(Abdülaziz BAYINDIR): Bugün biraz farklı bir konu üzerinde duracağız, İslam âleminin bugünkü hali diye. Biliyorsunuz duyuru yaptık. Buna sebep olan, Hayrettin Karaman hocanın bir toplantıda yapmış olduğu konuşma. Şimdi o konuşmayı Fatih hocadan dinleyelim, ondan sonra onun üzerinde durmaya çalışalım. Yani onun üzerinde duracak değiliz de o vesileyle İslam âlemine bakmış olalım.
(Fatih Orum): Evet, hocamın bahsettiği haber şöyle;
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, ‘’İslam dünyasının artık mevcut olmadığını, sadece Müslümanların var olduğunu dile getirerek, birkaç sene hacca gitmeme tavsiyesinde bulundu.’’
Anadolu platformunun sekizinci Anadolu buluşmaları kapsamında düzenlediği, ‘’Değişen Dünya ve İslam’’ sempozyumunda İslam dünyasında problemler, çözüm teklifleri, çelişkiler ve uygun usul konusu ele alındı. İbrahim Özmantar’ın moderatörlüğünü yaptığı oturumda, ‘’İslam Dünyası Var mı?’’,’’Ümmet Nasıl Oluşur?’’,’’Müslümanların Yaklaşımı Nasıl Olmalıdır?’’,’’Uluslararası Toplum Kim İçin Var?’’ gibi konular irdelendi.
Oturuma konuşmacı olarak katılan İslam Hukuku Uzmanı Prof. Dr. Hayrettin Karaman,’’Bu sene hacca gitmeme tavsiyesini nasıl bulursunuz?’’ sorusuna çarpıcı bir yanıt verdi. ‘’Bence bu sene değil birkaç sene gitmemek lazım. Ben her oraya gittiğimde, ‘Bu mukaddes emaneti bunların elinden al, ehline ver’ diye dua ediyorum.’’
Bugün yaşadığımız dünyada İslam dünyasının var olduğuna inanmadığını kaydeden Prof. Dr. Hayrettin Karaman, İslam dünyasının değil Müslümanların olduğunu söyledi. Hepsi bir ümmeti teşkil eden, bir devleti olan Dâr-ül İslâm’dan söz eden Karaman, İslam dünyasının o zaman şimdiki gibi bir pasaport bir vize gerektirmediğini, sınırlarının açık olduğunu anımsattı. Hilafetin saltana dönüşmesinin İslam dünyası için bir kırılma noktası olduğunu belirten Prof. Dr. Hayrettin Karaman, ‘’Osmanlı hilafetine kadar bir İslam dünyası vardı. Sultan Abdülhamit zamanında ‘’Açe’’diye bir memleket vardı. Hilafet merkezinden yardım gidiyordu. Televizyonda bugün izledim içim acıdı. Suriye’de bir baba, çocuğu ağır yaralanmış, çocuk ölmüş ellerinde. Nerde İslam dünyası? Nerde Arap dünyası? Orada bir akrabalık bağı var, akrabalık bağına uygunluk İslam’a uygundur. Şimdi ben cevap veriyorum, yok böyle bir dünya!’’.
Prof. Dr. Hayrettin Karaman sözlerini şöyle sürdürdü,’’Bizim bir şekilde o ümmeti yeniden tesis etmemiz lazım. Şimdi öyle bir organizasyon yapmalıyız ki, çağdaş olacak, uluslararası antropolog’u, sosyolog’u, psikolog’u, akademisyeni, doktor’u, akıllı insanları bir araya getirip çağdaş ümmeti nasıl oluşturacağız? Nasıl ilerleyeceğiz? Ona bakmalıyız.’’
(Abdülaziz BAYINDIR): Evet, şimdi İslam âlemin mevcut durumu içler acısı biliyorsunuz mısırda binlerce insan kuşuna dizildi, katliam yapıldı. Suriye her gün binlerce insan öldürülüyor o insanlar öldürülürken kimsenin kılı kıpırdamıyor da sadece işte kimyasal silah kullanılınca ufak tefek tepkiler oluşuyor. Irak da her gün ölümler oluyor. Dünyanın birçok yerinde var. Şimdi bunlar hepside üzücüde asıl üzücü olan Müslümanların çözümü başka yerlerde aramalarıdır biliyorsunuz daha önce de bir ders konusu yapmıştık. İşte uluslar arası hukuk, insan hakları evrensel değerler gibi kelimeler arkasına sığınarak batıdan ve batılılardan medet uman Müslümanların yanlış yolda olduğunu anlatmaya çalışmıştık. Ve bizim internet sitemizde en az okunan yazılarımızdan birisi işte ‘’Müslüman’ın Müslüman’dan Başka Dostu Olmaz’’ yazısıydı şimdi Hayretin hocanın da orda ifade ettiği gibi gerçekten İslam alemi diye bir alemden bahsetmek bugün mümkün gözükmüyor. Bugün kelimesi… Tabi şuanda mümkün gözükmüyor da dün mümkün müydü? Ya da hayrettin hocanın söylediği gibi işte hilafet kaldırılıncaya kadar bir İslam âlemi var mıydı? Sultan Abdülhamit zamanında hakikaten bir İslam âlemi var mıydı? İslam âlemi ne zaman yok oldu? İslam âlemi yoktu da batılılar birazcık varlık gösterdiği zaman mı yokluğu ortaya çıktı? o konuyla alakalı bir örnek üzerinden hareket ederek konuşmaya çalışacağım, Allah nasip ederse.
Şimdi hepiniz biliyorsunuz işte bize de gösterilen büyük bir tepki var. O tepki şeyle alakalı yapmış olduğumuz tenkitlerle alakalı, yani insanların yani insanların derken Müslümanları kastediyoruz. Kur’an-ı Kerim’den ne kadar uzak bir hayat yaşadıklarını her defasında anlatmaya çalışıyoruz ve bu uzaklığın öyle Osmanlı dönemi, Selçuklu dönemi falan gibi şeylerle engellenemeyeceğini. Osmanlı döneminde ciddi manada bir İslam’dan uzaklık zaten vardı. Selçuklu döneminde de vardı ve bu iş Abbasiler döneminde kemikleşmiş bir durumdu bunu hep anlatmaya çalışıyoruz. Kuran ve sünnet dışında oluşmuş bir Müslümanlık var, son derece sihirli bir kelime olan ehlisünnet kelimesiyle işin üstü kamufle edilmeye çalışıyor işte biz ehlisünnetteniz deniyor, şimdi o sünnet kelimesinin insanda doğurduğu çok olumlu bir şey var. Ha demek ki bunlar Resulullah’ın (sav) peşinden gidiyorlarmış, Resulullah’ın (sav) peşinden gidiyorlarsa tabii ki baş üstüne. Yani bir slogan işte ehlisünnet mezhepleri ondan sonra Şia deniyor sonra işte başka çeşitli gruplar ortaya çıkıyor ama asıl ortada ehlisünnet ve Şia gözüküyor. İkide kutup oluşturulduğu için iş birazda siyasileşiyor biraz sen ben kavgasına dönüşüyor ondan sonra benim babam senin babanı döver noktasından işler devam edip gidiyor. Dolayısıyla İslam âlemi bana göre zaten sahabeden sonra büyük ölçüde kaybolmuştu yani. Şimdi kaybolduğunu bir örnekle size anlatacağım ama baştan size şey yapıyım. Maide suresinin 104.ayeti, 125. Sayfa, 124 mü? 124’üncü sayfa, peki, orada Allah Teâlâ şöyle diyor: ‘’Ve izâ kîle lehum teâlev ilâ mâ enzelallâhu ve iler resûlî. O insanlara dense ki Allah’ın indirdiğine ve bu resule gelin. Kâlû hasbunâ mâ vecednâ aleyhi âbâenâ, Derler ki babalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter. (MAİDE 104. AYET)’’ Yani şimdi biliyorsunuz biz bu çağrıyı sürekli yapıyoruz ki Allah’ın indirdiğine ve Allah’ın resulüne gelin diyoruz. Bize karşılık söylenen de şu. Bizim ulemamız doğru yoldadır. Biz Hanefi mezhebindeniz, biz Şafii’yiz biz ehlisünnetiz, biz Şia’yız şeklinde karşı koymalar var. Şimdi, ‘’Hasbunâ mâ vecednâ aleyhi âbâenâ (MAİDE 104. AYET)’’ ‘’Vecednâ aleyhi âbâenâ’’ ne demek? Biz kalktık böyle gördük kalktık işte babamız şöyle diyor, işte biz Hanefi mezhebiyiz, işte biz Şafii mezhebiyiz, biz maliki mezhebindeniz, Hanbelî mezhebindeniz gibi ifadeler. ‘’E e ve lev kâne âbâuhum lâ ya’lemûne şey’en ve lâ yehtedûn (MAİDE 104. AYET)’’ Şimdi diyor ki Allah Teâlâ, ‘’Ya onların babaları hiçbir şey bilmiyorsa? (MAİDE 104. AYET)’’ Bunu dediğin zaman Cenabı Hakkın ayeti ya sanki ben söylemişim gibi karşı çıkıyorlar. Sen şimdi bizim ulemamıza cahil mi diyorsun? Kardeşim Allah böyle diyor, yapma. Bu Cenabı Hakkın ayeti, ya bilmiyorsan ne olacak? Salı günüde söyledim şimdide tekrar edeyim, biliyorsunuz geçen hafta yoktum Erzurum’daydım. Şimdi orda yatsı namazını ben kıldım. Sonra birisi işte bende kalkıp yatsıyı kılıyım dedi. Yatsı geçti dedim. Yok, yok geçmedi sabaha kadar var. Delil ne? E bizim ulema böyle dedi. Ya peki yanlışsa ne olacak? Bu yanlışı Cenabı Hakkın huzurunda öğrenmek mi iyi? Şimdi öğrenmek mi iyi? Ve sen hocasın. İnsanlar sana bakarak fetva veriyor. Hayır, hayır öyledir diyor yani bizim ulema yanlış söylemez. Şeydeki, Bakara suresindeki tam ümmi tanımına uygun bir âlim tanımlaması, kaçıncı ayetti? Hep unutuyorum ayetin numarasını. Bakara 78. ‘’Ve minhum ummiyyûne. Onların içerisinde ümmiler vardır. Lâ ya’lemûnel kitâbe. Bu kitabı bilmezler. (Bakara 78. AYET)’’ Yani ‘’Bilgileri kitaba dayalı değil, Kuran’a dayalı değil, İllâ emâniyye. Bir kısım kuruntuları vardır. (Bakara 78.Ayet)’’ Ulemamız böyle demiştir şöyle olmuştur diye. ‘’Ve in hum illâ yezunnûn. Sadece zan içerisinde şey yaparlar (Bakara 78. AYET) Bizim âlimler daha iyi bilirler falan. Şimdi diyor ki Allah Teâlâ, ‘’E ve lev kâne âbâuhum lâ ya’lemûne şey’en ve lâ yehtedûn (MAİDE 104.AYET)’’ yani ‘’Babaları hiçbir şey bilmiyorsa?’’ Biliyor da doğruyu tutturamamışsa ne olur? Bilmiyor ve doğruyu da tutturamamışlarsa ikisi de olabilir. Peki, ne olacak? Ne olacak? Yani, bakın bir otomobil satın alıyorsunuz, ben babamın bindiği arabaya binerim diyeniniz var mı? En yenisini, en iyisini alıyorsunuz değil mi? Ya da babamın dedemin oturduğu evde oturmak istiyorum diyen var mı? Babamın dedemin giydiği elbiseden giyeceğim, mutfağımı babam gibi… Yani bütün bunları insanlar sorgulama yapıyorlar da ama olay asıl dinlerine sıra geldiği zaman sorgulama yapmıyorlar. Teslimiyetçi bir yapı içerisindeler. Peki, bugün İslam âlemi yok da çözüm ne? Neden yok? Ve bundan çıkışın yolu nedir? Şimdi Hayrettin Karaman hoca İslam âleminin yeniden ümmetin yeniden tesisi için bir teklifte bulunuyor. Bir okur musun bir daha?
(Fatih ORUM): Bizim bir şekilde o ümmeti yeniden tesis etmemiz lazım. Şimdi öyle bir organizasyon yapmalıyız ki, çağdaş olacak…
(Abdülaziz BAYINDIR): Çağdaş ne demek? Çağdaşlık? O zaman Resûlullah’ın dönemine gidileceği anlar mısınız buradan? Yani Resûlullah’ın (sav) örnekliği var mı? Devam et.
(Fatih ORUM): Uluslar arası antropologu, sosyologu, psikologu, akademisyeni, doktoru…
(Abdülaziz BAYINDIR): Bak antropolog ne demek? Yani insan bilimiyle, insanla ilgili bilim dalıdır. Evet, tamam bu elbette ki Allah’ın yarattığı ayetleri inceleyen kişilerdir. Yani insan Allah’ın bir ayetidir. Ama o insanı Cenabı Hakkın nasıl istediğini esas görmek gerekir, onun için onunla Allah’ın yarattığı ayetle indirdiği ayetleri bir okumak lazım. Antropoloji böyle bir şey yapıyor mu? Yani Kuran mı esas onlarda yoksa yaptıkları deneyler mi? Ya o deneylerde yanıldıklarını yıllar sonra öğrendikleri zaman ne olacak? Evet…
(Fatih ORUM): Akıllı insanları bir araya getirip…
(Abdülaziz BAYINDIR): Sosyoloji nedir? Sosyoloji, şey biliyorsunuz toplum bilim. Eee
(Fatih ORUM): Psikoloji…
(Abdülaziz BAYINDIR): Psikoloji peki. Kur’an ve sünnet neresinde bunun? Neresinde bunun? Şimdi ümmeti oluşturmak için hangi değerlere esas? Doğunun, İslam’ın değerleri mi Batının değerleri mi isteniyor? Hangisi isteniyor? Eee hangi ümmeti oluşturuyorsunuz o zaman? Onun için bakın bozulma giderek artıyor dikkat edin. Bozulma giderek artıyor.
Şimdi bu Hayrettin Karaman sıradan bir insan değil. Türkiye’de hangi grubu alırsanız alın onu en önde görürler biliyorsunuz. Dolayısıyla bu konularda çok dikkatli olmamız lazım ama ben problemin biraz daha derinliklerine inmek istiyorum. Yani bugün İslam âlemi dediğimiz âlem neyin peşinde? Evet, nüfus cüzdanında bir insanın Müslüman yazması kişinin Müslüman olması için yetiyor mu? İslam âlimi kim? Yani bugün bir şey sordunuz bir hocaya, hoca size bir cevap verdi. Hocam bu hangi ayet hangi hadise dayanıyor? Diye sorduğunuz zaman nasıl karşılık alıyorsunuz? Söyleyin. Hocam bu sözünüz hangi ayete dayanıyor dediğiniz zaman ne diyorlar?
(Dinleyici): Kitaplarda böyle yazılı diyorlar.
(Abdülaziz BAYINDIR): Şimdi bilgisinin Kuran-i kaynağını gösteremeyen kişiye Kur’an-ı Kerim ne diyor? Ümmi diyor. Değil mi? Yani, Allah onun bilgisini kabul etmiyor. Geçersiz bir bilgi diyor değil mi? Dolayısıyla her şeyden önce İslam uleması diye tanımlanan kişilerin gerçek anlamda Kur’an-ı Kerim’in istediği anlamda âlim olmaya ihtiyaçları vardır ve bu bir zorunluluktur. Ben şimdi Müslümanlardan şunu istiyorum bu kişilere karşı yani birisine dini bir soru sordunuz cevabı verdi o cevabı hangi ayet hangi hadise dayanıyor dediğiniz zaman hatta sadece o yetmez sünnetle Kur’an arasında da irtibatı kurması lazım madem hocadır. Kuranla irtibatı kurulmayan sünnette sünnet değildir. Hadiste hadis degildir. Tamam, hadistir de herkes onun irtibatını kuramaz ama bunu bir problem olarak ortaya atsınlar. Şimdi Kur’an ve sünnet bağlantısını kuramıyorlarsa şunu söylemeliler, kusura bakmayın hocam siz bakara 178. Ayete göre ümmisiniz. Çünkü onları bu psikolojik baskı altında bulunduralım da Kuran’ı öğrenmek zorunda kalsınlar. Yanlış mı? Nerden başlarsanız başlayın. Önünüze gelenden başlayın aramaya lüzum yok.
Şimdi bakın Türkiye de her vesileyle karışıklık çıkarmak isteyen gruplar var biliyorsunuz. ODTÜ de devletin arazisinden yol geçiriliyor Hatay’da o protesto ediliyor. Bunun hiçbir mantıki gerekçesi yok ondan sonra, binadan atılarak öldürülen bir kişi ertesi gün gazete manşetlerinde polis tarafından öldürüldü diye şey yapıyor ve orda da bir doktor açıklama yaptırıyorlar. Daha sonra doktor yanıldım diyor ama iş işten geçti. Şimdi bu her toplumda bu tür şeyler olur yani kötüler her zaman olur önemli olan iyilerin çok dikkatli olmasıdır.
O değil de gezi olayları vesilesiyle biliyorsunuz faiz lobisine bir yüklenme olmuştu o zaman Türkiye de faiz %6 civarındaydı arkasından %15lere çıktı şuanda kaçtır bilmiyorum. Şimdi, ne oldu? Yani siz neyi nasıl yapacağınızı bilmediğinizde ya da bu konuda yeterli elemanlarınız olmadığı zaman başarılı olamıyorsunuz. Bu işler bilgiyle oluyor. Şimdi ben buradan hareketle şöyle bir geriye doğru şey yapmak istiyorum seyahat yapmak istiyorum ta mezheplerin başlangıcına kadar bir seyahat yapmak istiyorum. Yani bir tane örnek üzerinde duralım dedim ya şimdi biliyorsunuz, Kuran-ı Kerim’in en ağır yasaklarından bir tanesi faiz yasağıdır. Şimdi o Bakara 275. Şimdi burada Cenabı Hak faizi yasaklıyor. Bakara 279’da şöyle diyor, ‘’ Fe in lem tef’alû, Faizden vazgeçmezseniz. fe’zenû bi harbin minallâhi ve resûlihî, Allah ve resulü tarafından açılmış bir savaşla yüz yüze olduğunuzu bilin (BAKARA 279)’’ Şimdi acaba İslam âlemi Allah ve resulü tarafından açılmış savaşta mı yüz yüzedir? Yoksa batılılarla savaşta mı yüz yüzedir? Allah ve resulüyle savaşırken batılılarla nasıl savaşacaksınız? Allah ve resulüyle savaşmakta olan bir İslam âlemi hangi savaşı kazanmaktan hangi İslam âleminden ya da hangi ümmetin birliğinden bahsedecektir? Şimdi ne zamandan beri acaba İslam âlemi Allah ve resulüyle savaşıyordu?
Biliyorsunuz bir ara Türkiye de faizsiz finans kurumları kuruldu. Şimdi o kuruluşların daha Türkiye’de kurulmadan oluşum öncesi safhasından beri bende işin içerisindeydim. Yirmi yılı aşkın bir süre danışmanlıklarını yaptım. İşte yurt dışında toplantılarına katıldım, şunu yaptık bunu yaptık. Ama ne zamanki ana çizgilerinden uzaklaşmaya başladılar bizde ayrıldık ve şimdi zaten bizimle ilişkiler kesin olarak atılmış bütün şeyler bitirilmiş vaziyettedir. Şimdi burada yani bunu tabi ben şahsi bir mesele yapmak için değil de işin içerisinde olduğum için örnek olarak vermek istiyorum bakın burada ‘’Ticaret ve Faiz’’ kitabı var. Ben Cenabı Hakka şükür için diyorum bu kitabın bir dengi İslam âleminde yoktur. Neden yoktur? Çünkü bu otuz yılı aşan belki 1000 civarında toplantının ürünüdür. Bir tek kişinin çalışması değil. Çok sayıda toplantılar olayların içerisinde yaşama işte İstanbul Müftülüğünde olmam sebebiyle problemlerle yüz yüze olmamız, herkes bize gelip danıştığı için o sıra işte çözüm aramamız falan o sebeple yaptığımız, yapmak zorunda olduğumuz toplantıların bir ürünü olarak ortaya çıktı. İlk önce faizsiz olarak şey yapan bu kuruluşlar, daha sonra bizim muhalefetimize rağmen, tabi ama sadece tek başıma yaptığım muhalefet, kimseye de etkili olmadı tabi. Bankalarla aynı kanuna tabi tutuldular.
(Yahya ŞENOL): Özel finans kurumları bir süredir faiz banka olma yoluna girmişlerdir. TBMM’ne sevk edilen bankacılık kanunu tasarısı da onları faizli bankaya dönüştürecek düzenlemelere haizdir. 4.Maddeyi incelerseniz bunu görürsünüz. Aradaki tek fark bankaların mevduat, finans kurumlarınınsa katılma hesabı kabul edebilmesidir.
(Abdülaziz BAYINDIR): Yani öyle bir hale getirirler ki finans kurumları mevduat alamıyor. Mevduat ne demek? Mevduatla katılım fonu arasındaki fark şudur, bankaya mevduat götürdüğünüz zaman o faizli olarak bankaya verdiğiniz borçtur. Ama finans kurumlarının aldığı ortaklık sermayesidir. Yani finans kurumu aldığı paraya karşı her hangi bir şey ödemez ama banka ona karşılık faiz öder aradaki tek fark bu.
(Yahya ŞENOL): Banka mevduata faiz öder ve bütün riski üstlenir sonra onu kredi olarak verip riski müşterisine yükleyerek bir denge kurmaya çalışır. Katılım bankası ise katılma hesabına önceden belirlenmiş herhangi bir getiri ödemez ve paranın riskine katlanmaz. Tasarıya göre fonlarını kredi olarak kullandıracağından yine bir riske girmez. Yani parayı ne alırken ne de kullanırken riske girer.
Banka alırken riske giriyor ama bunlar ne alırken ne kullanırken riske giriyorlar.
Bilindiği gibi faiz borcun getirisidir. Faizli borca kredi denir. Kar ise mal ve hizmet satışından elde edilir. Finans kurumları gelirlerini mal ve hizmet satışından elde etmek üzere kurulmuşlardır. Onların alacakları kredi değil ticari alacak olmalıdır. Yürürlükteki kanun finans kurumlarının fatura kesme şartını kaldırarak bankalar lehine oluşan haksız rekabete son vermiştir. Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra gerekli düzenlemeler yapılmadığından finans kurumları mal ve hizmet satışı yerine bu satışları finanse eden bir çeşit yatırım bankasına dönüşmüşlerdir. Geciken alacaklarına kar kaybının telafisi adı altında faiz tahakkuk ettirmeye başlamakla da faizli banka olma yolunun sonuna gelmişlerdir. Son engeller bu tasarıyla kaldırılmaktadır. Tasarı kanunlaşırsa onların kimliğini oluşturan mal ve hizmet satışı sona erecek ve bu tür işlemlere kredi veren kuruluşlar haline dönüşeceklerdir. Bunu faizli bankalar zaten yaptığından bu kanunla finans kurumlarının varlık sebebi ortadan kalkmış olacaktır. Katılım bankaları faizsiz olarak topladıkları fonları faizli olarak kullandıran kuruluşlar haline geleceği için bu tasarı finans kurumları lehine haksız rekabete yol açacak mahiyettedir bu duruma engel olmak için herkes elinden geleni yapmalıdır.(Mektubun gönderilme tarihi de 28.05.2005)
(Abdülaziz BAYINDIR): Evet, 2005 tarihinde göndermişiz ama kanunun çıkmasına engel olmadık. Kanun çıktı şu anda finans kurumlarının ne halde olduğu herkesin malumudur, anlatmaya gerek yok. Şimdi bir kere bundan kesin tövbe etmek gerekir. Bu hiç bu işin affı falan yok bakın Allah Teâlâ ne diyor? ‘’Allah ve resulüyle savaşmakta olduğunuzu bilin (Bakara/279.Ayet)’’ diyor. Zaten o tarihten sonra bizim bu kurumlarla her hangi bir ilişkimiz kalmamıştır. Şimdi yani asla da olmasını istemiyorum onu açıkça söyleyeyim. Yani bu haliyle olmasının hiçbir faydası hiçbir anlamı da yok. Ama derlerse ki, doğrusu nasıl yapılır? Doğrusu nasıl yapılırla ilgili bütün şeyler bu kitabın içinde vardır. Bilenler gayet iyi bilir. İşte onun için kitabın adı Ticaret ve Faiz’dir.
Şimdi, peki biraz geriye doğru gidelim bu kurumların daha Türkiye’de kurulması öncesi bir toplantı yapılmıştı.23-25 Eylül 1985, kaç sene önce oluyor? Yirmi sekiz yıl mı oluyor? Evet, 23-25 Eylül 1985 yılında İstanbul da yapılan bir toplantı, toplantıya Mustafa Ez-Zerka, bilenler bilir meşhur bir âlimdir. Zekeriyya el-Birrî ikisi de vefat etti, Allah rahmet eylesin. Muhammed et-Tayyib en-Neccar yaşıyor mu bilmiyorum, epey zamandır haberim olmadı. Hasan Abdullah el-Emîn, es-Siddîk Muhammed el-Emîn ed-Darîr, epey zamandır ben bu toplantılara katılmıyorum yaşayıp yaşamadıklarını bilmiyorum. Abdulvehhab Ebû Süleyman, bu zat yaşıyor geçen sene şey yaptım. Abdussettar Ebû Guddeh, o da yaşıyor ve Abdülaziz Bayındır katılmışlardır. Yani Türkiye’den bir tek ben katıldım. İkinci bir şahıs yoktu, yıl 1985.Şimdi o toplantı şöyle oldu ben ilk defa uluslar arası toplantıya katılıyorum, seksen beş işte yirmi sekiz sene öncesi. Toplantının dili Arapça bende hiç yani Arapça hiç konuşmamışım o zamana kadar. Biz sadece kitaplardan okuyarak öğrenmişiz. Şimdi, üç gün sürdü toplantı. Üç gün boyunca tek kelime konuşmadım. Niye çünkü korkuyorum acaba hata mı yapacağım falan diye sonra toplantının konusu şu geciken alacaklardan dolayı finans kurumları ne yapacak? Bir gecikme oluyor alacaklarda. Mustafa Ez-Zerka bir sunum yapmıştı ki Mustafa Ez-Zerka adı İslam âleminde konuşulduğu zaman kimsenin karşı çıkacağı bir şey değil yani son derece güçlü bir isim. Mustafa Ez-Zerka böyle demiş dedin mi bitti kanun. Tanıyanlar tanır. Öyle değil mi? Tanıyanlar bilirler. Allah rahmet eylesin, hele Araplarda çok etkili bir zat. Şimdi toplantı bitti, sonuç bildirisi için toplaştık bir araya geldik. Mustafa Ez-Zerka’nın isteği şu, diyor ki,‘’Bu finans kurumlarına ödenmeyen geciktirilen alacaklardan dolayı bunlara bir caza ödenmesi gerekir’’ diyor. O konuda Kur’an ve sünnete dayanmıyor. İşte, Şafii ve Hanbelî mezheplerinde gasp edilen bir malların menfaatlerinin tazmin edilmesine dayanıyor. Gasp edilen malların menfaatlerinin tazmini ne demek? Yani siz tuttunuz adamın arabasını elinden aldınız köye gidip geldiniz o süre içerisinde üç günlük yani o gidiş gelişin kirası neyse bu adamdan alınır deniyor. Bu kişi de borcunu zamanında ödememişse gasp edilmiş sayılır. Hâlbuki gasp başka bir şey, borcu ödememek başka bir şey, bunlar birbirine benzemez şeyler. Ondan sonra bu Şafii ve Hanbelî mezhepleri diyor ki kaybolan menfaat kiralanabilir mallarda olur diyor. Kiralanamayan mallarda parada olmaz diyor. Faiz olur diyor. Şimdi şeyin bu mezhebin görüşünü eksik alarak faize fetva veriyorlar. Şimdi toplantısı sırasında herkese teker teker soru soruldu. Herkes tamam okey yani burada isimlerini saydığım ulema var ya hepsi tamam olur olur dedi, en son bana sordular caiz değildir dedim. Öyle deyince ben, Mustafa Ez-Zerka bir şaşırdı, ne demek dedi ya üç gündür ağzını açmadın şimdi ilk defa açtın caiz değildir diyorsun. Dedim valla ben konuşmaktan korkuyorum yani ama. Yok dedi ben gerekçe isterim dedi. Bende konuşamam ama isterseniz yazılı olarak bir gerekçe yazıyım dedim. Tamam dediler. Şöyle bir buçuk satır ya da iki satır gerekçe yazdım. O gerekçeyi gören hepsi vazgeçti, Mustafa Ez-Zerka hariç. Tamam dediler bu faizdir olmaz dediler falan. Şimdi, fakat bu bir başlangıç oldu tabi daha sonra yavaş yavaş şu anda uygulanıyor. Şimdi, Türkiye’de bu çok ciddi problem tabi şey yaptılar işte mesela burada bir bölüm vardı (Ticaret ve Faiz kitabından bahsediliyor), ödemeyi geciktiren borçluya ceza diye bu kitabın bir bölümü. O zaman bizden bir şey istediler, o zaman sen bu konuda bir şey söyle dediler madem karşı çıkıyorsun. Bende ilgili ayetleri ve ilgili hadisleri ortaya koyarak Kur’an-ı Kerim’in cezalandırmada koyduğu prensipleri koyarak bir yazı yazdım yazı ilk önce Arapça olarak bir makale şeklinde yazı, çünkü Arapça yazmak daha kolay bütün kaynaklar Arapça olduğu için tercüme etmek baya sıkıntılı yani oradan Türkçeye tercüme etmek. Bunu Cidde’ye gönderdim. Cidde’de mecelletül delle mi öyle bir dergi vardı. Mecelletül dellel barake miydi? Kitapta vardır o şey de şuanda aklıma gelmedi, yanlış söyleyebilirim. Orda yayınlanmış. Sonra bir toplantıya çağırdılar. Gittik Mekke’ye umreye gidenler hacca gidenler bilir orda Hilton oteli var, otelde toplantı toplantıya girerken burada ismi geçen Abdussettar Ebû Guddeh geldi, hoş geldin falan. Dedi ki senin makalen yayınlandı dedi ama dedi işte bazı ufak tefek değişiklikler yaptım. Hayırdır dedim. Ya dedi bir takım ulemaya yüklenmişsin Arap ulemasına. Mustafa Zerka’ya acayip yüklendim tabi diğerlerinin hepsine ne kadar bu konuda yapılmış görüşler varsa hepsinin kitap ve sünnetle alakası olmadığını yazmıştım. Dedi bizimkiler dayanamaz böyle şeylere ben biraz şey yaptım, onları rahatsız etmeyecek şekle çevirdim dedi. İyi dedim sen dedim kendi kavminin halkını daha iyi bilirsin dedim. Ben bilmem dedim işte biz Türkler dedim aklımıza ne geliyorsa yazıyoruz dedim. Sonra, peki nasıl buldun dedim makaleyi,‘’Tam bir Süleyman çözümü’’ dedi ben hiç duymamışım o zamana kadar. Bu ne demek dedim yani Süleyman çözümü ne demek? Dedim. Ya dedi bilmiyor musun? İşte Kur’an-ı Kerim’de vardır, Davut a.s gelip soru sorarlar Allah Teâlâ da ‘’Fe fehhemnâhâ suleymâne (Enbiya 79.ayet)’’ der. Soruyu Süleyman a.s cevaplandırmıştır, Davut a.s sorulan soruyu daha çocuk yaşta. İşte biz böyle sadra şifa olan çözümler için böyle deriz dedi. Aaa iyi dedim o zaman öyleyse uygulayın dedik. Peki, şimdi onlardan hiçbir tanesi uygulamadı. Ve bu Mustafa Zerka’nın görüşleri yavaş yavaş uygulanmaya başlandı. Şey, gecikme faizi ama isim ceza adı altında. Delil bakın ne bir Kuran’dan delil var ne sünnetten var, ne şuradan ne buradan, babalardan getirilen bir delil. Peki ya babalarınız yanılmışsa? Hayır, Ahmet Bin Hanbelî gelse diyecek ki ya da imam Şafii gelse diyecek ki, kardeşim biz bu fetvayı verdik ama biz bunu kiralanabilen malların gasp edilmesi halinde tazmin edilmesini şey yaptık. Mesela siz şimdi tuttunuz bir ev hazırladınız. Taşınacaksınız birisi geliyor kapıyı açıyor kendisi taşınıyor orda bir iki ay kalıyor. Bizim dediğimiz bu diyor ya. İki ay kalıyorsa, verdiği zararları karşılar bir, birde iki aylık kirasını gerekir iki. Bizim söylediğimiz bu diyor. Ama kiralanamayan mallarda bu olmaz. Mesela para kiralanamayan mallardandır. O faizdir diyor bunlar, açıkça söylüyor. Şimdi bu zatların Efendim böyle söyledin ya şeklindeki görüşünü alıp da burada fetva veren kişi bunun yanlış olduğunu bilmiyor mu? Ve maalesef bunlar uygulandı uygulandı en son bu bizim yazdığımız tabi Türkiye’de de şöyle söylediler, ya hocam dediler vallahi bize bir çözüm gösterdin ki muhteşem ya. Bu bizim problemimizi kesinlikle çözer. Yüzde yüz çözüm bu. Yani hem problemi çözüyor, hem de kimsenin faiz yemesi mümkün olmayan bir şey çünkü tamamen Kur’an ve sünnete dayalı bir şey. Detayını isteyenler burada bakar. Borcun geciktirilmesi eğer Türkiye’nin gerçekten faizden kurtulmaya niyeti varsa bunların bütün yolları var yani şey değil ki. Şimdi, ama bir toplantı yapalım dediler, sonra uygulamaya koyarız.
Şimdi toplantı yaptık, bu Hayrettin Karaman hoca da var toplantıda Halil Günenç hoca var bir de rahmetli Nurettin Can hoca var ve ben. Şimdi gittik oraya toplantıya girmeden önce yine söylenen söz, ya hocam ne muhteşem çözüm buldunuz bize ya, şey gibi aynı Mekke’de söylenen gibi bu Süleyman çözümü. Toplantıya girdik, bu üç hoca Mustafa Ez-Zerka’nın görüşünde olduklarını söyledikler. Öyle olunca toplantıya girmeden önce hocam ne muhteşem diyen adamlar orda hocam senin görüşün uygulanmaz dediler zaten o bizim irtibatı koparan toplantı oldu. Şimdi ve ben burada tabi hepsini de yazdım o hocaların görüşleri de var burada hepsi var bu kitapta (Ticaret ve Faiz kitabından bahsediliyor).Ondan sonra ne oldu? Geçen sene faizsiz adını verdikleri kira sertifikaları ortaya çıkardılar. Sukuk adıyla. Ve biz de o konuda yazılar yazdık servetin de yazıları var. Faizsiz Sukuk dedik önüne bir ünlem koyduk, bunun yüzde yüz faiz olduğunu anlattık. Ama tabi ben şimdi bakın yani biraz Allah’ın tahtis-i nimeti olarak söyleyeyim 1976’dan beri bu memlekette meydana gelen her yeni olayda mutlaka ben bulunmuşumdur. Mutlaka içerisinde olmuşumdur. Ve içerisinde oluşumuzda mutlaka bir araştırma ekibiyle içerisinde olunmuşuzdur, tek başımıza değil, şu anda olduğu gibi. Ama işte bu şeydeki son toplantıdan sonra artık biz hiçbir konuda görüşü alınmayan noktaya geldik. Çünkü o şekilde asla fetva vermeyiz. İki dünya bir araya gelse kimse bizden Kur’an ve Sünnete aykırı bir fetva alamaz, bu mümkün değil.
Peki, ne oluyor? Neye dayanarak, bugün şimdi evet bu hocalardan fetvaları alıyorlar mübarek olsun. Peki, Allah Teâlâ ne diyor? Ve ta gerilere kadar gideceğiz, yani bu sadece bu adını saydığım üç hocanın şeyi değil, hatta onlardan bir tanesiyle toplantıya gidiyoruz. Halil Günenç hocayla belki tövbe etmesine vesile olur diye adını söylüyorum. Geldi bizim işte bu vakıftan aldılar beni, hocayla beraber gidiyoruz. Giderken işte bu ceza alınması olayları var ya faizdir kardeşim dedi. Orda konuşma sırasında caizdir kardeşim dedi, dönüp arabayla gelirken gene faizdir kardeşim dedi. Bunlar çok üzücü şeyler. Dedim hocam bunu orda söyleyecektin bana söylemenin hiçbir anlamı yok. İslam âlemiymiş, İslam âlimi yoksa İslam âlemi olur mu? İşte imtihan burada! İmtihan dik durabilmekte. İmtihan her şeyi Allah rızası karşısında her şeyi kaybetmeyi göze almaktadır. Onu göze alamıyorsan imtihanı kaybedersin. Nasıl olsa kayıtları var tutup da bir yerde bir şey söylemesi mümkün değil, ama inşallah tövbe eder. Bunlardan birisi vefat etti tövbe etti mi bilmiyorum ama diğer ikisinin de tövbe etmesini beklerim.
Peki, geriye doğru gidelim bakın şimdi Kur’an-ı Kerim’i açın. Bakara suresinin 275.ayeti burada Allah Teâlâ ne diyor? Estauzübillah, Ellezîne ye’kulûner ribâ lâ yekûmûne illâ kemâ yekûmullezî yetehabbetuhuş şeytânu minel mess (BAKARA-275.Ayet) zaten bu ayete verdikleri mana da evlere şenliktir. Ya hakikaten içim parçalanarak şu ayetlerin mealini okuyacağım size bakın ne yazmışlar, ‘’Faiz yiyenler kabirlerinden şeytan çarpmış kimsenin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar.’’ Şeytan çarpmış kişinin cinnet nöbetinden kalktığını, nasıl kalktığını göreniniz var mı içinizde? Var mı? Yani bu şeytan çarpmış bir adamı gördünüz mü? Sen gördün mü? Yahya sen gördün mü? Var mı böyle bir şey? Gerçekten yani şeytan çarpmış kişi cinnet nöbetinden nasıl kalkarsa! Bak bu hal ahreti şey yaptı görüyor musunuz dünyayla ilişkiyi kesti, ahret. Kabirlerinden kalkıyorlar. Şimdi diyor ki, ‘’Bu hal onların, ‘alım satım tıpkı faiz gibidir’ demeleri yüzündendir. Hâlbuki Allah alım satımı helal, faizi haram kılmıştır (BAKARA-275.Ayet)’’ Şimdi peki burada ayetin manası nedir? ‘’Yetehabbetuhu eş şeytân’’ Tehabbut demek, yani bir ağacı mesela bizim köyde vardı böyle küçük dutları böyle aşağıdan güçlü adamlar sallar dutlar dökülür şeylere, altına yayılmış bezlere, oradan toparlar yersiniz. İşte tehabbut adamı böyle sarsmaktır, tamam. Yetehabbetuhu, tehabbut sarsılmak, habbata da sarsmak. Yetehabbetuhu, onu sarsar. Kim? Şeytan. Neden dolayı? Mess, ona dokunmaktan. Yani ayeti kelimede yok mu, innellezînettekav izâ messehum tâifun mineş şeytâni tezekkerû(Araf 201.Ayet), yani muttakilere şeytandan böyle bir tai yani böyle bir şey dokunursa ne diyelim ona bir esinti dokunursa hemen aklını başına alır. Bu aklını başına almayanlardan. Diyor ki ‘’Faiz yiyenler şeytanın kendisini sarsıp peşine taktığı kişi gibi davranır, sersemleştirdiği kişi gibi davranırlar (BAKARA 275) Peki şeytanın sersemleştirdiği kişinin özelliği nedir? Şeyi, kötüyü güzel göstermesidir değil mi? ‘’Ve zeyyene lehumuş şeytânu mâ kânû ya’melûn Şeytan onların amellerini güzelleştirdi. (EN’ÂM – 43)’’ İşte burada da söylüyor, diyor ki; bunlar niye şeytanın şey yaptığı, peşine taktığı kişi gibi olurlar? Yani şeytanın aklını çeldiği kişi gibi olurlar, Bu daha uygun bir şey. Zâlike bi ennehum kâlû innemal bey’u mislur ribâ, bu şundan dolayı, derler ki ‘Alım satım tıpkı faizi işlem gibidir’ (EN-ÂM 43).’’ Bakın, faiz alım satım gibidir demiyor. Çünkü faiz o kadar helal ki, senin alım satım dediğin ne o da faiz gibidir diyor, esas olan faiz, öbürü ikinci sırada. Bugün, bugün bütün şeylerde yani Türkiye’de ve batıda kredi sitemi esas değil mi? Kredi sistemi olmadan ekonomi olmaz diye bas bas bağırmıyorlar mı? Kredi kelimesini biliyor musunuz? Nerden alınmadır? Kredi Arapça bir kelimedir. Yani batıda kullanılan ekonomik kavramların büyük çoğunluğu bizden girmedir. Gidip, bozulup geri gelmiştir. Kredi bizim kardın yani Türkçede karz denir. Onun batıya giderek geri gelmiş şeklidir. Kredi borç demektir, borç. Faiz de nedir? Borçtan elde edilen gelirdir. Yani borcun getirisidir. Şimdi, alım satım da tıpkı faizli işlem gibidir. Şimdi mesela bankalar para sattık kelimesini hep kullanırlar. Para satma. Ve kendilerini bugün hala biz para ticareti yapıyoruz, siz de mal ticareti yapıyorsunuz diye şey yaparlar. Yani kredi kelimesi her ne kadar borçtan gelir elde etmek manasındaysa da böyle tanımlasalar bile ama şeyde insanlar arası konuşmada, ‘’İnnemal bey’u mislur ribâ (BAKARA 275)‘’ yani, (Alım satım da tıpkı faizli işlem gibidir) Sen veresiye alım satıma fetva veriyor musun? Veriyorsun. Ya da fark etmez. Eskiden beri söyledikleri şu, peşin fiyatı on lira olan şu kitabı bir ay vadeli on bir liraya satmak neyse; bugün on lira verip bir ay sonra on bir lira almak aynıdır derler. Tamam. Böyle derler. Şimdi fakat iki şey arasındaki benzerliğe bakılmaz. Şimdi şuraya bir kâfir koysak bir tane de dört dörtlük Müslüman koysak baktığınız zaman belki kâfir çok daha nurlu gözükebilir. Yüzüne yağ falan da sürmüşse değil mi? Yâda şimdi bir kadınla bir erkek arasında benzer yönler mi çoktur? Farklı yönler mi? Mesela ikisinin de eli var, ayağı var burnu var, yani gözü var, şusu var busu var. Benzer şeyleri saymakla bitiremezsiniz. Üç beş tane farklı şey sayılır. O fark birisini kadın yapar birisini erkek yapar. Şimdi saptırmak isteyenler hep benzerliklere vurgu yaparlar. İnsanların zihnini bulandırırlar. Ama doğruluğu ortaya koyanlar farklılıklardan şey yaparlar. E sen şimdi gidiyorsun şuradan bana et ver diyorsun. Et ikisi de kuzu eti. Ama birisi daha dağda otlanmış kuzunun eti olsun diyorsun niye? İşte o farktan dolayı ona iki kat para ödüyorsun. Ve büyük bir zevkle alıyorsun ve misafirlerine diyorsun ki işte bak bu dağda otlamış bir kuzunun etidir diyorsun. Organik ettir diyorsun. Yani o fark çok çok mühimdir. Dolayısıyla ticaretle faiz arasında birisinde mal veriyorsun para alıyorsun birisin de para verip para alıyorsun. Şimdi yüz lirayla şu kitap arasında bir denklik kurulabilir mi? Yani bir tarafa şimdi cebimde var mı bilmiyorum ki. Ha şuradan bir on lira çıkarıyım, bakın. Şimdi şu on lirayla bunun arasında bir denklik kurabilir misiniz? Kurulamaz. O zaman bu denkliği piyasa denen üçüncü bir şey kurar. Değeri belirleyen bir oluşum kurar. Onun için serbest piyasaya ihtiyaç vardır. Bu kaç lira? Dediğiniz zaman nerede sattığınız önemlidir. Kaç tane aldığınız önemlidir. Toptan mı alıyorsunuz perakende mi alıyorsunuz peşin mi ödüyorsunuz veresiye mi veriyorsunuz. Şimdi derler ki malların peşin fiyatıyla vadeli fiyatı arasında fark var, aradaki fark? Şimdi için içerisinde olan tüccarlar çok iyi bilirler. Ben de tüccar olan bir babanın evladı olarak ve ömür boyu bu işle meşgul olan işte sanayinin içinde bir kardeşiniz olarak gayet iyi biliyorum. Şimdi bazen bir malı veriye peşinden daha ucuz alabilirsiniz. Şartlara bağlıdır. Dolayısıyla parayla mal arasında bir denge kurulamadığı için şey olur, o dengeyi kurulması için bir piyasaya ihtiyaç vardır. Belli bir süre sonra da sizden bu malı istemezler parasını isterler. Ama bu on lirayla öbür on lira arasında bir denklik var mı? Birinde on lira borç verip on bir lira alıyorsunuz değil mi? Aldığınız on lira bunun tam karşılığı olmuyor mu aradaki bir lira ne oluyor? Fazlalık işte o faiz oluyor. İşte aradaki bu fark son derece önemlidir. Bir de bunun o kadar çok sayısız şeyleri var ki sıkıntı doğuran tarafları var. Şimdi, diyorlar ki alım satım da tıpkı faizli işlem gibidir diyorlar. Peki, bu ayetten ne anlıyorsunuz? ‘’Allah alım satımı helal, faizi haram kıldı (Bakara 275)’’ Alım satımla faiz birbirine benzer şeyler mi? Yok benzerlik var, ama Allah Teâlâ o farktan dolayı birisini helal birisini haram der. Şimdi domuz eti de bir ettir. Domuz da bir hayvandır. Dört ayaklı bir hayvan hatta bir yerden domuzun izlerini görsen buradan domuz mu geçmiş keçi mi geçmiş herkes anlayamaz görüntüsü birbirine çok benzer yani. E kardeşim birisini Allah Teâlâ haram kıldığı zaman domuz farklı bir cins oluyor değil mi? O zaman siz domuzu enam cinsi hayvan sayabilir misiniz? Allah enam cinsi havyanı helal kılmış. Bak burada diyor ki, ‘’Allah alım satımı helal, faizi haram kıldı (Bakara 275)’’ Öyleyse alım satım başka faiz başka değil mi? Alım satım da tıpkı faizi işlem gibidir diyenlere Allah Teâlâ ne diyor? Şeytanın peşine takılan, şeytanın aklını çeldiği kişi diyor. Şeytana uymuş kimse diyor değil mi, Allah Teâlâ?
Peki, şimdi bakalım bizim ulema alım satımla faizi ayırmış mı acaba? Şimdi bu ‘’El-Beyan fi Mezhebi-İmam-i Ş-Şafii’’ Şafii mezhebi. Bakın burada ne diyor. Bakın, ‘’Kitabu’l Buyul’’ (Alım satım kitabı, bölümü demek), faiz bunun alt başlığı. Babül riba bak faiz alt başlık Allah Teâlâ alt başlık mı yapmış faizi? Peki, alt başlık olduğu zaman faiz tam alım satım olmuyor mu? Ve zaten yaptıkları tarif de öyledir. Şimdi, Ömer Nasuhi Bilmen, az önce dedim ya bu zatlara mahsus değil yani şimdi geriye doğru bir iniş yapıyoruz işte Şafii mezheplerinden temel kitapları. Ne zaman vefat etmiş baksana.
(Yahya ŞENOL): Hicri 558 yılında.
(Abdülaziz BAYINDIR): 558 yılında vefat etmiş hicri. Şu anda bin dört yüz küsur yılındayız yani 900 sene önce vefat etmiş bir zatın kitabı işte. Bu da daha yakında vefat etti, 1975 de vefat etti ben o zaman öğrenciydim. Ömer Nasuhi Bilmen.
(Dinleyici): O kitabın adını öğrenebilir miyiz?
Istılahat-ı Fıkhiyye Kamûsu, fıkıh tarihini toplama bakımından son derece değerli bir kitaptır yani onu kabul edelim. Ömer Nasuhi Bilmen şey değil. Bakın alım-satım başlığı altında ‘’Ribaya Dair Bazı Meseleler’’ demiş o kadar basit bir olay ki, faize dair bazı meseleler. Şimdi, Hatta buradan bi Ribat Halifini bulda okuyalım bakalım. Ribayı nasıl tarif etmiş. Bu da Serahsi’nin El Mebsutu, imam Serahsi Hanefi mezhebinde en temel kitaplardan bir tanesidir. Bu zat da 483 de vefat etmiş. Bu ondan daha eski. Yani bin seneye yakın. Bu da aynı şekilde bu ayrı bir bab da dememiş ‘’Kitab-ul Buyu’’ demiş alışveriş olarak anlatıyor şeyi, faizi. Bak demiş ki ‘’BURASI ANLAŞILMIYOR (01:01:04-01:01:10)’’ yani alışverişin helâlı ve haramı varmış, helal olana bey denirmiş, haram olana riba denirmiş. Şimdi peki bunlar neye dayandırıyorlar? Bunlar, çok daha üzücü olan kısım bu mezhepleri hep incelediğim için gayet iyi biliyorum. Bütün mezhepleri incelemek nasip oldu bu konuda. Kur’an-ı Kerim de bu alım satım ve faizle ilgili çok sayıda ayet vardır. Bunlar oradan sadece şunu alırlar ‘’Ve ehallallâhul bey’a ve harramer ribâ, Allah alım satımı helal, faizi haram kılmıştır’’ Hâlbuki Kuran-ı Kerim o kadar ayrıntılı bilgi veriyor ki bu konuda o kadar güzel bilgiler veriyor ki. Ondan sonrada Resulullah (sav) ‘in benzerlikten hareket edilerek alım satım yoluyla faize girilmesin diye söylediği bir söz tam merkeze alınır, yani şöyle faizin etrafına bir koruma çemberi yapmış Resulullah (sav). Siz o çemberi kaldırın, mesela bir tarlanın etrafında çember yapılmıştır yaban hayvanlar girmesin diye siz o çemberi kaldırıyorsunuz tarlanın ortasına koyuyorsunuz çemberi. O çember bir işe yarar mı? Sadece tarlayı işgal eder boşu boşuna değil mi? Tarlayı korumak için ortaya konur mu çember? Etrafındaki o çit, çiti ortaya mı koyacaksınız? Resulullah (sav) şöyle diyor, diyor ki; altını gümüşe karşılık satmayın diyor, misli misline dengi dengine peşin olursa başka. Gümüşü gümüşe karşı satmayın misli misline dengi dengine peşin olursa başka. İşte arpa, buğday, hurma ve tuz altı tane mal sayıyor, temel maddeler bunlar birer örnek. Burada Resulullah ‘ın söylediği şu diyor ki bakın bunu diyor bu dediğim şartlara uymazsanız diyor faiz olur diyor. Yani ‘’BURASI ANLAŞILMIYOR (01:03:48-01:04:02)’’ Aynı tartıdan peşin ve misli misline olursa başka. Şimdi şöyle Resulullah’ın (sav) bu hadisi olmasaydı faize bir kapı açılırdı. Şimdi ben size söyleyeyim birisi size gelse sizin elinizde on altın var dese ki sana on bir altın veriyim o on altını bana ver ikiniz de akıllı insanlarsınız böyle bir alışveriş yapar mısınız? Mesela on tane Reşat altını bütün özellikleriyle aynı hiçbir yerinden farklı değil ben sana on altını veriyorum peşin bana on bir altın ver yapar mısınız böyle bir alışveriş? Yapmazsınız değil mi? Yaparsınız bak şimdi, yaparsınız öyle hem de bal gibi yaparsınız. Maksadınıza bağlı. Şimdi, eğer bu işlemi caiz görürseniz yani on altını peşin on bir altına satmak caiz olursa, ben şimdi şurada bir banka kurarım. Siz benden on bir altın borç almak için gelirsiniz tamam mı? Yok on altın borç almak için gelirsiniz on altın borç almak için gelirsiniz faiz haram ben bu on altını size on bir altın karşılığında vermek istiyorum. O zaman ben tutarım size on bir altını bir ay vadeli veririm ya da iki ay neyse artık. Al bu on bir altını bir ay sonra getirirsin. Ama bir şartım var o on bir altını peşin on altına satıp, bana peşin on altına satacaksın. Şimdi on bir altını aldı mı? Senedi imzaladı mı? Bir ay sonra verecek. Hâşâ faiz yok değil mi? Peki on bir altını on altına peşin sattığı zaman benim yanımdan kaç altınla çıkacak? On bir altını sattı on altına karşılık, on altınla çıkacak. Borcu ne kadar? On bir altın. İşte Resulullah (sav) diyor ki, böyle bir alışveriş yapmayın faize girersiniz diyor. Resulullah (sav) bu şekilde faizin kapısını kapatıyor. Ama efendim, Resulullah burada bey kelimesini kullanmıştır diye bunu tutuyorlar faizin merkezine alıyorlar. Bundan kendi kafalarına göre illetler oluşturuyorlar ve faize açık büyük bir saha bırakıyorlar. Bakın ben size şunu çok açık ve net söyleyeyim, ben şu anda Cenabı Hakkın beni şu mezheplerle sorumlu tutacağını bilsem bu mezheplerin tamamına göre asla faiz olmayan bak tamamına göre hiç icma felan dedikleri işte ne derseniz diyin. Ama yüzde yüz faizli bir banka kurar çalıştırırım. Şimdi finans kurumlarının niye başarısız olduğunu anlıyor musunuz? Kuransız ve sünnetsiz bir ekonomi ve Müslümanların neden bir varlık göstermediklerini anlıyor musunuz? Bundan uzunca yıl önce bundan belki 15 sene olmuştur tam bilemiyorum, geçen süreyi insan hatırlayamıyor. Ama kayıtlarda vardır. Bakılabilir. Şimdi Almanya da bir banka oradaki Müslümanlara hitap edecek bir bölüm açmaya çalışmış işte faizsiz konut finansmanı yapabilir miyiz diye Almanya’nın en eski bankalarından birisi. İşte onların kendi ifadelerine göre iki yıl kadar Dubai’ye gitmişler, işte Bahreyn’e gitmişler, Malezya’ya gitmişler, çok sayıda toplantılara katılmışlar. Ama adamlar tatmin olmamış. Beni aradılar işte biz böyle bir banka kurmak istiyoruz, bize danışmanlık yapar mısınız, dediler. Ben dedim ki danışma kurulunda kimler var? İşte bir kısım isimler saydılar baktım benim hep beraber olduğum kişiler dedim kusura bakmayın bu insanların olduğu bir yerde ben olmam dedim. Çünkü bakın, işte burada az önce size gösterdim. Önce vazgeçtiler, sonra hepsi onu fetva haline getirdiler. Dedim kusura bakmayın ben bu insanların olduğu bir kurulda görev almam dedim. Neyse sonra adamlar tekrar dediler ki bari bir görüşme yapalım tamam danışman olma dediler. Hay hay dedim, buyurun dedim. Geldiler buraya iki gün yok bir gün kaldılar burada. Mustafa Evli beyde tercümanlığımızı yaptı bir de bir Arap getirmişler oradan tercüme yani ben Arapça konuşacağım o da şey yapacak, tercüme edece. Fakat baktım ki o Arap bu işin şeyini bilmiyor yani püf noktalarını bilmiyor. Çünkü bana sorulan gelen sorular söylediğimin anlaşılmadığını gösteriyor. Ya Allah razı olsun Mustafa Evli gayet güzel bir tercüme yaptı. Sonra bıraktık onu işte ben Türkçe konuştum Almancaya tercüme etti. Akşama kadar onların şeyleri Alman kanunlarında durum nedir, işte dediler ki bankacılık kanunları değişimi kolay değil bizde öyle parlamentoya etki edemeyiz mevcut hallerde nasıl çalışırız falan. Onlara şöyle şöyle çalışırsınız diye bir sistem ortaya koyduk sonra onlar bu kitabın da büyük bir bölümünü aldılar Almancaya tercüme ettiler. Şimdi, akşam bir yemekte oturduk, işte günün hasılatı. Oranın genel müdürü ve finansman müdürü yok bankanın yönetim kurulu başkanı ve finansmandan sorumlu genel müdürü. Dedi ki, ya da genel müdür yardımcısı neyse şimdi bilmiyorum onun şeyini yanlış olabilir. Dediler ki ya biz iki senedir Araplara gidip geliyoruz, peki iki senede ne öğrendiniz? Öğrettikleri şu demişler ki bunlara, siz sizden işte bir apartman dairesi satın almak istemek için gelen kişiye şey yapın, vekâlet verin benim vekilim olarak git apartmanı al bu daireyi al, kaça aldı yüz bin marka mesela o zaman mark vardı sonradan Euro değişti. Yüz bin Euro diyelim, peki aldı geldi. Geldikten sonra aldım diyor ama yani şey yok aslında bir alışveriş falan yok. Orda sözlü bir mutabakat yapıyor, ondan sonra senin adına adlıya sende şimdi bunu buna sat. Neyle satacaksın e kaç lira faiz koyuyorsan onu aynen koy ama sattım de buna. Peki sistem? Sistem aynen işlesin, sadece vekil olarak gitsin gelsin senin adına alsın sende bunu o şekilde sat tamam hiçbir sakıncası yok. Ya size bunu mu söylediler? Evet. Peki, niye yapmadınız dedim? Valla dediler yani bu biz kendi kendimizi kandırmayız dediler. Böyle saçmalık olur mu? Yani biz bunu kime anlatırız dediler. Yani hiçbir hukuki işlem yok. Sadece lafla git al gel, ondan sonra sistem aynen devam ediyor ve biz bu insanlara faizsiz finansman yapmış olacağız. İki yıldır size öğrettikleri bu mu? Evet. Peki, şu bizim gösterdiğimiz yol? Valla sizin gösterdiğiniz yolda faiz falan yok ama bankamızın yetkili kurullarıyla bir görüşelim bakalım yani nasıl olur. Gittiler Ankara’ya sonra bir Frankfurt’ta görüştük kendileriyle daha sonra aralarında ihtilaf çıkmış, devam etmedi.
Şimdi, İslam âleminin perişan halini görüyor musunuz? Ve bu öyle bir konu ki ne diyor Allah, şeytan çarpmış kişi. Bak Resulullah’a (sav) alet ediyor kendilerine kim? Şu kitaplar. Bunlar mezheplerin ana kitapları. Ya biz boşuna demiyor ki, bu iş ta Abbasiler zamanında bitmiş, bitmiş. Tamam, çok büyük bir başarı elde ediyorlar Abdülaziz Bayındırı ciddi manada devre dışı bırakarak müthiş bir başarı elde ediyorlar, etsinler bakalım cenabı hak onlara ne gösterecek, görürüz hep beraber. Bizi devre dışı bıraksanız ne olur ki? Bırakın. Ama Allahın ayeti uygulayın kardeşim. Rasulullah’ın sünnetini uygulayın. Ne oluyor böyle. Şimdi sonuçta ne, bakın şeyde Allaha çok şükür bizi tanıyan tanıyor Rusya’ya gittik Ruslar şeyde kazan da bize geldiler, bir heyet gönderdiler bize bir İslam ekonomi fakültesi kurar mısınız, dediler. Adamlarla oturduk konuştuk. E kuralımda hoca kim olacak? Kurmak çok kolay, hangi hoca ders verecek kardeşim. Bu adamlar gidip de aynı o şekilde ders vereceklerse o fakülteyi kurup da rezil olmanın anlamı var mı? O zaman onlara dedim ki, kusura bakmayın fakülteyi kurarız ama ben gelip ders veremem çünkü ben Türkiye’deyim. Ve servette vardı, servette gelemez dedim. Çünkü Türkiye’de şey yapacağız. Ama burada kim ders verecek? Onun için kusura bakmayın, kuramayız. Şeyde, Tübingen de bir toplantı yaptık. Dar çerçeveli. Biliyorsunuz işte Avrupa da meydana gelen ekonomik krizler şunlar bunlar. Ana konuşmacı olarak ben vardım orda ekonomi konusunda. İlk cümlem şu oldu onlara, hatta o sözleşmeyi bir bulup getirir misin bana ya o şeyde Almanya’yla ilgili o şeyin arkasında. Kanepe var ya kanepenin arkasında. Belgeli konuşalım da hiç olmazsa bir işe yarasın. Şimdi ilk konuşmayı yok tek konuşmayı ben yaptım. İlk demiyim çünkü ben konuştuktan sonra hiç kimse konuşmadı. Dedim ki, ilk cümle şu, siz ekonomiden anlamazsınız, ilk cümle bu. Kime söylüyorsunuz bunu? Almanlara. Allah Allah. Böyle saçma söz mü olur? Değil mi? Peki neden söyledik? Çünkü biz 1976’dan işte bundan birkaç sene öncesine kadar sürekli problemlerin ekonomik konuda toplantılar yaptık. Batı ekonomisinin ne olduğunu, çok iyi kavradık. Bunların mantıklarını nelerdir, işte hedefleri nelerdir falan filan. Böyle bir ekonomi olmayacağını çok iyi anladığım için, çünkü bir şeye sömürüye dayalı bir ekonomi. Ekonomi dediğiniz denge ve denetime dayalı olur. İnsanları köleleştirmez. Bakın şimdi, yazı gelinceye kadar şey yapayım. Bir din bir de değn kelimesi vardır. Din kişinin Allaha kul olmasını sağlar. Aynı kökten gelen değn de kişiyi borçlandığına kul yapar. Şimdi bugün artık vatandaşları bırak, devletler köleleştiriliyorlar, kredi sistemi sebebiyle. Bunu kesin olarak ortadan kaldırmak lazım. Yeryüzünün en büyük problemi budur. Köleleştikten sonra daha ne bekliyorsun kardeşim senden daha ne olur ki? Sen köleleştin. Bitti. Sen istediğin kadar beş vakit namazını kıl hiç önemli değil. Adam hesabına gelmese onu da kıldırmaz sana. Dolayısıyla Allahtan başkasına kulluk, kulluğun yasak olduğu bir sistemde faiz asla caiz olamaz. Peki, yazı gelene kadar bu şeyi bitireyim de unutmazsam Osmanlıdan da birkaç tane örnek veriyim. Şimdi, adamlar tabi şaşırdılar tabi yani siz ekonomiden anlamazsınız, ilk cümle bu. Ne diyor bu adam dediler şöyle birbirlerine baktılar. Biz Almanlar ekonomiden anlamayacağız. Türkler anlıcayacak. Dedim ki, peki dedim şaşırdınız, bana ticaretle faizin farkını anlatabilen birisi var mı içinizde dedim. Bak Müslümanların karıştırdığı şey. Az önce gösterdim meshepleri. Benzerlikten yararlanılarak yapılan yanlışlar. Ondan sonra ticareti anlattım. Bak ticaret böyle böyledir. Faiz böyle böyledir. Siz dedim bir ekonomik kriz yok dedim. Bir yerde mal ve hizmet üretiliyorsa orda ekonomik kriz olmaz. Sizin kriziniz dağıtımda ve paylaşımda olan bir krizdir. Bankalarınız para dolu, fabrikalarınızda iş var ama aradaki ilişkiyi iyi kuramadığınız için ikisi de işe yaramaz hale geliyor. Bulamadın mı? Bu bizim Almanlarla yaptığımız toplantıların tutanakları falan. Burada da sözleşme var. Ekonomiyle ilgili olan sözleşmeye bakalım ya, sen buradan ekonomiyle ilgili olan kısmı ayırsana. O sen genel sözleşmeleri almışsın. Sadece ekonomiyle ilgili olan kısmı üç dört satırlık şey yapalım. Şimdi, sonra anlattım tabi bir takım örnekler erdim falan. Şimdi, Kuran ve sünnete dayalı konuşuyorsunuz tamamen fıtrat. İşte insan vücudunu örnek verdim. Hatta kısaca size tekrarlayayım o örneği. Saate baktım da şimdi soru cevap fazlı da olacak. Dedim ki para vücutta dolaşan kan gibidir. Para yenilmez içilmez. Kan da yenilmez içilmez. Fakat kansız vücut yaşamaz. Parasız da bir ekonomi dönmez. Yani mal ve hizmet akışı sağlanamaz. Paranın akış kanalları sürekli açık olmak zorundadır, tıpkı damarların sürekli açık olması gibi. Her hangi bir yerde büzüşme daralma tüm ekonomiyi aksatır, vücuttaki yapıyı aksattığı gibi. Şimdi dedim, siz kalbi banka olarak düşünün bütün hücrelere şeyi götürüyor, ihtiyaçlarını götürüyor. Oradaki atık maddeleri de alıp atılan yerlere şey yapıyor.Bu kan ciğer pazarına gidiyor, oradan oksijen alıyor.Bağırsak pazarına gidiyor ordan gıdalarını alıyor ve dağıtıyor her tarafa dağıtıyor.Ve vücut saat gibi işliyor.Şimdi bu kalp şeye deseki hücrelere ben size verdiğim kandan işte şu kadar çok çok az mg daha azı neyse her ay şu kadar fazlasını isterim dese kan olmadan bu hücrelerin yaşaması mümkün değil.Hücreleri düşün ne diyecek? Hemen ölmektense biraz sonra ölmek daha iyidir diyecek değil mi. He tamam teşekkür ederim. Tamam, fazla uzatmadan, ama bu Almancası Türkçesi burada yok mu? Neyse sen almanca biliyorsun sen tercüme edersin. Ben yanlış söylemiş olmayım. Türkçesi olacak ya. En başa koymuştum Türkçesini. Neyse şimdi imzalı ana nüshayı getirmiş. Şimdi dedim ki e hücre kan üretemez, tıpkı vatandaşın para üretemediği gibi. Sen vatandaştan mal iste üretsin. Ama parayı üretemez ki. Adama faizli borç verdiğin zaman an onu imkânsızla yüz yüze getiriyorsunuz. Çünkü yapamayacağı bir şeyle yüz yüze getiriyorsunuz. Para üretemez ki kardeşim. Ne yapsın. O şeyde, hücrede kan üretemez. Fazlasını istiyorsun. Ödeme günü mecburen komşudan çalacak. Herkes birbirinden çalmaya çalışacak hangisi güçlüyse güçsüzün kanını alacak. Bir müddet sonra o güçsüz hücreler teker teker kapanacak. Biraz sonra bakacaksınız ki eliniz ayağınız uyuşmaya başlamış. Ayaklarınız üşüyor. Vücutta bir artık dengesizlik başlamış. Yürümede sendelemeler var falan filan ama bazı yerlerde de öyle bir kan birikimi var ki çünkü o fazla kanı ne yapacak oralara gitmiyor. Tıpkı bankalar para dolu dükkânlar mal dolu insanlar muhtaç ama aradaki ilişki olmadığı için bu acından ölüyor o müşterisizlikten kırılıyor beri taraftan parasını kullanamamakta sıkıntı çekiyor ve kriz başlıyor. Şimdi bunu böylece anlattıktan sonra tabi adamlar dediler ki ya biraz düşünelim dediler. Sen biraz müsaade et de. Hiç tek cevap yok tek kelime cevap bu sadece. Şimdi biraz sonra okur arkadaşımız şeyi bir ya da iki ay sonra bir mektup gönderdiler, yenidünyanın ekonomik felsefi arka planını birlikte oluşturabilir miyiz diye. Biz de peki dedik. Ve imzaladık. Az önce geldi Almancası. Protokol imzaladık. Tabi ben ümit ediyorum ki Türkiye ye geldiğim zaman bu işe heyecanla katılacak insanlar vardır. Birlikte şey yaparız falan. Geldim baktım ki ohoo hiç kimsenin hatta bir arkadaşıma anlattım bu işin asıl özeti şudur. Haa bir şeyi eksik bıraktım Kuran-ı Kerim diyor ki, bu az önceki ayetten ‘’Yemhakullâhur ribâ ve yurbîs sadakât Allah faizli ekonomiyi daraltır, sadakalarla da gelişmeyi sağlar (BAKARA 276.AYET) ‘’ diyor, gelişmek istiyorsanız sadaka yani zekât. Türkçe anlamındaki sadaka değil. Bizim vergi sistemi de çok berbattır. Avrupa’dan alınmıştır çünkü. Çok berbat yani kabul edilmesi imkânsız bir sistemdir. Mümkün değil. Şimdi, bak orda onlara bu ayeti okuduktan sonra şunu söyledim, bak bu mevcut hücreleri yani çalışan hücreleri öldürüyor hâlbuki sadaka sistemi çalışmayan hücrelere kan pompalar. Yani ekonomi dışı kalan bütün şeylere öğelere yardımda bulunarak onu ekonominin içine alır. Faiz devamlı müteşebbisleri ekonomi kuruluşları ekonominin dışına atar ama zekât ekonominin dışına gidenleri sürekli içeri alır. Dolayısıyla mal ve hizmetin tüm topluma yayılmasını sağlar bir toplumun bir vücut gibi çalışmasını sağlar. Ama şimdi Ömer Nasuhi bilmenin Büyük İslam ilmihali var mıydı? Onun zekât bölümünü bir açsana. Yani şimdi zekât konusuna değinmeyim çünkü o apayrı bir konu ama şu zekâtın ne haline geldiğine de bir bakın. Evet. Kur’an-ı Kerim zekâtı sekiz sınıfa verir onu ikiye ayırır, dört tanesi fon oluşturmayı gerektiren bir yapı. Fi harfi cerriyle gelir. Dört tanesi lam harfi cerriyle gelir, doğrudan doğruya tüketicinin eline verilmesi şeklinde. Bir kere bu fark hiç yoktur. Öyle fon oluşturacaksın bilmem ne yapacaksın. Peki, sekiz sınıfı ne hale getirmişler bakın. Şurayı ben Ömer Nasuhi Bilmen’den okuyum. Ömer Nasuhi Bilmen’in kendi görüşü değil tekrar edeyim bu şeyin tarihi şeyin bilgilerin bize aktarılmasından ibarettir. Başka bir şey değil. Ben İstanbul müftülüğünde yıllarca buna göre fetva verdim ne bileyim sonradan öğrendik yanlışları. Bak diyor ki zekâtı masrafı yani verileceği kimseler Müslüman fakirler miskinler borçlular yolcular mükatepler mücahidler ve amillerden ibaret olmak üzere yedi sınıftır. Kuran sekiz diyor bu yediye düşürdü, gördünüz mü? Yani kuransız Müslümanlığı görüyor musunuz? Peki, bu yedi sınıf ne? Bu yedi sınıftan fazla vaktinizi almayım arzu eden okuyabilir. Bak fakir, miskin aynı tarif yapılır. Hâlbuki miskinlik Kuranda müthiş bir şekilde tarif edilmiştir. Fakirlik de tarif edilmiştir. Yani muhteşemdir. Borçlular, yolcular, mükatebler, mücahidler bunların her birisini öyle bir tarif eder ki tek bir sınıfa indirir. Fakir. Fakir. Sadece fakir. Hatta mücahitler diyor Allah yolunda mücadele edenler, adam savaşa gidecek savaş sırasında tüfek satın alacak parası olmayacak o zaman zekâttan vereceksin. Ya nerden öğrenecek de düşmanla savaşacak, bunu savaştan önce öğrenmesi lazım, yani bir acayip bir şey. Bir tek amiller zekat toplama memurları ve fakirler iki Kuran sekiz diyor bunlar ikiye düşürmüşler. E şimdi düşünün yani şeyler sanayiciler çok iyi bilir. Uzun bir ar-ge çalışması yaparsınız. Efendim kalıp yatırımı yaparsınız. Çeşitli yatırımlar falan yaparsınız. Üretim yaparsınız. Tam mal üretilir piyasası da vardır. Ama o arada ciddi bir sıkıntıya girilir. Bakarsın rakam olarak, çünkü dönene kadar adamın anası ağlar. Sanayicilik çok büyük fedakârlıktır. Kolay bir şey değildir. Tam o sırada adama zekât vereceksin. Öyle değil al faizli borç. Ya kardeşim ne diyorsun borcun alınacak tarihi belli ama bu malın ne zaman paraya dönüşeceği belli değil. Ben ne yapıyorsun yani. A o gün beni bitiriyorsun bir kere. Piyasaya çıkmadan bitiriyorsun. Ondan sonra benim işletmem var mesela birçok işletme yani küçücük bir şeyle şey yapılır. Şöyle düşünün kolay bir örnek olsun. Yani eskiden emme basma tulumları vardı. Kuyudan su çekerdik değil mi? Eğer bir bardak suyunuz yoksa oradan su çekebilir miydiniz? Çünkü o bir bardak suyu oraya pompaya dolduracaksınız aradaki boşluğu kapatacak ondan sonra aşağıdan toplarca su çekin. İşte işletmelerin çoğu bu bir bardak sudan dolayı iflas ederler biliyor musunuz? Çoğu bundan dolayı iflas ederler. İşte o bir bardak suyu zekât olarak vereceksiniz. İşte şurada efendim bir fabrikamız var fabrikanın döner sermayesi yok ya kardeşim sen ver o adama döner sermayeyi o zaten bir ay sonra işçilerine verdiği maaşlarla onun daha fazlasını topluma kazandıracaktır. Dolayısıyla yani kuranı kerimde olan şekille bize intikal eden şekle bakın ve Osmanlıdan bir örnek vereyim demiştim. Para vakıfları kurmuşlardır. Ebu Suud zamanında, işte faizin değişik şekilde açılması. Benzerliklerden Resulullah’ın (sav) hadisine farklı anlam verdin mi bütün kapılar açık. Kuranı kerimi devre dışı bırakıyorsun. Hadise de farklı anlam veriyorsun, faizcinin önü sonuna kadar açık. Şimdi Şey, burada bir para vakfı adam buraya bin altın vakfetmiş. Ondan sonra diyor ki şey, bunu diyor bun gelirlerini falan medreseye filan camiye filan şusuna buraya harcayın diyor. Tamam. Peki, geliri nasıl elde edecek? Asla tabi faize hâşâ faiz haram olur mu öyle şey. Şimdi siz geliyorsunuz benden yüz altın borç istiyorsunuz. Kefilinizi getiriyorsunuz reyinizi veriyorsunuz ben size yüz altın borç veriyorum. Şey görevlisi olarak, vakıf görevlisi, yüz altını veriyorum, bir sene sonra getirirsin. Yüz altına yüz altın hâşâ faiz yok. Olur mu? Estağfurullah, Kur’an-ı Kerim yasaklamış büyük haram. Ondan sonra alıyor bu kitabı para burada yüz altın yazmış ama para eline geçmiş değil adamın, kefil falan hepsi tamam. Ondan sonra diyor ki bu kitabı bir yıl sonra mı alacaksın e biliyorsunuz padişah efendimizin şeyi var fermanı var onu on bir buçuktan fazla olmaya on bir buçuk ne demek? Yüzde on beş faiz. Onu bir buçuk, onu on iki. Ben bu şeyleri arşivinde yüzlercesini görmüşümdür bu fermanların. Şimdi böyle şey yapıyor. Diyor ki al şunu onu on bir buçuk olduğu için bir yıl sonra on beş altın. Tamam diyor ben bu kitabı sana on beş altına sattım. Bedelini bir yıl sonra ödersin diyor. İmzalıyor falan. Güzel iyi. Tamam. Adam şimdi yüz altın borç alacak on beş altın kitaptan borcu yüz altında para vakfından aldığı borç. Buraya yüz on beş altı borçlandı. Tamam peki. Yok, bu kitabı buraya bağışlarsan parayı alırsın. Kitabı vakfa bağışlıyor. Hayır yaptırıyorlar adama, sevap kazandırıyorlar, çünkü vakfa kitap bağışlıyor(!) Kitabı vakfa bağışlıyor, ondan sonra yüz altını alıp gidiyor, yüz altı cebinde borcu ne kadar? Yüz on beş altın. Peki, bir sene sonra geldi, Ebu Suud onu da yollarını göstermiş fetvayı Ebu Suud yere göğe koymazlar biliyorsunuz. E bir sene sonra geldi tekrar aynı işlemleri tekrar bir kitap satımıyla bir sene erteleyebilir. Bir daha. Zavallının anası ağlıyor. Vakıflar bankasının sermayesi o para vakıflarıdır. Şeyde eskiden kösteklik saatler vardı biliyorsunuz böyle bende bir ara çok heveslenmiştim rahmetli babam bana da bir tane almıştı. Büyüklere benzemek istiyordum. Böyle sallanıyordu zincirleri çok hoşuma gidiyordu. Şimdi, emniyet sandığını kurmuş Osmanlılar bir İstanbul bankası var, kurulan bankalar. Ha şunu söyleyeyim iç çıkarılan kâğıt para yüzde sekiz faizdir. 1841’lerde falan çıkmış. Yüzde 8 faiz düşünebiliyor musun? Efendim İslam işte Osmanlı zamanında hilafet gitti de şöyle oldu böyle oldu. Hep anlatırlar ah bizim ecdadımız şöyleydi böyleydi. Peki ecdadınız çok iyiydi de haşa Allah mı çok kötüydü ki bu hale getirdi İslam alemini? Yüzde beş yüzlere çıkan enflasyonları ben şahsen tespit ettim. Ben arşivde 21 sene çalıştım biliyorsunuz yani. O hep fetva verirken aynı zamanda da şeriye sicillerini arşivini ben yönetiyordum, yani mahkeme arşivini. Yüzde beş yüzlere çıkan enflasyon tespit etmişimdir Osmanlılarda, hep bu yanlış yoldan dolayı. Şimdi, emniyet sandığına geliyor bir adam benim yüz liraya ihtiyacım var a iyi güzel tamam. Ne kadar yüzde on güzel. Hemen o köstekli saat onu on liraya satıyorlar o da hediye ediyor bankaya. İkincisi geliyor diyor ki benim bin liraya ihtiyacım var, onu da yüz liraya satıyorlar hediye ediyor. Üçüncüsü geliyor diyor ki benim on bin liraya ihtiyacım var aynı saati ona bu defa bin liraya satıyorlar o da hediye ediyor. Şimdi Mekke’de yaptığımız bir toplantı aklıma geldi Katar da bir şey vardı Yusuf el Karadavi hepiniz biliyorsunuz. Çok meşhur bir adam bir de Ali Muhyittin Karadaği vardır birisi Karadavi birisi Karadaği. Ali Muhittin Karadaği şeyden bizim bu Suriye’nin kuzeyinden Karadağ bölgesindendir. İkisi de aynı üniversitede hoca ikisi de ekonomik konularda uzman. Şimdi Yusuf el Karadavinin hem ortağı hem danışmanı olduğu bir şeye teberruh denen bir olay vardır yani para temini derler onunla ilgili bir toplantı yapıyoruz Mekke’de. Bir ramazan günü Ali Muhittin Karadaği, Yusuf Karadavi de orda, orda otururken masada konuştu dedi ki ya işte falanca bankaya gittim dedi bu insanlara borç veriyorsunuz nasıl veriyorsunuz bana bir anlatın dedim. İşte biliyorsunuz sizin de ortağı olduğunuz ve danışmanı olduğunuz banka dedi orda açıkça söyledi yani yüzüne karşı. Şimdi dedi adamlar dedi depoya demir doldurmuşlar birisi gelip bir milyon dolar borç istiyor tamam diyor sana bir milyon dolarlık demiri bir yıl vadeli sattım. Bunu da Ebu Suudun kitabında bu da vardır. Bir yıl vadeli bir milyon dolarlık demiri sattım diyor. Yok demiri bir milyon dolara sattım ya da yüz bin dolara sattım neyse. Tamam, bir sene sonra şey yaparsın. O da diyor ki bende sana demiri peşin bir milyon dolara satıyım diyor. O demiri peşin bir milyon dolara satıyor buraya buradan bir milyon doları alıp çıkıyor borcu bir milyon yüz bin dolar ya da iki yüz bin dolar neyse. Dedi ki ya kardeşim o görevli adama sordum günde bu demiri kaç kere satıyorsunuz valla sayısını bilmiyorum. Peki, bu alan ve satan demiri görüyor mu yok kimsenin gördüğü yok. Depo da duruyor demir. Dedi ki ya kimi kandırıyorsunuz Allah aşkına dedi ya, kimi kandırıyorsunuz?
Şimdi sonuca gelelim. Bakın İslam âlemi yeniden inşa olsun diyor ve bu sene hacca gitmeyelim hatta beş yıl boyunca gitmeyelim. Peki, bunun bir delili var mı? Allah Teâlâ ne diyor? Estauzibillah, ‘’Ve lillâhi alen nâsi hiccul beyti ali İmran suresi 94 mü? 93 veya 94. Ve lillâhi alen nâsi hiccul beyti menistetâa ileyhi sebîlâ, Oraya yol bulabilenlerin üzerinde Allah’ın hakkıdır, O beyti gidip hacc edecek (Ali İmran 97)’’ O beyti gidip hacc edecek. Tamam. Peki, yol bulabiliyorsa gidiyorsa. Oraya giden kişilerin güvenlik problemi yok. Ben yıllarca gittim. Allah nasip etti. Çok gittim. Çünkü diyanetteyken yirmi kere hacca gitmek nasip oldu. Umreye ne kadar gittim bilmiyorum sayısını. 97 mi? He Ali İmran 97.ayet. Şimdi Allah Teâlâ böyle diyor. Ondan sonrada bakara 196 da diyor ki ‘’Fe in uhsirtum fe mesteysera minel hedyi giderken engel çıktı oraya sokulamadınız o zaman elinizdeki hazır şey kesilinceye kadar ve lâ tahlikû ruûsekum hattâ yeblugal hedyu mahilleh, o zamanı gelinceye kadar saçınızı traş etmeyin (Bakara 196) ’’diyor. iki tane husus var. Efendim orda bulunanlar şöyle ya da böyle. Ya kardeşim, yani şey pireye kızıp yorgan yakmanın bir alemi var mı? Eğer bu din Allah’ın diniyse Allah’ın emrettiği gibi olur. Senin aklına geldiği gibi olur mu? Sonra ümmeti tesis etmek için bilmem antropoloji sosyoloji psikoloji hayır kardeşim. Ümmetin eksiği ne? İşte bakın niye bu konuyu seçtim? Tekrar okuyayım Allah Teâlâ ne diyor 269 da ne diyor? ‘’ Fe in lem tef’alû fe’zenû bi harbin minallâhi ve resûlihî eğer faizcilikten vazgeçmeseniz Allah ve rasulune karşı savaş içinde olduğunuzu bilin Bakara 269’’ diyor. E Allah resulüne karşı savaş, Allah ve resulüne karşı savaş yapan bir ümmetten ne beklenir? Evvela şu savaşı bir bitirin kardeşim ya. Ya bir Müslüman olun evvela. Allah alım satım başka faiz başkadır derken bütün mezhepler faizi alım satımın alt başlığı yapmışlarsa bu ümmetten ne olur? 01:41:53 – 01:41:05 BURASI ANLAŞILMIYOR
Ondan sonra ya bu ne biçim bir İslam fıkhı ki Allah ve resulüyle savaş sayılan bir konuda bunu ben şeylerini de bu kitapta yazdım ya dört mezhebin dördüne göre yüzde yüz faiz olmayan yüzde yüz faizli bir banka kurarım ve dünyanın en rahat çalışan bankası olarak çalıştırırım. Ya bu ne biçim bir şey, Allahın ayetleri devre dışı bırak, hadisi şerifi de ait olmadığı noktaya, çünkü Kur’an sünnet bütünlüğü diye bir şey yoktur ki. Ondan sonra da ortaya büyük bir boşluk çıksın birisi Muammeri Şeriye desin birisi efendim Beybil Vefa desin birisi beybül sial desin e bugüne yansımış işte sukuk desinler bilmem kira sertifikası desinler Teberruf desinler dalavere dalavere Kürt Mehmet. Bizim Erzurum’da bir söz vardır. Evet, yani İslam âleminin sıkıntısı neymiş Müslüman olma sıkıntısı evvela bir İslam âlemi olsunlar da ondan sonra bakalım neler oluyor. Evet peki. Şimdi suallere geçebiliriz. Sizin sorunuzu alıyım. Kusura bakmayın, cevabı verildiyse başka.
(Dinleyici): Bankalara yatırılan mevduattan alınan faizin değerini korumak amaçlı enflasyona göre haram mı oluyor?
(Abdülaziz BAYINDIR): Enflasyon şimdi bir kere bankaya faizli para yatıran kişi kendisi enflasyon düşünebilir ama bankada yapılan sözleşmede enflasyondan hiçbir şekilde bahsedilmez. Enflasyon farklı bir kavramdır. Bugünkü kâğıt paraların gerçek değeri yoktur. Tamamen satın alma gücü tarafından temsil edilirler. Onun için de bakarsın ki bir küçücük bir şeyde birisinin ağzından bir laf çıksa ertesi gün para tepetaklak gider yani. Çünkü şey yok gerçek bir değeri yok sanal bir yapıdadır bugünkü para. Dolayısıyla esas olan o günkü satın alma gücüdür. Birisine verdiğin zaman o zatın alma gücündeki iniş çıkışların borç ödeyenlerin dikkate alması gerekir yani enflasyon farkı dikkate alınmalıdır. Başka bir şey insanların bir bankayla sözleşme yapmış olmaları başka bir şeydir. Yani hiçbir banka ben enflasyona göre sana vereceğim diye sözleşme yapmaz ancak bunu devlet yaparsa yapar. Evet. Söyle.
(Yahya ŞENOL): Kuran da bir ayette zorda kalırsanız aşırı gitmemek şartıyla haram kılınan hayvanlardan yiyebilirsiniz diyor. Kredi ve faiz için böyle bir zaruret durumu var mıdır? Mesela evlilik için veya okumak için kredi çekmek demiş.
(Abdülaziz BAYINDIR): Şimdi faiz için borç almak için şey değil borç almak yerine Allah Teâlâ ne diyor? Sadakalar ve zekâtlar kapısını bize gösteriyor. İmtihan çok önemli bir husustur. Bu yola girmemek için sonuna kadar direnmek gerekir, sonunda cenabı hak mutlaka kapıyı açar. Yani bunu yaşayan insanlar gayet iyi bilirler. Yani, harama girmek dünyayı ahrete tercihtir. Tercihten kaynaklanır. Dünya ne demek hemen o andaki problemini çözmek istiyorsunuz ahiret biraz sonra demektir. Az sonra ölmüş de olabilirsiniz çünkü. Dolayısıyla bir Müslüman ne pahasına olursa olsun Allahın bir yasağını çiğnemeyeceğim demek durumundadır. Ama şimdi bir de şu var mesela bakıyorsunuz ki şey yani bir borcunuz oluyor hatta haberiniz de olmuyor zamanında ödemiş oluyorsunuz ya da ödememiş oluyorsunuz ödeyemiyorsunuz ödemek istediğiniz, büyük gayret gösterdiğiniz halde karşı taraf faiz tahakkuk ettiriyor. Ben ödemem deme şansınız yok. Deseniz kimse dinlemez. Çünkü tüm sistem ona göre kurulmuş. O zaman bu kişinin faiz vermesinden dolayı ona bir sorumluluk doğmaz eğer kendi sebep olmamışsa. Ama mesela kredi kartlarıyla alışveriş yapıyor adam biliyor ki ödeyemiyecek. Açıkça faize girmiş olur onun günahını kendisi üstlenir. Evet yani başka çaresi olmadığı zaman bunu yaptığınızda Allah Teala, ‘’Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ (Bakara 286)’’ diyor. Yani ödeme imkânınız yok. ‘’Allah hiç kimseyi gücünün üstünde bir sorumlulukla sorumlu tutmaz’’diyor. Ama faizli borç vermenin hiçbir şekilde savunulacak tarafı yoktur. Onun için Kur’an-ı Kerim’deki ağır tehditlerin tamamı faizli borç verenlerle ilgilidir.
(Yahya Şenol): Faiz konusunda alan da veren de mesul müdür? Mesela araba veya ev satın alanlarda faiz günahına girmiş oluyorlar mı?
(Abdülaziz BAYINDIR): Alan da veren de mesuldür. Allah Teâlâ diyor ki, bir çok ayette var ama Necm 33 olacak galiba ‘’Estaüzibillah,Vellezîne yectenibûne kebâirel ismi vel fevâhışe günahın büyüklerinden ve fuhuş çeşitlerinden uzak duranlar (ŞURA 37). Şimdi günahın büyüklerinden birisi de faiz değil mi? Uzak durmak ne demektir? Hiçbir şekilde bulaşmamak demektir. Dolayısıyla alan da haramdır. Verende haramdır. Ev alacam şunu yapacağım böyle şey olmaz. Zaten, hatırlayın bir zamanlar Avrupa’da çalışan işçiler Türkiye ye büyük bir zenginlikle gelirlerdi değil mi? Şimdi nasıl geliyorlar? Düşe kalka geliyorlar. Gelemiyorlar da. Çünkü bizim aklı evveller bunlara fetva verdi konut kredisi alabilirsiniz diye, her biri gırtlağına kadar borç. Avrupalı çok akıllı, işçiyi çalıştırıyor parasını da cebinden alıyor, biz de şey bizim köyde anlatılan çok hoşuma giden bir şey vardır. Bizim köye biraz uzak bi kiska vardır. Kiska beylerinden bahsederler. Şimdi birisi birisine sormuş nerelisin? Kiskalı. Ülkün nedir? Şeftali. Adın nedir Mehmet Ali. Beylere yakın mısın? Oo ne demek. Akşam kazandığımızı akşam alırlar sabaha da senet verirler. Şimdi Avrupalılar da öyle kazandıklarını peşin olarak alıyorlar, kazanacaklarını da borçlandırıyorlar, şu anda herkes orda öyle. E peki yarın Türkiye’ye geldikleri zaman o evleri arabaları yükleyip getirecekler mi? Onun için o fetvaları verenler bak şimdi bir müddet sonra bu faize fetva veren bu alınabilir diyen hocalardan birisi de yazısını okuduğumuz hoca. Biraz sonra bunlar patır patır dökülmeye başlayacaklar. Neler neler ortaya çıkacak o zaman göreceğiz.
(Yahya ŞENOL): Faiz kurumunda çalışmak doğrumudur? Demiş. Bankalarda.
Abdülaziz Bayındır: Şimdi, faizli işlemden uzak kalma konusunda tabi ki günahkâr olurlar yani. Ama bu insanlar, faiz kurumunda çalışan bizzat faiz alıp vermiyor, hani o büyük günah işleyen insanlar gibi olmazlar ama onlara destek verdikleri için yaptıkları doğru değil yani. Oradan uzak kalmaları tavsiye edilir.
(Yahya Şenol): Borsa faize girer mi?
(Abdülaziz BAYINDIR): Borsa aslında eğer kurallara uygun bir şekilde çalıştırılırsa güzel bir kuruluştur. Ama maalesef öyle olmamıştır. Olmuyor yani. Ben son birkaç senedir borsayı inceleme fırsatım olmadı. Bu kitabın bir bölümüdür borsa. Ama daha önce incelediğimde çok ciddi manada yanlış bilgilendirmeden kaynaklanan insanların sömürülmesi olduğunu gördüm. Şu anda da öyle devam ediyor mu etmiyor mu bilmediğim için çok kesin bir şey söyleyemeyeceğim. Ama borsa düzgün bir şekilde oluşturulabilirse çok iyi şartlarda çalıştırılabilirse gayet güzel olur. İnsanların küçücük paralarını değerlendirmeleri açısından, helal yoldan değerlendirmeleri açısından,
(Dinleyici): Öyle olmuyor hiç.
(Abdülaziz BAYINDIR): Hep vurgunculuk tabi. Yani şimdi o borsa vurgunculuklarını gayet iyi biliyorum da, şu anda devam ediyor mu onu bilmiyorum. Çünkü epey zamandır ilgilenme fırsatım olmadı. Yani nasıl bize ekonomik konularda soru sormayı bıraktıkları günden itibaren biz de ilgilenmedik.
(Yahya ŞENOL): Finansal kiralama konusunda bilgi istenmiş. O şirketlerle çalışmak uygun mu?
(Abdülaziz BAYINDIR): Finansal kiralama yapı olarak uzun vadeli satıştan ibarettir. Zaten bugün kredi kuruluşları finansal kiralama yapamazlar. Yani çünkü finansal kiralama borç vermek değildir. Bir malı aslında uzun süreli satıştır. Ona niye kiralama diyorlar. O bir takım vergi mevzuatı açısından öyle isim kullanılıyor. Oradaki kiraya sayılsın diye yapılan ödemeler. Gerçi onunla da sık sık oynuyorlar, bir kdvyi kaldırıyorlar, bir arttırıyorlar. Bir takım şeyler yapıyorlar. Şimdi finansal kiralama şu yani kolay anlayabilelim diye. Sizin yüz daireli bir apartmanınızın olduğunu düşünün. Bir yere büyük bir kuruluşa sattınız. Diyorsunuz ki dört yıl sonra bana ödersiniz. Dört yıl içerisinde ödersiniz. Finansal kiralamada yapılan şu önce o yüz daireden on dairenin parasını peşin alıyorlar sizden. Kalan doksan dairenin de kirasını alıyorlar. Mantık yani o.İkinci ayda o dairelerden birisinin parasını ikisinin kirasını alıyorlar. Üçüncü ayda… İşte doksanıncı ayda tamamının parasını almış oldukları için sizin tapunuzu veriyorlar. Ama finansal kiralamada çok ciddi yanlışlar vardı eskiden yeni kanunlarla bu değişti mi gene bilmiyorum. Çünkü takip edemiyorum, dediğim gibi. Bu arada son taksiti ödeyemezsen adamın geri alma hakkı da oluyordu ki bu kabul edilmesi imkânsız bir yapıdır. Bu asla olmaz, bunlara dikkat etmek lazım. Sözleşmeye özel maddeler koyarak bunu engellemek gerekir. Evet, söyle Rüstem.
(Dinleyici): Krediyle ev alanlar orda taksitler ödeniyor ya o taksitler memur maaşına göre artışlar oluyormuş, onlar faize mi enflasyona mı girer?
(Abdülaziz BAYINDIR): TOKİ mi yapıyor?
(Dinleyici): Evet.
(Abdülaziz BAYINDIR): He. Alt gelir grupları için bir uygulaması. Enflasyon oranında taksitleri arttırıyorsa onda problem yok. Enflasyon oranında arttırmak faiz değildir. Az önce anlatmaya çalıştığım gibi. Yani siz bir malı verdiğiniz zaman şöyle, bak şimdi şurada şu para iki yüz lira. Değil mi? Şu para da on lira. Şimdi bu bunun yirmi katı mı? Yani yirmi tane bundan bir tarafa koysam bir tane de bunu koysam fiziki olarak soruyorum beyefendi değer olarak değil. Tek fark buna iki yüz yazılmış buna da on yazılmış o kadar. Hatta bir dolarla yüz doları üst üste koyun aynıdır. Onun için düğünlerde vay adam dolar dağıtıyor. Sen zannediyorsun ki yüz dolar alıyorsun ki bir dolar. Şimdi bu paraların satın alma gücü dışında hiçbir değeri yoktur. Mesela şimdi eskiden mor binlikler vardı. Hatırlarsınız. Şimdi rahmetli babam ticaretle meşgul olduğu için bazen cebinde olurdu o mor binliklerden. Bakıyorduk şöyle çeviriyorduk falan. E şimdi o mor binliklerden şurada bina dolusu olsa ne işe yarar? Hiç bir işe yaramaz. Ama bir küçücük altın kırıntısı olsa? Kimse atmaz değil mi? Dolayısıyla bu paralar gerçek para değildir. Bunlar sanal paradır. O zaman, bu paraların değerinin düşmesi ve çıkarılması ödemelerde mutlaka dikkate alınması lazım. Altın gibi değil yani. Dolayısıyla o toki’nin alt gelir gurupları için yaptığını bütün gelir grupları için yapması gerekir. Onda hiçbir sakınca yok. Yani fazla bir şey almıyor. Sadece kendinin zarara uğramasını engelliyor o kadar. Yani faiz borçtan elde edilen gelirdir. O borçtan gelir etmediği için faiz olmuyor.
(Yahya Şenol): Bir arkadaşa veya akrabaya borç verildi. Kişi borcu öderken bankadan kredi çekerek geri ödemiş ben faize girmiş olur muyum bu durumda?
(Abdülaziz BAYINDIR): E tabii ki girmiş olur bankadan kredi çekerek
(Yahya ŞENOL): Yok, borcu alan yani.
(Abdülaziz BAYINDIR): He alan için değil. Veren için faiz olur. O zaten alacağını alıyor. Adam nerden aldın diye sorması gerekmez ki. Ama onu oradan alsın diye zorlamışsa o zaman günahkâr olur.
(Dinleyici): Hocam gerek güvenlik gerek ödeme için bankaya vadesiz hesaba konulan parada sorumluluk (BURASI ANLAŞILMIYOR 01:56:58)
(Abdülaziz BAYINDIR): Banka banklar iki türlü işlem yaparlar. Birisi bankacılık hizmetleridir ki o hizmetlere ihtiyacı olmayan hiçbir ekonomi yoktur. Ve bankacılık hizmetleriyle ilgili en ayrıntılı bilgi bizim fıkıh kitaplarında vardır. Hatta ben bir ara karşılaştırmalı çalışma yapmıştım çok önce bizim fıkıh kitaplarındaki bankacılık hizmetleriyle ilgili hükümlerin mevcut bankacılık kanunlarından çok daha gelişmiş olduğunu görmüştüm. Ve onlar büyük ölçüde oradan alınmıştır. Mesela bugün bankalar aval der bizim havalenin şeyidir. Biliyorsunuz Fransızlar ha’yı telaffuz edemezler sonundaki e’yi de telaffuz etmezler aval diyorlar, bizim havaledir. Çek diyorlar bizim sak’dır. Gitmiş geri gelmiş. Kredi bizim karz’dır. Böyle çok sayıda şey var. Dolayısıyla özet olarak bankacılık hizmetleri çok önemli hizmetlerdir. Bankaların yaptıkları yanlış krediyi vermeleri, o krediyi kaldırdığı zaman o paralarını eğer reel ticaretin şartları altında şey yaparsanız hem kendileri daha çok kazanırlar. Hem ekonomi kazanır. Hep birlikte büyüme olur. Faka şeyler bir taraftan da bankacılık son derece tehlikeli bir şeydir. Eğer bir psikolojik arka planı ortadan kalksın bankalar ertesi gün batarlar. Tamamen güven pompalanarak insanların zihinlerine onlar ayakta tutulurlar. Evet. Buyurun.
(Dinleyici): Hocam maaşımızı bankadan almaya karşılık bize promosyon (özendirme) veriyorlar ya bankalar onlar faizle ilgili mi?
(Abdülaziz BAYINDIR): Şimdi maaş ödemeyi bizim üzerimizden yapın size promosyon verelim diyenlerden, siz bankaya para yatırmıyorsunuz sizin kuruluşunuz yatırıyor ve siz oradan ya bankaya borç verip almıyorsunuz ama burada o mantığı işletiyor. Banka şundan dolayı işletiyor işte sizin maaşınız iki bin liraysa bin liradan fazlasını çekmenize müsaade etmeyerek kalan bin liraları kullanıyor. Ve onlara da faiz mantığıyla bir ödeme yapıyor. Şeklen bu bir faiz değildir ama işletilen mantık faiz mantığıdır, dolayısıyla buna siz bir zati sebep olmadığınız zaman yapacağınız bir şey yok fakat yetkili durumda olan insanlar buna asla müsaade etmemeliler. Sizin için de ne söyleriz alacağınız o parayı size haram olmaz ama yememenizi tavsiye ederiz. Çünkü siz bir sözleşme yapmadınız kimseyle. Peki, tamam mı? Peki, Allah yardımcınız olsun. Demek ki önce bir Kur’an ve sünnet yoluna girme ihtiyacımız varmış.