çünkü bizim için son derece önemli. Müşrik bir toplumda doğmuştur, puta tapan bir toplumda doğmuştur ve onlarla ciddi bir mücadele vermiştir. Az önce Fatih Orum da şey yaptı. Avrupa’da yapılmış araştırmaları okudu burada. Çocuklar buluğ çağına yaklaştıkları zaman artık kendilerinde kişilik oluşuyor. Kendi taklit etmek istedikleri kişileri de aşarak Allah ile ilgili çok kesin sonuçlara varıyorlar. Kendi taklit etmek istedikleri kişi kelimesi çok önemli. Çünkü bir papazın çocuğu olabilir, koyu bir katoliğin çocuğu olabilir, bir budistin çocuğu olabilir, onu aşabilir. Şimdi burada bir put yapımcısının çocuğu olan İbrahim’i şey yapıyoruz. Enam suresinin 74 ve devamı ayetleri okuyacağız. Allah burada şöyle diyor; ENAM, 74.. Ayet: Ve iz kale ibrahımü li ebıhi azera: İbrahim, babası Azer’e bir gün şöyle dedi”, “etettehızü asnamen aliheh: :sen şimdi bu putları kendine ilah mı yapıyorsun?” diyor. “innı erakeve kavmeke fı dalalim mübın: ben seni ve toplumunu apaçık bir sapıklıkta görüyorum”. İşte bu Avrupa’da yapılan araştırma ile de örtüşüyor değil mi? Avrupa’da yapılan araştırma. Orada da çocuklar, anne babalarının Allah konusundaki yanlış inançlarını reddedecek noktaya geliyorlar.
ENAM, 75.. Ayet: Ve kezalike nürı ibrahıme melekutes semavati vel erdı: böylece İbrahim’e göklerin yerin melekutunu gösteriyorduk”, yani göklerde ve yerde yetki sahibi kim? Kimin emrine uyuluyor? Az önce sizin dediğiniz. Allah’ı zaten biliyor da Allah’tan başka tanrı var mı? Biliyorsunuz en çok şöyle yapılır: Derler ki; “Allah’ı siz Ankara’daki cumhurbaşkanı gibi düşünün. Aracı tanrılar da valiler, kaymakamlar, muhtarlar gibidir. İşte biz cumhurbaşkanı ile doğrudan görüşemeyiz, bunlar bize bunu sağlar”. O şirk yapılanması böyledir. Sen doğrudan Allah ile nasıl görüşeceksin. Allah’ı bir insana benzeterek şey yaparlar. Yok efendim işte Allah’ı trafoya benzetirler, oradan nasıl elektrik alacaksın? Bu efendi araya girmezse olmaz falan diye şirk yapılanması. Bu sonradan oluşan bir yapılanmadır. Allah da diyor ki burada, “İbrahim’e göklerin ve yerin yönetimi kimin elindedir onu gösteriyorduk”. “ve li yekune minel mukınin: bu konuda kesin karara varanlardan olsun”. Varsın değil, varanlardan olsun. Herkes varıyor. Okuduk ya ayette Araf suresi 172’de. Eşhedu dediğinizde kesin kanaate varmış oluyorsunuz. Şimdi İbrahim’in toplumunu iyi tanıyalım. Onun toplumunda puta tapılıyor ama o putlar gök cisimlerinin temsilcisi. Şu yıldıza tapıyorlar, güneşe tapıyorlar, aya tapıyorlar ve onların yeryüzünde de putları var. Temsil edilen şeyleri var. O çocuk olarak, onları da aracı tanrı olarak öğrenmiş. Zaten Allah konusunda bir şüphesi yok. Allah büyük rab, bunlar da küçük rablar. Yani diyelim Ankara’daki cumhurbaşkanı büyük yönetici, sizin ilinizdeki vali küçük yönetici, işte kaymakam onun küçüğü, muhtar onun küçüğü. Onun gibi bir şey öğretmişler buna. Çocuk ya.
ENAM, 76.. Ayet: “Felemma cenne aleyhil leylü raa kevkeba: hava kararınca bir yıldız gördü”, “kale haza rabbı: bu benim rabbim/efendim” yani bu şehrin yöneticisi o gibi düşünelim yani. “felemma efele kale la ühıbbül afilın: baktı ki battı, ben batanı ne yapacağım istemem dedi”. Benim her zaman ona ihtiyacım var, gece oldu gitti. Gündüz aradığım zaman nerde bulacağım? Bakın görüyor musunuz bu benim rabbim diyor. Allah’ın nebisi olsa rabbim der mi? Daha çocuk.
ZEKİ BAYRAKTAR: Hocam orada toplumda o eğitim de verilmiş aslında. Durduk yere değil de madem bu gök cisimleri falan, söylenen rabbim budur herhalde diyor yani. O, yanlış eğitim altında yanı aslında.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tabi çok güzel bir tespit. Zaten babası puta tapan birisi. O toplumda bunu öyle yetiştirmişler. Bu söylediğiniz şunu da gösteriyor: bir kişiye yanlış din eğitimi verebilirsiniz ama doğruları bulur. Çünkü fıtrata ters. Bu vücut bir ölçektir. Bu zihin bir ölçektir.
ZEKİ BAYRAKTAR: Arızi şeyleri reddeder dedi ya Fatih Bey’in okuduğu. Arızi şeyleri reddediyor. Araf 172’de de babalarımız tapıyordu biz de tapıyorduk demeyesiniz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bakın işte ne kadar şey düşüyor. Bu, yapılmış bilimsel bir araştırma. Sahada yapılmış araştırma. Çocuklarla bir bir görüşülerek yapılmış araştırma. Çocuklar arızi şeyleri reddediyor. İbrahim de olur mu bu diyor ya olur mu?
ENAM, 77.. Ayet: Felemma rael kamera baziğan kale haza rabbı” bir gün de ayı görüyor, ayın ondördü doğuyor, “hah! işte raabbim bu “ diyor. “felemma efele: o da batınca”, bu cümleye dikkat edin değerli dinleyicilerimiz: “kale leil lem yehdinı rabbı le ekunenne minel kavmid dallın: eğer benim rabbim bana doğruyu göstermezse”. Bak “bu rabbim” dedi battığı zaman “benim rabbim”. O kim? O Allah. Zaten Allah konusunda şüphesi yok. Esas O büyük rab “bana doğruyu göstermezse” kendi kendine şey yapıyor. Allah’ın duyduğunu da düşünüyor orada. Diyor ki; “göstermezse”, “le ekunenne minel kavid dallin: ben de bu sapıklardan birisi olacağım” diyor. Biraz önce dedi ya “seni ve kavmini açıkça sapıklıkta görüyorum”, ben de bunlardan olacağım rabbim doğruyu göstermezse diyor. Fatih’in okuduğu ‘toplumunu aşma’ safhasına getiriyor.
ZEKİ BAYTAKTAR: O zaman o kavim de Azer babası, toplum da aslında Allah’a inanıyorlar aracı koşuyorlar bunları.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Biraz sonra göreceğiz zaten. Tabii. İnanmayan yok.
ZEKİ BAYRAKTAR: Zümer 3. ayetindeki gibi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Burada da göreceğiz. Zaten Allah’ın varlığına ve birliğine inanmayan hiç kimse yoktur. Allah’a ortak koşuyor. Allah olmasa nasıl ortak koşacak Allah’a inanmasa? O var ki o elde bir zaten. Diyor ki ben Allah’a ulaşamam, bu efendinin aracılığı ile ulaşacağım diyor. Allah rızası için. Sizin bir yazınız vardı. Neydi?
ZEKİ BAYRAKTAR: Kitap Ve Hikmet dergisinin son sayısında. Allah Rızası İçin Şirk Koşanlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İki cümle ile özetleyin bari şey yaptınız.
ZEKİ BAYRAKTAR: O başlığı Zümer 3 ayetinden esinlenerek düşünmüştük. Zümer 3 te ne diyorlar? Bu velilere aracılık edenler diyorlar ki; biz bu velilerimize başka bir amaçla değil ki bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz. Bizim Allah rızasından başka bir gayemiz yok. Asıl hedefimiz bu diyorlar. Ne yapıyorlar? Şirk koşuyorlar. Allah rızası için şirk koşuyorlar yani. Onlara göre Allah’ın rızası için bunu yapıyorlar ama bu onların bir iddası tabi. Allah’ın rızası için hareket edeceksen Allah’ın kitabına uygun hareket edeceksin demek istiyoruz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Çok doğru. İşte burada İbrahim as toplumunu aşmaya başlıyor burada. Çok enteresan yani o araştırma ile bire bir uyuyor bakın. Ayı görüyor, “işte benim tanrım bu” diyor. Benim tanrım bu ama batınca, eğer rabbim yani o büyük rab bana doğruyu göstermezse ben de bu sapık toplumlardan biri olacağım. Çünkü puta taptıkları için sapık demişti ya. İnsan zanneder ki işte doğruyu buldu. Değil! Hala araştırması devam ediyor.
ENAM, 78.. Ayet: “Felemma raeş şemse baziğaten: güneşi doğarken gördü” bak daha güneş doğuyor. Siz her zaman görürsünüz de her zaman üzerinde düşünmezsiniz. Bir yerde günlerce gider gelirsiniz bir şey dikkatinizi çeker, bu da böyle yani. Felemma raeş şemse baziğaten kale haza rabbı haza ekber: işte benim rabbim bu, bu daha büyük”. Yıldızdan da büyük aydan da büyük. Kendi gördüğü şeye göre konuşuyor. Öyle gözüküyor çünkü. Birisi çıkıp der ki “yıldız aydan daha büyük” ama yeryüzünde yaşayan bir insan için “yıldız aydan büyüktür, yıldız güneşten büyüktür” diyebilir birisi ama yeryüzünde yaşayan birisi için en büyük gök cismi güneştir. “felemma efelet: o da battı”, hee vay be bunların hiç birisinin rab olacak vasfı yok. Bunalar nasıl göklerde yerde yetkili olabilir ki? Toplumunu şimdi aşıyor bak. Diyor ki; “kale ya kavmi innı berıüm mimma tüşrikun: Allah’ın yanına kattığınız bu tanrılar var ya? Hepsinden ben uzağım”. Tabi yanına katmak: ortak koşmak. Yani siz bunları birinci sıraya alıp Allah’ı ikinci sıraya koyuyorsunuz. Allah rızası için ortak koşanlar da aynı şeyi yapmıyorlar mı? Araya koydukları efendiler birinci sırada Allah ikinci sırada değil mi?
ZEKİ BAYRAKTAR: Kendilerine göre hedef Allah, onlar aracı ama tabi o onların iddiası.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah sana şah damarından daha yakın. Şah damarı ile senin arana giren her şey öldürmez mi insanı? Tabip olarak şey yapın da. Aort mu diyorsunuz şah damarına.
ZEKİ BAYTAKTAR: Şah damarı aort tabi. Kalpten çıkan ana damar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Peki o damar ile kalp arasına giren herhangi bir şey adamı ne yapar?
ZEKİ BAYRAKTAR: Zaten direk kalpten çıkıyor. Direk kalbin içinden çıkıyor. Direk sol ventrical dediğimiz pompalama fonksiyonunu yapan yerden çıkıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ben zannediyorum dışardan çıkıyor, araya bir şey girer zannnediyorum. Giremez demek ki. Onu da ilk defa öğreniyorum.
ZEKİ BAYRAKTAR: Kalbin dört kademesi var ya. Yani ana pompa fonksiyonu, sol veritical dediğimiz sol taraftaki kalbin aşağıdaki odacığı. Aort direk oradan çıkar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Demek ki yani çok. Allah ne diyor? “Ben onlara”, “hablul verid” dediği o aort damardan “daha yakınım” diyor.
ZEKİ BAYTAKTAR: Diğer damarları hafif şey yapsanız belki bir süre yaşar insan ama hafif yani birkaç saniye vs. belki ama orda birkaç dakika diyelim. O direk yaşama engel olan bir şey.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kişiyi öldürür yani. İşte Allah ile araya konan herhangi bir şey de kişinin inancını öldürüyor ve kişiyi müşrik yapıyor.
ZEKİ BAYTAKTAR: Yani kalp ile o damar arasında da bir şey yok. Direk kalp. Direk kalp ve bütün kanı pompalayan şey. Yani direk kalbin devamı niteliğinde olan bir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ben bunu hayal ediyordum, şimdi öğrendim. Araya bir şey girmesi mümkün değil. Zaten mümkün değil. Allah’a ortak koşmak da mümkün değil onun için. Ama böyle dendiği için Allah ile ilişki kesiliyor. Kişinin dini hayatı ölmüş oluyor o andan itibaren. İşte İbrahim de onlara bunu söylüyor. Toplumuna karşı ne yaptı? Aştı onları. Avrupa’da yapılan araştırma gibi.
ZEKİ BAYINDIR: Şimdi Hocam, muhatabın iyice anlaması için, biz de anlayalım diye buradaki İbrahim as’ın bu sorgulaması yıldız, ay, güneş vs. bir günde olmuyor değil mi? Bir süreç. Belki bir gün, belki bir kaç ay. Yani burada özetleniyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Özetleniyor elbetteki. Bir günde olmaz ki. Muhakeme süreci. Araştırma süreci var. Bir günde olamaz ki zaten. Gece sabaha kadar güneşin doğuşunu bekleyecek değil ya.
ZEKİ BAYRAKTAR: Zaten bir gün içerisinde onlar, hani belki olabilir ama astronomik olarak 24 saatte şey olabilir ama o bir süreci muhtemelen.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Süreç tabi. Kim bilir kaç yıl almıştır. Zaten buluğ kadar Allah diyor ya. En son söyleyeceği de eşhedü anıdır. Buluğ sırasıdır. Diyor ki; “ey toplumum, ben sizden uzağım”. Artık kişilik gelişmiş oluyor. Artık ‘ben’ oluşmuş oluyor.
Z.BAYRAKTAR: Putları kırdığı dönemde genç “delikanlı kırdı” diyorlar ya? Öyle demiyorlar mı?
ABDULAZİZ BAYINDIR: : “Feten” evet. O zaman artık büyümüş. Burada artık öyle değil. Burada çocukluktan yeni çıkıyor. Ondan sonra diyor ki; “ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım”. Ondan sonra;
ENAM, 79.. Ayet: İnnı veccehtü vechiye lillezı fetaras semavati vel erda hanıfev: Ben yüzümü dosdoğru gökleri ve yeri yaratana döndüm/fıtrata döndüm”. Tabiatın kanunlarını, bütün gökleri ve yeri yaratana yöneldim diyor. Gökleri, yeri dediği zaman insan da yerin bir parçası. Değil mi? Biz yerin bir ürünüyüz. O zaman beni yaratan, tabiatı yaratan, gökleri yaratana döndüm diyor. Tamam artık ben ona odaklandım diyor. Ben öyle diğerlerini falan bıraktım. “Hanifa: dosdoğru” hiç sağa sola sapmam diyor. Ben hiç uğraşmam. “ve ma ene minel müşrikin: ben bu müşrik toplumdan değilim” diyor. Ne diye araya şunu bunu koyuyorsun. En başta putlarla dalga geçti. Şimdi o putların temsil ettiği varlıkların bir anlamı olmadığını ortaya koydu. Benim başımdan da böyle olaylar geçti. Sizin Allah rızası için şirk koşan dediğiniz kişilerle bire bir görüşmelerimde bana da işte falanca zaman şu oldu da filanca zaman böyle oldu da demeye başladılar da efendim birisi dedi ki orda yani hiç kendisinden beklemediğim bir şahıs. Dedi ki; “ya biz bu zatın niye eteğine yapışıyoruz?”. Niye dedim. “Allah’ın yanında belki bize bir faydası olur diye”. Allah’a yaklaştıracakmış! Dedim “bu adamı Allah müslüman sayacak mı ki siz bu adama böyle yapıyorsunuz?”. Yani onun yanında şeyhlerinin yanında dedim. En tepe adamlarının yanında. Birisi de dedi ki. Ya bunlar o zamanki toplumda büyük hoca olarak kabul edilen kişiler. Birisi de dedi ki; “mahkemede avukatı olan da mahkemeye girer avukatı olmayan da davaya girer” dedi. “Bu zat Allah’ın yanında bizim avukatlığımızı yapacak”. Dedim ki; “Allah’ın bilmediği ama bu zatın bilmediği ne var ki ahirette ya rabbi sen bilmiyorsun aslında bu adam böyle diyecek? Allah mı seni daha iyi tanır bu kişi mi?”. Yan yanalar bu ikisi. “Tabi ki Allah”. O zaman ne anlatacak? Allah bir kanunu hatırlamayacak onu mu hatırlatacak? Allah bir olayı hatırlamayacak da onu mu hatırlatacak? O zaman İstanbul Müftülüğü’ndeyim. “E şimdi bir adam müftülüğe geldiği zaman pat diye adam müftü ile görüşe bilir mi? Araya birisinin girip bunu tanıtması lazım. İşte bu zat da bizi Allah’a tanıtacak”. Lafa bak. Sen bu kadarını da tahmin etmiyordun herhalde? Kitabı okudunuz. Kitapta var. Tarikatçılığa Bakış kitabında var. Dedim ki; “müftü dediğiniz bir insandır. Bilemez ki. Allah o kadar cahil mi? Seni yaratan, sana şah damarından daha da yakın olan” az önce anlattı ya Zeki Bey. Yani Ona seni kim tanıtacak?
ZEKİ BAYRAKTAR; Hocam o yazıdan bir ayet daha şey yapalım. Onlar, “imanımız bunu gerektiriyor, biz iman için bunu yapıyoruz” diyorlar ya. İşte Bakara suresinde diyor ya “imanınız size ne kötü şey yaptırıyor”. Herkes imanım emrediyor diye yapıyor ama senin neye iman ettiğin önemli. Yani doğru bir imanın yoksa?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Doğru. Sapık bir iman. Aslında onların hiç birisi ona inanmıyor da. Biraz sonra İbrahim as’ın ağzından bir ayetten okuyacağız.
ZEKİ BAYRAKTAR: İnanıyorlar Hocam inanıyorlar da yanlış ilaha inanıyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yok. Kendilerini inandırıyorlar. Yoksa oturup konuştuğun zaman “ya Hocam biz de öyle diyoruz aslında” falan demeye başlıyorlar biraz sıkıştırdığınız zaman. Mesela az önce ateistlerle ilgili söyledim ya. Tabi ki inanıyoruz diyorlar. Biraz sıkıştırdığınız zaman hemen öyle diyorlar. Bakın burada İbrahim as’ın toplumu bize örnek verilen müşrik toplumdur. İbrahim as onlara diyor ki; “ben yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndüm. Dosdoğru ona çevirdim. Ben müşriklerden değilim. Ben sizden değilim” dediği zaman eğer onlar, gökleri ve yeri yaratan Allah’a inanmıyor olsalar ne demeleri gerekir? Ne derler? O da kim derler değil mi? Öyle demiyorlar.
ENAM, 80.. Ayet: “Ve haccehu kavmüh” toplumu ona karşı deliller getirmeye çalışıyor. İşte az önce bana yaptıkları gibi işte şöyle yapar moson, böyle yapar mısın? İbrahim as da orada diyor ki; “kale e tühaccunnı fillahi: siz, Allah konusunda mı bana delil getiriyorsunuz?”. Yani Allah’ın yapamadığını bunlar mı yapacak? “ve kad hedan: Allah bana gerçeği gösterdi” “ve la ehafü ma tüşrikune bihı: sizin Allah’a ortak koştuklarınızdan korkmam”. Beni de o zaman tehdit etmişlerdi: çarparlarmış, bilmem ne olurmuş! Hatta o sıra, bizim bir ticari işimizde küçük bir aksama oldu, hemen “ bak işte sen bu zatlarla uğraşıyorsun, o zatlar seni çarptı” dedi. Allah’tan bir süre sonra o adamı neredeyse ipten kurtardık. C. Hakk bizim elimize şey yaptı. Yani maddi olarak ciddi sıkıntılara girdi. Hiç tahmin edilmeyecek kişiydi. Hadi sen gördün mü şimdi! Aynı şey. Diyor ki İbrahim as; “ve la ehafu ma tuşrikune bihi illa ey yeşae rabbı: rabbim eğer bir şet yapmaya karar verdiyse yapar ama ben sizin ortak koştuklarınızdan korkmuyorum”. Bakın koskoca bir topluluk ve tek kişi. O kadar kendine güven hasıl olmuş ki. Ben şahdim meselesinin gücü. Kesin bilgi hasıl olmuş. “şey’a vesia rabbı külle şey’in ılma: benim rabbim her şeyi bilir”. Onu da az önce Fatih okudu araştırmadan. Allah’ın her şeyi bildiğine inanırlar dedi çocuklar. Değil mi? Evet. “e fe la tetezekkerun: bu bilgi sizde de var, niye kullanmıyorsunuz?”. Bunu siz de bilirsiniz?
ENAM, 81.. Ayet: Ve keyfe ehafü ma eşraktüm: sizin ortak koştuğunuzdan ben nasıl korkarım?”, “ve la tehafune enneküm eşraktüm: siz Allah’a ortak koşup korkmayacak sınız da ben sizin ortak koştuklarınızdan mı korkacağım. olur mu öyle şey? Asıl korkması gereken sizsiniz”. Hem de öyle bir şeye ortak koşuyorsunuz ki “ma lem yünezzil bihı aleyküm sültana”: elinizde hiç bir belge yok. Allah’ın verdiği bir belge olmadan. Mesela şimdi düşünün: diyorsunuz ki falan adam İstanbul valisi. E peki vali olarak tayin edildiğine gösteren tayin belgesi var mı? Ankara bunu vali tayin etmiş mi? O belge yoksa ikiniz de suçlu duruma düşersiniz, isyankar olursunuz. Değil mi?
ZEKİ BAYRAKTAR: O en son ifade dikkatimi çok çekiyor ama benim. Yani Allah’ın hakkında bir delil indirmediği ifadesi. Yani Allah, başka bir ilah olduğuna dair belge indirmez ama bu ifade şunu gösteriyor heralde bize: hakkında delil yoksa konuşamazsınız din konusunda.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tabi. Sen din icat edemezsin ki. Ama maalesef insanlar çok din icat ediyorlar. Ondan sonra diyor ki; “fe eyyül ferıkayni ehakku bil emn: şimdi ben mi daha güvendeyim siz mi?. Koskoca bir toplum. Nemrut toplumu. Onlara tek başına daha çocuk yaşta karşı koyuyor. “Ben mi daha güvendeyim siz mi” diyor. Çocuk yaşta demeyelim de daha yeni buluğa ermiş. Türkçede çocuk yolta derler ama çocuk yaş değil. “in küntüm ta’lemun: biliyorsanız söyleyin” diyor. İşte bu da bizim için bir örnek. Ve tekrar edeyim: bu yapılan araştırma ile burası bire bir örtüştü değil mi? Sizin bilgilerinizle de örtüştü. Ne oldu? Allah’ın yarattığı kitap ile indirdiği kitap tamı tamına örtüştü. O zaman bu ne oldu? Fıtrat. Fıtrat olduğu zaman ne demek? Yani Allah’ım yarattığı varlıklara koyduğu kanun ve kurallar. Yani Allah’ın dini. Rum suresi 30. 30/30. Allah’ın dini bu. O zaman bu dine hiç kimsenin itiraz etmesi mümkün değil. Ve herkeste bu var. Kesin olarak var. Onun için dikkat ederseniz bu yola girenler/araya aracı koyanlar, bu iş akılla olmaz derler. Bir gün bir evanjelist papaz gelmiş İstanbul Üniversitesi’ne 28 Şubat döneminde. Ben de o zaman dünya dinleri kültürü başkanıyım. Demiş ki ben bir doktora yapmak istiyorum. Doktorayı benim yanımda yapmak istemiş. O zaman da işte rektör Kemal Alemdaroğlu şey yapmış. Bunlar iyi niyetli değiller. Bana söyledi. Dedi ki; “bunlar iyi niyetli değillerdir. Bunların mutlaka zihinsel arka planında bir hesapları vardır, ona müsade etmeyelim” dedi. Peki dedik. Sonra Süleymaniye Vakfına geldi. Oturduk konuştuk. Bunlar lutertan falan. Luter biraz incili öne almış. Onunla şöyle bir konuşma yaptık. Uzun bir konuşmanın kısa bir bölümünü söylüyorum. Dedim ki; “ya siz, birisi hrisyan olmak istediği zaman siz vaftiz yapıyorsunuz. Nasıl oluyor bu?” dedim. Dedik ki; “doğuştan olan günahın bağışlanması için”. Doğuştan günah olur mu? Bu çocukların nesi olacak? Çocuğun ne günahı olacak. “AdemAs işledi” dedi. “Adem as’ın günahından çocuğa ne” dedim. “Ne bilelim belki var? Ya varsa?”. “Ya varsa ile din olur mu? Peki bunu kabul ettik. Bir adam kilisenize devam ediyor. Sizin inancınıza yüzde yüz katılıyor, gönülden inanıyor ve elinden geldiği kadar da size maddi manevi her türlü desteği veriyor ama diyor ki; bu vaftiz benim aklıma yatmıyor vaftiz olmak istemiyorum diyor. Bu adam ölünce nereye gider” dedim.. ”Cehenneme gider” dedi. Niye? “Vaftiz etmedik ki” dedi. “Peki adam vaftiz olmak için kiliseye başvurdu. O sıra papazla araları bozulmuş. Diyelim papaz ona demiş ki şuraya şu kadar yardım yapalım, o anda benim imkanlarım yok demiş. Papaz da seni vaftiz etmiyorum dedi”. Dedi ki; “başka kiliseye gitsin”. “Tamam” dedim “başka kiliseye giderken yolda bir trafik kazası oldu ve öldü. adam vaftiz olmaya gidiyordu. Nereye gider?”, “cehenneme gider” dedi. Dedim ki; “ya bir takım insanlar var. Çocukları vaftiz ediyorsunuz küçük yaşta, onlar büyüyor kiliseye karşı çıkıyorlar”. “Evet, oluyor öyle şeyler” dedi. Dedim; “bir kısmı müslüman oluyor. Bunlar size göre müslüman mıdır?”, “hayır değildir” dedi. Niye? “Biz onları kiliseden çıkarmadık ki” dedi. Peki dedim bunlar ölse cennete mi gider cehenneme mi? Cennete gider dedi. “Çünkü biz onları vaftiz ettik”. Dedim bu dine senin aklın eriyor mu? “Akıl ermez” dedi. İnsan aklıyla anlaşılmaz dedi. O zaman gidin bunları koyunlara anlatın dedim. Bunlar koyun değiş bunlar insan. Burada eşhedü diyoe değil mi? Biz eşhedü diyoruz. Eşhedü ne demek? Ben gözümle görmüş elimle tutmuş gibi inanıyorum. Ve eşhedu enne muhammeden abduhu ve resuluhu. Aslınds müslümanlarda da resulullah konusunda bir sıkıntı vardır aslında. Tam böyle değil ama benzer bir şey var.
ZEKİ BAYRAKTAR: Duyduğuma göre demeleri lazım aslında.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Duyduğuma göre ya da kitaptan okuduğuma göre demesi lazım. Çünkü diyor ki; ben şahidim ki Muhammed Allah’ın elçisidir. Nerden biliyorsun Allah’ın elçisi olduğunu? Onun belgesini görmen lazım. Bugün geliyor birisi Türkiye’ye diyor ki ben Amerika’nın büyük elçisiyim diyor. Dış işleri ne diyor? Şu belgelerinizi bir görelim. Alıp inceliyorlar. İnceledikten sonra durum cumhurbaşkanına bildiriliyor ve bir randevu alınıyor. Gidiyor cumhurbaşkanına güven mektubunu sunuyor. Ne demek? Güven kelimesi imanın Türkçe karşılığıdır. Güven. Yani senin Amerika büyük elçisi olduğuna emin oldum demiş oluyor karşı taraf. Mektuba bakıyorlar. Tamam. O zaman diyorlar ki başlayabilirsin. Aksi takdirde herkes gelir der ki ben Amerika büyük elçisiyim. O zaman ne olur? Her şey birbirine karışır. Bugün de ben elçiyim diye dünya kadar adam var geliyor. Muhammed Allah’ın elçisi. Nerden biliyorsun? Öyle değil mi? Ben sana sordum. Sen eşhedü diyorsun kardeşim nerden biliyorsun? Babam öyle dedi yalan mı söylüyor? Hıristiyan’ın babası da İsa Allah’tır diyor? Onun babasıyla senin babanın ne farkı var? “Ama okulda din hocası öyle dedi”. Hıristiyan din hocası da başka şekilde anlatıyor. Sen kişisel olarak sorgulamak zorundasın bunu. Eşhedü diyorsun. Ben tanığım diyorsun. Ben şahidim diyorsun. O zaman o elçinin belgesini göreceksin. Güven mektubunu göreceksin. İşte Muhammed as’ın belgesi budur. “Bunu ezberledim. Ben hafızım”. Güzel de içinde ne var? Ezberlediğin zaman bir şey ifade etmez ki. İçinde ne var? Allah ne söylüyor burada. Bir bak bakayım. Herhangi bir yerini oku. Bu ancak Allah’ın sözüdür, başkası bunu yazamaz diyemiyorsanız, o zaman eşhedu deme. Muhammed Allah’ın elçisi değildir. Ama diyorsanız ki bu bir insanın yazabileceği bir kitap değildir. Aynen tabiatı şey yapmak gibi. Mesela şimdi burada bir bardak var. Bu bardak, çok da güzel yapmışlar der değil mi birisi? Ama onun yerine şurada bir elma olsa çok da güzel yapmışlar denmez. Çünkü yaratan Allah’tır. Burada asıl konu kişinin kendi kannatidir.
Sonuca gelelim. Değerli izleyiciler, kafir örten demektir. İşte gördünüz. Her insan Allah’ın varlığına ve birliğine inanır. Ben şimdiye kadar karşılaştığım ben ateistim diyen herkese demişimdir sen kesinlikle Allah’a inanıyorsun, kesinlikle hayır dememişlerdir. Çünkü onun örtüsünü kaldırdığın zaman aşağıda hemen kendisi meseleyi anlıyor. Bir de kafir işte bu ayette görüldüğü gibi Allah’ım affetmeyeceği suç şirktir. Herhangi bir kişi kuranı görmemiş olabilir, herhangi bir kişi islam ile ilgili bir şey duymamış olabilir ama Allah’ım varlığı ve birliği konusunda kesin bir kanaat hasıl olur. Kannatına aykırı davranış yaparak başkalarını ilah yaparsa müşrik olur ve cehenneme gider. Yapmazsa gideceği yer cennettir. Onun için Ali İmran suresinin 106.ayetinde Allah, ahirette insanların durumunu şöyle anlatır:
ALİ İMRAN, 106.. Ayet: Yevme tebyaddu vücuhüv ve tesveddü vücuh: o gün bazı tüzler ak bazı yüzler kara olur”, ‘fe emmellezınesveddet vücuhühüm: yüzleri kara olanlara şöyle denir” yani kafirlere. “e kefartüm ba’de ımaniküm: inandıktan sonra kafir mi oldunuz? Peki ne zaman inanmışlar? Gördünüz mü buluğa erinceye kadar inanmışlar. Peki güç yetki Allah’tadır dediğiniz zaman ben sana bu kitabı oku dediğimde okursun “haa bu Allah’ın kitabı” o zaman bunu uygulamak zorundasın. O zaman din adına sana anlatılan şeyleri de sorgulamak zorundasın. Çünkü sen Allah’a tek başına hesap vereceksin. Falan efendi senin adına hesap vermeyecek. Aklını sonuna kadar kullanmak zorundasın. İnsanlar her yerde akıllarını kullanır da dine gelince anlamam der. En çok aklımızı kullanmamız gereken yer burasıdır. Allah Yunus suresi 100.ayette aklını kullanmayanların üzerine pisliği yığacağını söylüyor. Ve bu sözlerimizle işi tamamlamış olalım. Allah hepinize doğruları göstersin. İnandıktan sonra inancını güçlü bir şekilde sürdüren ve asla sarsılmayan kullarından eylesin.