Bugünkü konumuz hamr meselesidir. Kuran-ı Kerim’de hamr ile ilgili 4 tane ayet var. Şimdi o mesani prensibi uyarınca ilk ayet Bakara Suresinde 219. ayet. Burada diyor ki Allahü Teâlâ “Sana hamri ve meysiri soruyorlar.” Hamr, aslında sözlük olarak, aklı örten şey, “Ma hamr el akle.”, ondan sonra ayrıca “Külli müskirin hamrun.” var. Hamra recülü şehadetahu ketemahu, şahitliğini hamret yani gizle. Şimdi bu aklı örten şey, “Ma hamr el akle.”. İşte hanımların başörtüsüne ne deniyor? Hımar deniyor yani o başı örtüyor. Şimdi Farsçası serhoş, ser, baş demek; hoş da hoş. Bugün içki içenler ne diyor? Kafam iyiydi diyorlar değil mi? İşte hoş kelimesinin bizde hoş kelimesini iyi manasına kullanırız zaten. Serhoş demek kafası iyi demek. Yani ne olmuş oluyor? Aklını kullanamayacak hale gelmiş oluyor. Aklı örtülmüş oluyor. O, Cevheri’nin Es Sahah adlı lügati. Hımar, kadının başını örttüğü başörtüsüdür. Yani bu hamr, aklı örten, sarhoş edici her şey demektir.
Şimdi sarhoş edici her şey, sarhoşluk veren her şey dediği zaman geleneksel olarak aklımıza içkiler gelir. Yani böyle sıvı olan, içildiği takdirde yani aklı sarhoş eden şeyler gelir. Ama dikkat ederseniz sözlükte içki kelimesi kullanılmıyor. Yani işte ma yuşrabu falan gibi ma yesturül akle min ba yuşrap denmiyor. İçilen şeylerden aklı örten demiyor. Yani öyle ki bak başörtüsüne bile hımar diyor. Halbuki sadece örtü olmuş oluyor. Bu böyle olunca bunun içki ile sınırlandırılamayacağını anlamış oluyoruz. Zaten Peygamberimiz s.a.s. Buhari’de geçen hadisinde de ne diyor? “Hamr, aklı örten şeydir.” diyor. “Kapları hımarlayın.” diye bir hadisi şerifi var. Yani kapların üstünü örtün. Toz dökülmesin, şu olmasın bu olmasın falan.
Şimdi, ayeti kerimede, bu ayette diyor ki hamr. Biraz sonra okuyacağımız Maide Suresinin 90. Ayetinde de hamr kelimesi geçiyor. Sözlükte de hamr, aklı örten şey deniyor. Hadisi şerifte de “El hamru kullu makamer aklel.” deniyor. Aklı örten her şey deniyor. Öyle olunca hamra içki diye anlam vermek yanlış oluyor. Yani eksik oluyor. Yanlış değil de eksik oluyor. Çünkü içki dediğiniz zaman içilen şey. Halbuki işte afyondur yani uyuşturucu dediğimiz maddeler de aklı örten şeyler değil mi? O zaman bu ayeti kerime, yani bu ayetler aslında içkiyi haram kılan değil, insana sarhoşluk veren her şeyi haram kılan ayetler olmuş oluyor.
Dolayısıyla ayetin delaleti içine, ayetin kendisi içine ne girmiş oluyor? Bu uyuşturucu maddeler de bizatihi yasağın kapsamına girmiş oluyor. Doğrudan doğruya, dolaylı olarak girmiyor. Doğrudan doğruya giriyor. İkisinin arasında fark var. doğrudan doğruya girdiği zaman işte dersiniz ki içtihati olarak bu haram kılınmıştır. Aslında Allahü Teâlâ bunu haram kılmadı ama biz içtihatla bunu haram kıldık dersiniz. O zaman zanni olur. Birisi helal derse adama sen Kuran’a aykırı hareket ediyorsun diyemezsin. Ama işte bütün bunlar hem sözlük olarak, hem Peygamber efendimizin hadisinde mesela “Kullu miskurun hamrun.” diye hadis de var.
Bali çekmek işte hepsi aklı örtüyor sarhoş ediyorsa ne olursa olsun bu içki demiyoruz da yani hamr kapsamına giriyor dememiz lazım. şimdi bu mealleri yaparken alışkanlıkla insan farkına varmadan bunu söylüyor ama bakın Peygamberimiz s.a.s. bunu söylememiş. Çok önemli. Yani Peygamberimizin söylediği yani içki demiyor yani. Aklı örten şey diyor.
Meysir de müsr kelimesinden yani kolaylık kelimesinden geliyor. İşte buna kumar diyoruz. Kumarın meysir diye adlandırılmasının sebebi şöyle anlatılıyor. Kumar oynadığınız zaman parayı alışılmış en kolay elde ediyorsunuz. Elde edilişi çok kolay, elden çıkması çok kolay. İşte şuradan eğer serçe geçerse sen kazanacaksın, karga geçerse ben kazanacağım. İşte o anda duruma göre gitti. Emeksiz. Hem kaybetmesi emeksiz, çabucak hem kazanması çabucak. Onun için adına meysir diyorlar. Yani Allahü Teâlâ’nın meşru kıldığı mal kazanma yollarından değil.
“Sana hamri ve meysiri soruyorlar.” İşte herhalde bu kelimeye hamr demek lazım, hiç tercüme etmemek lazım. Hamr diyeceksiniz ki ya da sarhoş edici maddeler demek lazım genel anlamıyla. İçkiler değil de sarhoş edici maddeler diye tercüme etmek lazım. “Sana hamri ve meysiri (kumarı) soruyorlar. İkisinde de büyük ifm vardır.” İfm kelimesinin lügatteki manası kişiyi hayırdan uzaklaştıran şerre yaklaştıran demektir. İkisi de büyük ölçüde insanı hayırdan uzaklaştırır ve şerre yaklaştırır.
Peki? “İnsanlar için menfaatler de vardır.” Faydası da vardır. Şimdi içkiyi düşünün. Üzümü dikenden, yetiştirenden en son kullanıcıya kadar, şişesini üreten, dağıtan, dükkanını kuran, fabrikasını kuran, çalışan, binlerce insan orada oluşan ekonomik faaliyetten fayda görür. İnsanlar için faydası var. Bazı tabiplerin televizyona çıkıp kırmızı şarap şuna faydalıdır, bira şunun için faydalıdır, eğer viski içerseniz şöyle olur diye söyledikleri şeylere yanlış demenin bir anlamı yok. Tamam, doğrudur. Ama onlardan hangisine sorsanız, bunun zararı mı fazla, faydası mı fazla? Hemen der ki zararı tabi fazla, elbette ki fazla der. Şimdi, Allahü Teâlâ burada bir tespit yapıyor.
Kumarda da öyle. Kumarın da birtakım faydaları var. Mesela bir zamanlar Türkiye’de kumar serbest bırakıldı. Niye? Ülkeye döviz girsin diye serbest bırakıldı. Ülkeye döviz girdi gerçekten. Girdi ama o zaman işlenen cinayetleri hepimiz hatırlarız. Ortaya öyle pislikler çıktı ki onun serbest bırakan otorite yasaklamak zorunda kaldı. (Şimdi, Kıbrıs’ta serbest Hocam, oraya döviz girsin diye.) Yani menfaati yok değil. Var işte birtakım menfaatleri var. Geçende, Allah sağlık ve afiyet versin Ömer Gelmiyirligil bir eposta göndermiş içkiyle alakalı olarak. Enteresan şey vardı. İçkinin işte bütün faydalarını sayıyor sayıyor, şuna fayda, buna fayda saymış, bayağı saymış. Tek zarar gören içendir demiş. Öyle gerçekten. Yani ilaç olarak da verilse bile mutlaka onun yerine daha iyisi muhakkak var. Ha, bizim ihtiyacımız olan alkolü diyorsanız o başka.
Yani burada şimdi iki şeyi birbirinden ayırmak gerekiyor. Alkol ile içki birbirinden çok farklı tamam mı? (Hamra sarhoş edici her şey dedik ya öyleyse sarhoş edici şey o maddeyse yani alkolse, alkolün azının faydaları anlamında ben dedim. Elma da şurada burada varlığından bahsettim.) Ha, yok bir kere bu ayette alkol demiyor. Bakın alkolün kendisi içilmez. Hayır, alkol dediğiniz o kimyasal madde içilmez. İçilmez çünkü yakar o. O mutlaka bir başka maddenin içinde alınması gerekir. Eğer bir nişastalı veya şekerli bir sıvı varsa ki bizim yiyeceklerimizin hemen hemen tamamına yakını böyledir. Ya nişastalıdır yani içinde bu taneli bitkiler vardır ya da bir şekilde şeker vardır. Çünkü o yiyeceklerin her biri içinde şeker var. şimdi, nişastalı ve şekerli maddeler oda sıcaklığında akşamdan sabaha kalırsa içinde en az 2-3 derece alkol oluşur. Ama siz onu fark edemezsiniz. O sarhoş da etmez, siz onu alırsınız yiyeceklerden. Elmada vardır, muzda vardır, portakalda vardır, yediğimiz ekmeğin içinde alkol vardır. Biz onu alırız. Çünkü vücudun belli bir oranda alkole ihtiyacı var. Ama bunun sarhoş etmekle hiçbir alakası yok. Dolayısıyla Kuran-ı Kerim’de alkol haramdır diye bir olay yok. Çünkü alkolü tek başına içemezsiniz, bu mümkün değil. Onun için alkolün içine belli bir oranda su katılırsa o suyla birlikte ancak içki haline döner. Zaten onu alkol haline getirebilmek için damıta damıta uğraşılır, ancak 96 dereceye kadar çıkarılır, 4-5 derece oranında yine su vardır içinde.
(O Mustafa Bey’in sorduğu soruyu hani şey olarak algılanabilir mi acaba, ondan hem siz kötü habais hem de tayyibat elde edersiniz. Yani kaniatta alkolden iyi şeyler de elde edilebilir, kötü şeyler de elde edilebilir. Yani o…) Yok bu onu söylemiyor. Ayette söylenen alkol değil. Alkol kimyasal bir madde. (Dediniz ki sarhoş edici her şey haramdır. Hamrdır. Sarhoş edici şey nedir, bir maddedir sonuçta. Bu madde de alkoldür, nikotindir, şudur budur, alkol sadece bir örnek. Başka şeyler de olabilir, mesela esrar…) Bak şimdi biraz sonra ayet bütün detayları verecek. Biz şimdi şu anda birtakım kavramlar üzerinde biraz duruyorum. Ayetlerde bu sorulan bütün detayların cevabı var. Tamam mı, şey yapmayalım.
Şimdi, diyor ki “İkisinde de büyük günah vardır ve bir kısım menfaatler vardır. İkisinin de günahı, ikisinin de menfaatinden daha büyüktür.” (Hocam faydanın karşısına zararı değil de günahı sokmasının sebebi var mı? Zararı faydasından büyük deniyor ya. Günahı faydasından büyük?) Şeydir yani bu zaten Allahü Teâlâ ne diyor? “İnsanlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar.” diyor ya. Ondan işte bu zarar da habis manasına geliyor. Allahü Teâlâ burada ifm kelimesini kullanarak o olaya son noktayı koyuyor.
Şimdi, burada şöyle bir prensip ortaya çıkıyor. Demek ki zararı şimdi burada anlıyorsunuz, zararı menfaatinden fazla olduğu belli yani. Onun zarar olduğu anlaşılıyor. Şöyle bir prensip ortaya çıkıyor. Demek ki bir şeyin zararı daha fazla olursa o yasaklanmış oluyor. Menfaat olabilir. Zaten dünyada yüzde yüz karlı, yüzde yüz zararlı bir şey olmaz. Yani sizin zararlı gördüğünüz şeylerde mutlaka birtakım faydalı taraflar vardır. İşte o günahkarlar faydalı tarafını öne sürerek kendilerini haklı görmeye çalışırlar. Hep onu ön tarafa alırlar. Ve o şekilde de kendilerini kandırmış olurlar. Çünkü günah mantığı bu. Çünkü öyle yüzde yüz zararlıysa bunu hiç kimse yapmaz ki. Yüzde yüz faydalıysa hiç kimse yapmaz. Ama faydası da olacak, zararı da olacak. Zararı faydasından çoksa Cenabı Hak onu yasaklamış oluyor.
(Hocam, tıbbi ilaçlarda bunun tersi oluyor. Mesela tıbbi ilaçlar bilimsel olarak faydası çok ama zararı hepsinde var. Yan etki diyoruz ya. Faydası çok olduğu tespit edildiği zaman serbest bırakıyorlar.) Canım sabahleyin sen canın uyumak istiyor, uykudan uyanıyorsun, sana göre zarar. Ama ibadet yapmanın da faydası var. Hah, faydası daha çok. Hayat böyle yani çünkü birisi öbür tarafına… Evet namaza kalkmamız lazım ama yarın da iş yapacağım, uyumam da lazım der. Kendi kafasından hüküm verir. Kulluk, kafana göre hüküm vermeyeceksin, yaratıcıya göre hüküm vereceksin.
Şimdi, buradan ayeti tamamlayalım kısaca. “Neyi harcayacaklarını soruyorlar, de ki artanı. Allah size ayetleri böyle açıklar. Belki tefekkür edersiniz.” Yani fikrinizi çalıştırırsınız. Böyle zorunlu bir çalışma. Yani böyle zor bir çalışma yapacaksınız ki meseleyi kavrayasınız. Hemen hop diye olmaz. Üzerine düşüneceksiniz taşınacaksınız.
Şimdi bunun ilk inen ayet olduğu rivayet ediliyor bu konuda. Bu ayetin hükmü devam ediyor mu? Nesih var mı? Bugün de böyle, dün de böyleydi, yarın da böyle olacak. Yani hamrin vasfını anlatıyor Allah, kumarın vasfını, bu böyledir. Burada değişen bir şey yok. (Daha çok hani o zaman bu ayet indiğinde içilebilirdi, içiliyordu yani o zarara girmek istemeyen insanlar içmezdi. Daha sonra içmeyin dediğinde yani bu içebilirsiniz…) Böyle yavaş yavaş bir eğitim metodu olarak tedricilik olarak ifade ediliyor. O ayrı bir şey. Ben bugün için diyorum. Yani bugün devam ediyor. Bazıları enteresan, bunu işte neshe örnek veriyorlar, nasıl veriyorlarsa?
Şimdi Nisa Suresinin 43. ayetini açıyoruz. “Müminler sarhoş olduğunuz zaman namaza yaklaşmayın.” Sarhoşken namaza yaklaşmayın. “Ne dediğinizi bilinceye kadar.” Sarhoşsun, ne dediğini bilecek hale gelirsen namaz kılabilirsin. O zaman ne zaman namaz kılamazsın? Ne dediğini bilmeyecek durumdaysan. Yani sözleri karışıyor, cümlelerde kopukluk oluyor, bozukluk oluyor falan. O zaman kılmıyor namazı.
(Hocam, o zaman yaşayan insan için bu ayet, bir önceki ayeti nesh etmiyor mu?) Yok, o zaman da yaşasa içki yine zararı yine çok faydasından, o başka içiyor. Adam içmiş, zararı çok. (Zarar fayda açısından değil hüküm açısından.) Hükmünü kaldırmıyor burada. yani içki zararı çoktu, şimdi büsbütün zarar oldu demiyor. O zaman da faydası var, zararı çok; şimdi de zararı çok, içmişsin sarhoş olmuşsun. Burada bir nesih söz konusu değil yani olduğu gibi duruyor. (Bir önceki ayette namaz kılmanın bir mahsuru yoktu.) Bir önceki ayette her bir ayet bütün hükümleri vermez ki. Her ayet olayın bir başka tarafını anlatır. Hepsini toparlarsınız toplanınca bir hükümler yumağı oluşur. O hükümler yumağının adı da kurandır. Yani toplayacaksın, bir küme oluşacak, ayetler arasında bir küme oluşacak, o kümeyi bulduğun zaman bütün anlamları anlayacaksın. Yoksa her parçadan anlam olmaz ki. Her parçanın kendi anlamı vardır. Birleştirdiğin zaman bir anlam kümesi olur. Biri diğerini nesh etmiş olursa onu atar. O yok. Bu defa yeniden bir inşa gerekir.
Diyor ki “Namaza yaklaşmayınız, siz sarhoşken, ne dediğinizi bilinceye kadar.” Demek ki ne dediğini bilecek durumda değilsen namaz kılamazsın. Ne dediğini bilecek durumdaysan sarhoşluk geçmiş olur mu? Yine sarhoş ama ne dediğini biliyor. Yani cümleleri karışmıyor, yanlış konuşmuyor. Yani zihin, cümleleri toparlayabiliyor. Öyle durumda namaz kılar.
Peki, şimdi bir hadisi şerif rivayet ediliyor. “Allahü Teâlâ sarhoş olan bir kişinin 40 gün namazını kabul etmez.” E peki kabul etmiyorsa niye burada sadece ne dediğinizi bilemeyecek durumdaysanız namaza yaklaşmayın diyor. Onun dışında kılın. (Bu ayetin sebebi nüzulü daha sonra imanlarının geleceği ve böyle şeyler söyleyeceği olabilir.) Ha, sonradan gelecek, sebebi nüzul, sonradan konacak şeklinde olabilir. Şimdi demek ki bir insan içki içmiş olabilir ya da başka uyuşturucu maddelerden kullanmış olabilir. Ya da bunların hepsi değil de bir başka şey yani bilerek ya da bilmeyerek sarhoş olmuş olabilir. İster helal yolla ister haram yolla. Yani ister bilerek ister bilmeyerek sarhoş olmuş olsun. Ne söylediğini bilecek durumda değilse namaz kılamaz. Ne söyleyeceğini bilecek duruma geldiyse namazını kılar. İster haram bilerek yapmış olsun bu işi, ister bilmeyerek yapmış olsun. Onun için yok sen şimdi namaz kılma… Hayır, sorumlu, mükellef. Sorumludur, namaz kılar.
O zaman burada hamrın haramlığının bir sebebi ortaya çıkıyor değil mi? Sarhoş etme olayı ortaya çıkıyor. Şimdi onun için o hamr, mutlak bir örtü. E o zaman niye kafayı örten diyorsunuz. İşte burada ne dediğinizi bilinceye kadar ifadesinden aklı örten bir şey olduğu ortaya çıkıyor. Dolayısıyla Peygamber efendimizin “El hamru ma hameral akle.” Derken kendi kafasından bir tanım yapmadığını görüyorsunuz. Ma hameral akle işte bu ayetten çıkıyor. Sarhoşken, çünkü sarhoş yapan aklını tam kullanamayacak durumda olan.
(Hocam dedik ki Peygamberimizin o kelimeyi kullanması bundan kaynaklanıyor, bu ayetten. Sarhoş ya da ne dediğiniz anlaşılır olacağı…) Güzel konuşuyorsun, devam et. (Şimdi Peygamberimizin şu hadisi “kulli muskiren haramun” sözü biraz fazlalık değil midir bu tanım üzerine?) Bu gelecek. Şimdi dedik ya bütün parçaları tamamlayalım. Bir kere “Külli müskirin hamrun.” diyor, arkasından “Ve külli hamrin haramun” diyor. Haramun meselesi zaten gelecek biraz sonraki ayette göreceğiz onu. Zaten Allahü Teâlâ, Peygamberimize ne diyor? Taha Suresinin 114. ayeti “Kuran’da acele etme…” diyor. Yani ayetlerle ilgili hükümleri acele verme. Ayetlerden aceleyle hüküm çıkarma. “…vahyi tamamlanmadan önce aceleyle hüküm verme.” O zaman biz Kuran’dan Kuran’ın tamamını kastedecek olsak 24 sene bekle sonra fetva verirsin gibi anlaşılır öyle değil mi?
Halbuki buradaki kuran, anlam kümeleridir. Karea, cemea demek, toplama. Kuran, evet Kuran-ı Kerim’in tamamına da denir, ayetleri topladığı için Kuran deniyor. İnsanları toplayan yere de karie deniyor, aynı kökten. Hem şehir oluyor, hem köy oluyor, hem ülke oluyor, insanların toplu yaşadıkları yere karea deniyor. Çünkü o insanları birleştiriyor orada. Kuran da ayetleri birleştiriyor.
(Peki, Peygamberimiz o konuyla ilgili yeni bir ayet geleceğini biliyor mu? Neye göre hüküm verecek?) Ahirette görürsek sorarız. Demek ki bir tamamlanmamış oluyor. Parçalarının tamamlanmadığını biliyor Peygamber efendimiz. (Mesele recm cezasıyla ilgili hakkında başka bir ayet varken Nisa Suresinde Peygamber efendimiz recmi uyguladı diyoruz. Halbuki onunla ilgili hüküm daha gelmemişti. Niye onunla hüküm veriyor? Gayrimüslimlere uyguluyor.) Ben şu kuran kelimesini önce tamamlayayım da ona cevap vereyim olur mu? Yani bu parçalar eksik kalırsa bu defa izleyenler tam olarak kavrayamazlar. Sen şimdi daha önce bu kısmı dinlediğin için sen hemen biliyorsun meseleyi ama bir daha anlatmak zorundayız.
Şimdi, mesela karie, ümmül kura diyor değil mi Mekke-i Mükerreme’ye? Mekke, bir karie işte ayeti kerimeye göre. Karielerin başı yani başkent, anakent. Peki, Mekke’nin de karieleri yok mu? Mekke bir karie ama Mekke’nin de karieleri var. Köyleri var yani. Büyük köyleri var, küçük köyleri var, yaylaları var, şunları var bunları var. İşte aynen onun gibi Kuran-ı Kerim nasıl Kuran evet, onun içinde de karieleri var. Yani o küçük kuranları var. Yani anlam yumakları var onun içinde. Aynen onun gibi yani Kuran-ı Kerim evet kendisi nasıl Kuran’sa onun içinde de anlam kümeleri var ki o kümeler Mekke’nin karieleri gibi değil. Şu telefon gibi.
Şimdi şurada 10 tane rakam var. Biz bu 10 rakamla dünyada ne kadar telefon varsa hepsine ulaşıyoruz. Nedir o? Her bir telefon bir rakamlar kümesi değil mi? Bu 10 rakamdan işte şu kadarını kullanarak bir telefona gidiyorsun. Oradaki bir tane, şu rakamlardan her birisini belki milyonlarca telefon için kullanıyorsun.
Dolayısıyla Kuran-ı Kerim’deki ayetlerden her birisi onlarca anlam kümesi için kullanılabilir. Mesela şimdi sen okulu düşünürsen orada öğretmensin. Öğretmenlerin içinde bir kişisin değil mi? Aileni düşünürsen oranın bir ferdi olarak duruyorsun. Orada o karienin bir elemanısın, okuldaki karienin elemanısın, burada bu karienin elemanısın, bir başka yerde bir başka karienin elemanısın. Ayeti kerimeler de öyle. Bu anlam kümeleri hangi konuda anlam çıkarıyorsanız o kendi içinde bir bütünlük oluşturuyor.
İşte Allahü Teâlâ diyor ki Taha 114. ayette. “Sana vahyi tamamlanmadan önce o Kuran’la anlam kümesine göre hüküm verme.” O zaman ayetin öncesi sonrası, önce inen, sonra inen diye bir kavram oluyor mu? Öyle bir şey yok. Çünkü o küme tamamlanacak. Ha, bu açıdan baktığın zaman bir şey yok.
Şimdi Yahya’nın sorduğu soru açısından öncelik sonralığın bir anlamı var. Peygamberimiz s.a.s. recm cezasını uygulamış. Bunla ilgili Kuran-ı Kerim’de hüküm var mı? Var. Şura Suresinin 13. ayetinde Allahü Teâlâ ne diyor? “Allah Nuh’a neyi emrettiyse sizin için bu dinin şeraiti yaptı.” diyor. E o zaman Tevrat, peki bir hükmün değişmesi? Bakara 106’da “Bir ayeti nesh eder ya da unutturursak yerine daha hayırlısını ya da mislini getiririz.”
Şimdi Tevrat var, geliyor iki tane Yahudi zina etmişler. Tevrat’taki hüküm nedir diyor, bakıyorlar ki recm. Allahü Teâlâ da diyor ki bunlar sana niye geldiler ki diyor Maide Suresinde. “Bu Yahudiler seni nasıl hakem tayin ediyorlar? Yanlarında Tevrat var, içinde Allah’ın hükmü var.” Peygamberimiz de görmüş recmi. Kuran-ı Kerim o recmi Allah’ın hükmü olduğunu tasdik etmiş oluyor mu? Orada bir kere bütünlük var, problem yok. Dolayısıyla Peygamberimizin onu tatbik etmesinden başka çaresi yok. Verecek elbette yeni bir hüküm gelinceye kadar. Nitekim kıble çevrilinceye kadar Yahudilerin döndüğü kıbleye dönmedi mi?
(İçinde hep bir istek var, bekliyordu yani.) İstek ayrı bir konu. Ama burada bir bütünlük var. Burada problem yok. onların kıblesine dön diye bir ayet yok mesela. Peygamberimiz işte Zeytindağı’na dönerek namaz ibadetlerini yapıyor. Ama oraya dön diye ayet yok. Ama dinde bir önceki peygamberlere sonraki peygamberin uyması gerekiyor değişiklik olmadığı sürece. “Onların yollarına uy.” diyor Cenabı Hak. Hayır ona uyması farz. Eğer o tarafa dönmesi farz olmasaydı Peygamberimizin… Bazıları diyor ki kendisi döndü oraya. Yahu Mekke’de yaşayan bir insan Kudüs’e döner mi? Kabe var, çocukluğundan itibaren Kabe son derece önemli. Zaten daha çok yakın bir zamanda Fil Vakası yaşanmış. Kabe’nin önemi iyice vurgulanmış Cenabı Hak tarafından. Döner mi kendisi başka tarafa? Ama bu dinde bir bütünlük söz konusu. O tarafa dönerek namaz kılıyor. Kıble emri geldiğinde orada put vardı. Az önce söylenen o. Genel emirlerin içinde bir emir. Ha, Allahü Teâlâ değiştirinceye kadar uygulanacak. Bir ayeti nesh edersek ya da unutturursak daha hayırlısını ya da mislini getiririz. Şimdi Allahü Teâlâ Tevrat’ta, İncil’de ve önceki kitaplarda bulunanların mislilerini, aynısını Kuran-ı Kerim’e koymuş mu? Önceki kitaplar Kuran’da geçenlerin aynısıyla mensuh bir kere. Misliyle mensuh. Niye? Bu son nüsha, önceki nüshaları yürürlükten kaldırıyor. Ya da daha hayırlısıyla, yeni bir hüküm geldiği zaman nesh olmuş oluyor.
Peygamberimiz recm uygulamış. Daha hayırlısı olarak işte kadınlar için ev hapsi, erkekler için de kadınlar için de eziyet gelince o zaman onun kalktığı anlaşılıyor. En sonunda 100 değneğe düşüyor, kadın erkek ayrımı olmaksızın. Onun için orada yeni bir hüküm beklersiniz ama orada hüküm tamamlanmış oluyor, problem yok. İşte bizim burada asıl sıkıntımız şu. Hem deriz ki Kuran-ı Kerim musaddiktir, kendinden önce gelene… Hem de İslam alimleri bu konuda yapılmış bir çalışma ben şahsen şu ana kadar bilmiyorum. Kuran, Tevrat ve İncil’in hangi hükümlerini tasdik etmiştir? Hangisini ne zaman, ne kadar şey yapmış? Bunlar olmayınca ayetleri anlama imkanı ortadan kalkıyor. Neshin manası zaten hiç anlaşılmıyor bizde. Yani siz o ister usulü fıkıh, ister usulü tefsirde neshi okuyun da doğru anlayın. Buna ihtimal yok. mümkün değil anlayamazsınız.
(Hocam, bu Yahudilerin Peygamberimize başvurmaları normal değil, başkan ya da başka bir insan olarak mı yoksa peygamber olarak gördüklerinden dolayı mı?) Yahudiler bizim peygamberimizi peygamber olarak kesin olarak görüyorlar da kıskançlıktan dolayı… Neyse biz konuyu değiştirmeyelim. Onu gerektiği zaman konuşuruz. Peygamber olduğundan hiç şüpheleri yok Yahudilerin.
Şimdi bu şeyde, bu ikinci ayette de esas olan sarhoşluk olduğu, sarhoşluk ister içkiden olsun ister uyuşturucu madde ve başka bir şeyden olsun sarhoşken namaz kılınmayacak. Ne dediğini bilecek noktaya geldiğin an namazını kılmak zorundasın. Peki, bu hüküm bugün devam ediyor mu? Aynen devam ediyor, değişen bir şey yok. Bir nesih falan yok burada. İçki içen olup olmaması da önemli değil.
Ben şimdi hatırlıyorum bak, bizim kereste depomuz vardı. Müşteri çok. 24 saat çalışıyor, ben de gece işçilerin yanında duruyordum yaz saatinde. Yani sabahleyin ev çok yakın, eve giderken ayakta duramıyorum. Böyle duvarlara yaslana yaslana gidiyordum yorgunluktan. Birisi görür de der ki lan bu ne yapıyor sabahın erken vakti. Gören sarhoş zanneder. Şimdi böyle şey değil yani insan akılda gerçi bir şey yok da dengeyi tutturamıyorsun. Bazen da bir ilaç alırsınız ondan dolayı da şey yapabilirsiniz. Bu şu da olabilir yani sarhoş değilsin de baygın da olabilirsin. Ama biz burada şunu anlıyoruz. O hamrdaki asıl illet sarhoşluk. Onun için adına hamr denmiş oluyor. Aklı örtüyor, setvediyor.
Şimdi buradan Nahl Suresinin 67. ayetine dönelim. (Hocam, burada sekrale içkinin dışındaki herhangi bir şeyden kaynaklanıyorsa onun için bu ayetler delil olabilir mi?) Fark etmez tabi ki delil. (Mesela günümüzde bazı böyle ilaçlar var, daha çok psikiyatri ilaçları galiba. Bunlar da çoğu zaman insanı etkiliyor bildiğim kadarıyla.) İyi ya fark etmiyor işte. Neyse. Yani ne dediğini bilecek durumda değilsen namaz kılamayacaksın. Ve de o insanlar da kıl diye zorlamayacak. Çünkü kılamazsınız.
(Hocam burada akla bir şey daha geliyor. Daha önce söyledik ya Peygamber efendimiz önceki dinlerin de hükümlerini uyguluyor diye. Bildiğimize göre önceki gelen şeraitte içki haram. Daha doğrusu hamr haram. Sanki bizim anlayışımızda şöyle bir şey var. Yani o zaman peygamber ve ashabı çok rahat bir şekilde içki içiyor, her şey helalmiş gibi bir yaklaşım var. Acaba böyle mi değerlendirilmesi lazım? Sanki öyle olunca önce helal, sonra haram kılındı ama bakıyorsun ki geçmiş ümmetlerden de gelen bir şey var. Mesela Peygamber efendimizin içki içtiğine dair bir rivayet yok. İçmemiş.)
Şimdi tabi o dediğin konu üzerinde durulması lazım. bir de şu var. bizim bu konuyla ilgili sanki Hz. Ömer bu işi istemiş de bu iş olmuş. (Evet Serahsi öyle söylüyor.) Bu hoş olmayan bir ifade yani. Çok yanlış bir şey. Ve dediğin gibi gerçekten içki Tevrat’ta yasak. Müskir içmeyeceksin diye yanlış hatırlamıyorsam bir ifade var. İncil’de de çadır meselesi var. “İçki içen Tevrat’ta, Zebur’da, İncil’de ve Kuran’da melundur.” diye bir hadis var. Hayır bu ayetlerin hiçbirisinde içkiye helal demiyor dikkat ediyorsanız. İçkiyi bütün detaylarıyla bize anlatıyor Allahü Teâlâ burada. yani içki demeyelim de hamri tüm detaylarıyla bize anlatıyor.
(Haramlık çıkmadığı kesin ama içene kimse bir şey demiyor da melun denebilir mi yani?) Ya şimdi bak biz kendimiz diyoruz ki şu ayet önce inmiş, şu sonra inmiş bunu söyleyen biziz. Küme tamamlanınca ortaya çıkacak. Yani şimdi burada sıkıntı nedir? Tarih açısından biz olayı iyi bilmiyoruz. Bir de şu az önce söylediğimiz içkiler düşünülmeden oluşturulmuş ilim kitapları var. Biz onların etkisinde kalarak konuşuyoruz. Ama bu yarın değişebilir. (Belki Maide bu konuda inen ilk ayet olabilir mi? Biz son gibi anlıyoruz ama.) olabilir, bilemeyiz tabi, mümkündür.
Şimdi de şu ayeti okuyayım, Nahl Suresi 67. “Hurma ve üzüm ürünlerinden…” Hurma ve üzüm ürünleri dediğimiz zaman yaşı, kurusu hepsi girer. “…ondan seker elde edersiniz.” Seker, mastar. Yani müskir demek. “Sarhoş eden şeyler elde edersiniz.” Başka ne elde edersiniz? “Güzel bir rızık da elde edersiniz.” O zaman demek ki seker ahsen değil, güzel bir rızık değil. Yani bugün de var, dün de vardı, yarın da olacaktır.
(Ama Hocam o seker dediğinde gene bir nimet olarak tutulmuyor mu. Hani siz sekeri de alırsınız, ondan daha iyisini de alırsınız.) Ahsen demiyor. Ahsen başka, hasen başka. (Rızık da demiyor.) Sekere rızık demiyor bak. Seker rızık değil. Öbürü rızık. Yani o içkiye rızık demiyor ayeti kerime. Pekmezdir rızık olan. Kuru üzümdür rızık olan.
“İşte aklını kullananlar için burada bir ibret vardır.” Nedir o ibret? Yani siz her iyi şeyi kötüye kullanabilirsiniz. Her iyi şey kötüye kullanılabilir, çok dikkat etmek lazım.
Şimdi son olarak Maide Suresine geçelim. Maide 90. “Müminler, hamr, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir.” Burada hamr dedi yine, içilsin içilmesin sarhoş eden her şey. Meysir, kumar. Ensab, işte putlar. İbadet için dikilmiş taşlar. Ezlam da bu fal okları. İşte gidiyorlar Hübel putunun karşısına o puta bir kurban adıyorlar. Yapacakları işi söylüyorlar ondan sonra birisi getiriyor fal oklarını çekiyor. Savaşa gideceklerse gidip gitmeme açısından ona bakıyorlar. İşte birisine bir iş yapacaklarsa ona bakıyorlar. Ona göre bir karara varıyorlar. Nedir orada? Hübel putunun kararını öğrenmiş oluyorlar kafalarına göre. Çok daha değişik şeyler de var orada. Sadece neamla değil, benim şeyde vardır orada. İslam Muhakeme Hukukunun baş tarafında onun detayları vardır. İsterseniz onu okuyabiliriz. Neyse o şey değil elzamla alakalı olarak.
Bütün bunlar ricsi münaveli şeytan. Yani siz gidiyorsunuz Hübel putunun soruyorsunuz ne yapacağınızı. Önce bir kurban adıyorsunuz. Çok önemli bir şey yani insanlar ibadeti istedikleri hedefe ulaşmak için yapıyorlar. Yani asıl olan isteklerine kavuşmak. Şunu yapalım mı yapmayalım mı? Onun için de kurban sunuyorlar. Ondan dolayı mesela biz namaz kılıyoruz. Asıl hedefimiz cehennemden kaçıp cennete girmek. Ama onun yolu bu olduğu için bunu yapıyoruz. Ondan dolayı Peygamberimiz s.a.s. ne demiş? “İbadetin özü duadır.” Yani insan esas onun için. Bir ay çalışıyorsun niye? O parayı almak için. Para olmazsa zaten çalışmazsın. Yani cennetin garanti olsa niye ibadet edeceksin?
Şimdi, bunlar da böyle yapıyorlar. Bu nedir bu? Hübel putuna soruyorsun. Ya bu akıl ve mantık dışı bir şey. Çekeceksin onunla. Gerçekten bir insanın kafasına şeytan bozmamışsa bunu yapamaz. Şeytan işi bir pislik olduğu açık. E bir puta gidiyorsun tapıyorsun bir şeyler ediyorsun. Ondan da bir şeyler bekliyorsun, Allah’a daha çok yaklaştıracak diye. E bu da şeytan işi bir şey. Ondan sonra işte kumar, onu daha önce okuduk. Ve içki. Bütün bunların hepsini Cenabı Hak birleştiriyor bunların tamamı şeytan işi birer pisliktir.
Şimdi şeytan işi pislik derken buna necis denir mi? “Ricsün min ameli şeytan.” Yani şimdi şöyle söyleyeyim. Şimdi dikili taşı, o putu kırıp da camiye duvar yapabilir misin? Ya da hiç kırmadan olduğu gibi yatırsan. Üzerine ekmek koy ye. Ya da o fal oklarından bir tanesini sen cebine koysan namaz kılsan namazını etkiler mi? Dolayısıyla buradaki ricsün min ameli şeytan meselesi maddi bir pislik değil, manevi pisliktir. Mahzub bir arazide namaz kılmak gibi benzetilebilir.
(Çirkin göstermek için de şarap nasıl yapılır falan o tür şeyler anlatıldığında işte şunu atarlar içine bunu atarlar ve insanların gözünde onu düşürmek için. Bak çok kötü bir şey haramdır. Elbisene değerse namaz olmaz.) Evet oraya geliyor. Şimdi bizim fıkıh kitaplarında diyor ki şarap necistir, işte elbiseye değerse namaz olmaz diyor. Delil ne? Bu ayet. Başka bir delil getirin başüstüne. Hani deyin ki “Allah temiz şeyleri onlara helal -yani elçi vasıtasıyla- pis şeyleri haram kılar.” Allah da bunu haram kıldığına göre habistir derse yani oradan hareketle dersen ki bu necistir anlarım. Ama ona hiç kimse dokunmuyor. “Ricsün min ameli şeytan”ı alarak diyor ki bu hem de aynı zamanda necistir diyor. E peki kumar, adam kumar oynadı, elini ayağını yıkamadan namaz kıldı. Olmaz mı? Abdest bozanlardan da değil. Önce abdest almışsa evet yani. Bak şimdi burada bu hükmü veriyorsan onu da vermeniz lazım ki kendi içinizde tutarlı olasınız. Buna da dikkatinizi çekmiş olayım.
(Araf 157’den anlaşılır değil mi?) Hayır ona dayanarak birisi fetva verse tamam onu, siz yani onun görüşüne saygı duyarsınız. Siz kabul edersiniz etmezsiniz o ayrı bir konu. Yani o “Allah temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılmıştır.” ayeti kerimesini Araf 157’ye dayanarak buna necistir, pistir derseniz bunun mantığı anlaşılır. Ama buraya dayanarak söylerseniz anlaşılmaz. Ki bizim ulema hep buna dayanarak içki necistir diyor. Ama Peygamberimizin bu konuda herhangi bir ifadesi de yok.
Şimdi, diyor ki Allahü Teâlâ burada “Ondan uzak durun.” Putlardan uzak durun değil mi? Öyle puta soru sormayı da bırakın. Bu işlere yaklaşmayın. Meysire yaklaşmayın, kumara. İçkiye yaklaşmayın. Bu iştir pislik olan. Bu şeytan amelinden kaçının demiş oluyor. Bunların hepsi şeytan işidir. Gerçekten akıllı bir insan bunu yapmaz. Şeytanın yaptığı nedir? Şeytanın yaptığı, kötü şeyi güzel göstermektir. Bir insan aklını kullanırsa içki içmez, kumar oynamaz, puta tapmaz, fal oku çekmez. Hepsi şeytan işi. Şeytan işi pisliktir o beyaniye olmuş olur. O şeytanın amelini tavsif etmiş olur. Yani onun işinin bir başka özelliğini insana göstermiş olur.
Şimdi içtenibuhu, olayımız hamr olsun, şimdi şunun içinde hamr olduğunu düşünün. Allahü Teâlâ onu içmeyin demiyor. Ondan uzak durun diyor. Uzak durun diyorsa şöyle parmağımı batırayım bakayım dediğim zaman uzak durur muyum? Hayır, olmaz. Yani şöyle dilimi dokundurayım, olmaz değil mi? Yapamazsın. İşte bakıyorsunuz ki Peygamberimiz s.a.s. demiş ki müskir olması zaten ayetten biraz sonra okuyacağız, oradan da net olarak anlaşılıyor. Kalili falan olmaz kardeşim o hamr mı? Olmaz, bunun öyle damlamı mamlası yok. Yaklaşma. Uzak duracaksın. İçme demiş olsa alırım ben bunu, ya dilimi dokundurmak içmek değildir değil mi? Ellerimi yıkarım onunla.
(Satışı da yaklaşma şeyine girer mi?) Ha, işte Peygamberimiz s.a.s. “Allahü Teâlâ içkide 10 kişiye lanet etmiştir.” diyor. Lanet demek rahmetinden uzaklaştırmak demektir. Onlar yaklaştılar mı, sen şerre yaklaşırsan Cenabı Hak seni hayırdan mahrum eder. Şimdi ne diyor? “Üretene, sıkana, sıkılmasını isteyene, içene, içtirene, sunana, taşıyana, taşıtana, satana, sattırana -dağıtım şirketine yani- parasını yiyene ve bağışlayana lanet etmiştir.” Bak düşündüğünüz zaman bu kelimelerin tamamı, Peygamberimizin söylediği bu sözlerin tamamı aslında içtenibuhu’nun içinde vardır.
(Üzümünü şarap fabrikasına veren, şarap yapılsın diye?) Bu hadiste o yok. ama o da şerre vesile olmuş olduğu için, doğrudan doğruya lanete girmiyor. Yani burada o kişinin yaptığı bir üzümdür ben sana satıyorum nerede kullanırsan kullan. Bile bile fabrikasına sattığı zaman tabi ki orada… Yani orada alet olmamak için. Ama o biraz hafif kalıyor yani çünkü adamın sattığı helal bir mal. Aldıktan sonra yapılacak şeyler… Ama bu hadisin bir çeşit kapsamına sokulabilir. O asire bu adam yardımcı olmuş olur. Neyse.
Şimdi burada her yerde anlattığım bir örnek var. Bana göre konuyu çok iyi anlamaya vesile oluyor. Birader Bahreyn’de fuara katılmıştı. Akşam kokteyle çağırmışlar. Bana oradan telefon açtı. Abi dedi burada içki içiyorlar. Şaşırmış tabi yani Arap ülkesi olduğu için öyle şeyler olmayacağını falan düşünüyor. Orada bir Arap’la tartışmış. Arap demiş ki Allah yasaklamadı ki bunu, haramdır demedi ki demiş. Bizim birader de iyice şaşırmış. Nasıl oluyor bu? Oradan bana telefon açtı. Abi dedi burada Araplar içki haram değildir diyor dedi. Bir vereyim de onunla bir konuş dedi. Verdi telefona. O dedi ki Allah haram demiyor ki, içtenibuhu diyor dedi. Dedim ki sizin orada benzin istasyonları var mı? Var tabi dedi. Dedim o benzin istasyonlarında ateş yakmayın diye bir uyarı mı var yoksa ateşle yaklaşmayın mı diyor? Ateş yakmayın dediği zaman zaten her şey bitti. Ne diyor? Ateşle yaklaşmayın diyor. Araya bir mesafe koyacaksın. Hatta bakın cep telefonlarını bile kapatın çünkü orada sıkıntılar ortaya çıkar, orayı havaya uçurma ihtimali var. Adam, tamam anladım, anladım dedi ve telefonu kapattı.
Mesele bu yani içtenibuhu çok daha ağır bir şey. Burada içtenibuhu dediği için Allahü Teâlâ ona yaklaşmayın dediği için Peygamberimizin o hadisinde bütün bunlar sıralanmış. Peygamberimiz bundan o ayeti anladığını gösteriyor bize. İşte hikmet bu. Yani Kuran’ın içindeki hükümleri çıkarıp bize bildiriyor. Peygamberimizin kendi gayretiyle çıkardığı hükümlerdir.
(Bütün büyük günahlar için kullanılıyor bu kelime.) Evet, içtinap kelimesi kullanılıyor. Mesela zinada ne diyor? Zinaya yaklaşmayın diyor. Zina etmeyin diye bir ayet yok. Zinaya yaklaşmayın diyor. Arada mesafe bırakacaksın. Yasaklandığınız günahların büyüklerinden uzak kalırsanız…