ABDULAZİZ BAYINDIR: Bugün dersimiz hadis uydurma faaliyetleri. Resulullah zamanında hadis neydi, sahabe zamanında neydi, tabiin zamanında nasıl oldu ve bugüne gelişimizin sebepleri arasında uydurulan hadisler ne derece etkilidir. Bu konuyla ilgili hepinizin tanıdığı Ali Akın Hocamızı dinleyeceğiz. Kur’an aslında bunların her birisinin arka planını bize sürekli veriyor ama nedense insanlar Resulullah dediği zaman hiç hata yapmayan insan üstü bir varlık olarak anlıyorlar. Çünkü çocukluğumuzdan beri ismet sıfatı yapıştırılmış. Bütün nebilere yapıştırılmış zaten. Allah onları hatadan korumuş! Allah’ın koruduğu kişi? Ben Allah tarafından korunmayan kişiyim, korunan kişiyi nasıl örnek alacağım? Onu düşünen yok. Ben şimdi şöyle söylüyorum; birisi var kalenin içerisinde, ben de düşmanın ortasındayım, bana diyorlar ki kalenin içindekini örnek al. Ben orada olsam zaten örnek almama gerek yok. O da benim gibi düşmanın ortasında olacak ki ondan nasıl kurtulacağıma dair örnek alayım değil mi yani. O da oralarda bulunmuş olacak. Ondan sonra,sahabeye sıra gelince: öyle bir sahabe resmi çizilir ki sanki Resulullah’ın karşısında her biri birer kurşun asker, hiç itiraz yok. Emre tam uyarlar. Daha sonra da sahabenin adeleti konusu hiç tartışılmaz hale gelmiştir değil mi?
Defalarca burada okuduk, biliyorsunuz Rum suresi Mekke’de iniyor müslümanların sıkıntılı zamanlarında. Allah diyor ki Rumlar yenildiler, 3 ile 9 yıl arasında Rumlar galip geleceklerdir, o gün de Allah müminlere kendi yardımıyla bir zafer verecektir. Bu önceden biliniyor. Tabi Mekkeliler’e de bu ayetleri mecburen tebliğ ediyor. Dolayısıyla Mekkeliler de biliyorlar ki Rumlar ile Persler tekrar karşılaşacak ve rumlar galip gelecek. O gün de Allah müslümanlara zafer verecek. Persler ile Rumlar’ın karşılaşacağı da duyuluyor. Bunu bilen Ebu Sufyan, kervanını kurtarma derdine düşüyor. Yani Allah zafer olarak bizim kervanı verir diye korkuyor. Mekkeliler kervanı kurtarmak için ordu çıkarıyorlar. Sureyi bildikleri için eyvah kervan gitti diye korkuya kapılıyorlar. Müslümanlar da kervan bizimdir diye yola çıkıyorlar. Ama yola çıkmaları o kadar kolay olmuyor. Biz zannediyoruz ki Resulullah dedi ki; “gelin beyler”, “emredersin Resulallah, gece hangi dakikada istersen yola çıkalım” demişler gibi bir algı var. Mesela Enfal suresinin 5.ayetinde diyor ki Allah ENFAL, 5.. Ayet: Kema ahraceke rabbüke mim beytike bil hakkı” o gerçekleşecek olay sebebiyle yani Mekke’de inen ayet var. O gerçek olay sebebiyle rabbin seni evinden çıkardı. “ve inne ferıkam minel mü’minıne le karihun” ama bu müminlerden bir kısmı bu işten hiç hoşlanmıyordu, rahatsızdı. Bak, hem mümin, burada Allah’ın emri var, Resulullah’ın talebi var. Yani Allah diyır ki ben bugün size zafer vereceğim. Allah’ın taahhüdü var. Başlarında Resulullah var, müminlerin bir gurubu istemiyor. ENFAL, 6.. Ayet: Yücadiluneke fil hakkı ba’de ma tebeyyene” iyice ortaya çıktıktan sonra o gerçek olayla ilgili seninle mücadele ediyorlar. Şimdi ne gerek vardı gibi mesela mücadele ediyorlar. Sadece isteksizlik göstermiyorlar, Resulullah’ın karşısına çıkıyorlar gitmiyelim diyorlar. Bize hiç Bedir’i böyle anlatıyorlar mı? Allah’ın ayeti işte. Ondan sonra “keennema yüsakune ilel mevti” öyle bir piskolojiye girmişler ki ölüme sevkediliyorlar. Ölüme gidiyormuş gibi sıkıntı içine giriyorlar. Nasıl? “ve hüm yenzurun” göz göre ölüme gidiyorlarmış gibi. Bir tarafta Resulullah var bir tarafta Allah’ın vaadi var ama bir de şeyin tavrı var. Çok kısaca özetleyeyim, gene bu Enfal suresinde savaştan önce diyor ki; “20 kişi 200 kişiyi, 100 kişi 1000 kişiyi Allah’ın izliyle yener, çünkü kafirler anlayışsız topluluktur” diyor 65.ayetinde. Ama müslümanlar Bedir’de karşı karşıya gelince ciddi manada gevşeklik gösteriyorlar. Onun için Allah, rüyasında Resulullah’ın onları iki katı gösteriyor. Karşılaştıkları zaman gene az gösteriyor. Sonra iki katına düşürüyor Enfal 66.ayette. Ondan sonra, sabrederseniz zafer olur gene diyor. Yine o sabrı gösteremiyorlar Bedir’de. O sabrı gösteremiyorlar acelecilik ediyorlar, ondan dolayı Enfal 67.ayette diyor ki, buna çok dikkatinizi çekiyorum ama çok çok mühim bence. Ali Hoca da zaten bunun daha sonraki gelişmelerini anlatacak. Resulullah, inmiş bir ayet var “MUHAMMED, 4.. Ayet: Fe iza lekıytümüllezıne keferu fe darber rikab hatta iza eshantümuhüm fe şüddül vesaka” diyor. Bedir’den önce indirilmiş. Kafirlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun, tam etkisiz hale getirince bağı sıkı tutun yani esir alın diyor. Müslümanlar, orada bunu yapmaları lazımken sabırsızlık göstererek düşmanı etkisiz hale getirmeden esir alıyorlar. Allah da orada diyor ki ENFAL, 67.. Ayet: “Ma kane li nebiyyin ey yekune lehu esra hatta yüshıne fil ard” o savaş meydanında düşmanı tamamen etkisiz hale getirmeden hiç bir nebinin esir almaya hakkı yoktur, sana da indirilmiş sen esir alamazsın ama aldın. Ondan sonra, bu nebi! “türıdune aradad dünya” bedire gidenlerin hepsini katıyor, siz dünya malı yani hemen elinize geçecek bir şey istiyorsunuz, sabırsızlık gösterdiğini şey yapıyor. “vallahü yürıdül ahırah: ama Allah sonrasını istiyor” çünkü Allah orada düşmanın etlisiz hale getirilip Mekke’nin fethedilmesini istiyordu. Enfal 6-7.ayetlerde o var. Ondan sonra diyor ki; ENFAL, 68.. Ayet: “Lev la kitabüm minellahi sebeka lemesseküm fıma ehaztüm azabün azıym”: eğer Allah tarafından bir yazı geçmeseydi yani Mekke’de ben Rum suresinde size bugün zafer vereceğim diye size söz vermeseydim, aldığınız esirlerden dolayı sizi büyük bir azab yakalardı. Şimdi bakın bu, Allah’ın anlattığı Bedir savaşı. Bizim kitaplarda okuduğumuz Bedir savaşıyla bunun bir alakası var mı? Böyle allanıyor, pullanıyor sanki insan üstü varlıklar. Ondan sonra onlar hiç bir zaman hata yapmazlar. Bukadar ayetler üzerinde oyunlar oynanıyor da hadisler üzerinde oynanmaz mı?Ali Akın hocamızı o açıdan dinleyeceğiz. Ekranları başında izleyenlere de şunu söyleyeyim. Bugün biraz geç kaldık 29 Ekim dolayısıyla. Cumhuriyet bayramı provası yapılıyor Vatan Caddesi’nde. Bu yüzden İstanbul’da trafik felç ve gelenler en az 1-1,5 saat geç geliyorlar. Ondan dolayı Ali Hocamız’ın elinde olmayan, aslında saat 10’da burada olmak istiyordu ama 11’de bile olamadı.
ALİ AKIN: Peygamber efendimiz devrinde hadis: Peygamberimiz devrinde hadis yazıldı mı? Bu konuda Hatib El Bağdadi, Taklidul İlim adlı eserinde geniş izahat veriyor. Ve Peygamberimiz’in bazı sahabelere hadislerin yazılmasına izin vermiştir. Bazı sahabelerin, Peygamberimiz’e bunu sormaları üzerine “biz hadis yazabilirmiyiz? Sizden dinlediklerimizi yazıya geçirebilir miyiz” diye sormuşlar Peygamberimiz’e. Peygamberimiz de “evet yazabilirsiniz”. Bu Taklidul İlim’de geniş açıklama vardır. Bazı sahabelere bu izini vermiştir fakat bazı sahanelere de hayır demiştir, “yazmayın” demiştir. Onların da Taklidul İlim’de yine isimleri var. Bizim de kitaplarımızda o isimler vardır. Tabi bu, iki türlü yorumlanıyor. Birinci, Peygamberimiz’in izin vermediği sahabeler, hadisleri ayetle karıştırırlar endişesiyle vermemiştir. Yani bu sahabeler pek bir ilim sahibi olmayan sahabelerdi. Dolayısıyla bunu ayetle karıştırabilirler endişesiyle izin vermemiştir. Öbürleri ise alim ve Kur’an ayetlerine tamamen vâkıf ve hafız oldukları için de onlara da izin vermiştir. Bu bir yorum. İkinci yoruma göre de Peygamberimiz gerek görmemiştir buna. Ve Kur’an ayetleri zaten henüz tamamen bitmediği için de, bilindiği gibi Kur’an ayetleri süreleri çok tedrici nazil olmuştur. Sünnetullah böyledir. Yani tedrici olarak inmiştir ki tamamen hazmedilsin. Nübüvvetin ilk 6 yılında 23 tane çok kısa sure nazil olmuştur tamamen hazmedilsin diye. Bunlar: Alak, Kalem, Müzzemmil, Müddessir, Fatiha, Tebbet, Tekvin, Ala, Fecr, Leyl, Duha, Asr,Adiyat ,Maun, Kafirun, Tekasür, Felak, Nas, İhlas ve 23.sure de Necm suresidir. Yani iniş sırasına göre 6 yılda bu 23 sure nazil olmuştur. Onlar da gayet kısa surelerdir. Onun için yani bu, ayetle karıştırılmaması, Kur’an’ın tamamen hazmedilmesi amacıyla böyle olmuştur diye yorumlayanlar da olmuştur. Peygamberimiz devrinden sonra Hz.Ebu Bekir döneminde İmam Şemsettin Zehebi yani demin söylediğim Hatib El Bağdadi, 1071’de miladi olarak vefat etmiştir. Tarihul Bağdat diye çok ünlü bir tarihi de vardır. Şemseddin Zehebi 1348’de vefat etmiştir. Çok sonra gelmiştir. Daha önce bu ilimle uğraşan Tarih Huruatul Hadis diye İbnul Hayseme Ahmed 893’de vefat etmiştir miladi olarak. O da bu konuda aynı izahatı bilgi veriyor. Ve İmam Şemseddin Zehebi Tezkiretul Uhvaz’da diyor ki; “Hz.Ebu Bekir’in topladığı hadislerin sayısı 500 idi diyor. Fakat Hz.Ebu Bekir, bunu tedvin etmekten, kitap haline getirmekten vazgeçmiş ve bunları imha etmiştir. Çünkü demiştir ki; “bu hadisler arasında bile rivayet farkı vardır, çelişki vardır. Ben bu yüzden müslümanların fitneye düşmesinden endişe ediyorum eski kavimler gibi” ve bunu tedvin etmemiştir, kitap haline getirmemiştir. Hz.Ömer devrinde Hz.Ömer de aynı şeyi yapmıştır. Yine 500 hadis. Hz.Ömer, bu 500 hadisi tedvin edeyim mi kitap haline getireyim mi getirmeyeyim mi diye bir ay müddetle bunu düşünmüştü. Fakat sonunda kararını vermişti.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ashapla da istişare etmiştir. Tek başına değil.
ALİ AKIN: Sonra kararını vermiştir. Ben düşündüm demiş, bu hadisler arasında rivayet farkı vardır, birbiriyle çelişen hadisler vardır bu rivayetlerde ve eski kavimler dinde ihtilafa düştüklerinden dolayı helak oldular, onun için ben hadisleri kitap haline getirmekten, tedvin etme işini gerçekleştirmeyeceğim ve hepsini de yakıyorum demiş. Bu 500 hadisi de yakıyorum, imha ediyorum, sizin de elinizde varsa o da imha etsin demiştir. Şimdi, Hz.Ebu Bekir olsun,Hz. Ömer olsun bu içtihatleri doğrumuydu? Bana göre doğru değildi bu içtihad. Onlar elbetteki kendi içtihadları dine daha hayırlı olurdu diye böyle içtihad etmişlerdir. Fakat çok sonra bu hadis ilminde olan gelişmeleri tabi onlar görmedi. Onlar gaybı, geleceği bilmiyor. Fakat o gelişmeler yaşandıktan sonra bizim şimdi değerlendirmemize göre o içtihad yanlıştı. Eğer o gün 500 hadisi tedvin etselerdi, bundan ibarettir hadisler deselerdi, daha sonraki ihtilaf ve daha sonra bu kadar mevzu/uydurma hadisler olmayacaktı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şu anda sayı kaç tane, bilen var mı?
ALİ AKIN: Arz edeceğim şimdi. Bu hadis rivayeti şifahi/sözlü olarak rivayet edilmeye devam etmiştir. Ne kadar? 1 asır. Nihayet, Ömer Bin Abdulaziz hilafetinde ki bu zat Emeviler’den çok farklı bir insandır ve bunun içindir ki bunu 5.halife olarak vasıflandıranlar olmuştur. Bu 717 yılında miladi olarak hilafet makamına gelmiştir. Ve O, bütün valilere bir tamim/genelge göndermiştir. Kimin elinde sözlü, yazılı veya bildiği sözlü hadis varsa hepsini bana gönderin demiştir. Ve gelen hadisleri de İbni Şahab El Zühri’ye emretmiştir hadisleri tedvin et diye. İlk önce hadis ilmini tedvşn eden İbni Şahab El Zühri’dir. Bu zat da 742 yılında vefat etmiştir. İbni Şahab El Zühri’nin yazdığı hadislerin sayısı 1500-2000 arasındadır. Fakat İbni Şahab El Zühri, Ömer Bin Abdulaziz’den evvel Abdulmelik Bin Mervan döneminde ki onun dönemi 685-705’dir Abdulmelik dönemi. Onun döneminde onun çocuklarına mürebbilik, eğitmenlik yapmıştır. Ve de Abdulmelik döneminde ilk yıllarda Mekke-Medine, Abdullah Bin Zübeyr’in hakimiyetindeydi. Halifeydi. Abdulmelik diyor ki; “ya ilerde bu Mekke’yi ele geçirmezsek bize kutsal bir mekan lazımdır”. Ve İbni Şahabi Zühri’ye diyor ki; “ben Kudüs’ün kudsiyeti ile ilgili senden hadis istiyorum” diyor. Ve O da işte bu miraç ile ilgili birinci kata çıktı Hz.Adem ile karşılaştı falan, sonra öbür kata çıktı başja peygamberle karşılaştı, öbür kata çıktı, dönüşte de “ya Hz.Musa, Allah sana ne emretti?”, “Allah bana 50 vakit namaz emretti”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani Kudüs Mekke’yi döver! O noktaya geldi.
ALİ AKIN: Miraç ile ilgili kitaplarda anlatılan o hadislerin elbette ki aslı yoktue. Yani C.Hakk günde 50 vakit farz kılmış fakat Hz.Musa demiş ki; “ben bu insanları denedim, bu insanlar yapmaz bunu, geri dön, Allah’a yalvar da indirim yapsın”. O da geri dönmüş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Halbuki Yahudilerde de 5 vakitti.
ALİ AKIN: İndirmiş, indirmiş, git gel, git gel nihayet 5 vakite indirmiş. Hz. Musa demiş ki; “bu da çok”, “ya, yüzüm tutmuyor artık” demiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kim daha alim oluyor orada?
ALİ AKIN: Zaten “la yukellifullahe nefsen illa vus’aha”. 50 vakit olunca, 24 saatte 50 vakit. Abdest almayıda hesaba katarsan hiç başka bir iş tutmaya fırsat kalmıyor. Ancak namaz kılabilirsin, başka işle uğraşamazsın. Bu imkansızdır. Aklen de imkansızdır. Ve Allah, insana kaldıramayacağı bir yükü de yüklemez.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten Adem(as)’dan beri aynı namaz. Değişen bir şey yok.
ALİ AKIN: İmam Zühri’nin rivayetleri içinde elbetteki sahih hadisler var. Fakat ihtiyatla bakılmalıdır. Bu yüzden ihtiyatla bakılıyor yani. İmam Zühri diyor ki; “eğer emirin emri olmasaydı(yani Ömer Bin Abdulaziz)biz hadis yazmayı düşünmezdik”. Fakat bu demek değildir ki hadisler hiç yazılmamıştır. Hadis rivayet eden muhaddislerin evinde elbette ki yazılı bir takım notları ve hadisler vardı. Ama cemaata, halka bu hadisleri rivayet ederken kitap açap değil de ezber olarak hadisleri anlatıyorlardı. Onun için yani ondan evvel hadis yokmuydu? Hayır, Öyle bir araya getirilmiş yoktu yani. Ondan sonra İbni Şahabi Zühri’den sonra asâr kitapları yazılıyor. Âsâr kitapları, mesela İmam Malik’in El Muvatta, âsâr kitaplarından birisidir. Âsâr, sahabelerin, tabbilerin ve tebeetabiinin üç kuşak müslümanların rivayetlerini ihtiva ediyor, ona âsâr deniyor. Mekke’de İbni Cüreyc Abdulmelik El Mekkime yazmıştır,.Medine’de İmam Malik bunu yazmıştır. İmam İshak yazmıştır yani İbni İshak yazmıştır. Yemen’de Ebu Rasid yazmıştır. Bunların da ölüm tarihleri 767,İmam Malik’in 796, Yemen’deki de 770 ve Basra’da da Rabi Bin Sabih, Haffat Bin Seleme, Kufe’de de İmam Sevri ki mutlak müçtehiddir aynı zamanda. Şam’da Abdurrahman El Evzai. Bunlar birer eser kitabı yazmışlardır. Ve nihayet ondan 1 asır sonra müsned kitaplar yazılmaya başlanmıştır. Müsned demek hadisi rivayet eden sahabelerin isimlerine göre: bu sahabe kaç tane hadis rivayet etmiştir, onun hadislerinin hepsini bir arada yazıyorlardı. Fakat daha sonra müsned şu anlamda kullanılmaya başlandı: müsned demek, rivayeti Peygamberimiz’e kadar kesintisiz olarak giden hadisler için kullanılmıştır müsned. İlk başta müsned, hangi sahabe kaç tane hadis rivayet etmişse onun hadislerini bir arada, bunların kimisini de sıralarken alfabetik olarak sıralamış, kimisi de onların kıdemine göre/tarihine göre sıralamıştır. O zamanda müsned kitaplarını 827’de Abdulrezzak Hasan Ali, Musennef’i yazmıştır. 12 müsennef. İhtisas sahibi olan arkadaşlara onu da arz edelğm. Musannef, müsned arasındaki fark nedir? Musannef fıkhi konulara göre tetkik yapılmasıdır. Yani taharet bahsi, abdest, gusül, böyle fıkhi konulara göre düzenlenmişse buna musannef deniliyor ve sünen deniliyor. Öbürlerine de müsned denilyor. Musannef ile sünen arasındaki fark da şu: musannefde musned, mevkuf, makdu: bu üç tür hadis de vardır fakat sunenlerde yanlız müsned hadisler vardır. Mevkuk ve makdu hadis yoktur. Mevkuf ve makdu hadis demek yani eğer senedinden bir şey düşmüş ise ona mevkuf deniliyor. Arada kesinti varsa-bu ilim ehlini ilgilendirir-ona da makdu deniliyor. Hadis senedi için bu tasnif yapılıyor. Şimdi nihayet ve bu Musedded bin Muserre, ondan sonra Hammad Bin Seleme El Melvezi, ondan sonra Ubeydullah Bin Munse El Kufi ve Esed Bin MusaEl Umevi: bu dört zat, ilk önce müsned yazanlardır. Bunların ölüm tarihleri de 828-829 miladi olarak. Sonra şey geliyor, işte, İmam Ahmed Bin Hambel de 850’de bu musnedini yazıyor. Ahmed Bin Ahmed’i anlatan muhaddisler diyorlar ki; 1 milyon hadis ezberlemiş”. 1 milyona çıktı. Kendisi bu 1 milyon hadis içinden seçmeler yapmış ve 40 bin tanesini alıyor musnedine.
ABDULAZİZ BAYINDIR: 1 milyonda 40 bin ne yapıyor? 25’de 1. Ebu Davud da daha önce 820’de vefat etmiş. O da 40 bin hadis almış.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Burada esas mesele şu: yani Ahmed Bin Hambel’in kendisi 100 hadisten 96’sını bir kenara atma hakkına sahip ama ondan sonrakilerin öyle bir hakkı yok.
ALİ AKIN: Taberani, el-Mu’cemü’l-Kebîr’e 60 bin tane almıştır. Gelelim Kutub’ü Sitte’ye. Buhari, ben diyor 600 bin hadis topladım diyor ve içinden 4 bin hadis seçtim diyor. Buhari 870’de vefat etmiştir. Müslim de 875’te vefat etmiş,ikisi de arkadaş yani medrese arkadaşı ikisi. Ve hatta ikisi bir hocada okuyor. Hoca diyor ki birgün; “lafız rivayeti şart değil” diyor. Yani hadis rivayetinde Peygamberimiz’in kullandığı aynı kelimelerle o hadisin gelmiş olması sıhhati için şart değil diyor. Lafız, kelime değişikliği olabilir mana değişmemek şartıyla diyor. Fakat Buhari karşı çıkıyor. Hayır olmaz diyor. Kelimede de değişiklik olmamalıdır diyor. Bu mümkün deiğl diyor Buhari’ye. Çünkü hadis 100 sene şifahi gelmiştir diyor. Sözlü olarak gelmiştir diyor. Kelimelerde değişiklik olmaması mümkün değil diyor. Fakat Buhari, hocasına karşı direniyor, hayır diyor şarttır diyor. Öyle kafa tutup inat edince de hocası diyor ki; “bu lafzın şart olduğunu söyleyen, bir daha bizim meclisimize gelmesin” diyor ve onu kovuyor. Onu kovunca, Müslim de onun arkadaşı, Müslim de onun arkasından gidiyor. O da gidiyor. Müslim de 300 bin hadis topladım diyor, 300 bin hadis içinden de 4 bin hadis seçtim diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Birisi 600 bin de 4 bin, diğeri 300 bin de 4 bin. 600 binde yüzde 1’in altında oluyor. 300 binde 1.2 oluyor.
ALİ AKIN: Mâsercisi, 1300 cüz hadis yazmıştır. Muhaddisler diyor ki; bu onun kendi yazısıyladır, istinsak edenlerin yazısıyla 3000 bin cüzdür diyor onun topladığı hadisler. 3000 cüz ne demek! Kur’an 30 cüzdür. Ona göre düşünün. Yani 300 bin cüz. İbni Hatem de hem müfessir hem muhaddistir, O da 939’da vefat etmiş. O, 1000 cüz hadis toplamıştır.
Şimdi, hadis ilmi niye bu hale geldi? Nasıl uyduruldu? Bu uydurma ne zaman oldu? Ve, niçin oldu? Şimdiye kadar anlattıklarım, benim bu güne kadar yazdığım kitaplarda vardır ve diğer yazarların kitaplarında da vardır. Fakat esas olmayan bir şeyi anlatayım ileride yazmayı düşündüğümüz. Peygamberimiz devrinde rahbaniyete yani ruhbanların hayatına imrenen sahabeler olmuştur. Hatta bunların içinde Osman Bin Maz’un gibi ünlü sahabeler de vardır. Onlar da “biz, dünya nimetlerinden asgari ölçüde, hayatı idame ettirecek kadar nimetlerden faydalanacağız(ölmeyecek kadar) vakitlerimizi de hep ibadetle geçireceğiz ve gündüzlerimizi de oruçlu geçireceğiz. Ve hanımlarla da ilişkiyi keseceğiz”. Bir gün, Osman Bin Maz’un’un hanımı, Aişe validemizin yanına geliyor. Bakıyor ki çok bakımsız. “Ya bu ne halin” diyor. “Valla, Osman artık beni tamamen terk etti” diyor. O sırada Peygamberimiz de o sırada eve geliyor. Hz.Aişe validemiz diyor ki; “ya Resulallah, Osman B. Maz’un’un hanımı işte burada, bunun söylüyor”. Peygamberimiz çok hiddetleniyor mubarek. Pek az zamanda böyle hiddetlendiği vâkidir. Fakat o anda da yine çok hiddetlendiği zamanlardan biri. Çok hiddetleniyor ve çabuk diyor Osman’ı bana çağırın. Osman’ı çağırıyorlar. Diyor; “Osman bu ne? Senin hanımının anlattıkları ne!”. “Ya Resulallah, ben ve bir gurup sahabeler düşündük ki hıristiyan rahipleri” ruhbaniyet diyorlar da o da yanlıştır. Kur’an’ın zaptı rahbaniyettir, Peygamberimiz’in hadisinde “rahbaniyet” diyor. Ruhbaniyet değil yani. Diyor ki; “biz düşündük ki bu hıristiyan rahiplerinden daha çok bu hayata layıkız. Onlar bunu yapıyorsa biz niye yapmayalım”. Diyor; “ben size böyle bir din mi tebliği ettim? Çabuk evine gideceksin, (af buyurun hanımlar da burada ama söylemek zorundayım) ve hanımınla ilişkiye gireceksin”. “Ya Resulullah, ben orucum”, “bozacaksın orucunu” diyor. Tabi ramazan orucu değil. Resulullah’ın hayatında bir daha kimse bu rahbaniyet hayatına tevessül etme cesaretini göstermedi. Sahabeler devrinde de.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Buhari’de Vakkas’ın çok güzel bir sözü var. Diyor ki; “Osman B. Maz’un’un kadınlardan kesilip evlenmeden çekinmesini Resulullah reddetti” diyor. “Eğer Resulullah Onun kadınlardan çekinmesine izin verseydi muhakkak biz hadımlaşırdık”. İkinci adım o.
ALİ AKIN: Son sahabe de bilindiği üzere Enes Bin Malik’tir ve 713 yılında vefat etmiştir. Artık sahabe devri bitmiştir. Birinci kuşak müslümanlardan kimse kalmamıştır 713 yılında. Ondan sonra tabiin geliyor. Tabiin de ikinci kuşak müslümanlardır. Bu tabbiilerin ünlülerinden birisi de Hasan Basri’dir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Aslen Arap değildir kendisi?
ALİ AKIN: Hasan Basri arap değil. Onun ebeveyni annesi-babası Meysen esirlerindendir. Anne-baba zerdüştür. Güney Irak’taki Meysen zabtedilince oranın esirlerindendir anne-baba. Kendisi de Medine’de doğmuştur. Gençliği ümmul kura da geçmiştir, orada büyümüştür. Büyüyünce de sonra Basra’ya yerleşmiştir. Onun için Basri deniliyor. Ümlül Kura, Medine’ye yakın bir yer. Bir kasaba. Bu zat, tasavvuf işte bu zata dayanır. Rahbaniyet hayatı yani rahbaniyet dediğimiz, bu tasavvufi hayat ve tasavvuf bu zata dayanıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Dünyadan el-etek çekmek diyelimyani.
ALİ AKIN: Zaten bütün tasavvuf tarikat ehlinin altın şecere dedikleri şecerelere bakarsanız hepsi Hasan Basri’ye çıkıyor zaten. Bu Hasan Basri, malesef Emevi hükümdarlarıyla çok uyumlu.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Çok güzel bir şey söylediniz. Anlatmak istedikleri çok olduğu için bazı şeyler kaçıyor. Mesela Kudüs’ün dini merkez olması çalışması basit bir olay değil. Orayı hac merkezi haline getirmişlerdir. Yakubi tarihinde var.
ALİ AKIN: Abdullah Bin Zübeyr’in elinde olduğu için Mekke, gidenler Onun telkinleri etkisinde kalırlar diye hacıları göndermemişler. Hacca göndermiyorlar çünkü oraya giderlerse onların fikrini falan şey ederler, onun yerine ne yapacaksınız, Kudüs’ü ziyaret edin.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İşte orada El Mescidil Aksa diye bir bina, halbuki öyle bir bina yok.
ALİ AKIN: Abdulmelik yapıyor. Kubbetul Sahra’yı da o yapıyor. Ve Mescidi Aksa’yı da o yapıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Resulullah zamanında varmış gibi kapısından penceresinden.. Kapısına burak bağlıyorlar, nasıl bir şey ise burak!
ALİ AKIN: Öyle anlatıyorlar ki, sanki Amerika filimleri var ya haşa kovboylar atını bağlıyor, peygamberler diyor gelenler atını şeye bağladılar diyor. Sanki her peygamber at ile gelmişti ki atlarını bağlamışlardır gelenler. Bu ruhani bir huzurdur, ruhu uçarak gelmiştir! Yok böyle bir olay. Olsa da yani burakı niye oraya bağlasın? Demek ki kaçacak!
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mekke’den Kudüs’e gelişi konusunda hiç kimse itiraz etmiyor, ondan sonrasına itiraz ediyor.
ALİ AKIN: Hasan Basri malesef o şeylerle de çok uyumlu çalışıyor. Hasan Basri, Ziyad Bin Harisi’nin katibi olarak Sicistan. Sicistan bölümüne baksınlar orada vardır. Hasan Basri, Sicistan. Belazuri, Fütuhu’l-büldan. Sicistan fethinde Rabii Bin Ziyadul Harisi’nin katibidir. Orada Rabii Ziyad Bin Harisi, Emevi hükümdar. 2 buçuk sene orada kalıyor fakat 40 bin köle alıyor. Fakat köle alması islama göre değil. Yani islamiyette köle müessesesi var diyenlere göre de Onun şeysi yani kaldı ki yok. Onların şeysine de uymuyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Doğru kabul etsek bile savaşta olması lazım
ALİ AKIN: Savaş esiri olması şarttır yani köle. Bu savaş esiri değil? Onlarla pazarlık yapıyor. Pazarlık yaparken de İbnul Haris öyle şey insan ki “cesetleri getirin” diyor, cesetlerin üstüne oturuyor, “biraz ceset arkama koyun” diyor onlara yaslanıyor ve gelen kabile reislerini öyle kabul ediyor. Onlar da dehşete kapılıyor tabi o korkunç manzara karşısında.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bize de yaslanır diye korkuyorlar.
ALİ AKIN: Ve Hasan Basri, malesef, demiyor ki yani sen şimdi onlara diyorsun ki yılda şu kadar genç kız vereceksin, istiyorsun. Savaş esiri olmasa nasıl köle oluyor bunlar?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Milletten vergi alır gibi yıllık şu kadar kızı köle olarak vereceksiniz diyor. Sanki koyun gibi keçi gibi bir şey.
ALİ AKIN: Aynen öyle. E Şimdi, Hasan Basri malesef böyle. Hasan Basri’nin bir talebesi vardır, işte hadis ilmini tahrif edenlerin hocası O: Farked Es Sebahi. Farked Es Sebahi aslında Sabii kökenlidir. Sabiidir, sonra gelip müslüman olmuş. Hasan Basri’nin talebesi olmuş. Farked EsSebahi, hadis uydurmakla meşhur. Nasıl hadisler uyduruyor? Farked EsSebahi ilk önce beyaz yün hırka giyen kişidir. Hıristiyan rahipleri beyaz yün hırka giyiyorlardı. Onları taklit ediyor, O da beyaz yünden yapılmış hırka giyiyor. Onu ayıplıyorlar. Diyorlar ki; “hıristiyan rahiplerin hırkasını niye taklit ediyorsun?”. Başlıyor onun fazileti hakkında hadis rivayet ediyor hadis uyduruyor. “Bu sünnettir” diyor. Ondan sonra rahbaniyet hayatını, ruhbanlık hayatını teşvik eden dünya kadar hadis uyduruyor. Onunla başlıyor bu tasavvuf. Yani şimdi deniliyor ki Suudi Arabistan’da tarikat yoktur, İran’da yoktur. Tarikat yok da, ben diyorum ki tasavvufçularun uydurdukları hadislerle onlar da amel ediyor. Ahmed Bin Hambel’in hadisleriyle amel etmiyorlar ki. O tasavvufçuların başı da kimdir? Farked EsSabahi’dir. Yani rahbaniyet hayatı. Uydurdukları hadislerin türleri nedir? Dünya hayatından asgari ölçüde ancak faydalanabilirsin. İbadetlerin fazileti hakkında çok hadis uydurmuştur bu EsSebahi. Şu nafilenin şu kadar fazileti var, şu nafilenin şu kadar fazileti var, bu oruç tutmanın şu kadar fazileti var ve surelerin fazileti ile ilgili o hadislerin tamamı mevzudur, uydurma hadislerdir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hacca gittin mi sıfırlıyorsun moturu.
ALİ AKIN: İşte odur. Kur’an’dan sonra en sahih kitap Buharidir derler, ama Buhari’de bu hadisler var. Namaz bahsine bakın, günlük 5 vakit namaz bir günde işlenen bütün günahlara kefarettir denir. Yani 5 vakit namaz, günlük günahlara kefarettir diyor. Buhari’de namaz vaktine bakın. Ondan sonra cuma bahsine bakın. Cuma namazı da haftalık günahlara kefarettir. Oruç bahsine bakın, oruç da bütün camilerde zaten anlatılıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Teravih kılanda zaten hiç bir şey kalmıyor.
ALİ AKIN: “Ramazan orucunu tutan ve gecesini ihya eden”, gecenin ihyası nedir? Teravih namazını kılmaktır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Olmayan bir namazı kıldın mı hiç bir şey kalmıyor. Onun için biliyorsunuz adam 5 vakit namazı kılmaz ama teravihe koşar. O da bakar, hangi camide daha hızlı kıldırıyorsa ona.
ALİ AKIN: Cuma namazına geliyorlar. Günlük olarak yapmayayım da haftalık. Ve gelenlere de camilerde 3 İhlas okunuyor. Niye 3 İhlas okunuyor namazda? Çünkü uydurulan o hadisler diyor ki; “İhlas, hatmin üçte birine bedeldir”. Kur’an’ın tamamının 3’te 1’i. 3 İhlas okursan hatim etmiş gibi olursun. Onun için hala camilerde namazdan önce 3 İhlas oku. Bunun aslı nedir? Budur işte. Yani sanki Kur’an’ın hepsini hatmetmiş gibi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ben talebeyken Erzurum’dan gelirdim şubat tatillerinde, ramazana rastlardı. Vaaz ederdim ramazanda Kartal müftülüğü verirdi. Pendik’te bir kere vaaz ediyordum teravihten önce. Her akşam imam, hatim duası okuyordu. “Ya bunları nasıl okuyorsun?”, “üç İhlas bir hatim değil mi?”. “Orada zaten 3 İhlas okuyorum, hatim oluyor” diyor.
ALİ AKIN: Hatta köşe başlarında bekliyorlar, halka “satılık hatim var”, “hazır hatim var” diyor. Bu şekilde gördük çocukluğumuzda yani. Bunlar böyle. Mesela Buhari’de dahası var. Dualar bahsine bakın Buhari’de. Niçin Buhari diyorum? Çünkü..
ABDULAZİZ BAYINDIR: En güvenilir.
ALİ AKIN: Bizim bir hoca vardı Allah taksiratını affeylesin. Bunları kendisine anlatınca, “Buhari’ye itiraz edersen haşa imanın tartışılır”. “Ya Hoca, sen hadis ilmini bilmiyorsun, bak bu böyle. Peygamber böyle bir şey söyler mi”. Dualar bahsinde diyor ki; “subhanallahi ve bi hamdi” “yüz kere subhanallahi ve bi hamdi diyen bir insan, günahları deniz köpükleri kadar da olsa yine de bağışlanır” diyor. Buhari almıştır? Almışsa almış, bana ne! Yani Buhari niye almıştır bunları? Başka da var. Cenazelerde “nasıl bilirsiniz” diyor, “iyi biliriz”. O nereden kalmıştır? O da Buhari diyor ki cenaze bahsinde hadis Hz.Ömer’den rivayet ediliyor sözde. Hz.Ömer; “Peygamber dedi ki; cenazenin arkasından iki kişi onun iyi bir insan olduğuna şahitlik yaparsa Allah Onu da bağışlar”. Onun için, ne yaparsa yapsın, iki şahit mutlaka zaten..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bizim bir arkadaş anlatıyordu ben müftülükte çalışırken, diyor ki; “bir hatime gittik” diyor, yaşıyor şimdi hayatta. “Bir hatime gittik” diyor bakıyor ki ev çok zengin bir ev. Ekip başı arkadaş başladı ölen adamı anlatmaya. Onlar da etrafta oturuyorlar ya, birisi demiş ki; “rahmetli böylemiydi? Allah Allah! Bu böyleydi de biz niye bilmiyoruz?”. Diyor ki; “çıktık dışarıya baktık zarfta istediğimiz para yok. Az para koymuşlar”. O zaman tabi caddeler aydınlık değil, otobüs durağında bakmışlar. Diyor ki; “bu defa başladı cehennemde koyacak yer aramaya adamı”. Bir de rahmetli Sadrettin Hoca bir gün, biliyorsunuz bazı yerlerde hala var bir fetva vermiş. Hatırlarsınız o günleri 80’li yılların başıydı. “Türkiye’de cuma namazı kılınmaz”. Telefon açtım dedim; “ya Hocam, bu fetvayı siz mi verdiniz?”. “Evet” dedi. “Hanefi mezhebine göre Türkiye’de cuma namazı kılınmaz”. “Sen kılıyormusun?” dedim, “ben kılıyorum, ben Şafiyim” dedi. Dedim ki; “Hocam, ahirette C.Hakk ikimizi de huzuruna çağıracak. Bana diyecek ki Abdulaziz sen cumayı kıldın hadi cehenneme, Türkiye’de kılınmazdı. Sen de cennete: öyle mi diyecek? Ne biçim fetvadır”. Aslında mantık aynı mantık, değişen bir şey yok.
ALİ AKIN: Malesef. O zat anlatıyor, dedi ki; “sen nasıl Buhari’ye ve Müslim’e”. “Ya Hocam, Peygamber bunları söylememiştir.”. “Yok, söylemiştir”. “Peki o zaman ben sana tarihen ıspat edeyim ki tarihi kronolojiye uymayan hadisleri ben sana göstereyim. Müslim diyor ki; Ebu Sufyan’ın fazileti”. Başlık öyle. Ebu Sufyan’ın faziletine bir bölüm ayırmıştır. Diyor ki; “Mekke fethinden sonra Ebu Sufyan Peygamberimiz’e dedi ki; “ya Resullallah, benim geçmişte yaptıklarımdan dolayı kimse benimle oturup konuşmak istemiyor, bu soğukluğu gidermek için üç teklifim var sana Ya Resulallah” diyor. Birincisi şu: Kızım Ümmü Habibe diyor, arap kızlarının en güzellerindendir. Onu seninle evlendirmek istiyorum diyor. Peygamberimiz de “peki kabul ettim” diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu, Mekke’de olmuş öyle mi?
ALİ AKIN: Devam et dedi, peki dedim. Şimdi dedim bütün siyer kitaplarına, tarih kitaplarına bakın eğer bir tane bulursan benim söylediklerime muhalif, ben, hepsinden vazgeçiyorum. Hepsinin ittifakla kaydettiği şudur: Ummu Habibe’nin ilk kocası Ubeydullah Bin Caşh’dır. Ve bunlar Habeşistan’a birlikte gitmişlerdir. Habeşistan’da Ubeydullah Bin Caşh, islamdan dönmüştür hıristiyan olmuştur. Ve O, orada dul kalmıştır. Babasının yanına da dönemez babası zaten Mekke müşriklerinin baş kumandanı Ebu Sufyan. Peygamberimiz, Amr Bin Ümeyyetud Damri ile mektup göndermiş ve mektupta gıyaben onun nikahını bırakıyor. Amr Bin Ümeyyetüd Damri ile mektubu göndermiş ve Habeşistan’da Ummu Habibe nikahı kıyılmış Peygamberimize. Ve Habeşistan muhacirleri döndüklerinde Hayber sırasında dönmüşlerdir. Hayber fethi de peygamberliğin 7.yılında olmuştur. O muhacirler dönmüştür. O tarihten itibaren Hz.Ummu Habibe Peygamberi’in zevcesidir. Hatta Ebu Sufyan, müşriklerle yapılan anlaşmayı yenilemek için geldiğinde kızının evine gidiyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Müslümanlar, Hevazin ile anlaşmalı. Onlar, Hevazin’den birini öldürüyorlar. Dolayısıyla anlaşmayı bozuyorlar. Hudeybiye’yi bozmuş oluyorlar. Ebu Sufyan da anlaşmayı yenilemek için Medine’ye geliyor, Medine’de de kızının evinde kalıyor.
ALİ AKIN: Kızının evine gidince, Peygamberin bir minderi vardır o mindere oturuyor. Ummu Habibe o minderi altından çekiyor, “o mindere oturamazsın baba diyor. “Kızım, ben senin baban değilmiyim” diyor. “Sen benim babamsın ama sen müşriksin, innemel müşrikine necesun: müşrikler necistir” diyor. Müşrikler pistir diyor. Sen Resulullah’ın minderine oturamazsın diyor. Minderi altından çekiyor. Bütün bunlar siyer kitaplarında, tarih kitaplarında var iken, sen nasıl Mekke fethinden sonra Ummu Habibe Peygamberimiz ile evlenmiştir diyebilirsin? Müslim diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sizi tasdik etmiş oldu. Hemen Abdurahman Hoca Sahih-i Müslim’den buldu. Ebu Sufyan Resulullah’a demiş ki; “benim kızım arapların en güzelidir, görüntüsü gayet güzel bir kızdır. Ben Onu seninle evlendireyim”. Mekke’nin fethinden sonra söylüyor. Halbuki böyle bir şeyin mümkün olması mümkün değil.
ALİ AKIN: Dedi ki; “ben tarih kitaplarına bakayım”. Bu arada Hizbullahçılar bir dergi çıkarıyor, benim aleyhime de bir yazı veriyor. Ali Akın azgındır diyor, O diyor herkese itiraz ediyor, bilmem ne, bilmem ne, ağır ağır şeyler. Ondan sonra da bunu kendisine anlatınca dedi ki ben araştırayım. Araştırmış. Baktım ki ikinci bir yazı. Dediler ki senin aleyhinde bir yazı daha var. Nerede? O aynı dergide. Baktım. Diyor ki; “ben bütün siyer kitapkarına baktım, hepsi Ali Akın gibi yazıyor. Başja türlü yazan yoktur. Ama Müslim başka türlü yazıyor. Müslim’in yanlış yazması mümkün değil. Onun için ben şahane bir yorum buldum” diyor. Yorum şu: diyeceğiz ki, Ali Akın’ın iddia ettiği gibi , evet, siyer kitaplarında yazdığı gibi Mekke fethinden önce evlenmiştir Ummu Habibe Peygamberimiz ile fakat Mekke fethinden sonra nikahını yenilemiş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ne güzel yorummuş. İstersen ben de kısaca anlatayım hatıramı az önce dediğim konuda.
ALİ AKIN: Bunu da arz edeyim. Ben telefon açtım dedim ki; “Allah’tan korkmazmısınız? Siz, Müslim’e söz gelmesin diye Peygamber’i ne duruma düşürüyorsunuz farkındamısınız? Sen fıkıh biliyormusun? Nikahı yenilemek hangi hallerde lazım geliyor? Efrazı küfür, ef’ali küfür. Küfür kelimesi ve küfür sözleri bir kimseden sadır olursa nikahını yenilemesi gerekir. Peki Peygamberimiz’den küfür kelimeleri, küfür fiilleri sadır olması mümkün mü ya” dedim. “Siz Müslim’e hata yaptırmıyorsunuz ama Peygamber’i ne hale düşürüyorsunuz” dedim.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tabi bu fıkıhtaki durum. Ben o zaman Sadrettin Hoca’ya; “böyle fetva olur mu? Ortalığı karma karışık yapmışlar cuma namazı kılınmaz diye”. Bir de medya da bu tür şeylere çok önem veriyor. Bugün de öyle. Bugün de görüyorsunuz-biraz sonra göreceğiz-kim ne kadar hurafeci ise medya onları tepelere çıkarıyor. Orada dedim ki bu olmaz. Dedi ki; “o zaman toplantı yap, ben gelip açıklayayım” dedi. Ben de Türkiye çapında toplantı düzenledim hemen kısa bir sürede. Ankara’da bunu gazetede yazan birisi vardı, onu da çağırdım. Toplantı oldu. Sadrettin Hoca ile Ankara’da gazeteye yazan kişi gelmedi. Toplantı yapıldı, cuma namazı kılınmanası diye bir şey hiç bir mezhepte mümkün değil. Tabiki kılınır. Bir tek Hanefi mezhebine göre, orada da kılınmaması mümkün değil mezhebin açık hükmüne göre. Toplantıya yazılı davet gönderdim, telefon ettim gelmedi rahmetli Sadrettin Hoca. Toplantı bitti baktım ki bir tane risale yazmış göndermiş bana. Arapça olarak da yazmış. Diyor ki; “Türkiye’de cuma namazı kılıkması konusunda insanlar iki guruba ayrılır. Birisi fırka-i naciyedir ki Hanefi mezhebine göre kılınması caiz değildir diyor, biri fırka-i dâlledir ki kılınması caizdir diyor”. Attım böyle, “bu ne biçim birşeydir” dedim. Namaz kılacağım sapık olacağım, kılmayan doğru yolda olacak ve de ölçü de Hanefi mezhebi olacak. Ya kardeşim sen madem biliyordun, bak, Hanefi mezhebinim bütün görüşüne göre bütün ulemayı toplamışız, onda da mümkün değil. Niye gelmiyorsun? Ama işte hep olaylar böyle oluyor. Hepiniz de bilirsiniz, hala cuma namazı kılınır mı kılınmaz mı tartışmaları var Türkiye’de.
ALİ AKIN: Evet. Malesef öyle. Muhammed Hamidullah gelmişti ziyaretime. Sen kesinlikle kafirsin diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Muhammed Hamidullah’a diyor?
ALİ AKIN: Evet. O da diyor ki; “ben fikrimi söylüyorum”, “yok ben seni konuşturmayacağım, inne leke kafir: sen kafirsin”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Halbuki Muhammed Hamidullah bizim dersimize girdi, o kadar beraberliğimiz olmuştur ve öyle nezih bir adamdır ki günde öğlende biraz pilav yer, başka da bir şey yemez. Biz bir mezuniyet albümü yaptık, “Hocam senden bir fotoğraf alalım”, kesinlikle kabul etmiyor. Ben de dedim ki üniversiteye girerken mecburen bir şey veriyorlar ya, gittim üniversitedeki şeyinden aldım. Evrakındaki vesikalık fotoğrafı aldım, onu koydum şeye. Son derece muttaki, gerçekten çok değerli bir insandı Allah rahmet eylesin.
ALİ AKIN: İşte bu hadisler bugün bizim hadis külliyatı içinde bulunan hadislerle amel eden bir toplumun ahlak sahibi olması mümkün değildir. İslam dünyası onun için baştan başa ahlaken de çok düşük bir seviyededir. Yani nerede yalan,.dolan, sahtekarlık var ise islam dünyasında.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Diyor ki adam; “istediğim kadar rüşvet alırım, giderim hacca sıfırlar gelirim”.
ALİ AKIN: Çünkü bu hadisler, Aleviler onları desteklemişler. O tasavvufçuları. Niçin? Onlar hakkında da şöyle hadisler uydurmuşlar. “Sallu halfe kulli barrın ve facır. Ve cahidu ma kulli barri ma facır” yani ahlaklı olsun ahlaksız olsun her imamın arkasında namaz kılın. Ve kumandan ister salih olsun ister fasık olsun o kumandanın emrinde savaşa gidin, onun emrinde savaşın. Böyle olunca, bizim fakihler de “biz de kadıyız, onlar için varsa bizim için niye yok?”. Açın Hidaye’yi bakın. Kada bahsinde. Bizim asırlar boyu islam itikadı olarak okutulan Ömer Nesefi ve onun şerhi Taftazani Şerhul Akaid ne diyor? Diyor ki; “velayen acilul imamu bi fıski vel cevri: devlet yöneticisi ne kadar ahlaksız olursa olsun, ne kadar gaddar, zalim olursa olsun görevden alınmaz”. Yani milletin başında boza pişirsin fakat kimse dokunamasın. Bir din düşünün ki zora pirim veriyor. Bu nasıl bir din? Kadılar da demişler ki bize de teşvi edeceksiniz, kadı rüşvet de alsa, ahlaksızlık da yapsa görevden alınmaz. Bu da fıkıh kitaplarında var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Cemal okusun o ibareyi.
CEMAL HOCA: Şerhi Hidaye. Vel kanel Kadıya adlen fe feseka bi ahver rüşveti la ma azil ve la yestehakkul azil.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Diyor ki; adam çok güvenilirmiş, sonra yoldan çıkmış rüşvet almış: görevden alınmaz diyor. Bak şimdi biz Ali Hoca ile tanışalı belki 25 sene vardır. Belki de daha fazla. Belki 30’dan da fazladır. Hatırlar benim oturduğum odayı. İstanbul Müftülüğü’nde mahkeme arşivlerinin olduğu oda. Benim tam arkamda Osmanlı’dan kalma bir levha vardı. Orada şöyle yazıyor: “kim bana itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur, kim benim emirime yani görev verdiğim kişiye itaat ederse bana itaat etmiş olur, kim bana isyan ederse Allah’a isyan etmiş olur, kim emirime isyan ederse bana isyan etmiş olur”, ne olur sonuçta: emirime isyan eden Allah’a isyan etmiş olur. Dolayısıyla emir/yetkili, Allah’ın yerine konmuştur. Sonradan baktım ki bu, Buhari hadisiymiş. Halbuki bak “etaani”. Kur’an’da resule itaat ile ilgili ayetlerdeki resul kelimesini kaldırıyorlar. Halbuki resul, kendi sözünü söylediği zaman resul olmaz. “Ve ma alel resuli ilel belağ” Allah’ın sözünü söylerse resuldür. Tabi ki Allah’ın sözüne itaat şarttır. Ama mesele nebi olduğu zaman o denetlenir. Onun için kadınlardan beyat alınırken Mumtahine suresinde “ve la yâsıneke fi mâruf”, “ya eyyuhennebiyyu” diye nebi ile başladığı zaman marufta sana isyan etmesinler diyor. Sen de yanlış yapabilirsin nebi olarak. Çünkü bir insansın, görüş ortaya koyarsın. Şimdi bunların hepsi yok. Artık nebi-resul kelimeleri de kaldırılmış. İkisi de yok, “kim bana itaat ederse”ye dönüştürülmüş. Ondan sonra da devlet başkanı Allah yerine konmuştur. Biliyorsunuz Osmanlılar’da ne derler şeye: zıllullahi fil ard. Osmanlı devletine ne derlerdi: devleti müddet. Ebedilik kimindir? Allah’a aittir. Allah’ın gölgesi olur mu yeryüzünde? Haşa. Ondan sonra da ne yaptılar? İşaretle adamlar öldürülüyor. İslam ansiklopedisini açın görürsünüz: ases, gece bekçisi. Onlardan bir tanesi, gece bekçiliği sırasında 4000 kişiyi öldürdüğü için övünüyor. Yargısız bunlar. Yargısız infaz. Bırakın şimdi hakimin adil mi zalim mi olduğunu. Dolayısıyla bu din ne hale gelmiş. Bir de kader meselesi var. İstersen ondan da bahset.
ALİ AKIN: Kaderi de: onu da ben geçen gün okumuştum yani. Hasan Basri’ye diyorlar ki; “şöyle şöyle fiilleri vardır bu Haccac’ı Zalim’in, niye karşı çıkmayalım? Buna karşı bir hareket başlatalım”. Diyor ki; “hayır. Eğer bu Allah’ın size cezası ise siz kılıçlarınız ile Allah’ın cezasını kaldıramazsınız. Yok, size Allah’ın verdiği musibet ise, zaten o musibete sabretmekten başka çare yoktur” diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Az önce okuduğum hadisin sonunda da böyle bir şey var. “Eğer günah işlerse kendinedir, sen ona itaat edeceksin” diyor. Buhari hadisinde var. Devlet başkanı bunlar, kendi başarısızlıklarını Allah’a fatura etmek için kaderi uyduruyorlar. Ve vatandaşı da susturacaklar.
ALİ AKIN: Nisa 136’yı okuyun biriniz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Hiç bir ayette kader diye bir şey yok. Kadere iman diye bir şey yok.
ALİ AKIN: Fakat malesef bu kaderciliği işte nasıl şey edecekler: diyor ki Emeviler; “Allah’ın kaderini mi değiştireceksiniz. İşte Allah’ın kaderi gelmiş sizin başınıza” diyor ve her türlü şeyi de yapıyor. Yanlız bunlardan müstesna olarak Ömer Bin Abdulaziz. O da iktidara gelince zavallı diyor ki; “siz bu verimli araziyi nasıl elde ettiniz. İstimlakın meşruiyetini bana ıspat edin” diyor, hiç birisi meşru yoldan istimlak ettiğini ispat edemiyor. Bütün o verimli arazileri alıyor onların elinden, devletleştiriyor o arazileri. Emeviler de ne yapıyor, iki buçuk sene şeyde kalıyor zehirliyorlar zavallıyı, ondan sonra da yine eski şeylerini..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Gerçekten, bu haldeki bir islam alemi sadece sömürülür. Başka hiç bir şey olmaz, biz de onu görüyoruz zaten.
ALİ AKIN: Bütün islam dünyası bugün bu camilerde anlatılan din, irşad, okullarda anlatılan bu tasavvufi islam ile, tarikat islamı ile bir toplumun bir yere gitmesi mümkün değildir. Islah olması mümkün değildir. Siz zaten peşinen teminat veriyorsunuz diyorsunuz ki; şeyh diyor ki siz benim teminatım altındasınız, ne yaparsanız yapın diyor ben size şefaat edeceğim diyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onun da bir arka planı var. Arka planını anlatmazan olmaz. Önce Resulullah’a bir hadis söylettiriyorlar.
ALİ AKIN: Ben diyorum ki; tarikatı ayırıyorum. Hasan Basri dedik ya. İkinci talebesi de Habibi Acemi’dir. Habibi Acemi, o tarikatların kurucusu. Bu Ferkad EsSebahi de: o da hadisleri tahrif etmiştir. Mesela camilerde islam dünyasında, Suudi Arabistan’da da diyelim ki İran’da da din olarsk, islam olarak anlatılan hadisler, o Ferkad EsSebahi’nin uydurduğu hadislerdir. Suudi Arabistan’da da anlatılan budur. İbni Teymiye’de odur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İbni Teymiye’nin çok küçük farklı görüşleri var.
ALİ AKIN: Tarikata karşı fakat tasavvufçuların uydurdukları hadislere O da evet diyor. Suudi Arabaistan’da da namazların fazileti, ibadetlerin fazileti hepsi anlatılmıyor mu? Buhari okutulmuyor mu? Buhari’nin aldığı hadislerin çoğu nedir? Ferkad EsSebahi’den sonra gelen tabiilerden bir gurup, bir cemaat oluştu. Bu cemaata zulhat deniliyor. Ondan sonra tevvabin deniliyor, bekkaun deniliyor. Bekkaun yani ağlayarak konuştukları için çok ağlıyor yani. Bunlar türedi, bir cemaat türedi. Bu tasavvufçuların, tarikatçıların hayatını teşvik için hadisler anlatıyorlardı. Fethullah Gülen de ağlıyor ya, onun için ağlamak o günden kalmıştır. Yani bekkaun: çok ağlayanlar yani. Bu ne olmuştur? İslam dünyası bu şekilde mümkün değil, dini de dünyası da harabtır. Ahlaken de geridir. Çünkü bir müeyyide bırakmıyorsunuz, Allah korkusu kalmıyor, azab korkusu kalmıyor. O kadar teminat veriyorsunuz ki. Bir tanesi Cübbeli Ahmed Hoca. Çıkıyor televizyonda konuşuyor, diyor ki; “tarikatın Halidi kolundan bir kimse, etrafında kim var ise doğuda, batıda herkese şefaat eder” diyor. Mezarlıkta ne kadar o tarikat ehli varsa tamamı teminat altındadır. Şimdi diyeceksiniz ki; “sen bir yazar, fikir adamısın, niye onu konu ediyorsun?”. Niye etmiyeyim ki? Cumhurbaşkanımız gelip onları ziyaret ediyor ya! Diyanet İşleri Başkanımız gelip onları ziyaret ediyor. İnternette vardır. Geldi onları ziyaret ediyor, “yol, sizin yolunuzdur” diyor. Be hay gafiller, be hey cahiller, yol nasıl onun yolu oluyor? Adam diyor ki; “Kasımpaşalı Şevket Efendi’ye Allah demiş ki; “siz Cübbeli Ahmed Hoca’yı üzmüşsünüz haksız yere”. Bunu kim söylüyor? Allah! Kime? Kasımpaşalı Şevket Efediye! Bunların hepsi internette yok mu? Kendi seslerinden. İnkar edilebilir mi? Kasımpaşalı Şevket Efendi’ye demiş ki; “Cübbeli Ahmed Hoca’yı üzmüşsünüz. Onun hakkındaki dedikoduların aslı astarı yoktur, eski itibarını yine Ona iade edin”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ya bir dakika, sen çok gerisin! En son rivayetler var!Onlar eskidi. Geçen seneki rivayetlerle niye uğraşıyorsun!
ALİ AKIN: Diyor ki; “bizim ihvandan şöyle görmüşler: Allah onlara demiş ki; “ete, kemiğe büründüm Mahmud diye göründüm”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Daha da ilerisi var.
ALİ AKIN: “Ete, kemiğe büründüm Mahmud diye göründüm”: Allah diyor ki; “İsa için bunu söyleyenler kafirdir” diyor. “Le kad keferellezine kalu innallahe mesihu meryem” Maide 17 ve 72. Yani Hz.İsa o kadar yani yaratılışı ayrı bir yaratılıştır: babasız yaratılmış, şu, bu… Kur’an bunun fazileti hakkında neler neler var, yine de diyor Onun hakkında bile deseniz ki “Allah ete kemiğe büründü ve İsa diye insanlara göründü”..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten öyle diyor hıristiyanlar.
ALİ AKIN: “Tecessüm etti”. Tecessüm nedir? Ete kemiğe büründü. Yani insanlara Hz.İsa şeklinde göründü. Meleklere melekut aleminde Cebrail şeklinde göründü Allah, insanlık aleminde de Hz.İsa şeklinde göründü. Hıristiyanların söylediği bu değil mi? Siz de diyorsunuz ki “Mahmud Efendi şeklinde göründü”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: En son rivayeti okuyacağım. Tarihi ne zaman? Dün mü olmuş bu olay? TRT’de. Diyor ki; “TRT’nin vuslat yıldönümünde-Mevlana’nın vuslat yıldönümünde-mevlevi ayininde sunuculuk ve yorumculuk yapan Ömer Tuğrul İnançer, katıldığı bir televizyon programında” bu televizyon ptogramı yeni. TRT’de değil mi? TRT’de. Yeni ise TRT’de. TRT’de çalışıyor Pelin Çift. Demiş ki; “halife mustahlef gibi olmalıdır”. Şimdi insanı halife yapıyorlar ya, Allah’ın halifesidir diyorlar ya. Allah gibi olmalıdır demiş. “İnsan da Allah’ın halifesi olduğuna göre bizim Allah olmamız lazım” demiş. Bu en son. Be bunu TRT’de söylüyor. Bir kaç senedir nerede bir hurafeci varsa, nerede söylediği söz insanları dinden imandan ediyorsa baştâcı ediliyor. Allah’a ortak koşanlarla kol kola giriliyor, kendileriyle ortak koşanlarla mücadele etmeye çalışıyorlar.
ALİ AKIN: Ben tarihi de iyi biliyorum, islam tarihini 7 sefer yazdım.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “İnsan, Allah olmalıdır” diyen var mı?
ALİ AKIN: Ne tarihte ne de hayatımda bu yıllarda yani böyle hurafenin ve şirkin din anlatıldığı bir şey görmedim. Bilmiyorum.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Öyle bir şey ki, bizim herhangi bir şekilde televizyona çıktığımız duyulursa, davet edenleri görevden alıyorlar. Zaten camide namaz kıldırmamızı da yasakladılar. Geçende caminin bahçesinde dolaşıyorum, cami görevlisi ile birden bire karşılaştık. Adam kafayı eydi, selam verdim “aleykum selam”.
ALİ AKIN: Emir veriyor, Peygamberimiz’in karikatürünü çizen Fransa’daki o dergiyi yayınlayan aynı zamanda onun bir şeysi de Almanya’da vardır. O da aynı şeyleri yayınlıyor. Bizim Diyanet İşleri başkanı da emir veriyor gidin diyor o derginin kapısında bizim imamlar nöbet beklesinler ki onlara bir zarar gelmesin. Bu ne gaflet, bu ne sapkınlık. Bu, küfrün ta kendisidir. Eğer birisi Peygamberimiz ile alay ediyorsa ve birisi de gidip de “kimse ona dokunamaz, ona gelecek zarar bana gelsin, benim camim ona feda” derse ne olur? Küfrün ta kendisi olur. Siz nasıl böyle gaflete düşersiniz. Deyin ki “bizim bir hareketimiz olmaz”. Ama gidip ona siper olmak, onun vekilliğini yapmak, onun kapısında imamların beklemesi: bu nasıl bir gaflet. Ve ondan dolayıdır ki bakınız topluma bütün kanallar tasavvuf ve tarikatı anlatıyor bütün kanallar. Ve ne oluyor şimdi? Gele gele biz nereye geldik. Devletin resmi istatistikleri diyor ki; “suç oranı yüzde 300 artmıştır”. Sizin irşadınız bu toplumu hiç bir yere götürmediği gibi yerinde de saymamıştır. Yüzde 300 geri gitmiştir. Her sene karşılıksız çekler yüzde 49 artıyor her sene ve yine devletin resmi istatistikleri, ilgili makamların gıda maddelerini imal eden 400 bin firma vardır. Bunların ancak yüzde 10’u kayıtlıdır. Yüzde 90’ı kayıtsızdır. Ve bunlar insan sağlığına zararlı zehir gibi zararlı olan maddeler katıyorlar gıda maddelerine. Bu toplum hep geri gidiyor yahu. Biz anlatıyoruz da bizim sözümüzü dinlemiyorlar. Ben, Diyanet müşaviriyken bizim Din İşleri Yüksek Kurulu üyelerine dedim ki rakamlarla; “bu toplum daha geri gidiyor”. Dediler ki; “biz anlatıyoruz, bizim ne suçumuz var”. Ya siz anlatıyorsunuz, Allah diyor ki; ZARİYAT, 55.. Ayet: “Ve zekkir fe innez zikra tenfeul mu’minin: siz öğüt verin, mutlaka fayda verir” diyor Allah, mutlaka kesinlikle fayda verir. Ee sizin öğütleriniz fayda vermediğine göre sizinkisi ikam değil demek ki. Eğer islam olsa mutlaka fayda verirdi. Fakat fayda vermiyor. Toplul iflas etmiş. Yani en güvenilmez. İşte istatistik diyor ki; “komşuna güveniyormusun?”. Yüzde 96 güvenmiyorum diyor. “Arkadaşına güveniyormusun?”, yüzde 96 güvenmiyorum. Toplum birbirine güvenmiyor, birbirine düşman hale geldi ve 137 ülke içinde sondan üçüncü Türkiye güvende. Güvenmediği için de hepsi o ondan bir şey çalıyor, ondan bir şey kapayım diyor. Şu anda Türkiye’de 15 milyon icralık dosya vardır. Türkiyenin tamamı 19 milyon hanedir. 15 milyon icra dosyası vardır. Yani toplum bu hale gelmiştir. Niye bu hale geliyor? 85 bin cami var, 90 bin de imam var, diğer, merkezdeki çalışanlarla birlikte 120 bin diyanet personeli var, 86 tane de ilahiyat fakültesi ve islami ilimler falültesi var, 853 tane de imam hatip okulu vardır. Şu anda imam hatip okulunda 1 milyon öğrenci vardır. Sayılar bu kadar artıyor, bu topluma hiç faydası olmuyor. Bi tezekkür edin düşünün ya! Ne oluyor? Bu kadar faaliyet ve her tarafta da efendim nedir, geçende Adıyaman şeyhini ziyarete gitmiş. Ben o zatı tanıyorum, geri zekalının teki!
ABDULAZİZ BAYINDIR: Senin talebelik arkadaşın değil mi?
ALİ AKIN: Hee! Biz okuduk da O okuyamadı. Okuyamadı gitti şeyh oldu. Ben şimdi tenezzül etsem desem ki bana teklif ediyorlar, ben baş halifeyim orada gitsem orada.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yıllar önce belki 20 sene olmuştur. 20 sene oldu mu sana halifelik teklif etmişlerdi. 25 sene. Adıyaman tarikatı ısrarla İstanbul bölge halifesi olmayı teklif ettiler AliHoca’ya. Bu da kesinlikle kabul etmiyor. Ben o zaman daha tarikatları tanımıyorum nasıl bir şey falan. Soruyordum niye böyle, O da anlatıyordu.
ALİ AKIN: Bu kadar hayatımda şunu öğrendim: bir insan tasavvuf ve tarikat ehliyse ilim ehli olamaz. Onun ilmine kesinlikle güvenemezsiniz.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Benim kayınpeder Erzurum’da gerçekten iyi bir ilim sahibidir. 97 yaşlarında. Ben talebeyken fakültenin son sınıfındayım, bir tarikat kayınpedere ısrarla gel bizim şeyhimiz ol diye bastırıyorlar. Halife değil, tarikatın başına geç. Hakikaten bizim yakın çevremizde de uzak çevremizde de tarikat yoktu ki. Tanımıyorduk. Kabul etmiyor bir türlü, gidip geliyorlar gidip geliyorlar kabul etmiyor. “Ya Hocam niye kabul etmiyorsun? Bak bu kadar müritleri var”. Dedi ki “sen bilmezsin onları. Onlar şöyle şöyle yanlış yolda”. “İyi ya Hocam, yanlış yolları anlatırsın”. “Ben, yanlışsınız desem derler ki Hoca bizi imtihan ediyor. Onlar her şeyi tevil ederler” dedi. Onlar beni dinlemezler dedi. Onlar kendi bildikleri yolda giderler. Kesinlikle kabul etmedi. Hakikaten sonradan öğrendim. Bir şey daha söyleyeyim. Geçtiğimiz hafta Konya’da bir toplantı oldu İslam Ticaret Hukuku diye. Onun birincisi 19 sene önce olmuştu, o zaman beni çağırmışlardı. O zaman ekonomiden anlardım, şimdi hiç bir şeyden anlamadığım için hiç kimsenin aklına bile gelmiyoruz! İlk toplantıya gitmiştik. Hepinizin tanıdığı bir hoca, yine hepinizin tanıdığı iki hoca ile beraber. O hoca, o iki hocaya çok saygılı. O zaman Tarikatçılığa Bakış kitabını yeni yazmışım. Bana dedi ki; “bak sen gençsin, istikbalin çok parlak. Bu adamlar senin geleceğini bitirirler, bu kitabı yayınlama” dedi daha yayınlamadan önce. Dedim “Hocam bunlar şirkin içerisindeler”. “Bak aslanım” dedi “şirkin olmadığı yerde tarikat olmaz” dedi. Çok doğru. O kadar iyi biliyor ki bu meseleleri. Çok yakından tanıdığın bir hocadır. “Ya Hocam” dedim “şirkle mücadele bizim birinci görevimiz değil mi?”. “Ben seni düşünüyorum” dedi “ben senin geleceğinden endile ediyorum” dedi. O günlerde hocalar fetva almak istiyorlarmış bizimle ilgili, ondan dolayı öyle söylüyormuş. “Hocam, asıl ben senin geleceğinden endişe ediyorum” dedim. “Sen, tıpkı cumartesi yasağını çiğneyen yahudilere nasihatten kaçınan kişilere benziyorsun. Onlara “kulu gradaten hasıin” emri verildiği zaman (siz alçak maymunlara dönüşün) onlar da maymuna dönüştüler. Çünkü tebliği terk ettikleri için. Hocam asıl senden endişe ediyorum. Bak şunu bil ki bilsem ki bu kadar hayatım kaldı onu da şirkle mücadele ile geçiririm. Bir saniyelik hayatımın kaldığını bilsem o bir saniyeyi de şirkle mücale ile geçiririm haberin olsun” dedim, ondan sonra ayrıldık. İstanbul’da başka bir toplantıda karşılaştık. Kitap basıldıktan sonra Ona göndermiştim. “Ya ne güzel yazmışsın” dedi. Tamam, bana öyle diyorsun da dışarıya çıktığın zaman öyle demiyorsun.
ALİ AKIN: Bunların sermayesi baştan başa yalan ve iftiradan ibarettir. Şu keramet, bu keramet. Nasıl keramet ya? Yani bir tane masalcı benim şeyhim seninle görüşmek istiyor dedi. “Sen bize biraz uyumlu davranırsan biz seni baştâcı yaparız”. “Senin şeyhin nerede” dedim. “Benim şeyhim bir hanımefendi”. “Nerede?”, “Ankara’da. Seninle görüşmek istiyor”, “gelince söyle, görüşürüz”. “Şimdi çok önemli bir işle meşgul bugünlerde, bir süre sonra İstanbul’a gelecek. Bir süre Efes’te kalması lazım” dedi. “Ne yapıyor Efes’te?” dedim. Dedi ki; “Meryem Ana ile ikisi birlikte kaset dolduruyorlar”. Hz.İsa’nın annesi Meryem Anamız. Efes var ya, ikisi birlikte kaset dolduruyorlar diyor. Görüşmem dedim öyle bir salakla ya! Bütün sermaye yalan, iftira. Sırf, İbnul Cevzi’nin Miratu Zaman 50 cilttir. O 50 cildin tamamı yalan ve iftiradan ibarettir. Hepsi, evliyanın menakıbidir. Evliya, evliya, evliya…şöyle, şöyle, şöyle. Bu, Albay.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sana teklif eden.
ALİ AKIN: Niye general yapmadılar?. “Generql siyasi bir rütbedir” diyor, “gel bizim şeyhin halifeliğini kabul et, İstanbul, İzmit, Sakarya ve Bursa: bu bölgeyi sana veriyoruz” diyor. Çok yağlı bir şeydir ama imanımı atamam ben. İnanmıyorum ki. Bir hadise olmuştu 80 ihtilalinden sonra “ortalık yanıyor senin haberin yok mu” diyor. Albah haa! Laleli’de karşılaştık.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Almanya’ya gitmiştin.
ALİ AKIN: Almanya’daki yarbay. Bu Albay. Laleli’de karşılaştık, “ya kıyamet koptu haberin yok mu?”. “Haberim yok” dedim. “Oturalım da anlatayım” dedi. Oturduk, dedi ki; “sıkı yönetim komutanı bizim şeyhe biraz sert davranmış”. “Eee?” dedim. “O da bir ahh çekmiş. C.Allah da demiş ki; benim bu kadar sevdiğim bir insana ah çektiren bir dünyayı ben de gözden çıkardım, ben de kıyamet emri veriyorum”. Ondan sonra dedi; “evliyalar seferber olmuş Allah’a gitmişler, “ya Rabbi bu emri geri al ne olur, günahsız çocuklar hürmetine”, yalvarmışlar yalvarmışlar, Allah da o emri geri almış fakat bir daha tekerrür etmesin, istemiyorum”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bunlar gerçekten oluyor yani malesef.
ALİ AKIN: “Geçenlerde bir fırtına olmuştu, o fırtına neydi Ali Bey” dedi. “Valla bir fırtına oldu ama gerçekten de meteroloji gerçekten çok şiddetli bir fırtına olacak dedi ama o kadar şiddetli geçmedi”. “İşte o fırtına kıyamet fırtınası” dedi. Ben senin bu saçmalıklarına nasıl inanacağım ya! Şey diyor, İstanbul’a yeni geldik. Karşı tarafta bir astsubay var başçavuş emeklisi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kartal tarafında. Onunla benim de hatıram var.
ALİ AKIN: Gel benim bir çayımı iç diye falan.. Aynı apartmanda oturuyor. Peki geleyim. Baktım ki toplanmış cemaat anlatıyor. Ben de dinledim baktım ne anlatıyor. Diyor ki; “ben menzile gittim, şeyh bir su motoru almış sulamak için. Ben askeriyede teknik astsubayıyım, motorları iyi biliyorum, uzmanım. Şeyh bana sordu dedi ki; “bu motor kuvveti ne kadar?”, ben dedim şu kadar beygir gücünde. “Ondan daha kuvvetli?”,.ben dedim “şu kadar beygir gücünde”. Nihayet dizel motoruna kadar geldik” diyor. Eee? “En kuvvetli motor hangisi ise sen bana onu söyle”. Ben de dedim Ona; “en kuvvetli motor, nükleer güçle çalışan ve bilimsel araştırma gemilerinde kullanılan, kutuplarda bilimsel araştırma yapan gemilerde kullanılıyor. Bu, 6 ay müddetle araştırma yapabiliyor. En kuvvetli motor odur. “Bunu niye bizim kamyonlara koymuyorlar?” “Olmaz” dedim diyor. Niye olmaz? Şu kadar ton ağırlığındadır. O, trenlerde de kullanılmaz, hiç bir yerde kullanılmaz. Ancak özel olarak o gemilerde kullanılır. Bu diyor bunu kafasına koydu diyor. Geldik diyor ikindi namazından sonra dedi ki yani benim babam, şeyh, gavs ve onun şeyhi ve onun şeyhi kamışlı şeyh Ahmed, hazret yani nurşendekişeyh hazret, yani bunlar dedi bu arabaları bu uçakları bu gemileri yapamazlarmıydı sanki. Dedi yemin etti “vallahi de âlasını yapabilirlerdi ama niçin yapmadılar? Dünyanın ömrüne baktılar ki kıyamete bir şey kalmamış, uğraşmaya değmez dediler”. Buna inanıyor. “Sen, er geç kafayı üşüteceksin” dedim ve nihayet öyle oldu, kafayı üşüttü. Bir tane daha tanıyordum. O da medresede benimle kalmıştı yani. Hani kitaplarda cennet bahsinde diyor ya: “cennet hurilerin o kadar güzel kokuları var ki taa uzaklardan cennet hurilerinin kokuları duyulur”. Kitaptan okumuş. Aynı o kafa. Çıldırmış, onu tedaviye gerirmişler bir büyük şehire. Onu getiren akrabaları bana anlatıyor. Dediler ki; “şehirde parfümlü kadının uzaktan kokusu geliyor, ona saldırdı. “Bu cennet hurisidir, kitapta okumuştum” Kadına saldırdı, kadın şikayetçi oldu”. Sonunda çıldırıyor işte. Kafayı üşütüyor. Yani üşütmeyenlerin de hiç birisi tasavvuf ve tarikat ehli sağlam akla, muhakemeye sahip değildir. İlmine güvenemezsin. Ruhul Beyan’ın bazı ciltlerini tercüme ettim, bıraktım vazgeçtim. Okunacak kitap değil. Bakıyorum ki kafa yok, muhakeme yok adamda.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir gün Kartal’da Asım Başçavuş’un evi değil de Cevizli Tamirhane Camisi var. Orada bir namaz kıldım. Namazdan sonra dediler; “Hocam bir düğün yemeğimiz var, siz de gelirmisiniz?”. Gittim. İçeri girdim baktım herkes böyle duruyor. Asım Başçavuş’u duyuyordum ama hiç tanımamıştım. Baktım O da orada. Oturduk. İşte, kurban hoşgeldin hoş bulduk. Ben bazen orada vaaz ediyordum, camide de görüyordum vaaz dinlediğini. Orada Kur’an okumak gerekti. Herkes koltuklarda oturuyor ben de koltukta Kur’an okudum. Böyle etti, “kurban, yerde okusaydın daha iyi olurdu”. “Tabi olurdu ama herkes koltuktayken yerde okumak olmaz”. “Öyle dediler de” dedi. Kim dedi dedim. “Öyle dediler”. “Kim söyledi?”, “Kurban, karıştırma”. “Neyi karıştırmayacağım? Sen beni biliyorsun değil mi? Ben hovcayım” dedim, “hocanın yanında insan biraz dikkatli konuşur”. “Kurban, şeyhin yanında da kalbine sahip olacaksın” dedi. “Sen şeyhmisin? Bak, bir söz vardır: cahilin sofusu şeytanın maskarası derler hiç duydun mu” dedim. “Kurban öyle dediler” dedi. Kalktık ayağa, herkes kalktı “beyler” dedim, tuttum adamın elinden, “ben az önce cahilin sofusu şeytanın maskarasıdır dedim ya, eminim ki şu anda şeytan diyordur ki ben bu derece mi aşağılık bir adamım da mı ki bu adamı bana benzettin” Asım Başçavuş için müritlerinin yanında. Dedim ki; “şimdi eminim ki şu anda şeytan bana diyordur ki; “ben bu derece aşağılıkmıyım ki bu adamı bana benzetiyorsun?”.
ALİ AKIN: Bu öyle bir felaket ki Allah Nisa suresi 48 ve 116, şirkin dışında ben bütün günahları affedebilirim diyor bir vesileyle. Şirkin hiç bir çeşidini Allah affetmez. Ve bu tasavvuf ve tarikatların tamamında da şirk vardır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O zat da söylemişti; “şrk yoksa tarikat da yoktur”. Az önce Ali Hoca cümlesinin arasında eski ulema ile ilgili bir şeyler söyledi. Bizim Kitap Ve Hikmet dergimizin son sayısı çıktı. İşid özel sayısı. Burada ben ‘savaş esirliği ve cariyelik’ yazdım. Mesela girişi şöyle: “esirleri köle veya cariye yapmak ve cariyelerin cinselliğinden nikahsız olarak yararlanmak Kur’an’a aykırıdır. Bu konudaki ayetler açık olmasına rağmen anlam kayması yapılarak bir algı oluşturulmuş, esirlerin köleleştirilebileceği ve cariyelerin cinselliğinden yararlanılabileceği konusunda sünni ve şii bütün mezhepler ittifak etmiştir”. Bakın, şii-sünni bütün mezhepler. Bugün, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlanan Kur’an yolu tefsirindeki görüşleri de aldım. Şii ve sünni bütün mezhepler, ilgili bütün ayetleri öylesine yanlış manalandırmış, tefsir etmişler ki,daha yeni arapça öğrenmeye başlayan bir talebe bunu kabul etmez. Hani bir yorum farkı falan diyorlar ya, onu da kabul edelim ama burada o da yok. İki kere iki dokuz eder demişler mesela. O şekilde. Ve sonuçta Kur’an Yolu tefsirinde diyor ki Diyanet’in yayınladığı, bir de İslam Ansiklopedisi’nde; “aslında islam cariyeliği kaldırmak istedi ama şartlar uygun değildi, onu zamana bıraktı”. O zaman “el yevme ekmeltu lekum dinekum” ne oldu? Demek ki Allah dini tamamlamamış, eksik bırakmış. Şimdi diyor artık kesin olarak tarihe karışmıştır. Peki hangi nebi geldi de onu tarihe karıştırdı? Dolayısıyla bugün millet İşid’e karşı çıkıyor. Herkese söylüyorum; “evet, İşid’in yaptığı yüzde yüz Kur’an’a aykırı ama bu mezheplere yüzde yüz uygundur. Bizim söylediklerimize yalan, şu, bu deyin gerçekler değişiyor mu? O zaman çıkıp ne yapmaları lazım? Bak bu kadar ilahiyat fakültesi var değil mi? İran’da o kadar okuyanlar var, islam aleminde şu kadar ulema var, işte buraya yazdık. Bir müddet sonra da bu tüm dillere tercüme edilecek. Hadi bakalım çıksın birisi de desin ki şu ayete siz yanlış meal vermişsiniz. Ya bırakın Resulullah’a isnad edilen hadisleri, Kur’an ajeti. Bugün şu mealler, aynı yanlışları tekrarlıyor. Ben hayret ediyorum bu mealleri yapanlar arapça bilmeyen insanlar değil Ali Hoca. Mesela “ev”e “ve” manası veriyor. İstisnada müstesna ile müstesna mimhin amilleri birbirinden farklı. Matuf matufun aleyhin amilleri farklı. Arapçada böyle bir şey hayal edilebilir mi? Dünyanın hiç bir dilinde hayal edilemez. Yani bırakın arapçayı, dünyanın hiç bir dilinde hiç kimsenin kabul edemeyeceği yanlışlarla ne yapmışkar? Esirler köleleştirilir. İttifak edilmiş. Bir tek muhalif hatırlıyormusunuz eski ulemadan? Ben hiç hatırlamıyorum. Görmedim. Ondan sonra, cariyelerin cinselliğinden yararlanmayı ittifakla kabul etmişler. Ve Tabatabai, tefsirinde “vel muhsanati minel nisai ev ma meleket eymanukum” var ya, “nikahul muhsanat”tır, “illa” nikahın mamurluğundan müstesnadır ve ikinci bir fiil takdir ediyor oraya. O da şunu söylüyorr; “bir insan cariyesini evlendirse, sonra canı çekse cariyeyi çağırır, hamile olup olmadığından emin olur, istediği kadar onunla kalır, sonra kocasına gönderir. Ve bunu da Kur’an’ı ve sünneti de zikrediyor. Burada hepsi var. İbareleriyle, arapçasıyla var burada.
ALİ AKIN: İşid olayının iç yüzü bilinmiyor. Yani ben 1976 bir gazetenin ortadoğu şeyini yapıyordum, basını ve yayını izlemekle görevliydim. Bugün de onları takip ediyorum ben. Olay yanlış biliniyor ve halka da anlatılmıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: O tarafından vaz geçtim, ben bilindik tarafı kastediyorum.
ALİ AKIN: Esas olay şu: Suudi Arabistan’ın bazı bölgelerinde, Birleşik Arap Emirlikleri’nde, orada, burada şiilerin ayaklanmaları oldu 4-5 sene önce. Ve bunlar araştırdılar. El Muhaberat, Suriye’nin istihbaratının parmağı var işin içinde. Bir de İran’ın parmağı var işin içinde. Onun için onlar karar aldı. Dediler ki biz, Suriye rejimini düşürelim. Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri. Ve bizimkileri de yanlarına aldılar. Ne yaptınız siz? Geldiniz İstanbul’da defalarca toplantı yaptınız mı? Yaptınız. Ondan sonra Suudi Arabistan sen, Rabıtatul Alemil İslam Teşkikatını seferber ettin mi? Ettin. Bosna’dan cihadçı çağırdın mı? Çağırdın. Türki cumhuriyetlerden ne kadar cihatçı varsa hepsini siz çağırdınız. Onlar da geldi. Geldiler orada gelin islam devletini kuracağız. O tamam. Bunların hepsi nedir? Siz bu toplantıları yaparken selefilefin fikirleri nedir demediniz, gelsin cihadçılar gelsin de bi islam devletini kuralım, ondan sonra Esed’i devirelim. Geldiler, sizin davetiniz üzerine. Siz çağırdınız. İstanbul’da defalarca toplantı yaptınız ve siz çağırdınız. Geldiler Suriye’ye. Çerkez tugayı, Türkmen tugayı, Özbek Tugayı kurdular orada. Sonra İhvanı Müslimin’e dediler ki; tamam dediler, biz şimdi bunu devireceğiz de nasıl bir islam kuracağız? O zaman başladı. Çünkü İhvanı Müslimin’in kafası tarikat islamıdır. Bunlar da biz islami tarikatta yokuz dediler, o gümbürtü o zaman başladı. Dediler ki bizim emrimizde çalışacaksınız, yok dediler biz sizin emrinizde çalışmayız. Ondan sonra İşid şöyledir, İşid böyledir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Olayın bir de Avrupa-Amerika ayağı var tabi.
ALİ AKIN: Amerika da o zaman İran’la nükleer görüşmelerde yoktu. O zaman görüşmeler de yoktu. Onun için İran’a da karşıydı Amerika. Amerika da böyle olmasını istiyordu yani.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ben olayın siyasi tarafında değilim.
ALİ AKIN: Bu adanlar işin gerçeğini söylemiyor. Ya siz çağırmadınız mı? Hepsini siz çağırdınız. Rabıtatur Alemil İslami Teşkikatı’nı bunlar için seferber etmediniz mi? Rabıta’nın yetiştirdikleridir bunlar. 1962’de Cidde’de kurulan Rabıtatur Alemil İslam’ın faaliyetleridir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Olayın bir de olumlu tarafından bakalım. Bu gençler, islamın bu olduğunu düşünüyorlar. Ve canlarını ortaya koyuyorlar. Ben de şunu söylüyorum beyler: İşid ile aynı görüşte. O zaman şöyle söylüyorlar: İşid’in yaptığı islama aykırı. Peki ikinci cümleyi söyleyen var mı? Hangi yaptığı aykırı? Aç bakayım senin kitabını? Sarılıp da kimseye vermediğin o kitabı aç bakayım. Ya kardeşim, İşid’e karşıysan, samimiysen önce bu işin ilmi mücadelesi yapılır. Bakın o gençler Allah rızası için cihad yaptıklarını zannederek bu işe getirilmişler. O arkadaki siyasi tarafı bırakın. Siz de gerçekten eğer bu kitaplara inanıyorsanız gidin onlarla beraber savaşın. Ama diyorsanız ki yanlıştır ki yüzde yüz yanlıştır, o zaman bu iş savaşla olmaz. Yanlışlık savaşla anlatılmaz. Ortaya yanlışları düzgün bir şekilde koyarsınız. İşte biz koyuyoruz. Burada o kadar çok yazı var ki hakikaten, ben sadece kendi yazımı anlattım. Mesela Zeki Bayraktar’ınkine bir göz gezdirdim, hakikaten cerrahlığını göstermiş. Yahya’nın var, Cemal Hoca işin ilmi arka planını gayet güzel bir şekilde yazmış. İşid’e gönderilen bir mektup var. 126 ilim adamının gönderdiği mektup var ki gerçekten inanılmaz yanlışlarla dolu. Farketmiyor zaten bütün gelenek öyle. Onun için bizim gerçekten aklı başında olmamız lazım. Bu çıkar yol değil. Allah yardımcımız olsun.
ALİ AKIN: İşid’in diyelim ki Mahmud Efendi cemaatinden farkı nedir? Onlar tasavvufa karşı olmaktır. Başka hiç bir farkları yoktur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Beslendiği kaynakları açısından farkları yoktur.