Hadislerin Kur’an’a Arzı

28 Nisan 2012 tarihinde yayınlandı. görüntülenme Mukayeseli Fıkıh Müzakereleri

Abdülaziz Bayındır: Bugünkü konumuz hadislerin Kur’an-ı Kerim’e arzı. Yani Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir yerde bir şey konuştuğu zaman, bir hüküm verdiği zaman bunun konuşması ve verdiği hüküm ne ölçüde Kur’an-ı Kerim’e uyuşmalı? Uyuşmalı mı uyuşmamalı mı? Bizim dini geleneğimizde, her ne kadar hadislerin Kur’an’a arzı kelimesi sürekli tekrarlansa da olan, uygulanan husus o değildir. Kur’an’la ve sünnet arasında zıtlıklar oluştuğu hemen herkes tarafından kabul edilir. Zıtlık oluştuğu zaman da Kur’an bir kenara bırakılır ve sünnet alınır. Bazen sünnet bırakılır Kur’an alınır. Bazen her ikisi de bırakılır, başka bir tarafa gidilir. Bunların biz, her dersimizde örneklerini verdik. Bugün tekrarlamaya gerek yok, arkadaşlarımız meseleyi anlatırken bunu söyleyecekler.

Yalnız giriş olarak ben şunu size ifade edeyim. Maide Suresi’nin 44. ayetinden itibaren Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenlerle ilgili çok ağır hükümler var. 114. sayfada Allahutaala, Tevrat ve İncil ehli için şöyle diyor: İnnâ enzelnât tevrâte fîhâ huden ve nûr(nûrun), yahkumu bihân nebiyyûnellezîne eslemû lillezîne hâdû. “Tevrat içerisinde doğruyu gösteren ve nur olan kitap olarak onu indirdik. Allah’a teslim olan nebiler onunla hükmederler.” Demek ki yani, Tevrat dönemindeki nebiler, Tevrat’la hükmediyorlardı. Kime? Lillezîne hâdû. “Yahudilere.” Tabi inanmayanlara onunla hükmetmenin bir şeyi yok. Ver rabbâniyyûne vel ahbâru. “Rabbaniler” ve “ahbar”. Bu iki ayrımda çok çok önemli. Bunun üzerinde inşallah daha sonra duracağız. Yani gerekli ön çalışmaları bitirdikten sonra… Rabbaniler, bugünkü terimiyle, din adamları demek. Ahbar da ilim adamları demek. Şimdi buradan hatırlayın, Süleyman aleyhisselamın, Belkıs’ın tahtını bana kim getirir, dediği zaman: Kâlellezî indehu ilmun minel kitâb. “Yanında Kitap’tan bilgisi olan” dedi. “Ben onu sen yerinden kalkıncaya kadar getiririm.” (27/40) Diyen kişi, işte bu Tevrat’tan uzman olan ilim adamı grubudur. Dolayısıyla, Allah’ın kitaplarında sadece din adamları değil ilim adamları da uzman olmalılar. Onlar da ona göre hükmetmeliler. Mâstuhfizû min kitâbillâhi. “Çünkü Allah’ın kitabını koruma, görevi ile onlar görevliydiler.” (5/44) Ona karşılık… Ve kânû aleyhi şuhedâ. “Ve Kitap üzerinde de şahittirler.” Nasıl uygulandığına dair… Fe lâ tahşevûn nâse vahşevni “İnsanlardan korkmayın, benden korkun.” Ki din adamlarının en büyük korkusu odur. İlim adamlarının da din adamlarının da bir halk korkusu vardır. Şimdi tamam, güzel ama (04:13 – 04:16 arası anlaşılmıyor) ne yapalım? Bu insanlarla iyi geçinmemiz lazım, gibi endişe taşıyanlar artık yoldan çıkmış demektir. Ve lâ teşterû bi âyâtî semenen kalîlâ. Onun için diyor ki: “Ayetlerim karşısında küçük bir şey almayın.” Yani, Allah’ın ayetlerini küçük bir bedel karşısında satmayın ki bu gerçekten her gün yaşadığımız olaylardır. Görürsünüz ki bilhassa siyasi otorite karşısında dini çok iyi bilenler dik duramazlar. Zenginler karşısında dik duramazlar. Allah’ın ayetleri karşısında az bir bedel alırlar. Bir mevki, bir makami üç beş kuruş… Onun karşısında ayetleri çok rahatlıkla es geçebilirler ya da başka tarafa çevirebilirler. Ondan sonra burada, çok ağır bir hüküm… Bu Tevrat’la ilgili ola bir husus. Ve men lem yahkum bimâ enzelallâhu fe ulâike humul kâfirûn. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse onlar kâfirlerdir.” Şimdi “kim hükmetmezse”nin içine giren… Nebiler giriyor. Ve nebiler hükmetmezse kâfir oluyor. Cenab-ı Hakk’ın hiç kimseye karşı bir koruması yok. Ne bir peygambere koruması var ne bir âlime ne şuna ne buna. Yaparsan yaparsın, yapmazsan yapmazsın. Sen bilirsin. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen nebiler kâfir olurlar, diyor. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen din adamları kâfir olurlar, ilim adamları kâfir olurlar. Bak bunlar bilenler. Nebiler, din adamları, ilim adamları… Vatandaş? Vatandaşa siz, Allah böyle istiyor, diye yanlış bir şey söylersiniz. O da Allah emrediyor diye, onu yapar. Eminim ki Cenab-ı Hakk, o vatandaşı o açıdan sorumlu tutmaz. Çünkü, Allah’ın emrine uyduğu düşüncesi ile yapıyor. Ondan sonra hemen şey geliyor. 46. ayete geçelim. Hatta 47. ayete geçelim. Burada da diyor ki Allahutaala: Velyahkum ehlul incîli bimâ enzelallâhu fîh. Şimdi, “İncil ehli de Allah’ın onda indirdiği ile hükmetsin” diyor. Çünkü biz biliyoruz ki İncil’in içerisinde bugün Pavlos’un mektupları, Petrus’un mektupları gibi birtakım ilave şeyler var. Bunlar Allah’ın indirdiği şeyler değil. Onun için İncil’in içerisindeki Allah’ın indirdiği şeylerle hükmetsinler. Burada iki şeye dikkatinizi çekmek istiyorum. Bakın, Tevrat’la hükmetmek, dedi 44. ayet. O zaman demek ki Tevrat’ın içine bir şey karışmamış. Yani o dönemlerde… Ama şimdi bu şeyde diyor ki: “İncil ehli Allah’ın onda indirdiğiyle hükmetsinler.” Peki, İncil ehli Allah’ın İncil’de indirdiği ile hükmetmezse, Ve men lem yahkum bimâ enzelallâhu fe ulâike humul fâsıkûn. “Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse onlar fasık kimselerdir, yoldan çıkmışlardır.” Ondan sonra da bize geliyor. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e Allahutaala diyor ki: Ve enzelnâ ileykel kitâbe bil hakk. “Sana da bu kitabı Hak olarak indirdik.” Kur’an-ı Kerim’i. Musaddıkan limâ beyne yedeyhi minel kitâbi ve muheyminen aleyhi. “Kendilerinden önceki Kitap’ı tasdik eden ve onun üzerine müheymin olan.” Muheyminen aleyhi yani onu kollayan, onu gözeten bir Kitap. Onu test eden bir Kitap. Fahkum beynehum bimâ enzelallâh. “Onların arasında Allah’ın indirdiği ile hükmet” diyor. (5/48) Şimdi bu çok önemli. Peygamberimize verilen emir ne? Sana bu Kitap’ı indirdik, onların arasında bu Kitap’a göre hükmet. Bu kitap’a göre hükmet. Şimdi bu bimâ enzelallâh dediğimiz zaman, bizim gelenekte ikiye ayrılıyor Allah’ın indirdikleri. Deniyor ki -arkadaşlarımız biraz sonra ondan bahsedecekler- bir vahyi metluv vardır, namazda okunan Kur’an-ı Kerim; bir de vahyi gayri metluv vardır. O da tıpkı Kur’an gibidir. Ama tek farkı namazda okunmaz. Ama her yönüyle aynıdır. Ondan sonra da ilave şunu söylerler: Vahyi gayri metluv dedikleri Peygamberimizin sünnetidir. Allah’ın muradını bize bildirir. Asıl maksadı bildirir. Asıl maksadı bildirince ister istemez bir adım öne geçmiş oluyor Kur’an-ı Kerim’le. Şimdi, buradan çok net görüyoruz ki Allahutaala, sana biz bu kitabı indirdik, diyor. Sana indirilenle hükmet derken, neyle hükmedecek? Bu Kitap’la hükmedecek. Kur’an-ı Kerim’le hükmedecek. Ondan sonra ve lâ tettebi’ ehvâehum ammâ câeke minel hakk. Sana gelen bu gerçekten uzaklaşarak onların arzularına da uyma” diyor Peygamberimize Allahutaala Li kullin cealnâ minkum şir’aten ve minhâcâ. “Sizden her biriniz için bir yol ve bir metot da oluşturmuşuzdur.” Ve lev şâallâhu le cealekum ummeten vâhıdeten. “Allah emretseydi hepinizi tek bir ümmet yapardı.” Ve lâkin li yebluvekum fî mâ âtâkum. “Ama size verdiğiyle sizi ağır imtihandan geçirmek için böyle yapmıştır.” Festebikûl hayrât. Hayırda yarışın.” O zaman diğer inanç mensuplarıyla ne yapacağız? Yahudi’siyle, Hristiyan’ıyla… Bu insanlara Allah’ın indirdiği ile hükmederiz ama Müslüman olmalarını beklemeyiz. Hayırlı işlerde yarışırız. Hayırlı işlerde yarıştığımız zaman tüm insanlık bu yarışın faydasını görür. O yarış sırasında dökülenler, niye döküldük, derler. O zaman daha rahat bir şekilde Kur’an-ı Kerim’e yönelme fırsatı bulurlar. İlâllâhi merciukum cemîan fe yunebbiukum bimâ kuntum fîhi tahtelifûn. “Hepinizin dönüşü Allah’adır. Allah, ihtilaf ettiğiniz konuları size bildirecektir.” (5/48) En son Peygamberimize şunu söylüyor: Ve enıhkum beynehum bimâ enzelallâh. “Onların arasında Allah’ın indirdiği ile hükmet.” Allah’ın indirdiği ile hükmet. Ve lâ tettebi’ ahvâahum. “Onların arzularına uyma” Vahzerhum en yeftinûke an ba’dı mâ enzelallâhu ileyk.  “Dikkatli ol, Allah’ın sana indirdiklerinin bir tanesinden bile seni uzaklaştırmasınlar.” Ba’z kelimesi “bir tane” için de söylenir yani. Yani, bir tek ayetten bile seni uzaklaştırmasınlar, dikkatli ol. Burada fitne meselesi, yani fitneyi anlatıyorduk, o eriyen altın gibi. Altının her tarafını o ateş sarar. Yani bunlar da senin başının etini yerler, Türkçe karşılığı. Seni Allah’ın bir tek emrinden uzaklaştırabilmek için. Ya ne olacak azıcık müsaade et, diyebilirler. Çok dikkatli ol, diyor Allahutaala Peygamberimize. Fe in tevellev. Sen dik gidiyorsun, onlar da yüz çevirirlerse…” Fa’lem. “bil ki…” Ennemâ yurîdullâhu en yusîbehum bi ba’dı zunûbihim. “Yaptıkları günahların bir kısmına karşılık Allah onların başlarına bir musibet getirmek istiyordur.” Yani artık cezayı hak etmişlerdir bütün bu mücadeleye rağmen. Ve inne kesîran minen nâsi le fâsıkûn. “İnsanların çoğu gerçekten yoldan çıkmıştır.” (5/49) Yani yoldan çıkmak ne demek? Yolu biliyor da çıkıyor. Yolu bilmeyen çıkmaz. Doğruyu biliyor ve çıkıyor. E fe hukmel câhiliyyeti yebgûn. “Bunlar cahiliye hükmünü mü istiyorlar?” (5/50) Şimdi bu gün yeni bir şey. İnşallah onu da şey yapacağız. Yeni bir yapı oluşturuldu. Kur’an-ı Kerim’i batılıların öncülüğünde -maalesef İslam âlemi yani delilik yaptı ve hala da yapmaya devam ediyor- tefsir doktorasını gönderiyor. Kâfirlerin yanında bir adam tefsir doktorası yapıyor, fıkıh doktorası yapıyor. Efendim bilmem şu bu… Batıda… Adam kâfir, adam İslam dinini kabul etmiyor. Kur’an-ı Kerim’i Allah’ın kitabı saymıyor. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi Allah’ın peygamberi kabul etmiyor. Onun yanında yetişmiş bir kişi doktor unvanıyla geliyor bizim üniversitelerimizde hoca oluyor. Ondan sonra da başlıyor… Siz Kur’an-ı, Allah’ın kitabı saymazsınız, Muhammed’in yazdığı bir kitap olarak kabul edeceksiniz. Muhammed de neye göre yazacak? Gördüğü, bildiği, o günkü Mekke ve Medine’deki bilgi seviyesini ancak nakledecek. Oradaki kültürü, halkın genel tavırlarını nakledecek. Böyle bir kitap sayıyorlar. O zaman Kur’an’la Peygamberin sözü arasında hiçbir fark olmayacak. O zaten peygamber değil. Falan tarihte yaşamış bir adam. Ama Müslümanlar peygamber diyorsa olsun peygamber, önemli değil. Adına öyle diyorsanız öyle olsun. Ondan sonra, bugün yaşanan hayatı aynen onun gibi… Orada nasıl İslam’sa bugün yaşanan hayat da İslam. Parlamentonun çıkardığı bütün kanunlar da İslami, falan. Böyle bir anlayış maalesef oturdu.

Fatih Hoca: Birazcık daha bu, belki tepkilerden de biraz sakınarak şey şekline sokuyorlar. Diyorlar ki: tamam yani Allah’ın kitabı olabilir, doğrudur ama..

Abdülaziz Bayındır: Doğrudur derken inandıkları için değil. Yani size göre…

Fatih Hoca: Ama ne yapsın Allah. 1400 yıl önce çölde yaşayan bir grup insan vardı. Onlara göre, onların diliyle bir şeyleri anlatmaya çalıştı. Onları bir şekle sokmaya çalıştı. Onların seviyesine inmek zorunda kaldı. Onların diliyle bazı düzenlemeleri indirdi. Çoğu zaman da onlara hitap ederek yaptı bunu. İşte birbirlerine girdiler. Dedi ki: Ya e yapıyorsunuz, birbirinize niye giriyorsunuz? Birbirlerine karşı dedikodu yaptılar arkalarından. Dedi, işte yapmayın, etmeyin. Oradaki olaylara göre bazı şeyler şekillendi. Allah da onların anlayacağı dille konuştu. Siz şimdi bunu bir metin gibi alıyorsunuz. Aslında tamamen o dönemde, 20 yıllık bir dönemde, süreçte, onların imkânlarıyla Allah’ın onlara söylemiş olduğu bazı şeyleri metin olarak alıyorsunuz. Bu metni de istismar ederek zannediyorsunuz ki bu ilanihaye hükümler taşıyan, kıyamete kadar insanların derdine derman olacak bir metin olarak bunu görüyorsunuz. Buradan şu ayeti bu ayetle düşünüyoruz, böyle bir sonuç çıkıyoruz diye “fantezi” yapıyorsunuz. Aslında olayın çok uzağındasınız. Allah bugün bir peygamber gönderecek olsa bunun aslında hiçbir anlamı olmayacak. Bugünkü topluma göre Allah, tekrar bizim seviyemize göre hitap edecek, konuşacak, çok farklı şeyler söyleyecek, diyerek, evet bu aslında Allah’ın Kitap’ı değil, demiyorlar da …

Abdülaziz Bayındır: Diyemiyorlar. Çünkü İslam toplumunda o kelimeyi söylediğiniz zaman dışlanırsınız.

Fatih Hoca: Evet. O başka bir açıdan meseleyi bu şekilde sunarlar.

Abdülaziz Bayındır: Ama onu o hale getiriyorlar. Allah’ın Kitap’ı değildir diye. Ve maalesef bunlar bugün İlahiyat Fakültelerinde, Diyanet camiasında oldukça etkin. Mesela bizim şurada yaptığımız, yani Süleymaniye Vakfı’nın yapmış olduğu çalışmaları… Diyorlar, ya işte… Şey yapıyorlar onlar, arkeoloji yapıyorlar. Tarihin derinliklerinde dolaşıp duruyorlar, diyorlar. Şimdi, o zaman biz bu insanlara şunları söyleriz. O zaman siz kardeşim, Müslüman değilseniz açıkça söyleyin. Ne olduğunuzu bilelim. Müslümansanız bu tavrınız sizi kâfir yapar, bunu da siz bilin. Bunu da siz bilin. Neden öyle diyoruz? Bu Kitap’ın Allah’ın kitabı olduğuna inanmayan adam, zaten Kur’an-ı Kerim’e göre kâfir olur. Bitti. O zaman boşuna ben Müslüman’ım demeyin.  Gidip camilerde namaz falan kılmayın. Ne gerek var? Ne işiniz var sizin camilerde? Artık bundan sonra bu açıklıktan konuşmaktan başka çaresi yok. Benim niyetim o. Açık, gayet açık, daha açık, daha net bir şekilde. Kendilerini ortaya koysunlar. Öyle sağda solda… Adam yazmış: Kuran, iki nokta üst üste Allah’ın insan sözü. E ne oluyor? Türkçesi bile bozuk. Bir İlahiyat Fakültesi hocası… Neyse, onu ayrı bir ders yapacağız. Ama bununla da bağlantılı. Çünkü sizin kafanız, mantığınız buysa, bu mantıkta olan insanlar için, Kur’an’la sünnetin ayrımı diye bir şey olamaz. Aynı şey ne farkı var? Ve Kur’an’ın da sünnetin de bu devirde bir geçerliliği olamaz. Bazı şeyler evrenseldir. Nedir? Efendim, Mekke’de, Medine’deki su bugün de işe yarar, o manada. Evrenseldir… İşte hava evrenseldir, bunu gibi. Yoksa özel bir durumu söz konusu değildir. Şimdi ben inananlar için okuyorum. Başkaları için değil, başkaları bizi ilgilendirmiyor da. Ama milletin önüne Müslüman’mış gibi çıkmasınlar, lütfen. Bak, şurada Allahutaala ne diyor. Maide Suresi 67. Maide Suresi çok önemli. Şundan dolayı: En son inen surelerdendir.  Biliyorsunuz son ayet Maide Suresi’nin 3. ayetidir. Diyor ki Allahutaala, Peygamberimize: Yâ eyyuhâr resûl. Burada elçi diyor bak. “Ey elçi!” Bellıg mâ unzile ileyke min rabbik. “Rabbinden sana indirilen her ne ise onu tebliğ et.” Ve in lem tef’al. “Bunu yapmazsan” Fe mâ bellagte risâletehu. “Allah’ın verdiği elçilik görevini yapmış olmazsın.” Vallâhu ya’sımuke minen nâs. “Allah seni insanlardan koruyacaktır. İnsanlardan çekinme.” İnnallâhe lâ yehdîl kavmel kâfirîn. “Allah kafirler topluluğuna yol göstermez.” Kâfir ne? Yani Allah’ın kitabını görmezlikten gelen, onu geriye itenler. Ondan sonra da Yahudi ve Hristiyanlara şunu söylüyor Allahutaala. Şimdi deniyor ki, o asırdaydı. Bu Kur’an’ı Kerim indiği zaman Tevrat ineli kaç asır olduğunu biz bilmiyoruz. Ama tarihi kaynaklardan İncil ineli 7. asrında olduğunu biliyoruz. Ama Tevrat’tan bilmiyoruz kaç asır olduğunu, değil mi? Yani Musa aleyhisselam, ondan sonra ilk Peygamberlerin tarihi kesin olarak elimizde yok. Tevrat’ta bir takım bilgiler var ama onlara da ne ölçüde güveneceğimizi bilmiyoruz.

Şimdi, diyor ki burada Allahutaala: Kul yâ ehlel kitâb. Lestum alâ şey’in hattâ tukîmût Tevrâte vel İncîl. “De ki: Ehli Kitap! Tevrat’ı ve İncil’i ayakta tutmazsanız, yani uygulamazsanız hiçbir temeliniz olmaz” diyor. Bak Kur’an’ı Kerim inmişken onlara böyle söylüyor. Tevrat’ı ve İncil’i uygulamazsanız hiçbir temeliniz olmaz. Çünkü o Tevrat’ta ve İncil’de, gelecek Peygambere inanma sorumluluğu yükleniyor bunlara. Bu peygamber de gelmiştir. O hükmü uygulamadıkları zaman zaten hiçbir şey uygulamamış sayılırlar. Ve mâ unzile ileykum min rabbikum. “Ve Rabbinizden size inen bu Kur’an.” Tabi bu Kur’an’la, Tevrat ve İncil arasında birebir uyuşmayı onlar o zaman görmüş olacaklar. Bugün de görüyorlar. Bir takım ilaveleri, çıkartmaları zaten onlar da kolaylıkla tespit edebilirler. Ondan sonra diyor ki: Ve le yezîdenne kesîren minhum mâ unzile ileyke min rabbike tugyanen ve kufrâ. “Rabbinden sana indirilen şeylerin çoğu, onların taşkınlığını ve kafirliğini arttıracaktır.” Kesin. Niye? Çünkü gerçeği öğrendikçe batılına iyice yapışacak. Mesela, bundan bir müddet önce daha kesilen yeni bir şey… Ayet okuyorum, adam da kendi hocasının kitabından cevap veriyor. Ya kardeşim, demek ki onların kitabı başka. Evet, bu çoğununzun kafirliğini ve taşkınlığını arttıracaktır. Fe lâ te’se alâl kavmil kâfirîn. “Kafirler topluluğuna karşı üzülme.” (5/68) Peki, peygamberimizin sözleri ne olur? Ve enıhkum beynehum bimâ enzelallâh, dediğine göre. “Onların aralarında Allah’ın dediğiyle hükmet” (5/49) Bak bir tebliğ kelimesi geçti, bir de hükmetmek kelimesi geçti. Tebliğde, olduğu gibi verirsin. Allah şu ayette şöyle şöyle şöyle buyuruyor. Hükmetmekte de mesela işte, mutfakta bir takım malzemeler olur. Bir yemek yapacağım, tamam, sen bunlarla hangi yemeği yapıyorsan yap, denir. Yapılan yemek, o malzemelerden yapılır ama mesela bir patates yemeğine kimse patates demez. Domates yemeğine de domates demez. Domates yemeği, patates yemeği denir. Yani, yemek o malzemeden yapılmıştır ama o malzeme değildir. Başka bir şeydir. İşte Peygamber Efendimizin hadislerinin tamamı, onun Kur’an ile verdiği hükümlerdir. Buna da Kur’an-ı Kerim hikmet diyor. Ve onu da bize öğretme görevi vardır Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin. Sonuç olarak, hadislerin Kur’an-ı Kerim’e arzı basit bir olay değil, çok ciddi bir meseledir ve son derece de önemli bir meseledir.  Şimdi arkadaşlarımız onu anlatacaklar. Evet.

Yahya Şenol: Başlamadan… Genelde bize sorulan bir soru var, hadisleri tamamen reddedenlerin. Mesela bugün derse başlar başlamaz hemen Mersin’den sormuşlar. Birkaç ayet var deniyor. İşte bir tanesi En’am Suresi’nin 114. ayeti. Efe gayrallâhi ebtegî hakemen ve huvellezî enzele ileykumul kitâbe mufassalâ. Hani, Allah tarafından tafsil edilmiş, açıklanmış bir kitap duruyorken, ben niye kalkıp başka bir hüküm koyucu arayayım ki hakem arayayım ki? İşte bu bir. Bir de Casiye Suresi 6. ayet. Bunlar varken niye hala siz hadislerle uğraşıyorsunuz? Ayettir hüküm koyucu olan.

Abdülaziz Bayındır: Ben burada açıkça söyledim. Onu yazan kimse, biz size Kur’an’ın nasıl mufassal olduğunu öğretmek için şey yapıyoruz. Biz size patatesten, domatesten, yağdan, sudan nasıl yemek yapıldığı göstermek için yapıyoruz. O zaman size şunu söyleyelim: Canım yemek yapmaya ne gerek var ki? Tarlada her şey var. Git, çok affedersin, hayvan gibi git yanaş, sağdan başla yemeye. Elbise yapmaya ne gerek var ki? Git işte bir hayvanı kes, derisini sırtına giy. Bu o demektir, başka bir şey değil. Mufassal, diyor. (25:20 – 25:22 arası anlaşılmıyor.) Kur’an-ı Kerim’le hükmetmek demek, böyle çok affedersiniz, cahilce konuşmak demek değildir. Şimdi, hoca kızdı diyecekler? Tabi ki kızacağım. Kur’an-ı Kerim ne kadar ağır söz söylüyor değil mi kendi keyfine göre hüküm verenlere? Allahutaala, Peygamberimize, Kitap ve hikmet indirdiğini söylüyor. Tamam, Kitap Kur’an-ı Kerim. Hikmet ne? Hadi söylesinler bakalım bunlar. Bu sözü söyleyen kim olduğunu bilmiyorum. Hikmet ne? Bana bir ay, iki ay, bir sene, iki sene, on sene sonra bana doğru bir cevap versin bakayım. Hikmet nedir? Bütün peygamberlerin, ümmetlerine öğretmek zorunda olduğu hikmet nedir?

Yahya Şenol: Kitap dışındaki değil mi?

Abdülaziz Bayındır: Sana Kitap’ı ve hikmeti indirdik, diyor, Allahutaala. Hikmet nedir? Versinler bakalım onun cevabını. Öyle çok kolaycı. Peki, şu şu konunun hükmünü bulun bakalım Kur’an-ı Kerim’de. Şimdi yakında açıklayacağız. Hadi buyur, namaz vakitlerini çıkarın bakalım Kur’an-ı Kerim’den nasıl çıkarıyorsunuz? Hikmeti bildiğin zaman en ayrıntılı şekilde çıkarırsın. Yakında inşallah ilan edeceğiz. Görsünler bakalım neymiş. Daha Allah’ın yarattığı ayetler üzerinde ilim adamları ne kadar ayrıntılı çalışırlarsa o kadar geniş bilgilere ulaşıyorlar da Allah’ın indirdiği ayetler üzerinden de çalışılmayacak mı? Ne güzel yani. Gidin, tarlayı ekmeyin, toprağını yiyin bakayım.

Yahya Şenol: Bir de şunu sürekli dile getirirler. Hz. Peygamber, ilk başlarda hadislerinin yazılmasını yasaklamış. Dolayısıyla, diyor, bakın o bile bazı şeylerden endişe duymuş. Demek ki hadislerde falan uğraşmayalım biz. Tamamen bırakalım. Kur’an-ı Kerim’e yönelelim. Biraz önce gelen soruyu ben, Cüneyt Hoca ile birlikte okurken, o hatırlattı. Onu da söylemek istiyorum özellikle. Hadislerin yazımının yasaklandığını biz nereden biliyoruz peki?

Abdülaziz Bayındır: Ben onu hep şey yaparım. Nereden biliyoruz gerçekten?

Yahya Şenol: Hangi ayette yazıyor?

Cüneyt Hoca: Hadisleri kabul etmiyor ama hadislerin yazımının yasaklandığına dair rivayetleri kabul ediliyor.

Yahya Şenol: O da hadisle sabit olmuş.

Cüneyt Hoca: Hadisleri işlerine geldikleri zaman kabul ediyorlar.

Yahya Şenol: Evet. Bunu özellikle söyleyelim dedik, derse başlamadan önce.

Abdülaziz Bayındır: Geçenlerde, karikatür gibi bir şeyi Yahya bana göndermiş. Adam kendisini Mehdi hazretleri ilan ediyor.

Yahya Şenol: Onun ikinci videosunu da gördük bugün. 2015’te geleceğim de, diyor, hangi ay olduğu kestiremiyorum.

Abdülaziz Bayındır: Hadislere karşı çıkıyor da… Biz niye hadis diyormuşuz, adam esip savuruyor. O çok büyük bir ihtimalle… Mustafa Bey, sen değil ama diğer doktora arkadaşların bakması gereken bir vaka. Gerçekten öyle gözüküyor. Şimdi, çok affedersiniz, kıçında kıl olduğuna dair hadisi varmış, kabul ediyor. Ben hiç duymadım öyle bir hadis.

Yahya Şenol: Ben varmış yani güya.

Abdülaziz Bayındır: Kıçında öyle bir şey varmış da. O, onun işaretiymiş. Onu kabul ediyor, onun dışındakilerini kabul etmiyor. Yani bu insanlar, tamamen keyiflerine uyduğu zaman… Eğer kendi arzularına uyuyorsa hadis madis olduğuna lüzum yok. Herhangi bir söz, onlar için baş tacıdır. Ama uymuyorsa hiçbir şey önemli değildir.

Yahya Şenol: Fe bi eyyi hadîsin ba’dehu yu’minûn. “Kur’an’dan başka hangi hadise inanacaksınız.”

Abdülaziz Bayındır: Valla bunu söyleyen adam ancak, çok affedersiniz, zır cahil olabilir. Bunu aklı başında bir insan söyleyemez. Çünkü hadis kelimesi, söz demektir. Orada Allah’ın sözünden bahsediliyor. İman etmekten bahsediliyor. Bu ayet-i kerimeler nerede geçiyor? Yahya Şenol: Casiye Suresi’nin 6. ayeti. Tilke âyâtullahi netlûhâ aleyke bil hakk. Fe bi eyyi hadîsin ba’dallâhi ve âyâtihî yû’minûn.

Abdülaziz Bayındır: E bitti işte bak. Allah’ı ve ayetlerini bıraktıktan sonra hangi hadise hangi söze… Şimdi orada hadis, söz demektir. Yani, siz orada hadisi, terim anlamıyla alacaksınız. Allah’ın ayetlerinden ve neyden?

Yahya Şenol: Fe bi eyyi hadîsin ba’dallâhi ve âyâtihî…

Abdülaziz Bayındır: Allah’tan ve Allah’ın ayetlerinden sonra hangi söze inanacaklar? Yani siz Allah’ı bir kenara koyuyorsunuz, ayetlerini bir kenara koyuyorsunuz. Bak, biz de diyoruz ki Allah kendi ayetinde, bütün peygamberlere Kitap ve hikmet indirdiğini bildiriyor. Kitap ve hikmet indirdiğini bildiriyor. Ondan sonra bütün peygamberlerin ve Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin, ümmetine Kitap’ı ve hikmeti bildirmekle sorumlu olduğunu da söylüyor. Tamam Kitap, Kur’an-ı Kerim. Hikmet nedir? Geçenlerde bir başkası Amerika’dan, yine bize ateş püskürüyor. Kur’an-ı Hakim, işte hikmet. Tamamen saptırıcı, tamamen cahilce, hiç kusura bakmasın zır cahilce, açıkça söylüyorum burada kendisine. Hikmet üzerine konuşsun bakalım. Burada onunla toplantı yaptık, geçen sene. Videolarımız yayınlanıyor. Edip Yüksel ile burada toplantı yaptık. 19 Mucizesi deyip duruyor. Bu da ona cevap olsun. Ben ona dedim ki bunu çıkardığınız ayetin manasını bana verir misin? Bunu çıkardığınız ayet, Müddesir Suresi’nin 35. ayeti miydi kaçıncı ayeti? 17. ayeti mi neyse. Müddesir Suresi’nin o ayetinin bana bir açıklamasını yapar mısın? Burada yapamadı.

Yahya Şenol: 31.

Abdülaziz Bayındır: 31. ayeti. İnternette videolarımız dolaşıyor. Bakın, dinleyin görürsünüz. Ben hala bekliyorum. Daha 19’u çıkardığı ayetin manasını veremeyen bir adam, kalkmış neler konuşuyor. Ondan sonra, orada iki tane sakal kelimesi geçiyor. Üstteki sakal kelimesine başka anlam veriyor. Aynı surede geçen iki sakal kelimesine, birbiriyle alakası olmayan iki ayrı mana veriyor. Ve burada kendisine söyledim, hadislere karşı… Hadis putu diyor. Çok ağır bir ifade. Yani birisi Kur’an-ı bir tarafa atıyor, birisi sünneti bir tarafa atıyor. Hadis putu diyor. İnsan Allah’tan korkar ya. Hadis putu… Ben burada, videolarda görürsünüz, onlara dedim ki hikmet nedir, bana söyleyin bakalım. Bugüne kadar hikmet konusunda tek kelime söylememiş, orada mahalle kahvesinde bile söylenmeyecek şekilde bana cevap verdiğini zannediyor. Peygamberin öğrettiği hikmet ne? Kur’an. Bütün peygamberlerin öğrettiği hikmet nedir? Kitap ve hikmet, diyor Allah. Öyle saçma sapan konuşmalarla bir şey olmaz. Evet, bu da ona cevap olmuş olsun. Çünkü saçmalığa başka ne cevap verilir?

Yahya Şenol: Biz konuyu, Hadislerin Kur’an’a arzı, diye seçtik. Neden böyle seçtiğimizi de anlatmış olduk bu saate kadar. Bir de şunu söylemek lazım: Hadisler genelde iki şekilde tenkide tabi tutulur, muhaddisler tarafından. Bir, senet açısından değerlendirilir. Bu senet dediğimiz, hadislerin rivayet zinciridir. Peygamber Efendimizden, Ashab-ı kiramdan biri işitmiştir. Ondan başka biri, ondan başka biri… Hadisleri kitaplara yazan âlimlere kadar bir zincir oluşmuştur. O zincire göre işlenir. İşte, o gerçekten birbirleriyle görüştüler mi birbirlerinden duydular mı? Ravilerin özel durumlarını incelerler. Aklı başında mıydı, yalan söyler miydi, huyu nasıldı, suyu nasıldı falan gibi. Senet açısından sahih, hasen ve zayıf diye. Değil mi? Üç ana kategori altında tasnif ediyorlar bunu.

Cüneyt Hoca: Evet, öncelikle sahih, zayıftı. Sonra bir de hasen oldu.

Yahya Şenol: Bu senet açısından inceleme bittikten sonra bir de metin açısından, yani hadisin metni, ifade ettiği anlam bakımından tenkide tabi tutulur. Bunun için de en çok kullanılan yöntem, hadislerin diğer hadislerle birlikte incelenmesi. Yani önce konu ile ilgili diğer hadislere arz edilir bu hadis. Bakar, iki tane birbirine zıt hadis var. Bunlar değerlendirilir. Hangisi uygun, hangisi değil diye bir sonuca varılır. İkincisi de hadisçiler, Cüneyt Hoca’dan öğrendiğimiz kadarıyla, muhaddisler tarafından pek kullanılmayan, hadislerin Kur’an’a arzı meselesi. Yani, senet açısından sahih diyelim, bir hadis var ortada. Bugün bildiğimiz anlamıyla, diyelim ki Buhari’de veya Müslim’de geçiyor. Tamam, senet açısından sahih, o ondan duymuş, bu bundan işitmiş. Peki, ifade ettiği mana bakımından Kur’an-ı Kerim ile Kur’an’ın açık ayetleri ile uyuşuyor mu çelişiyor mu? Bunun sağlamasını yapıp buna göre hadise, senedinden ayrı olarak bir daha sahih veya zayıf veya uydurma diyebilecek miyiz? Esas mesele bu. Bununla ilgili yine bir hadis rivayeti naklediliyor. Esas biz biraz bunu işlemeye çalışacağız. Hani, Peygamber Efendimizin söylediği ifade edilen “Benden size bir hadis rivayet ederlerse bunu Kur’an’a arz edin. Eğer Kur’an’a uygunsa onu ben söylemişimdir, onu alın. Eğer Kur’an’a zıtsa onu ben söylememişimdir. Onunla amel etmeyin” diye. Bu rivayeti kimileri, hem senet hem metin açısından evet sahihtir, böyledir demişler. Kimisi de hayır, senet açısından da zayıftır, metin açısından da zayıftır. Bu hadisle hiçbir şekilde amel edilemez, demiştir. Bir grup da evet, her ne kadar senet açısından zayıfsa bu rivayet metin açısından doğrudur. Hadisler mutlaka Kur’an-ı Kerim’e arz edilmelidir, demişler. Önce bu rivayetin hadis kritiğini, senet yönünden de metin yönünden de Cüneyt Hoca’dan dinleyelim. Ondan sonra sahabenin, bu Kur’an’a arz metodunu kullanıp kullanmadığını, kullanmışlarsa örneklerini görmeye çalışacağız. Vakit kalırsa, mezhep ulemasının da bu metodu kullandığına dair örnekleri görmeye çalışacağız. Önce Cüneyt Hoca’yı dinleyelim. Ardından Fatih Hoca, kısaca sahabeden örnek vermeye çalışacak. Son olarak da ben, Hanefi mezhebinden özellikle de İmam-ı Azam’dan Kur’an’a arz metodunun kullanıldığını ve bugün elimizde Kütüb-ü Sitte olarak bilinen Ebu Davud ve Tirmizi’de geçse bile ve belki senet açısından sahih kabul edilse bile ve metin açısından kabul edilemeyecek hadislerin var olduğunu görmeye çalışacağız. O yüzden önce Cüneyt Hoca’yı dinleyelim daha sonra sırayla devam ederiz.

Cüneyt Hoca: Şimdi, başlarken öncelikle şunu söyleyeyim: Çalışmalarım sonucunda şunu fark ettim ki demin bahsedilen arz hadisi olduğu için, Kur’an’a arz edelim veya maruf olan sünnete arz edelim diye bir düşünce fakihlerde yok. Yani onlar öncelikle böyle bir düşünceye girmişler. Daha sonra da buna delil olarak hadisi koymuşlar ortaya.

Yahya Şenol: Hareket noktası bu rivayet değil yani.

Cüneyt Hoca: Hareket noktası bu rivayet değil ama bunu da delil olarak göstermişler. Ne için? Muhaliflerini reddederken. Bunu da özellikle Ebu Yusuf’un kitabından göreceğiz. İlk olarak orada gördüm ben bu rivayeti. Çeşitli versiyonları var rivayetin. Günümüzde bu rivayetin tanınmasının en önemli nedeni, İmam-ı Şafi’nin hem ilk yazdığı Kitabu’lÜmm’de hem de Risale’sinde bu rivayeti tartışmasıdır. Onun verdiği rivayet şu: “Benden size gelen şeyi” diyor Peygamberimiz aleyhisselam rivayete göre, “Allah’ın kitabına arz edin. Ona uygunsa onu ben söylemişimdir. Uygun değilse onu ben söylemedim.” Bu rivayeti verdikten sonra Şafi diyor ki: Bunu herhangi bir kimseden sahih olarak rivayet etmedik, rivayet edildiğini de işitmedik. (38:27 – 38:28 arası anlaşılmıyor) meçhul olan insanlarda rivayet edilmiştir, diyor İmam Şafi. Daha sonra da İmam-ı Şafi’nin çizgisini devam ettiren özellikle Beyhaki, bütün bu hadisle ilgili versiyonları toplar ve bunların bir kısmına uydurma der, geri kalanlarına da zayıf der. Yani biraz burada mesele, Şafi’nin çizgisini takip etmekle ilgili yaklaşım. Birazdan onun ayrıntısına gireceğim ama birkaç farklı versiyonu daha var bu rivayetin. “Benden sonra size çok hadis rivayet edilecektir. Size benden bir hadis rivayet edildiğinde onu Allah’ın kitabına arz edin, eğer ona uygun ise kabul edin ve bilin ki bendendir. Ona muhalif olur ise onu reddedin. Bilin ki ben o rivayet edilenden uzağım.” Şimdi hemen burada şunu düşünmek lazım. Yani Kur’an’a uygun görülebilecek her türlü söz, Peygamberimiz, bilin ki o bendendir, demesi bir kere metin açısından uygun değil. Yani, Kur’an’a uygun görülebilecek bir söz vardır ama bu illaki Peygamberimizden gelecek diye bir kaide yok. Hâlbuki hadiste bu unsur geçiyor. Bu bir kere sakıncalı. Diğer taraftan asıl Ebu Yusuf’un, hicri 181’de vefat eden, Ebu Hanefi’nin talebesi Ebu Yusuf’un, kitabında geçen bir rivayet vardır ki: Peygamberimiz aleyhisselam rivayete göre, Yahudilerle bir görüşme yapmış, Yahudilere bazı sorular sormuş ve Yahudilerin İsa aleyhisselam üzerine yalan söylediğini anlamış, daha sonra minbere çıkmış ve insanlara hitap etmiş. Demiş ki: “Muhakkak ki hadisler benden sonra size gelecek, bir takım sözler. Benden size gelip de Kur’an’a muvafık olan varsa o bendendir. Benden size gelir de Kur’an’a muhalif olursa o söz benden değildir.”  Kur’an’a arz ile ilgili rivayetler aslında iki kısımdır. Birisi Peygamberimizin ağzından… Diyor ki Peygamberimiz: Kur’an’a arz edin. İkinci kısım rivayette de Peygamberimiz diyor ki: Kur’an’a uygunsa bendendir. Arz yok ikinci rivayette. Şimdi, bu rivayetlerle ilgili demin dedik ki, Beyhaki bunların çoğuna zayıf ve uydurma demiştir. Mesela İbn-i Hacer, önemli bir hadisçidir, bu rivayetlerin tamamı hakkında söz söylenmiştir, demiştir. Mesela Acluni böyle demiştir. Yine bu rivayetlere uydurma diyenler var.

Abdülaziz Bayındır: Söz söylemiştir, kelimesinin literatürdeki anlamını da söyle de çünkü belki insanlar mütehassıs değil. Bu hadis hakkında söz söylemiştir’in…

Cüneyt Hoca: Yani eleştirilmiştir, zayıf olduğuna dair eleştirilmiştir, diyor. Bütün rivayetleriyle beraber. Söz söylenmiştir, demek bu. Bütün rivayetleriyle beraber eleştirilmiştir. Bu konuyu fazla uzatmadan şunu söyleyeyim yine, bizim meşhur hadis mecmuaları olarak bildiğimiz, hatta derecelendirme yapılır. İşte birinci sınıf ve ikinci sınıf kaynaklar diye bildiğimiz. Kütüb-ü Sitte diye meşhur olan altı kitapta bu rivayet yok. Yine, erken devir hadis kitaplarında bu rivayet yok. Bu rivayet, Dare Kutni vardır, onda geçmiş. İşte 3.- 4. yy. âlimidir mesela. Veya İbn-i Hibban, 4. yy. muhaddisidir. Onda geçmiş. Ahmet bin Hanbel vermiş bunu. Belki tanınacak en meşhur kaynaklardan birisi bu. Yalnız, bütün bu kaynaklarda geçen rivayetlerle ilgili hakikaten eleştiriler vardır. Senetlerinin zayıf olduğu söylenmiştir. Diğer taraftan bunu özellikle Hanefiler nakletmiştir. Ehl-i rey diyelim. Yani, Kufe’de ortaya çıkan ve özellikle Şafi taraftarlarının Ehl-i rey diye isimlendirdiği bir grup var işte Ebu Hanife, talebeleri ve ondan sonra gelen bir takım imamlar. Mesela dedik ki İmam Hanefi’nin talebesi Ebu Yusuf’un kitabında ilk defa geçiyor bu. ErRedd alâ Siyeri‘l-Evzâi diye bir kitap. Birazdan ona geleceğim. Daha sonra Ahkam’ul-Kur’an’ında Cessas vardır. O vermiştir rivayeti. Serahsi, Usul’ünde vermiştir ve buradan hadislerle ilgili bir usul ortaya koymaya çalışmışlardır. Ben şimdi hemen kısaca Ebu Yusuf’un bu rivayeti neden verdiğini biraz anlatmak istiyorum. Şimdi, İmam-ı Azam’ın, Ebu Hanife’nin, çağdaşı Evzai diye bir âlim var. O da mezhep imamı denir kendisine, mezhebi devam etmese bile. İmam-ı Azam’la çok tartışmışlardır. Muasırlardır. Ve İmam-ı Azam’ı Siyer isimli kitabında, bu Evzai eleştirmiştir. İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin talebesi Ebu Yusuf da Evzai’nin kitabı Siyer’e bir reddiye kaleme almış, bunu yazmıştır. Ve burada konu başlığı, ganimetlerin taksimi ile ilgili bir mesele tartışıyorlar. İmam-ı Azam’a yöneltilen, Evzai tarafından eleştiriler var. Bunları verdikten sonra Ebu Yusuf, Evzai’nin getirdiği hadisleri reddediyor. Kendilerine muhalif olarak getirdiği ganimet taksimi il ilgili, İmam-ı Azam’a muhalif rivayetler var. Bunları reddediyor ve bunları reddetme gerekçesi olarak, bu arz hadisi diye de bildiğimiz hadisi kaydetmiştir. Ve şöyle bir usul ortaya koyuyor Ebu Yusuf, diyor ki: Şaz hadisten sakının. Kitap’a, sünnete muvafık olan ve fakihlerin bildiği, fakihler, fukaha tarafından bilinen hadislere sarılın, bilmediğiniz hususları da bu eldeki hadislere kıyas edin. Usulünü ortaya koymuş. Yani bizim için muteber, sünnet, hadis bizim fakihlerimizce meşhur olan veya cemaatin mütevatiren bize getirdiği hadislerdir. Yani aslında burada mesele, hadisleri Kur’an’a arz edelim, meselesi değildir. Sizin hadisleriniz, uygun değildir. Biz fakihlerce bilinen, kendi fakihlerimizce bilinen hadislere itibar ederiz, diyor Ebu Yusuf. Bunu da Cessas daha sonra açıklamıştır Ahkam’ul-Kur’an’ında. Cessas diyor ki: Eğer haber, ahad yoldan gelirse, yani mütevatir meşhur olarak gelmemişse, siz bize getirirseniz bir rivayet ve bu Kur’an’a muhalifse biz bunu reddederiz. Ama eğer meşhur olursa, bizim fakihlerimizce bilinen bir rivayet gelirse bu Kur’an’ı tahsis de eder nesh de eder, diyor Cessas. Şimdi, bunu dedikten sonra zaten senin orada arz hadisini vermenin bir önemi yok. Kur’an’a nesheder dedikten sonra arz hadisi niye veriyorsun?

Yahya Şenol: Tabii ki zıt olacak yani değil mi?

Cüneyt Hoca: Tabii ki zıt olacak. Karşı tarafın getirdiği hadisleri reddetmek için bunu kullanıyorsun sen.

Abdülaziz Bayındır: Yani kendisi bir şey yapmak için değil.

Cüneyt Hoca: Bizim bildiğimiz, bizim âlimlerimizce bilinen hadisleri biz kullanırız. Bunlarla Kur’an’ı nesh de ederiz ama sizin getirdiğiniz ahad hadisleri Kur’an’a arz ederiz, uygun görmezsek reddederiz ve maruf sünnete arz ederiz, diyor.

Abdülaziz Bayındır: Nesh etmek demek yani o hadis varsa ayeti yürürlükten kaldırırız, demektir.

Bir Dinleyici: Hocam bu kavramları ahadır, şazdır onları…

Abdülaziz Bayındır: Evet, onları açıklamak da…

Yahya Şenol: Burada belki şu şeyi de ilave edebiliriz. Bu Hanefi mezhebinde meşhur, sünnetin Kur’an-ı Kerim’i nesh edeceği yani yürürlükten kaldırabileceği kabul ediliyor ama bir ilave hüküm getiremeyeceği kabul ediliyor. Burada ilginç bir ayrıntı var. Ben buna çok şaşırmışımdır her zaman için. Mesela, bu zina suçu ile ilgili ayet var biliyorsunuz. Ez zâniyetu vez zânî feclidû kulle vâhıdin min humâ miete celdetin, buyuruyor Cenab-ı Hak. Yani “Zina eden erkeğe de kadına da yüz sopa vurun.”(24/2) Şimdi, Hanefiler diyor ki buradaki zina eden erkek ve kadın bekârdır. Evlilerin cezası recmdir. Yani taşlanarak öldürülmedir. Niye? Bununla ilgili hadis var. Dolayısıyla hadis, buradaki hükmü kaldırıyor, bekâra düşürüyor. Peki, o hadisin devamında bekâr zina yaparsa bir de tağribu an dediği bir suçu var. Yani bir yıl sürgün cezası. Bunu kabul edemeyiz ama diyor. Niye? Çünkü, diyor, ayetlerde olmayan ilave bir hüküm getiriyor. Ya ayetlerde olamayan ilave bir hükümle adamı öldürüyorsun, ayetlerde olmayan bir ilave getiriyor diye bir yıllık sürgün cezasını kabul etmiyorsun.

Bir Dinleyici: Recm cezası hocam, Kur’an’da yok mu?

Yahya Şenol: Yok tabii. Böyle bir mantığı var…

Abdülaziz Bayındır: Recm diye bir cezanın olamayacağı Kur’an’da var. Çok açık 3 tane ayet var ama o 3 ayetin meali öylesine gizlenmiştir ki olmasının mümkün olmadığına dair, öyle gizlenmiştir ki kimse göremiyor. Bir de şu var. Bahsettiği hadis, kuzu anni diye başlayan, benden alın, diye başlayan hadis… Hanefi’ler bir hadisle iki tane ayeti neshetmişlerdir.  Birisi inmiş, birisi de inecek.

Yahya Şenol: İnmemiş olan ayeti de neshediyor.

Abdülaziz Bayındır: İnmemiş olan ayeti de neshediyor. Ben bunu şeye benzetiyorum, Cüneyt Arkın’a benzetiyorum. Birisine tekme birine kafa, ikisi de haşat. Maalesef yani.

Yahya Şenol: Yani sadece o neshi, şey yaparken onu da söylemek lazım. Yani nesheder, diyor ama ilave bir hüküm getiremez.

Abdülaziz Bayındır:  Nesih konusunda Şafileri, Cüneyt anlatacak.

Cüneyt Hoca: Şimdi ben, demin bir takım kavramlar soruldu, o doğrultuda tekrar anlatayım. Ahad dediğimiz rivayetler, Hanefilerin kullanımına göre yani Ebu Yusuf’un kullanımına göre, bizce meşhur olmayan rivayetler. Bizim fakihlerimiz…

Abdülaziz Bayındır: Biz tanımıyoruz, yani aramızda yaygın değil.

Cüneyt Hoca: Biz tanımıyoruz, siz getiriyorsunuz o hadisleri, diyor. Ahad, dediği budur, bizce meşhur olmayan. Şaz dediği de bizce meşhur olan rivayetlere muhalif rivayetleriniz, demek. Bizce meşhur birtakım rivayetler var peygamberimizden, senet önemli değil. Buna muhalif siz rivayet getiriyorsanız bu da şazdır, diyor.

Abdülaziz Bayındır: Yani, kural dışı, manasına geliyor.

Cüneyt Hoca: Evet ve diyor ki Ebu Yusuf: Kur’an, sünnet ama hangi sünnet, maruf sünnet diyor tekrar…

Abdülaziz Bayındır: Yani bizim bildiğimiz…

Cüneyt Hoca: Maruf sünnet, senin önderin olsun, buna uy, bilmediğin şeyleri de bunlara kıyas et, demiş. İmam-ı Şafi de bu Ebu Yusuf’un kitabındakileri aynen almış Kitabu’lÜmm’e. Aynen yazmış ne varsa ve en sonunda da İmam-ı Şafi şöyle diyor: Hadis, Kur’an’a muhalif olmaz. Bunu İmam-ı Şafi kabul ediyor, muhalif olmaz. Ancak Rasulullahın hadisleri, ayetlerdeki Allah’ın iradesini açıklar. Bunu Risale’de de söylemiş. Ümm’de de söylüyor. Allah’ın ayetlerinin hususunu, umumunu, nasihini ve mensubunu açıklar. Yani muhalefet yoktur ama umumi bir ifade varsa ayette biz hadiste bunu tahsis ederiz, hususileştiririz. Mutlak bir ifade varsa takyid ederiz ama muhalif olmaz.

Fatih Hoca: Bunu nerede söylüyor?

Cüneyt Hoca: Kitabu’lÜmm’de söylüyor. Bunu iki defa söylüyor hatta Kitabu’lÜmm’de. İki kere de bu rivayeti vermiş ama Evzai’den naklediyor. Evzai’nin aynen ErRedd alâ Siyeri‘l-Evzâi kitabından. Ebu Yusuf’tan veriyor.

Fatih Hoca: Yani bunu kabul ettiğine dair bir ifadesi var mı? Yoksa birileri böyle söylüyor, şeklinde mi rivayet ediyor?

Cüneyt Hoca: Hayır. Arzı kabul etmiyor.

Fatih Hoca: Nerede? Üm’de mi?

Cüneyt Hoca: Üm’de. Arzı kabul etmiyor, bu rivayetleri kabul etmiyor ama diyor ki, hadis Kur’an’a muhalif olmaz.

Fatih Hoca: Şimdi Cüneyt Hocam, ben kitabın orijinaline bakmadım ama elimdeki kitap şöyle bir alıntı yapmış Üm’den…

Cüneyt Hoca: Ahmet Keleş mi?

Fatih Hoca: Evet.

Cüneyt Hoca: Yanlış.

Fatih Hoca: Yanlış mı yapmış?

Cüneyt Hoca: Yanlış. O, Ebu Yusuf’un sözüdür aynen. İmam Şafi ona katılmıyor, orada bir yanlış var. Hatta iki kitabı da ben karşılaştırdım.

Fatih Hoca: Şimdi burada diyor ki, Üm’de şöyle demiş: Hadis, Kur’an’a muhalif olur ise Rasulullaha ait değildir. İsterse o hadisi pek çok ravi rivayet etmiş olsun. Sana çoğunluğun bildiği hadisi tavsiye ederim. Şaz olandan sakın, çünkü bize İbn-i Ebi Kerime Ebu Cafer’den, o da Rasulullahtan şunu rivayet etti: Rasulullah, Yahudileri çağırdı, onlara sordu ve nihayet onlar da Hz. İsa’yı inkâr ettiler. Bunun üzerine Rasulullah minbere çıktı ve şöyle dedi: “Benden sonra sözlerim yayılacak. Size Kur’an’a uygun olarak gelen sözlerim bendendir. Kur’an’a muhalif olarak gelen benden değildir.” dedi, diyor.

Cüneyt Hoca: Evet, bu Ebu Yusuf’un sözleri.

Abdülaziz Bayındır: Üm’e kaynak… Bir bak istersen, netleştirelim.

Fatih Hoca: Sayfa uyuyor mu bilmiyorum ama… Üm 7/307, 308 diyor.

Cüneyt Hoca: Ben zannedersem 9. ciltte buldum Üm’de. Bende Ebu Yusuf’un siyeri varsa oradan da bakabilirsiniz.

Fatih Hoca: Şafi, Üm diye vermiş. Dipnotta da diyor ki: Yukarıda yapmış olduğumuz alıntının sonundaki Rasulullahın ölüm döşeğindeki hadisini İmam Ebu Yusuf da rivayet etmektedir, diyor.

Cüneyt Hoca: Aynı oradan almış. Yani, İmam Ebu Yusuf’un Er-Redd’i olsa mukayese edebilirsiniz. Zaten “kale Ebu Yusuf” diyor İmam Şafi, Üm’de. Yani orada bir alıntı hatası var.

Fatih Hoca: Şimdi bu kitap diyor ki, Ahmet Keleş, bakmışsındır sen de. Evet Şafi, Üm’de bunu böyle diyor ama Risale’sini hayatının sonunda yazdığı için, Risale’de arz metodunu inkar ettiğini söylüyor, diyor.

Cüneyt Hoca: Şafi’de bir değişiklik yok. Ben şöyle vereyim.

Abdülaziz Bayındır: Şafi’nin şeyi mi?

Cüneyt Hoca: Evet, Üm. Orada, hatta iki cilt öncesinde tekrar vermiş o rivayeti ve eleştiriyor. Bakın hocam, şurada zaten “kale Ebu Yusuf” diye başlıyor. Ebu Yusuf’un sözlerini aynen iki üç sayfa veriyor.

Abdülaziz Bayındır: Evet. Ve kale Ebu Yusuf ma kalehu an rasulullahi sallalahu aleyhi ve sellem fe huve kema kal.

Cüneyt Hoca: Bende Ebu Yusuf’un şeyi de var.

Fatih Hoca: O zaman bu, yanlış aksettirmiş buraya.

Cüneyt Hoca: Yani, İmam Şafi’nin görüşü Risale’dekine yakın. Risale’de sadece diyor ki, bu rivayeti hiç kimse rivayet etmedi. Bize gelmedi. Burada rivayeti reddetmiyor. Ama diyor ki: biz hadisi muhalif olmadığını Kur’an’a kabul ediyoruz ancak umumunu tahsis eder. İşte, nasihini, mensuhunu ayetlerini hadislerden öğreniriz.

Abdülaziz Bayındır: İmam Şafi mi söylüyor?

Cüneyt Hoca: İmam Şafi söylüyor. Ve şöyle diyor: Ben Ebu Yusuf’a diyorum ki sen hadisleri Kur’an’a arz edelim diyorsun ama peki kadın ve halasının aynı nikâhta haram kılındığını o zaman nasıl ortaya koyuyorsun? Veya köpek dişi olan hayvanın etinin yenmesinin haram olduğunu nereden ortaya koyuyorsun? Diyor İmam Şafi. Orada var.

Abdülaziz Bayındır: Neyse bunlar bizim, Allah’a şükür, çoktan hallettiğimiz konular. Şu anda girmeyelim onlara da. Yalnız tabi şu da var, herhalde söyleyeceksin. İmam Şafi keşke, o köpek dişi ile hala konusunda kalabilseydi.

Cüneyt Hoca: Onu Ebu Yusuf’a eleştiri olarak söylüyor. Kedi görüşü olarak değil. Sen böyle yapıyorsun ama, diyor.

Abdülaziz Bayındır: Kendisi şöyle diyor er-Risale’sinde: Kur’an ile sünnet iki ayrı kategori. Kur’an sünneti, sünnet de Kur’an’ı neshetmez. Yani ne Kur’an sünneti yürürlükten kaldırır ne de sünnet Kur’an’ı yürürlükten kaldırır. Bu ne demektir? Peygamber, Kur’an ile hükmetmek zorunda değil demektir. Çünkü bunlar iki ayrı kategori. Sünnet Kur’an’ı, Kur’an sünneti neshetmez. Yani bir ayet var. Peygamberimizin bir sözüne aykırı bir ayet varsa bu ayet o sözü ortadan kaldırmaz, diyor. Peygamberimizin uygulamasını ortadan kaldırmaz. Peki, o sözün uygulamadan kalktığına dair Peygamberden bir başka söz gelmesi lazım ki Peygamberin sözü onu neshetsin, diyor. Yürürlükten kaldırsın. Ayet ayeti, hadis hadisi nesheder. Tabi burada asıl konu recm cezasında. Sıkıntının kaynağı o. Çünkü Kur’an’ı Kerim’e göre recm kesinlikle olamaz. Bu bekârlara yüz değnek, evlilere recm Kur’an’ı Kerim’e asla uymaz. Çünkü Kur’an-ı Kerim evlilere alakalı, üç ayrı ayette recm olamayacağını açıkça ifade etmiştir. Bu ayetler hiç görülmez. Peygamberimiz madem recm cezasını uygulamış, recmi yürürlükte tutabilmek için girilmiş bir yoldur bu. Hanefilerde böyle bir olaya girmiştir, Şafiler de girmiştir. Sadece aralarındaki birkaç kelime farkı vardır yoksa temelde aynıdır. Yani neticede diyor ki: Kur’an sünneti neshetmez ama Kur’an’ı bir kenara bırakarak, sünnete göre adam öldürme cezası veriyor. Taşlanarak öldürme cezası veriyor.

Fatih Hoca: O zaman biraz önce Yahya’nın tespit ettiği, Hanefilerde böyle bir şey var, “neshediyor ama ziyade getiremiyor”un da belki alt yapısında, o Şafi’nin recm konusundaki sıkıntısının Hanefilerde farklı şekilde yansıması belki o da.

Abdülaziz Bayındır: Yani şunları biz çok net görüyoruz. Biz bu derslerde defalarca şey yaptık. Sünnet yani, mezhebe uygunsa ayetler hiç önemli değil, hadise göre hüküm verir. Bu ayetleri hiç görmez. Şafi neshetmiş demez ama fiilen ayeti yürürlükten kaldırır. Hanefiler aynı şeyi yaparlar. Eğer sistemlerine uymuyorsa, ayet verme mecburiyeti de var maalesef. Maalesef, ne yapsın yani? Çünkü Müslüman mahallesinde fetva veriyor. Hiç kusura bakmasınlar bu kadar ağır tenkit ediyorum. Hiç şey yapmasınlar. Böyle Allah’ın dinine bu kadar şey yapacaklar, biz onları saygıyla anacağız. Hiç de saygı duymuyorum açıkça söylüyorum bunu. Hiç de saygı duymuyorum. Şimdi, sen tutacaksın… Örnek vereyim, evlenme konusunda Mebsut’un 5. cildinde midir kaçıncı cildindedir? Evliliği denetimsiz bırakacaksın, Hanefi mezhebinde öyle. Bir kız, bir oğlanla anlaşacak iki tane şahitle evlendim diyecek ve nikah geçerli. Hatta ona bile lüzum yok. Şöyle bir toplumun içerisine, şurada bir erkek bir kadına karıcığım, dese, buyur bey, dese nikâh kıyılmış olacak. İbn-i Abidin’e bakarsanız görürsünüz. Niye? Millet duydu ya.

Bir katılımcı: Tiyatroda bile evlenilecek.

Abdülaziz Bayındır: Tiyatroda bile geçerli olacak geçerli olacak. Peki, bunu geçerli yapmak için Hanefiler, ilgili hadislerin tamamını almamışlardır. Ayetler de uymuyor. İlgili Bakara Suresi 232. ayetin şart kısmını almamışlar, birinci bölümünü almışlar. Allah bir şart koşuyor. Diyor ki estuzubillah: Fe lâ ta’dulûhunne en yenkıhne ezvâcehunne izâ terâdav beynehum bil ma’rûf. Aralarında marufa göre anlaşmışlarsa kadın ve erkek, nikahlanmalarında engel çıkarmayın.” Marufa göre anlaşmışlarsa. Gelin bakalım… Yani bugün mesela, anlaşılması için söylüyorum, kıyılan nikâhlar Kur’an ve sünnete çok çok daha uygundur. Şuada belediyelerde kıyılan nikâhlar mezheplerin görüşleriyle kıyas kabul etmeyecek kadar Kur’an ve sünnete uygundur. Fe lâ ta’dulûhunne en yenkıhne ezvâcehunne izâ terâdav beynehum bil ma’rûf. Şimdi her dilde, şart ortadan kaldırılırsa cümlenin hiçbir anlamı kalmaz. Şu şartta böyle, dersiniz. Bunlar şartı ortadan kaldırıyor. Ama bu Allah’ın kelamı. Öyle insan sözü gibi değil ki. Yine ihtişamını devam ettiriyor, şartı ortadan kaldırsanız bile. “Fe lâ ta’dulûhunne en yenkıhne ezvâcehunne” kısmı kalıyor. “Onlara baskı yapmayın, eşleri ile nikâhlanmaları konusunda.” “Baskı yapmayın” sözü yine bir yetkiden haber vermiş oluyor. Çünkü herhangi bir adam, hiç alakası olmayan bir adama, sokaktaki bir adama desen ki engel olma şu kadının evlenmesine, ne der? Benim ne yetkim var ki engel olayım, der. Değil mi? Engel olmayın diyorsa bir yetkiden bahsediyor. Ve Hanefiler şartı kaldırmakla yetinmemişler “Fe lâ ta’dulûhunne” kısmını da kaldırmışlar. Bak, hiçbir hadisi almamışlar, ayeti de iyice kırpmışlar. Sadece, en yenkıhne ezvâcehunne, “eşleri ile nikâhlanmaları”… Burada nikâh fiilinin faili kadın, o zaman bu velisiz, denetimsiz nikâh geçerli hale geliyor. Şimdi burada, yapı bu. Siz burada nasıl şey yapabileceksiniz? Efendim, sünnet Kur’an’a arz edilecekmiş. Cüneyt’in dediği gibi, sadece muhatabına cevap vermek için bu kullanılır. Yoksa kendi şeyi yok. Ben mesela talebelere şey okuturken, mesela bir cümle geçerdi, derdim ki, bak bu cümlede ben bunları isterim. Çünkü ilk önce, girişte güzel bir cümle yazarlar ama alt tarafı bomboştur. Buldun mu? Bakın, şimdi şu El Mebsut. Hanefi mezhebinde en güvenilir kitapların başında gelir. İmam Serahsi tarafından yazılmış. İmam Muhammed’in kitaplarını şerh eden bir kitaptır. Burada diyor ki, delil arıyor denetimsiz nikâhın geçerliliğine dair. Fe lâ cunâhe aleykum fî mâ fealne fî enfusihinne.(2/234) “Kocalarından ayrılan kadınların nikahlanmalarında” diyor; fe lâ cunâhe aleykum, “size bir günah yoktur”; Fî mâ fealne fî enfusihinne, “Kendi başlarına yaptıkları bir şeyden”; bil ma’rûf, “marufa uygun olması şartıyla.” Burada bil maruf’u çıkarmış. Çünkü o bil maruf’u koyarsanız, denetimsiz nikâh olmayacağını gösteriyor. Ayetin o kelimesini burada koymamış. İsteyen herkes bakabilir. Kaçıncı cilt? 5. cilt, 11. sayfa. İsteyen herkes bakabilir. Bizi suçlayanlardan da cevap bekliyorum. Burada bütün dünyanın düşmanlığını celp etme pahasına Cenab-ı Hakk’ın dinini anlatmaya çalışıyoruz. Şimdi, bak, ondan sonra, “hattâ tenkiha zevcen gayrah” almış. (2/230) 3. kez boşanan kadınla ilgili uzun uzun hükümlerden sadece cımbızla iki tane kelimeyi seçmiş, almış. Ondan sonra, “en yenkıhne ezvâcehunne” demiş. (2/232) Yani ayetin şartı yok, “İzâ terâdav beynehum bil ma’rûf” yok. “Fe lâ ta’dulûhunne” de yok. İki tane kelime. Kimin sözünden böyle kelimeleri cımbızla çıkarırsanız, istediğiniz şeyi söyletirsiniz. Ve bu Allah’ın kelamı. Tekrar ediyorum. Bir tek hadis yok. Halbuki bu konuda dünya kadar sahih hadis var. Hadisleri de buraya yazmış. Yani gören de zannediyor ki bunlar hadise uyar. Ya ne olacak, verdiği fetvada hadis yok. Verdiği fetvada ayet yok. Konu ne? Evlenme gibi son derece önemli bir konu. Burada siz hangi hadisten bahsediyorsunuz? Biz insanlara hikmetten diyoruz. Kur’an-ı Kerim’de onları söylüyoruz. Ve şurada tekrar söylüyorum. Bakın çok açıkça söylüyorum. Bize sünnet karşıtı diyenler… Bir taraf diyor ki sünnet karşıtısınız, veryansın ediyor. Bir tarafta sünnet taraftarısınız, veryansın ediyor. Hangi taraftan… Valla biz ikisinin dediğinden de değiliz. Biz Allah’ın kitabından yanayız. Allah da Kitap ve hikmet diye emrediyor. Peygamberimiz bize hikmeti öğretmiş. Peygamberimizin bize öğrettiği hikmet Kur’an’dan çıkardığı hükümlerdir. Dolayısıyla Kur’an ile sünnet arasında muhalefet olamaz. Bizi takip edenler bilir ki buradan çıkan şeylerin tamamında, benim bildiğim kadarıyla, İslam tarihinde ilk defa her konu Kitap ve sünnet bütünlüğü içerisinde ortaya konmuştur. Onun için şunu da açıkça söylüyorum: Ey mezhepçiler! Ey bizi hadis karşıtı olarak suçlayanlar! Açıkça meydan okuyorum. Bu mezhepler içerisinde bizim yarımız kadar hadis kullanan birisi varsa getirin. Ahmed bin Hanbel’in mezhebi başta olmak üzere. Getirin bakalım hangisi bizim kullandığımızın yarısı kadar… Biz hadis kullanmak için uğraşmıyoruz. Ama Allahutaala’nın emrine uymak mecburiyetinde olduğumuz için biz onları mecburen alıyoruz. Çünkü o, Peygamberimizin, Kur’an’ı Kerim’e göre verdiği hükümlerdir. Ve yüzde yüz bir uyum ortaya çıkıyor. Şimdi gelelim Şafi, Maliki ve Hambeli mezheplerine. Onlar evlenme konusunda diyor ki: bir bakire kız, babası tarafından, babası onu istediğine verir, diyor. Sormaz kızına. Eğer dulsa ona sorulur ama ister bakire ister dul olsun kadının nikâhta sözleşme yapma yetkisi yoktur, diyor. Yani nikah masasına oturacak da evet diyecek. O nikâh geçersizdir, diyor. Ondan dolayı o üç mezhebe göre Hanefilerin kıydıkları nikahla aile falan kurulmuyor. Bunlar zina ediyorlar. Bu aynen böyle. Şimdi, peki neye dayanıyorsunuz? Neye dayanıyorsunuz? Mesela el- Muğni’de bir tane hadis geçiyor (01:07:35 – 01:07:37 arası anlaşılmıyor) demiş peygamberimiz. “Velisiz nikah olmaz.” Tamam, güzel, velisiz nikâh olmaz demek, veli masaya oturacak da evet mi diyecek? Evlenen o mu? Bakirenin koca seçme hakkını nasıl elinden alabilirsin? Ondan sonra Hanefiler bu ayetin bir parçasını kullandıkları için, az önce okuduğum ayeti, onu da almışlar. Ama onlar da ayetin şart kısmını almamışlar. Bu üç mezhep. Ayet şu: Esteuzubillah. Fe lâ ta’dulûhunne en yenkıhne ezvâcehunne izâ terâdav beynehum bil ma’rûf. (2/232) “Aralarında marufa göre anlaşmışsa, kadın ve erkek.” Bak eş seçme hakkını Allah veriyor mu? Marufa göre anlaşmışsa diyor. En yenkıhne’de fiilin faili kadın. Yani nikâh akdi yapmasına engel olmayın kadının. Şimdi, “marufa göre anlaşmışsa” kısmı yok. Niye yok? Çünkü kadına eş seçme hakkı vermiyor ki. Ben kendim evlendiririm diyor bakire kızı. Ben evlendiririm diyen, ayetin o kısmını alabilir mi? Ondan sonra, Fe lâ ta’dulûhunne’ye de mana veremiyor. Engel olmayın, diyor. Engel olma işi, bir kişinin yapabileceği şeydedir. Yani demek ki bu kadının nikâh kıyma hakkı var ki engel olmayın diyor. Engel olmayın, kadının yetkisini gösteriyor. Bu üç mezhep kadının yetkisini kabul etmiyor. Onun için Fe lâ ta’dulûhunne’ye, el-Muğni’ye baksınlar, en güvendikleri kitaptır. O üç mezhebinde… Fe lâ ta’dulûhunne’ye ne diyorlar biliyor musunuz? Fe lâ temteniu’ min tezvicihinne anlamını veriyorlar. Ne demek? Yani ben ilgilenmiyorum, demeyin. Ya ben ilgilenmiyorum demekle engel olmak aynı şey mi? Birbirinden çok farklı şeyler. Ayete o manayı veriyor. Çünkü kadının yetkisiz olması lazım. E yine yetmiyor. Bak şartı kaldırdı. Baştaki kelimeyi de kaldırdı. En son en yenkıhne ezvâcehunne kaldı. Bir tek o kaldı, ayetten. Orada da kadınların nikâh akdi yapmalarına engel olmayın, diyor. E şimdi bu üç mezhep kadının nikâh akdi yapmasını kabul etmiyor. O zaman en yenkıhne’ye ne diyor biliyor musunuz? Ayetin son kalan kelimesine şunu söylüyor: bu mecazdır, diyor. Tek kalan kelime, mecazdır diyor ona da. Bu mecazdır, diyor. Eee? Efendim, diyor, kadın nikâhın konusu olduğu için, diyor, mecazen fail sayılmıştır. Bu defa daha büyük bir suç işliyor. Kadını konu yapıyor. Şimdi bu kitap… ben Yahya’ya satıyorsam bu kitap satışın konusudur. Ben Yahya’ya satarken, ben Yahya’ya gitmek istemiyorum, diyebilir mi kitap? Diyebilir mi? İşte kadını böyle şey gibi kabul ediyorlar. Ondan sonra da diyor ki nikâh bir kölenin satışı gibidir, diyor. Ben satarken köle, ben gitmem, diyemez ki. Sistemi tamamen çökertiyor. Ayette delilleri bu. Peki hadisten? Hadisten de mesela el-Muğni’de geçen (01:11:23 – 01:22:26 arası anlaşılmıyor.) peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem demiş, hadis sahih. “Hangi kadın velisinin izni olmadan nikâh kıyarsa”; fe nikahe batılun batılun batılun, “nikah geçersizdir, geçersizdir, geçersizdir.” Şimdi, şöyle düşününün, bugün mesela Türkiye’de devlet bir sistem kurmuş. Devletin onaylamadığı nikâhı resmi makamlar geçer sayar mı? Saymaz, onu anlamak için şey yapıyorum sadece. Anlaşılsın diye. Yani Cenab-ı Hak denetimsiz nikâhı kabul etmiyor zaten ayet bunu açıkça söylüyor. Peygamberimiz de ayetinin hükmünü bizim anlayacağımız şekle getiriyor. Yani daha pratik bir uygulamaya sokuyor. Çünkü ona göre hüküm vermek zorunda ya. Ondan sonra diyor ki: Fe inte şacera, “eğer anlaşamazlarsa” yani kız diyecek ki ben falanla evleneceğim, babası diyecek ki yok ben seni ona vermem. Peygamberimiz diyor ki o zaman babasının veliliği bitmiştir orada, diyor. Bak, kızı tercih ediyor. Fe inte şacera fe sultanu veliyyu men la veliye leh, diyor. “O zaman yetkili makama gitsin. Velisi olmayanın velisi odur.” diyor. Nitekim bir kız Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selleme geliyor: Ya Rasulallah, diyor, babam beni amcasının oğluyla evlendirdi. Kabilesi içerisinde itibarını yükselmek için, ben bu evliliğe razı değilim. Peygamberimiz, olmaz kızım bu nikâh, diyor. Sen kendi istediğinle evlenebilirsin. Bu nikâh geçersizdir, diyor. Babasına haber gönderiliyor gelsin diye. Kız diyor ki, yok ya Rasulullah yok yok. Ben bu nikâha razıydım da kadınların yetkisi var mı yok mu öğrenmek için geldim. Bir senaryo kurmuş, öğrenmeye gelmiş. E şimdi, kardeşim bakın ayete karşı da tavırları gördünüz mü? Konu nikâh gibi çok önemli bir husus. Şimdi, güneydoğuda efendim töre cinayeti oluyor, diyorlar. Ne töre cinayeti? Din cinayeti yapılıyor. Kim demiş töre cinayeti diye? Ama hangi dinin? Uydurulan dinin, indirilen dinin cinayeti değil o. Şimdi, sen dört mezhep olarak, dört mezhebin dördü de bu konuda ne bir ayete uymuştur, konu evlenmek, ne bir rivayete uymuştur ne fıtrata ne şuna ne buna… Bunlar şeriatın ortasında biz uzağındayız. Ne güzel. E sen bunların hangi ilmini tartışacaksın ki burada yani. Nesini tartışacaksın?  Madem kitapları yazmışlar bizde konuşuyoruz, buyurun. Ne yapalım millet onu kabul ediyor? Sen ne dersen de.

Cüneyt Hoca: Hocam bu hadis, bu rivayetle ilgili son olarak şunu söyleyeceğim. Bu rivayeti bütün kanalları ile incelediğimiz zaman senedinde Kufelilerin olduğunu görüyoruz genellikle. Ve Kufe civarında, Irak civarında meşhur olmuş bir rivayet bu. Bu yüzden Hanefileri etkilemiş. Bu yüzden Zeydileri etkilemiş

Abdülaziz Bayındır: Zeydileri etkilememiş de başkalarına cevap vermek için kullanmışlar. Etkilenseler…

Cüneyt Hoca: Başkalarına cevap vermek için kullanabilmişler, o orada bilindiği için. Mesela diğer tarafta kullanmamışlar hiç. Şafi mesela bunu kullanmamış. Aynı zamanda Zeydilerde oradan Hanefilerle beraber, Ashab-ı Reyle beraber, hareket etmiş ve bu rivayeti almış. Çünkü rivayet aslında Hz. Ali’nin torunu Ali’nin çocuklarından geliyor. Yani Hz. Ali’in oğlu Hüseyin’in oğlu Ali, onun çocukları Muhammed Bakır ve Zeyd bin Ali’den geliyor. Yani Zeydiyenin izafe edildiği Zeyd bin Ali’den geliyor. Bu Ebu Cafer dediği, Ebu Yusuf’un rivayette bulunduğu Ebu Cafer de Muhammed Bakır. Hz. Ali’nin torununun oğlu yani. Zeyd bin Ali’nin kardeşi. O yüzden Zeydiler de bunu almışlar. Ve Zeydilerin usuluyle ilhili hemen bir cümle söyleyeceğim. Kasım er-Ressi var, Zeydiyenin bir şii mezhebi diyebiliriz Zeydiyeyle ilgili. Irak civarında etkili olmuş. Kasım er-Ressi, Zeydi âlimi, kendi kitabında şöyle bir sözü var: Kıble ehli arasında üzerinde icma edilen haberler sünnetin aslını oluşturur, demiş. Bunun dışında üzerinde ittifak edilmemiş, ihtilaf edilen haberler sünnetin aslı değildir, fer’idir. Bu sebeple ihtilaf edilen haberleri kitaba, akla ve icmaya arz ederiz, demiş, Zeydilerin bu usulcüsü. Yani Hanefilerle Zeydiler bu konuda yakın. Ancak Irak’ta bilinen bir rivayet bu. Hadisin kökeniyle ilgili bunları söyleyeceğim.

Yahya Şenol: Bu usulün, hadislerin Kur’an’a arz edilerek değerlendirilmesini, sahabe dönemi hatta oraya da gitmeye gerek yok Peygamber Efendimiz hikmeti talim sadedinde birçok soru kendisine sorulduğu zaman ayeti okuyarak direk cevap veriyor.

Abdülaziz Bayındır: Bu tebliğ kısmı.

Yahya Şenol: Mesele, Kur’an’a arz etme, yani hangi mesele olursa olsun önce Kur’an’a arz etme metodunu bizzat o öğretmiş zaten. Peygamber Efendimizin vefatından sonra, başta Ayşe validemiz olmak üzere sahabenin ileri gelenleri, yani fıkıh ilmiyle öne çıkmış olan ileri gelenleri, o usulü çok kullanmışlar. Yani sağda solda bir rivayet duydukları zaman, hayır, demişler. Bu rivayetin doğru olma ihtimali yok, çünkü Cenan-ı Hak şu ayette şöyle buyurmuştur diyerek ayeti okuyorlar. Yani meseleye, rivayeti direk Kur’an-ı Kerim’e arz ederek değerlendiriyorlar. İşte buna dair kitaplarda hani çok yaygın, meşhur olan birkaç olay naklediyor. Onları Fatih Hoca’dan dinleyelim. Başta Hz. Ayşe’nin ve Abdullah bin Abbas’ın olmak üzere güzel metotlar onlar. Tabi sahabeden, bir Peygamber terbiyesi görmüş sahabeden de bize bunlar güzel bir örnek olarak naklede gelmiş bugüne kadar.

Fatih Hoca: Cüneyt Hoca buradayken şeyi de bir soralım. Şimdi, bazı rivayetler hadis eserlerinde, hakikaten Peygamberimizden rivayeti aktardıktan sonra nitekim şöyle buyurdu, gibisinden ayetleri okuyor, bu bir. Bir de ikincisi, bu muhaddisler kitaplarını tasnif ederken bab başlığına ayetleri koyuyor. Bab başlığı olarak bir ayet koyuyor ondan sonra o ayetin devamında şeyleri yapıyor. Diyorlar ki: bu tür rivayetler için, Peygamberimiz nitekim şöyle buyurdu, istersen şu ayeti oku, gibi ifadelere; bunlar büyük oranda bu hadis mecmualarını oluşturan kişilerin eklemeleri. Aslında Rasulullah bu ayeti okumadığı ama bunu okuyan ravii veya bu kitabı oluşturan müellif, bunları yazarken okuyucuya tefsir babında, bak istersen şu ayeti de oku, zaten ayet de böyledir. Ve yahut ravi, peygamberimiz böyle buyurdu. Zaten ayet de nitekim bunu söylüyor, gibi eklemeler yaptı diye bazı eleştiriler getiriyorlar. Bizzat bu Kur’an’a arz metodunun Rasulullah tarafından uygulandığını iddia edenlerin getirmiş olduğu bu delillere böyle cevap veriyorlar. Bilmiyorum o konuda bir şey var mı?

Cüneyt Hoca: Şimdi o konudaki iddiaları biliyorum ama rivayetleri tek tek incelemek lazım hakikaten ekleme midir değil midir? Yani müdrec denidr buna. Müdrec hadis. Eğer ekleme ise muhakkak müdrec diye zayıf sayarlardı onu. Yani bunu reddedenler, o şekilde bir delil getirmişler mi acaba? Buna müdrec dendi, ekleme dendi. Ya o zayıftır, itibar edilmez. Öyle bir durum varsa şayet. Onu muhakkak belirtirler. Hadisi kim rivayet etmişse yanlış olduğunu söylemesi lazım. Müdrec denir ve zayıftır yani o tür rivayetler. Zannedersem yani Kur’an’a arzı tartışırken birbirlerine, bakın Peygamberimizin de arzı vardı, diye örnekleri vermiş. Karşı tarafta bunlar eklemedir diye reddetmiş, herhalde öyle bir şey. Tek tek incelemek lazım. Öyle bir çalışmam olmadı yani.

Fatih Hoca: Sahabeyle ilgili bazı rivayetler var. Hz. Ömer’den şöyle bir şey aktarılıyor. Demiş ki: Allah’ın kitabını ve rasulünün sünnetini unutup unutmadığını bilip bilmediğimiz bir kadının rivayeti için Allah’ın ayetini terk edemeyiz. Mesela şöyle bir olay anlatılıyor. Hz. Ömer, Fatıma binti Kays’ın boşanmış kadının nafaka ve sükna hakkı ile ilgili rivayetini, bunu söyleyerek reddediyor.

Abdülaziz Bayındır: Nasıl bir rivayet yapıyor? Nafaka ve sükna hakkı yoktur mu diyor?

Fatih Hoca: Yoktur, diyor. O da diyor ki: Allah’ın ayetini unutup unutmadığını, rasulün sünnetini unutup unutmadığını bilmediğimiz bir kadının rivayeti için biz buna göre hareket edemeyiz, diyor.

Cüneyt Hoca: Kur’an’ın ayetini terk edemeyiz.

Fatih Hoca: Terk edemeyiz.

Abdülaziz Bayındır: Belki burada şu olabilir. Fatma binti Kays, kocası tarafından boşanmış değil kendisi ayrılmış olarak ben hatırlıyorum. Yani eğer erkek boşarsa nafaka ve sükna var. Ama kadın kendisi ayrılırsa nafaka ve sükna yoktur. Belki o şekilde olabilir.

Fatih Hoca: Mesela, Hz. Ali diyor ki: mehri belirtilmemiş kadının kocasının, ilişkiden önce ölmesi halinde mehir gerekmeyeceği kanaatindeydi. Çünkü Kur’an onlardan faydalandığız vakit kararlaştırdığınız mehirlerini verin, ayeti ile bu durumu açıklamaktadır, dedikten sonra diyor ki: kendisine makil bir semanın rasulullah onun için mehr-i misil, miras, iddet vardır dediği hadise ulaşınca bu defa Hz. Ali şöyle diyor: Baldırına bevleden bir bedevin rivayetini alıp Allah’ın kitabını ve rasulünün sünnetini terk edemeyiz. Bu olay üzerine bunu söylüyor.

Yine İbn-i Ömerden arzla ilgili bir başka rivayet: kendisine yırtıcı kuşların etinin durumu soruldu. Bunda bir beis yok, dedi. Ona, Ebu Salebe’nin bu konuda yasaklayıcı hadisi söyleyince şöyle dedi: Bacağına bevleden bir bedevinin hadisiyle mi Allah’ın kitabını terk edeceğiz. İbn-i Abbas’tan bu konuda epeyi..

Yahya Şenol: Bunlar sağlam kaynaklarda geçiyor değil mi?

Fatih Hoca: Evet. Benim rivayet ettiğim hadisleri, Allah’ın kitaplarında bulamaz iseniz veya insanların müştrerek, güzel gördükleri marufa aykırı bulursanız ben o konuda yalan söylemişimdir demiş İbn-i Abbas.

Abdülaziz Bayındır: Nerede geçiyor? Güzel bir söz. İbn-i Abbas, en çok iftiraya uğrayan sahabelerdendir. Ona çok dikkat etmek lazım. Peygamberimizin sallallahu aleyhi ve sellemin amcasını oğlu olduğu için, yani bugünkü tabirle hanedandan olduğu için, yalan söyleyenler hep onu öne çıkarmışlar. Yani çok dikkat etmek lazım.

Fatih Hoca: Şöyle bir rivayet var. İbni Abbas diyor ki: Muta nikahı caizdir. Muta nikahını yasaklayan rivayetleri İbni Abbas, Nisa Suresinin 24. ayetine muhalif buluyor. Şimdi böyle bir durum var.

Abdülaziz Bayındır: Onu buldurmuşlar.

Fatih Hoca: Ama Hz. Ayşe’ye bu soruluyor. Hz. Ayşe ise bunun asla Kur’an’a göre kabul edilemez olduğunu söylüyor. Yine İbn-i Abbas ehl-i şeyin etinin haram olduğunu rivayet ediliyor, siz ne dersiniz denilince o da diyor ki: bunda bir haramlık yok. Çünkü En’am Suresinin 145. ayeti şöyledir diyerek 145. ayetini okuyor. Şimdi, yine İbn-i Abbas’tan bir başka rivayet var ama gerçi bu da farklı bir yöne çekilebilecek bir rivayet.

Yahya Şenol: Ayşe validemizin şeyleri vardı ya, ölüye ağlamakla azap edilmez, diye. O meşhurları şey yapalım, daha iyi olur.

Fatih Hoca: Evet, şimdi Hz. Ayşe’ye geliyor. İbn-i Mesut diyor ki: dövme yaptıran kadınlar için Rasulullah lanetini bildiren hadisi meşhur. Kadın bunu İbn-i Mesut’a gelerek sen şöyle şöyle diyormuşsun. Yani dövme yaptırmaya Allah lanet eder, diyormuşsun. Bunu nereden çıkartıyorsun, diyor? Ben Allah’ın kitabında bunu bulamadım, deyince İbn-i Mesut; sen Allah’ın kitabında, resul size ne verirse alınız, sizi neden sakındırırsa ondan sakınınız, ayetini okudu, diyor. Burada tabi ilgili mi değil mi?

Abdülaziz Bayındır: O aye,t hiç bu konuya delil getirilebilecek bir ayet değildir tabi. O tamamen farklı bir konudadır.

Fatih Hoca: Yine bununla ilgili verilen örneklerden tartışmalı bir başka örnek… Diyor ki mesela Ebu Hureyre: Kur’an’da kendileri ile evlenmeleri haram olanların sayılıp gerisi size helal kılındı buyrulmasına rağmen Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği; kadın, halası ve teyzesi üzerine nikâhlanmaz, hadisi ile amel edilmiş ve Kur’an’a muhaliftir gerekçesiyle ama bu, bu defa reddedilmemiştir. Diyor ki: bunu Kur’an’a muhalif bir rivayet olarak görüyor.

Abdülaziz Bayındır: Çünkü Kur’an üzerinde çalışılmayınca, o hikmet konusu üzerinde çalışmayınca onu muhalif görür.

Fatih Hoca: Şimdi Ebu Hureyre’den bir rivayet var. Veled-i zina üç şerlinin en şerlisidir. Ayşe validemiz bunu duyunca

Yahya Şenol: Bugün için hangi kitapta geçiyor o rivayet?

Fatih Hoca: Hangisi?

Yahya Şenol: O, veledi zina şerlerin üç şerlisidir diye.

Fatih Hoca: Burada diyor ki: bu hadisi duyunca diyor.

Yahya Şenol: Yani bugün de rivayet ediliyor mu yani açıp baktığımıza bulabiliyor muyuz bunu? Buhari de Müslim’de Ebu Davut da var mı?

Burada sadece böyle bir hadis…

Cüneyt Hoca: İbn-i Kuteybe’de geçiyor da kaynağını bilmiyorum.

Fatih Hoca: Bu hadisi duyunca Ayşe validemiz diyor ki: Allah, Ebu Hureyre’ye rahmet etsin, ne kötü işitmiş ve ne kadar kötü bir cevap vermiş, diyor.

Abdülaziz Bayındır: Kimse kimsenin yaptığı günahtan sorumlu olmaz.

Fatih Hoca: Yine Hz. Ayşe’ye İbn-i Ömer’den şöyle bir rivayet aktarılınca; ölü, ehlinin ağlaması ile kabirde azap görür. Hz. Ayşe şöyle diyor: Allah, İbn-i Ömer’e rahmet eylesin. Vallahi Allah; mümini, ehlinin ağlamasıyla azap eder, diye Rasulullah söylememiştir.

Bir Katılımcı: Ebu Davut’da geçiyor bu hadis.

Yahya Şenol: Ya işte onları söylemek lazım yani. Hani bugün açtığımız zaman hala hadis kitaplarında bu rivayetlerle karşılaşıyoruz.

Fatih Hoca: Var yani.

Yahya Şenol: Var. Ama sahabe nasıl değerlendirmiş. Bunu bilmezsek zannediyoruz ki gerçekten böyle bir hadis var ve amel edilmesi gerekiyor. Hâlbuki bizzat, o hadisin söylendiği günlerde sahabe muhalefet etmiş buna. Ana onu bilmezsek yanlış algılayabiliyoruz. Yani bu, ölünün ailesinin ağlaması ile ölüye azap edilir, hadisi, ondan sonra namaz kılanın önünden kadın geçerse namazı bozulur hadisi bunlae Buhari’de…

Abdülaziz Bayındır: Kadın, eşek

Yahya Şenol: Buhari’de ve Müslim’de geçen hadisler…

Fatih Hoca: Ha o da var. Evet, o da var.

Yahya Şenol: Sadece bu tek rivayeti aldığınız zaman diyebilirsiniz, gerçekten de namaz kılanın önünden bir kadın geçtiğiniz zaman…

Abdülaziz Bayındır: Köpek, eşek değil…

Yahya Şenol: Yok o da var. Kadın, kara köpek ondan sonra domuz falan gibi haşa kadını bunlarla denkleştirebilecek bir rivayet ama bir sonraki rivayette bakıyorsunuz Hz. Ayşe diyor ki siz ne yapıyorsunuz, diyor. Bizi eşeklerle, köpeklerle bir mi tutuyorsunuz? Kesinlikle böyle bir şey yok. Ben kaç defa…

Abdülaziz Bayındır: Hâlbuki eşek, köpek geçince de namaza bir şey olmaz.

Yahya Şenol: Evet, yani namaz kılarken rasulullah ben onun önünde bulunuyordum, diyor. Hiçbir zaman da namazını falan bozmamıştı zaten. Veya ölünün ailesi arkasından ağlayacak, Rasulullah da diyecek ki aman ağlamayın, siz ağlıyorsunuz diye ona azap ediliyor. Hayır, diyor, kesinlikle böyle bir şey dememiştir o. Bir defa, Ve lâ teziru vâziratun vizra uhrâ. Biraz önceki rivayetin reddedilme sebebi de bu ayettir. “Kimse kimsenin günahını yüklenmez.” (17/15) Biri ağlayacak diye ona niye azap edilsin ki kabirde?

Cüneyt Hoca: O rivayette diyor ki Hz. Ayşe: Bir Yahudi’ye ait cenazeydi, Peygamberimiz onunla ilgili söyledi. Yakınları ağlıyor ama o Yahudi’ye kabirde azap…

Yahya Şenol: O şekilde de anlaşılabilir. Bunlar ağlayıp duruyorlar ama şuan azap görüyor. Yani onlar ağlıyorlar diye azap görmüyor. O imansız gittiği için. Siz ağlıyorsunuz ama…

Cüneyt Hoca: Onlar çok üzülüyorlar şefkat göstererek ama o azap görüyor kabirde, diyor.

Fatih Hoca: Şimdi, burada şu çok önemli bence. Sahabe Rasulullaha atfen bazı şeyler söyleyebiliyor veya Rasulullahın bazı söylediği şeyleri, bazı yerlerde kullanıyor ama yine kendisi gibi sahabe olan bir başkası diyor ki: sen bunu nasıl yanlış anlamışsın? Nasıl böyle bir şey söylersin? Oysa biz mesela, bilmiyorum yani Cüneyt Hoca buradayken onu da şey yapmış olalım, sahabe kanalı ile gelen bir rivayet metinde geçtiğinde, mesela bunun için muhaddisler daha sonraki tabakat kitaplarını yazanlar, bu sahabe şöyle idi böyle idi gibi mesela onu cerh etmişler midir?

Cüneyt Hoca: Sahabe adil kabul edilmiştir. % 99 böyledir. Sadece iki tane sahabi var. Birisi, iki kardeşi öldürmüş, cinayet işlemiş. Bunlar tanınan sahabelerden değil yani. Bir de çok sefih bir hayat yaşayan bir sahabi varmış. İki tane sahabi sadece cerh edilmiş. Onun dışında cerh edilen sahabe yok. Bilinen çok açık bir şey varsa şayet onun fıskıyla ilgili onu cerh etmişler. İki tane sahabe örneği verirler ama onun dışında incelemezler. Zaptını özellikle incelememişlerdir. Duyduğunu anlayabilir mi? O anda orada mıydı?

Abdülaziz Bayındır: Yaşı kaçtı?

Cüneyt Hoca: Yaşı kaçtı? Anladığını nakledebilmiş midir? Gördüğünü… Mesela uğursuzluk üç şeydedir, diye bir hadis var değil mi? Ebu Hureyre’nin rivayete ettiği. Kadın, ev bir de binek. Hz. Ayşe diyor ki: Ebu Hureyre burada yanlış bir rivayette bulundu. Çünkü Peygamberimiz başında şöyle demişti, ebu Hureyre başını kaçırmış, diyor. Yazıklar olsun o Yahudilere! Onlar şöyle derler, demiş peygamber. Ebu Hureyre başını kaçırmış, duymamış, anlamamış. Bu tür eleştiriler sahabelere yapılmıyor. Zaptı hususunda eleştiriler yapılmıyor, yapılmamıştır.

Yahya Şenol: Ama Hz. Ayşe o şeyde yanlış duymuş, yanlış yapmış, gibi söylüyor ama. Onlarının yanlış yaptıklarını düzeltiyor bizzat.

Cüneyt Hoca: Hz. Ayşe düzeltiliyor ama düzeltilemeyen de vardır muhakkak. Bu yüzden farklı sahabelerden gelen rivayetleri mukayese etmek lazım.

Yahya Şenol: O meşhur şey olayı da var onu da belki zikredersek. Hani Peygamber Efendimizin, Bedir Savaşı’nda ölmüş müşriklere konuşması olayı var. Kalkıp ölülere hitap ediyor Peygamber Efendimiz. Ondan sonra birileri de Hz. Ömer miydi hani Ya Rasulallah onlar ölmüş…

Abdülaziz Bayındır: Hz. Ömer diyor, evet.

Yahya Şenol: Ne diye onlara konuşuyorsun, diye. İşte bu rivayeti Hz. Ayşe duyduğu zaman iki farklı şekilde değerlendirdiğini ben hatırlıyorum. Birincisi diyor ki: bir defa bu şu ayete ters, İnneke lâ tusmiul mevtâ. “Sen ölülere işittiremezsin.”(27/80) Peygamber Efendimize hitaben Cenab-ı Hak söylüyor. İşte başka bir ayette, Ve mâ ente bi musmiin men fîl kubûr. “Sen kabirde bulunanlara bir şey işittiremezsin”(35/22) Bu ayetlere ters. Peki, ne dedi Peygamber Efendimiz orada? Peygamber Efendimiz onlara konuşurken, Hz. Ömer cevap verince, onlar ölmüş, bitmiş ya rasulullah! Senin konuştuklarını dinleyemezler ki! Hayır, onlar şuan gerçeği sizden daha da çok farkındalar. Ölüp gittiler ya. Şimdiye kadar onlara biz, inanın, bak başınıza azap gelir falan diye korkutuyorduk. Öldünüz, gördünüz mü şimdi başınıza gelenleri? Yoksa gerçekten onlarla bir konuşma yapmak için hitap yapmış değil. Kalanlara bir laf işittiriyor. Ama bu iki ayeti okuyarak Ayşe validemiz rivayeti düzeltiyor. Yani nasıl anlaşılması gerektiğini söylüyor. Yani, bugünkü tabirle söyleyelim, bu rivayeti alıyor, Kur’an’a arz ediyor. Buradan yola çıkıyor. Daha başka örnekler de vardır.

Fatih Hoca: Pek çok örnek var da asıl bu işte herhalde meselenin odaklandığı yer, sünnetin vahiy kaynaklı olduğuna dair bir düşünce ayrıca ikincisi de sünnetin, Kur’an’da olmayan bir takım hükümleri teşhir kılabileceğine dair yine bir düşünce. Bu düşünce olduğu zaman Kur’an’a arzı tehlikeli buluyorlar. Niçin tehlikeli buluyorlar? Ya tamam sahih senette sıkıntı olabilir, şu olabilir bu olabilir ama eğer bu gerçekten bir vahiy ürünü metinse ve Kur’an’da olmayan bir hükmü düzenlemiş ise siz bunu işte bak Kur’an’da bu yok, e olmayabilir, diyor çünkü. Olamayabilir. Sünnet koymuştur bu hükmü. Siz bunu Kur’an’da yoktur veya Kur’an’a muhalif diye terk ederseniz vahiy ürünü bir rivayeti, bir hükmü siz harcamış olursunuz diye. Herhalde tüm bu Kur’an’a arz metodundaki tedirginliğin sebebi sünnete verilen bu değer ve sünnete verilen bu fonksiyon. Yoksa ..

Yahya Şenol: Sünneti kaybetme korkusu demek yani değil mi?

Abdülaziz Bayındır: Ama aslında tabiî ki sünneti Kur’an’a arz kolay bir iş değil. Yani biz burada bazen bir sünnetle ayetler arasındaki ilişkiyi birkaç yıllık çalışmadan sora görebiliyoruz, değil mi? Anında göremiyoruz.

Yahya Şenol: Yani çok da objektif bir şey değil gerçekten. Bunu itiraf etmemiz lazım yani.

Abdülaziz Bayındır: Çok zor yani.

Yahya Şenol: Birine göre Kur’an’a uygun görünen bir şey birine göre Kur’an-ı Kerim’e zıt düşebilir ama çok ciddi metotlarla…

Cüneyt Hoca: Sizin say örneği mesela. Say örneğinde, çoğu muhalif görmüştür hadisle ayeti.

Abdülaziz Bayındır: Hep muhalif görmüşler yani. Uygun gören yok.

Cüneyt Hoca: Ama reddetmemişler hadisi. Yani bu mevzudur, dememişler. Ama icma ile hareket etmişler.

Yahya Şenol: Amel etmemişler.

Abdülaziz Bayındır: Hadisi reddetmemişler ama olayı da çözememişler yani. O olayı da çözememişler. Şimdi, mesela biz şey yapıyoruz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin hadisleri Kur’an’dan yapılan üretimlerdir. Şimdi bu tabiattan üretilmiş bir madde. Tabiatın hiçbir yerinde bu yoktur, değil mi? Bu konuda bilgisi olmayan bir kişi, herhalde gökten düştü diye düşünür değil mi? Yani Dünya’nın hiçbir yerinde böyle bir şey olmadığına göre gökten düştü, diye düşünür. İşte şimdi, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemden gelen bir hadis-i şerifin, Kur’an ile ilişkisini kuramayınca insanlar, bu defa ona Peygamberimize ayrı bir vahiy gelmiştir demek zorunda kalıyorlar kendileri.

Bir katılımcı: Vahyi gayri metluv…

Abdülaziz Bayındır: Vahyi gayri metluv demek zorunda kalıyorlar. Çünkü işin içinden çıkamıyorlar. Peki, çıkamamalarının da çok temel nedenleri var. Biz bunu her dersimizde anlatmaya çalışıyoruz. Bir kere, Kur’an’ı Kerim’i Allahutaala kendisi açıklamış. Açıklama yetkisini kimseye vermemiş. Peygamberimize de dâhil. Ama bizde Kur’an’ı Kerim’i, Allah’a şükür, bütün müfessirler açıklama yetkisine sahip. Az önce de işte fıkıh kitaplarının ne yaptığını da anlattık. Çok ilginç olan da şu, tefsir âlimlerinin her birisi bir fakihin peşine takılmıştır. Hâlbuki insan onlardan bekliyor ki şöyle dik duruşlu olsun, kendisi olsun. O da maalesef… Ya da ben bulamadım. İnşallah vardır. Şimdi, metot yanlış bir metot. Yani Kur’an’ı Allahutaala başkası açıklayamaz diyor. Ben açıklarım, diyorlar. E sen açıklarsın da Peygamber açıklayamaz mı? Tabi onun hayli hayli açıklaması lazım. Öyle olduğu zaman da peki, Peygamberimiz açıkladıysa bu hangi ayetin açıklamasıdır sorusuna cevap verilemiyor. Verilemeyince, şimdi Cüneyt Hoca’nın söylediği Safa-Merve hadisesi… Bunu sık sık tekrarlıyoruz. Peygamberimiz, Safa ile Merve, Allah’a kulluğun şiarlarındandır, diyor. Kim…

Yahya Şenol: Hac ve umre yaparsa..

Abdülaziz Bayındır: Yok yok onu ayet-i kerime söylüyor. İnnes safâ vel mervete min şeâirillâh. Allahutaala diyor: “Safa ile Merve, Allah’a kulluğun simgelerindedir.” Fe men haccel beyte evı’temera fe lâ cunâha aleyhi en yettavvefe bi himâ. “Kim hac ve umre yaparsa bu ikisi arasında say etmesinde günah yoktur.” (2/158)  E Peygamberimiz diyor ki: “Kim ki say etmezse Allah onun haccını da de umresini de tamam saymaz.” Allah Allah. Günah yoktur. Mesela Şafi, Maliki bütün mezhepler diyor ki “günah yoktur”dan yapsan da olur yapmasan da olur. Yaparsan sevap vardır, diye anlayamayız. Onu bile anlayamayız. Ama Peygamberimizin hadisine baktığımız zaman bunu yapmazsan haccın da olmaz umren de olmaz. O nasıl oluyor? Aynı konuda ayet var, hadis var. Birbirine zıt. E şimdi Hanefiler ayeti de hadisi de bırakmışlar. İşte şu kitapta var, size gösterdiğim Mebsut’ta, burada ayeti de hadisi de bırakmışlar diyorlar ki gelenek, gelenek diyorlar. Her ikisi de zaten say ediyor. Vaciptir diyorlar. Pekiyi sizin vacibinizi söyleyen bir Allah’ın kulu var mı? Olsun. Biz vaciptir dedik. Çünkü sen vacip derken farz ile sünnetin arasında bir hükümden bahsediyorsun. Böyle bir şey söyleyen senden başka yok. Senden başka hiç kimsenin kullanmadığı bir terimle icma olur mu? İttifak olur mu? Canın isterse, ister kabul et isteriz etme. Şimdi orada öyle bir icmadan bahsederek diyorlar ki Safa ile Merve arasında say etmek vaciptir. Yapamayan bir koyun keserse olur. Peki, koyun kesmeyi sana kim söyledi? Bunu söyleyen bir ayet bir hadis var mı? O da yok. Bu da ibadet, hani ibadet konularında kıyas olmazdı diyorsun? Nereden çıkarıyorsun bunu? Yani tümüyle berbat böyle. Şimdi, Şafi mezhebinde İmam Şafi bunların mezhebi önderi, İmam Şafi diyor ki: biz bu ayete baksak, bu mübah olması lazım. Yani yapsan da olur yapmasan da olur. E hadis de farz olduğunu gösteriyor. Biz diyor hadisi alırız. Peki, ayeti ne yapıyorsun? Ayet dursun orada, diyor. Hadisi alırız. Ne? O zaman, diyor, Safa ile Merve arasında say ederken hac ve umre yapan kişi bir adım eksik atsa haccı da olmaz umresi de olmaz, diyor. E ne oldu şimdi? Hadisi aldın, ayeti bıraktın. Hani hadis, ayetin açıklamasıydı? Hani hadis, ayet Allah’ın muradını belirtiyordu? Nereden çıkardın bunu?

Cüneyt Hoca: Hani çelişki olmazdı?

Abdülaziz Bayındır: Hani çelişki olmazdı? Çelişki olduğunu sen açıkça söylüyorsun. Ama olay şu, açıklamayı Cenab-ı Hakk’a bırakırsan ki Allah’ın emri o, baştan Safa ve Merve tepelerinde birer put olduğu için Müslümanlar sayı bırakmışlar. Çünkü putlardan dolayı yapıldığını düşüyorlar. Günah saymışlar. Allah önce günah olmadığını söylemiş. Mesela umre yapan kişi, umre zaten bir tavaf bir de saydan ibaret başka üçüncüsü yok, ondan sonra Bakara 196’da da Allahutaala diyor ki: Ve etimmûl hacce vel umrete lillâh. Allah için hac ve umreyi tamamlayın. Şimdiye kadar yapmadığınız şeyi yapın, diye emrediyor. Yapmadıkları şeyin say olduğunu da herkes biliyor. Onun için Peygamberimiz diyor ki… Etimmu ifadesi tamamlayın, demek ki eksik bırakmışsınızdır. Diyor ki hadisinde: “Kim hac ve umre yapar da say etmezse haccı da umresi de tamam olmamıştır” diye aynı kelimelerle konuşuyor. E şimdi siz bu Kur’an’ın koyduğu metoda göre hareket ederseniz, bakarsınız ki zaten Peygamber bunu söylemek zorundadır. Başka çaresi yok ki. Hep söylüyoruz, bir çay yapacaksanız çay otu, su hepsi olacak. Sen bunların hiçbirine dikkat etmeden konuşursan anlayamazsın. Şimdi metodoloji de çok ciddi sıkıntılar var. Dolayısıyla o metodolojiyle Kur’an sünnet arsında ilişki kurmak zaten imkânsız. Olmaz o. Şimdi Cenab-ı Hak şükür için tekrar söyleyeyim. Mesela bizim elimizde okuduğumuz kitapların hiçbirisinde şu anlattıklarımız yok. Ne şeyle ilgili… Gerçi hakkını yememek lazım, bu nikâh konusunda İmam Muhammed’in görüşleri aynı bizim anlattıklarımız gibi. Allah rahmet eylesin. Gene şu kitapta geçiyor. Ama o mesela say konusunda hiçbir kitap almamış. Mesele metodoloji meselesi. Dolayısıyla siz bu metodu kaybettikten  neyin ilmini yapacaksınız ki?

Yahya Şenol: Bu hikmetle ilgili baya soru gelmiş. Samimi olduğu için ben alıyorum, normalde alamayacaktım bu soruyu da. Hikmet de zaten Kur’an değil mi, niye başka bir şey olduğunu söylüyorsun? Tilke âyâtul kitâbil hakîm, diyor Allah birçok ayette. Tabi bunlar yine açıkça söylemiyor, Edip Yüksel’in aslında iddiaları. Sana Kitap’ı ve hikmeti indirdi, diyor Allah. Peki hadisler indirildi mi yoksa vahiy mi yoksa peygamberin kendi çıkardığı hükümler mi Kur’an ayetleri mi? yani Kur’an herhangi bir sıfatını örneğin zikir, öğüt, hatırlatıcı işte bundan kasıt hadislerdir demek, ayeti ayetlerle açıklama metoduyla bağdaşır mı diyor. Yani hikmetli olan bizzat Kur’an’dır.

Abdülaziz Bayındır: Tabii ki hikmetli olan Kur’an’dır. Çünkü Kur’an’ın içerisinde hikmet vardır. Yani bunu… Allah mesela demiri indirdim, diyor. Falan yerde demir yatakları var. Tamam, hadi şurada demir varmış. Hadi, arabayı gidip yükleyelim çünkü ev yapacağız. O dağın tamamını taşısanız bir gram demir bulabilir misiniz? Onu çıkarmanın bir metodu vardır. Metoduna göre çıkarırsan olur, çıkarmazsan gidersin tüm dağı aktarırsın dersin ki yalan söylediler, hiç burada demir de yok, dersin. Kardeşim, o işin uzamanı ancak onu bulur, gerekli ekipmana sahip olan kişi ancak bulur. Allahutaala demiri indirdim, diyor. İşte indirmiş. Dolayısıyla hikmet Kur’an’ı Kerim’in içinde bulunan hükümlerdir. Cenab-ı Hak, Ve nezzelnâ aleykel kitâbe tibyânen likulli şey, diyor. “Sana bu kitabı her şeyi açıklasın diye indirdik”(16/89)  dediğine göre her şeyi açıklayan kitapta bir metodoloji olması lazım. O metodoloji ile gittiğiniz zaman ortaya çıkan hükümler peygamberimizin hadisleridir. Az önce söyledik. İki ayeti birleştirdiğin zaman bu hüküm zaten zorunlu olarak ortay çıkıyor. Nikâh konusunda anlattıklarımızın hepsi de… İsteyen şeyde okuyabilirler, bizim yaptığımız çalışmaların tamamında Kitap – sünnet bütünlüğü vardır. Ayetleri okuduğunuz zaman, hani dedim, bizden daha çok hadis yazan varsa buyursun dememin sebebi şu: siz o ayetleri birleştirdiğiniz zaman zaten hadisler orada kendiliğinden çıkıyor. Yani o hadisleri orada görüyorsunuz, onun içersinde gözünüzle görüyorsunuz Peygamberimizi sözlerini. İşte o metoduna göre demiri işliyorsanız orada demir olduğunu görüyorsunuz. Onun gibi bir şeydir. Yani Kur’an’dan çıkarılan doğru hükümlerdir. Ama bir çay yaparken de bazen benim gibi de yapabilirsiniz, yani kimse içmez sizden başka, siz de iğrene iğrene içersiniz. Öyle de olabilir. Şimdi bazen de Peygamberimizin böyle hata yaptığı da dolmuştur hikmet çıkarırken. O zaman da uyarılmıştır. Tabi hata da yapacak ki bana örnek olsun. Hata yapmayan bir kişi bana nasıl örnek olsun? Çünkü hata da yapacak hatadan nasıl döndüğünü göreceğim, o da bana örnek olmuş olacak. Ve bu konuda bizim, söyleyelim yani, internet sitemizde yazılarımız var.

Yahya Şenol: Hemen söyleyeyim. Kitap ve Hikmet diye mesela, Kur’an’a ve Geleneğe Göre Kitap ve Hikmet yazısı var süleymaniyevakfı.org da. Onu okumalarını tavsiye ederiz.

Bu Suudi Arabistan basımlı Mushaflar var ya elimizde, onların İngilizce mealinde hikmeti, Hikmet kelimesini, parantez içinde, Allah’ın peygamberlerine yazılı olmayan vahyidir, diye açıklamışlar, diyor.

Abdülaziz Bayındır: Şimdi bu…

Yahya Şenol: Yani, not the written in the form of a book, diye

Abdülaziz Bayındır: Şimdi, İmam Şafi’nin yaklaşımı o.

Yahya Şenol: Türkiye de bazı hocaların hadislere iman, yani zayıfları da dâhil, kitapları basmasını açıklıyor olabilir belki.

Abdülaziz Bayındır: Yani şimdi o İmam Şafi’nin yaklaşımı birazcık. İmam Şafi, er-Risale’sinde diyor ki: hikmet sünnettir. Hikmetle ilgili tek cümle de bu. Başka da bir yerde bir şey görmedim be şahsen. Hikmet sünnettir. Söz doğru. Ama içeriği bomboş. Sadece bu cümle var başka da bir şey yok. Diyor ki: Sözüne güvendiğim ulemadan duyduğuma göre, hikmet sünnettir. Çok doğru bir söz. Ama peki hikmet asıl sünnet oluyor kardeşim? Bunun bir örneğini versene. E tabi o metodolojiyle bunun cevabını vermek mümkün değil. Şimdi sadece bu kelimeyi alıyorlar, sadece bu kelime, içi boş olan bu kelime… Efendim, o hikmet işte Peygamberimizin sünnetidir, demeleri olmuyor. Çünkü “indirdim” ifadesi var ya o zaman içerisine bunu yazmış oluyorlar ki bunlar hakikaten İslam âleminin bilgi yönünden ne kadar fakir olduğunun herhalde çok açık bir belgesi olarak saklanabilir.

Yahya Şenol: Evet, benzer bir uygulama da Ankara’dan yazmış Ayşe Kılıçarslan. Demiş ki: İlahiyatta bize okutulan kitapta gayri metluv’la ile ilgili olarak şöyle bir şey yazıyormuş: Hz. Peygambere gelmiş, ancak Kur’an’da bulunmayan 20 kadar ayet olduğu ifade ediliyor. Delil olarak da 8/7. Enfal Suresi’nin 7. ayeti delil gösteriliyor, diyor. Bunu doğru kabul edebilir miyiz? Var mı bizim kitaplarda?

Abdülaziz Bayındır: Hayır. Biz bu konuda çok konuşmalar yaptık.

Fatih Hoca: Recm ayetinin mesela metnen.

Cüneyt Hoca: Tefsirde geçiyor onlar da metnen neshedildiği ama hükmen baki kaldığı…

Yahya Şenol: 20 kadar ayet varmış.

Abdülaziz Bayındır: Belki bunda cevap vermesi en zor olan Enfal Suresi ile ilgili kısımdır. Biz burada defalarca söyledik ama tabi insanların aklında kalması mümkün değil yani. Çoğunlukla dinlememiştir. Şimdi şu 7. ayette diyor: Ve iz yaıdukumullâhu ihdât tâifeteyni ennehâ lekum, Allah size söz veriyordu. O iki gruptan birisi sizindir diye.”; Yani birisi Suriye’den gelen kervan, birisi de Mekke’den gelen ordu. V e teveddûne enne gayra zâtiş şevketi tekûnu lekum, İstiyordunuz ki güçsüz olan sizin olsun”; Ve yurîdullâhu en yuhıkkal hakka bi kelimâtihî ve yaktaa dâbiral kâfirîn, Allah da istiyordu ki kendi sözleri sebebiyle hakkı ortaya çıksın, çıkarsın.”(8/7) O sözleri de şu: İsra Suresinde: Ve in kâdû le yestefizzûneke minel ardı li yuhricûke minhâ ve izen lâ yelbesûne hilâfeke illâ kalîlâ, “Seni buradan çıkarmak istiyorlar. Senden sonra da onlar burada çok az kalırlar”(17/76) diye sözü olduğu için bunu gerçekleştirmek istiyor. Onun için Mekke ordusunu size veriyordu ki o orduyu perişan edesiniz Mekke’ye giresiniz Mekkeliler de orada hâkimiyetlerini kaybetmiş olsun. Ve yaktaa dâbiral kâfirîn, “Bu kafirlerin kökünü kessin istiyordu Allah.”(8/7) Allah’ın muradı buydu. Şimdi burada deniyor ki: Peki Allah’ın söz verdiğini nereden biliyoruz?

Yahya Şenol: Hangi ayetten?

Abdülaziz Bayındır: Çok haklı bir soru tabi. Allah size söz veriyordu, sözünün dayanağı ne? Dayanağı ne? Şimdi, tekrar ediyorum, yani bu ayetler arası ilişki meselesini bilmezseniz, bir konuyu açıklayan Allah’tır şeyinden hareket etmezseniz çözemezsiniz. Biz de bunu çözünceye kadar kaç yıl uğraştık tabi kolay değil? Akşamdan sabah olmuyor. Canab-ı Hakkında buyurduğu gibi ekip çalışması olmadan da mümkün değil. O metodun detaylarını da Allahutaala bildiriyor. O konuda Fatih Orum güzel çalışmalar yapıyor. İnşallah kitap halinde de neşreder. Şimdi mesela Rum Suresi’ni açarsak, 30. sure. Bak burada diyor ki Allahutaala: Elif lâm mîm. Gulibetir rûm. Bu Mekke’de inmiş olan bir ayettir. “Rumlar mağlup oldular.” Rumlar Perslere karşı mağlup olmuşlardı. Müslümanlar, Mekke’deyken. Fî ednel ard, “Size en yakın olan bölge de”, Filistin bölgesinde. E hum min ba’di galebihim se yaglibûn, “Bunlar galibiyetlerinin arkasından mağlup olacaklardır” diyor Allahuataala. Fî bıd’ı sinîn, “Birkaç sene içerisinde” üçle dokuz sene arası. Lillâhil emru min kablu ve min ba’d, “Bunlardan önce de bunlardan sonra da her zaman, emir ve irade Cenab-ı Hakka aittir.” Ve yevme izin yefrahul mu’minûne, “O gün Müminler, Allah’ın yapacağı yardımla mutlu olacaktır, sevineceklerdir.”(30/1, 2, 3, 4) Hangi gün? Galip gelecekleri gün, Perslere karşı. Şimdi, Müslümanlar, Medine’ye vardıkları zaman da sürekli kulakları kuzeyde. Kuzeyden bir haber bekliyorlar. Çünkü Mekke’den de evlerini barklarını bırakıp Medine’ye gelmişler. Her şeyi orada bırakmışlar. Sadece canlarını kurtarmışlar, başka bir şey yok. Kulakları sürekli kuzeyde. Ne zaman Rumlar, Perslere galip gelecek ve biz o zaman şey yapacağız. Şimdi onların galip geldikleri bir sırada, yani savaş olacağını duydukları bir zaman ki bir karşı karşıya gelseler kesin galip gelecekler, şüphemiz yok. O sırada kuzeyden bir kervan geliyor. Bu Bedir olayının öncesi Müslümanlar Medine’ye geleli daha bir buçuk sene olmuş. Oradan bir kervan geliyor. Onlarla karşılaşıyormuş o zaman Cenab-ı Hakk bu kervanı bize verecek, demektir. Şimdi bunlar kervanı takip için yola çıkarken savaş için çıkmıyorlar. Nasıl olsa Allah bize vereceği… O gün Müslümanlar sevinecek dedi ya, çıkıyorlar yola, bir de duyuyorlar ki Mekke’den de bir ordu çıkmış. Yani büyük bir bela. Çünkü bunlar yalın kılıç çıkmışlar. Savaş için çıkmamışlar. Orada hazır bir şey, Allah da bize söz vermişti. Şimdi, o zaman tabi akıllarına şu gelir; Cenab-ı Hakk bizi sevindirecek tamam ama acaba Mekke ordusuyla mı sevindirecek, kuzeyden gelen kervanla mı sevindirecek? Kesin yani… Mekke ordusuna karşı yenilme şeyleri de yok yani Allah söz vermiş. Kuzeyden de haber gelmiş, tamam. Şimdi burada ne diyor: “Ve iz yaıdukumullâhu ihdât tâifeteyni ennehâ lekum.” (8/7) Bunlardan birisi sizin, tamam. Peki, ne istersiniz? Şimdi, siz kendinizi orada düşünün. Mekke ve Medine’de tarım yok, şu yok bu yok. Tabi dışa Suriye’den gelen kervan herkesin ağzının suyunu akıtıyor yani, zengin bir şekilde geliyor oradan. Çatışma derdi de yok. Siz istiyordunuz ki o olsun sizin. Ama Allah istiyordu ki size öyle bir zafer versin ki hem o sizin olsun hem Mekke sizin olsun. O zaman işte Allahutaala, Bedir ordusuyla yüz yüze getirdi bunları hatta diyor ki: Sözleşmiş olsaydınız bile bu kadar denk gelmezdi. Niye öyle diyor? Çünkü savaş için çıkmış olsalardı, o orduyu karşılamak için gideceklerdi. Birdenbire o orduyu karşılarında buldular. Ve orada, o savaş sırasında, Bedir Savaşı sırasında Cenab-ı Hakkın koyduğu kurallara aykırı davrandıkları için Mekke ordusu Müslümanların olmamıştır. Çünkü o yanlışlığı da Enfal 67’ de Allahutaala, hatayı da söylüyor. İşte, bakın hikmette hata etmiş Peygamberimiz. Hüküm çıkarmada hata etmiş. 67. ayette Allahutaala ne diyor? Sadece bunu anlatmış olayım yeter. Şimdi diyor ki: Mâ kâne li nebiyyin en yekûne lehû esrâ hattâ yushıne fîl ard. Savaşta ilk hücumda Mekkeliler geri çekilince Müslümanlar orduyu takip etmek zorunda olmalarına rağmen esir almıştılar. Hâlbuki Muhammed 4. ayette diyor ki: Düşmanı tamamen etkisiz hale getirinceye kadar esir almayın. Mekke ordusunu tamamen etkisiz hale gelmesi demek bu Müslümanların Mekke’ye yürümeleri demektir. Çünkü Mekke’yi savunacak sadece onlardı, başka savunacak kimse de kalmadı. Ama etkisiz hale getirmeden esir aldılar. Allah böyle bir yetki vermemişti. Diyor ki: Mâ kâne li nebiyyin en yekûne lehû esrâ hattâ yushıne fîl ard, Savaş meydanında düşmanı tamamen etkisiz hale getirmeden hiçbir nebinin esir almaya hakkı yoktur” diyor. Turîdûne aradad dunyâ, Siz dünyalık istiyorsunuz.”; Vallâhu yurîdul âhirah. Siz, hemen elinize bir şey geçsin istiyorsunuz. “Ama Allah ilerisini istiyor.” Mekke’yi alacaksınız. Vallâhu azîzun hakîm, Allah güçlüdür ve doğru karar verir.”(8/67) Hâkimdir, yani Allah’ın kararı doğrudur. Lev lâ kitâbun minallâhi sebeka, Eğer Allah size daha önce söz vermiş olmasaydı”(8/68) Kitap… Allah’tan bir kitap olmasaydı daha önce. O kitap hangisi?  İşte burada bak. “O gün müminler sevinecek.” Rum Suresinde. (30/4) O gün müminler sevinecek. Le messekum fîmâ ehaztum azâbun azîm. Dua edin ki size ben bu sözü verdim yoksa “O aldığınız, yaptığınız yanlıştan dolayı perişan olurdunuz.”(8/68)

Fatih Hoca: Nitekim Uhud’da oldu.

Abdülaziz Bayındır: Nitekim Uhud’da oldu. Perişan olurdunuz, diyor. Peki bize Bedir Savaşı’nı böyle anlatan birisini duydunuz mu şimdiye kadar? Tabi bunu böyle anlatmayınca kader denen bir şey bize inanç diye monte edilmiş. Allah bir şey isteyecek de olmayacak. İşte istemiş ve olmamış. İşte açık. İstemiş ve olmamış. Allah diyor sizin için (01:56:33 – 01:56:37 arası anlaşılmıyor) Enfal 7. ayette. Allah’ın sözleri sebebiyle gerçek ortaya çıksın, kâfirlerin kökü kazınsın orada. Kazındı mı Mekke ordusunun kökü orada? Kazındı mı? İşte, hayat anlamsızlaşıyor. Bunları doğru anlarsanız sistem bozuluyor. Birilerinin din diye size servis yaptığı şey bozuluyor. Tabi o bozulmasın diye, farkına vararak veya varmayarak, bir sürü sistemler oluşturuluyor. Kur’an’a yer almayan ayetler. Allah’ını seversen böyle saçmalık olur mu?

(01:57:18 – 01:57:24 arası anlaşılmıyor)

Abdülaziz Bayındır: Allah vermiş o vaadi. Rum Suresinde ne demiş? Bak Mekke’de inen bir sure. “O gün Müminler sevinecek.” İşte Müslümanların şeyle karşılaştıkları gün, Romalılara yenildiği gün. Peki, Müslümanların bu konuda bir tarih çalışması var mı? O da yok. E sistem tümüyle bozulmuş ve çalışması yapacaksın kardeşim. Bir tek, Allah rahmet eylesin, Muhammed Hamidullah’ın bir çalışmasını gördüm. Yani bu Perslerle Romalıların karşılaşması ile Bedir arasında ilişki kuran.

Peki, vakit çok geçti yoksa (01:58:08 – 01:58:10) dersek. Evet, özet olarak söyleyelim, bu hafta… Şimdiye kadar hep duyuyorduk bizi hadis düşmanı olarak ilan ediyorlarmış, diye. Hadis düşmanı olarak ilan edenlere hep şunu söylüyorduk. Şu bir tane, bir küçücük bir tane örnek gösterin bana da ben de bir öğreneyim. Ben de bilmiyorum. Çünkü bir ara bana Vahhabi dediler, kitaplar aldım Vahhabilikle ilgili. Baktım, hani acaba öyle miyim diye kendi kendime. Baktım hakikaten benimle onun arasında hiçbir alakası yok, onu gördüm. Şimdi diyorum ki hadis düşmanı diyorsunuz ya ben de göreyim hakikaten öyle bir şey var mı? Varsa tövbekâr oluruz. Şimdi o onlar bir… Bu arada vay sen hadis putuna inanıyorsun, demeye başladılar. İyi ama şu çok açık, biz ne sünnete geleneğin verdiği manayı asla vermiyoruz. Kur’an’a da geleneğin verdiği manayı vermiyoruz. Kur’an’a Cenab-ı Hakkın verdiği, Allahutaala hangi değeri veriyorsa biz onu vermeye gayret gösteriyoruz. Cenab-ı Hakkın uyulmasını emrettiği metoda göre şey yapıyoruz. Şu yoldan gidin diyor Cenab-ı Hak, bize de o yoldan gidiyoruz. Gittiğimiz zaman Peygamberimizin hadislerini her tarafta görüyoruz. Ve bakıyoruz ki gerçekten muhteşem bir eğitimle sahabesini yetiştirmiş. Zaten ondan dolayı, Peygamberimizin sahabesi gittiği her yere çözüm götürdüğü için, onların gittiği yerler bugün hala İslam diye anılıyor. Ama ondan sonra çözümsüzlük götürülmeye başlandığı için de ondan sonra gide gide bir tek işte Balkanlara kadar gittik biliyorsunuz. 4 asır orada kaldık. Sonra götürdüğümüz adamları geri getirmek zorunda kaldık. Hâlbuki sahabe hiç gitmediği halde sesi ulaşan yerler bugün hala Müslüman. Çünkü Peygamberimiz sahabesini o kadar güzel yetiştirmiş ki gerçekten. Şimdi bu arkadaşlarımız çok güzel anlattılar, ben hiç müdahale etmek istemedim çok güzel anlattıkları için hepsine teşekkür ederim. Tebrik ederim hepsini de çok güzel çalışmışlar. Ya bakıyorsunuz, diyorsunuz herhalde ancak bu kadar yetiştirilir. Mesela Ayşe validemize hayret ediyorum. Bu kadında ne kadar büyük bir ilim varmış. Çok basit bir cümle söylüyor ama muhteşem bir anlamı var, bir ağ içerinde. Çünkü yetiştiren iyi yetiştirmiş onu. Evet, Peygamberimizden bir takım yalan haber olduğu gibi sahabeden de yalan haberler var. Bu ister istemez olacak. Peki, böylece bugün ki dersimizin de sonuna gelmiş olduk.

Tüm Mukayeseli Fıkıh Müzakereleri
# İçerik Adı Yayınladığı Tarih Görüntülenme
1 Kitaba Çağrı 16 Eylül 2017
2 Kurban İbadeti 24 Ağustos 2017
3 Hadislerin Derlenmesinde İran Etkisi 19 Ağustos 2017
4 Diyanetin Fetö Raporu: Bu din bu hale nasıl geldi? 14 Ağustos 2017
5 Hilal, Fitre ve Bayram 28 Haziran 2017
6 Nebi’mizin Ramazan Hayatı 12 Haziran 2017
7 İmsak Ölçüleri 27 Mayıs 2017
8 Dini Siyasete Alet Etmek 20 Mayıs 2017
9 Nebilere Yüklenen Olağanüstü Özellikler 13 Mayıs 2017
10 Tarih Boyunca Nebilere Gösterilen Tepkiler 6 Mayıs 2017
11 Yanlış Şeriat Algısı Suç ve Ceza 29 Nisan 2017
12 Kapitalizmin Sonu 15 Nisan 2017
13 Faiz Bağlamında Modern Finansal Ürünler 8 Nisan 2017
14 Hadislere Bakışımız Nasıl Olmalı 1 Nisan 2017
15 Haram Aylar 25 Mart 2017
16 Kur’an’cılık Tehlikesi 1.Bölüm 20 Mart 2017
17 Din ve Devlet İlişkileri 1.Bölüm 11 Mart 2017
18 Cuma Namazı ve Hutbe’si 4 Mart 2017
19 Kur’an’a Göre Sihir Kavramı 25 Şubat 2017
20 Abese Suresi Bağlamında Nebi’mizin Korunmuşluğu 18 Şubat 2017
21 Ev İçi Mahremiyet Kuralları 11 Şubat 2017
22 Örtünme İle İlgili Hükümler 4 Şubat 2017
23 Baş Örtüsü ve Örtünme 28 Ocak 2017
24 Kur’an’nın Çözüm Üretmedeki Yeri 21 Ocak 2017
25 Yahudileri Gölgede Bırakan Hileler 16 Ocak 2017
26 Müslümanlar’da Allah’a Güven Krizi 31 Aralık 2016
27 Müslümanlığımızı Gözden Geçirme İhtiyacı 24 Aralık 2016
28 Ümmet Olamamanın Ağır Bedeli 17 Aralık 2016
29 Tarihsellik İddialarında Cezalar Örneği 10 Aralık 2016
30 Mezhepçiliğin Doğurduğu Acı Sonuçlar 3 Aralık 2016
31 Kur’an’nın Tarihselliği İddiası ve Miras Konusu 26 Kasım 2016
32 Takiye (Kimliği Gizleme) 19 Kasım 2016
33 Faiz ve Güncel Meseleler 12 Kasım 2016
34 Mehdi Gelicek mi ? 7 Kasım 2016
35 Hz. İsa Gelecek mi? 31 Ekim 2016
36 Çağdaş Ulemanın Usulsüzlüğü 22 Ekim 2016
37 Dinsel Çoğulculuk 15 Ekim 2016
38 Son Kitabı Devre Dışı Bırakma Projesi, Dialog 8 Ekim 2016
39 Fıtrat Zemininde Buluşma 1 Ekim 2016
40 Nisa 34. Ayet Bağlamında Kadına Şiddet 24 Eylül 2016
41 Kurban İbadeti 10 Eylül 2016
42 Kadının Dövülmesi 3 Eylül 2016
43 Kur’an’a Göre Hükmetmek 27 Ağustos 2016
44 15 Temmuz Darbe Gecesine Kurani Bir Bakış 20 Ağustos 2016
45 Paralel Dinin Olmazsa Olmazı Aracılık – 1 13 Ağustos 2016
46 Müslüman Gayrimüslim İlişkileri 2 Temmuz 2016
47 Zekat 25 Haziran 2016
48 Oruçla İlgili Hükümler 18 Haziran 2016
49 Uydurulan Dinde Yatsı Sonu, Seher ve İmsak Vakti 4 Haziran 2016
50 Uydurulan Dinde Mut’a Nikahı 28 Mayıs 2016
51 Uydurulan Dinde Şartlı Talak 21 Mayıs 2016
52 Uydurulan Dinin Dayatması Olarak Çocukların Evlendirilmesi 7 Mayıs 2016
53 Kölelik ve Cariyelik Mezheplerin Dayatması mı? 30 Nisan 2016
54 Musa Hızır Kıssasının Evrensel Mesajı 23 Nisan 2016
55 Sünnetin Delil Değeri 16 Nisan 2016
56 Kira Sertifikaları Faizsiz Ürün mü? 9 Nisan 2016
57 Suç-Ceza Dengesi Açısından Cinsel İstismar 2 Nisan 2016
58 Boşanma Konusunda Allah’ın Koyduğu Sınırlar 26 Mart 2016
59 Allah’ın Koyduğu Sınırlar Nasıl Aşıldı 19 Mart 2016
60 Muhsana, Kadına Pozitif Ayrımcılık 13 Mart 2016
61 İnsanlar ile Cinlerin Ortak Özellikleri 5 Mart 2016
62 Nebiler Günahtan Korunmuş mudur? 27 Şubat 2016
63 Bedir Savaşı Örneğinde Nebi ve Resul Farkı 20 Şubat 2016
64 Dinde Haram-Helal Koyma Yetkisi 13 Şubat 2016
65 Cinler 6 Şubat 2016
66 İlk İnsanın Yaratılışı 30 Ocak 2016
67 İnsanı İnsan Yapan Özellikler 23 Ocak 2016
68 Allah’ı İkinci Sıraya Koymak 16 Ocak 2016
69 Şirkle İman Arasındaki Kararsızlık 9 Ocak 2016
70 Mehdi Beklentisi 2 Ocak 2016
71 Her İnsan Allah’ı Bilir 26 Aralık 2015
72 Fıkıh Müzakereleri | Her İnsan Allah’ı Bilir 26 Aralık 2015
73 Bir Sömürü Aracı Olarak Halifelik – 2 19 Aralık 2015
74 Bir Sömürü Aracı Olarak Halifelik 12 Aralık 2015
75 Kur’ân’da Dindarlık 5 Aralık 2015
76 Tarih Boyunca Bir Siyasi Baskı ve Ötekileştirme Aracı Olarak Zındıklık 28 Kasım 2015
77 Geleneğe Göre Dinden Dönmenin Hükmü (Bölüm 2) 21 Kasım 2015
78 Geleneğe Göre Dinden Dönmenin Hükmü (Bölüm 1) 21 Kasım 2015
79 Kur’an’a Göre Dinden Dönmenin Hükmü 16 Kasım 2015
80 Kur’an’da Zina Suçu Ve Cezası 7 Kasım 2015
81 Tağut Doğru Yolun Üstünde Oturur 31 Ekim 2015
82 Hadis Uydurma Faaliyetleri 24 Ekim 2015
83 Kader İnancı Ve Nesih 17 Ekim 2015
84 Resulullah Sonrası Siyasi Gelişmeler 10 Ekim 2015
85 Nesih 3 Ekim 2015
86 Hac Ve Kurban 19 Eylül 2015
87 Terör Olayları Karşısında Nebevi Siyaset 12 Eylül 2015
88 Dinde Özgürlük 5 Eylül 2015
89 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 4 “Cariyelik” 29 Ağustos 2015
90 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 3 “Cariyelik” 22 Ağustos 2015
91 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 2 “Kitap Algısı” 15 Ağustos 2015
92 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 8 Ağustos 2015
93 Nebimizin Yürüttüğü Dış Politika 1 Ağustos 2015
94 Kadir Gecesi ve İmsak Vaktine Tavırlar 11 Temmuz 2015
95 Zekat 4 Temmuz 2015
96 Oruç İbadeti 2 27 Haziran 2015
97 Oruç İbadeti 20 Haziran 2015
98 Kutup Bölgelerinde İftar ve İmsak Vakitleri 13 Haziran 2015
99 Emtia Borsalarındaki İşlemlerin Fıkhi Hükmü 6 Haziran 2015
100 Kur’ân’a Göre Gece-Gündüz 30 Mayıs 2015
101 Prof. V. A. Yefimov’la Yapılan Toplantının Değerlendirilmesi 23 Mayıs 2015
102 İsra ve Mirac 16 Mayıs 2015
103 Berzah Alemi 2 9 Mayıs 2015
104 Berzah Alemi 2 Mayıs 2015
105 Enflasyon ve Faiz 25 Nisan 2015
106 İşsizlik Probleminin Kaynağı 18 Nisan 2015
107 Peygamberimizin Öldürülmesini Emrettiği Kişiler Hakkındaki Rivayetler 4 Nisan 2015
108 Faizsiz Sistemin İlkeleri (Zekat-Faiz Karşılaştırması) 28 Mart 2015
109 Faizsiz Sistemin İlkeleri – Faizsiz Bankacılık 28 Mart 2015
110 Faizsiz Sistemin İlkeleri (Enflasyon) 21 Mart 2015
111 Faizsiz Sistemin İlkeleri (Bankacılık) 14 Mart 2015
112 Faizsiz Sistemin İlkeleri 7 Mart 2015
113 Tecavüz Suçunun Cezası 28 Şubat 2015
114 İdam Cezası ve Kıssas Tartışmaları 21 Şubat 2015
115 Ceza Hukukunun Genel Prensipleri 14 Şubat 2015
116 Kur’ân’da Ruh Kavramı 7 Şubat 2015
117 İcmanın Delilleri ve Değerlendirilmesi 24 Ocak 2015
118 Fıkıh Müzakereleri | Ceza Hukukunun Genel Prensipleri 17 Ocak 2015
119 Nebiye Hakaretin Cezası 10 Ocak 2015
120 Noel ve Mevlid Kandili Kutlamalari 3 Ocak 2015
121 Kelime Oyunları ve Şeb-i Arus 27 Aralık 2014
122 Evlilik Nedeniyle Ortaya Çıkan Haramlık 20 Aralık 2014
123 Talak’ın Şarta Bağlanması 13 Aralık 2014
124 Kadının Boşanma Hakkı 6 Aralık 2014
125 Boşanmanın Hükümleri 29 Kasım 2014
126 Küçüklerin Evlendirilmesi 22 Kasım 2014
127 İslam Hukuku-Roma Hukuku Karşılaştırması 15 Kasım 2014
128 Beni Kureyza Yahudileri ve Esirlerin Öldürülmesi 8 Kasım 2014
129 İslâm Miras Hukukunda Kelâle 3 Kasım 2014
130 Batı Güdümlü İslam Anlayışında Kur’an Sünnet Algısı – 2 25 Ekim 2014
131 Batı Güdümlü İslam Anlayışında Kur’an Sünnet Algısı 18 Ekim 2014
132 İslam Alimlerinin Işid’e Gönderdikleri Mektubun Eleştirisi 11 Ekim 2014
133 Kurban İbadeti 27 Eylül 2014
134 Birbirimizden yardım istemek şirk midir? 9 Ağustos 2014
135 Nafile Oruç 2 Ağustos 2014
136 Zekat ve Fitre 26 Temmuz 2014
137 Kadir Gecesi 19 Temmuz 2014
138 Tarihi gelişimi ve Hükümleri Açısından İtikaf 12 Temmuz 2014
139 Yatsının Son Vakti 5 Temmuz 2014
140 Vakti Dışında Namaz, Süresinden Fazla Oruç 28 Haziran 2014
141 Bakara 187. Ayet Işığında Oruç İbadeti 21 Haziran 2014
142 Kimler Oruç Tutabilir 14 Haziran 2014
143 Orucun Tarihi ve Meşruiyeti 7 Haziran 2014
144 Ecel ve Şehitlik – Sorular ve Cevaplar 24 Mayıs 2014
145 Ecel ve Şehitlik 17 Mayıs 2014
146 Seferilik Mesafesi ve Müddeti 10 Mayıs 2014
147 Yolculukta Namaz – 2 26 Nisan 2014
148 Dinden Dönmek 19 Nisan 2014
149 Yolculukta Namaz 5 Nisan 2014
150 Namazı Terketmenin Hükmü 29 Mart 2014
151 Namazda Zikir 8 Mart 2014
152 Kadınların Cemaate Katılması 1 Mart 2014
153 Cemaatle Namaz – 2 22 Şubat 2014
154 Cemaatle Namaz 15 Şubat 2014
155 Sehiv Secdesi 8 Şubat 2014
156 Namazı Bozan Haller – 2 1 Şubat 2014
157 Namazı Bozan Haller 18 Ocak 2014
158 Cumanın Farzından Önceki ve Sonraki Sünnetler 11 Ocak 2014
159 Cuma Hutbesi 4 Ocak 2014
160 Cuma Namazı 28 Aralık 2013
161 Sünnet Namazları 21 Aralık 2013
162 Vitir Namazı 14 Aralık 2013
163 Teheccüd Namazı 7 Aralık 2013
164 Kur’an’da Melek ve Cin Kavramları – Sorular 23 Kasım 2013
165 Kur’an’da Melek ve Cin Kavramları – 2 18 Kasım 2013
166 Kur’an’da Melek ve Cin Kavramları 2 Kasım 2013
167 Cezanın Amacı Açısından Mağdur Hakları 26 Ekim 2013
168 Bayram Namazı ve Teşrik Tekbirleri 12 Ekim 2013
169 Tarihi, Amacı ve Ahkamı Yönüyle Kurban 5 Ekim 2013
170 Kur’an’da Münafıkların Durumu – 2 28 Eylül 2013
171 Kur’an’da Münafıkların Durumu 21 Eylül 2013
172 Günümüz İslam Dünyasının Problemleri 14 Eylül 2013
173 Bedel Hac – Doç.Dr. Servet Bayındır 7 Eylül 2013
174 Allah’ın Bilgisi ve Kader 24 Ağustos 2013
175 Mısırdaki Müslümanların Durumu 17 Ağustos 2013
176 Kadir Gecesi 3 Ağustos 2013
177 İmsak Tartışmaları 27 Temmuz 2013
178 Kutup Bölgelerinde İbadet Vakitleri 20 Temmuz 2013
179 Kader 19 Ocak 2013
180 Kıyamet Alametleri 22 Aralık 2012
181 Kur’an Sünnet Bütünlüğünde Kurban İbadeti 20 Ekim 2012
182 Kur’an Sünnet Bütünlüğünde Hac İbadeti 13 Ekim 2012
183 Faiz-Zekat İlişkisi 6 Ekim 2012
184 Namazların Birleştirilmesi 29 Eylül 2012
185 İslama Yönelik Saldırılar 22 Eylül 2012
186 Alternatif Bir Finansal Ürün Olarak Kira Sertifikaları(SUKUK) 15 Eylül 2012
187 Öğle ve İkindi Namazlarının Vakitleri 8 Eylül 2012
188 Yatsı Namazı Vaktinin Bitişi 1 Eylül 2012
189 Kur’an’a Göre Gelenek 25 Ağustos 2012
190 Bayram Namazı ve Fitre 18 Ağustos 2012
191 Televizyondan Kabe İmamına Uyulabilir mi? 11 Ağustos 2012
192 Ramazan Ayının İnsana Sunduğu Fırsatlar 4 Ağustos 2012
193 İmsak Vakti ve Seher – 2 28 Temmuz 2012
194 İmsak Vakti ve Seher 21 Temmuz 2012
195 Nesih, Kıblenin Değişmesi Örneği 23 Haziran 2012
196 İsra ve Miraç 16 Haziran 2012
197 Uydurma Hadisler – Harun Ünal 9 Haziran 2012
198 Sezaryen Doğum 2 Haziran 2012
199 Vahiy – Sünnet İlişkisi 26 Mayıs 2012
200 Nesih Kavramı 19 Mayıs 2012
201 Din ve Tıp Açısından Sünnet 14 Mayıs 2012
202 Din ve Müzik 5 Mayıs 2012
203 Hadislerin Kur’an’a Arzı 28 Nisan 2012
204 Türkiye’de Kutlu Doğum Etkinlikleri 21 Nisan 2012
205 Allah’ın Elçisini Doğru Anlamak 14 Nisan 2012
206 Kur’an Öncesi Mekke Toplumu 7 Nisan 2012
207 Faizsiz Bankacılğın Problemleri 31 Mart 2012
208 Hz.Muhammed’in(S.A.V.) Tebyin Görevi 24 Mart 2012
209 İslam ve Türk Medeni Kanunu(TMK) Miras Sistemlerinin Mukayesesi 17 Mart 2012
210 Kur’an’a Göre Tağut Kavramı 10 Mart 2012
211 Farklı İnançların Birlikte Yaşamasının Doğal Kuralları 3 Mart 2012
212 Kur’an’a Göre Resule İman, İtaat ve İttiba 25 Şubat 2012
213 Organ Nakli 18 Şubat 2012
214 Sebeb-i Nüzul Meselesi 11 Şubat 2012
215 Daru’l-Harbde Faiz 4 Şubat 2012
216 İftida 28 Ocak 2012
217 Talak (Boşanma) 21 Ocak 2012
218 Gayrimüslimlerle Evlilik 14 Ocak 2012
219 A’raf Ehli 7 Ocak 2012
220 Müminler Cehenneme Girecekler Mi? – 2 31 Aralık 2011
221 Müminler Cehenneme Girecekler Mi? 24 Aralık 2011
222 Çocukların Evlendirilmesi 17 Aralık 2011
223 İnanç Özgürlüğü 10 Aralık 2011
224 Evliliğin Denetlenmesi 3 Aralık 2011
225 Adetli Kadın Kur’an’a Dokunabilir mi? 26 Kasım 2011
226 Hz.İsa’yı(a.s.) Geri Getirmek İsteyenlerin Hedefi 19 Kasım 2011
227 Nebi ve Resul Kavramları 12 Kasım 2011
228 Kurban Bayramına Nasıl Hazırlanmalıyız? 5 Kasım 2011
229 İcma Delili ve Değerlendirilmesi 22 Ekim 2011
230 Vekaletle(Bedel) Hac 15 Ekim 2011
231 İhram Yasakları 8 Ekim 2011
232 Kadınların Yolcuğu 1 Ekim 2011
233 Kur’an ve Sünnet Işığında Hac İbadeti 24 Eylül 2011
234 Faiz Anlayışı 10 Eylül 2011
235 Bayram Namazı 27 Ağustos 2011
236 İmsak Vakti 20 Ağustos 2011
237 Teravih Namazı Konusunda Diyanet’e Cevap 13 Ağustos 2011
238 Oruç Tutamayanlar Ne Yapmalı? 6 Ağustos 2011
239 Güneşin Batmadığı Yerlerde Namaz Vakitleri 2 Temmuz 2011
240 Yatsı Namazının Vakti 7 Mayıs 2011
241 Allah’ın İndirdikleri İle Hükmetmeyenler – 2 30 Nisan 2011
242 Allah’ın İndirdikleri İle Hükmetmeyenler 23 Nisan 2011
243 Günahlarla İlgili Kavramlar – 2 2 Nisan 2011
244 Günahlarla İlgili Kavramlar 26 Mart 2011
245 Büyük Günahlar – 3 19 Mart 2011
246 Büyük Günahlar Nelerdir? 12 Mart 2011
247 Büyük Günah İşleyenlerin Durumu 5 Mart 2011
248 Ye’cüc ve Me’cüc 26 Şubat 2011
249 Dabbetü’l-Arz 19 Şubat 2011
250 Tarikatlarda Vesile ve Tevessül 12 Şubat 2011
251 Evliyanın Yardımı İle İlgili İddialar – 2 5 Şubat 2011
252 Kutuplarda Namaz Vaktinin Tespiti 29 Ocak 2011
253 Evliyanın Yardımı İle İlgili İddialar 22 Ocak 2011
254 Kâlû Belâ Olayı Hakkında Sorulan Sorular – 2 1 Ocak 2011
255 Kâlû Belâ Olayı Hakkında Sorulan Sorular 25 Aralık 2010
256 Mehdi İnancı 18 Aralık 2010
257 Kur’an’a Göre Zekat Oranları 4 Aralık 2010
258 Artan Malı İnfak Etme 27 Kasım 2010
259 Vitr Namazı 13 Kasım 2010
260 Bayram Namazları 6 Kasım 2010
261 Sehiv Secdesi – Mukayeseli Fıkıh Dersleri 30 Ekim 2010
262 Kurban İle Alakalı Sorular 23 Ekim 2010
263 Hac Farklı Aylarda Yapılabilir mi? – Fıkıh Dersi 9 Ekim 2010
264 Başkasının Yerine Hacc Yapmak 2 Ekim 2010
265 Hilal İle İlgili Sorulan Sorular 25 Eylül 2010
266 Cariyeler İle İlgili Sorulan Sorular 18 Eylül 2010
267 ORUÇ BOZMANIN CEZASI 4 Eylül 2010
268 Zekat 28 Ağustos 2010
269 İmsak ve Yatsı Vakitleri – 2 21 Ağustos 2010
270 İmsak ve Yatsı Vakitleri 14 Ağustos 2010
271 İsra ve Miraç -2 10 Temmuz 2010
272 İsra ve Miraç -1 3 Temmuz 2010
273 İcma’a Delil Getirilen Hadisler 26 Haziran 2010
274 İcma 19 Haziran 2010
275 Başörtüsü ve Örtünme 12 Haziran 2010
276 Mezheplerin Tutarlılığı 29 Mayıs 2010
277 Asabe Siyaset İlişkisi (Kızın Çocuklarının Mirasçılığı Örneği) 22 Mayıs 2010
278 Kur’an’ı Açıklama Usulü 15 Mayıs 2010
279 Kartepe Programı Değerlendirme 5 Mayıs 2010
280 Abdestte Ayakların Mesh Edilmesi 24 Nisan 2010
281 Hudeybiye’den Geri Kalanlar 13 Nisan 2010
282 Peygamberimizin Zeynep (ranha) ile Evliliği 3 Nisan 2010
283 Bedir Savaşı 20 Mart 2010
284 Kur’an Sünnet Bütünlüğü: Allah’ın İzni Meselesi 13 Mart 2010
285 Vahiy Çeşitleri 6 Mart 2010
286 Kadınların Özel Halleri 11 Şubat 2010
287 Kur’an’a Göre Zekat Nispeti 6 Şubat 2010
288 Vahy-i Gayr-i Metlüv’e Dair Getirilen Deliller -1 30 Ocak 2010
289 Iskat (Ölen Kimseyi İbadet Borçlarından Kurtarmak) 16 Ocak 2010
290 Dini Tebliğ ve Uygulamada Cebrailin Rolü -2 2 Ocak 2010
291 Dini Tebliğ ve Uygulamada Cebrail’in Rolü 26 Aralık 2009
292 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kurban 21 Kasım 2009
293 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kıble Meselesi -2 14 Kasım 2009
294 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kıble Meselesi -1 7 Kasım 2009
295 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kur’anı Anlama 31 Ekim 2009
296 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Yolculukta Namazin Kısaltılması Örneği 24 Ekim 2009
297 İsa Aleyhisselam Tekrar Gelecek mi? -2 17 Ekim 2009
298 İsa Aleyhisselam Tekrar Gelecek mi? 1-1 10 Ekim 2009
299 İsa Aleyhisselam Tekrar Gelecek mi? 1-2 10 Ekim 2009
300 Hanefi Mezhebinin İçki ile İlgili Görüşleri -1 3 Ekim 2009
301 Hanefi Mezhebinin İçki ile İlgili Görüşleri -2 3 Ekim 2009
302 Mirasta Avliye Meselesi -1 26 Eylül 2009
303 Mirasta Avliye Meselesi -2 26 Eylül 2009
304 Kasten Orucu Bozanın Cezası -1 12 Eylül 2009
305 Kasten Orucu Bozanın Cezası -2 12 Eylül 2009
306 Oruç Keffareti -1 29 Ağustos 2009
307 Oruç Keffareti -2 29 Ağustos 2009
308 Adetli Kadının Orucu -1 22 Ağustos 2009
309 Adetli Kadının Orucu -2 22 Ağustos 2009
310 Hastaların Orucu -1 15 Ağustos 2009
311 Hastaların Orucu -2 15 Ağustos 2009
312 Namazda Örtünme / 2-1 8 Ağustos 2009
313 Namazda Örtünme / 2-2 8 Ağustos 2009
314 Namazda Örtünme / 1-1 1 Ağustos 2009
315 Namazda Örtünme / 1-2 1 Ağustos 2009
316 Kur’an’da Örtünme -1 18 Temmuz 2009
317 Kur’an’da Örtünme -2 18 Temmuz 2009
318 Gayrimüslimlerle Evlilik -1 11 Temmuz 2009
319 Gayrimüslimlerle Evlilik -2 11 Temmuz 2009
320 Müşriklerle Evlilik -1 4 Temmuz 2009
321 Müşriklerle Evlilik -2 4 Temmuz 2009
322 Ehli Kitap ve Müşrikler -1 27 Haziran 2009
323 Ehli Kitap ve Müşrikler -2 27 Haziran 2009
324 Hayvan Kesimi / 2-1 20 Haziran 2009
325 Hayvan Kesimi / 2-2 20 Haziran 2009
326 Hayvan Kesimi -1 13 Haziran 2009
327 Hayvan Kesimi -2 13 Haziran 2009
328 Helal Gıda ve Jelatin Konusu -1 6 Haziran 2009
329 Helal Gıda ve Jelatin Konusu -2 6 Haziran 2009
330 Nafile Namazlar -1 9 Mayıs 2009
331 Nafile Namazlar -2 9 Mayıs 2009
332 Vitir Namazı -1 2 Mayıs 2009
333 Vitir Namazı -2 2 Mayıs 2009
334 Kur’an’ın Genel Açıklaması -1 25 Nisan 2009
335 Kur’an’ın Genel Açıklaması -2 25 Nisan 2009
336 Namazın Mekruhları -1 11 Nisan 2009
337 Namazın Mekruhları -2 11 Nisan 2009
338 Namazı Bozan Şeyler -1 4 Nisan 2009
339 Namazı Bozan Şeyler -2 4 Nisan 2009
340 Namazda Konuşmak -1 28 Mart 2009
341 Namazda Konuşmak -2 28 Mart 2009
342 Namazda Abdestin Bozulması / 2-1 21 Mart 2009
343 Namazda Abdestin Bozulması / 2-2 21 Mart 2009
344 Namazda Abdestin Bozulması / 1-1 14 Mart 2009
345 Namazda Abdestin Bozulması / 1-2 14 Mart 2009
346 Namazda İmamlık / 3-1 28 Şubat 2009
347 Namazda İmamlık / 3-2 28 Şubat 2009
348 Namazda Saf Düzeni -1 21 Şubat 2009
349 Namazda Saf Düzeni -2 21 Şubat 2009
350 Namazda İmamlık / 2-1 14 Şubat 2009
351 Namazda İmamlık / 2-2 14 Şubat 2009
352 Namazda İmamlık / 1-1 7 Şubat 2009
353 Namazda İmamlık / 1-2 7 Şubat 2009
354 İmamın Arkasında Kıraat -1 24 Ocak 2009
355 İmamın Arkasında Kıraat -2 24 Ocak 2009
356 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 4-1 17 Ocak 2009
357 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 4-2 17 Ocak 2009
358 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 3-1 10 Ocak 2009
359 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 3-2 10 Ocak 2009
360 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 2-1 3 Ocak 2009
361 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 2-2 3 Ocak 2009
Kuran Dersi Canlı Yayın